Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm: Saçlar Anıları Saklar

@naz_2606

Kollarımdan akan kana baktım. Kan görmek bana kendimi iyi hissettirmiyordu aklıma babamı vurduğum an geliyordu. Gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Daha çok akacaktı o yaşlar. Daha fazla ayakta duramadığım için dizlerimin üstüne düştüm. Kollarım çok acıyordu. Ama en çok nerem acıyordu biliyor musunuz? Kalbim. Benim kalbim çok acıyordu.

 

Bartu gelip beni kucağına aldı. Kapanmaya başlayan gözlerimi zorla açık tutuyordum.

 

"Bartu." Sesim fazlasıyla kısık çıkıyordu.

 

"Söyle güzelim."

 

"Senden birşey isteyeceğim."

 

"Ne istersen yerine getireceğim."

 

"Bana Göktuğ'u getir." Hıçkırarak ağlamaya başladım.

 

"Sana söz veriyorum. Sana söz veriyorum onu bulacağım."

 

Gözlerim kapanmaya başladığında engellemedim. Kendimi uykunun kollarına bıraktım. Zaten uyumak en güzel şey değil miydi? Yaşadığımız şeylerle başa çıkamadığımız zaman uyku kaçış yolumuz değil miydi?

 

yazardan

 

Acı neydi? Düştüğünüzde kanayan diziniz mi? Sevilmediğinizi anladığınız an mı? Veya sevdiğiniz kişinin ölümü mü? Acı neydi sevgili okurlarım?

 

Peki ya acı şu olabilir miydi; Göktuğ'u düşmanların eline verirken dostlarının çektiği acı? Veya sevdiği adamın ölümüne göz yuman Asel'in çektiği acı? Ya da Göktuğ'un konuşması için aldığı darbeler?

 

Herkesin acısı farklı olur. Kimin ne yaşadığını bilemeyiz. Ne acı çektiğini bilemeyiz size mutlu görünür ama o insanın içinde ne savaşlar verdiğini bilemeyiz. Fakat biri bize derdini anlattığında 'Bu da çok abartıyor.' Deriz değil mi? Aslında dememeliyiz çünkü o kişinin o an neler yaşadığını işitiriz ama anlayamayız. Peki empati kursak? Biraz empati kursak anlarız değil mi? Veya o kişiyi kötülemeyiz. Ama biz öyle insanlarız ki sadece karşı tarafı kötülemeyi biliriz. Biz öyle insanlarız ki empati kurmayı bilmeyiz. Biz öyle insalarız ki sadece zorbalamayı biliriz.

                                              ... 

Genç adamı sandalyeye bağlamış konuşmasını bekliyorlardı. Ama karşılarındaki öyle bir adamdı ki öleceğini bilse bile ajansı ele vermezdi.

 

Tekrar genç adama yumruk attıklarında hiddetle bağırdılar. "Konuş diyoruz

sana! "

 

Genç adam ağzındaki kanı tükürüp gülmeye başladı. "Karşınızda kimin olduğunu biliyor musunuz?"

 

"Kim olduğun önemli değil bizim için!"

 

"Siz öyle diyorsanız." Diyerek sırıttı.

 

"Bunun konuşacağı yok." Dediğinde içeriye Poyraz girdi.

 

"Hâlâ konuşturamadınız mı?"

 

Adamlar ellerini önde bağlayıp başlarını öne eğdiler. "Hayır patron."

 

Poyraz gözleriyle bir şeyleri işaret ettiğinde adamlardan biri koşarak şömineye gitti. Göktuğ başını çevirip baktığında ağzının içinde küfürler savurdu.

 

Adam eline aldığı şömine de ısıtılmış demiri Poyraz'a verdi.

 

Poyraz, "Ne kadar da sıcak." Yavaş adımlarla Göktuğ'un yanına gitti. "Çıkarın şunun üstünü." Diye emir verdiğinde adamlardan biri Göktuğ'un ellerini çözdü.

 

Göktuğ dövüşte çok başarılı biriydi ama şuanda karşısındaki adamlarla baş çıkamazdı. On adam vardı ve hepside en az Göktuğ kadar eğitimliydi. Bir kişiye on kişi? Dövüşmeye kalkmak aptallık olurdu.

 

Üstünü çıkarmasına izin verip tekrar sandalyeye oturdu. Korkmuyordu. Bir çok kez böyle şeyler yaşamıştı.

 

Poyraz elindeki kızgın demirin ucunu Göktuğ'un teninde gezdirmeye başladı.

 

"Evet Göktuğ Sezgin konuşacak mısın?"

 

"Sence konuşur muyum?" Dedi imalı bir sesle.

 

"Öyle olsun." Deyip demiri Göktuğ'un sırtına bastırdı.

 

Göktuğ dişlerinin arasından acıyla inledi.

 

"Konuşacak mısın? Bize dosyanın kimde olduğunu söyleyecek misin? "

 

Nefes nefese. "Hayır." Diye yanıtladı.

 

Tekrar demiri sırtının başka bir yerine bastırdı. "Konuşmalısın Göktuğ Sezgin yoksa çok darbe alacaksın."

 

"İhanet etmeyi sevmem."

 

Poyraz elindeki demiri sertçe yere fırlattı.

 

"Ne o Poyraz? Beni konuşturamayacağını mı anladın yoksa."

 

Poyraz Göktuğ'un dediğini es geçip adamlarına döndü. "Bu siktiğimin adamını konuşturun. Konuşmazsa... " Dedi ve Göktuğ'a döndü. "Parmaklarını kesin. Ama dikkat edin. Ölmesine izin vermeyin o bana lazım. "

 

Asel'den

 

Gözlerimi açtığımda farklı bir odada oduğumu fark ettim. Ne yani hepsi rüya mıydı? Yatakta oturur pozisyona gelmeye çalıştığımda kollarında ki sızılardan dolayı acıyla inledim. Karşımda oturduğunu daha yeni fark ettiğim Bartu koşarak yanıma geldi.

 

"Güzelim iyi misin?"

 

Anlamaz gözlerle Bartu'yu inceledim. Kafamı öne doğru eğip düşünmeye başladım. Hiçbiri rüya değildi. Göktuğ'u gerçekten götürmüşlerdi beni vurmuşlardı. Göktuğ'u götürmüşlerdi!

 

"Göktuğ." Diye mırıldandım. Gözlerimden yaşlar aktı. Başımı Bartu'ya çevirdim.

 

"Buldunuz değil mi onu?"

 

"Daha bulamadık güzelim."

 

"Ama bana söz vermiştin." Sesim kısık çıkıyordu.

 

"Ekip aşağıda hepsi Göktuğ'u bulmaya çalışıyor."

 

"Ben de aşağı inmek istiyorum."

 

"Dinlenmen gerek." Sesi ikaz dolu çıkıyordu.

 

Sesimi yükselterek. "Beni aşağı indir diyorum sana!"

 

"Asel sakin olur musun?"

 

Gözlerimden akan yaşları sildim. "Lütfen Bartu."

 

Bartu eğilip beni kucağına aldı. Başını her iki yana sallıyordu "Sen çok mu nazlısın?"

 

Göz yaşlarımın arasında gülümsedim "Öyle miyim?"

 

"Öylesin, hatta senin ismini Nazlı koymalılarmış."

 

Kollarımı boynuna daha da sardım, "Ben ismimi seviyorum."

 

Kollarım sargıdaydı. Ben sadece bu kadar darbe almıştım. Ya Göktuğ? Ona neler yapmışlardı?

 

Bartu kapıyı açıp beni ekibin yanına indirdi. Eylül koşarak yanıma geldi.

 

"Asel iyi misin?"

 

"Değilim." Sesim hiçbir ifade barındırmıyordu. Ruhsuz gibiydim. Önce babam sonra Göktuğ herşey üst üste gelmişti.

 

Kendi kendine konuşan Murat'a döndüm. "Neredesin Cansu? Aç şu telefonları."

 

Bartu'ya dönüp. "Cansu yok mu?" Diye sordum.

 

Başına iki yana salladı. "Hayır yok."

 

Neden Göktuğ'u aramak yerine Cansu'yu arıyorlardı?

 

Sert bir tavırla. "Cansu'yu bırakında Göktuğ'u arayın." Dedim.

 

Aras bilgisayarın başından kalkıp bana döndü. "Aramadığımızı mı sanıyorsun Asel? Arıyoruz! Ayrıca Cansu da ekipten biri ve onu da aramalıyız."

 

"Sinirini benden çıkartma Aras."

 

Bartu, "Tamam sakin olun. Aras sen bana ver bilgisayarı. Hacker olarak benim bakmam daha iyi olur." Dediğinde Aras kalkıp yerini Bartu'ya vermişti.

 

Hava gittikçe kararıyordu. Gündüz görevini akşama devrediyordu. Ama biz hâlâ Göktuğ'u bulamamıştık. Herkese bir görev verilmişken ben koltukta oturmuş yaşadığım o dakikaları düşünüyordum. Göktuğ'un gözlerinin nasıl dolduğu geliyordu aklıma. Kızıyordum kendime onu üzdüğüme kızıyordum.

 

Eylül kısık çıkan sesiyle. "Siyah Gezegenin başına kendi adamlarımızdan birini geçirdim. Artık Galaksi Gezegeni tehlikede değil."

 

Yastığı alıp yere attım. Zar zor ayağa kalktım. "Bırakın Galaksi Gezegeni tehlikede olsun!" Diye bağırdım. Dudaklarımdan çıkan hıçkırağa engel olamadım. "Göktuğ yok! Anlıyor musunuz? Göktuğ'u götürdüler. Ona orada ne yaptıkları belli değil!" Tekrar hıçkırdım. "Ama siz Galaksi Gezegenini düşünüyorsunuz. Hepimizin Göktuğ'u araması gerekirken siz birini görevlendirip Galaksi Gezegeninin başına kendi adamlarınızı geçiriyorsunuz!" Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum.

 

Murat öyle bir sinirle konuşmuştu ki tüylerim üretmişti, "Asel'i yukarı çıkar Bartu."

 

"Çıkmıyorum! Gerçekler canını mı yaktı Murat? Bu haldeyken bile görevine bu kadar sadık olman çok saçma! Eylül'ü sen görevlendirdin değil mi?"

 

Murat bana ikaz dolu bakışlar atıyordu. "Asel kapa çeneni."

 

"Kapamıyorum." Diye bağırdım.

 

Murat hızlı ve büyük adımlarla yanıma geldi. İşaret parmağını göğsüme dayayıp. "Senin yüzünden." Dedi tükürürcesine.

 

Gözlerimden yaşlar aktı. Dediği şeye anlam veremiyor konuşamıyordum.

 

"Benim kardeşim senin yüzünden kendini tehlikeye attı."

 

Ellerimi göğsüne bastırıp ittirdim. "Aptal herif. Sen acımasızın düşüncesizin tekisin."

 

Evet Murat haklıydı. Göktuğ benim yüzümden kendini tehlikeye atmıştı. Kendini ölümün kollarına bırakmıştı. Ama ben istememiştim. Kim sevdiği adamın böyle bir şey yaşamasını isterdi? Şahsen ben istemezdim. Ve onun yerinde olmayı çok isterdim. Onun yerine ben zarar görmeyi çok isterdim.

 

Ayakta duramadığım için sendeledim. Bartu yanıma gelip. "Yukarıya çıkmak ister misin güzelim?" Diye sordu. Başımı hızla aşağı yukarı salladım.

 

Bartu beni kucağına alıp yukarıya çıkardı. "Yanında durmamı ister misin?" Diye sordu.

 

"Hayır. Aşağı in ve bana verdiğin sözü tut Bartu."

 

Saçlarımı okşadı, "Tutacağım güzelim bulacağız onu en kıaa zamanda bulaşacağız."

 

iki saat sonra

 

Yatakta oturmuş hâlâ düşünüyordum. Ama düşünerek bir yere varamıyordum.

 

Yataktan kalkıp lavobaya girdim. Elimi Yüzümü yıkamaya ihtiyacım vardı.

 

Yüzüme su çarptığımda aynadaki yansımamla karşılaştım. Gözlerimin altları morarmış gözlerim kan çanağına dönmüştü. Saçlarım. Saçlarım... Onun parmaklarının dolaştığı saçlarım.

 

Saçlarımı kessem onu unutur muydum? Vicdan azabı çekmez miydim? Saçlarıma bıraktığı anılar giderdi değil mi? Sonuçta bir kadın. Anılarını saçlarında saklar.

 

"Onu asla unutmayacağız değil mi Asel?" Başımı yana eğdim kendimle konuşmaya başladım. "Onu unutamayacağız aptal!" Bağırdım içimdeki öfkeyi dökmeye çalıştım. "Biz onu unutamayız gerizekalı çünkü biz aşık olduk!"

 

Hiddetle çekmeceleri karıştırmaya başladım. Bulduğum makası elime aldım. Son kez aynaya baktım. Yine ağlamaya başladım.

 

Kısa saçlarımı daha da kısalttım. Her kestiğim tutam ahenkle yere düşüyordu.

 

Dudağımdan çıkan hıçkırağa yine engel olamadım. Makas elimden düştü. Gelişi güzel kestiğim saçlarıma bakıyordum. Kötü olmuştum. Göktuğ'un yanına gittiğimizde beni beğenmeyecekti.

 

Elimi yumruk yapıp aynaya yumruk attım. "Gerizekalı! Sen nasıl aşık olursun?" Yere oturdum. Kolların acıdığı için acı içinde inledim. "Aptalsın sen! Onu kendine aşık ettin. Onu kendine aşık ettin ve onun ölümüne göz yumdun. Asıl acımasız olan düşüncesiz olan sensin!" Kollarımda ki sızılar gittikçe artıyordu ama umurumda değildi. Parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. Onu bulmalıydık.

 

Lavobanın kapısı şiddetle açıldığında içeriye Bartu girdi. Önce yerdeki saçlarıma sonrada bana baktı.

 

Kaşlarını çatıp. "Güzelim sen ne yaptın?" Dedi. Arkasındaki tüm ekip bana hüzünlü gözlerle bakıyordu.

 

Baygın gözlerle. "Onun izlerini silmeye çalıştım Bartu ama olmadı."

 

Yanıma diz çöküp beni kucağına aldı. "Burası cam kırığı dolu."

 

Başımı göğsüne yasladım. "Onu buldunuz mu?"

 

"Az kaldı güzelim çok az kaldı." Dedi teselli edici bir sesle.

 

"Bana yalan mı söylüyorsun?"

 

"Hayır yalan söylemiyorum. Ben sana yalan söyleyebilir miyim hiç?"

 

"Söylemezsin."

 

Beni yatağa bıraktı ve doğruldu.

 

Murat, "Hepiniz aşağı inin. Ben biraz Asel ile konuşacağım."

 

"Benim seninle konuşacak hiçbirşeyim yok."

 

Herkes tek tek kapıdan çıktı.

 

Murat, "aşağıda sana çok kötü şeyler söyledim biliyorum. Ama çok sinirliydim. Kardeşimi Kurtaramadığım için çok sinirliydim. Sen de öyle deyince... " Sustu parmaklarını saçlarından geçirdi. "Özür dilerim Asel. Sen bana kardeşimin emanetiydin ama ben sana iyi bakamadım. Seni üzdüm ağlattım."

 

"Göktuğ'u bulduğunda bana tekrardan özür dilersin. Ve ben seni o zaman affederim."

 

Kendinden emin bir şekilde. "Onu bulacağım." Dedi. "Şimdi yat ve dinlen. Onu bulduğumuzda seni bu hâlde görürse beni dövebilir." Dediğinde gülmeye başladı.

 

Başımı sallayıp yorganın içine girdim. "Ben uyandığımda onu bulmuş olur musunuz?"

 

"Sana söz sen uyandığında onu bulmuş olacağım."

 

Gözlerimi kapattım ve onu düşündüm. Onun bana 'Fındık burun.' deyişini düşündüm. Gelip saçlarımı okşadığını düşündüm. Düşünceler eşliğinde uyumuştum.

                                ...

Murat sözünü tutmuştu. Uyandığımda Göktuğ'u bulmuşlardı. Şimdi onu almaya gidiyorduk. Onu kurtaracaktık.

 

"Biraz daha hızlı sür arabayı Murat."

 

Murat, "Daha ne kadar hızlı gidebilirim?"

 

"Ona hemen ulaşmak istiyorum."

 

"Çok az kaldı."

 

Onu ilk gördüğümde sıkıca sarılacaktım. Bir daha hiç bırakmak istemiyormuşum gibi sarılacaktım.

 

Araba durduğunda kalbim hızlanmaya başladı. Kalbim ona geldiğimizi anlamıştı.

 

"Burası mı?" Konuşurken sesim titriyordu.

 

"Evet." Dedi Murat başını çevirmiş camdan bakıyordu.

 

Ekibi arabada bırakıp koşarak depoya girdim. Evet girdim. Kimse girmeme engel olmamıştı. Hiçbir koruma yoktu.

 

"Göktuğ!" Diye bağırdım.

 

"Seni bulduk Göktuğ ses ver!"

 

Adımlarım yavaşladı. Deponun sonunda tek bir kapı vardı ve Göktuğ orada olmalıydı. Tekrardan hızlandım. Olabildiğimce hızlı koşuyordum.

 

Kapıya geldiğimde durdum. Aralığı olan kapıyı ittirdim. Gördüğüm manzarayla nefesim kesildi. Sandalyede bağlıydı... Başı önüne düşmüştü. Kan vardı evet kan vardı yer tamamen onun kanıyla boyanmıştı.

 

"Göktuğ." Diye mırıldandım. Koşarak yanına gittim. Önünde diz çöktüm. Dizlerimde kan olmuştu.

 

Başını kaldırıp yüzüne baktım kireç gibi bembeyazdı.

 

"Göktuğ'um?"

 

Neden ses vermiyordu? Bana 'Fındık burun.' demeliydi. Ama demiyordu! Neden demiyordu?

 

Arkasına geçip ellerini çözdüm. Hemen önüne geçip yavaşça yere indirdim ve dizlerime yatırdım. Onun kanının üstüne oturmuştum...

 

"Göktuğ aç gözlerini." Eli yan tarafına düştü.

 

Gözlerimden yaşlar aktı. "Göktuğ!" Diye haykırdım. "Aç gözlerini Göktuğ!"

 

Yataktan hızla kalktığımda kalbim yerinden çıkmak istiyormuş gibi yumruklar atıyordu. Terli saçlarımı geriye attım. Etrafıma bakındım. Şuan odamda ve yatağımdaydım. Göktuğ ölmemişti.

 

Eylül karşımdaki koltukta uyukluyordu.

 

"Eylül." Dedim.

 

Eylül yavaş yavaş gözlerini açtı. Kaşlarımı çattım ve yataktan kalktım. Üstümde anlam veremediğim bir sinir vardı herkesi boğazlamak istiyordum her yeri kırıp dökmek istiyordum şuan bir yastığı alıp parçalayabilirdim bile.

 

Parmağımı kaldırarak amaçsızca salladım, "Neden buradasın?" Diye bağırıyordum. Elime yastığı alıp cama doğru fırlattım. "Neden buradasın diyorum sana?!" Eylül kaşlarını çatmıştı sonra konuşmaya başladı. "Herhangi birşey olur diye yanında duruyorum."

 

"Hâlâ bulamadınız değil mi?" Sesim tehlikeli çıkıyordu.

 

Kapı şiddetle açılmıştı. Kızgın gözlerimi Murat'ın üstüne diktim. "Söz vermiştin!" Diye bağırdım tekrardan.

 

Murat derin bir nefes aldı. "Az kaldı Asel sabret."

 

Elime ne geçerse fırlatmaya başladım. "Söz vermiştin!" Diye tekrardan bağırdım. "Söz vermiştin bana ben uyandığımda onu bulmuş olacaktın!"

 

Odanın hâli perişandı yerde kırılmış camlar, yastığım, yorganım herşey yerdeydi. Hızla Murat'ın yanına gidip yakasına yapıştım. "Bana söz verdin." Diye fısıldadım. Sırtını duvara sertçe yasladım. "Bana söz verdin!" Bozuk plak gibi aynı şeyi tekrarlayıp duruyordum.

 

Aras Bartu'ya, "Sakinleştirici iğne getir." Demişti

 

Murat'ın yakasını bıraktım ve Aras'a bakıp koca bir kahkaha attım, "Ne o bana mı yapacaksın? Ben sakinim! Bana Göktuğ'u bulun! Veya bana da bir iş verin ben de yardım edeyim!"

 

Aşağıdan Bartu'nun sinirli sesi geldi, "Nerede bu iğne amına koyayım."

 

Tekrardan gülmeye başladım sanki delirmiş gibiydim.

 

Bartu koşarak yukarıya çıktı. Elindeki sakinleştirici daha da sinirlerimi bozmuştu. "Bana onu yaparsanız hepinizin sülalesini sikerim."

 

Bartu sinirli olsa da gülmeye başladı, "Bu kızın ağzı bozulmuş."

 

Aras, "kollarından tutun." Dedi.

 

"Siktirin gidin." Murat ve Bartu kollarımdan tutmuş beni yatağa yatırmıştı.

 

Murat, "Uyanınca Göktuğ'u bulmuş olacağım."

 

"Sana güvenmiyorum." Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. Son gördüğüm herkesin bıkmış yorulmuş yüzüydü.

                                             ... 

Dikkatlice yatağımdan indim. Kollarım çok şiddetli ağrıyordu ama umurumda değildi şuan tek düşüncem Göktuğ du.

 

Yavaş adımlarla merdivenlerden inerken aşağıya baktım. Eylül yine koltukta uyumuştu Bartu, Murat, ve Aras ise birşeylerle meşguldü. Deniz yoktu? O dünde yoktu kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Bartu birden bağırdı. "Buldum. Buldum oğlum arabayı hackledim. Arabanın yerinide buldum."

Hızla aşağıya indim.

 

"Buldunuz mu?" Dedim heyecanla. Eylül'de yattığı yerden kalkmıştı.

 

Murat ve Bartu aynı anda. "Sözümü tuttum dedi." Gözlerimden yaşlar akıyordu.

 

"Gidelim lütfen gidelim."

 

Bartu yanıma gelip beni hızla kucağına aldı. "Şimdi sen bizi yavaşlatırsın." Dedi gülerek.

 

Koşarak arabaya geldiğimizde Bartu beni ön koltuğa oturttu. Şoför koltuğunada kendisi geçti. Eylül hâlâ uykulu olduğu için etrafa değişik bakıyordu. Aras evde kalmış Cansu ve Deniz'i bekliyordu.

 

Heyecanla konuştum. "Nasıl buldunuz onu?"

 

Bartu, "Cansu sayesinde."

 

Kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?"

 

"Biz yukarıdayken Cansu hâlâ aşağıdaymış. Göktuğ ve Poyraz'ın çıktığını görünce onları takip etmiş. Bu sırada da arabanın plakasını almış tabii. Onları takip ederken tekeri patladığı için bir müddet sonra takip edememiş. Arabanın plakasını bize daha önceden atmış ama ormanlık bir Alanda oldukları için telefonu çekmemiş ve plaka bize ulaşamamış. Tekeri patladığı sırada plaka bize daha yeni geliyordu. Gece hiç uyumadık plaka bize geldiğinde saat 05.00'dı saat şuanda 08.30 üç buçuk saat boyunca arabayı hacklemeye çalıştım. Bu sırada Murat ajansa bilgi veriyor Aras da arabanın sahibine ulaşmaya çalışıyordu. Sen kriz geçirdiğinde ona ulaşmamızı çok az kalmıştı."

 

Aklıma takılan soruyu sordum. "Peki Deniz? O nerede?"

 

Soruma Murat cevap verdi. "Seni eve getirirken iyi hissetmediğini evine gitmek istediğini söyledi. Ben de izin verdim. Bu sabah ise Cansu'yu alması gerektiğini söyledim."

 

"Anladım." Deniz çok sessiz biriydi. Annem bana hep 'Sessiz kişilerden kork Asel.' Derdi.

 

Arkaya döndüğümde Eylül başını Murat'ın omzuna koymuştu. Kıza ne yaptırmışlarsa çok uykuluydu.

 

"Barıştınız mı?"

 

"Hayır barışmadık."

 

Başımı sallayıp önüme döndüm. Çok heyecanlıydım içim içime sığmıyordu. Sonunda onu bulmuşlardı. Sonunda ona kavuşacaktım. Şu kısacık zamanda onu nasıl özlediğimi fark ettim. Onca yıl onsuz nasıl yaşamıştım ben? Aklıma birden gördüğüm kâbus geldi. Ya gerçek olursa? Ya Göktuğ gerçekten ölmüş olursa? O zaman ben ne yapacağım?

 

Yapacağım tek şey var onun yanına gideceğim.

 

 

Sessizce konuşmaya başladım. "Bir kâbus gördüm. Göktuğ... O ölüyordu."

 

Murat rahat bir tavırla konuştu. "Onu öldürmezler Asel."

 

"Nasıl bu kadar eminsin?"

 

"Eminim çünkü Göktuğ hiç birşey söylememiştir onlara,ve Poyraz Göktuğ'u konuşturana kadar onu öldürmez."

 

"Ama işkence eder." Dedim hüzünle.

 

Murat derin bir nefes aldı."Evet işkence eder."

 

Araba durduğunda etrafıma bakındım. İşlek bir caddeydi burada Göktuğ'un ne işi olurdu?

 

"Göktuğ'u buraya getirmiş olamazlar." Dedim kendimden emin bir şekilde.

 

Murat, "Evet buraya getiremezler."

 

Bartu, "Araba orada adam arabaya bindiği an onu takip edeceğiz."

 

Başımı hızla salladım.

 

Bir adam bir kaç dakika sonra marketten elinde poşetlerle çıktı ve Bartu'nun gösterdiği arabaya bindi. Bartu anında arabayı çalıştırdı ve öndeki aracı çalıştırdı. Kemerimi takıp arkama yaslandım ve kafamda Göktuğ'a ulaşmadan önce o adama yapacağım işkenceleri düşündüm.

 

10-15 dakika sonra lüks bir binanın karşısında durduk.

 

Murat, "Bu adam Göktuğ'u koyduktan sonra oradan ayrılmış olmalı. Adamı yakalayıp konuşturacağız." Murat Eylül'e dönüp. "Eylül'üm kalk hadi." Dedi. Sanki hiç kavga etmemişler gibi.

 

Eylül hasta gibiydi rengi solmuştu. "Siz gidin ben gelmek istemiyorum."

 

Murat "Sen iyi-" Diyeceği sırada. Bartu, "Adam indi." Dediği için Eylül'ü bıraktı. Murat bana dönüp "Eylül'ün yanında kal Asel adamı alıp buraya getireceğiz."

 

Hiç itiraz etmeden. "Tamam." Dedim.

 

Eylül kısık bir sesle. "Yine işi benden önce geldi." Dedi. Dediği şeyle boğazıma bir yumru oturdu. Yavaşça Eylül'e döndüm.

 

"Sen iyi misin güzelim?"

 

Bana karşı yalan söylemeyip doğruyu konuştu. "İyi değilim Asel. Günlerdir ağzımdan kan geliyor, sürekli öksürüyorum, halsiz ve bitkinim ve...ve göğsüm ağrıyor." Dediğinde gözleri dolmuştu. Bu anlattıkları kanser belirtileriydi Halime teyzede kanserdi ama ne kanseriydi hatırlayamıyorum hep bunlardan şikayetçiydi.

 

Gözlerim dolmuş dudaklarım titriyordu.

 

Eylül, "Bundan Murat'a bahsetme yakında iyileşirim."

 

Başımı şiddetle iki yana salladım. "Göktuğ'u bulduktan hemen sonra hastaneye gideceğiz."

 

"Böyle bir şey olmayacak Asel."

 

Kaşlarımı çattım. "Ne saçmalıyorsun sen? Ölmek mi istiyorsun? Anneni hiç mi düşünmüyorsun? Peki ya Murat'ı?"

 

"Murat'ın beni düşündüğü mü var Asel?" Acı içinde gülümsedi.

 

Derin bir nefes aldım. "Peki ya annen?"

 

Birşey söylemedi başını cama yasladı. "Annem." Diye mırıldandı. "Tamam gidelim."

 

"Hah şöyle." Hem kendi acılarımı hemde başkalarının acılarını dizginlemeye çalışıyordum. Ama bu da bir yere kadardı değil mi? "Eylül yanıma yaklaşsana ateşin var mı bakayım." Eylül yavaşça ön koltuğa yanaştı. Elimi alnına koyduğumda ateşinin oduğunu fark ettim. Kanserin birçok belirtileri vardı...Ona belli etmemeliydim. Sonuçta daha belli değildi.

 

Ne zaman geldiklerini bilmediğim Murat ve Bartu adamı bagaja koymuşlardı.

 

Murat ön koltuğa oturmuştu. Bir açıklama yapıp arabayı çalıştırmıştı. "Depoyu Bartu bilmiyor."

 

Bartu Eylül'de bir değişiklik olduğunu anlamıştı sanırım. "Sen neden sürekli uyuyorsun Eylül?"

 

Yine boğazıma bir yumru oturmuştu.

 

Eylül, "biraz halsizim." Sesi kısık çıkmıştı...

 

Bartu Eylül'ün yanına gitmiş elini alnına koymuştu. "Senin ateşin var."

 

Murat dikiz aynasından Eylül'e baktı. "Biz adamı konuşturmaya çalışırken Bartu da seni eve bıraksın."

 

Eylül sadece başını sallamıştı.

                                               ... 

Depoya gelmiş Bartu ve Eylül ise eve gitmişlerdi şimdi ise baygın adamı ayıltmaya çalışıyorduk. Murat adamı baştan aşağı ıslattığında adam ayılmıştı.

 

Murat'a elimi kaldırıp. "Ben konuşturacağım sen karışma" Dedim.

 

Murat kendine bir sandalye çekip. "Hadi bakalım Asel hanım." Dedi.

 

Adama dönüp. "Göktuğ'u nereye götürdüğünü söyleyecek misin yoksa ben sana işkence etmeye başlayım mı?" Tek kaşımı kaldırarak. Sorduğum soruya karşılık adam sesi titreyerek cevap verdi.

 

"Olmaz söylemem."

 

"Nedenmiş o?"

 

Adam korkuyla "Beni öldürürler." Dedi.

 

"Ben de seni öldürürüm ama."

 

"Bırakın beni lütfen."

 

Cık cıkladım. "Böyle korkak kişileri işe almamalılar."

 

İşkence aletlerinin olduğu yere ilerledim. Fakat buradaki hiç birşeyi bilmiyordum. Adamın tırnağını sökebilmek için en uygun şeyi aldım elime.

 

"İlk önce tırnaklarından başlayacağım." Dedim elimdeki aleti döndürerek. Adam gözlerini fal taşı gibi açmış bana bakıyordu. "Delirmişsin sen." Güldüm. "Bunu bana Göktuğ da çok söylerdi." Anılardan çıkıp adama döndüm "Söylüyor musun?" Adamın konuşurken sesi titriyordu. "Ha-hayır."

 

Adamın yanına gidip elini tuttum. "Biraz acıyacak." Aletin ucuna adamın tırnağına yerleştirdim. Bunu yaparken gözlerimi kapattım çünkü böyle bir caniliği görmek istemiyordum. evet hem bunu yapıyor hemde canilik diyor.

 

Adamın bağırışı tüm depoda yankılanmıştı.

 

"Pislik karı." Karı?

 

"Demek karı." Dedim ve diğer tırnağını hedef aldım. Ve hızla çektim.

 

"Bu Göktuğ'umu kaçırdığın için." Adeta böğüren adama çatık kaşlarımla bakıyordum.

 

"Söyleyeceğim." Diye haykırdı.

 

Sevinçten gülmeye başladım. Kapıdan Bartu girince ona döndüm ve sonra tekrar adama döndüm.

 

"Daha olmaz." Dedim ve diğer tırnağına geçtim.

 

"Bu kadınlara saygısızlık yaptığın için."

 

Adam nefes nefese kalmış hatta ağlıyordu.

 

"Söyleyeceğim diyorum sana!"

 

"Dur söylersin ama önce intikamımı almam gerek."

 

Bartu hayretle konuştu. "Asel'in içinden çıkana bak."

 

Kıkırdadım. Tekrardan konuşmaya başladım. "Söylesene Göktuğ'a çok acı çektirdiniz mi?"

 

"Bi-bilmiyorum ben onları depoya koydum sadece."

 

Bir başka tırnağını hedef aldım. "Yani onlara yardımcı oldun." Dedim ve şiddetle geriye çektim. Adamın acıdan gözleri kayıyordu.

 

Murat, "Bu kadar yeterli. Şimdi bayılacak." Aleti yere attım.

 

Adam adresi verdikten sonra yola çıktık. Çok heyecanlıydım çok mutluydum ve çok korkuyordum.

 

Bartu arabayı son hızla sürüyordu. Yakında oraya varıcaktık. Göktuğ'uma varacaktık.

                                            ... 

Gelmiştik. Buraya geldiğimizden kimsenin haberi olmadığı için yerlerini değiştirmemişlerdi. Hepimiz silahlarımızın ucuna susturucu takmıştık. Murat ve Bartu adamları vurmaya başladıklarında arkalarından ilerliyordum. Büyük yerin bakımsız bahçesine girmiştik. Duvarın arkasına saklanıp deponun kapısında duran korumalarıda vurmuştuk. Hepsini arkamda bırakıp koşmaya başladım Murat ve Bartu da koşarak geliyorlardı.

 

Yavaşça deponun kapısını açtığımda karşıma bir adam çıkmıştı çığlık atacağım sırada Bartu ağzımı kapatmış. Murat ise adamı vurmuştu.

 

Murat sessizce konuşmaya başladı. "Bu kapıların hiçbirinde koruma yok koruma olan kapıda Göktuğ vardır unutmayın."

 

Başımı hızla salladım.

 

Murat, "Siz çıkın ben ajansa haber vereceğim ve ambulans ile polis çağıracağım." Dediğinde hızla yukarıya çıktık. Korumaları gördüğümüzde durmuştuk. Bartu beni arkasına alıp ateş etti. Bu sayede onlardan da kurtulmuştuk. Bartu'yu bırakıp kapıya koştum. Kapıya geldiğimde durdum. Kalbim hızlanmış ellerim titremişti.

 

Bartu yanıma gelip. "Açmayacak mısın?" Diye sormuştu.

 

"Korkuyorum."

 

"Korkulacak birşey yok hadi aç." Dediğinde destekleyici bir şekilde elini omzuma koydu.

 

Elim kapının kulpuna gitti ve açtı. Göktuğ'u gördüğüm an gözlerim doldu. Başını zar zor kaldırmış bana bakıyordu. Üst kısmında hiç birşey yoktu. Ama vücudu yara içindeydi. Göğüs kısmında yanık izleri ve jilet izleri vardı... Akan kanlar kurumuştu. Onun canını çok yakmışlardı.

 

Koşarak yanına gittim. Önünde diz çöktüm. Ellerimi yanağına koydum. "Göktuğ'um."

 

Gülümseyerek. "Saçlarını kesmişsin. Çok yakışmış." Dedi.

 

"Bu hâlde bunu düşünme Göktuğ." Dedim ağlayarak.

 

"Benim seni düşünmediğim bir an bile yok Asel." Sesi kısık çıkıyordu.

 

hıçkırarak ağlamaya başladım. Dışarıdan siren sesleri geliyordu. Umursamadım ve Göktuğ'a sarıldım. Göktuğ acıyla inlediğinde geriye çekildim.

 

"Acı-" Diyeceğim sırada sol baş parmağını gördüm. Sargıdaydı. "Parmağına ne oldu?"

 

Göktuğ konuşacak halde değil gibiydi. Ağlayarak. "Parmağını mı kestiler?"

 

Kısık sesle. "Önemli bir şey yok." Dedi. Ellerimi yüzüne koyup yanağından öptüm. Bartu yanımıza gelip Göktuğ'un

Sandelyenin üzerindeki ellerini çözdü.

 

"Belki bir daha öpersen geçer."

 

Gülümseyerek tekrardan öptüm. Ellerimi yaralarında gezdirdim. "Çok acıttılar seni."

 

Göktuğ son kez gözlerimin içine baktı ve gözleri kapandı...

Loading...
0%