Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm: İlân-ı aşk

@naz_2606

okuyan kişiler oy verebilir misiniz Lütfen

instagram hesabımız:Kitaplaraşkt1rr

 

Göktuğ'u kendi odasına götürdüğümde yatağa yattı. Ben ise camın karşısına geçip dışarıya bakıyordum aslında bakıyormuş gibi yapıyordum çünkü kafamın içinde binbir türlü soru vardı. Yine sevdiğim biri ellerimin arasından kayıp gidecek miydi? Ve ben yine buna engel olamayacak mıydım? Ya da Eylül iyileşecek miydi? İyileşirdi değil mi dururdu ayakları üzerinde? Ya duramazsa? Durmak zorunda annesi ve sevdikleri için durmak zorunda. Ben inanıyorum başaracak o yaşayacak.

 

"Ne düşünüyorsun?" Diye sordu Göktuğ.

 

"Eylül'e ne olacağını." Dedim başımı camdan ayırmadan.

 

"O iyileşecek güçlü bir kız o."

 

"Ya sandığımız kadar güçlü değilse?" Dedim güçsüz çıkan sesimle.

 

"O zaman... Hayatına son verecek."

 

Hışımla arkama döndüm. "Vermeyecek." Kızgın çıkmıştı sesim.

 

"Kendini alıştırmalısın Asel. Evrende insanlar ölür. Herkes sonsuza dek yaşayamaz. Evet, Eylül daha çok küçük ama hastalığı güçlü bir hastalık ve bu onun ölmesine sebep olabilir. Senin elinden gelecek tek destek onun yanında olup onu mutlu etmek olabilir."

 

Gözlerim dolmuştu. "O ölmesin Göktuğ." Sesimi kontrol altına almaya çalışıyordum ama yinede titriyordu.

 

Yanını gösterdi. "Gel."

 

Yine birlikte mi yatacaktık?

 

Yavaş ve tereddütlü adımlarla yanına gittim. Yatmam için açtığı yere uzandım. Başımı göğsüne koyup göz yaşlarımı akıttım.

 

"Bir piknik ayarlayalım mı Eylül için?" Dedi yumuşacık çıkan ses tonuyla.

 

Kaşlarımı çattım. "Olmaz. Sen daha iyileşmedin."

 

"Ben iyiyim." Sesi emin çıkıyordu fakat ses tonu emin çıkan sesini onaylamıyordu daha yorgundu.

 

"İyi değilsin."

 

Histerik bir gülüş attı. "Niye sen doktor musun?"

 

"Evet. Ben senin doktorunum."

 

"O zaman doktor hanım kalbimede bakabilir misiniz?"

 

Kaşlarımı havaya kaldırdım. "O ne için?"

 

"Kalbimin benim için atması gerekirken Asel diye biri için atıyor. Bu normal değil öyle değil mi?"

 

Boğazımı temizledim ve olduğum yerde kıpırdandım. Hatta dayanamayıp yatağın üzerinde oturdum.

 

"Senin şu yanaklarını ne yapacağız? Hep ele veriyor seni." Gülüyordu... Gülüşü ne kadar da güzeldi. Bir insanın gülüşü bu kadar güzel olmamalıydı.

 

Biraz eğildim ve gülüşünden öptüm... İyi halt yedin.

 

Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. "Şuan daha iyi olduğumu hissediyorum."

 

Gözlerimi kaçırıyor ona bakmamaya çalışıyordum. Bu kadar utangaç olmak zorunda mıydım?

 

Çenemden tuttu ve yüzümü yüzüyle hizaladı. "Okyanus mavisi gözlerini benden kaçırma."

 

"Gözlerim çok mu hoşuna gidiyor?" Kaşlarım havalanmıştı.

 

"En sevdiğim yerin." Büyülenmiş gibi bakıyordu bana.

 

"Şöyle bakma." Dedim gözlerimi kaçırırken.

 

"Nasıl bakmayayım?"

 

"Bana aşıkmış gibi... "

 

Gülüş sesini duydum. Kapı tıklatıldı ve içeriye Aras girdi. Göktuğ elini çenemden çekmiş kapıya dönmüştü. Ben de yataktan kalkıp anın etkisinden çıkmaya çalışıyordum.

 

"Rahatsız etmedim değil mi?"

 

Ettin.

 

Göktuğ, "Yok kardeşim." Dedi.

 

Aras direkt konuya girdi. "Seni evine götüreceğim. Orada devam edilecek kontrollerine. Evinde daha rahat olursun diye düşündüm?"

 

"İyi düşünmüşsün. Hiç vakit kaybetmeden gidelim. Hastaneleri pek sevmem."

 

Göktuğ yataktan kalkarken yanına gittim ama bana gülümseyerek. "İyiyim gerçekten." Dedi.

 

İçeriye giren hemşire Göktuğ'un yanına gidip bitmiş olan serumu çıkardı.

 

Göktuğ gözlerini Aras'a dikip. "Murat nerede?" Diye sordu.

 

"Eylül'ün kapısında bekliyor... Eylül hepimizi odadan çıkarttı."

 

"Anladım." Göktuğ'un sesi fazla ruhsuz çıkıyordu bunu nasıl başarıyordu? Ekibinde olan biri hastaydı ve arkadaşı... Kötü durumdaydı.

                                                   ... 

 

Arabaya bindiğimizde sanki her yeri ölüm sessizliği kaplamıştı. Kimsenin ağzından çıt çıkmıyordu.

 

Sessizliği bozan Aras olmuştu. "Yeni bir olay var... Bize pusu kuruyorlar. Bugün hastaneye gelirken saldırıya uğradık fakat kimin yaptığını bilmiyoruz. Poyraz olamaz çünkü o bizim elimizde onun bir yakını...Belki olabilir. "

 

Söyledikleriyle kalbim ağzıma geldi. Yeni düşman? Bir daha böyle bir olay yaşamak istemiyordum. Hayatımdaki bir kişinin daha zarar görmesini istemiyordum.

 

Endişeli gözlerimi Göktuğ'a diktim. Söyleyeceği şey benim için çok önemliydi.

 

"Kimin olduğunu tahmin edebiliyorum ama emin değilim."

 

Aras başını Göktuğ'a çevirdi. "Kimden şüphe ediyorsun?"

 

"Aslı."

 

İstemsizce. "Ne?!" Diye bağırdım.

 

Göktuğ boğazını temizledi. "Bunu başka bir zaman konuşalım."

 

Tırnaklarımı elime geçirmeye başladım. Ne demek Aslı bize ihanet ederdi? O ajansdan biriydi? Bir kere daha kaldıramazdım. Bir kere daha saldırıya uğramak istemiyordum. Kendim için değildi sevdiklerim içindi. Belki ben bu işin içinde olmayacaktım ama ya sevdiklerim? Göktuğ'a birşey olursa ben ne yapardım?

 

Aras başka bir konuyu açtı. "Bize ihanet eden kişiyi de öğrendik." Sesi huzursuz ve kızgın çıkıyordu. Deniz di değil mi?

 

Göktuğ başını Aras'a çevirdi. Yüzündeki ifade. 'Söyle.' dermiş gibiydi.

 

"Deniz." Diye fısıldadım.

 

Aras duymuş olacak ki. "Sen nereden biliyorsun?" Diye sordu.

 

"Hâl ve hareketlerinden anlamıştım."

 

Göktuğ kaşlarını çattı. "İşini bitirin."

 

Hızla başımı Göktuğ'a çevirdim. Ne demek işini bitir? Bu kadar kolay mıydı? Birinin ölmesini emretmek bu kadar kolay mıydı? Özellikle bunu Göktuğ emrediyordu sevdiğim adam gözlerimin önünde birinin ölüm emrini veriyordu.

 

Korkmalı mıydım? Ölüm emrini verdiği kişi sizi ifşa eden kişi Asel. Hatırlatırım bu kişi Göktuğ'un ölmesine sebep oluyordu. Evet haklısın ama korkuyorum. Ben neden normal birine aşık olmamıştım. Neden benim aşık olduğum kişi insanları öldüren bir kişiydi? Benimde normal bir ilişkim olamaz mıydı? Mesela otobüste tanıştığım biriyle tanışsaydım yani toz pembe bir ilişkim olsaydı çok mu olurdu?

 

Tam aksine ben saldırının ve ölümün olduğu bir ilişkim vardı. Birgün ölebilirdi Göktuğ. Bir gün göreve gider ama kapım çalındığında bir arkadaşı gelir ve 'Başın sağolsun.' diyebilirdi. Ben buna hazır mıydım? Ben sevdiğim adamın ölümünü duymaya hazır mıydım? Bir gün böyle bir şeyle karşılaşmaya hazır mıydım? Hazırdım. Ben onunla herşeye hazırdım. Bir gün böyle bir haber alabileceğimi bilsem bile hazırdım. Çünkü onunla vakit geçirmek çok güzeldi. Bana kendimi hep özel hissettiriyordu. Babam katilmiş gibi davranmıyordu. Beni yargılamıyordu. Hareketlerimi çocuklaşmalarımı göz ardı ediyordu. Beni ben olduğum için seviyordu.

 

Tanışmamız garip olmuştu evet. Bana benim için 'Burada senin için çıkış yok Asel.' demişti. Gerçekten de benim için çıkış yoktu. Görev bitse bile benim için çıkış yoktu çünkü ben... Ben aşık olmuştum. İstesemde gidemezdim buradan. Göktuğ beni sevmese bile gidemezdim bırakamazdım ki sevdiğim adamı nefes alamazdım onsuz. Onun vanilya kokusu olmadan yaşayamazdım. Hem o olmasa kim sarıp sarmalayacaktı beni? Kim sevdiği yokken yaşayabilirdi ki? Şimdi sakın 'ben' demeyin büyüdüğünüzde ve gerçekten aşık olduğunuzda işler değişiyor. Gerçekten aşık olduğunuzda onsuz yapamıyorsunuz. Bir iki yıla unuttuğunuz adam sizin gerçek aşkınız değildir. İşte büyüdüğünüzde ve gerçek aşkı bulduğunuzda anlıyorsunuz ki 'Ben onsuz yapamam.'diyorsunuz. Evet işte ben de diyorum ben onsuz yapamam. Ben onsuz nefes alamam. Takıntılı bir aşık değilim ama onun delisi olduğum bir aşığım. Ben onun delisiydim.

 

Arabada durduğunda geldiğimizi anlamıştım. Demek ki eve gelene kadar düşüncelere dalmıştım.

 

Arabadan indiğimizde koşarak Göktuğ'un yanına gittim ve koluna girdim.

 

"Sen istersen evine git dinlen. Hep buradaydın yorulmuşsundur." Dedi şefkat dolu sesiyle.

 

Başıma her iki yana olmaz dercesine salladım. "Senin yanında kalacağım belki bana ihtiyacın olur."

 

"Sen bilirsin. Benim yanımda olman benim işime gelir."

 

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. Benimde işime gelirdi.

 

Hava iyice kararmıştı.

 

Eve girdik ve Göktuğ'un odasına çıktık bu sırada Aras'da gitmişti.

 

Göktuğ yatağa uzandığı sırada başına dikildim.

 

"Aç mısın?" Diye sordum.

 

"Hayır."

 

"Peki susadın mı?"

 

"Hayır."

 

Elimi çeneme koydum. "Tatlı birşeyler yemek ister misin?"

 

Yine "Hayır." Cevabını aldım.

 

"O zaman soğuk birşeyler içmek ister misin?" Olduğum yerde sallanmaya başlamıştım.

 

"Hiçbirşey yemek veya içmek istemiyorum Asel." Dedi yüzündeki gülümsemeyle.

 

"Ne istiyorsun o zaman? Onu söyle onu yapayım."

 

"Uyumak. Sana sarılarak uyumak istiyorum."

 

"Sana sarılarak uyumak istiyorum."

"Sana sarılarak uyumak istiyorum."

"Sana sarılarak uyumak istiyorum."

 

Kafamın içinde yankılanan sesle yüzümde bir gülümseme oluştu. Bana sarılarak uyumak mı istiyormuş? Yok ebene sarılarak uyumak istiyormuş Asel.

 

 

"Uyuyalım." Sesim sakin, sessiz, yumuşacık çıkıyordu bu adam beni pamuk gibi biri yapıyordu. Söylediği bir şey ile mutlu oluyor havalara uçuyordum.

 

"Ben üstümü değiştirip geleyim... Daha rahat şeyler giyeyim yani."

 

"Benim kıyafetlerimden giyebilirsin." Başı ile dolabı gösterdi.

 

"Hı?" Kaşlarımı kaldırarak söylediğim şeye bir anlam veremedim. Şaşırınca olmuştu sanırım...

 

Verdiğim tepkiye küçük çaplı bir kahkaha attı. "Şimdi o kadar merdiven çıkma benim kıyafetlerimden giy diyorum."

 

Başımı salladım. "Peki."

 

Ayağa kalkıp dolabına doğru yürüdü. Dolaptan kendine ve bana kıyafet çıkardı.

 

"Yakala." Deyip elindeki t-shirt'ü bana attı. "Ben banyoda giyineceğim sende burada giyin." Dedi. Sadece başımı salladım. Zira şuan beynim yanmış durumdaydı affalamıştım sanırım. Onunla aynı yatakta ve onun kıyafetleri ile yatmak... Kulağa çok hoş geliyor.

 

Üzerime giydiğim t-shirt diz kapağımın biraz üstündeydi. Çıkardığım pantolonumu ve t-shirt'ümü katlayıp bir kenara koydum.

 

Göktuğ banyodan çıkıp yatağa girdi. Yavaş adımlarla yatağa gittim. Heyecanlıydım görende beni evleniyor sanardı. Herkes heyecanlanırdı. Yani heyecanlanırdı değil mi?

 

Yatağa yattım ve yüzümü Göktuğ'a döndüm o da yatıp yüzünü bana hizaladı. Bugün çok yorulmuştum başımı yastığa koyduğum anda gözlerim kapanıyordu. Uykunun sersemliğiyle Göktuğ'a arkamı döndüm.

 

İki el belimi kavrayıp beni kendine çekti. Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Biz nasıl böyle olduk?" Diye sordum uykulu çıkan sesimle.

 

"Nasıl olduk?" Sesi şaşkın çıkıyordu.

 

"Böyle işte."

 

"Aşk." Dedi ve sustu. Sonra devam etti. "Aşk insana her şeyi yaptırır."

 

"Sen bana aşık mı oldun?" Yüzümü Göktuğ'a döndüm. Uykum kaçmıştı sanırım.

 

"Ben Hiçbir kadına yenilmem diyordum." Kaşlarını çatmıştı.

 

Kaşlarımı kaldırdım. "Sonra ne oldu?"

 

Gülümsedi. "Sonra karşıma sen çıktın."

 

"Bana yenildin... Yani bana aşık oldunn." Uzattığım "n" Harfi ile mutlu olduğumu gösteriyordum.

 

"Sana aşık oldum."

 

Kollarım koca gövdesini sarıp sarmaladı. Burnumu boyun girintisine sokup kokusunu içime çektim. Vanilya... Ne de güzel kokuyordu. Olan uykumu daha çok getiriyordu.

 

Saçlarımda hissetiğim elleri bana annemi hatırlatmıştı. Ona annemin saçlarımı okşadığını ama annem öldükten sonra kimsenin okşamadığını anlatmıştım ve bugün... Bugünde bu yüzden saçımı okşuyordu. O hayatımda gördüğüm en mükemmel adamdı.

 

"İyi geceler." Diye mırıldandı.

 

"İyi geceler koca yürekli adam." Bir gün bana 'Sana yakında bir kalbim olduğunu göstereceğim.'demişti ve göstermişti de.

 

Dudaklarım köprücük kemiğine değiyor burnum vanilya kokusunu alıyordu. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.

                                ...

Sabah kalktığımda yanım boştu. Banyodan su sesi geldiğinde duş aldığını anladım.

 

Yataktan hızla çıkıp aşağı indim amacım üstümü değiştirmekti ve... Ve çip takıp Göktuğ'un benim hakkımda düşüncelerini duymaktı. Sadece merak ediyordum.

 

Eve gidip üstüme siyah bir crop altımada şort giydim. Göktuğ'un bana görevde verdiği çipi dikkatlice takmaya çalıştım. Beş dakikanın sonunda takabilmiştim.

 

Yine hızlı adımlarla Göktuğ'un evine gittim. Kapıyı açık bırakmıştım yavaşça ittirip içeriye girdim. Göktuğ kapının hemen karşısındaki koltuğa oturmuş bana bakıyordu. Hadi hakkımda birşeyler düşün

 

"İnadı bırak yanıma yanaşıver artık." Şarkı mı söyleyecekti? Ayağa kalkıp önümde durdu.

 

"Batacağımız kadar aşkın içine battık." Bize hitaben bir söz müydü bu? Şaşkın gözlerimi üzerine diktim.

 

"Aşk denilen buymuş çok ciddi bir duyguymuş." Benim çip taktığımı biliyordu değil mi? Ama nasıl olurdu böyle bir şey?

 

"Ona inananların hâli maalesef buymuş." Sesli söylediği söz ile kendini gösterdi.

 

"Ben... Sen benim çip taktığımı nereden biliyorsun?"

 

Sorduğum soruyu es geçip bana başka bir soru yöneltti. "Beni neden kendine aşık ettin?"

 

Başımı her iki yana salladım. Parmağımla kendimi gösterdim. "Ben etmedim. Sen aşık olmuşsun."

 

Tek kaşını havaya kaldırdı. "Sen olmadın mı?"

 

Gözlerimi gözlerine diktim. Gözleriyle beni esir almıştı. Ne konuşabiliyor ne de kıpırdayabiliyordum. Hayatımda gördüğüm en güzel kahverengi gözlere sahipti. Adeta beni içine çekiyordu.

 

"Ben... Bilmem." Oldum desene salak mısın?

 

Boğazımı temizledim ve konuyu değiştirdim. "Acıkmadın mı? Ben sana şimdi çok güzel bir kahvaltı hazırlarım. Hem hep sen mi hazırlayacaksın? İstersen sana pizza yaparım."

 

Başını her iki yana salladı. Gülüyordu. "Peki yap."

 

Kolundan tutup sandalyeye oturttum."Bu sefer sen oturacaksın ben yapacağım."

 

"Tamamdır doktor hanım."

 

Aşığım sana...

 

Gülerek. "Ben de sana aşığım deli kız."

 

Gülümsedim. Hiçbir cevap vermedim.

 

Kahvaltıyı hazırlayıp sofraya oturmuştuk. Kahvaltımızı yapana kadar hiç konuşmamıştık. Bu durum beni rahatsız ediyordu ama ben bile ağzımı açıp tek kelime etmiyordum. Ne konuşacağımı bilmiyordum. Aklımda binlerce soru vardı aslında.

 

Başımı tabağımdan kaldırıp Göktuğ'a baktım. "Göktuğ babam nasıl olmuş?"

 

"Ben de seninle bu konuyu konuşmak istiyordum. Bir kaç gün kendine gelmiş. Söylemek için zamanım olmamıştı."

 

Gözlerimi büyüttüm. "O şuanda iyi mi?"

 

Başını aşağı yukarı salladı. "Evet. Görmek ister misin?"

 

Bir kaç saniye gözlerimi duvara sabitledim. Gitmek istiyor muydum? Görmek ve onunla konuşmak istiyordum.

 

Gözlerimi gözlerine diktim. "İstiyorum."

 

"Pekâlâ kahvaltımızı yaptıktan sonra seni götüreyim."

 

"Hayır olmaz." Kaşlarım çatık ve sesim sinirli çıkıyordu. "Sen daha yeni hastaneden çıktın ve kahvaltımızı yaptıktan sonra serum takılacak."

 

"Gerek yok seruma iyiyim ben."

 

"Ama neden böyle yapıyorsun? Senin için endişeleniyorum. Ama sen kendini hiç düşünmüyorsun."

 

"İyi olduğum hâlde beni dinlenmeye zorluyorsunuz. Yapacağım daha çok şey var. Baksana saldıraya uğramışlar ve benim bu konu üzerinde durmam gerekiyor. Dinlenmeye vaktim yok."

 

"Tamam. İyiyim diyorsan." Konunun üzerinde daha fazla durmadım.

                              ... 

Kahvaltımızı yapmış masayı toplamıştım. Kendi evime gidip üzerime hemen birşeyler giyip aşağı inmiştim. Göktuğ'un arabasına binip hastaneye yol almıştık. Babamı görmeye gidecektik. Korkuyordum. Yanımda Göktuğ olmasına rağmen korkuyordum. Küçükken yaşadığım anılar geliyordu aklıma. Özellikle de annemin canına kastettiği an... Bu kadar cani bir babam olmasaydı keşke.

 

Kafamı cama yaslayıp hayal kurmaya başladım. Gözlerimi kapattım...

 

On üç yaşındaydım. En güzel anılarımın on üç yaşımda olacağını düşünmüştüm. Babam ile markete gitmiş annemin istediği şeyleri alıyorduk. Babam bana bir içecek göstermiş. "Bence annen bunu çok sever." Demişti. Kaşlarımı çatıp babama cık cıklamıştım. "Baba annem çilekli şeylerden nefret eder."

 

Babam beni dinlememiş market arabasına içeceği atmıştı. "Belki canı çeker hamile kadın sonuçta." Demişti. Evet annem hamileydi...

 

"Sen öyle diyorsan." Gülmüştüm.

 

Eline bir kek almış bana gösteriyordu. "Bak bunu alalım."

 

Daha çok gülmeye başladım. "İstersen bütün marketi alalım babacığım."

 

"Yeterki siz isteyin kızım hepsini alırım ben size."

 

"O zaman babacığım. Bana kitap almayada gidelim mi?" Sesime tatlı bir tını yerleştirmiştim.

 

"Gidelim gitmesinede daha yeni aldık kitap ne ara okudun?"

 

Saçlarımı geriye doğru savurdum. "Okurum ben."

 

Marketten çıkmış kitap satan bir yere girmiştik.

 

Babamın elinden tutmuş mağazaları gezmeye başlamıştık. Hep hayalimdi babamın elinden tutup bir yerleri gezmek.

 

Ben alacağım kitaplara bakarken babam elinde çocuk kitabıyla yanıma gelmişti. "Bak bunu Can'a alalım büyüyünce okusun."

 

Elimi alnıma vurmuştum. "Baba daha çocuğun cinsiyeti belli değil."

 

"Erkek olacak ben hissediyorum."

 

Dudaklarımı büzmüştüm. "Erkek olursa benden daha mı çok seveceksin onu?"

 

"Olur mu kızım öyle şey sen benim ilk göz nurumsun. Senin yerini kimse tutamaz. Senin yerin ben de hep ayrı olacak." Elimi tutup kalbine götürdü. "Sen hep burada olacaksın."

 

Gözlerimi büyütüp. "Gerçekten mi." Diye şakıdım.

 

"Gerçekten meleğim."

 

Omzuma dokunan ve sürekli ismimi zikreden bir sesle kendime geldim.

 

Göktuğ yanıma yaklaşmış endişeli gözlerle bana bakıyordu. "İyi misin? Girmek için hazır mısın? Eğer değilsen eve gidelim."

 

Saçlarımı geriye atıp başımı her iki yana salladım. "Hayır hazırım girelim."

 

Arabadan indiğimizde Göktuğ yanıma gelip elimden tuttu. Bu bana kendimi güvende hissettirdi.

 

Kulağıma eğilip. "Ben yanındayım sakın korkma." Dedi. Konuşurken dudakları kulağıma temas ediyor tüylerim ürperiyordu.

 

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. "Korkmuyorum."

 

Hastaneye girip babamın kaldığı odanın önüne geldik.

 

Göktuğ elimi bırakıp kapıyı işaret etti. Elimi yavaşça kapıya attım. İçeriye girdiğimde kafasını bana çevirdi. Beni gördüğüne şaşırmış gibiydi.

 

"Ooo kimler gelmiş Asel hanım." Dedi sesi hırıltılı çıkıyordu.

 

Minik adımlarımla yanına gidiyordum. Hiçbirşey konuşmuyordum. Ne söyleyebilirdim ki? Ne diyebilirdim?

 

"Ne o yarım bıraktığın işi tamamlayamaya mı geldin?"

 

"İnan bana vicdan azabım olmasa seni şuracıkta öldürürüm. Ama ben senin gibi değilim kafamı yastığa koyduğum an sen geliyorsun gözlerimin önüne."

 

Yüzünde alaycı bir tavır vardı. "Benim kızım babasınıda düşünürmüş." Seside yüzündeki ifadeyi tezatlıyordu.

 

Kendime bir sandalye çekip oturdum. "Söylesene bana sen hiç üzülmedin mi annemi öldürerek."

 

Güldü. "Hiç üzülmedim biliyor musun ayrıca ben sadece anneni değil kendi çocuğumu bile öldürdüm."

 

"Sen canisin." Sesim titriyordu.

 

"Sende çok salaksın."

 

Kaşlarımı çattım. "Seni öldürememem beni salak yapmaz. İnsan yapar."

 

"Asel hanımdan özlü sözler." Gülüyordu ve bu beni çok sinir ediyordu. Gerçekten de yarım bıraktığım işi tamamlamak istiyordum.

 

"Diyorum ki bu işi tamamlasam mı?"

 

Ellerini her iki yana açtı. "Nasıl istersen."

 

Arkama yaslanıp bacak bacak üstüne attım. "Cani olduğun kadar aptalsında. Söylesene bana eve bir kadın getirmiştin senden yaşça küçüktü ve bana bir bebek vermişti. O kadınla annem öldükten sonrada görüştün mü?"

 

Kulak tırmalayıcı bir kahkaha attı. "Tabii görüştüm hatta bana bir oğlan çocuk verdi." Konuşmayı bıraktığında donup kalmıştım gözümü bile kırpmıyordum. Konuşmaya devam etti. "Çok tatlı bir görsen buraya gelmeden önce ona 'Sana ablanı getireceğim.' demiştim." Tekrardan sustu. Bu sefer bağırarak konuştu. "Ama sen beni çocuğumdan mahrum bıraktın. Özellikle onun annesi bile yoktu tek başına kaldı."

 

Elimi kalbime götürdüm nefes alamıyordum. Ne demek benim kardeşim vardı? Olamazdı kabul etmiyordum. Nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum ama başaramıyordum. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Kadına ne oldu?"

 

Yüzüne yine o alaycı tavrı yerleştirdi. "Ah o mu? Onu da öldürdüm. Benden kaçıp başka bir adama gidecekti." Güldü. "Ama benden kaçılır mı? Söyle bana kızım benden ve o evden kaçış var mı?"

 

Kendimi tutamayıp hışımla ayağa kalktım sandalye arkama düşmüş tiz bir ses çıkarmıştı. "Sen yaşamayı hak etmiyorsun."

 

Yanına gidip parmaklarımı boynuna doladım. "Sen ölmelisin." Tırnaklarını ellerime geçirerek beni engellemeye çalışıyordu ama nafile.

 

Odanın kapısı açıldı ve içeriye hemşirelerle Göktuğ girmişti. Göktuğ koşarak yanıma gelip beni bu alçak adamdan ayırmıştı. Ellerim titriyordu. Ve ben hâlâ ondan hıncımı alamamıştım.

 

Göktuğ'un kolları arasından kurtulmaya çalışırken bağırıyordum da. "Bırak beni. O yaşamayı hak etmiyor."

 

Bir süre sonra sakinleşmeye başlamıştım.

 

"Bana bir oğlan çocuğu verdi."

"Bir görsen çok tatlı."

"Buraya gelmeden önce ona 'Sana ablanı getireceğim.'demiştim."

"Ama sen beni çocuğumdan mahrum bıraktın."

"Ah o mu? Onu da öldürdüm."

 

 

Dengemi tutamamış kendimi Göktuğ'un kollarına bırakmıştım. Bacaklarımın altında hissetiğim elleri ile havaya kalktım. Yüzüne son kez bakmıştım. Sonra ise gözlerim kapanmıştı.

                              ... 

Gözlerimi açtığımda kendimi Göktuğ'un odasında buldum. Başımı sağ tarafıma çevirdiğimde yanımda oturduğunu gördüm. Eli kolumda bileğimi okşuyordu. Bu çok güzel bir histi. Gözlerimi kapatıp kendimi ana bıraktım.

 

Biraz kıpırdanıp başımı dizlerine koydum. Hâlâ aklımda babamın söylediği şeyler dönüyordu.

 

"Biliyor musun benim üvey bir kardeşim varmış." Yüzümde bir gülüş vardı ama hiçbirşey ifade etmiyordu acı bir gülümsemeydi bu.

 

Elini saçlarıma daldırıyor bazenleri de okşuyordu.

 

"Minicik çocuğun annesini de öldürmüş." Ağlamaklı çıkan sesimden nefret ediyordum.

 

"O yaşamayı hak etmiyor Göktuğ." Sonunda ağlamıştım daha fazla tutamamıştım kendimi. "Ben çok iyi bilirim annesizliği çok kötü bir şey ve bunu başka çocukların yaşadığını duyunca içimde bir şeyler kopuyor."

 

"Söyle bana." Dedi. "Böyleleri için elimizi kana bulamaya değer mi güzelim?"

 

"Değmez." Elimde olmadan kısık çıkmıştı sesim.

 

Birkaç saat dizinde hiç konuşmadan yatmıştım o da hiç konuşmadan saçlarımı okşuyordu.

 

Sessizliği bozan Göktuğ olmuştu. "Bütün ekibi toplayıp pikniğe gidelim. Hem sana da iyi gelir."

 

"Ama su olmayan bir yere gidelim Bartu beni yine suya atar."

 

"Ben seni kurtarırım."

 

"Buna ne şüphe." Gülmüştüm.

 

"Yanına yedek kıyafet al. Benim dağ evime gideceğiz belki orada kalırız."

 

Hızla dizinden kalktım. "Dağ evi mi?"

 

Başını evet anlamında salladı.

 

"Bugün hava soğuk kalın giyin." Diye arkamdan bağırdı.

 

"Tamam."

 

Beni her seferinde mutlu etmeyi başarıyordu. Ve bu benim çok hoşuma gidiyordu.

 

Üzerime siyah bir kazak altımada siyah bir kargo pantolon giydim. Yanıma birkaç eşya aldıktan sonra tekrar Göktuğ'un evine gittim. Odasına geldiğimde kapısı yarı açıktı Murat ile konuştuğunu duyduğumda içeriye girdim. Fakat üstünü değiştiriyordu...

 

Üstündeki beyaz t-shirt'ü çıkardı. Vücudu bir şaheserdi... Karın kaslarına dokunmak istemem normal miydi? Veya şuan ona sarıkmak istemem? Sen bir çeneni kapayıp odadan çık bence iyice edepsizleştin. Üstüne giydiği siyah t-shirt'ü onu çok çekici gösteriyordu. Kol kasları t-shirt'ü zorluyor yerinden çıkmak istiyorlar gibiydi. Oğlanı bakışlarınla yedin bitirdin.

 

Telefondan Murat'ın sesi geldi. "Kafayı mı yedin sen kardeşim? Daha iyileşmedin serumlarını alman gerek. Halsiz düşersin." Sesi uyarı dolu çıkıyordu.

 

"Ben iyiyim Murat sen Eylül'ü de al gel."

 

"Sen hiç laftan anlamıyorsun." Deyip telefonu kapattı.

 

Bana dönüp. "Hadi çıkalım." Dedi.

 

"Benim... Burada olduğumu biliyor muydun?"

 

"Evet." Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu.

 

Merdivenlerden hızla inerek bahçeye çıktım.

 

Beyaz bir lamborghini kapımızın önünde durdu.

 

İçinden çıkan adam. "Buyurun Göktuğ bey." Dedi ve yanımızdan uzaklaştı.

 

"Yok artık bu araba senin mi." Arabanın üzerinde elimi gezdirdim. Çok güzel duruyordu.

 

"Evet benim. Beğendin mi?"

 

"Hemde çok."

 

Arabaya bindiğimizde bas bas ben lüksüm diye bağırıyordu.

 

Küçükken de yoldan geçen güzel arabaları anneme gösterip. "Ne kadar güzel değil mi anne?" Derdim. Annem de bana hep. "Ne olacak senin bu araba ve motor takıntın?" Derdi. Küçüklüğümden beri çok severdim araba ve motorları.

 

"Şarkı açabilir miyim?" Diye sordum tatlı bir tavırla.

 

"İstediğini yapabilirsin."

 

Radyo'ya uzanıp bir şarkı açtım. Radyoda en sevdiğim şarkı çalıyordu.

 

"Sen sever misin bu şarkıyı?" Diye şakıdım.

 

"Sen sever misin?" Soruma soruyla karşılık veriyordu.

 

"Çok severim."

 

"O zaman ben de çok seviyorum."

 

Gözlerine baktığımda ışıldıyorlardı sanki. Önüme döndüm ve şarkıyı söylemeye başladım.

"Son arzun nedir diye."

"Gelip de bana sorsalar."

"Gözlerime bakıp da." Şarkının bu kısmında birlikte söylemeye başlamıştık.

"Herşeyi anlasalar."

 

Yol boyunca ya şarkıya eşlik etmiştik ya da sessizce şarkıyı dinlemiştik.

 

Göktuğ'un bahsettiği yere geldiğimizde ağzım açık kaldı. Hızlıca aşağıya indim.

 

"Burası çok güzel." Başımı kaldırıp gökyüzüne ulaşan ağaçlara bakıyordum. Hemen karşımızda göl vardı. Ayaklarımın altında ki çimler ne kadar da güzeldi. Belli belirsiz yerlerde pembe, mor, mavi renklerde çiçekler vardı. Kafamı yana eğip ilerideki bir ağaca baktım. Salıncak asılıydı!

 

Parmağımla ağacı gösterdim. "Salıncak mı o?"

 

Göktuğ başını evet şeklinde salladı.

 

Kolundan tutup salıncağa doğru götürdüm. "Beni sallasana."

 

Yüzünde kocaman bir gülümseme oldu. Eliyle salıncağı gösterdi. "Otur."

 

Sanırım burası yüksek bir alan olduğu için soğuktu. Başımı beni sallayan Göktuğ'a çevirdim. "Sen böyle üşümüyor musun?"

 

"Hayır." Dedi öz ve kısa bir cevapla. Kaşlarını kaldırdı. "Sen üşüyor musun?"

 

"Hayır üşümüyorum." Başımı geriye atıp. Saçlarımı serbest bıraktım. Rüzgara yenik düşüp hepsi savruluyordu.

 

Yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyordum. "Daha hızlı sallasana." Dedim.

 

"Emredersin fındık burun."

 

Birkaç dakika daha sallandıktan sonra indim. Rüzgarın dokunuşları tenimi ısırıyor gibiydi. Ellerimi kollarıma doladım.

 

Göktuğ beni kendine çekip kollarıyla sarıp sarmaladı. "Üşüdün değil mi?"

 

"Birazcık üşümüş olabilirim."

 

Saçlarıma küçük öpücükler konduruyordu. Kafasını boynuma gömdüğünde nefesi tenimi gıdıklıyordu.

 

Buram buram vanilya kokuyordu bu da bana evimdeymişim gibi hissettiriyordu. Kokusu beni büyülüyor ne söylediğimi bilmiyordum. "Kokun bu kadar güzel olmamalı."

 

Gülümsemiş olmalıydı ki dudakları tenime temas ediyordu.

 

Arkadan bir ses. "Ooo aşıklara bakın." Diye bağırıyordu.

 

Göktuğ kafasını boynumdan kaldırdı. Arkama dönüp sesin sahibine baktım.

 

Göktuğ kaşlarını çatıp. "Her anın içine etmek zorunda mısın Murat?" Dedi.

 

Murat, "O benim görevim kardeşim."

 

Arabadan inen Eylül'ü görünce gözlerim ışıldadı. Koşarak yanına gittim.

 

Kollarımı boynuna doladım. "Nasılsın."

 

Bartu kaşlarını çatıp. "Bağırma be kızım." Dedi.

 

Eylül'den ayrılıp Bartu'ya döndüm kollarımı birbirine dolayıp. "Sanane?" Dedim.

 

Bartu ilerideki gölü gösterip. "Saygılı ol istersen. Bak göl de varmış."

 

"Bu havada beni göle atmazsın sanırım?"

 

"Atarım niye atmayayım?"

 

"Hasta olurum gerizekalı." Ayağımı yere vurdum.

 

Bartu kafasıyla Göktuğ'u gösterip. "Bakacak biri var sonuçta." Dedi.

 

Çenemi dikleştirdim. "Düzgün konuş yoksa ben seni atarım göle."

 

Baştan aşağı beni gösterdi. "Bu boyla mı?"

 

Boyum benim en hassas noktamdı. "Yerin altında benden bir tane daha var. Çok uğraşma benimle."

 

"Senden yerin altında bir tane daha olsa ne olacak? Yine uzamaz boyun."

 

Bu sefer kırılmıştım. İşaret parmağımı Bartu'ya doğru salladım. "Benimle sakın konuşma."

 

"Tripte atarmış." Yanıma doğru gelmeye başladı.

 

Elime bir taş aldım. "Bir adım daha atarsan kafana yersin bu taşı. Bilirsin atış derslerimde başarılıydım."

 

Ellerini bir suçluymuş gibi havaya kaldırdı. "Tamam şampiyon sakin ol."

 

Biz Bartu ile tartışırken ekip her şeyi hazırlamıştı. Bartu'ya son bir bakış attıktan sonra gidip kilimin üzerine oturdum.

 

Eylül'ün elindeki kartlara bakıp. "Onlar ne?" Diye sordum.

 

Eylül kocaman gülümsüyordu. Sanırım bu piknik ona iyi gelmişti. "Anlat bakalım oynayacağız."

 

Ellerimi birbirine çarptım.

 

Bartu yüzünü buruşturup. "Çocuktan farkınız yok." Dedi.

 

"Sen sus taş hâlâ elimde bak."

 

"Benimde gölüm var."

 

"Aklının ucunun köşesinden bile geçirme."

 

Bartu güldüğünde sinirlerim tepeme geldi. Elimdeki ceviz büyüklüğünde olan taşı kafasına attım. Sonra hızlıca ayağa kalkıp kaçmaya başladım bir yandan da "Göktuğ nerede!" Diye bağırıyordum.

 

Bartu, "Göktuğ falan kurtaramaz kızım seni. Bittin sen."

 

Ayağım bir taşa takılınca yeri boyladım. Artık kaçamazdım. Son dualarımı ediyordum. "Eğer suda boğularak ölürsem Göktuğ'a onu çok sevdiğimi söyleyin."

 

Bartu beni kucağına alıp salına salına göle gidiyordu. "Söyleriz sen hiç merak etme."

 

"Eylül git Göktuğ'u bul öldürecek bu beni!" Diye bağırdım.

 

Eylül hızla ayağa kalktı. "Ben hemen çağırayım."

 

"Hızlı ol Allah aşkına."

 

Aras yanımıza gelip. "Hava soğuk Bartu kız hastalanır." Dedi.

 

Kocaman gülümsedim. "Allah razı olsun. Ben de kaç kere dedim ama anlamıyor beyninde bir sorun var sanırım."

 

"Şansını fazla zorlama Asel. Kaşıma bak patlattın."

 

"Aa ben daha yeni fark ediyorum onu. Ama çok güzel atmışım tam isabet."

 

Bartu gölün başında durdu. "Beni herhalde atmayacaksın buraya?"

 

"Atacağım."

 

"Eğer ölürsem Allah senin belanı ver-"

 

Suya attığında nefessiz kaldığımı hissettim. Acaba Göktuğ ne zaman gelecekti?

 

Ellerimi çırpıyordum ama nafile. Nefesim artık kesiliyordu. Ve sürekli su yutuyordum. Biraz daha dayanırdım sanırım. Ama biri beni kurtarmazsa tahtalı köyü boylayacaktım. Kendimi salacağım sırada suyun üstüne çıktım.

 

Kesik kesik nefesler alıyordum. Ellerimi Göktuğ olduğundan emin olduğum kişinin boynuna doladım. Öksürüklerim çoğalıyordu ama bu Bartu'ya kızamayacağım anlamına gelmiyordu. "Allah seni bildiği gibi yapsın hayvan herif." Dişlerim birbirine çarpıyor ve titriyordum.

 

Göktuğ beni çimlerin üzerine çıkarttıktan sonra kendinide yanıma attı.

 

Göktuğ kaşlarını çatarak. "Bu havada hangi akılla kızı göle atıyorsun?" Diye kızdı.

 

Şuan hiçbir şey umurumda değildi. Tek umurumda olan şey çok üşüdüğümdü. Kollarımı kendime dolayıp ısınmaya çalıştım fakat boşa çabaydı.

 

Eylül bağırarak. "Asel burada donacak kavgaya son verip onu eve çıkarın." Dedi.

 

Göktuğ son kez Bartu'ya bakıp. "Seninle işim bitmedi ajanlık derslerinde zorlanmaya hazır ol." Dedi.

 

Murat, "Senin canını çıkaracak kardeşim hazır ol." Dedi.

 

Göktuğ yanıma gelip beni kucağına aldı. "Sen de üşüdün." Dedim. Sesim ne kadar anlaşılır çıkıyordu bilmiyordum.

 

"Ben önemli değilim güzelim. Şuan sen önemlisin."

 

Başımı göğsüne yasladım.

 

Bir odaya girdiğimizde valizimin bu odada olduğunu gördüm.

 

Göktuğ beni yatağa oturttuğunda konuşmaya başladı. "Sen kıyafetlerini değiştir ben de kurutma makinesini getireyim."

 

Başımı tamam anlamında salladım Göktuğ odadan çıkınca valizimi açıp kendime kalın kıyafetler çıkardım.

 

Üstümü değiştirdikten birkaç dakika sonra odaya Göktuğ girdi. Elindeki kurutma makinesini fişe taktı. Yatakta biraz ileriye gittim. Göktuğ da arkama oturup makineyi çalıştırdı.

 

Parmakları saçlarımın arasına daldıkça kendimi rahatlamış hissediyordum.

 

Makineyi kapattıktan sonra arkama döndüm. Boynuna sarıldım. "Teşekkürler."

 

Ellerini belime yerleştirdi. "Ne için teşekkür ediyorsun güzelim?"

 

"Her şey için."

 

"Rica ederim. Ben her zaman yanında olacağım."

 

"Her zaman mı?"

 

"Her zaman." Sesinde güven veren bir tını vardı.

 

"Söz mü?"

 

"Söz. Ve ben verdiğim her sözü tutarım."

 

Kapı tıklatıldığın da içeriye Murat girdi.

 

Göktuğ, "Ben de nerede kaldı diyordum."

 

Murat gülerek konuşmaya başladı. "Şömineyi yaktım. Herkes sizi bekliyor hadi."

 

Murat odadan çıkınca Göktuğ'a döndüm. "Ama piknik yapacaktık."

 

"Daha fazla üşümeni istemiyorum."

 

Kocaman gülümsedim. O da bana gülümsedi.

 

Aşağıya indiğim de herkes şöminenin karşısında ellerindeki kartlarla bizi bekliyordu.

 

Bartu'ya baktım. "Ne o yalnız mı kaldın?"

 

"Ben her zaman yalnızım kızım."

 

"Sen kiminle oynayacaksın?"

 

"İleride bir ev var. Orada Murat'ın kuzeni yaşıyormuş onu çağırdık."

 

Başımı tamam anlamında salladım. Şöminenin karşısına geçip ellerimi ateşe uzattım. Bu iyi gelmişti.

 

Kapı çaldığında Murat kapıyı açtı. İçeriye kızıl saçlı yirmili yaşlarında bir kız girdi. Fazla enerjik gözüküyordu. Gülümseyerek. "Selam millet ben Naz." Dedi.

 

Herkesle tanıştıktan sonra Bartu'nun yanına oturdu. Bartu ona arkadaş gözüyle bakıyor olmalıydı ama çok yakışıyorlardı. Gerçi Bartu'ya belli olmazdı ben Merve'ye aşığım der sonra Naz'a aşık olurdu.

 

Hepimiz zar atmıştık ama en yüksek sayıyı ben attığım için Göktuğ ve ben başlıyorduk. İlk önce Göktuğ'a ben anlatacaktım.

 

"Sen çok iyi yaparsın ve sürekli beni oturtturup seni izleyeceğimi söylersin."

 

"Yemek?" Dedi Göktuğ.

 

"Onu yapana ne denir?"

 

"Aşçı."

 

"Doğru." Diye bağırdım.

 

Hemen başka bir kart aldım.

 

"Biz seninle binmiştik hatta Bartu ve Merve vardı."

 

Gülümseyerek. "Motor." Dedi.

 

"Doğru." Diye tekrardan bağırdım.

 

Başka bir kart aldım ama nasıl anlatacağımı bilmiyordum.

 

"Bu şey... Pas!" Dedim sonunda. "Tavlaydı."

 

Canan, "Süre bitti."

 

Göktuğ eline kartları aldı.

 

"Sen göldeyken ne diye bağırıyordun?"

 

"Ben gölde nefes almaya çalışıyordum ama neyse. Allah belanı versin Bartu?"

 

"Hayır."

 

"İmdat?"

 

"Hayır."

 

"Yardım edin?"

 

"Edin'i at."

 

"Yardım." Diye bağırdım.

 

Eline başka bir kart aldı.

 

"Bu ormanda genellikle ağaçların tepesinde yaşar. Uzun kuyruğu vardır. Genellikle kahveren-" Konuşmasına devam ettirtmedim.

 

"Maymun?"

 

Başını evet şeklinde salladı.

 

"Kafamızı yaslarız genellikle."

 

"Yastık?"

 

Canan, "Süre bitti. Toplamda beş doğrunuz var."

 

Sıra Aras ve Canan'a gelmişti

 

İlk Aras başlayacaktı. "O zaman geldiğinde sen hep benim niye yok diye ağlarsın."

 

Canan güldü. "Sevgililer günü."

 

"Doğru." Eline başka bir kart alıp incelemeye başladı. "Sen bunu çok seversin neredeyse her yemeğe sıkarsın."

 

"Ketçap."

 

Aras başına evet şeklinde salladı. "Kendini unutursun ama onu asla unutmazsın sürekli cebindedir."

 

"Telefon."

 

Bu Aras bu Canan'a aşık değilse ben de neyim. Kızın hakkında her şeyi biliyor.

                              ... 

Gecenin ilerleyen saatlerinde Naz sayesinde çok enerjik ve güzel geçmişti zamanımız. O da Eylül gibi avukatlık okuyordu. Daha yirmi bir yaşındaydı.

 

Gece saat bir buçuk gibi herkes toplanıp evlerine gitmişti. Tabii Eylül hariç... Bugün çok eğlenmişe benziyordu.

 

Göktuğ ile evdeki döküntüleri toplayıp odalarımıza çekilmiştik. Bugün burada kalacaktık.

                                  ... 

Biri beni omuzlarımdan tutup oturur pozisyona getirmişti. Odayı sadece bir gece lambası aydınlatıyordu. Karşımdaki kişinin Göktuğ olduğunu anladığımda şaşkındım çünkü üstümdeki pijamamı çıkarıyordu.

 

"Beni soyuyor musun?" Diye sordum gülerek. Sesim kısılmıştı.

 

"Ateşlisin"

 

Kendimi yatağa bıraktım. "Öyleyimdir."

 

"Öyle değil Asel ateşin var."

 

"Demek bu yüzden üşüyorum." Yorganı alıp üstümü örttüm. Göktuğ üzerime örttüğüm yorganı çekti. Dudaklarımı büzdüm. "Ben üşüyorum."

 

Saçımı okşadı. "Biliyorum güzelim bu yüzden üstünü açıyorum daha fazla ateşlenme diye."

 

Hiçbir cevap vermedim cevap veremeyecek kadar yorgundum.

 

"Sen beni burada bekle ben hemen geliyorum."

 

"Hı hı"

 

Göktuğ odadan çıktığında yorganı üstüme çektim ve uyuma moduna geçtim. Ta ki Göktuğ gelene kadar ve yorganı üstümden çekip yere atana kadar.

 

"Sen hiç laftan anlamıyorsun." Sesi uyarı içeren bir tondaydı.

 

Üşüdüğüm için dişlerim birbirine çarpıyor gıcık bir ses çıkarıyordu.

 

Göktuğ tekrar omuzlarımdan tutup beni kaldırdı. Ağzıma hapı koyduktan sonra su verdi. Tekrar yatağa yattığımda başımı Göktuğ'a çevirdim. "Üzerimi örtmeyecek misin?"

 

"Hayır ateşinin çıkmasını istemiyorum."

 

Başımı tamam anlamında salladım. Yanıma uzanıp kollarını bana açtı. Yanına gidip kollarının arasına girdim. Vücud ısısı bana geçiyor gibiydi. Titremelerim azalmıştı.

 

Uykulu çıkan sesimle. "Seni kızdırdım mı?" Diye sordum.

 

"Hayır."

 

Kafamı iyice boyun girintisine soktum.

 

"Ama Bartu seni kızdırdı." Sanırım ne söylediğimi bilmiyordum. Yoksa böyle saçma sapan birşey demezdim.

 

"Evet Bartu beni çok kızdırdı."

 

Güldüm. "Dövecek misin onu?"

 

"Bir nevi öyle sayılır."

 

"Göktuğ."

 

"Efendim."

 

"Bana yine hikaye anlatır mısın?" Sesim uykulu çıkıyordu.

 

"Anlatırım." Elini saçlarıma getirdi ve okşamaya başladı. "Bir kız çocuğu varmış karşısındaki adamı sürekli sinir edermiş. Ama bu adamın hoşuna gidermiş. Kız onun yanında çocuklaşır onun yanında mutlu olurmuş ve adam kızı böyle gördükçe hayatı bulurmuş. Kızın okyanus mavisi gözleri varmış adam her o gözlere baktığında yaşamı orada bulurmuş. Bir gün adama demişler ki bu kız çocuğunu senden alacağız. Adam korkmuş korkmuş korkmasına ama güçlü durmuş o kız çocuğunu vermeyeceğine yemin etmiş çünkü o kızın okyanus mavisi gözleri olmadan yaşayamazmış. Adam kızı hep korumuş hâlâ da koruyormuş her ihtimale karşı onu yanından ayırmıyormuş bir gün gelecek kız çocuğunu elinden almaya çalışacaklarmış ama adam vermeyecekmiş."

 

Gözlerim kapanırken endişe dolu bir sesle. "Beni senden almaya mı çalışıyorlar Göktuğ?" Dedim.

 

Sorduğum soruyu duymazdan geldi. "İyi geceler meleğim." Saçlarımın arasına minik öpücükler kondurdu.

Loading...
0%