@naz_2606
|
Belki bir kaç gün daha bölüm atamayabilirim kusura bakmayın. Kitabı okumayı bırakmayın takipte kalın. Ve lütfen okuyan kişiler oy veriin.
Gözlerimi öksürükle açtım. O Bartu'nun Allah binbir türlü belasını versin. Kafamı yan tarafıma çevirdiğimde Göktuğ'un yanımda olmadığını fark ettim.
Yataktan kalkmak için büyük bir efor sarf etmiştim. Hasta olduğum için kendimi çok güçsüz ve yorgun hissediyordum.
Yavaş adımlarla mutfağa ilerledim Göktuğ'un orada olduğunu düşünüyordum. Ama mutfakta kimseyi görememiştim. Neredeydi?
Tekrar yavaş adımlarla bahçeye ilerledim şimdiden nefes nefese kalmıştım. Kapıyı yavaşça açıp dışarıya göz attım ileride sırtı bana dönük telefonla konuşan Göktuğ'u gördüm. Bir eli cebinde karşı tarafı dinliyordu.
Yavaş ve sessiz adımlarla yanına gittim.
"Kız burada kalacak ekipten başka kimse burada olduğunu bilmeyecek. Oldu da dışarıya çıktı peşinde adamlar olacak." Dedi hiddetli sesiyle. O kız da kimdi?
Tekrardan konuşmaya başladı. "Kızı neden istediklerini biliyoruz. O çok yetenekli biri ve kendi taraflarına alırlarsa bize karşı kullanacaklar. Ama kız onların tarafında olmaz." Durdu ve karşı tarafı dinledi. "Evet bunu sadece yasal olmayan yollarla yapabilirler."
Bahsettiği kız kimdi? Kendim olmasından şüpheleniyordum. Dünde beni başkalarının almak istemesinden bahsetmişti.
Dün...
Ateşliydim ve saçma sapan şeyler söylemiştim.
"Beni soyuyor musun?"
Söylediğim şeyler aklıma geldikçe gözlerimi büyütüyordum. Nasıl imalarda bulunmuştum? Göktuğ telefonu kapatmış yanıma gelmişti ama ben yüzüne bile bakamıyordum. Dün fazlasıyla saçmalamıştım. Gözlerimi kaçırıyordum ama Göktuğ ısrarla gözlerime bakıyordu.
"Ne o? Neden gözlerini kaçırıyorsun?"
Gözlerimi gözlerine diktim. Kendimi suçlu bir çocuk gibi hissediyordum. "Dün... Ateşliyken fazla saçmaladım." Gözlerimi ilerideki salıncağa diktim.
Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi konuşmuştu. "Ne olmuş ki dün gece? Ben hiç birşey hatırlamıyorum." Gülüyordu.
Ben de güldüm. "Böyle bilmezlikten gelerek utanmayacağımı mı düşünüyorsun?"
Yanıma geldi ve kolunu omzuma attı. "Ben unuttum sen de unut."
Başımı gülerek salladım. "Tamam."
Sanki çok fazla yol yürümüş gibi eve girdiğimizde nefes nefeseydim. Ardı astarı kesilmeyen öksürüklerim vardı.
Göktuğ'un yoğun bakışlarını üstümde hissettiğimde bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerinde endişe vardı bir miktarda sevgi ama en çok ne vardı biliyor musunuz? Aşk en çok aşk vardı gözlerinde sevdiği kadın için endişelenen bir ifade, ve bir adet aşık olan Göktuğ Sezgin vardı.
Boğazını temizledi ve konuşmaya başladı. "Sen koltuğa uzan biraz, ben de kahvaltı hazırlayım ondan sonra da ilaç iç." Rica etmiyor emrediyordu adeta.
Başımı sallayıp koltuğa uzandım. Yattığımda öksürüğüm daha çok şiddetlenmişti. Üzerime hafif ve yumuşak bir şey örtülmüştü. Üzerimi örten Göktuğ'a baktığımda gözlerim kapanıyordu.
Göktuğ alnıma küçük bir öpücük kondurup mutfağa gitmişti.
Uzaklardan bir ses: "Asel uyan." Diyordu. Ama maalesef gözlerimi açamıyordum ya da açmak istemiyordum.
Biri koluma dokunup "Asel." Diye tekrarladı ismimi.
Dudaklarımın arasından "Hı?" Diye bir ses çıktı.
"Hadi kahvaltımızı yapalım güzelim."
Gözlerimi yavaş yavaş açtım. "Güzelim mi? Güzelin miyim gerçekten?"
Elleri saçlarımı buldu. "Güzelimsin gerçekten."
Şuan otuz iki diş sırttığıma emindim.
Az önce uyanmıyordun ne oldu? ... Kahvaltıda yok yoktu...
"Bu nasıl kahvaltı? Hayatımda ilk defa böyle bir kahvaltı görüyorum."
Kaşlarını çattı. "Beğenmedin mi?"
Ben de kaşlarımı çattım. "Beğenmedim mi? Nasıl beğenmem bayıldım bir kuş sütü eksik sofrada maşAllah." Sofraya yaslanıp aklım sıraca Göktuğ'a yaklaştım. Gözlerimi kıstım. "Nasıl bitireceğiz bu kadar şeyi?"
Kafasını geriye atıp kahkaha attı. "Önemli değil Asel bitirmesekte olur. Ama sen bu sofradaki her şeyden yiyeceksin."
Parmağımla kendimi gösterdim. "Ben?"
O da parmağıyla beni gösterdi. "Evet sen. Hastasın bağışıklık kazanmam gerekiyor."
Sandalyeye yaslandım. "Ben bu kadar şeyi yiyemem."
"Tamam Asel'im hepsini yeme. Zaten bana da kalması gerekiyor değil mi?" Gülmeye başladı.
Adam sana hepsini ye demedi ki hepsinden biraz alırsın dedi. Neren ile dinliyorsun sen?
Kollarımı birbirine bağladım. "Ben hepsini yiyeceğim mi dedim?"
Ağzına bir zeytin attı. "Sen bugün solundan mı kalktın?"
Ekmeğime sürdüğüm reçelden ısırdım. "Bilmiyorum bakmadım."
Başını iki yana salladı, gülerek. "Hastalık sana yaramamış." Dedi.
Ağzımda ki lokma bittikten sonra konuşmaya başladım. "Hastalık kime yaramış ki?"
Aklıma bahçede duyduğum şeyler geldi. Kimdi o kız? Ve Göktuğ neden onu bu kadar önemsiyordu? Kızı vermek istemediğine göre. Kendi kendine olay çıkarma Asel. Kıskançlıkta yapma. O kız sensin ben eminim. Ya değilsem?
"Ne düşünüyorsun?" Diye sordu Göktuğ. Bir insan yemek yerken bile yakışıklı olabilir miydi? Göktuğ oluyordu.
"Bahçede... Telefonda ki kişiyle konuştugun herşeyi duydum. O kız kim?"
"Sensin."
E eminim demiştim.
"Peşimde birileri mi var?" Korkmuş muydum?
Sadece başını sallamakla yetindi. Çok sakindi ama ben hiç sakin değildim.
"Kim?" Sorularımı ona yöneltmeye devam ediyordum.
"Bilmiyoruz. Asıl başları çıkmıyor ortaya. Kendi adamlarını kullanıyorlar ki kim olduklarını anlamayalım. Ama çalışmalara devam ediliyor yakında kim olduğu çıkar."
"Buraya gelebilirler mi?"
"Evet." Onun sakinliği beni çıldırtıyordu.
"Nasıl bu kadar sakin olabiliyorsun?!" Sesimi yükseltmiştim. Sinirim ona değildi sadece korkuyordum.
Çatalını masaya koydu ve gözlerini bana dikti. "Sakinim çünkü seni onlara vermeyeceğimden eminim. Oldu da verdim. Almasınıda bilirim."
"Verir misin ki?" Şuan kendimi neden küçük bir çocuk gibi hissediyordum?
"Asla." Kendinden o kadar emin duruyordu ki ben de inanmıştım. Zaten beni kurtarmak için kendini düşmanların eline veren o değil miydi? Ben ona her türlü inanır güvenirdim. ... Kahvaltımızı yapmıştık Göktuğ bana bir ilaç verip sofrayı toplarken ben de koltuğa uzandım.
Koltuğa uzandığımda düşünmeye başladım.
Bazı kızlar babasının prensesi olurdu bazılarıda yüz karası. Ben hiçbir şey yapmamama rağmen babamın yüz karasıydım. Her kız isterdi babasının prensesi olmayı ama bazılarımız şansızdık işte. Babam aslında evlenmeden önce annemi çok severmiş çok iyi biriymiş. Ama bir gün bir arkadaşı ile kumarhaneye gitmiş. Ne olmuşsa o gün olmuş...
İçkiye başlamış, bütün parasını kumara yatırmış, pavyonlara gece kulüplerine gitmiş, eve kadın getirmiş. Annem ve babamın aşkı bitmiş...
Annem hamile kaldığı zamanlar babamın kumar oynadığı zamanlarmış. Annem bir çocuklarının olacağını öğrendiğinde aşklarının yeniden filizleneceğine inanmış ama... Daha kötüsü olmuş babam delirmiş bir çocuk istemediğini söylemiş.
Babam bir çok kez çocuğu yani beni aldırmak için çabalamış ama annem buna izin vermemiş. Annem inanıyormuş tekrardan çok mutlu bir aile olacaklarına.
Babam birgün anneme 'Eğer o çocuk erkek olmazsa sen o zaman görürsün. Erkek bir çocuğumuz olmadan bizden bir aile olmaz.' Demiş. Ne tesadüf ben de kız doğmuşum. Belki erkek olsaymışım mutlu bir aile olabilirmişiz belki o zaman babam beni sevebilirmiş.
Acaba üvey kardeşimi çok mu seviyor? Çünkü o erkek ve babam erkek bir çocuğunun olmasını istiyormuş. Acaba bana göstermediği sevgiyi ona gösteriyor muydu? Benden esirgediği şevkatini ona gösteriyor muydu?
Ama o çocuk onu sevemezdi ki annesini öldürmüş birini nasıl severdi? Ben hiç sevmemiştim babamı hiç ısınamamıştım ona. Gerek anneme yaptıkları gerek bana yaptıkları hepsi yetiyordu. Annem acı içinde kıvranırken onun sikinde bile değildi. Nasıl severdim ben bu adamı?
Ben de isterdim beni seven bir babamın olmasını ama Allah bana benden nefret eden benden iğrenen bir baba vermişti. Benim sınavımdı bu. Benim bu Evren'deki sınavım babamdı ve ben bu sınavı geçecektim.
Gözlerim kapanmaya başladığında üstüme kuş kadar hafif birşey serilmişti ardından... Ardından dudaklarıma kuş kadar hafif bir öpücük konmuştu. ... Uyandığımda kendimi daha dinç hissediyordum etrafa bir göz atmıştım ama ortalıklarda Göktuğ yoktu. Ayağa kalkıp mutfağa yöneldim. Mutfakta yoktu. Ardından tüm odalara ve en son bahçeye baktım ama yine yoktu!
Göktuğ'u aramayı bırakıp evi gezmeye karar vermiştim. Merdivenlerden çıkıp en üst kata geldim. En sonda ki odadan başlayıp diğer odalara kadar bakacaktım.
En sonda ki odanın önüne gidip kapıyı açtım. Burası kullanılmayan eşyaların toplandığı bir yer olmalıydı. İçeriye tereddütle bir adım atmıştım. Her taraf tozluydu tavanda ise örümcek ağları vardı.
Ağzı açık bir kaç tane koli vardı. Bana daha yakın olan bir kolinin yanına gidip içindekileri incelemeye başladım.
Bu bir fotoğraf kolisiydi ama bir değişiklik vardı. Fotoğrafta Göktuğ ve annesi vardı fakat bir kız çocuğu daha vardı. Göktuğ bu fotoğrafta yaklaşık yedi yaşlarındaydı kız çocuğuda dokuz yaşlarındaydı. Kız Göktuğ'un boynuna kollarını dolamış poz veriyordu.
Fotoğrafı bırakmadan odadan çıktım ve hemen yan taraftaki odanın kapısını açmaya çalıştım. Açılmıyordu. Kapının üstündeki anahtarı iki kez çevirdim.
Odaya girdiğimde bozguna uğramıştım. Odanın duvarları toz pembe renginde ve üstünde minik kalpler vardı. Hemen sağ tarafımda beyaz bir beşik beşiğin hemen yanında pembe küçük bir kaydırak vardı. Sol tarafta kocaman beyaz bir gardırop vardı. Diğer odanın aksine tertemizdi.
Pembe panjurları olan odaya bir adım attım. Çok garipti burada bir kız çocuğunun odası vardı ama bu çocuk kimdi? Beşiğin karşısında büyük beyaz bir komidin vardı. Komidinin üstünde ise... Gördüğüm o fotoğraf karesinde ki kız çocuğunun fotoğrafları vardı.
Bu da kimdi? Hiçbirşey anlamıyordum.
Komidinin üzerindeki bir fotoğrafı elime aldım. Göktuğ'un çocukluğu ile çok benziyordu.
"Kız kardeşim," Kapıya yaslanmış beni izliyordu.
"Bir kardeşin olduğunu bilmiyordum." Elimdeki fotoğrafı komidine koydum.
"Herşeyin bir zamanı vardır. Bunu öğreneceğin zamanda bugünmüş." Dedi odaya girerek. Sanki odaya girdiğinde can çekişiyormuş gibiydi.
"Benden bir yaş büyüktü. Kardeşler genellikle kavga ederdi ama biz hiç etmezdik. Kardeş yerine arkadaş gibiydik. Sonra öldü öldürüldü."
Öldürüldü...
"Öl-öldürüldü mü?"
Merve'nin de kardeşi öldürülmüştü...
"Evet düşmanlarımız tarafından. Çoğu kez onu unutmaya çalıştım hiçbir konuda adına değinmedim kimseye söyleyemedim kimseye anlatmadım onu."
"Unutabildin mi?"
Unutamadı... Unutamaz... Sen de denedin unutmayı unutamadın... Unutulmaz ki.
"Hayır." Sesi titremişti.
Hani bir an gelirdi konuşamazdınız kelimeler gelmezdi aklınıza. O an bu andı. Karşımdaki adamı nasıl teselli edeceğimi bilmiyordum. Tüm kelimeleri, harfleri, sözleri unutmuştum. Sözün bittiği yerdeydik. Sözün bittiği yerdeydik. Karşımdaki adam ablasının öldürüldüğünü söylüyordu.
Camın karşısına geçti ve elini beşiğe koydu. "Bu beşiği annem kaldırmak istemiş ama Betül kaldırtmamış çok severmiş bu beşiği."
Demek ismi Betül.
Komidine yaslanıp onu dinlemeye başladım.
"Bir gün yanıma koşarak geldi. Ellerini önünde birleştirdi ve gülümsedi o gülümsemesi aklımdan hiç çıkmıyor. Bana dedi ki 'Ben aşık oldum.' Ben de gözlerimi dikmiş sinirli sinirli ona bakıyordum. 'Ne aşkı kızım? Daha kaç yaşındasın sen?' dedim. Ama bana 'Aşkın yaşı olmaz şapşal.' dedi. Sonra elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Sevdiği çocuğun yanına gidip aşkını ilan edecekti. Ama edemedi." Hiç konuşmadım kendisini toplayıp onun konuşmasını bekledim. "Annemden habersizce çıkmıştık evden eğer haber verseydik çıkmamıza izin vermeyeceğini biliyorduk. Yolda sekerek gidiyordu çok heyecanlı ve mutluydu. Ama bugünün sonunda hepimizin yıkılacağını nereden bilebilirdik Asel?"
Ciddi duruyordu yüzünde hüzüne dair hiçbir şey yoktu ama gözleri gözleri hüzün ile doluydu. Çok üzgündü üzgün olduğunu belli etmemeye çalışıyordu ama gözler yalan söylemezdi.
Çatallaşmış sesimle konuştum. "Günün sonunda ne oldu ki?"
"Betül'ün aşık olduğu kişinin evine gittik. Ama eve giremedik. Çünkü bizden yaşça büyük adamlar ateş açmaya başladı."
"A-ama neden?"
"Çünkü annemi alt etmeye çalışıyorlardı. Annem bu hayatta tek çocuklarına bağlanmıştı ve düşmanlar bunu çok iyi biliyordu."
Kaşlarım havalandı. "Anlayamıyorum anneni neden alt etmeye çalışıyorlar?"
"Annemde ajanstan biriydi ve babamı öldürenlerin peşine düşmüştü."
Kaşlarım havalanmıştı.
Boğazını temizledi ve anlatmaya devam etti. "Betülden küçük olsamda onu korumaya çalışıyordum. Ama başaramadım. Betül'ü vurdular. Koşarak yanına gittiğimde kesik kesik nefesler alıyordu. Başını kucağıma koydum ellerim, üstüm her yerim kan içindeydi. Sokakta çığlık seslerim yankılanıyordu. Betül'ün aşık olduğu çocuğun annesi çıktı dışarıya gördüğü görüntü ile kadın şoka girmişti. Ardından Betül'ün aşık olduğu çocuk çıktı Betül onu görünce o halde bile gözleri parlamıştı. Sonra bana döndü ve 'Anneme onu çok sevdiğimi söyle olur mu kardeşim? Ve ona ajanlığı bırakması gerektiğini söyle ölmeden önce son isteğim olduğunu söyle.' Betül daha çok küçüktü ama annemin ajanlığa devam ettiğinde neler olabileceğini kestiriyordu."
"Annen ajanlığı bıraktı? Ama sen bunu devam ettiriyorsun."
"Evet babamın ve kardeşimin intikamını alacağım."
"Bunu nasıl yapacaksın?"
Histerik bir kahkaha attı. "O kişiler avucumun içinde sadece ölmeleri için doğru zamanı bekliyorum."
"Doğru zaman ne zaman?"
"Onların en mutlu günü."
Başımı anladım anlamında salladım. Ama aslında hiçbirşey anlamamıştım. İntikam almak için bekleyen Göktuğ... Kızının acısını çeken annesi... Ölen babası... Herşey karmakarışıktı. Hiçbir insan tam olarak mutlu değildi hepsinin sorunları vardı bütün insanlar tam olarak mutlu değildi çünkü hepsi bir sınavdan geçiyordu ama bu sınavı başarıyla tamamlayanlar diğer tarafta tam anlamıyla mutlu olacaklardı. Fakat bu sınavı başarıyla tamamlamak pekte kolay değildi...
Göktuğ gözlerimin en içine baktı. Ve konuşmaya başladı. "Kardeş en önemli şey Asel," Dedi çatık kaşlarıyla.
Aklıma babamın bir kardeşim olduğunu söylediği gelmişti. Ama o çocuk benim kardeşim değildi. Benim kardeşim o gün annem ile birlikte ölmüştü.
"Öyledir ben pek bilmiyorum bu duyguyu."
"Seninde bir kardeşin var?" Kaşları havalanmıştı.
"O çocuk benim kardeşim değil," Omuzlarım havalanıp inmişti.
"O çocuk senin kardeşin ve onun sana ihtiyacı var."
"Bu konuyu konuşmak istemiyorum."
"Ama konuşmak zorundasın."
"Hayır değilim." Gözlerimi kıstım. "Sakın bu konuya karışma Göktuğ," Tehlikeli bakıyordum. Bu konuya karışmamalıydı.
Hiçbir şey söylemeden odadan çıktı.
Bahçeye çıkıp biraz ileride ki salıncağa bindim. Kafamda binbir türlü sorular vardı. Ama kafamda bir şey çok netti o çocuk asla benim kardeşim değildi. Ben asla o çocuğa ablalık yapmayacaktım.
Ne kadar inkâr etsende o çocuk senin kardeşin Asel. Ve o çocuğun sana ihtiyacı var.Hayır yoktu o beni ilgilendirmiyordu.
Yavaş yavaş sallanmaya başladım. Kuşların sesi ne kadar da güzeldi. Acaba onlarda üzgün müydü?
Nasıl bir hayattan nasıl bir hayat yaşıyordum. Hayatın bize sürprizleri olabiliyordu ve bizi çok şaşırtıyordu. Beni şaşırttığı gibi. Ben hiç böyle bir aksiyona atılacağımı düşünmemiştim. Veya bir daha babam ile karşılaşacağımı. Ya da... Üvey bir kardeşimin olacağını. Ama hepsi olmuştu asla olmaz dediğim şeyler olmuştu bu yüzden bu hayatta hiçbir şeye asla demeyecektik çünkü asla yapmam dediğimiz şeyleri yapıyorduk bu hayatta.
Şimdi başka insanlar yataklarında mışıl mışıl uyurlar iken başka insanlar acısını haykırıyordu. Veya başka biri insanlardan para dilenirken bazıları para içinde yüzüyordu. Hayat acımasız ve adaletsizdi. Hep bir gücümün olup bu hayatı adaletli bir yer yapmayı düşlerdim. Ama yapamadım işte. Hâlâ başka insanlar ağlarken bazı insanlar kahkahalar atıyordu. Ama işin garip tarafı da şu ki kahkahalar atan insanlarında büyük sorunları vardı.
Aslında hayatın doğasıydı bu mutlu gözüken insanlar bile üzgündü. Keşke hiç kimse üzgün olmasaydı... Keşke herkes mükemmel bir hayat yaşasaydı... Keşke herkes göründüğü gibi mutlu olsaydı... Keşke hayat adaletli bir yer olsaydı...
Kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Yavaş adımlarımla eve girdim. Göktuğ koltukta oturmuş bilgisayarı ile ilgileniyordu artık uğraştığı şey ne kadar önemliyse geldiğimi bile fark etmemişti.
Karşısındaki koltuğa oturdum ama hâlâ kafasını kaldırmamıştı. Belki de geldiğimi biliyordu ve önemsemiyordu. Ama niye!?
Kafasını kaldırıp bana baktı. sonunda. Gülümsedi ve tekrar bilgisayara gömüldü. Kaşlarım istemsizce çatılmıştı.Biz bu bilgisayarın cinsiyetini öğrenelim.Bence de eğer kız ise kıralım. Fazla kıskançsın Kıskanç olmak iyidir.
Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım. "İşlerin çok mu yoğun?"
"Maalesef."
"Diyorum ki acaba yemeğe mi çıksak," Kafamı sağa eğmiştim.
Kafasını kaldırıp gözlerimin en derinlerine baktı. Onun kahverengi gözleri ile benim mavi gözlerim birleşmişti. Gözlerimiz birbirine değdiğinde bir büyü oluşuyordu sanki beni içine çekip bu Galaksiden sıyırıyordu. Yalnızca ben ve o kalıyorduk. Mavi ve kahverengi. Asla bu renkleri birbirine yakıştırmazdım ta ki onun gözleri benim gözlerime değdiği zamana kadar. Artık benim en uyumlu rengimdi bu. Hiç kimse uyumlu bulmasa bile ben uyumlu buluyordum.
"Gidelim." Gülüşü ne kadar güzeldi. Tüm kızları hayran bırakacak bir biçimdeydi.
"Başka kızlara sakın gülümseme!" Dedim kaşlarımı çatarak.
"Anlamadım," Kaşları havalanmış şaşırmıştı.
"Diyorum ki." Parmağımla Göktuğ'u gösterdim. "Başka kızlara gülümseme yoksa kendine aşık edersin." Kaşlarım çatılmış durduk yere sinirlenmiştim. "Ve ben katil olurum."
Başını geriye atıp gülmeye başladı. Mümkünmüş gibi kaşlarımı daha çok çattım. "Komik olan ne?"
Koltuktan kalkıp yanıma geldi. Elini omzuma attı. "Başka kızlar bana aşık olsa ne olur? Benim gözlerim senden başkasını görmedikten sonra."
Kafamı kaldırıp gözlerine baktım gözlerimin içinin parladığını hissediyordum.
"Sen sürekli böyle şeyler söylersen ben hık diye giderim bak," Yüzümde teessüf edercesine bir ifade vardı.
Sırtımı göğsüne yasladım.
"Hık diye mi?" Gülmeye başlamıştı. O gülünce ben de sarsılıyordum.
"Evet hık diye."
Birden gülmesi durmuştu kafamı ona çevirdiğimde yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. Elleri yaralı kollarımın üzerine geldi.
"Çok acıdı mı?" Diye sordu.
Başımı her iki yana salladım. "Birazcık," O yanımda olmadığında ben vurulduğumu bile unutmuştum. Canım hiç yanmamıştı. Çünkü aklım hep ondaydı. Kafamı göğsünden kaldırıp gözlerine baktım. "Benim canım sen gittiğin için yandı."
Kafamın üzerine küçük küçük öpücükler bırakıyordu. "Bir daha olmayacak," Sesi boğuk geliyordu.
"Olmasın," Bir müddet böyle kalmıştık. Sonrasında Göktuğ ayağa kalktı ve elimden tuttu. "Hadi kalk giyin."
Başımı tamam anlamında salladım ve odaya çıktım valizimi deşmeye başladım.
Bulduğum ilk kıyafetleri giydim.
Üzerime siyah gömlek altıma siyah etek ve siyah topuklu ayakkabılar giymiştim. Siyahtan vazgeçemiyordum çünkü annemin öldüğü gün benim için tek siyah renk kalmıştı. Çünkü ben o gün karanlıkta kalmıştım bütün renkler beni yalnız bırakmıştı ama sadece siyah yanımda olmuştu.
Saçlarımı dağınık topuz yaparken odaya Göktuğ girdi. Gözleri beni süzdü ve dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu.
"Siyah kadını mısın sen?"
"Sanırım öyleyim."
"Ama." Sustu ve gözlerime baktı. "Mavi sana daha çok yakışır okyanus mavisi... Aynı gözlerin gibi."
Dudaklarımda silik bir gülümseme oluştu. Belki de bu adam bana renk katacaktı.
Giyinme odasına girdi. Ben ise bavulda mavi renkte bir kıyafet arıyordum. Okyanus mavisi...
Göktuğ giyinme odasından çıktığında dudağımı uçuklatacak bir yakışıklılıktaydı. Yine siyah giyinmişti. Siyah bir t-shirt ve altına siyah bir kot pantolon t-shirt üstüne yapışmıyordu ama kol kasları fazlasıyka t-shirt'ü zorluyor gibiydi.
"Hazırsan çıkalım?" Diye sordu.
"Sen in ben geliyorum," Hâlâ kıyafet arıyordum.
Beni onayladıktan sonra odadan çıktı.
Bulabildiğim tek mavi elbiseyi giydim ve beyaz bir topuklu ayakkabı giydim.
Ağır ağır aşağıya inmeye başladım. Göktuğ'un yanında kendini prenses gibi hissetmen normal mi?
Göktuğ büyülenmiş gibi bakıyordu.
"Çok yakışmış," Dedi ve gözlerini gözlerime değdirdi. "Gözlerinle."
Kocaman gülümsedim. "Okyanus mavisi değil ama olsun." Dedim şirin olduğumu düşünüyordum.
Elimden tuttu ve beni kendine çekti. Kafasını boynuma gömdü. "Olsun sonuçta mavi gözlerinin rengi."
Bu yakınlık kalbime asla iyi değildi. Vanilya kokusu burnuma doluyordu. Kokusu bana evimmişim gibi hissettiriyordu.
"Çünkü ben senin evinim," Diye fısıldadı kulağıma.
"Yıllar sonra bana evimmiş gibi hissettiren tek kişisin. Evimsin," Diye fısıldadım ben de onun kulağına.
Yüzümü elleri arasına aldı ve dudağıma kuş kadar hafif bir öpücük kondurdu. Sonra elimden tutup dışarıya çıktık. Ben bir kuklaydım ve o beni yönetiyordu. Önceden bindiğimiz beyaz lamborghini bizi karşılıyordu. Kapımı açıp binmem için bekledi ve ben bindikten sonra kapıyı örttü.
Kendide sürücü koltuğuna bindiğinde arabayı çalıştırdı.
Aklıma gelen soruyu sordum. "Sence bir gün yollarımız ayrışır mı?" Kafasını bana çevirdi, "İzin vermem," Gerçekten de vermez miydi? Tekrardan konuştu. "Sadece bana ihanet ettiğinde yollarımız ayrışır ve o yolları ben ayırırım." Boğazıma bir yumru oturmuştu sanki. Kafasını bana çevirdi gözlerinde tanımlayamadığım bir nefret vardı ama bana değildi biliyordum. "Ölümün benim ellerimden olur." Başımı her iki yana salladım. "Ben sana ihanet etmem ki. Ama sen de şunu bil ben her ne yaparsam yapayım senin iyiliğin için yapacağım." Gülümsedi. "Sana güveniyorum."
Yol boyunca sessizliğimizi korumuştuk.
Lüks bir yere geldiğimizde başımı cama çevirdim.
"Burası gerçekten çok güzel," Dedim hayranlıkla.
"Beğenmene sevindim."
Kapımı otuzlu yaşlarda bir adam açtı indiğimde kapımı kapattı ve Göktuğ'dan arabanın anahtarını aldı. Göktuğ yanıma gelip elini belime koydu. Bunu seviyor olabilirdim.
İçeriye girdiğimizde yirmili yaşlarda biri bizi karşıladı.
"Hoşgeldiniz Göktuğ bey."
Göktuğ ardından. "Hoşbulduk," Dedi.
Masaya kadar bize eşlik etti ve gitti.
Yanımıza garson geldi ve masamıza menü bıraktı. Garson tekrardan yanımıza geldiğinde siparişlerimizi verdik.
"Sen neden içki içmiyorsun?" Diye sordu Göktuğ.
Bakışlarıma hüzün yerleşmişti. "Ben içki içmiyorum çünkü." Sustum ve doğru kelimeleri seçmeye çalıştım. "Babam hep içki içerdi eve her zaman sarhoş gelirdi bazen içki alacak parayı bulamadığında annemi sıkıştırır para isterdi. Ama annemde para ne arasın ki? Annemden para alamadığı için döverdi veya evdeki eşyaları kırardı yapardı işte birşeyler. Bazen eve kadın getirirdi o zaman elinde hep bir poşet olurdu ve içinde iki tane şişe olurdu çocuktum ama o şeylerin içki olduğunu anlıyordum. Yani uzun lafın kısası çocukluktan kalan bir travma gibi içkiyi gördüğümde bile kötü oluyorum. İçmek şöyle bir yana dursun görmeye bile tahammül edemiyorum bana babamı hatırlatıyor yaşadığım kötü günleri hatırlatıyor."
Masamıza gelen garson önce elinde ki bardakları sonra da tabakları koydu içki şişesini açıp bardağa dökeceği sıra da Göktuğ müdehale etti.
"İçki dökmeyin."
"Peki efendim."
Şaşkın bakışlarımı Göktuğ'a çevirdim. İçkiyi seviyordu ama sırf benim için içmemişti sanırım bundan sonra da benim yanımda içmeyecekti.
Ona şuan da nasıl bakıyordum bilmiyordum ama o bana çok güzel bakıyordu. O kahverengi gözlerinde aşkını hissediyordum. O benimdi benim Göktuğum'du sadece benimdi. O bizim sadece bizim.
"Sen sadece benimsin."
Dudaklarından küçük bir kahkaha kaçtı.
"Sadece seninim."
Kafamı istemsizce sağ tarafıma yatırıp yine gözlerinin içine baktım. Sanırım o göz şeysini yapıyorduk. Gözlerinizle konuşuyorsunuz.
Aradan kaç dakika veya kaç saniye geçti bilmiyordum. Zaman durmuştu sanki.
"Yemeğimiz soğuyacak," dedi incecik bir sesle.
Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım. "Tabii evet yemeğimiz soğuyacak," yüzüme gülümseyerek bakması Evren'in en güzel şeyi olabilirdi.
Elime çatalı alıp yemeğimi yemeye başladım.
Ağzıma bir lokma attığım da gözlerim Göktuğ'un baş parmağına kaydı. Nasıl kıymışlardı? Nasıl yapmışlardı?
Benim Göktuğ'umun canı yanmıştı. Asistanım daha kötü günlerimin olacağını söylemişti doğru söylemişti o kötü günler yaşadığım bu anlar olmalıydı. Keşke Göktuğ'da ben de ajanstan çıkıp normal bir hayat yaşayabilseydik. Acı çekmeseydik.
"Özür dilerim, " sesim neden kısık çıkmıştı veya neden özür dilemiştim bilmiyordum.
Kafasını bana çevirdi. Gözlerinde beni anlamadığını belirten bir ifade vardı. "Ne için özür diliyorsun güzelim?"
Sanki gözlerim dolmuştu. Reglin mi yaklaşıyor Aselciğim? Bu ne duygusallık? "Parmağın. Benim yüzümden oldu," yakında hıçkırarak ağlayacaktım. Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim.
Göktuğ kaşlarını çattı. Ardından cebinden sigara ve çakmak çıkardı. Bu konu onu rahatsız etmiş olmalıydı. Sigarasından bir nefes çektiğinde bakışları beni buldu. "Söz ver."
Bu sefer kaşlarını çatan ben olmuştum. "Ne için?"
"Hiçbir şey için kendini suçlamayacak ve bu konuyu bir daha açmayacaksın."
Başımı salladım. "Söz."
Masanın diğer ucundan uzanıp baş parmağıyla göz yaşlarımı sildi. "Ve bir daha ağlamayacaksın."
"Buna nasıl söz vereyim ama?" Kıkırdamıştım.
Kaşları havalandı ve dudaklarına bir tebessüm kondu. "Söz ver."
"Tamam söz." Eminim ki biz daha çok ağlayacağız.
"Hani sen bugün dedin ya... "
"Ne dedim?"
"Her şeyin bir zamanı vardır diye. Ben de sana kitaplarımın içinde ne yazıyor anlatayım mı?"
"Anlat güzelim anlat ben seni sonuna kadar dinlerim."
Bu gerçek olamazdı bizim böyle biri ile tanışmamız gerçek olamazdı. Biri bizi çimdiklesin.
Koluma bir çimdik attığımda dudaklarımdan küçük çaplı bir çığlık kaçtı.
Göktuğ ile gözlerimiz birleştiğinde "Yine mi?" Diye sordu. İkimizin de aklına ilk tanıştığımız gün gelmişti. O gün de olanlara inanamayıp kendime çimdik atmıştım.
Göktuğ, "Delisin sen."
Kollarımı birleştirdim. "Madem ben deliyim neden benimle konuşuyorsun?"
"Çünkü ben senin deli hallerini seviyorum."
Kaşlarımı çattım. "Dikkat et de bir gün sıkılıp gitme?"
"Sen benden gitmediğin sürece ben senden gitmem."
Biz de ondan gitmeyeceğimize göre.
"E hadi anlat?" Dedi.
Masada ki suyumu elime alıp arkama yaslandım. "Her kitabımın için de bir not var o kitabı alırken nasıl aldığımı veya o kitabı bitirdiğim gün ne olduğu yazıyor."
Elime çatalımı alıp yemeğimden yedim.
Sigarasından son bir nefes çekip kül tablasında söndürdü. "Her eline aldığında deli gibi ağladığın o kitabın içinde ne yazıyor?"
Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. "O kitapta... " Derin bir nefes aldım. "Annem vermişti o kitabı. Kitabı bitirdiğimde bana bir sürprizinin olduğunu söylemişti. Ben de bir köşeye çekilip akşama kadar o kitabı bitirmeye başladım," gözlerimi Göktuğ'un gözlerine diktim. "Babam gelmiş eve haberim yok ben hâlâ kitap okuyorum. Annemi odalarına götürmüş." Ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum çünkü ona söz vermiştim ağlamayacaktım. "Ve annemi boğarak öldürmüş. Ben hiçbir ses duymadım eğer duysaydım annemi kurtarırdım yemin ederim kurtarırdım." O an'ı anlatmak çok zordu sanki herşeyi tekrardan yaşıyordum. Başımı havaya kaldırıp gözyaşlarımı geldikleri yere göndermeye çalışıyordum. Tekrardan Göktuğ'un gözlerine baktım. "Kitabımı bitirdim. Koşarak mutfağa gittim ama annem yoktu sonra annemin odasına gittim." Acı dolu bir kahkaha attım. "Zaten başka odamız yoktu. Neyse. Annemin vereceği sürprizi çok merak ediyordum. Odaya girdim annem yatağın da yatıyordu. Yanına gittim. 'Anne?' Dedim uyanmadı. 'Anne kitabımı bitirdim,' Dedim. Yine uyanmadı sonra kolunu dürtükledim,"gözlerimi büyüttüm. "Buz gibiydi," Nasıl bir tonlamayla söylediğimi bilmiyordum ama şuan deli gibi göründüğüme emindim.
Göktuğ yaklaşık beş saniye önce yaktığı sigarayı kül tablasına koydu o koyduğu an da sigarayı elime aldım ve bir nefes çektim. Hayatım da ilk defa içiyordum ilk ve son olacaktı.
Göktuğ hiç konuşmamış hiçbir şey demeden bana bakıyordu. "Sonra ne oldu biliyor musun?" Sigarayı tekrardan kül tablasına koydum.
Göktuğ bilmiyorum dermişçesine yüzüme bakıyordu. Arkasına yaslanıp bacağını bir bacağının üstüne attı.
"Sonra... Babam geldi ve bana 'Annen öldü Aselcik.' Dedi." Güldüm. Bu ani geçişler hiç iyi değil Asel."Annem ölmüştü ve o gün ben de ölmüştüm. O gün Asel Kılıç annesi ile ölmüştü. Bana her 'Aselcik' dendiğinde kafayı sıyaracak gibi oluyorum."
Göktuğ sigarasını eline aldı gözlerini gökyüzüne çevirdi. "Hayat zor Asel hayat her insana zor," gözlerini gözlerime çevirdi. "Her insan elbet ölecek ben de sen de herkes ölecek ve hiç kimse bizi sonsuza dek hatırlayamayacak. Bir gün, iki gün, üç gün, dört gün sonra? Sonra unutacaklar."
Tekrardan ağzıma bir lokma attım.
"Ben unutamam."
"Unutmak zorundasın çünkü hayat devam ediyor."
"Sen unutabildin mi?" Kimlerden bahsettiğimi anlamış olmalıydı.
Sorduğum soruyu es geçmişti. "Kalkalım mı?"
Başımı tamam anlamın da sallayıp ayağa kalkmıştım. Göktuğ ücreti ödeyip yanıma gelmişti birlikte beyaz lamborghini'ye binmiştik. Arabayı çalıştırdığın da konuşmaya başladı. "İnsanın kardeşinin olması Evren'in en güzel şeyi olabilir. Betül yanımda olduğun da en mutlu an'ım oluyordu."
Güldüm, "Ben o duyguyu bilmiyorum ama."
"Bilmek ister misin?"
İstemezdim. O benim gerçek kardeşim değildi.
"İstemem."
"Neden?"
"O benim kardeşim değil."
"O senin kardeşin Asel."
"Değil," Gözlerimi üzerine sabitledim. "Bu konuya sakın karışma ve onu buraya getirmeye kalkma."
"Bana ne yapacağımı söyleme güzelim."
"Bu konuya karışmayacaksın Göktuğ!"
Bir kaç saniyeliğine gözlerime bakıp tekrardan önündeki yola döndü.
Umarım onu buraya getirmezdi.
Bedenim havalandığın da gözlerimi zorla açtım. Bakış açıma Göktuğ'un kusursuz yüzü girdiğin de gözlerimi tekrardan kapattım.
Sırtım yumuşak yatakla buluştuğunda Göktuğ ayağımda ki topukluları çıkartıyor olmalıydı.
Kapı kapandığında tekrar uykuya dalmıştım. ... Perde kapalı olduğu halde içeriye sızan güneş ışıklarına kızarak uyandım. Üstümde dün giydiğim mavi elbisem duruyordu. Yatakta oturur pozisyona gelip iyice gerindim. Ardından banyoya girip elimi yüzümü yıkadım ve kıyafetimi değiştirmeden aşağıya indim
Koltukta oturan Göktuğ'un yanında bir de erkek çocuğu vardı. Olduğum yerde durup onlara baktım. O çocuk umarım o adamdan olan çocuk değildir eğer o ise bu evi terkederim.
"Merhaba," Diyerek yanlarına ilerledim.
Çocuk başını sağa eğerek beni incelemeye başladı.
"Sen de kimsin?" Dedim çocuğa sahte gülüşümle.
Çocuk başını Göktuğ'a çevirerek parmağıyla beni gösterdi. "Bu benim ablam mı?" Dediğinde gözlerimi yumdum. Bu oydu. Babamın o gayrimeşru çocuğuydu. Annemi aldattığı kadın bu çocuğun annesiydi.
Arkama bakmadan odaya gittim. Kapıyı sertçe kapattığım da tekrardan açıldı. Sinirli bakışlarımı Göktuğ'a çevirdim. "Onun burada ne işi var?"
"Olması gereken yerde ablasının yanında."
"Değil," Diye bağırdım. "Olması gerektiği yerde değil."
"Nerede olması gerekiyor Asel? Senin gibi yetimhanede mi büyüsün? En çok sen bilmiyor musun oranın zorluklarını?"
"Onu buradan götür."
"Hayır o burada duracak ve sen ona ablalık yapacaksın."
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Hayret kalıcı bir sakinlikle, "bu konuya karışmaman gerektiğini sana söylemiştim," Dedim.
"Çok zorluklar altında yaşıyor küçücük çocuk iki gündür açmış. Kalbin buna el veriyor mu?"
"Onu buradan götür."
"Yani bu zorluklar altında yaşamasına göz yumuryorsun?"
"Sahiplendir falan! Ben istemiyorum onu."
"Çocuğun psikolojisini düşünebiliyor musun o zaman? Ablası var onun ablası neden başka bir aile bulalım ona?" Kaşlarını çatmıştı belki de bana ilk defa sinirleniyordu.
"Götürmüyor musun?"
Kaşlarını kaldırıp indirdi. Komidinin üzerindeki çantamı aldım.
Elimi Göktuğ'a uzattım, "Arabanın anahtarını ver."
"Ne saçmalıyorsun?"
"Arabanın anahtarını ver."
Derin bir nefes alıp verdi ve cebinden beyaz lamborghini'nin anahtarını çıkardı. Anahtarı elinden aldım ve kapıya doğru yürümeye başladım tam kapıyı açacağım sırada durdum ve yüzümü Göktuğ'a döndüm. Parmağımı ona doğru doğrulttum, "O çocuk buradan gidene kadar yanıma gelme."
Başını her iki yana salladı, "Olayları çok büyütüyorsun."
"Beni bir yıldır izliyorsun bu kaçınılmaz bir özelliğim," Dedim ve dış kapıya doğru yürümeye başladım
"Nereye gidiyorsun?" Arkamdan duyduğum tatlı çocuk sesi beni durdurmaya yetmemişti.
Ben o çocuğu istemiyordum çünkü; ona her baktığım da babamın beni istemediğini ama bir başka çocuk sahibi olduğunu ve onu çok sevdiğini hatırlayacaktım, ben ona her baktığımda babamın bir kez daha katil olduğunu hatırlayacaktım, ben ona her baktığımda doğamamış olan kardeşime ihanet etmiş olacaktım, ben ona her baktığımda babamın bize yaptığı kötülükleri ve annemin acı dolu çığlıklarını hatırlayacaktım.
Arabaya adeta koşarak binmiştim. Canım yanıyordu, canım çok yanıyordu.
Telefonumun navigasyonunu açıp arabayı son sürat sürmeye başladım. Yola çıktığımdan beri beni bir arabanın takip ettiğini biliyordum. Korumam güvende olmam -kaçırılmamam- için beni takip ediyordu. Fakat alında yazana bir insan engel olabilir miydi? Olamazdı ben kaçırılacaksam kaçırılacaktım buna kimse engel olamazdı.
Gözlerimden yaşlar akıyordu, ellerim titriyordu.
Sakin ol Asel kaza yapmak gibi bir planımız yok öyle değil mi?Sakinim...
Kimsenin olmadığı sol tarafımın ormanlık bir alan olduğu bir yoldaydım. Biraz ürkmüş olabilirdim.
Hiç beklemediğim bir an'da önümü kesen bir arabayla ani fren yaptım.
Cama yapışıyorduk.
Daha ne olduğunu anlamadan arkamda beni takip eden araçla etrafımızı on araba sarmıştı. Benim için gelmişlerdi ve beni almadan gitmeyeceklerdi. Belki de evden çıkmak hiç mantıklı değildi.
Beni takip eden araçtan beş koruma inip etrafımızı saranlara silah doğruttular ama hiç şansları yoktu.
Korumalardan biri "Asel hanım buraya gelin," Diye bağırmıştı. Yürümeye başladığım sırada boynuma dayanan bıçak ile durakaldım.
"Cık cık cık kaçmak hiç akıllıca bir plan değil Asel Kılıç."
Gözlerimi yummuş ölümü bekleyen biri gibi bekliyordum.
Boş boş durmak yerine birşey mi yapsan acaba Asel gerizekalısı! Başımıza ne geldiyse senin yüzünden geldi.
Dirseğimle arkamda ki adamın karnına vurduğumda boynumda ki bıçak boynumu kesmişti. Elimi boynuma götürdüğüm de hava da kurşunlar uçuyordu.
Bir ses "Asel hanım arabanıza binin," Diye bağırmıştı. Etrafımı kolaçan ettiğim de yere eğildim ve arabama bindim. Alel acele kapıları kilitledim. Arabayı çalıştırdığım da arka cam büyük bir gürültüyle kırıldı. Son gazla olay yerinden uzaklaştığım da arkamda iki araç vardı. Biri benim korumam diğeri ise düşmanımdı.
Ayağımı gazdan çekmiyordum. Hem yolu kontrol ediyor hemde torpido da silah arıyordum. Silahı bulduğumda tetiği çektim camımı tamamen açtığımda kendimden beklemediğim bir an'da cama çıkıp arkamda ki aracın camına ateş ettim.
Camına değil adamın kafasına Aselciğim. Aferin kız sana bir düşman eksildi.
Amacım aracı süreni vurmaktı ama isabet edememiştim.
Onlara ateş etmemle birlikte onlarda ateş etmeye başlamıştı. Buradan ya sağ çıkacaktım ya da ölü.
Korumam olan araba yanıma yaklaştığın da bağırmaya başladı. "Bunu takın," Arabanın içine attığı bilekliği elime aldım. Bilekliği takamadan önümüzü arabalar kesmişti.
Kahretsin.
Korumam arabadan inip telefonda biriyle konuyordu sanırım bu Göktuğ du. Dikkat çekmemeye çalışarak bilekliği koluma taktım.
Emindim beni almadan gitmeyeceklerdi...
Boynuma bıçak dayayan adam yavaş adımlarla yanıma geliyordu. Silahın tetiğini çekip ona doğrulttum. Doğrultmaz olaydım. Silahların hepsi beni hedef almıştı. Derin bir nefes alıp arkamda ki korumama baktım
Bakmaz olaydık. Adamı rehin almışlar.
Silahı sallayarak konuşmaya başladım. "Ya siz mi çok güçlüsünüz? Yoksa biz mi çok güçsüzüz?"
"İkisi de değil. Siz çok aptalsınız." Dedi karşımdaki adam. "Beş koruma ile çıkılır mı yola?"
Korumam güçlü bir kahkaha attı. "Beş koruma olduğumuzu kim söyledi?" Dediği an'da etrafımızı saran adamlardan üçü öldü. Ardından korumamı rehin alan kişide ölmüştü.
Karşımdaki adamda bana silahını çekmişti.
"Ee bu oyunu kim kazanacak Asel Kılıç?" Dediği an silah tutan elime sıkmıştı ama bu kurşun değildi çok değişik birşeydi elim uyuşmuştu adeta. Ormanlık alandan koşarak inen ekibime çatık kaşlarımla bakıyordum. Elime ne olmuştu böyle? Şuan beynim hiçbirşey algılamıyordu.
"Asel dikkat et," Diye bağırmıştı Naz.
Naz'ın burada ne işi vardı?
Naz'ın dediği şeyi çok sonra anlamıştım ama artık çok geçti sanırım yine rehin alınmıştım. Ama bu sefer bıçak ile değil silah ile.
Değişik bir silahmış.
Tam karşımızda duran Göktuğ ellerini havaya kaldırdı. "Tamam tamam dur."
Arkamdaki adam gülmeye başladı. "Bu silahın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorsun değil mi Göktuğ Sezgin? Peki ya sen Asel sen biliyor musun?"
Başımı bilmediğime dair salladım.
"Anlatayım... Bu silah sadece Siyah Gezegende üretiliyor. Vurulan kişinin önce beyni uyuşuyor, sonra vücudu tutmuyor, kendine dair en ufak en güzel hatıralarını unutuyor, ilk beş gün öyle ağrılar çekiyor ki kendini öldürmemiz için bize yalvarıyor," Kocaman bir kahkaha attığında ürpermeyen tek bir tüyüm yoktu. "Sonra Asel Kılıç o kişiye öyle bir hikâye anlatıyoruz ki bizim adamımız oluyor," Dediğinde gözlerimi kocaman açmıştım. Tehlikeli bir sesle konuşmaya başladı. "Eğer benim kılıma bir zarar gelecek olursa Aselcik puf ortadan kayıp olur," Demişti, korkuyla gözlerimi yummuştum.
"Götür onu, " Dedi Göktuğ. Gözlerimi açtığım da soğuk bakışları beni bulmuştu. Ardından göz kırpmıştı. |
0% |