Yeni Üyelik
24.
Bölüm

18. Bölüm; Ben kimim? Sen kimsin? Biz kimiz?

@naz_2606

Asel'den

 

İçeriye tanımadığım biri girmişti. Acaba odaları mı karıştırmıştı? Yüzünde değişik bir endişe vardı sanki ne yapacağını ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi.

 

Tereddütle sandalyeyi çekip yatağımın yanı başına oturdu. Boğazını temizleyip, "Biliyorum şuanda kim olduğunu bilmiyorsun. Benim kim olduğumu bilmiyorsun. Sen şuan hiçbir şeyi bilmiyorsun. Kafanda sorguluyorsun 'Acaba bu adam kim?' diye."

 

"Evet," Dedim tereddütle, "Kimsin sen?" Bundan önce sormam gereken birşey vardı aslında, 'Kimdim ben?'

 

"Yakınınım," Dedi sessizce. Sadece bu kadar mıydı? Anladım der gibi başımı salladım. Yüzünü incelemeye basladım, kusursuzdu... Kahverengi gözleri en dikkat çekici yeriydi ya dağınık saçları... Çok tatlıydı. Yakınım olarak neyimdi?

 

"Sen... Benim neyimsin? Yani nereden tanışıyoruz?"

 

Adam rahatsızca yerinde kıpırdandı söylemek istediği birşey vardı ama söyleyemiyordu, "Ajanstan tanışıyoruz. Kaçırıldın,"

 

Tekrardan başımı anladım der gibi salladım. Gerçekten hiç birşey anlamıyordum. Konuşmak istemiyordum kendimi şokta hissediyordum herşeye kafamı saklamak istiyordum. Ben Kimdim? Neden kim olduğumu hatırlamıyordum? Nasıl kaçırılmıştım?

 

Kapı tıklatıldığında içeriye kolu sargılı bir adam girdi. Pek çok dövmesi vardı, "Merhaba," Demişti sessizce. Herkes fazla gergin ve tedirgindi.

 

Yatağımın solundaki koltuğa oturdu, "Nasılsın?" Diye sormuştu aynı ses tonuyla.

 

"Bilmem," Dedim. Cidden bilmiyordum hiçbir şeyi hatırlamayan biri nasıl olabilirdi ki?

 

"Hatırlamıyorsun hiçbir şeyi değil mi?" Diye sordu.

 

Başımı hızla salladım, "Hatırlamıyorum neden hatırlamıyorum?"

 

"Kaçırıldın... Orada bir ilaç enjekte ettiler vücuduna ve o yavaş yavaş kafandaki anıları öldürdü."

 

Ne garip bir şeydi bu... Adamın yüzüne garip bir şekilde baktım.

 

Kahverengi gözlü adam, "Seni başka bir yere götüreceğim orada daha rahat olursun ve tedavine orada devam edersin." Dedi.

 

Onlara nasıl güvenecektim? Hiçbirini tanımıyordum ve beni başka bir yere götüreceğini söylüyordu.

 

"Size nasıl güvenebilirim?"

 

Kahverengi gözlü adam yüzünü elleriyle kapadı ardından sinirle ayağa kalktı, "Yok amına koyayım yok! Bir fotoğrafımız bile yok! Ne göstereceğiz biz bu kıza kanıt?" Demişti hiddetle. Gördüğüm manzara karşısında dehşete düşmüştüm.

 

Dövmeli adam ayağa kalkıp telefonu kahverengi gözlü adama doğru uzattı, "Sakın ol! Ben herşeyi hallettim bir kanıtımız var."

 

Kahverengi gözlü adam karşısındaki adama şaşkın bakışlarını sundu, "Nasıl var?" Diye sordu.

 

"Asel'in evinde kamera yok muydu kardeşim?" Diye sormuştu adam. Asel ben miydim? Eğer Asel ben isem benim evimde kamera mı vardı?!

 

Kahverengi gözlü adam, "Vardı! " Demişti sevinçle.

 

"Tamam işte ben de oradan hepimizin toplandığı bir kayıtı aldım." Telefonunda bir şeyler yapıp benim yanıma geldi. Videoyu başlattı. Video da sekiz kişi vardı büyük bir kahvaltı masasında oturuyorlardı ve içlerinde mavi gözlü, fazla uzun saçlı olmayan, kısa boylu, küçük burunlu bir kız vardı... Bendim bu bendim... Ama ben kimdim?

 

Videoda şuanda karşımda duran iki adam da vardı, "Bu sana yeterli bir kanıt mı?" Demişti dövmeli adam.

 

Yeterliydi...

 

Başımı evet şeklinde salladım, "Benim ismim Asel mi?" Diye sordum aciz çıkan bir sesle. Kendimi hatırlayamama dayanamamıştım kahverengi gözlü adam dövmeli adam kaş göz işareti yaptı ve ardından dövmeli adam odadan çıktı.

 

Kahverengi gözlü adam yanıma çektiği sandalyeye tekrardan oturdu, "Senin ismin Asel," Gözlerim dolmuştu titreyen sesimle, "Sen kimsin? Ben kimim? Biz kimiz?" Diye sordum. Bunlara bir cevap bulmalıydım ama bulamıyordum.

 

"Herşeyi en kısa zamanda hatırlayacaksın fındık burun."

 

Yüzümü buluşturdum, "Fındık burun mu?" Diye sordum huysuzca.

 

Güldü... Yüzündeki bezmişliğe rağmen gülümsedi, "Sana ilk fındık burun dediğimde de böyle bir tepki vermiştin," Dedi eski anılara giderek.

 

Ben de güldüm. Biraz yerimde kıpırdanarak oturuşumu düzelttim. Elimle etrafı gösterdim, "Beni buradan çıkarır mısın? Burası beni çok daraltıyor," Duvarlar üstüme üstüme geliyordu nefes alamıyordum sanki, "Birde ismini söyler misin?" Dedim sessizce. Sebepsiz yere çekiniyordum.

 

Yüzünde ki gülüşü hiç solmamıştı, "Göktuğ, Göktuğ Sezgin," Dedi elini bana uzatarak. Bir eline bir de yüzüne bakıyordum tereddütle elini sıktım, "Memnun oldum Göktuğ Sezgin."

 

"Ben de memnun oldum Asel Kılıç," Dedi yüzündeki buruk bir gülümsemeyle.

 

Yüzüme sahte bir gülüş yerleştirdim zira şuan hiç gülümseyecek hâlde değildim.

 

Kapı iki kez tıklatıldığında Göktuğ, "Girin," Demişti. İçeriye beyaz önlüklü uzun boylu, mavi gözlü, sarışın biri girmişti bu kişi doktor olmalıydı.

 

Doktor olduğunu düşündüğüm kişi, "Merhaba Asel hanım," Dedi.

 

"Merhaba... "

 

"Son kontrollerinizi yapıp sizi buradan uğurlayacağız ama evde tedavinize devam edeceksiniz," Dedi ilgili bir tavırla.

 

Başımı yine tamam şeklinde salladım.

 

"Ağrıyan bir yeriniz var mı?" Diye sormuştu. Benim her yerim ağrıyordu...

 

"Vücudumun her yeri ağrıyor ama daha fazla belimde bir ağrı var,"

 

"Tamamdır," Dedi doktor elindeki kağıda birşeyler yazarken. Yazdığı şey ne ise Göktuğ uzatıp, "Bunları alın günlük olarak kullanın. Ayrıca bel ağrısı için bir krem yazdım onuda kullanın," Deyip odadan çıktı.

 

Göktuğ yanıma gelip kalkmam için bana yardımcı oldu. Elleri yavaş bir şekilde kolumu sıkarken yataktan zar zor kalktım. Ayaklarım zemine değdiğinde dizlerim büküldü... Ayakta durmayı başaramamıştım. Ama neden?! Neden benim vücudum uyuşuktu?! Endişeli gözlerimi Göktuğ'a çevirdim ellerim onun t-shirt'ünü sıkıca tutuyor o da beni belimden ve kolumdan tutuyordu. Aksi takdirde tutmasaydı çoktan yere düşmüştüm.

 

"Neden ayakta duramıyorum?" Dedim titreyen sesimle.

 

Göktuğ yaşadığı şeyin etkisinden çıkmış gibi beni anında kucağına aldı, "Vücuduna enjekte edilen ilaçlar yüzünden. Ama endişelenme kaybettiğin herşeyi geri kazanacaksın."

 

Ellerimi boynuna doladım, "Sana güvenebilir miyim?"

 

"Herşeyden çok... " Bunu ileride öğrenecektim.

 

Bir arabaya binmiştik hiç bilmediğim bir yere gidiyorduk. Kafamı cama yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım.

 

Araba büyük bir villaya giriş yaptığında bu kadar zengin arkadaşlarım olduğunu bilmiyordum.

 

Göktuğ arabadan indiğinde yanına takım elbiseli bir adam gelmişti Göktuğ cebinden çıkardığı kağıdı adama verip bir şeyler söyledikten sonra arabanın yanına gelip kapımı açmıştı. Ne çok isterdim kendim yürümeyi.

 

Göktuğ bir elini belime bir elini bacaklarımın altına koyduğunda çok rahat bir şekilde beni kucağına aldı.

 

Büyük evin kapısına geldiğimizde üç tane kadın bizi kapıda bekliyordu. Acaba bunlar kimdi?

 

Beyaz tenli, kızıl saçları olan ve zeytini andıran gözlere sahip olan bir kadın sessizce hıçkırdı, "Ne yaptılar sana?" Diye sormuştu. Annem olabilir miydi bu kişi? Benim annem var mıydı?

 

Sessizce, "Bu kadın kim?" Diye sordum Göktuğ'a

 

"Kendisi benim annem olur."

 

Annesi mi? Hiç benzemiyorlardı. Biz bu kadınla bu kadar yakin mıyız da bu derece ağlıyordu?

 

"Annemle bir kere tanıştınız fazla yakın değilsiniz ama annem seni ilk gördüğü an çok sevdi ve seni kendi arasında kızı ilan etti," Demişti. Göktuğ adeta zihnimi okumuştu.

 

Sarı saçlı ve yeşil gözlü bir kız bana hafifçe gülümsedi, "Geçmiş olsun... " Dedi sessizce. Ben de hafifçe gülümsemiştim.

 

Göktuğ, "Müsaade ederseniz içeriye geçeceğim," Demişti imalı bir şekilde. Herkes aynı an'da kapıdan çekildiğinde Göktuğ içeriye girdi, "Korumaya Doktor'un verdiği ilaçları almasını söyledim koruma geldiğinde görevli kişi Asel ile ilgilensin," Dedi Göktuğ.

 

Göktuğ'un annesi sıkıntılı bir nefes verdi, "Hemşire daha ayarlanamadı hâlâ güvenilir birini bulamadık ama şimdi üçümüz bir yere gideceğiz. Umarım ki bir hemşire getireceğiz," Göktuğ'un hafiften kaşları çatılmıştı, "Anne nasıl ayarlayamazsın?" Diye sormuştu sertçe. Ardından merdivenleri hızla çıkmıştı. Koridorun en sonundaki bir odaya girmişti. Oda çok ferahlatıcıydı. Her yerde beyaz renk kullanılmıştı.

 

Göktuğ beni yatağa yatırdığında kendisi de yatağın kenarına oturmuştu, "Sen aslında gri rengi seversin ama annem beyazı tercih etmiş," Demişti odaya göz atarken.

 

"Ben gri rengini mi seviyorum?" Diye sormuştum sevinçle. Kendim hakkında birşey öğrenmek beni çok mutlu etmişti. Göktuğ'un kahverengi hareleri benim mavi harelerimi bulmuştu, "Evet gri rengini seviyorsun," Demişti ilgili bir tavırla, "Başka?" Diye bağırdım, "Başka neyi severim ben?" Hiç tereddüt etmeden, "Kitapları," Dedi, "Kitapları çok seversin," Elimi çeneme koydum, "Kitaplar ha? Kulağa hoş geliyor," Dudağının bir köşesi kıvrıldı, "Hastalıklı bir şekilde seviyorsun," Gözlerimi büyüttüm parmağımla kendimi gösterdim, "Ben?!" Dedim sesli bir şekilde. Göktuğ gülümsedi, "Sen," Dedi o da vurgulayıcı bir tonda, "Sen tavşanları da çok seversin," Dedi ardından, "Hatta bir kere tavşanın oldu ama bir talihsizlik yüzünden tavşanın kayboldu," Gözlerimi tekrardan büyüttüm, "Benim tavşanım vardı ve ben kayıp mı ettim?" Dedim hayretle. Göktuğ gülerek başını salladı. Kollarımı birbirine doladım, "Peki ya sen? Sen neleri seversin?" Yüzünde ki gülümseme yavaş yavaş soldu gözlerimin içine bakıp, "Bir yıldır takip ettiğim birini severim," Dedi. Bir yıldır...? Takip ettiği kişi...? Aşık mıydı...? "Aşık mısın?" Diye sormuştum tereddütle. Tam bu sırada kapı üç kez tıklatıldı.

 

Göktuğ 'Gel' diye seslendiğinde içeriye az önce konuştuğu adam girdi. Elindeki poşeti Göktuğ'a uzattı, "Dediğiniz ilaçları aldım efendim," Demişti saygıda kusur etmeden. Göktuğ teşekkür edip odadan çıkmasını istedi.

 

"Ağrın var mı?" Diye sormuştu. Başımı evet şeklinde salladım. Boğazını temizleyip, "Eğer istersen beline kremi ben sürebilirim." Dedi. Gözlerimi odanın içinde dolaştırdım ardından Göktuğ'a baktım, "E şey yani evet olur,"

 

Yavaş bir şekilde sırtımı Göktuğ'a döndüm. Elleri t-shirt'ümü yavaş bir şekilde yukarıya sıyırdı soğuk parmakları tenime değdikçe ürperiyordum ama değişik bir şekilde de hoşuma gidiyordu. Ne garip bir duygudu bu? Bu duygunun ismi neydi?

 

Tenime soğuk bir şey değdiğinde yerimde yavaşça kıpırdandım. Kremi sürmeye başlamıştı sanırım...

 

Parmakları tenime değdikçe rahatlıyordum...

 

"Değişik hissettiriyor," Dedim kelimeler ağzımdan bağımsızca dökülürken.

 

"Değişik hissettiren ne?" Diye sormuştu kremi yavaşça belime yedirirken.

 

"Parmaklarının vücuduma temas etmesi... Değişik çok değişik hissediyorum."

 

"Nasıl hissediyorsun?" Diye sormuştu kremi süren eli yavaşlarken.

 

"Bilmem... Sanki karnımda birşeyler uçuşuyor.

 

Göktuğ'un eli ani bir şekilde durduğunda yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi düşünüyordum. Aniden yataktan kalkıp kapıya doğru yürüdüğünde durup omzunun üstünden bana baktı, "Bir kez daha yanlış duygulara kapılma fındık burun. Bir daha bu tehlikeli adama kapılma," Demişti. O da ne demekti...?

 

Yavaşça örtünün içine sokuldum aklımca birşeylerden kaçıyordum. Hiçbir şeyi hatırlamamam kötü, başkalarının önceden yaptığım şeylerle imalı konuşması daha da kötüydü.

 

Gözlerim yavaş yavaş kapandı. Kendimi uykunun kollarına bıraktım eğer bırakmasam düşünmekten kafayı sıyıracaktım.

                                 ... 

Bir hastane odasındaydık...

Dövmeli adam odadan çıktığında hızla Göktuğ'un yanına gittim ve yanağından öptüm. Hızla ayrılacağım sırada bileğimden tuttu ve beni kendine çekti. Bir eli bileğimi tutarken diğer elini boynuma götürdü ve beni kendine çekip dudaklarını dudaklarıma değdirdi.

 

Donmuş kalmıştım hareket etmiyordum. Kendimi tamamen ona bırakmıştım. Onun dokunuşlarına onun hareketlerine. Nefesim kesileceği sırada beni bıraktı.

 

Bir kaç kez gözlerimi kırpıştırdım ama sonra ne yaşadığımız gelince aklıma koşarak odadan çıktım. Son duyduğum şey onun gülüşüydü.

 

Yataktan hızla kalktığımda etrafıma bakındım. Ben ve o? Ne alakaydık? Ne saçmalıyordum ben? Nasıl rüyalar görüyordum? Bu bir oyundu bilinçaltımın bana oynadığı bir oyundu.

 

Saçlarımı geriye atıp sırtımı başlığa yasladım. Berbat hissediyordum. Hafıza kayıplığı en kötü şey olabilirdi... Gerçi biz her kötü an yaşadığımızda 'Yaşadığım en kötü şey olabilir,' deriz. İnsan evladı nankördür şükür edeceğine isyan eder.

 

Kapı çaldığında düşüncelerimden sıyrılıp gözlerimi kapıya çevirdim. İçeriye beyaz önlüklü yirmili yaşlarda bir kız girdi elinde iğne ile serum vardı. Büyük ihtimalle hemşireydi. Gülen yüzüyle, "Merhaba Asel hanım," Dedi karşılık olarak sadece gülümsedim.

 

Kız yanıma gelip serumu mu taktı. Hasta olmak belki de çok kötü birşeydi belki de Dünyadaki en kötü şey kötü bir hastalığa kapılmaktı.

 

Hemşire kapının önünde biriyle konuşurken kulak misafiri olmuştum 'Girebilirsiniz ama hastamızın fazla yormayalım lütfen. Hatırlamadığı şeyleri hatırlatmaya çalıştırmayın zamanla kendisi hatırlayacak,' demişti. Hatırlayacak mıydım? Umarım hatırlardım.

 

İçeriye yeşil gözlü, esmer tenli biri girmişti ne kadar da güzel bir kızdı. Çekingen bir tavırla "Nasılsın," Dedi neden herkesin benden çekindiğini anlayamıyordum. "İdare eder," Dedim sahte bir gülüşle. Aslında idare etmiyordu kelimenin tam anlamıyla kötüydüm fakat bunu söylemeye dilim varmıyordu.

 

Biz insanlar kötü olduğumuzda ve biri bize 'Nasılsın,' diye sorduğunda asla 'Kötüyüm,' cevabını vermeyiz iyi olduğumuzu söyleriz ve iyiymiş gibi yapıp sahte kahkalar atarız ve karşımızdaki kişide buna inanır.

 

Bizim iyi olmadığımızı anlayan kişilere ihtiyacımız var ve böyle kişilerde çok bulunmuyor fakat bulan kişiler çok şanslı...

 

"Sen," Dedim duraksayarak, "Neyim oluyorsun?"

 

"Arkadaşın," Dedi hiç tereddütsüz

 

Onu hiçbir yerden çıkaramıyordum. Anılarımızı onun hakkındaki hiçbir şeyi hatırlamıyordum.

 

Kırgın sesimle, "Ben hatırlamıyorum özür dilerim," Dedim.

 

Dolan gözlerine tezat gülümsedi, "Özür dileme! Hatırlayacaksın herşeyi." Dedi umutla. Elindeki dosyalarla yanıma geldi. "Oturabilir miyim?" Diye sordu aynı tereddütlü ifadesiyle, "Tabii ki oturabilirsin," Dediğimde yatağımın kenarına oturdu.

 

"Bak sana şimdi ekiptekileri tanıtacağım!" Dedi heyecanla. En üstteki bir dosyayı eline aldı, "Bu dosyaları canım sevgilimden aldım hasarsız geri götürmeliyim," Dedi gülerken, "Sevgilin mi var? Ne güzel!" Dedim sevinçle sevgili yapmak kulağa fena gelmiyordu tam aradığınız ve kriterlerinize uygun olan birini bulduğunuzda çok mutlu bir kişi olabilirsiniz. Kız yeşil gözlerini gözlerime sabitledi, "Evet! Dövmeli adam benim sevgilim," Ağzım bir karış açılmıştı demek dövmeli adam onun sevgilisiydi, "Şanslısın yakışıklı bir sevgilin var," Dedim gülerek. O da aynı şekilde güldü, "Merak etme sen de çok şanslısın senin sevgilin de çok yakışıklı," Dedi göz kırparak. Muhtemelen söylediği şeyin beni mutlu edeceğini sanmıştı ama ben hiçte mutlu olmamıştım. Bir an'da gülen yüzüm düştü. Benim sevgilim vardı, sevdiğim vardı fakat neredeydi? Kimdi? Ve şuan ne yapıyordu? Madem benim bir sevgilim vardı neden yanımda değildi? Ben yanımda olmasını isterdim 'Biz birbirimizi seviyoruz hatırla!' demesini isterdim. Fakat sevgilim her kimse bunu yapmamıştı ve bu beni çok kırmıştı.

 

"Benim sevgilim mi var? Kim?" Diye sorduğumda içeriye Göktuğ girdi. Söylediğim şey ile kaşları çatılmıştı. Bu adamı sinirlendirmek istemezdim çünkü sinirlenince çok korkunç birine dönüşüyordu, "Eylül Asel hiçbirşey hatırlamadan ona bilgi verme," Yanımda oturan kızın adı Eylül'dü. Eylül'de aynı şekilde kaşlarını çatmıştı, "Manyak mısın sen Göktuğ?" Diye gürlemişti, "O zaman bu kız nasıl hatırlayacak?" Göktuğ şifreli konuşarak, "Bu konu hakkında ona hiçbir şeyden bahsetmiyorsun Eylül seni bir daha uyarmayacağım," Eylül derin bir nefes verdi, "Anldım, buraya moralimizi bozmaya geldin. Ve bozdun. Şimdi gidebilirsin," Dedi sakince. Göktuğ odadan hışımla çıktı.

 

Kafamı anından Eylül'e çevirdim, "Sevgilim kim? Umarım bu yabani değildir," Dedim.

 

"Boşver tatlım sen şimdi onları," Dedi elindeki dosyayı açarak. İlk başta dudağında ve kaşında pirsing olan biri vardı. "Bu," Dedi parmağıyla adamı gösterirken, "Bartu seni kız kardeşi gibi görüyor ve sen de... Onu abin gibi görüyorsun anlayacağın bayağı yakınsınız," Bayağı yakın mıydık? "Şuan nerede?" Diye sordum madem yakındık neden yanımda değildi? Eylül derin bir nefes aldı, "Seni kurtarma anında vurulmuş. Şuan durumu iyi ama henüz dışarıya çıkmak için erken," Gerçekten yakınımdı... Beni kurtarmak için mi vurulmuştu? Diğer bir dosyayı açtı, "Bu daa benim Evrenler tatlısı sevgilim Murat. Aranızda nasıl bir ilişki var bilmiyorum ama seni korumayı kendisine görev olarak bilmiş. Sürekli atışıp duruyorsun," Dedi gülerek, benim nasıl arkadaşlarım vardı? Hepsi beni önemsiyordu... Keşke herşeyi hatırlayabilseydim. Başka bir dosyayı daha açtı, "Bu da ben ismim Eylül ve senin en yakın arkadaşınım. Öyleyim değil mi?" Dedi tatlı bir şekilde fakat yanlış bir soru sormuştu çünkü ben bilmiyordum. Omuzlarımı kaldırıp indirdim, "Şey... Bilmiyorum ki," Eylül kocaman bir kahkaha attı. Koluma vurarak, "Şaka yapıyorum," Dedi. Yüzümde istemsizce bir gülüş oluştu. Bu kızın enerjisi bana iyi gelmişti. Başka bir dosyayı açtığında yüzünü buruşturdu, "Buna hiç gerek yok," Dedi sarı saçlı kızın dosyasını kapatırken. Kolundan tuttum, "Kim bu kız?" Dedim kaşlarımı çatarak onu neden sevmiyordu? "Ya bu kız varya tam bir çiyan," İstemsizce güldüm, "Çiyan mı?" Gülüşüm kahkahaya dönüştü. Eylül kaşlarını daha çok çattı, "Evet çiyan! Beni ciddiye al bak!" Hala güldüğüm için sinirleri daha çok bozulmuş olmalıydı "Bu çiyan varya bu çiyan senin sevgiline yan gözle bakıyor," Dediğinde gülmeyi bıraktım. Boğazımı temizleyip kendimi toparladım, "Bakabilir sorun yok. Sonuçta benim sevgilim yanımda değil," Eylül derin bir nefes aldı, "Nereden biliyorsun yanında olmadığını?" Ellerimle odayı gösterdim, "Hani nerede? Gelip bana 'Ben senin sevgilinim kendimi sana hatırlatacağım,' mı dedi?" Hayır dememişti...

 

Eylül dosyaları bir kenara attı. Gözlerini kıstı, "Sen biliyorsun," Dedi.

 

"Neyi biliyorum?"

 

"Kimin senin sevgilin olduğunu. Bilmesen bile şüpheleniyorsun?"

 

Bilmiyordum... Ama şüpheleniyordum. Göktuğ benim sevgilim olabilir miydi? Ama o olsaydı neden konuşmadı benimle?

 

Eylül konuştuğumuz konudan sapmış gibi komidinin üstüne dikmişti gözlerini ben de bakışlarımı komidine diktim. Bardağın altında bir kağıt vardı.

 

"O kağıt ne?" Diye sordu Eylül. Neden bu kadar sorun etmişti?

 

"Alınacak ilaçlardır. Başka ne olabilir ki?" Diye sordum. Eylül bardağın altındaki kağıdı alıp katlarını açtı. Kendi okumuş olmalı ki gözlerini istemsizce büyüdü. "Ne oldu?" Diye sordum merakla.

 

"Gö-Göktuğ nerede," Diye sordu kekeleyerek.

 

"Ne oldu?" Diye sordum tekrardan endişeyle.

 

Eylül ayağa kalkıp odadan çıktı. Arkasından bakakalmıştım ne olduğunu bile anlayamamıştım.

 

Göktuğ ile Eylül tekrardan odaya girdiklerinde sakin gözüküyorlardı. Eylül bipolar falan mıydı?

 

Ben de sakince, "Kağıtta ne yazıyor?" Diye sordum. Eğer kağıtta ne yazdığını söylemezlerse benden çekecekleri vardı.

 

Eylül güldü, "Önemli bir şey değil sadece yazanları yanlış anlamışım."

 

Derin bir nefes aldım, "Ne yazıyordu da yanlış anladın?"

 

Göktuğ yatağımın karşısındaki üçlü koltuğa oturdu, "Herşeye burnunu sokmak zorunda mısın?" Diye sordu memnuniyetsiz bir tavırla.

 

"İyi söylemeyin," Dedim kollarımı birbirine dolayarak.

 

Eylül tekrardan yatağın kenarına oturdu, "Ben diğer kişileri de tanıtayım," Dedi.

 

Elimin tersiyle dosyaları ittim, "İstemiyorum," Dedim huysuzca.

 

Eylül yanaklarımı sıkarak, "Ya tripte atarmış ya," Dedi.

 

Göktuğ, " 'Kurtulduğunu mu sanıyorsun Asel Kılıç? Bizden kurtuluşun yok bunu bil! Ölümün yakın.' " Dedi. Sonra ayağa kalktı, "Bu yazıyordu kağıtta. Eylül hadi kalk Asel biraz yalnız kalsın," Dedi odadan çıkarken. Eylül yanağımdan öpüp odadan çıktı.

 

Tehdit ediliyordum. Ama neden ben kime ne yapmıştım? Başıma keskin bir ağrı girdiğinde yatağıma sokulmuştum. Sanki o yatak değilde bir arkadaşımmış gibiydi. Ne kadarda saçmaydı değil mi? Yatağımı arkadaşım olarak görüyordum.

 

Nerede olduğumuzu bilmiyordum yabancı bir adam silahla beni rehin almıştı. Murat ve Bartu vardı. Karşımda da Göktuğ vardı. Çok endişeli görünüyordu. Neredeydik biz?

 

Tetiği çektiğinde acaba ağzımdan tiz bir çığlık çıkmıştı. Yabancı adam benden ayrılıp Göktuğ'un yanına gitti.

 

"Gidelim Göktuğ Sezgin. Yoksa kız burada canını verecek." Dediğinde Göktuğ bir adım öne çıktı. "Hayır Göktuğ diye bağırdım." Zorla ayağa kalktım.

 

Göktuğ'un gözleri dolmuştu. Murat'a dönüp. "Asel'i tutun." Dedi.

 

Murat, "Hayır kardeşim." Diye haykırmıştı

 

Göktuğ uyarı içeren bir bakış atıp "Haydi Murat." Dedi.

 

Gözlerimden yaşlar aktı. "Göktuğ yalvarırım gitme... "

 

"Benden gitme Göktuğ!"

 

"Göktuğ!" Diye bağırarak yataktan kalktığımda yatağımın kenarında Göktuğ'un oturduğunu gördüm. İçerisi loştu gecenin bir yarısı olduğunu düşünüyordum. Peki burada ne işi vardı?

 

Sürahiden bardağa su doldurup bana uzattı. Suyu alıp yavaş bir şekilde içmeye başladım. Neden bu kadar soğuk bakıyordu? Bir insanın bakışlarıyla üşünür müydü? Ben Göktuğ'un bakışlarından üşüyordum.

 

"Neden bana böyle bakıyorsun?" Diye sordum masum bir sesle, "Önceden sana kötü birşey mi yaptım?" Belki de yapmıştım hiçbirşeyi hatırlamıyordum sonuçta.

 

"Yapmadın," Dedi hırıltılı bir sesle.

 

"O zaman?" Dedim.

 

"Bakışlarımın bir sebebi yok," Dedi kafasını başka bir yöne çevirerek.

 

"Beni bahçeye çıkartır mısın?" Dedim yerimde kıpırdayarak. Koluma baktığımda serumun çıktığını gördüm.

 

"Yatıp uyusan daha iyi olur," Dedi ayağa kalkarak.

 

"Lütfen," Dedim ısrar ederek.

 

"Şu inadından vazgeç," Dedi.

 

Hiçbirşey demeden yatağıma yattım. Ardından kapının örtülme sesini duydum. Bana böyle davranma sebebini anlayamıyordum. İlk hastanede onu gördüğümde böyle değildi ama sonra ne olduda böyle davranıyordu?

 

Peki gördüğüm kâbusların anlamı neydi? Neden kimse sorularımı cevaplamıyordu?! Bana neden kimse yardım etmiyordu?! Gözyaşlarım yastığımı ıslatmıştı. Ağlayarak uykuya dalmıştım.

 

 

Elim kapının kulpuna gitti ve açtı. Göktuğ'u gördüğüm an gözlerim doldu. Başını zar zor kaldırmış bana bakıyordu. Üst kısmında hiç birşey yoktu. Ama vücudu yara içindeydi. Göğüs kısmında yanık izleri ve jilet izleri vardı... Akan kanlar kurumuştu. Onun canını çok yakmışlardı.

 

Koşarak yanına gittim. Önünde diz çöktüm. Ellerimi yanağına koydum. "Göktuğ'um."

 

Gülümseyerek. "Saçlarını kesmişsin. Çok yakışmış." Dedi.

 

"Bu hâlde bunu düşünme Göktuğ." Dedim ağlayarak.

 

"Benim seni düşünmediğim bir an bile yok Asel." Sesi kısık çıkıyordu.

 

hıçkırarak ağlamaya başladım. Dışarıdan siren sesleri geliyordu. Umursamadım ve Göktuğ'a sarıldım. Göktuğ acıyla inlediğinde geriye çekildim.

 

"Acı-" Diyeceğim sırada sol baş parmağını gördüm. Sargıdaydı. "Parmağına ne oldu?"

 

Göktuğ konuşacak halde değil gibiydi. Ağlayarak. "Parmağını mı kestiler?"

 

Kısık sesle. "Önemli bir şey yok." Dedi. Ellerimi yüzüne koyup yanağından öptüm. Bartu yanımıza gelip Göktuğ'un

Sandelyenin üzerindeki ellerini çözdü.

 

"Belki bir daha öpersen geçer."

 

Gülümseyerek tekrardan öptüm. Ellerimi yaralarında gezdirdim. "Çok acıttılar seni."

 

Göktuğ son kez gözlerimin içine baktı ve gözleri kapandı...

 

Çığlık atarak yataktan kalktığımda göğüs kafesim hızla kalkıp iniyordu.

 

Üçlü koltukta yine Göktuğ oturuyordu, "Neden buradasın?" Dedim kaşlarımı çatarak.

 

"Seni kontrole geliyorum," Dedi ilgisiz bir tavırla.

 

"Neden?" Diye sordum tekrardan.

 

"Çok soru soruyorsun," Dedi sıkıntılı bir nefes verirken.

 

Telefonu çalmaya başladığında ayağa kalkıp balkonun karşısında durdu, "Efendim," Dedi ardından karşıdaki kişiyi dinledi, "Bartu uyandığına göre ziyarete gidebiliriz," Dedi, "Tamam bugün gideriz," Dedi ve telefonu kapattı.

 

Daha arakasına dönmeden, "Ben de geleceğim," Dedim.

 

"Öyle birşey olmayacak,"

 

"Ben de geleceğim!" Diye direttim.

 

Odadan hiçbirşey demeden çıkınca yatağa yumruk attım.

Loading...
0%