@naz_2606
|
Kapım yumruklanmaya başladı. Bir kapıya bir de yüzü kanlar içinde kalan adama bakıyordum. Ne yapacaktım? Bana ne olacaktı? Hapislerde çürüyüp gidecek miydim? Hayır hayır olmaz benim de bir hayatım var değil mi? Ama belki hapise girmem sonuçta kötü bir adamı öldürdüm. Şuan öyle bir zamadayız ki suçsuz kişi hapise giriyor... Yerimde donup kalmıştım ne haraket edebiliyordum ne de karşımdaki adamın nabzına bakabiliyordum. Kapı yumruklanmaya devam ederken biri. "Asel aç kapıyı hadi güzelim." Dedi. Sesi ne kadar tanıdık geliyordu kimdi bu? Yanağımdan yaşlar süzülüyordu. Çocukluğumun katili olan adamdan intikamı mı alabilmiştim ama neden sevinemiyordum? O tanıdık ses yine bağırdı. Öyle bir durumdaydım ki artık sesleri bile ayırt edemiyordum. "Asel kapının arkasındaysan çekil." Dedi ve kapı kırıldı. Kapı kırıldığında içeriye hücum eden ekibim buraydı. Peki onlar beni suçlayacak mıydı? Eylül, "Şükürler olsun ona birşey olmamış." Dedi o da aynı benim gibi ağlıyordu. Ama ben hâlâ olduğum yerde bekliyordum. Artık bacaklarım beni taşımıyordu. Kendimi bırakmak istiyordum fakat bıraksam kim tutacaktı beni? Kimse tutmayacaktı çünkü benim kimsem yoktu. Murat vurulan adamın yanına koşarak giderken Göktuğ da benim yanıma geldi. Kızacak mıydı bana? Suçlayacak mıydı beni? Bileklerime kelepçe takıp çıkaracak mıydı beni buradan? Zorla konuşmaya başladım. Başımı her iki yana sallıyordum. "Ö-özür dilerim." Sesi kısık çıkarken. "Aferin sana." Dedi. Ve gelip sarıldı başımdan tutup göğsüne yasladı. Kendimi tutamayıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Çatlamış sesim ile konuşmaya başladım. "Sana sarılırsam herşey geçer mi?" Kafamı boynuna soktum. Kokusu beni rahatlatıyordu. En azından gerçeklerden uzaklaştırıyordu. "Geçer." Yalan söylemekten nefret eden adam sırf beni mutlu edebilmek için yalan söylemişti. "Ama geçmiyor Göktuğ." Güven veren bir sesle. "Geçireceğiz o zaman Asel. Birlikte geçmesini sağlayacağız." Dedi. Peki olacak mıydı? Atlatabilecek miydim bu olanları? Başını kaldırıp az önce vurduğum adamın yerine baktım ama o orada yoktu. "Yok." Dedim endişeli bir sesle. "Kim yok Asel?" Benden ayrılıp yüzüme baktı. "Vu-vurduğum adam yok." Ona baba bile diyemiyordum. "O nerede Bartu? Yaşıyor mu?" Dedi. Göktuğ. "Yaşıyor hemen hastaneye götürdüler." Bu güzel haberi duyduğumda ellerimle yüzümü kapatıp ağlamaya başladım. Mutluluk göz yaşı bunlar. Eylül koşarak yanıma geldi. Endişeli gözlerle bana bakıyordu. "İyi misin Asel?"Dedi. "İyi değilim Eylül hiç iyi değilim." "Neden yaptın bunu?" Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. "Öyle olması gerekiyordu." Yere oturup sırtımı duvara yasladım ve bacaklarımı karnıma çektim. "Hayır böyle olması gerekmiyordu." Nasıl diyebilirdi bunu? Benim yaşadıklarımı bilmeden nasıl diyebilirdi bunu? Yorgun gözlerimi ona çevirdim. Bağırarak. "Sen benim ne yaşadığımı biliyor musun? Peki o adamın bana ne dediğini biliyor musun?" "Hiçbir sebep onu vurmanı gerektiremez Asel. Hadi seni götürürlerse ne olacak? Ben seni düşünüyorum." Herkes bize bakıyordu. Göktuğ, "Ona birşey olmayacak." Eylül, "Nasıl bu kadar eminsin?" Göktuğ, "İzin vermem çünkü." Gerçekten izin vermez miydi? Eylül dış kapıya yürüdü. "Gördüğüm o yüzü unutmaya çalışacağım." O bu kadar etkilendiyse ben ne yapacaktım? Bartu yanıma gelip oturdu. "Sana ne söyledi Asel'im?" Herkes gibi saklamayacaktım. "Annemi öldürdüğünde annem ona 'Doğacak olan bebeğimize bunu yapma.' demiş." Dedim elimin tersiyle göz yaşlarımı silerken. Ama olmuyordu. Tekrardan doluyordu gözlerim. Sözün bittiği yere gelmiştik sanırım çünkü Bartu hiçbirşey demiyordu. Sadece yüzüme bakıyordu. Sonrasında kollarını bana dolayıp kafamı göğsüne koydu. "Kıyamam oğlum ben sana kardeşim gibi gördüğüm kız neler yaşıyor." Sessizce ve usulca akıyordu göz yaşlarım. Ne konuşabiliyordum ne de hıçkıra hıçkıra ağlayabiliyordum. Ne kadar süre böyle durmuştuk bilmiyordum ama hava iyice kararmıştı. Bartu bir abi edasıyla saçlarımı okşuyordu. Ben de sessizce göz yaşlarımı akıtıyordum. Karşımızda ki koltukta oturan Göktuğ, Aras,Cansu kaç saattir bizi bekliyordu. Sanki hepsi benim iyileşmem için uğraşıyorlardı.Ama ben iyi olamayacaktım ki... Bartu saçlarımı okşamaya devam ederken rahatlatıcı bir tınıyla. "Daha iyi misin güzelim?" Dedi. İyi miydim? Ben de ne halde olduğumu bilmiyordum ki. Çatallaşmış sesimle. "Bilmem." Dedim. Gerçektende ne halde olduğumu bilmiyordum. Göktuğ "Murat arıyor." Dediğinde Bartu'dan ayrılıp yanına gittim. Bedenim uyuşmuştu sanki. Etrafa kızarmış gözlerimle bakıyordum. Ayakta duracak gücüm yoktu. Bacaklarım titriyordu. Koltuğa tutunup Göktuğ'a odaklandım. Aramayı kapattığında gözlerimin içine baktı. Göktuğ, "Baban iyi. Sadece... " Sustuğunda ona 'Ne?' dermiş gibi bakıyordum. Derin bir nefes aldı konuşmaya tekrardan başladı. "Komada." Dediğinde başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Annem hayatta olsaydı ve bu yaptığımı duysaydı benden nefret ederdi. Etrafımdaki herşey dönmeye başladığında tutunacak bir yer arıyordum. Göktuğ koşarak yanıma geldiğinde beni kollarımdan tutup sabitledi. Ama nafile hâlâ etrafımdaki şeyler dönüyordu. "Hadi odana çıkalım fındık burun." Dediğinde sesi derinlerden geliyordu. Sanki şoktaydım etrafımdaki şeyleri algılayamıyordum. Göktuğ yürümeye başladığında ona ayak uydurdum. Beni bir kukla gibi hareket ettiriyordu. Göktuğ, "Siz gidebilirsiniz bundan sonrasını ben hallederim." Dediğinde merdivenleri çıkıyorduk. Bartu, "Sana güveniyorum ona iyi bak birşey olduğunda ilk beni ara." Göktuğ, "Tamam." Odama geldiğimizde beni yatağa oturttu. Önümde diz çöktü. Şiştiğinden emin olduğum gözlerimle onu inceliyordum. Şu durumumdaki en güzel şeyim olabilirdi. Kısık çıkan sesimle. "Ona ne olacak?" Diye sordum. Elimden tuttu. "O iyi olacak tamam mı?" "Nasıl bu kadar eminsin?" "Babanın durumu o kadar kötü değil. " "Seni anlamıyorum komada ki birinin durumu nasıl kötü olamaz?" "Bak Asel komanında türleri var ve baban ikinci derece de. Yani obtundasyon ağrılı uyarılara tepki verebilir. Beni şimdi daha iyi anlayabiliyor musun? Baban iyileşecek." Başımı salladım. "Anladım." "Hadi şimdi yat biraz dinlen." Başımı aşağı yukarı salladım. Yatağa yattığımda ayağa kalktı. Tam gideceği sırada bileğinden tuttum. "Gitmesen olmaz mı?" Korkuyorum Göktuğ. Gitme. Yüzüne arada uğrayan tebessüm belirdi. "Tamam gitmiyorum." Yatağımın karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Onun yoğun bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ama bundan neden rahatsız olmuyordum? Günün yorgunluğuyla gözlerim kapanıyordu. Kendimi uykunun kollarına bıraktım... ... Babam olacak adamın yanına gelmiştik. Ağzındaki oksijen maskesiyle tepkisizce yatıyordu. Israrlarıma karşılık odaya girmeme izin verdiler. Yavaş adımlarla yanına gidiyordum. Bana kızmasından korkuyordum. Ama kızamazdı değil mi? Çünkü o derin bir uykudaydı. Ya o uykudan uyanırsa ne olacaktı? Göktuğ beni koruyabilirdi değil mi? Arkama dönüp bizi izleyen Göktuğ'a baktım. Burada olup olmadığından emin olmalıydım. Yoksa babamın yanına gidecek cesareti bulamıyordum kendimde. Yanına geldiğimde tepesinde dikiliyordum. Başımı yana eğdim. "Hak ettin değil mi? Bu olanları hak ettin. Ama ben mutlu olamıyorum benden çocukluğumu çalan annemi çalan adamı vurduğum için mutlu olamıyorum. Çok üzülüyorum. Sende üzülmüş müydün annemi vurduğunda onun o anki yüzünü unutabilmiş miydin?" Yatakta yatan adam gözlerini açtı. Alnının ortasında yine delik açılmıştı. Ne oluyordu? O iyileşmemiş miydi? Seri bir hareketle oksijen maskesini çıkardı. Korkuyla Göktuğ'un olduğu tarafa baktım. Yoktu!! Orası sadece karanlıktı ışıkları yanmıyordu. Tekrar babama baktım. "Senin işini burada bitireceğim Asel." Sesi çok korkutucu çıkıyordu. Yataktan sıçradığımda Göktuğ yanı başımda diz çökmüştü. Hızlı hızlı nefesler alıp veriyordum. Yine kâbus görmüştüm. Dolmuş gözlerimle Göktuğ'a döndüm. "Neden bitmiyor bu kâbuslar?" Kendinden emin bir şekilde. "Onlarda bitecek." Dedi. Annem ölmeden önce hep saçlarımı okşardı. Onun eşliğinde uyurdum. Ama annem öldükten sonra kimse saçlarımı okşamadı. Yatağa geri yattım. Dolmuş gözlerimle "Saçlarımı okşayabilir misin?" Dedim. Yatakta oturması için yer açtım. Hiç tereddüt etmeden ve sorgulamadan oturdu. Parmakları saçlarımda gezintiye çıkmıştı sanki. Hâlâ nefes alışverişlerim hızlıydı. "Sakin ol." Dedi güven verici bir sesle. Ardından tekrar konuştu. "Sana bir hikaye anlatayım mı?" Dedi. "Anlat." "Bir adam varmış. Yıllarca takip ettiği bir kız çocuğuna aşık olmuş. Çocuk dediğime bakma sadece adamın gözünde çocuk olarak gözüküyormuş. Sonra bu adam kız ile tanışmış çok yakın olmuşlar. Ama kız çok acı çekiyormuş adam ise buna her tanık olduğunda kendi infazını veriyormuş. Sonra kendine söz vermiş bu kız çocuğunu iyileştireceğine dair kendine söz vermiş. Artık o kız üzülmeyecekmiş onu üzen herşeyi yok edecekmiş." Gözlerim kapanırken gülümsedim. "Neden bu hikaye bu kadar çok tanıdık geliyor?" "Belkide tanıyorsundur o adam ve kız çocuğunu." O adam ve kız çocuğu biz miydik? Sabah gözlerimi açtığımda yatağımın başlığına yaslanarak uyuyan adam karşıladı beni. Dün gece geldi aklıma. Tüm olanlara rağmen mutlu ve güzel bir an bırakmıştı bana. Çok rahatsız bir pozisyonda uyuyordu. Eminim her yeri tutulmuştu. Yattığım yerden yüzüne baktım. Kusursuzdu. Bir insan kusursuz olabilir miydi? Evet olabilirdi çünkü Göktuğ Sezgin kusursuz biriydi. Aklıma dün birini vurduğum gelince rahatsızca olduğum yerde kıpırdandım. En sonunda yatakta oturur pozisyona geldim. İnsan bazen kendini çok çaresiz hisseder. Böyle durumlarda birilerinden akıl almak ister ama yardım isteyeceği fikrini soracağı kimsesi yoktur. Bu yüzden kendi bildiğini okur. Ama kendi bildiği ya o kişiyi doğru yola çıkarmazsa? Ben bunu çok kez yaşadım. Hep birilerinden yardım istemek istedim ama olmadı bana kimse yardım etmedi. Ama bir annem veya bir babam olsaydı bu kötü anları hiç yaşamazdım değil mi? Hayır isyan etmiyordum. Benim ne haddimeydi isyan etmek? İsyan ederek Allah'a baş kaldırmazdım. Ama güzel bir hayatım olsun isterdim hiç olmazsa bir annem olsun isterdim. Dayanmalıydım. Peki neden? Çünkü bu benim sınavımda belki bu sınavı geçince diğer tarafta bir annem olacaktı. Bunun düşüncesiyle yaşadım ben bu zamana kadar. Diğer tarafta annemin olacağı düşüncesiyle yaşadım. Göktuğ inleyerek gözlerini açtığında ona bakıyordum. Sanırım her yeri tutulmuştu. Kendi acısını düşünmeyerek konuşmaya başladı. "İyi misin?" Yatakta bağdaş kurdum. "Bilmem hissiz gibiyim. Nasıl olduğumu bilmiyorum. Bir yanım mutluyken bir yanım üzgün. Değişik bir duygu." "Seni anlıyorum. Ama merak etme bu günlerde geçecek." "Neden sana bu denli güveniyorum?" Yataktan kalktı. "Güvenilecek biri olduğum için. " Deyip göz kırptı. Bir anıda mahvetmese olmayacak. "Kahvaltıya bütün ekibi cağırıyorum. Konuşmamız gereken şeyler var." Başımı salladım. "Tamam." Odadan çıkacağı sırada. "Göktuğ." Dedim. "Bana ne olacak?" Bana ne olacaktı? Hapise girmeyecek miyim? Sonuçta birini vurmuştum. Omzunun üstünden bana baktı. "Sana birşey olmayacak Asel." "Nasıl olmayacak Göktuğ? Ben birini vurdum." Tamamen bana dönüp. "Sizin galaksinizde ki gibi işlemiyor buradaki işler. Şuanda adaletin önünde sen haklısın. Çünkü babanın yaptıkları çok kötü şeyler." Gözlerimi büyüttüm. "Nasıl ya?" "Anladın işte fındık burun." Odadan çıkıp merdivenlerden inmeye başladı. Ben de arkasından mutluluklar koşuyorum. "Ben şimdi özgür müyüm?" Güldü. "Zaten özgürdün." Peki benim vicdan azabım ne olacak? Başımı her yastığa koyduğumda onun kanlı yüzünü görüp duracağım. Merdivenlerden inip mutfağa doğru yöneldi. "Onlar gelene kadar ben kahvaltı hazırlayacağım ve sende oturacaksın." Karşı çıkmadım. "Tamam." Kendime bir sandalye çekip kafamdaki başka bir soruyu yönelttim. "Onu buraya getirmeye nasıl ikna ettin?" "Hiç zor olmadı. Yüklü bir miktarda para onu ikna etti." Zaten böyle birinden bu beklenirdi. "Uyandığında diğer galaksiye herşeyi anlatırsa ne olacak?" "Diğer galaksiye gideceğini kim söyledi?" Kaşlarımı kaldırdım. Demek ki oraya hiç dönmeyecek. Gözüm dolabın üstünde asılı olan takvime kaydı. Sessizce "Anneler günü." Dedim. "Evet anneler günü ve sen anneler gününü kutlayacaksın." "Annem hayatta değil Göktuğ." "Ama bu kutlayamayacağın anlamına gelmiyor." "Nasıl kutlayacağım?" Salatalık doğramayı bırakıp bana döndü ve tezgaha yaslandı. "Önce senin annenin mezarlığına gideceğiz ve sonra benim annemin yanına gideceğiz." Gözlerim doldu. "Annemin mezarına gidemem." Şaşkınlıkla. "Neden?" Diye sordu. "Bana kızgındır hayatta olsaydı da çok kızardı." "Ama bu seni affetmeyeceği anlamına gelmiyor." "Affeder mi sence?" "Sana kıyabilir mi sence?" Buruk bir tebessüm oluştu yüzümde. "Kıyamaz." Kıyamazdı ki o bana. Tekrar salatalıkları doğramaya başladı. Göktuğ herşeyi hazırlamıştı şimdi ise ekibin gelmesini bekliyorduk. Kapı çaldığında ayağa kalktı ve kapıyı açtı. Eylül'ün yüzünden düşen bin parçaydı. Benimde ondan bir farkım yok. Murat, "Bunun gizli bir görev olduğunu biliyorsun Eylül. Seni nasıl annene götürebilirim? Bu işimizi tehlikeye atar." "Senin işin benden daha mı önemli?" "Evet." Evet mi dedi o? Gözleri dolan kız tükürürcesine konuştu. "Kötüsün." Murat'ı arkasında bırakıp sandalyeye oturdu. Murat, "Öyle demek istemedim." Zaten hep böyle olur herşeyi yaparlar ondan sonra 'Öyle demek istemedim.' Derler. Bartu yanıma gelip oturdu. Saçlarımı karıştırıp. "Nasılsın bakalım?" Diye sordu. "Karışık." "Biz seni el birliğiyle iyi yapacağız." Dedi gülerek. Buna hiç inanamıyorum. Göktuğ, "Haydi masaya geçelim." Ayağa kalkıp kahvaltı masasına oturduk. Deniz, "Annemin hazırladığı kahvaltı masasını andırıyor. Çok özledim onu." Burukça tebessüm ettim. "Ben de annemi çok özledim." Hepsi üzgün gözlerle bana baktı. Murat boğazını temizleyip konuşmaya başladı. "Asel yarın Poyraz'a yazıyorsun." Durgun gözlerle Murat'a baktım. "Bu görevi başka biri üstlense olmaz mı?" "Olmaz işimizi tehlikeye atamayız." Göktuğ'a baktım o bu duruma el atardı değil mi? Göktuğ, "Biraz daha uzatsak bu zamanı?" Murat arkasına yaslandı. "Sakın duygularını işe karıştırma Göktuğ yoksa ya sen ya o zararlı çıkarsınız. Göktuğ tek kaşını kaldırdı. "Benden daha mı iyi bileceksin?" "Anlaşılan senden daha iyi biliyorum kardeşim." Ortam gerildiğinde Eylül konuşmaya başladı. "Pis işkolik." Murat Eylül'e döndü. "Senin gönlünü alacağım ve bu dediklerine pişman olacaksın." "Nah olurum." Eylül annesini çok özlemişe benziyordu. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Ve Murat'ın söylediği şey ile daha çok üzülmüştü. Cansu arkasına yaslandı. "Bence Poyraz ve Asel'i izleme görevini Aras'a vermeliyiz." "Niyeymiş o?" Dedim kaşlarımı çatarak. "Çünkü bu işler genellikle Aras'a verilir." "Tamam o zaman bu seferde Göktuğ'a verilsin." "Aras daha tecrübeli canım işimizi tehlikeye atmamak için Aras daha mantıklı." Göktuğ, "Hayır bu işi ben hallederim." Dediğinde Cansu susmak zorunda kaldı. Kahvaltıyı yapmış koltuklara oturup kahve içiyorduk. Pardon içiyorlardı ben ise masaya odaklanmış öylece bakıyordum. Sanki birşey düşünüyor gibiydim ama hiçbir şey düşünmüyordum. Bir boşlukta gibiydim. Veya biri beni ıssız bir çöle atmış ve orada bırakıp gitmiş gibiydi. Bir bilinmezliğe gidiyordum. Göktuğ yanıma yanaşınca odaklandığım yerden ona döndüm. "Anneni ziyarete gitmeye ne dersin?" Söylediği şey ile gözlerim parladı. Hızla başımı salladım. "Olur." "Tamam o zaman." Ayağa kalktı. Ardından ben de kalktım. Murat, "Nereye?" Diye sordu. "Asel'in annesinin mezarına gideceğiz." Murat başını anladım der gibi salladı. Göktuğ bana dönüp. "Hazırlandığında beni çağır." "Tamam." Çok heyecanlıydım annemi görmeye gidecektim. Hızla odama çıktım ve dolabımı açtım ne giysem diye düşünüyordum. Mavi bir elbise görünce annem ile konuştuklarımız geldi aklıma. "Nasıl olmuşum anne?" "Prensesler gibi olmuşsun. Mavinin en çok yakıştığı kız sensin." "Ciddi misin?" "Hemde hiç olmadığı kadar." Elime aldığım mavi elbiseye dolmuş gözlerimle bakıyordum. Elbiseyi giydim ve sonrasında aynadan kendime baktım. Güzel olmuştum. Annemin dediği gibi prensesler gibi olmuştum. Dolaptan beyaz bir spor ayakkabı çıkardım ve giydim. Çantamın içine bir gözlük attım.  Aşağı indiğimde kimse yoktu hepsi gitmişti. Göktuğ beni görünce gözleri ışıldadı. Yüzünde belli belirsiz bir gülücük oluştu. Yanına gidip. "Haydi gidelim." Dedim. "Gidelim." Herzamanki gibi yine belimden tutup kendine çekti ben ise gözlerimi kapattım. "Gözlerini açabilirsin." Gözlerimi açıp etrafa baktım. Annemin mezarlığı oradaydı. Göktuğ'dan ayrılıp mezarın yanına gittim. Göktuğ ise bizi yalnız bırakmak istermiş gibi uzaklaştı. "Anne." Dedim gözyaşları içinde. "Nasılsın anne?" Elimle çıkan otları yoldum. Kimse benim annemin mezarını kirletemezdi. "Sana bu sefer gül getiremedim özür dilerim." Toprağa yaklaşıp güldüm. "Şu benimle gelen adam varya bana aşık. Sanki ben de ona boş değilim gibi. Belki damadın olur anne." Hem gülüyor hem ağlıyordum. "Sende çok isterdin beni gelinlikle görmeyi değil mi? Eğer evlenirsem söz veriyorum yanına geleceğim anneciğim." Yanıma gelen Göktuğ'a baktım. Bana uzattığı güllere bakıyordum. Gülümsedim. Göz yaşlarımı sildim. Fakat onlar akmaya devam ediyordu. "Teşekkürler." "Rica ederim fındık burun." Toprağa gülleri ekmeye başladım. "Anneler günün kutlu olsun annem." Dudaklarımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım. "Bu anneler gününde yanımda olsaydın ne olur? Herkes annesiyle birlikte ama ben çok yalnızım." Uzun bir süre annemle konuştum. Göktuğ yanıma gelip mezar taşına oturdu ve parmağıyla beni gösterdi. Anneme beni şikayet etmeye başladı. "Kızınız çok duygusal herşeye ağlıyor ve bu beni sinir ediyor. Ayrıca kendi bildiğinden hiç vazgeçmiyor." Güldüm. "Ben seviyorum ama bu huylarımı." "Ben de seviyorum fındık burun, ben seni her halinle seviyorum." Gözlerimi büyüttüm. Ellerini yüzüme getirdi ve gözyaşlarımı sildi. "Artık ağlama yalvarırım." Bir ajan küçük bir kıza karşı yalvardı. Başımı salladım. "Tamam. Haydi şimdi senin annene gidelim." |
0% |