Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. "Ela Gözlerine Fena Bela Olurum!"

@nazankaraermis

Tahin ile Pekmez bir gün basılırsa kitaptan gelen gelir Lösev'e ve SMA'lı bebeklerimize bağışlanacaktır.🌸

 

Ekin Uzunlar - Yokluğunun Kefeni

 

Keyifli Okumalar.🤎

 

Gül'den;

 

"Bu sipariş masa üçe, hemen!"

 

"Şey patron, cam kenarındaki mi yoksa duvar kenarındaki masa üçe mi acaba?" diye sorduğumda Bay Hard kaşlarını çattı. Şirin şirin gülümsedim. "Aa, tamam anladım efendim."

 

Arkamı dönüp elimdeki tepsiyle ilerlerken sinsi sinsi gülüyordum. Kovuldun kelimesini duymama şu kadarcıktan az kalmıştı, hissediyordum.

 

Elimdeki siparişlerin duvar kenarındaki masa üçe gideceğini bile bile cam kenarındaki masaya ilerledim. Sonuçta masalara sayı yapıştırmamak onun suçuydu. "Siparişleriniz geldi efendim." dedim tüm şirinliğimle, kibarlığımla. Oysaki az önce vermiştim siparişlerini.

 

Üniversite öğrencisi olan, kibirlikten uzak iki şirin kız şaşkın şaşkın bana baktı. Onların siparişlerini on dakika geciktirmeme rağmen olay çıkarmamışlardı. Bu yüzden onları sevmiştim. "Şey yanlış getirdiniz sanırım. Bizim siparişlerimizi beş dakika önce getirmiştiniz." diyen esmer kıza baktım.

 

Tatlım herhalde getirdim siparişlerinizi, bunu biliyorum zaten.

 

Omzumun üstünden geri dönüp patrona baktım. Tezgahtaki düzenlemeleri yapan elemanlara direktifler yağdırırken oldukça öfkeli görünüyordu ama bu kimin umrundaki dostum?

 

O son Amerikan filmini izlememeliydim, lanet olsun dostum!

 

Yeniden kızlara döndüm. "Şey, bunlar müessesemizin ikramı efendim." dedim tepsideki içecekleri önlerine bırakırken. "Afiyet olsun."

 

Kızlar şaşkın şaşkın içeceklere bakarken arkamı dönüp tezgaha ilerliyordum ki tam da tahmin ettiğim gibi masa üçteki yaşlı adam ve karşısındaki genç kadın bana baktı. "Bizim siparişlerimiz nerede kaldı?" diye öfkeyle soluyan yaşlı adama baktım. "Alt tarafı iki kahve getireceksiniz!"

 

Tatlı tatlı gülümsedim. "Hemen getiriyorum efendim!"

 

"Beş dakika önce de aynısını söylediniz!"

 

"Öyle mi?" diyerek gülümsemeye devam ettim. "Bakın sayemde hafızanızın yaşınızdakilere kıyasla ne kadar güçlü olduğunu öğrenmiş oldunuz. Bana teşekkür borçlusunuz bayım, şey yani bey, beyefendi!"

 

Adamı övmeme rağmen o kaşlarını çattı, sinirlendi. "Sana hiçbir şey borçlu değilim fakat sen bize iki kahve borçlusun!" dedi.

 

Bu yaşlılar neden bu kadar anlayışsız ki?

 

"Ah öyle mi?" dedim. "O halde hemen borcumu ödeyeyim, borçlu kalmayı sevmem!"

 

Tezgaha dönüp iki kahve söyledim. Kahvelerin olmasını beklerken biraz kurabiye tırtıkladım. Ta ki patron görüp, "O kurabiyelerin parasını maaşından keseceğim!" diyene kadar.

 

"Ne kadar ki bunlar?" diye sordum şaşkınca.

 

"Tanesi otuz lira!" dediğinde gözlerim fırladı. Yaşlı, kel, göbekli, kısa boylu, bıyıklı şey zaten avucumu doldurmayacak kadar para veriyorken bir de kurabiye yedim diye paramı kesecek! Şuna bak sen!

 

"Ama efendim, otuz liralık kurabiyeden sadece bir ısırık aldım. Isırdığım kısmın büyüklüğüne bakarsak otuz liralık kurabiyenin sadece elli kuruşluk kısmını ısırmış olduğumu göreceksiniz." dediğimde adamın yüzü kıpkırmızı oldu.

 

İçinden her şeye de bir cevabı var dediğine yemin edebilirim ama ispatlayamam.

 

"Kaybol!" dedi. Her konuda haklı olarak üste çıkmamı sindiremiyordu. Benimle kaşık atabilecek biri henüz anasının karnından doğmamıştı!

 

Aşık mıydı acaba o?

 

Her neyse işte.

 

Tam kovulduğum sırada hazır olan siparişleri alıp duvar kenarındaki masaya ilerliyordum ki, "Bekle!" diyen patronla durdum ve ona döndüm. "Az önceki siparişler duvar kenarındaki masaya gidecekti Gül?"

 

"Ben onları cam kenarındaki masa üçe götürdüm patron." dedim vurdumduymaz bir tavırla.

 

Patronun yüzü iyice kızardı, renk attı. "Onlar duvar kenarındaki masa üçe gidecekti!" dedi dişlerinin arasından.

 

Omuz silktim kayıtsız bir tavırla. "Bunda benim bir suçum yok patron, size hangi masaya götürmem gerektiğini sormuştum." Numara verdiği masalara numara yapıştırmamak onun suçuydu.

 

Adam cebinden çıkardığı mendille yüzünü silerken ateş saçan gözleriyle de beni havaya uçuruyordu. "Şimdiye kadar hangi masa nerede öğrenmiş olman gerekiyordu! Bir de senin için cin gibidir demişlerdi!"

 

Kim dediyse doğru demiş ama konumuz bu değil.

 

"Ama patron iş konusunda çok tecrübesizim. Alışmam zaman alıyor."

 

"On gün," dedi dişlerini gıcırdatarak. "On gün oldu Gül! On gündür seni işe yeni almışım gibi davranıyorsun!" Derin derin nefeslendi. "Demir'in hatrı olmasa, her akşam konuştuğumuzda benden rica etmese seni hemen kapıya koymuştum ama işte!" demesiyle az kalsın elimdeki tepsiyi düşürüyordum.

 

Gözlerim heyecanla parlarken, "Demir mi?" diye sordum. "O mu önerdi beni size?"

 

"Evet," dedi ters ters. "Keşke o gün telefonunu açmasaydım!" diye söylenerek içeriye gittiğinde birkaç saniye kalakaldım.

 

Beni aramıyor, sormuyordu hiç. Israrla ondan telefon bekliyor, sık sık arıyor, mesajlar, özellikle sesli mesajlar gönderiyordum sesimi duyar da belki gelir, gelmese bile arar diye ama hiçbirine dönüş yapmıyordu. Annemi arıyor, babamı arıyor, arada Sinan abimle konuşuyor ama beni asla ama asla aramıyordu.

 

Ona geçen ay annemden iş aradığıma, artık çalışmak istediğime dair haber gönderdim ve her ne hikmetse ertesi gün telefonum çaldı ve bir lokantada işe başladım. Sırf beni abime şikayetlesinler diye yapmadığım şey kalmamıştı ve beni kim kovduysa, "Demir'in hatrı, Demir'e dua et sen!" demişti.

 

Madem aramıyor, sormuyor, en azından mesaj bile atmıyor, ben de onu ayağıma getirtmesini bilirdim!

 

Göreceğiz bakalım Demir Bey, el mi yaman yel mi?

 

Bel miydi o?

 

Aman, her neyse işte!

 

Tepsideki yaşlı adamın kahvesine bakarken aklıma kahvesine tükürmek geldi. Bugün sabrımı çok zorlamış, beni bunca insanın içinde azarlamıştı. Kimsenin görmediğine emin olup usulca kahveye eğildim ve yavaşça tükürdüm. Şimdi olmuştu işte.

 

Doğrulup kocaman gülümsememle arkamı döndüm ve yaşlı adama doğru ilerledim. Kahvelerini önlerine bırakırken yaşlı adam ters ters baktı. "Afiyet olsun efendim." dedim tatlı tatlı.

 

"Bir saatte anca getirdin kahveyi!" diye söylenerek fincanı tuttuğunda, "Sadece on bir dakika gecikti kahveniz efendim," dedim. Bileğimdeki saate baktım. "Ah, şimdi on iki oldu."

 

Adam bana dik dik bakınca daha fazla konuşmayı kesip gülümsedim. "Afedersiniz efendim."

 

Merakla adamın kahvesini içmesini beklerken, arkasındaki masada oturan kumral, buğday tenli, ultra yakışıklı adam, "Yerinizde olsam o kahveyi içmezdim." demesiyle yaşlı adamla birlikte aynı anda ona baktık fakat o masaya serdiği dosyalara bakıyordu.

 

"Size demedi efendim." dedim hemen. "Kulağında Bluetooth kulaklık var, sanırım telefonla konuşuyor."

 

Adam tam bu sırada başını kaldırıp önce bana sonra yaşlı adama bakmasın mı? Kulağındaki kulaklığı çıkartıp, "Hayır, size dedim." dedi yaşlı adama bakarken. "Hanımefendinin kahvenize tükürdüğünü gördüm." dediğinde gözlerim büyüdü.

 

Hadi ama!

 

O kadar dikkat etmiş, kimsenin görmediğinden emin olup öyle tükürmüştüm kahvesine. Bu adam başını dosyalardan kaldırmadığı halde nasıl gördü?

 

Yaşlı adam, ela gözlü adamın cümlesinden sonra ateşe dokunmuş gibi fincanı bırakınca panikle, "Hayır efendim hayır!" dedim. "Yalan söylüyor, inanmayın lütfen!"

 

"Öyle mi dersin?" diyen ela gözlü adam yerinden kalkıp yanıma geldi. Elleri cebinde bana üstten üstten bakarken, mecazi anlamda değil gerçek anlamda diyorum adamın boyu net bir doksan vardı, tatlı tatlı gülümsedi. "Kahveye tükürmediğini mi iddia ediyorsun yani?" diye sorduğunda kaşlarımı çatıp başımı salladım.

 

"Bana iftira atıyorsunuz şu an da, bunun için sizi şikayet edeceğim!" dedim üste çıkarak.

 

Adam bu tavrıma tek kaşını kaldırarak baktıktan sonra, "Pekâlâ," dedi dolgun dudaklarını yalayarak. "Güvenlik kameralarına bakalım öyleyse. Bakalım kahveye tükürmüş müsün yoksa tükür-..."

 

"Tamam bana iftira atmanızı bu seferlik affediyorum, gider misiniz lütfen?"

 

Allah'ım, nereden çıkmıştı bu adam şimdi?!

 

Tamam gün sonunda kovulacağım ama bu şekilde değil!

 

"Bu ne rezalet!" diyen yaşlı adam yumruğunu masaya vurunca irkildim. "Hemen buranın sahibiyle görüşmek istiyorum!"

 

"Bakın bir yanlış anlaşılma var..." diyerek engel olmaya çalıştım ama adam öfkeyle yanımdan geçip gitti.

 

Hırsla, öfkeyle ela gözlü adama döndüm. "Eğer kovulursam seni bulur, başına bela olurum!"

 

Sözlerimi tiye aldı. "Beni tehdit mi ediyorsun?" diye gülümsedi.

 

Elimin tersiyle pahalı olduğu on kilometre öteden belli olan ceketinin omzunu silkeledim sanki toz varmış gibi. "Bu nerenle dinlediğine bağlı." dedim tatlı tatlı.

 

Omzunu silkeleyen elime baktığında omzunu sıktım ama mimik oynamadı suratında. "Bana zarar verebileceğini mi sanıyorsun?" diye beni küçümsediğinde ben de onu kıçımsadım.

 

"Beni hafife alma ela gözlü uşak," diyerek onu uyardım. "Ela gözlerine fena bela olurum, ruhun duymaz."

 

Yüzüme eğildi. "Hiçbir şey yapamazsın." diyerek gülümsedi.

 

Aslında niyetim onu gerçekten korkutmaktı ama kendi kaşındı. İşaret parmağımı göğsüne vurdum. Çok sertti. "Sen kaşındın," dedim onun gibi gülümseyerek. "Beni kışkırtmamalıydın dostum!" Yüzüme eğilmiş olmasına rağmen parmak uçlarımda yükselip kulağına yaklaştım. Pahalı olduğu belli olan ama ağır olmayan, hoş kokulu parfümü kısa bir anlığına dikkatimi dağıtsa da çabuk toparladım. "Bundan sonra nefesimi ensende hissetsen iyi olur."

 

"Adını bile bilmediğin birini tehdit etmen ne kadar da komik!" dedi gülümsemeye devam ederek.

 

O sırada arkasındaki kadın, "Tahir, toplantıya geç kalacağız. Gitsek iyi olur." deyince bu defa gülme sırası bana geçerken o kaşlarını çattı.

 

Kısa, çok kısa bir an kalbimde bir çarpıntı hissettim.

 

Dört fincan kahve içmiştim sabahtan beri, ondan olsa gerek.

 

"Adın ezberimde bundan sonra," dedim. "Yakında yeniden görüşeceğiz, Tahin!"

 

"Adımı yanlış söyledin." dedi bundan hoşlanmayarak. "İsmim Tahir!"

 

"Biliyorum," dedim. "İsmin Tahin. Bende ismin Ayşe demedim zaten."

 

Bana öfkeyle baktığında uzun uzun ela gözlerine baktım. Kısa, çok kısa bir an hastanedeyken yanıma gelen ve bana Kurbağa Prens'i okuma sözü verip ertesi gün basıp giden o küçük çocuğu hatırlattı gözleri. Onun ismi de Tahir'di. Bu o olabilir miydi?

 

Hayır hayır.

 

O beni tanır, bilirdi. O olamazdı.

 

"Gül!" diye bağıran patronla yerimde sıçrarken daldığım bakışlardan kopup hızla arkamı döndüm. Uçuşan saçlarım Tahin'in yüzüne çarpmıştı tokat gibi.

 

Burnundan ve kulaklarından dumanlar çıkartan patronum bana öfkeyle bakıyordu. Eli kapıyı gösterirken, "Kovuldun!" diye bağırdı.

 

"Kabul etmiyorum," dedim omuz silkip kollarımı göğsümde toplarken. "Siz beni kovamazsınız, ben istersem istifa ederim ve tam şu an istifa ediyorum."

 

Belimdeki önlüğü çıkartıp tezgaha koyduğumda patron her an bir kalp krizi, beyin felci geçirebilirdi. "Bu küstahlığını Demir'e bir bir anlatacağım!" dediğinde parlayan gözlerimle ona baktım.

 

"Gerçekten mi?" diye sordum heyecanla. "Lütfen anlatın, nolur anlatın, hatta arayın hemen şimdi anlatın ama kesinlikle anlatın tamam mı?! Beni iyice kötüleyin, hatta bana hakaret edin. Dayanamaz, belki beni arar o zaman."

 

Patron bana hayretle baktığında, "Defol!" diyerek kovdu beni.

 

Burun kıvırdım. "Ben de sizin mekanınıza meraklı değildim zaten!" diyerek sırt çantamı ve ceketimi alıp arkamı döndüm. Dosyalarını toplayan Tahin'le göz göze geldiğimizde elimi kaldırdım. "Görüşmek üzere Tahin!" dedim sırıtarak.

 

Mekandan çıktıktan sonra ellerimi açtım, başımı kaldırdım semaya doğru. "Allah'ım bugünde kovuldum çok şükür. Mükafatı olarak Demir kulunu ne zaman görebilirim acaba?" diye sorduğumda birinin gülme sesiyle başımı eğip karşıma baktım.

 

Karşımdaki siyah Range Rover'a yaslanmış, lacivert kumaş pantolonunun üzerinde kısa kollu beyaz gömleğiyle kollarını göğsünde toplamış gülerek doğrudan bana bakan esmer adama baktım kaşlarımı çatarak. Tamam, belalıyız dedik de her belayı da çekmeyelim be kardeşim!

 

"Kovuldun mu gerçekten?" diye sorarken gülüyordu. Yanaklarındaki gamzeler hoşuma gitmişti. Gamzeli insanları hep kıskanmışımdır.

 

"İstifa ettim demek daha doğru olur," dedim omuz silkip. Kovuldum demek gurur kırıcı. "Ben bu kapitalist düzen de birilerinin kölesi olup çalışarak beş kuruş kazanmaya karşıyım sadece."

 

"Yaşamak istiyorsan kapitalist düzene uyum sağlamak gerekir," dediğinde omuz silktim.

 

"Ben buna katılmıyorum," dedim. "Kapitalist düzene uyum sağlamadan da yaşamak mümkün." Duraksadım. "Yani mümkündür herhalde. Henüz araştırmadım."

 

"Kafa birine benziyorsun," dedi. Elini uzattı sonra. "Ferhat ben. Çevik Holding'in yönetim kurulu üyelerindenim."

 

Eline kararsızca baktım birkaç saniye. Haylaz, çapkın birine benziyordu ama bana öyle hissettirmedi. Yani niyeti benimle çapkınlık yapmak değildi. Bunu hissetmiştim. Uzattığı elini tuttum. "Şirin dememi bekliyorsan daha çok beklersin, Gül bende."

 

"Gül," diye tekrar etti ellerimiz ayrılırken. Güldüm bende.

 

"İsmin güzelmiş." dedi. Ha, adımdan bahsediyormuş. Bunu hep karıştırıyordum.

 

Birbirimize baktığımız salak bir anın içerisindeyken kovulduğum mekandan Tahin Bey ve ekürisi çıktı. Kızıl saçlı, seksi vücutlu kadın kutuda satılmayı bekleyen süs bebeklerine benziyordu. Ferhat hemen arka kapıyı açtığında süs bebeği bana ters bir bakış atıp arabaya bindi. Tahin Bey de elinde evrak çantasıyla sevgilisi gibi bana ters bir bakış atıp ön koltuğa bindi.

 

Ferhat şoför koltuğuna geçmeden önce bana baktı. "Seni bir daha görebilir miyim?" diye sordu.

 

Tatlı tatlı gülümsedim. "Rüyanda görebilirsin tabii ki." dedim. "Henüz rüyalara müdahale edemiyorum."

 

Güldü ve arabaya binip gittiklerinde arkalarından bakarken dank etti kafama. Çevik Holding demişti. Tahin Bey'de orada çalışıyor olmalıydı. Hemen telefonumu çıkartıp her soruya bir cevabı olan Google teyzeye girdim ve Çevik Holding yazdım. Direkt çıktı o nemrut yüzü.

 

Meğer bizimki Çevik Holding'in sahiplerindenmiş!

 

Aha, şimdi bittin oğlum sen!

 

Bende Gül isem bana bulaşmak neymiş göstereceğim sana!

 

Bekle beni Tahin!

 

***

 

"Ben geldüm!" diye bağırarak içeriye girdim ve ayaklarımı sürüyerek mutfağa ilerledim.

 

Trabzon bugün aşırı sıcaktı. Dolaptan hemen suyu çıkartıp kafama dikerken bulaşıkları makineye dizen annem kısa bir an bana baktı. "Yine mi kovuldun?"

 

Omuz silktim. "İstifa ettim." dedim.

 

Annem derin bir nefes aldı sen akıllanmazsın der gibi. "Bu kaçıncı oldu kızım?"

 

"On yedi," dedim. Kaşlarımı çattım. "Dur, on sekiz miydi acaba?"

 

"Kız!" diye bağırıp terliğine uzandı ve fırlattı. Belimi kıvırıp terlikten kurtuldum. Şu terliklerden kurtulmaya çalışırken dansöz olmuştum gerçekten! "Cevap veriyor bir de!" Derin derin nefeslendi. "Demir'e ne diyeceğim ben şimdi? Uşağım saa iş bulmakla mı uğraşsın dağda itiyle uğursuzuyla mı uğraşsın?!"

 

Kaşlarımı çattım. Sinirlenmiştim artık. "Hiçbir şey deme anne," dedim. "Bu kadar merak ediyorsa beni arasın, bana yazsın. Sizden haber göndermesin bana! Beni bir kez olsun arayıp sorduğu yok, mesaj attığı yok, kalkıp beni de merak etmesin! Sen de benimle ilgili hiçbir şeyi anlatma, bilmesin! Çok merak ediyorsa eğer arasın beni, ben anlatırım."

 

Sinirle mutfaktan çıkıp salonda gazetelerdeki bulmacaları çözen dedemin yanına gittim. İnşallah annem söylediklerimin aynısını söyler de Demir abim bu kez arar beni.

 

Gözlüğünün üstünden bana bakan dedem, "Bozulan bir şey söyle," dedi. Bulmacadan bir şey soruyordu. "Beş harfli."

 

Bir saniye bile düşünmedim çünkü cevap çok basitti: "Moralim!" dedim.

 

Bana ters bir bakış attı. "Beş harfli dedim."

 

"Psikoloji o zaman?" dediğimde bakışları hâlâ aynıydı. "Tamam tamam, sinir değil mi cevap?"

 

Senden adam olmaz bakışlarını atıp bulmacaya döndü dedeciğim. "Altın olacaktı cevap." dedi. Hiç aklıma gelmemişti. Aklım başka yerde olunca tabii, normal...

 

"Boşuna çabalıyorsun," diyen dedeme baktım. "Demir de sen de inatsınız. Senin neden böyle davrandığını biliyor o, bu yüzden sırf sana inat olsun diye aramaz seni."

 

Yumruklarımı yanaklarıma bastırıp dedeme baktım aman diler gibi. "Ne yapayım o zaman ben?" diye sordum. "Beni arasın diye yaptıklarım yüzünden tüm Trabzon tarafından tanınır hale geldim! Daha dün sabah bir çocuk gelip aa sen şuradaki kafenin belalı çalışanı değil misin, hani adamın karısını aldattığını söyleyip kafedeki insanları birbirine düşürmüştün, bir fotoğraf çekilebilir miyiz? dedi! İnanabiliyor musun dede? Bunu dedi gerçekten!"

 

Yalnız bu anı gerçekten yaşadım, şaka değildi yani.

 

Ama şunu söylemek isterim ki; yaptıklarımdan pişman değilim, aklım halen daha yapamadıklarımda.

 

"Aynen," diyen annem elinde çamaşır sepetiyle yanıma geldi ve çamaşır sepetini önüme bıraktı. "Daha dün Ayfer teyzen geldi. Senin kız topak mı olmuş dedi, bir şeyler söyledi işte. Kadının birinin saçını yolarken seni çekip internete koymuşlar."

 

Vay be, trend topic olmuşuz!

 

Şu canına yandığımın interneti sonunda beni keşfetti demek.

 

"Ay," dedim panikle. "İnşallah en güzel halimi koymuşlardır internete de millet prenses görür biraz."

 

"Kadın şikayetini geri çekmese giriyordun hapse." dedi annem. Evet, belalıyım derken şaka yapmıyordum. Başıma ne geliyorsa ya meraktan, ya boğazdan ya da şu dilimden geliyordu. "Neyseki Demir ta oralardan telefon edip kadınla konuşmuş da şikayetini geri çektirdi."

 

Bak gene Demir dedi!

 

Hayırsız oğlu arkamı topluyordu ama bir kez olsun aramıyor, sormuyor, mesaj atmıyordu. Nankör!

 

"Neyse," dedi annem. "Madem işten kovuldun..."

 

"İstifa ettim." diyerek düzelttim onu.

 

"Her neyse işte," dedi. "Sonuçta işsizsin yine. Al şu çamaşırları as da bir işe yara bari."

 

Oflayarak ayaklandım. "Ver kadın," dedim tepesinde durup çamaşır sepetini vermesini beklerken.

 

"Eğil de al!" dedi ters ters.

 

Direttim. "Eğilemem tacım düşüyor sonra." dediğimde bana ters ters bakıp söylenerek sepeti uzattı.

 

"Öldüreceksin sen beni." diye arkamdan söylenmesini umursamadan balkona çıktım. Tek tek tüm çamaşırları astıktan sonra kalan ufacık boşluğa baktım. Saçlarımı fazla hırpalamadan ikiye ayırdım ve avucumda toparlayıp saçlarımı iki uçtan çamaşır ipine mandalla asarken annem geldi yanıma. "Ne yapıyorsun kızım?" diye sorduğunda gerimde olduğundan yüzüne bakamadım.

 

"Çamaşırları astım, elim değmişken kendimi de asayım dedim."

 

Annem saçlarıma astığım mandalları çıkarttığında, "Şebeklik yapman bittiyse mutfağa geç, bana yemek yaparken yardım et." dedi.

 

"Emin misin anne?" dedim saçlarımı üstün körü düzeltirken. "En son mutfağa girdiğimde beş tabak, on iki bardak kırdım. Canın Sirtaki istiyorsa sen bilirsin, bana hava hoş."

 

Hayır, sakar değilim. Tabakla bardakların orada ne işi vardı?

 

Annem elleri belinde uzun uzun baktı bana. Baktı benden adam olmaz, hamakta manda gibi yatan tekne kazıntısına seslendi. "Mehmet, gel bana yardım et oğlum. Küçük ablandan vatana millete fayda yok malûm."

 

Lafını sokup oğluşuyla birlikte mutfağa gittiklerinde bende içeriye geçtim. "İki taraftan birinin inadından vazgeçmesi gerekir." diyen dedeme baktım. Bana değil bulmacasına bakıyordu. Bana demiyordu yani. Salondan çıkacakken, "Ne yapman gerektiğini sordun ya, onu diyorum." dedi bana bakarak. "Demir seni arasın, sorsun istiyorsan huyuna suyuna git, şu inadını bitir. Aksi halde Demir seni aramaz."

 

Evet Demir abim aşırı inattı. Bir kere inatlaşırsa ölüm kalım olmadığı sürece inadından vazgeçmezdi. Ama bende onun kardeşiyim neticede. Ben de bir o kadar inadımdır ve bu durumda inadından vazgeçmesi gereken biri varsa o da Demir abimdi, kimse kusura bakmasın. Ben inadımdan vazgeçmem!

 

Salondan çıkıp Demir abimin odasına gittim. Üstümden onun tişörtünü çıkartıp dolabından yeni bir tişört alıp giydim ve kendimi yatağına bıraktım. Sabah erken kalkmamdan ötürü gözlerim kapanırken Demir abim gibi kokan odası da uyumama yardımcı oldu ve ben akşam yemeğine kadar uyudum.

 

Uyandığımda suratımda kırışan çarşafın izi vardı. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa gidiyordum ki çalan kapıyla durup yönümü değiştirdim. Kapıyı açtığımda beni gören Sinan abim güldü. "Yapmışsın gene şovunu," dedi içeriye girdiğinde.

 

"Yaptık bir şeyler." dedim yarım ağız, omuz silkip.

 

"Gelirken kafeye uğrayayım seni de alır, öyle geçerim eve dedim. Bir gittim, gitmez olaydım. İbrahim abi açtı ağzını yumdu gözünü! Her şeye tamam da, adamın kahvesine tükürmek ne Gül? Pislik misin abicim sen?"

 

Burnumu havaya diktim hemen. "Benim kararlarım sizin nezdinizde makul bir zemine oturmak zorunda değil."

 

"Her şeye de bir cevabı var!" diyerek bana yüzünü ekşitti ve odasına doğru gitti.

 

Mutfağa girdiğimde herkes yerine oturmuş, annemin çorbaları servis etmesini bekliyordu. Abim de çok geçmeden ellerini yıkayıp geldiğinde annem çorbalarımızı servis etmeye başladı.

 

"Uyuyor muydun kızım?" diyen babama baktım.

 

"Yok baba, beş dakika kestirmişim öyle." dediğimde Sinan abim kıkırdadı. "Yüzündeki çarşaf izi beş dakikalık uyku gibi durmuyor." dedi.

 

Polis adam tabii, bir şey diyemedim. Ters ters baktım sadece.

 

"Sibel nerede?" diye soran babamla ona baktım çorbamı içerken ve o an fark ettim ablamın sofrada olmadığını.

 

"Nerede olacak? Çalışıyor." dedi annem. Bana kısa bir bakış atıp gönderme yaptı hemen. "Birileri gibi her gün kovulup iş değiştirmiyor ki!"

 

Babam hemen bana baktı. "Yine mi?" diye sordu sadece. Bu on sekizinci işimden istifa edişimdi halbuki ama adam alışamamıştı. Hâlâ şaşırıyordu.

 

"Açıklayabilirim baba!" dedim direkt. Ezdirmeyecektim kendimi.

 

"Yok kızım yok," dedi babam koluma dokunup. "Kesin sen haklısındır, hiç yorma nefesini boşa. Ben sana inanıyorum."

 

Direkt anneme bakıp gördün mü bakışları atarken annem babama döndü hemen. "Yüz verme şu kıza Ahmet!" diye kızdı babama. "Tepemize çıkıyor sonra. Bir insan on sekiz kere kovulmayı nasıl becerir?"

 

"Yalnız kovulmadım, istifa ettim!" diyerek ufacık düzeltme yaptım. Benim gibi prensesi kovacak insan daha anasının karnından doğmadı!

 

"Sen bilmiyor musun kızını Sümbül?" dedi babam. "Sırf Demir arasın sorsun diye kendini kovduruyor. Yoksa bizim kızımız, kızlarımız her türlü işi başarır. Gül beceriksiz, başarısız olsa üniversitede bölüm birincisi olmazdı."

 

Omuzlarım kabarmış, bir taraflarım arşa kadar kalkmıştı. Anneme gördün mü bakışları atarken annem ters ters baktı bana.

 

"Kopya çektiğine yemin edebilirim ama ispatlayamam!" diyen abime baktım.

 

"İspatlayamayacağın şeyleri konuşma." dedim ters ters. Üç beş dersten kopya çekmiş olabilirim ama bilgisayar benim uzmanlık alanımdı. Kimseye ellettirmem!

 

****

 

Yemekten sonra akşam ezanının okunmasına iki saat kala garajdan Demir abimin arabasını alıp dışarı çıktım. Bizim sokaktan çıkarken ilerideki parkta Çağla'yı görmemle sırıtıp camı açtım. Tek elimle direksiyonu kavrarken başımı camdan dışarı çıkardım serseri bir şekilde. "Kız..." diye bağırdım arabayı kullanmaya devam ederken. Bakışları bana döndü. "Senin mevsimin geldi mi?" deyip güldüğümde yüzünü buruşturduğunu gördüm.

 

"İğrençsin!" dedi arkamdan ama umursayan kim?

 

Çağla'yı atlattıktan sonra az ötedeki yol kenarında bir grup erkeği görmemle yolu kontrol edip camdan sarkarak, "Hey yavrum be, analar neler doğuruyor!" diye bağırdım onlara doğru.

 

Kendi aralarında sohbet eden, şakalaşan grup sesimi duyunca bana baktılar. Bir ikisi kaşlarını çatarken diğerleri gülüyordu. Arabayı geri sürüp yeniden yanlarından geçerken hızım bir kaplumbağa ile yarışırdı. Bu defa elimi sarkıtıp gülenlerin popolarına şaplak attım ve gaza basarak uzaklaştım.

 

Kadınların her an sözlü ve fiziksel tacize uğradığı bu dönemlerde bende aslında sosyal farkındalık yapmış olabilirim. Aynı şeyler ya size yapılsaydı?

 

Evet, az önce bu durumdan memnun olan erkekler de oldu fakat onların da şöyle düşünmesi gerekiyor; bu durumu ya anam, ya kız kardeşim ya da eşim yaşasaydı?

 

Bence her şey empatiden geçiyordu. İnsanlar empati yapmayı bilse, kendilerinin başkalarının yerine koyup hareket etse belki de dünya şu an daha çekilir bir yer haline gelebilirdi.

 

Ah, ben mi?

 

Ben zaten başlı başına bu dünyaya gönderilmiş, sekizinci harikaydım!

 

Yeşilin yanmasına beş saniye kala yolcu koltuğunun kapısı açıldı ve biri oraya oturdu. Bu, binlerce kez reddetmeme hatta dövmeme rağmen peşimde dolanan sapık İdris'ten başkası değildi. Bir bu eksikti zaten şimdi!

 

"İn ula arabamdan!" diye çemkirdim direkt.

 

Neden bir günüm şu herifin yüzünü görmeden, sesini duymadan geçmiyordu ki Allah'ım?

 

"Hâlâ mı naz ediyısın?" dedi gülerek. "İsteduğun gada nazlan gözel gözlüm. Önünde sonunda benum olacasun!"

 

"He, bak bak, senin olacağım bak!" dedim el hareketi çekerek. Yani gerçekten şunu da bana yaptırdı ya, ağlamak istiyorum! Tam diyorum, tamam bugün prenses olacağım. Ama yok! İlla biri yoldan çıkartacak beni.

 

"Allah'ım!" diye açtım ellerimi göğe doğru ama arabada olduğumuzdan arabanın tavanına bakabildim anca. "Kulların, özellikle şu yanımdaki kulun sabrımı sınıyor!"

 

Tam o sırada arkadan gelen korna sesleriyle yeşilin yandığını fark ettim. "İn arabamdan!" dedim İdris'e bakıp.

 

İnmesi gereken herif iyice yayıldı, kolunu cama yasladı. "İnmiyorum," dedi. "Hadi sür müstakbel karum, gidelum buralardan!"

 

Gülümsedim. "Gitmek mi istiyorsun?" dedim.

 

Bana baktı, iç çekti. "Evet," dedi. "Gidelum hadi."

 

Pekâlâ, gitmek istiyorsa eğer onu cehenneme kadar bırakabilirim.

 

Gazı kökledim ve asfalttaki araçlara makas ata ata ilerlediğimde az önce yayılarak oturan İdris şimdi koltuğa yapışmış vaziyetteydi. "Gül, yavaşla ula! Öldürecesun ha bizi."

 

Psikopatça sırıttım. "Bizi değil, seni öldüreceğim!" dediğimde dehşet dolu bakışlarını üzerimde yakalamıştım.

 

Ben onu in diye uyarmış mıydım?

 

Uyarmıştım.

 

İnmiş miydi?

 

Hayır.

 

Kendi kaşınmıştı. Sonuçlarına da katlanacaktı!

 

Birkaç yüz metre ötede kırmızı ışığı gördüm. İdris o ışıkta da inmezse gerçekten bugün bu arabayı ya bir ağaca vuracağım ya da şarampolden aşağı yuvarlayacağım!

 

Kırmızı ışığa yaklaştığımda hızımı düşürmeye çalıştım ve tam o anda pat diye önümdeki siyah araç durunca frene basmama rağmen hızımı alamadım ve bodoslama arabaya daldım. Alnımı direksiyona vurmaktan son anda kurtulurken hemen arabadan indim. O değil de çarptığım araç, bayağı pahalı bir arabaya benziyordu. Bunun masrafı öde öde bitmez de şimdi.

 

Derhal mağduru oynadım. "Çok affedersiniz, duracağınızı tahmin edemedim. Ben gerçekten..."

 

Araçtan inen adamı görmemle sustum ve kaşlarımı çattım. "Sen?" dedi şaşkınca. Ardından o da benim gibi kaşlarını çattı. "Yine mi sen ula?!"

 

Psikopatça sırıttım. "Ela gözlerine bela olacağım derken şaka yapmıyordum Tahin." dediğimde bana ters bir bakış atıp arabasını kontrol etti. "Polisi arıyorum, tutanak tutsunlar!" dediğinde gülüşüm hızla soldu.

 

Demir abim ayrı Sinan abim ayrı ağzıma... Öyle işte.

 

Hızla yanına gidip cebinden telefonunu çıkarmaya çalışan ellerini tuttum. Fazla yakındık. "Polise hiç gerek yok. Sende suçlusun üstelik. Aniden durdun önümde. Hem benim yanımda bir sapık vardı. Onun yüzünden gaza basmıştım. Ondan çarptım sana. Bak, o da araba da zaten." deyip arkamı dönüp arabama baktığımda içinde İdris'i göremedim. Hızla etrafa bakındım ama yoktu. Kaza olunca tabii, kaçmıştı pislik herif!

 

Yeniden Tahin'e döndüğümde bana sol kaşını kaldırmış bir halde bakıyordu. "Gitmiş," dedim dudak büküp. Elimi salladım sonra. "Her neyse, bu ufacık kazayı aramızda halledebiliriz ve bir daha asla karşına çıkmam." dedim.

 

İdris pisliği yüzünden şu adama da yalvarmak zorunda kaldım ya, pes gerçekten!

 

Ben kabul etmesini, polis çağırmayı reddetmesini beklerken o, usulca kulağıma eğildi. Parfümü ciğerlerime dolarken şöyle fısıldadı kulağıma: "Peki ben seni etrafımda görmek istiyorsam?"

 

Bölüm Sonu.🩶

 

Bölümle ilgili düşüncelerinizi buraya bırakabilirsiniz💭

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin⭐💬🙏

 

İletişim için İnstagram:

nazankrrmshikayeleri

nazankaraermis

 

Wattpad: @nazankaraermis

 

Seviliyorsunuz❤

 

 

Loading...
0%