Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. "İçimde Bastırdığım Duygular."

@nazankaraermis

Keyifli Okumalar.🤎

 

Gül'den;

 

Her ne kadar ibnelikler kraliçesi olsam da aslında pamuk gibi bir kalbim vardı. Bunu, beni sahiden iyi tanıyan insanlar bilirdi. Abim gibi. Ailem gibi. Pek dışa yansıtmazdım bunu ama gözlerime bakan bir insan anlayabilirdi aslında.

 

Ne garip! O da gözlerime bakmıştı ama anlamamıştı.

 

Demek ki sadece bakmak yetmiyormuş.

 

"Niye konuşmuyorsun sen?" diye kolumu dürtükleyen Sinan abimle içini dışına çıkardığım eti, çatalımı bırakarak serbest bıraktım. Etin hali içler acısıydı...

 

O olaydan sonra direkt eve gelmiştim. Ne Yaren ablayı ne de Ferhat'ı dinlemek istemiyordum. Sadece yalnız kalıp kafamı dinlemek istemiştim fakat eve gelmek iyi bir çözüm olmamıştı.

 

Lanet olsun dostum! Annemin bugün temizlik günüydü ve ben de kendimi yorgun argın temizliğe vermiştim. Gerizekalı sinirim beni yormakla kalmamış iyice yıpratmıştı!

 

Şimdi de maaile toplanmış akşam yemeği yiyorduk. Tabii benim ki yemek yemekten sayılıyorsa...

 

Bir cevap bekleyen abime döndüm sakince ve o an fark ettim ki herkes yemeğini bırakmış, bana bakıyordu. Cırlayacaktım fakat herkesin bana baktığını görünce kalakaldım bir an. "Ne yapayım?" diye sordum ters ters. "Kalkıp horon tepsek suç! Yeni gelin gibi sus pus dursak suç! Ne yapsın bu Gül, nerelere gitsin?!"

 

Abimin gözleri kısılırken diğer herkes şaşkınca bana bakıyordu. Yüksek ihtimalle damarıma kimin bastığını düşünüyorlardı çünkü kolay kolay sinirlenen biri değildim. Yalnız; abim, babam ve dedem bir duysa adı batasıca Tahin'in bana yakıştırdığı kelimeyi, yemin ederim alnının çatından vururlardı onu! Neyse ki buna gerek kalmadan ben tokadımı yapıştırmıştım yüzüne! Oh olsundu. Keşke bir de sağ yanağına vursaydım. Neyse, başka bir sefere artık. Tabii o uğursuzun yüzünü bir daha görürsem!

 

Hem bana aşık olduğunu söyleyip hem de bana o kelimeyi nasıl yakıştırır?

 

"Gül," dedi annem şaşkınca. "Ne oldu kızım sana? Ne bu sinir?"

 

Ablamla göz göze geldik. Beni mankenlik konusunda o zorladığı için kendini suçlu hissediyordu ama onun bir suçu yoktu. Her şey o pislik Tahin'in suçuydu.

 

"Çamaşır suyu devrelerini yakmış bunun anne." diye dalga geçti kalleş Memedo. Ona ters ters bakıp çatalıma sapladığım eti bir hışımla ağzıma atıp sert sert çiğnemeye başladım.

 

"Yok bir şey!" dedim bana bakan anneme bakmadan. Hemen sonra kalktım. "Ben doydum! Size afiyet olsun."

 

Arkamdan seslenmelerine kulağımı tıkadım ve odama gidip kapıyı kapattım. Hava karanlıktı ve ışığı açmadan direkt yatağıma girip kafama kadar yorganı çektim. O an için gözüm Demir abimin odasını bile görmedi. Nefessiz kaldığımı hissetmemle bu defa yorganı yere attım. Ortam kesinlikle yoktu. Ya tam severdim ya da tam nefret ederdim.

 

Allah belanı versin Tahin!

 

Dengemi bozdun it, köpek, camış!

 

Odamın kapısı tıklanıp açıldı. Karanlık olduğu için kimin geldiğini görmemiştim. Ta ki Sinan abimin sesini duyana kadar...

 

"Halı sahaya gidiyoruz, gelecek misin?" diye sormasıyla ayaklandım. Bu da soru mu şimdi?

 

"Geleceğim." deyip karanlık odanın içinde yürüyeyim derken az önce cinayet işleyip intihar süsü verdiğim yorganıma takılıp şap diye yere düştüm. Abim de telaşla açmıştı ışığı.

 

Gerizekalı ben düşene kadar neredeydin?!

 

"Gül..."

 

Sözünü kestim. "İyiyim be!"

 

"Onu demeyecektim," deyince başımı kaldırıp boş boş yüzüne baktım. Devam etti. "Sen görüp görebileceğim en sakar insansın." deyip güldü.

 

Ayağımdan çıkardığım terliği ona fırlatmıştım ki atik bir hareketle kapıyı kapattı. Yok arkadaş, benden anne falan olmazdı! Annemin terliklerinden kaçsam bile bir şekilde beni buluyordu ama ben attığım zaman hedef şaşırıyordu lanet şey!

 

Sinirden yorganı eze eze ve biraz da üstünde tepinerek ayaklandım. Yetmemiş gibi yorganı yatağımın altına itekledim sanki gece onu alıp üstüme örtmeyecekmişim gibi. Dolabımdan siyah eşofman takımımı alıp giyindim ve saçlarımı tepeden topladım. Bir takımın teknik direktörü gibi olmuştum ha!

 

Uuu! Çok havalı.

 

Odadan çıkıp tempolu bir şekilde yerimde zıplarken açma germe hareketleri yapıyordum. Kapının orada dururken abim eşofmanlarıyla ve omzundaki havluyla karşımda dikildi. Su şişesi olan eliyle beni baştan sona işaret etti. "Sen oynamayacaksın küçük hanım. Kenarda oturup izleyeceksin."

 

Geçiştirircesine başımı salladım. Halı sahaya gidip de iki top oynamadan dönmem geri. İçimde biriken şu sinir stresi boşaltmam lazımdı acilen! Az sonra halam, ablam ve Mehmet de geldiğinde hazırdık. Evden çıktık ve abimin arabasına doluştuk. Ön koltuğa oturan Mehmet'e çemkirip onu oradan kaldırmam biraz uzun sürmüştü ama olsundu. Değmişti.

 

"Var ya, kesin sen üveysin!" diyen Mehmet arka koltuğa ablamla halamın yanına oturmuştu. Halam gülerek onun başını göğsüne bastırırken aklınca teselli ediyordu.

 

Onu tiklemediğimi belirtircesine başımı salladım. Sinan abim bana onaylamaz bakışlar atarken omuz silktim ve yola koyulduk. On dakika içinde halı sahaya gelmiştik. Sokak lambaları sahayı aydınlatıyordu. Sahanın içi gündüz gibi aydınlıktı. Herkesten önce inip abimin kankilerinin antrenman yaptıkları halı sahaya fuhuş operasyonuna giden polisler gibi daldım.

 

"Selam beyler!"

 

Antrenman yapan abimin arkadaşları antrenmanı bırakıp bana döndüler. "Ooo! Gül'üm hoş geldin." diyen Serhan abiye kocaman sırıttım ve anında onun üzerine koşup sırtına atladım. Yanaklarını mıncırırken diğerleri bana korkuyla bakıyordu. Hem abimin arkadaşları olmaları hem de karakola düştüğümde benimle özel olarak ilgilenmeleri neticesinde kanka olmuştuk hepsiyle.

 

"Aman diyeyim Gül, sakın bana bulaşma. Buradan sonra manitayla buluşacağım." diyen Okan abiye baktım. Bunu yanlış kişiye söylemişti, çünkü ona da bulaşacaktım. Hatta en çok ona buluşacağım!

 

"Ya saat olmuş akşamın sekizi. Maç bitinceye kadar saat onu bulur. Siz ne ara buluşacaksınız kızla? Ayrıca," deyip Serhan abinin sırtından inip Okan abinin üstüne atladım. "Bu saçlarını dikmişsin böyle apaçiler gibi. Iy! İğrenç." deyip aslında güzel şekil verdiği saçlarını elimle bozdum. Çünkü neden bozmayayım?

 

Onlar benim kankalarımdı. Ben onları kimseyle paylaşamam!

 

"Gül!" diyerek sahaya giren abim yine bana bağırmıştı. Neden Gül'ler hep ezikleniyordu bu dünyada?!

 

"Ne var be?!" diye bende geri ona çemkirdim.

 

Kankalarıyla tokalaşırken beni kışkışladı. "Dışarıya!"

 

Okan abinin yanaklarını sıkıp sırtından indim ve abime delici bakışlarımı atıp sahadan çıktım. Kenarda ki bankta oturan Süslü Barbie yüksek ihtimalle sözlüsü Ken'le mesajlaşıyordu. Onun yanında oturan kalleş Memedo da tabletiyle ilgileniyordu. Halam dirseklerini bankın sırtına yaslamış, sahaya bakıyordu.

 

Ablamla halamın ortasına oturup sahadakilere bağırdım. "Adam lazım olursa adresi biliyorsunuz!" Abim gözlerini devirirken abimin kankaları bu halime alışkın oldukları için sadece gülmekle yetindiler. Övünmek gibi olsun, fena maç yapardım!

 

Ablam heyecanla telefonu kapattı ve bir anda bombayı patlatıverdi. "Ay! Kenan da geliyormuş."

 

Aman ne güzel!

 

Bir şey demedim ve abimlerin antrenmanlarını izledim. Maç başladı. Sinirden yerimde duramıyordum ve banktan kalkıp tellere yapışarak onlara taktik verdim. Bir Fatih Terim gibi, bir Şenol Güneş gibi taktik verip onları gaza getiriyordum.

 

Yanımda bir hareketlilik olurken başımı çevirip gelene baktım. Ferhat'tı. Onun burada ne işi vardı? Sol kaşım sorgularcasına havaya kalkarken mahcubiyetle bana bakıyordu. "Merhaba." dedi çekingen bir halde.

 

"Merhaba?" derken bile neden burada olduğunu sorguluyordum. Ne kadar da kibarım.

 

Başımı çevirip arkaya baktığımda eniştemin, Yaren ablanın ve adı batasıca Tahin'in burada olduğunu gördüm. Resmi giyiniminin aksine spor giyinmişti ve bana bakıyordu. Pişmanlıkla. Umrumda olmadı. Sinirlerim yeniden horona kalkarken önüme döndüm. Gerizekalı, pislik, manda, camış!

 

"Şey," diye mırıldanan Ferhat'a verdim dikkatimi. "Bugün olanlar için..."

 

Sözünü kestim, başımı sahaya çevirirken. "Bana o dingili savunacaksan hiç konuşma! Çünkü dinlemeyeceğim." Netice de onun arkadaşıydı.

 

Ferhat konuşmaya yeltenmişti ki gereksiz bir şekilde ayağıyla topu oradan oraya süren Selim abiye bağırdım. "Dingil herif! Atsana topu artık! Nikahına mı alacaksın?!"

 

Selim abi şaşkınca bana bakarken Okan abi bunu fırsat bilip topu onun ayağından aldı ve kaleye attı. Attığı top gol olurken sevinçle bana bağırdı. "Eyvallah Gül'üm!"

 

Elimi göğsüme vurup başımı eğdim esnaf amcalar gibi. Ferhat'ın güldüğünü duymamla ona baktım. Toparlandı. "Bugün olanların sebebi benim aslında." demesiyle şaşkınca ona bakakaldım.

 

"Senin ne suçun var ki?"

 

Elini mahcubiyetle ensesine attı. N'oluyor ula? "Şey, ben biraz şey bir herifim de..."

 

Cümlesini tamamlamasına yardımcı oldum. "Çapkın, kazanova, yavşak, şerefsiz?"

 

Derin bir nefes verirken başını sallayarak beni onayladı. Bunu zaten biliyordum ki. "Tahir bu yüzden bana atarlanacakken sana hak etmediğin bir ithamda bulundu."

 

"Neden peki?"

 

Aslında nedeni ortadaydı. Beni kıskanmıştı Ferhat'tan ama sonuç ne olursa olsun o cümleyi bana kurmamalıydı.

 

"Bilemiyorum," dedi dudaklarını bükerek. Arkaya baktıktan sonra sır veriyormuş gibi bana doğru eğildi Ferhat. "Hatta şu an öldürecekmiş gibi bakıyor bana."

 

Şaşkınca arkama bakarken Tahin hızla çatık kaşlarının altında ki kısık gözlerini sahaya çevirdi. Gözlerimi devirdim.

 

"Hop birader!" diyen abimin sesiyle önüme döndüğümde abimin dik dik Ferhat'a baktığını gördüm. Ferhat'ta sorgularcasına bana bakıyordu. "Sen hayırdır? Ne işin var kız kardeşimin yanında?" diye sordu abim pek de kibar bir şekilde.

 

Kibarlığım Sinan abimden geliyordu.

Kesinlikle DNA testine gerek yoktu.

 

Ferhat'ın açıklama yapmasına fırsat vermeden ibneliğimi konuşturarak olayı özetledim. "Abicim, Ferhat, Yaren ablaların şirketin de çalışıyor. Dün de tanıştınız hani? Eniştemle Yaren abla da burada."

 

Abim bana baktıktan sonra arkama baktı. Hafifçe kenara çekilip bir Yaren ablaya bir de abime baktım. İkisi de birbirine bakıyordu ve Yaren abla gülümseyip elini kaldırarak selam verdi abime. Hızla abime baktığımda o da hafifçe başını eğerek selamını almıştı. Gözlerimi kısarak abime bakarken o gözlerini Yaren abladan çekip Ferhat'a döndü. "Sende uza kardeşim." dedi düz bir sesle. "Dolanma kardeşimin etrafında." Bana bir bakış attı ama öyle böyle değil. "Dellendirmeyin beni!"

 

Abim gidecekken heyecanla onu durdurdum. "Abi bende oynasam ya, lütfen!"

 

Başını omzunun üzerinden çevirdi ve "Olmaz." dedi.

 

Olmazlar sana... Tövbe tövbe!

 

Ellerimi tele vururken Okan abinin bağırtısını duydum. "Ah! Ayağımı siktin lan şerefsiz Hakan! Düzgün oynasana oğlum! Manitayla buluşacaktım anasını satayım ya! Kırıldı kesin!"

 

İşaret gelmişti. Yedek kulübesinden çıkmanın vaktiydi.

 

Üstümde ki eşofman takımımın ceketini çıkartıp askılık gibi Ferhat'ın omzuna alelacele asıp sahaya daldım. Romatizması azmış teyzeler gibi ayağını ovalayan Okan abinin yanına koşup elimi omzuna koydum. Bakışları bana döndü. "Merak etme Oki!" dedim kararlı bir tavırla. "Kanını yerde koymayacağım. Bu heriflerin leşini sereceğim beş dakikada. Bana güven!"

 

Okan abi çaresiz başını sallarken Serhan ve Hakan abi onu kaldırıp sahadan çıkardılar. Yerimde tempoyla zıplarken başta abim olmak üzere 'N'apıyor bu salak?' bakışları atan abimin kankalarına bakıp yumruğumu avucuma vurdum.

 

Hırslıydım, öfkeliydim!

 

Okan abinin intikamı acı olacaktı!

 

Yarım Saat Sonra;

 

Ayağımın altında ki topu kaleye sürerken bir bir önüme çıkan rakip takımın oyuncuları benim ekart etmeme gerek kalmadan kendi istekleriyle önümden çekiliyorlardı. Kaleye yaklaştım ve ayağımla topu durdurup derin bir nefes alarak sert bir şut çektim. Top tam doksanlık bir açıyla boş kalede ki yerini alırken kaleci Ayhan abinin sesini duydum. "İyi ki çekilmişim ha! Oğlum kız az önce resmen burnumu kırıyordu attığı şutla! Kanı anca durdu burnumun."

 

Yerimde zıplarken çoktan pes edip sahanın farklı köşelerine kendilerini atan abimin kankalarına baktım. "Öf amma korkak çıktınız siz de be! İki gol attım diye ağlayanlar, yüzüne gelen toptan dolayı burnu kırılanlar falan... Erkek olun azıcık!"

 

Hepsi bana, beni bir kaşık suda boğmak ister gibi bakıyordu. Serhan abi abime döndü. "Oğlum kim bastı lan bunun damarına?" diye sordu eliyle beni işaret ederek. Nasıl da iyi tanıyorlardı beni... "Oyunun başından beri düşmanı gibi davranıyor bize! Oyun esnasında bu kızdan yediğim tokadı annemden babamdan yemedim lan ben!"

 

Evet, bir ara tokadı basmıştım yüzüne ama hatırlamıyordum.

 

Abim kısık gözleriyle bana baktı. "Bilmiyorum kardeşim," dedi gözleri bendeydi ama sözleri Serhan abiye idi. "Bugün bir haller var zaten bunda ama yakında çıkar kokusu."

 

Omuz silktim bitiremediğim enerjim ve intikam hırsımla yerimde zıplarken. Okan abi tek ayağının üzerinde sekerek sahaya girdi. Bir taraftan da sevinçle bağırıyordu. "Heyt be! Kimin Gül'ü? Kanımı yerde koymadın kız helal sana. Bunlardan daha erkek çıktın sen."

 

Diğerlerinin öfkeli bakışlarından Okan abi de nasiplenirken sırıttım ve Okan abiyle yumruklarımızı tokuşturduk. Sonrasında bana sarılıp saçlarımı öptü. Evet, oyunun başından beri fazlaca sert girişmiştim ama benim yapım böyleydi. Kendimi kaptırdığım ve hırs yaptığım şeyleri sonuna kadar almak için uğraşırdım. Tabii sinirimde cabası olmuştu işin, o ayrı.

 

Neyse, kusura bakmayacaklardı artık.

 

Okan abinin beline sarılırken abim derince öksürdü. "Okan, öteki ayağının sağlam kalmasını istiyorsan ayrıl kardeşim." diye tehditle uyarmasıyla Okan abi anında satışı koymuştu.

 

Şaşkınca ona bakarken abime bırakmadan sağlam ayağına tekmeyi ben geçirdim. "Erkek milleti değil misiniz?!" diye çemkirdim hepsine birden. "Hepiniz aynısınız!"

 

Sinirle sahayı terk ederken Okan abi acıyla bağırıyordu. Sahadan çıkmadan evvel Serhan abinin abime, "Aşık mı oldu lan bu kız?" diye sorduğunu duydum. Hah, ben mi aşık olacağım? "Bu ne sinir anasını satayım?! Gül gibi kızın damarına basmışlar, o da hıncını hepimizden çıkarttı."

 

Ferhat'ın kucağında duran ceketimi aldım ve kimseyi umursamadan caddeye yürümeye başladım. Dellenmiştim. Sinirim Okan abiye değildi. Tüm öfkem Tahir uyuzunun hiçbir şey olmamış gibi benim bulunduğum ortama gelip sessizce oturmasınaydı. Durağa gelip otobüs beklerken sinirle ayağımı yere vuruyor, dudaklarımı dişliyordum. Bana yapılan hakaretleri affedebilirdim ama bu iğrenç kelimeyi asla affedemezdim!

 

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama yanımda bir araba durdu. Bu abimdi. Camı açıp bana baktı fakat bir şey demedi. Ön koltukta Mehmet oturduğu için arka koltuğa bindim. Düşünün, ön koltuğa oturmak için bir taraflarını yırtan ben, şimdi paşa paşa arka koltuğa oturmuştum. Çünkü yorgundum. Dengesizliklerim yoruyordu beni. En çok da sinirim yıpratıyordu.

 

Abim dikiz aynasından bana bir bakış attı ve arabayı çalıştırdı. Fakat yanımda bir eksiklik vardı. Ablam yoktu.

 

"Ablam nerede?" diye sordum kaşlarım çatılırken.

 

Abimin de kaşları çatılmıştı. "Sözlüsü getirecekmiş onu!" dedi huysuzca. Kıskanıyordu haklı olarak.

 

Bir şey demedim ve az sonra eve geldik. Mehmet, sanki maç yapan o'ymuş gibi esneyip "Ben yatıyorum. İyi geceler size." deyip gitti yanımızdan.

 

Halam da onun peşinden ilerledi. "İyi geceler herkese, öpüyorum sizi." diyerek o da ayrıldı yanımızdan.

 

Bende onun peşinden gidecekken Sinan abim kolumdan tutup beni durdurdu. "Neyin var senin?" diye sordu kısık gözleriyle yüzümü incelerken. "Kim bastı damarına?"

 

Bassalar yine iyiydi. O damarı parçalamışlardı adeta!

 

"Abi..."

 

Sözümü kesti. "Soruma cevap ver!" dedi kaşlarını çatarak. "Seni kim sahipsiz sandı da, canını yaktı Gül?"

 

Bugün çok farklı tepkiler veriyordum. Şimdi ise gözlerim dolmaya başlamıştı. Sanırım regl günüm yaklaşıyordu. Senin de Allah'ın belanı versin regl!

 

Abimin beline sarılıp yüzümü göğsüne gizledim. Ona anlatırsam olay büyürdü. Her ne kadar bana kızsa da beni gözünden sakınıyordu. Olayın farklı boyutlara uzamasını istemiyordum. Salak Tahin bana o kelimeyi yakıştırdı diye ben öyle biri olmamıştım. Ama bunun intikamını çok pis alacaktım ondan!

 

"Gül," diye mırıldandı abim kollarını sırtıma sarıp saçlarımı öperken. Demir abim olsaydı olayı anlatmadan ona sarılmama izin vermezdi ama tuhaf bir şekilde en çok Demir abimi istiyordum yanımda. "Bazen dellendiriyorsun beni ama, seni çok sevdiğimi unutma sakın. Canımsın sen benim. Canımı yakanın canını alacağımı da biliyorsun."

 

Biliyordum ve bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Çenemi göğsüne yaslayıp ona tatlı tatlı baktım. "Senden bir şey isteyebilir miyim?"

 

Ne isteyeceğimi bilmediği için veya daha masum bir şeyler isteyeceğimi düşünmüş olmalı ki, "Tabii." dedi. "Ne istersen yaparız. Söyle bakalım."

 

"Söz mü?" diye sordum önce.

 

O an bir duraksadı. Kaşlarını çattı. "Sen bir söyle önce, sonrasına bakarız." dediğinde gülümsedim.

 

"Yaren abla, yengem olsun mu? N'olur n'olur n'olur!"

 

Bir an için kaşları şaşkınlıkla havalandı hemen sonra çatıldı. Kollarımdan tutup beni ittikten sonra odasına gitmek için merdivenlere yöneldi. "Defol git!" dedi bana bakmadan hızla merdivenleri çıkarken. "Devreler yanmış senin!"

 

Panik olup hızla kaçmasına karşılık kahkaha attığımda birkaç dakikalığına da olsa sinirimi, öfkemi unutmuştum. Bu iyi gelmişti ama uzun sürmedi. Yine hatırladım Tahin'in bana söylediğini.

 

Yok! Ben bu Tahin'i gırtlaklamadan rahatlamayacağım, anlaşıldı!

 

Bir Gün Sonra;

 

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum huysuzca. Şehir merkezinden uzaklaşmıştık ve bir buçuk saattir yoldaydık.

 

Sinan abimin arabasını kullananan halam bana kısa bir bakış attı. "Seni üzen şeyin ne olduğunu bilmiyorum ama her neye veya kime üzüldüysen bu ufak bir şey değil belli ki çünkü dünden beri herkese ve her şeye bulaştın. Kapının önündeki ufacık taşa bile atarlanacak kadar ne yaşadın anlamıyorum ama artık sakinleşme zamanı tatlım. O yüzden geriye yaslan ve anın tadını çıkar."

 

Tat çıkartılacak bir an vardı sanki ortada. İçimde büyüdükçe büyüyen bir öfke ve anlamsız gelen kırgınlık vardı. Atamıyordum içimden bir türlü. Ne yaparsam yapayım olmuyordu. Ben içimde büyüttükçe etraftakilere daha çok sataşıyordum ve son bir gündür etrafımda olan sadece ailemdi. Haliyle en çok onlara sataşmış, canlarından bezdirmiştim. Uçan kuşa, yürüyen kediye, yatan köpeğe bile çıkıştığım anlar olmuştu. O derece öfkeli ve kırgındım ve bu nasıl aşılır hiç bilmiyorum.

 

Aslına bakarsak ben biri bana aptal dedi diye ya da Tahin bana o kelimeyi yakıştırdı diye ben öyle biri olmadım, olmam diyerek hareket eder ve umursamazdım fakat neden bunu bu kadar kafama taktım anlamıyorum. Tokadı da bastım işte suratına! Unutup yoluna baksana kardeşim! Gerisini o düşünsün!

 

Ama yapamadım. Dünden beridir içimde büyümeye devam eden o öfke katlandıkça katlandı, büyüdükçe büyümeye devam etti. Bunu durdurmanın bir yolu yok mu cidden?

 

Kalanima Deresi'nin civarlarında etrafı duvarla çevrili modern bir ahşap evin bahçesine giriş yaptı halam. O görkemli, büyük ahşap kapı iki siyah takım elbiseli adam tarafından açılmıştı bize. Halam bahçeye giriş yaptığında tam karşımızda, evin kapısının önünde elindeki tespihi çeviren, kel, göbekli, kısa boylu adamı görünce gözlerimi devirdim. "Gerçekten beni bu ihtiyarın yanına mı getirdin hala?" diye sorduğumda halam el frenini çekip bana baktı. "Bu benim sinirimi geçirmez daha da arttırır yalnız, baştan söyleyeyim."

 

Karşımızda kaşları çatık bize bakan adam, halamın dayısı, rahmetli babaannemin abisiydi. Halamı dedemden ayırdığı için ona kızgındım ve hiç anlaşamazdık. Halam ne zaman beni buraya getirse birbirimizi boğazlardık. Bu konuda hiç şaka yapmıyordum. Şimdi bile beni öldürmek ister gibi bakıyordu bu ihtiyar!

 

Halam bir şey demeden korumalardan biri onun kapısını açtı ve halam arabadan indi. Sabır çektiğim sırada benim kapım da iri, uzun boylu bir koruma tarafından açıldı. İrkildiğimde kaşlarımı çatarak korumaya bakıyordum. Boyu dev gibi olduğundan başını eğerek bana baktı. "Buyrun efendim."

 

"Sensin buyrun efendim!" diye cırladım suratına. Şaşkınlıkla bakakaldı. "Ben sana kapımı aç dedim mi? Çekil şuradan! İnmeyeceğim ben!"

 

Kapıyı çekip sertçe kapatmadan önce arkada bekleyen korumanın güldüğünü gördüm. "Ben sana açma dedim Yunus." diyordu tepemde dikilen iri korumaya.

 

Ona ters ters bakarken ihtiyarın, "Bunu niye getirdin Meltem?" dediğini duyunca şalterlerim attı ve az önce bir hışımla kapattığım o kapıyı bir hışımla açıp arabadan indim.

 

"Benim bir adım var ihtiyar!" dedim karşısına dikildiğimde. "Sensin bu!"

 

Direkt onu muhatap aldığım için bana baktı. "Benim de bir adım var yeğenimin yeğeni!" dediğinde başımı salladım.

 

"Biliyorum, bunak!"

 

Kaşlarını daha derin çattı. "Sen benim evimde bana posta koymaya mı çalışıyorsun eniştemin torunu?" dediğinde gözlerimi kıstım. "Senin leşini sererim yere!"

 

"Denesene!" diye kışkırttığımda iki yanında duran adamlardan soldakine çevirdi kafasını ama gözleri benim üzerimdeydi.

 

"Salim vur şunu!" dediğinde kısa bir an şaşırdım ama bunu belli etmedim.

 

Yanındaki adam hiçbir şekilde hareket etmezken, "Efendim ben emirleri Meltem Hanım'dan alıyorum." dediğinde bozguna uğrayan ihtiyara gülerek baktım. Bundan hoşlanmadığında ağzının içinde homurdandı ve belindeki silahını çıkartıp birden alnıma doğrulttu. Şokla suratına bakakaldım.

 

Bu halimi görünce bu defa sırıtan o oldu. "Ne oldi?" dedi şiveyle. "Korktun mi?"

 

Halama baktığımda o korumalardan biriyle konuşuyordu ama bana doğrultulan silahı da görmüştü. Görmüş ve bir tepki vermemişti. Öylece bakıyordu. Tam ona seslenecektim ki, "Uy korktun mi sen?" diye alayla konuşan ve gülen bunağın sesini duyunca ona baktım kaşlarımı çatarak. "Hadi git halanun eteklerune sarul. Gorgag tavuk senu!"

 

Bu gülüşü ve ses tonu sinirlerimi bozduğunda kaşlarımı çatarak sağımda dikilen, az önce kapımı açtığı için bağırdığım korumaya elimi uzattım. "Silahını ver!"

 

Fırsatı varken beni vurmadığına pişman edeceğim onu!

 

"Efendim ben emirleri Meltem Hanım'dan alıyorum sadece." diyen korumaya ters ters baktım.

 

"Hanımın benim halam, bana daha yakın! Ayrıca burada alnına silah doğrultulan sen değilsin, benim! Ver şunu!" diyerek belinden silahı kaptım ve emniyetini açarak bana silah doğrultan ihtiyarın suratına doğrulttum namluyu.

 

İkimizde birbirimize silah çekmiş, öfkeyle birbirimize bakarken, "Meltem benim yeğenim, kız kardeşimin kızı." dedi ihtiyar. "Bana daha yakın!"

 

"Benim de halam, dedemin kızı," diyerek omuz silktim. "Ayrıca yaşlarımız da birbirine yakın."

 

İhtiyar kaşlarını çattı. Kısa bir süre duraksadı. Sonra aklına ne geldiyse meydan okur gibi gözlerini kıstı. "Madem öyle Meltem'e soralım o zaman. Yalnız, bir şartım var. Beni seçerse eğer seni vururum."

 

Duraksadım. Çaktırmadan halama kısa bir bakış attım. En az benim kadar ne yaptığı belli olmayan deli halamın kimi seçeceği belli olmadığı için tereddüte düşmüştüm.

 

"Ne oldu?" diyen ihtiyarın sesiyle toparlandım. Sırıtıyordu. "Yeğenim yeğenini değil de biricik dayısını seçer diye mi korktun yoksa? Merak etme canını çok yakmam."

 

Bu ihtiyar böyle alay ettikçe daha çok bileniyordum ve kabul ettim teklifini. "Tamam ula!" dedim silahın kabzasını daha sert tuttuğumda. "Soralım! Yalnız beni seçerse biraz canın yanacak ama uzun sürmez merak etme."

 

İkimizde aynı anda halama çevirdik başımızı ama gözlerimiz birbirimizin üstündeydi. "Meltem vuruyorum yeğenini!" dedi ihtiyar.

 

Aynı anda ben de, "Hala dayını gebertiyorum!" demiştim.

 

İkimizde birbirimize ölümcül bakışlar atarken halamın cevabını bekliyorduk. İkimizden birini seçmeli ki birimiz yaşasın. Fakat halam cevap vermedi.

 

Yanımıza geldi ve birbirimize doğrulttuğumuz silahları elimizi iterek indirdikten sonra dayısına baktı. "Acıktım ben, yemek yok mu?" dediğinde bu manyak kadına şokla bakakaldım. Size demiştim; en az benim kadar ne yaptığı belli olmayan biriydi kendisi.

 

Halam aramızdan geçip eve girdiğinde ihtiyar silahını beline yerleştirdi. "Bu seferlik azat ediyorum seni." dedi ve arkasını döndü. Elimde silah varken asla yapmaması gereken bir hamleyi yaparak kaybetti.

 

Silahı kaldırıp başının üstünden duvara ateş ettiğimde irkilip başını eğdi ve çatık kaşlarıyla bana döndü. "Benim kitabımda silah çekildiyse kurşun sıkılır," dedim silahı yanımda dikilen korumaya uzatarak. Bana bakan ihtiyara yürüyüp, "Bu sefer ıskaladım ama bir dahakine ıskalamam." dedim ve yanından geçerek halamın yanına gittim. Çaktırmadan hızlı yürüyordum çünkü sırtım ona dönüktü. Benim bilerek ıskaladığım gibi o ıskalamaz, direkt vururdu. Manyaktı çünkü kendisi. Sağı solu belli olmazdı. Bir de yaşlılık vardı malûm.

 

Halam yemek odasında upuzun masanın baş köşesinin sol çaprazında oturmuş önceden donatılmış masadaki yemeklere saldırmıştı bile. Ona ters ters bakarak karşısına oturduğumda peşimden gelen ihtiyarda baş köşeye oturdu. İkimizde birbirimize ters ters baktıktan sonra aynı anda peçetelerimizi açıp kucağımıza serdik ve yine aynı anda çatal ve bıçağı kavradık. Aynı hareketleri yaptığımızı fark edince yine aynı anda yüzümüzü buruşturarak çatal ve bıçağı bıraktık.

 

Burnuma gelen enfes tavuk kokusuyla birlikte ihtiyarı boşverip ortada bütün bir halde pişmiş, nar gibi kızarmış tavuğu önüme aldım ve budunu koparıp ısırdım. Tadı nefisti. İhtiyar elini uzatmıştı tavuğumdan almak için fakat eline vurdum.

 

"Ben de tavuk yiyeceğim!" dedi kaşlarını çatarak. "Bana da ver."

 

Omuz silktim. "Hepsini ben yiyeceğim, sen zıkkım ye!" dedim ters ters.

 

Bana dik dik baktığında yeniden elini uzattı fakat bu defa başımı eğip bütün tavuğun her yerini dilimle yaladım ve sırıtarak tabağı onun önüne ittim. "Al ye."

 

Yüzünü buruşturdu. Az önce elini uzattığı tavuğu şimdi parmaklarının ucuyla geri itti. "Terbiyesiz!" dediğinde onu umursamadan tavuğumu yedim. Hepsini yiyecek iştahım gerçekten yoktu fakat sırf ona inat bütün tavuğun hepsini yedim.

 

En son lades kemiğindeki eti de güzelce sıyırıp peçetenin üzerindeki kemik yığınına bırakacaktım ki aklıma gelen fikirle duraksadım ve masum bir tavırla kemiği ihtiyara uzattım. "Var mısın ladese?"

 

Kaşlarını çatıp bir bana bir kemiğe baktıktan sonra peçetesiyle kemiğin diğer ucunu tuttuğunda güldüm. Titiz ihtiyar! Kemiği kırmadan önce gözlerini kısarak gözlerime baktı. "Nesine?"

 

"Kazanırsam istediğim bir şeyi yapacaksın." dedim. Kazanırsam ondan halamı bırakmasını, pis işlerine bulaştırmamasını söyleyecektim. Yanında belki birkaç milyoncuk isterim.

 

"Kabul." dedi ihtiyar. "Yalnız ben kazanırsam sen de benim istediğim bir şeyi yapacaksın."

 

Benden ne isteyebilir ki?

 

Ya halam gibi beni de pis işlerine alet etmeye kalkarsa?

 

Valla herkesten önce Demir abim derisini yüzer bu ihtiyarın. Ama şimdi geri de dönemem. Girdik bir kere bu yola. Kadınlığa yakışmaz geri çekilmek şimdi. Kabul ettim mecbur.

 

"İyi, tamam." dedim huysuz bir tavırla. "Öyle olsun."

 

İkimizde aynı anda kemiğe asılıp kırdık. Birbirimize dik dik bakarken içimden sürekli ladesi hatırlatıyordum kendime. Unutmamam gerekiyordu.

 

"Hadi bakalım, yemek bittiyse kalkalım. Atış yapacağız." diyen halamla birlikte kalktık masadan.

 

"Ne atışı?" diye sorduğumda evden çıkan halamın peşine takılmıştım bile. İhtiyar da hemen arkamızdaydı.

 

"Gidince görürsün." diyen halam gözlerine güneş gözlüğünü taktı ve korumalarına bir parmak işareti yaparak onları da peşine taktı.

 

Bahçeden çıktıktan sonra yürüme mesafesinde olan dere kenarına geldik. Burası bomboş ve ıssızdı. Önceden hazırlandığı belli olan şişeler taş parçaların üzerine belirli aralıklarla dizilmişti. Halam eliyle şişeleri işaret ettiğinde yanıma gelen koruması bana bir kutu uzattı. Kabzası özel işlemeli, şık bir silahtı. "Bu şişeleri seni üzen kim veya neyse öyle düşün ve hırsını burada çıkar." dedi halam.

 

Silahı kutusundan çıkarttım, her bir yerini kontrol ettikten sonra namluyu şişelerden birine çevirdim. Tahin'i düşündüm, bana söylediklerini ve tetiğe bastım. Tam isabet almama rağmen kurşun isabet aldığım şişenin yanından bile geçmedi. Yanındaki şişeyi hedef aldım bu defa. Yine hırsıma, öfkeme tutunarak ateş ettim fakat yine vuramadım şişeyi. Üst üste beş şişeyi hedef aldım ve beşini de vuramadım.

 

"Beş yaşındaki uşağı getirsek hepsini vurur." diye gülüp dalga geçen ihtiyarla moralim iyice bozuldu.

 

"Bu niye geldi bizimle?" dedim kaşlarımı çatarak. "Bütün gün kuyruk gibi peşimizde mi olacak bu bizim?!" Halam kenarda sigara içerken oralı bile olmadığında bana attığı umutsuz vaka bakışlarını görebiliyordum. Suçu hemen elimdeki silaha attım. "Bana verdiğiniz silah bozuksa ben nasıl vurayım şişeleri?"

 

Dayı bey ne yapmaya çalıştığımı anladığında belinden çıkarttığı silahı uzattı bana. "Al benimkiyle vur o zaman." dediğinde ona dik dik baktım. "Tabii vurabilirsen." diye beni kışkırttığındaysa elinden silahı çekip şişelere doğrulttum ve beklemeden tetiğe bastım. Yine vuramamıştım.

 

Derin derin soluyup şişelere bakarken ihtiyarın kulağıma fısıldadığı sözler karşısında yutkundum. "Lades küçük cadı, ben kazandım."

 

Nasıl diye düşünüyordum ki beni tuzağa düşürüp elime tutuşturduğu silahının ağırlığını hissettim. Kahretsin! Beni gerçekten tuzağa düşürmüştü bu yaşlı kurt!

 

Gözlerimi kısarak bakışlarımı ona çevirdiğimde sırıtıyordu fakat silahını alnına doğrultunca gülen yüzü bir anda ciddileşti. Bu defa gülen taraf bendim. "Şimdi seni geberteyim de gör!" dedim gülerken. "Beni tuzağa düşürmek neymiş göreceksin."

 

İhtiyar kaşlarını çattığında yanında duran adamın belinden kaptığı silahı hızla bana doğrulttu. "Beni öldürürsen benimle beraber sende ölürsün." diye beni tehdit etti.

 

Omuz silktim. "Ama sen cehenneme gidersin, ben cennete."

 

Sırıttı. "Ya tam tersi olursa?"

 

"Yaptığın pis işlerle cennete gideceğini mi söylüyorsun sen dayı bey?" dediğimde duraksadı, kaşlarını çattı ve bir şey söyleyecek gibi oldu fakat halama bakıp sustu. "Ne oldu?" diye zorladım onu göz kırparak. "Bir sustun sanki?"

 

Toparlandı. "Nereye gidersen git, oraya da gelirim ben." dedi.

 

Tam bir şey diyecektim ki, "Abi bu herifi bulduk bu civarda. Gül Hanım'ın fotoğraflarını çekiyordu." diyen korumayla ona baktığımda kolundan tuttuğu İdris'i gördüm.

 

Şey, ölmemiş miydi bu ya?

 

"Kim bu?" diyen ihtiyar silahı indirip korumanın tuttuğu İdris'e çevirmişti yönünü. Dikkatle baştan sona bana bakan İdris'i süzdü uzun uzun.

 

"Gebermedin mi ula sen?" diye sordum en sonunda bezmiş bir halde.

 

Halam yanımıza gelmiş, korumanın uzattığı İdris'in telefonunu almıştı. Kaşları çatık ekrana bakarken fotoğraflarımı sildiğini biliyordum.

 

"Ben sana gelecektim." dedi İdris. Etrafımızdaki korumalar ve dayı beyin sert bakışları, mafyatik tavrı onu ürkütmüştü. "Sizi evden çıkarken görünce-..."

 

"Yeğenimin fotoğraflarını neden çektin?" diye araya girdi halam. Ona değil telefona bakıyordu. O kadar çok mu fotoğrafım vardı ula?

 

"Çünkü ona aşığım." dediğinde bu söylediği Tahin'in söylediği gibi kalbimi hızlandırmadı. Aksine midemi bulandırdı.

 

"Sen seviyor musun bunu?" diye bana bakan dayı beye az önce beni yendiği için hâlâ var olan sinirimle kaşlarımı çattım.

 

"Sana ne!"

 

Bana dik dik bakarken, "Gül!" diye uyardı halam.

 

"İşim olmaz." dedim. "Yapıştı sülük gibi peşime, bırakmıyor. Bir aydan beri görmeyince geberdiğini düşünmüştüm."

 

"Fotoğraflarını çektiğini biliyor muydun?"

 

Bende buna şaşırmıştım ya! Bu ilk miydi yoksa daha öncesinde de fotoğraflarımı çekmiş miydi? Bu İdris iti normal değildi çünkü.

 

"Hayır, bilmiyordum."

 

Halam İdris'in telefonundan bana ait her şeyi sıfırlamış olmalı ki telefonu ona uzattı. "Herhangi bir insanın izinsiz fotoğrafını, videosunu çekmek, ses kaydını almak yasal bir suçtur. Bu seferlik görmezden geleceğim şayet bir daha seni yeğenimin etrafında veyahut senin telefonunda yeğenime ait bir fotoğraf, video bulursam görmezden gelmem haberin olsun. Bu yaptıklarını Demir'e anlatıp başına onu musallat edersem sana neler yapar, otur düşün. Anladın mı beni?"

 

Abimin adı geçer geçmez zaten başlamıştı titremeye. Demir abimin adı yetiyordu korkakları titretmeye. İdris hızla başını sallarken, "Bir daha olmayacak." dedi. "Yemin ederim."

 

"Şimdi defol!" dedi ihtiyar. "Gözüm üzerinde, ona göre."

 

İdris bana bakıp arkasını dönmüştü ki ben onu cezasız bırakmak istemedim. "İdris," diye seslendiğimde durdu ve bana döndü. "Sen solaktın değil mi?"

 

Şaşırdı. "Evet?" dedi sorar gibi.

 

Başımı salladım. "Anladım." dedikten sonra namluyu doğrultup sol kolundan sıyıracak şekilde vurmam aynı hızla gerçekleşti. İdris bağırıp kolunu tutarken silahı ihtiyara verdim. "Fotoğrafı izinsiz, habersiz çekilen ben isem cezasını da ben keserim. Bir daha aynı şeyi tekrarlarsan bu defa sol kolunu bedeninden ayırırım. Duydun mu?"

 

İdris gözlerindeki parlaklıkla bana bakarken yanındaki koruma sağlam kolundan tutup götürdü onu.

 

İhtiyar gözlerindeki gizleyemediği gururla bana bakarken, "İstediğinde nasıl da vuruyorsun." dediğinde gözlerimi kısıp silahı ona doğrulttum.

 

"Hoşuna gittiyse seni de vurayım dayı bey?" dediğimde hoşnutsuzca kaşlarını çattı. Ona silah doğrulttuğum halde korumaları bana silah çekmiyordu. Korumalarının ona silah çeken düşmanları anında öldürdüğünü duymuştum ama bunu bana karşı yapmıyorlardı. Hatta tuhaf bir şekilde bir çoğunun gülmemeye çalıştığını görüyordum.

 

Halam yanımıza gelip elimden silahı aldıktan sonra dayısına uzattı. "Hadi eve gidelim, acıktım ben." dediğinde ona hayretle baktım. Bir saat olmamıştı yemek yiyeli. Tamam bende saat başı acıkıyordum ama halam kadar da değildim.

 

Boş versenize.

Ben halama çekmişim.

 

Eve dönüş yolunda bile ihtiyarla uğraşmayı bırakmadım. Ayağına çelme taktım, sırtına ufak taşlardan attım ve ona dil çıkardım. Dönüş yolunda onu canından bezdirdim. Bahçeye girdiğimizde ceketinin cebinden çıkardığı mendille alnındaki terleri sildi. Benimle uğraşmak onu terletmişti.

 

Ayağımı yeniden önüne uzatmış, ona çelme takacaktım ki son anda ayağımı fark edip durdu ve kaşlarını çatarak belinden silahı çıkartıp alnıma doğrulttu. Hadi ama! Bunu bugün en az elli kez yaptı ama bir kez bile tetiğe basamadı. "Ula bu sefer geberteceğum senu!" dediğinde sırıtıyordum çünkü beni vurmayacağını ikimizde biliyorduk.

 

Demir abim tarafından dokunulmazlığım vardı çünkü. Uzak yakın tüm sülaleye özellikle bana karşı ters bir söylemleri veyahut hareketleri olmasın diye önceden uyarı vermişti zamanında. Hoş, şimdi burada olsa bana silah çeken bu dayı beyi alnının çatından vurmuştu ama olsun, bir dahakine artık.

 

Ben karşısında korkmayıp aksi bir tavırla sırıtınca silahı havaya kaldırıp bir el ateş ettikten sonra yeniden namluyu alnıma doğrulttu. Bu bir uyarıydı ve ben de uyarısını aldım, verdim, kabul ettim ve hemen yanımda duran korumanın silahını alıp bende namluyu ona doğrulttum. Ateş nasıl edilir, adam nasıl vurulur görecekti şimdi.

 

"Çocuk gibisiniz!" dedi halam kınayıcı bir tavırla, canından bezmiş gibi bize bakarken. Ellerimizi iterek aramızdan geçti. "Ben eve gidiyorum, siz de ne haliniz varsa görün."

 

Öyle yapacaktık zaten.

 

En azından ben bu konuda kararlıydım fakat ihtiyar silahı indirdi. "Senin pis kanınla kirletemem elimi." dediğinde göğsüme kurşun yemiş gibi kalakaldım bir an. Zihnim geçmişe gitti.

 

"Neyim varmış benim?" diye sordum dökülen saçlarımı okşayan Demir abime bakarken. Koluma serum takmışlardı. Bana belli etmemeye çalışsalar da dışarı da annemle babamın ağladığını biliyordum. Benden neyi saklıyorlar? Doktor üşüttüğümü söylememiş miydi? "Ne zaman gideceğiz eve?"

 

"Bir süre hastane de kalacağız," dedi Demir abim bana sıkı sıkı sarılıp başımı göğsüne bastırırken. "Doktor mikrop kaptığını söyledi. Bu mikrop kanına karışmış. Onu iyice temizlemeleri gerek."

 

"Kanım pislendi mi yani?"

 

"Geçecek." dedi Demir abim. "Eskisi gibi olacaksın."

 

"Yalan söylüyorsun." Anlamıştım yalan söylediğini hemen. O asla bana karşı olumlu cümleler kurmazdı. Hep aksini söylerdi. Bu sefer durum ciddiydi değil mi? Bu seferki basit bir üşütme değildi. "Kan kanseri mi oldum ben abi? Kanım ondan mı pis benim?" diye sorduğumda Demir abim kaskatı kesildi, nefes alamadı.

 

Seyrelen saçlarımın arasına karışan gözyaşını hissetmiştim.

 

Geçmişin o acılı, sancılı süreçleri aklıma geldikçe tüylerim ürperiyor, içimi bir korku salıyordu. Aynı süreci yeniden yaşamaktan ölesiye korkuyordum. Üstelik bu defa Demir abim yanımda olamazdı. O bir askerdi ve sık sık gidecekti benden. Ben bu defa iyileşemezdim. Haberlerde, internette, gazetelerde aynı kanseri iki kere üç kere geçiren insanları gördükçe, okudukça kendim için acaba mı diye düşünüyordum. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Geçmişten kaçmaya çalıştıkça geçmişe tutulmaktan ölesiye korkuyordum.

 

"Düşürme başını!" diye bağıran ihtiyarla irkildiğimde çoktan yanıma düşen elimdeki silah yeri boyladı. Gözlerim ona çevrildiğinde karşımda dimdik duruyordu. "Korkaklık etmeyi bırak! Geldi ve geçti. Toparlan. İkinci kez kanser olmana izin vermem!"

 

"Demir abim de aynısını söylüyor," dediğimde gözlerim dolmuş, gözyaşlarım akmamak için direniyordu. İşin tuhafı aynı şeyleri duyup beterini yaşamaktan bıkmıştım. Bu beni sinirlendirmişti. "Ama bu sizin elinizde olan bir şey değil. Ne senin paran, ne de Demir abimin gücü beni ikinci bir kanserden koruyamaz! Her şeyin hakimi sizmişsiniz gibi davranmayı bırakın çünkü hiçbir şeyin hakimi değilsiniz! Ne beni koruyabilirsiniz ne de ikinci bir kanseri yaşamama engel olabilirsiniz! Bıktım sizin bu altı boş güç gösterinizden!"

 

Daha fazla orada kalmadım ve Sinan abimin arabasına binip çalıştırdım. Allah'tan anahtarı üzerindeydi. Gerisin geri bahçeden çıkarken ihtiyar hoşnutsuz bir tavırla beni izliyordu ama ona bakmadım. Direksiyonu çevirip gaza bastım ve arabayı sahil kenarına sürdüm.

 

Sahile gelene kadar ağlamadım. Gözyaşlarım akmak için çok direndi fakat akıtmadım. Ne zamanki sahil kenarına geldim, arabadan inip o büyük kayaların üzerine oturdum, o zaman başladım ağlamaya.

 

Dıştan sert, her kelimeyi, her darbeyi kaldıracak güçte görünüyor olabilirim ama aslında en ufak bir kelime, ufacık bir darbe beni yerle yeksan ederdi. Bir de ben duygularımı tam yaşayamıyordum. Öfkemi, acımı, üzüntümü, kederimi, yeri geldiğinde sevincimi bile bastırıyor, üstüne halı örtüyordum ve zamanı geldiğinde o halı kalktığında şimdi olduğu gibi duygu patlaması yaşıyordum. Kimse mükemmel değil, ben bile.

 

Ve şimdi yalnız başıma bu sahil kenarında oturuyor, ağlıyor, içimde biriktirdiğim tüm duygularımı göz yaşlarımla kusuyordum.

 

Bölüm Sonu.🖤

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

Ladesi kazanan dayı bey sizce ne isteyecek Gül'den?

 

Az sonra Ramazan özel bölümü de gelecek.🌸

 

Oy verip yorum yapmayı unutmayalım.💫🙏🏼

 

İnstagram: nazankaraermis

nazankrrmshikayeleri

 

♥️

 

 

Loading...
0%