Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. "Yangınım Küle Döndü."

@nazankaraermis

Keyifli Okumalar...🤎

 

Gül'den;

 

Dakikalar akıp geçerken ben hâlâ Tahin'in kollarının arasındaydım. Dakikalardır aynı pozisyonda sarılıyordu bana. Saçlarımı okşuyor, arada ufak öpücükler bırakıyordu başımın üstüne. Saçlarımı her okşayışında geriliyordum. Birileri saçlarıma dokunduğunda veya saçlarımı sevdiğinde hep geriliyordum. Sanki beni değil, saçlarımı seviyorlarmış gibi hissediyordum. Saçlarımı kaybedersem yine, bana sarılmazlarmış gibi geliyordu. Bu da beni geriyordu haliyle.

 

Vücudumun gerildiğini fark eden Tahin sarılmasına gerildiğimi düşünmüş olmalı ki uzatmadan ellerini indirdi ve beni omuzlarımdan tutarak geri çekti. Salağa yatarak saf saf suratına baktım hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi. "Sana söylemem gereken şeyler var." dedi gözlerimin içine bakarken. "Bilmen gereken şeyler var Gül." Dudaklarını yaladı hızla. Kelimeleri toparlamakta güçlük çekiyordu. "Bak ben... Nasıl söylenir bilmiyorum ama bilmen gerek artık. Ben aslında-..."

 

Kolunun altına katlanabilir ahşap sehpayı kıstırıp tek eliyle kafasının üzerindeki midye dolu tepsiyi tutarak geçen adamı gördüm. "Aa midyeci!" dedim heyecanla, konuyu değiştirerek. Şu an bunları konuşmak istemiyordum.

 

Midyeci adama doğru yürürken Tahin kolumdan tutup durdurdu beni. Kaşları çatıktı. "Bir şey anlatıyorum Gül, dinle lütfen."

 

"Canım midye yemek istiyor. Sonra konuşuruz." dedim kolumu çekip adama doğru yürürken. Adam durup tezgahı olduğu yere kurduğunda ağzım sulanarak midyelere baktım. Tahin de yanıma gelmişti. "Yarışalım mı?" diye sordum Tahin'e.

 

Bana baktı. "Ben midye yemedim hiç, tadı nasıl, nasıl yenir bilmiyorum."

 

"Öğretiriz. Ondan kolay ne var?" dedim ve bir tane midye alarak nasıl yenildiğini gösterdim. "Böyle açacaksın, içindeki pilavı ağzına dökeceksin. Çok basit!" dedim.

 

Tahin isteksizce bir tane yedi. Tadını beğenmiş olmalı ki ikinciye uzandı. Elini tutup durdurdum. "Var mısın yarışa? En çok hangimiz yiyecek bakalım?"

 

"Kabul." dedi itiraz etmeden.

 

"Üç deyince." Elime bir tane midye aldım ve "Üç!" der dermez midyelere gömüldüm. Dolu tepsinin büyük çoğunluğunu Tahin yemişti. Ben otuz dokuzdan sonra tıkanmıştım fakat Tahin yüze doğru gidiyordu.

 

Yavaşladığımı fark edince durdu ve bana yandan, alayla baktı. "Ne o? Pes mi ediyorsun yoksa?"

 

"Ne münasebet!" dedim. İki tane daha yedim zar zor. Zorlarsam kusacaktım. Bıraktım. Tahin önde olduğunu bildiğinden benden önce bırakmıştı.

 

Adama parasını verirken bir yandan da bana gözleriyle yediği büyük kısmı işaret etti. "Kazanan belli sanki, ha?"

 

Adam giderken ağzımın içinden homurdandım. "Ağzın büyük senin bir kere!" dedim ters ters. "Ben birinciyi yerken sen üçüncüyü yiyordun."

 

Kulağıma eğildi. "Emin ol büyük olan tek şey ağzım değil." diye fısıldadığında huylandım.

 

Huysuzca yüzüne baktım. "Doğru, egonu unutmuşum bak!" dediğimde güldü.

 

"Onu kast etmedim ama neyse." diyerek sustuğunda neyi kast ettiğini düşündüm. Ben düşünürken sokağın aşağısına doğru yürümeye başlamıştık ve parka geldiğimizde anladım neyi kast ettiğini. Gözlerim kocaman olurken, "Ula şimdi anladım!" diyerek koluna yumruğumu geçirdiğimde kahkaha attı.

 

"Ne anladın ki?" diye sordu bir de pişkin pişkin. "Ben boyumdan bahsetmiştim."

 

"Boyum büyük denmez, uzun denir bir kere." dedim bilmiş bir tavırla ona ters ters bakarken. Pislik herif aklıma sokmuştu bir kere! Gözlerim aşağıya kaymamak için zor duruyordu.

 

Bana bakarken bakışları keyifliydi. Elini uzattı, baş parmağı farkında olmadığım ve dakikalardır dudağımın kenarında kendine cumhuriyet kuran pirinç kırıntısını temizledi. Gözleri yüzüme dalıp gittikten sonra, "Artık konuşmalıyız." dedi toparlanarak.

 

Bir anda heyecan bastığında yüzüm alev alev yanmaya başladı. Midemden yükselen kötü sıvıyla kusacağımı anladığımda arkamı döndüğüm gibi ilk ağacın dibine çıkardım az önce yediğim midyeleri. Görmemiş gibi dalarsam olacağı buydu tabii!

 

Tahin saçlarımı geri çekip tek eliyle toparlarken diğer eliyle de alnımı tuttu. Arkamdaydı. "İyi misin?" diye sordu ama kusmaktan cevap veremedim.

 

Midemde hiçbir şey kalmayana kadar kustuktan sonra yavaşça doğruldum. Ağzımı pijamamın koluna silerken halsizleşmiştim ama iyi hissediyordum. En azından rahatlamıştık be usta!

 

"Eve gideceğim," dedim ona dönerken. "Yoruldum. Uykumdan da uyandırıldım."

 

"Ama sana söylemem gereken-..."

 

"Sonra söylersin." dedim geçiştiricesine. "Hadi kaçtım ben."

 

Kolumdan tutup beni kendine çevirdi. "Sonra da söylerim evet ama sonra bu cesareti bulabilir miyim bilmiyorum." dedi gözlerime bakarken. "O yüzden beni dinle. Senden sadece iki dakika istiyorum. İki dakika beni dinle, sonra gitmene izin vereceğim, söz."

 

Tam bu noktada araya girdim. "Bence sen söz verme," dedim gülümseyerek ama keyiften uzak bir gülüştü bu. Tahin donakaldı. "Bana verdiğin hiçbir sözü tutmadın çünkü." dediğimde kollarımı tutan elleri düştü. Bana bakakaldı. Onun beklediğim o çocuk olduğunu anladığımı fark etti.

 

"Ben evime gidip uyuyacağım, sende artık nişanlını mı ararsın yoksa evine mi gidersin bilmiyorum..."

 

"Artık nişanlı değilim!" dedi hızla, kendine geldiğinde. "Nişanı attım. Anlatmama izin verirsen eğer-..."

 

Elimi kaldırıp susturdum onu. "Dinlemek istemiyorum." Nişanlı olduğunu öğrenmemi atlatamamışken neden nişanlanıp niye nişanı attığını şu an dinlemek istemiyordum. "Gidiyorum ben."

 

"Gül yapma!" diye yalvardı kolumu tuttuğunda. "Ben sana, sana olan sevgime ihanet etmedim hiçbir zaman. O yüzüğün parmağıma girişiyle çıkışı bir oldu yemin ederim! Lütfen dinle!"

 

"Dinleyeceğim ama şimdi değil." dediğimde sustu. Omuzları düştü. "Şu an tek istediğim uyumak." Ayakta uyuyordum zaten. Konuştuklarının onda dokuzunu anlamayacaktım.

 

Gitmemi istemiyordu. Kalıp konuşalım istiyordu ama zorlamadı, üstelemedi. "Peki." dedi gönülsüzce. "Sen ne zaman istersen o zaman konuşuruz."

 

Kendimi hazır hissettiğimde hikayesini dinleyeceğim ama bu süreçte onun burnundan da getirecektim. Döktüğüm her bir gözyaşının bedeli onun için ağır olacaktı!

 

İki Gün Sonra;

 

Bugün Süslü Barbie'nin nişanı olduğundan erken uyandırıldım. Bu yüzden huysuz ve uykusuzdum. Sağa sola kaymış, bir türlü eskimeyen pijamalarım ve darmadağın saçlarımla yani yine en tarz halimle mutfağa gittim.

 

Ağzımı kocaman açmış esnerken, "Ağzının kapat ağzını!" diyen tanıdık sesle durdum.

 

Yavaşça gözlerimi açıp tam karşımda, Sinan abimin yanında oturan dayı beyi gördüm. Annem çayımı doldururken aceleci bir tavırla, "Geç yerine kahvaltını yap Gül. İşimiz var bir ton kızım, hadi!" diye söylendi ama ona cevap veremedim zira gözlerim karşımda kasım kasım kasılarak oturan ve gülerek yüzüme bakan dayı beydeydi.

 

"Ne işin var senin burada?" diye sorduğumda dayı bey kaşlarını çatarken Sinan abim bıyık altından gülüyordu.

 

Babam, "Gül, ayıp kızım!" diye uyardığında dedem, "Karışma kıza." dedi babama. Dayı beyi en az benim kadar sevmiyordu. "Doğru konuşuyor. Ne işi var bunun burada?"

 

"Ben bu ailenin büyük dayısıyım." dedi bunak kasım kasım kasılarak. Ablama bakıp gülümsedi. "Sibel torunum bana nişan davetiyesini göndermiş, ben de tebrik etmeye geldim."

 

Süslü Barbie'ye bak sen!

 

Ben ve Sinan abim Süslü'ye ters ters bakarken, "Onlar senin torunun değil." dedi dedem. "Onlar benim torunum. Sen dış kapının dış mandalısın İhsan!"

 

"Baba, lütfen!" diye uyardı halam sertçe. "Dayım hakkında doğru konuş."

 

"Sen sus!" diye bu defa onu tersledi dedem. "Sende düşün taşın. Ya benimle yaşarsın bundan sonra ya da bu uğursuz dayınla yaşar, yüzümü de bir daha anca cenazemde görürsün! Kararını ver!"

 

Halam kalakaldığında babam dedemi uyardı ama dedem tınlamadı. Bu konuda netti. Yıllarca dayı beyle yaşayıp onun pis işlerine alet olan halamın artık geç de olsa kendisiyle birlikte yaşamasını istiyordu. Halam çoktan kararını vermiş gibi ayaklanıp dedemin boynuna sarıldı arkasından. "Ev ayarlamaya çalışıyorum günlerdir. Sen, ben, dayım... Üçümüz birlikte yaşayacağız bundan sonra."

 

Dedem bu habere tam sevinemedi zira yırtık dondan çıkar gibi atlayan dayı bey keyfini bozmuştu. "Bu gelmek zorunda mı?" diye sordu ters ters. "Kuyruk gibi sürekli peşimizde."

 

"Evet baba!" dedi halam. Bu konuda asla taviz verecek gibi durmuyordu. "Sen bana bir şart sundun, ben de sana bunu diyorum. Ya üçümüz yaşarız bundan sonra ya da-..."

 

"Ya da dayınla gidersin yine değil mi?"

 

"Baba!"

 

"Tamam kabul." dedi dedem memnuniyetsizce. "O zaman sende evleneceksin."

 

Dayı bey direkt halama baktığında bu dikkatimden kaçmadı. Halam gözlerini devirdi bıkkınca. "Evlilik de nereden çıktı şimdi ya?"

 

"Ben onu bunu anlamam! Dayın olacak bu uğursuzun peşinde koşarken harcadın gençliğini. Sana birini bulacağım, sende evleneceksin. Kabul mü?"

 

"Sevmezsem evlenmem!" dedi halam. "Ona göre birini bul o zaman." Bu konuda da anlaştıklarında yerine geçti halam.

 

Çayıma uzandım. "Şimdi bu ihtiyar bunak kalıcı değil yani?" dedim. Buna sevinebilirdim işte. Birkaç saat katlansam yeterdi.

 

"Değil," dedi dedem. "Kahvaltıdan sonra gidecek."

 

"İyi bari." demiştim ki dayı bey kaşlarını çattı.

 

"Gidecektim ama size inat yatıya kalacağım ulan!" dediğinde gözlerim kocaman oldu. Cebinden telefonunu çıkarıp birini aradı. "Hasan bana çanta yap. Yeğenimde yatıya kalacağım. Birkaç ay beni idare edecek kadar kıyafet koy çantaya. Bekliyorum." dedi gözlerime baka baka. Bu yatıya kalmıyor ki, bizimle yaşamaya başlıyor resmen! Birkaç ay ne ula?

 

Dedeme baktım direkt. Ben küçüğüm diye laf söyleyince kızıyorlar, o bir şey derse destek çıkarım. "Boşuna çanta hazırlatma." dedi. "Boş oda yok burada. Olsa da sana yok."

 

"Aynen!" dedik Sinan abimle aynı anda.

 

Babam da bizi uyardı. "Gül! Sinan! Siz karışmayın."

 

"Ne demek karışmayın baba ya?" diye yükseldi Sinan abim. "Ben polisim farkında mısınız? Bu büyük dayımız da her türlü pisliğe bulaşmış bir mafya! Ben onu hapse tıkmak için deliller ararken o burada mı kalacak?"

 

"Daha iyi ya orta boy torun," dedi dayı bey gülerek Sinan abimin omzunu sıkarken. "Yakınında olursam hakkımda delil toplaman da o kadar kolay olur!"

 

Sinan abim dik dik ona bakarken, "Abiciğime katılıyorum." dedim. "Evimizde bir mafya besleyemeyiz! Bu evde bir asker bir de polis var. Asker şu an yok ama adı yeter diye düşünüyorum. Bunu kabul edemeyiz! Dayı bey gitsin diyenler?" diyerek elimi kaldırdığımda bana eşlik eden sadece Sinan abimle dedem olmuştu. Mehmet'e bir tane zeytin fırlattım. Keşke çekirdeğini fırlatsaydım. Allah'ım inşallah çarpılmam! "Bu ihtiyar burada kalırsa senin odanda kalır, haberin olsun salak!" dediğimde odasına kimseyi sokmayan Mehmet hızla elini kaldırdı.

 

Dayı bey kahkaha attı. "Oy kullanmayan dört kişi de kalmamı istiyor. Yani şartlar eşit. Bu durumda evin sahibi olan ve altını çizerek söylüyorum ki oy kullanmayan yeğenim yani baban karar verecek buna." dediğinde dördümüz babama baktık.

 

Dördümüz babamın ağzından çıkacak kelimeye bakarken ben, dedem ve Sinan abim aynı anda, "Bu burada kalırsa ben giderim." dediğimizde dayı bey kahkaha attı.

 

"Büyük dayımız benim odamda kalmadığı sürece ben kalmasına karşı değilim baba." diyen içimizdeki küçük hain Mehmet'e baktık öldürücü bakışlarımızla.

 

"Abiciğim şu haini susturabilir misin?" diye rica ettim abimden. "Bana biraz uzak kalıyor kendisi."

 

Sinan abim zevkle uzanıp Mehmet'in ensesine bir tane patlattığında babam, "Tamam susun!" diyerek susturdu bizi. "Dayım zor günlerimizde maddi manevi hep yanımızda oldu. Gül hastanedeyken öz kardeşim bir kez olsun gelmezken dayım hep bizimleydi. Ben insanların yaptıkları işe bakmam. Bu demek değildir ki dayımın işlerini onaylıyorum. Asla! Ama onun en zor günlerimizde yanımızda olmasını yok sayıp da kapıyı gösteremem. Burası onun da evi ve dilediği kadar kalabilir."

 

Evet, kendisi ben hastanedeyken sürekli yanıma gelirdi. Demir abim okulda ya da antrenman da olduğu zamanlarda o gelirdi yanıma. Gitmeden önce ondan ne istersem ertesi gün tersini getirirdi. Bir kere oyuncak bebek istemiştim ondan. Ama böyle Barbie bebek gibi kuru plastik değil. Böyle kucağı dolduran, saçları yünden olan bez bebeklerden istemiştim. Dayı bey tamam alacağım demişti ama ertesi gün bana getirdiği şey Barbie bebekti. Bu defa da Barbie bebek istemiştim ondan belki tersini yapar diye ama o gidip oyuncak araba almıştı bana. Hiçbir zaman istediğim o bebeği almadı. Ne zamanki iyileştim, hastaneden çıkıp eve geldim o zaman verdi o bebeği bana. O gün bana şöyle demişti: İsteklerinin gerçekleşmesi için önce çabalaman gerekiyor. İyileşip eve gelmeseydin sana bu bebeği almazdım.

 

Ben aylarca o hastane odasında ondan bebeği beklerken o bana iş işten geçtikten sonra o bebeği getirince bebeği yüzüne fırlatmıştım. "İstemiyorum artık al da bir tarafına sok!" deyip odama gitmiştim. Tabii sonrasında Demir abim zorla özür diletmişti ama ben ona dilediğim özrün bedelini misliyle ödetiyordum ona. Dayı beye olan nefretim o zamanlardan geliyordu yani.

 

Babam, "Demir'in odasında kalabilirsin dayı." dediğinde başımdan aşağı kaynar sular, lavlar falan döküldü.

 

"Ne demek Demir'in odası ne demek?!" diye bağırdım evi inletircesine. "Orada ben kalıyorum ya! Hayatta olmaz! Kilere bir döşek, yastık, yorgan atın. Yatsın orada!"

 

"Senin bir odan var Gül." dedi annem. "Bu süreçte sen odanda kalacaksın! Konu tartışmaya kapandı. Buz gibi oldu çaylar. Kahvaltınızı yapın da çıkalım."

 

Dua etsin Süslü Barbie'nin nişanına. Şimdilik susuyorum ama bu demek değildir ki susacağım.

 

Akşam Vakti;

 

Hayatımın hiçbir anında dış güzelliğe önem vermedim. Ben ki üzerime yapışan, artık ikinci bir derim olan o süklüm püklüm pijamamla ve kuş konsa yadırgamayacak kabarık saçlarımla bakkala, markete gitmiş bir insanım.

 

Ama şimdi, ayna karşısında üzerimdeki elbisenin tenime, en çok da gözlerime olan uyumuna bakmaktan kendimi alamıyordum. Uzun kollu, dizlerimin bir karış üstünde biten, beli korseli bir elbiseydi. Çok hafif göğüs dekoltesi vardı. Onun dışında kısa olsa da kapalı bir elbiseydi. Bu elbiseyi halam almıştı bana. Bugün gittiğimiz kuaförde de makyaj yaptırmıştım yüzüme. İlk kez yapmıştım bunu ama abartı değildi. Aksine sade, tenimle uyumlu renklerden sürmüşlerdi yüzüme.

 

Saçlarımı evde halam yapmıştı. Maşayla saçlarıma şekil verirken dokuz doğurmuştum korkudan saçlarıma bir şey olacak diye. Neyseki olmamıştı. Olsaydı kıyameti koparırdım.

 

Şimdi yüzümde makyaj, kıvır kıvır saçlarım ve kabarık etekli elbisemle bambaşka biri olmuştum. Annem düğünleri sevmediğimi, düğünlere pantolon tişörtle gittiğimi bildiğinden günler öncesinden başlamıştı ablamın düğününde şöyle güzel bir elbise giyeyim diye yalvarmaya. Şimdi beni görünce şok olacaklar!

 

Onlar çoktan çıkmışlardı. Düğün salonunda davetlileri karşılıyorlardı. Halam, ben ve büyük dayı bey evdeydik. Halam kuaförden sonra acıktığını söyleyince eve gelmiştik. O karnını doyururken ben de hazırlanmıştım.

 

Aynadan gözlerime bakarken içimdeki heyecanı hissettim. Yıllar sonra beklediğim çocuk gelmişken nedensizce bugün için özenle hazırlanmak istemiştim. Dünden beri onu görmemiştim. Dün gece mesaj atmış ama tabii ben sabah uyandığımda görmüştüm. İşleri birikmiş, beni bu yüzden arayamamış ama yarın nişanda beni göreceği için heyecanlı ve mutluymuş. Bir de iyi geceler dilemiş. Şimdi bende, ona öfkeli olsam da, en az onun kadar heyecanlı ve mutluydum onu göreceğim için. Zaten şu aptal kalbimin heyecanı bana bunu yaptırabilirdi ancak!

 

"Gül, yengem beşinciyi arıyor!" diye bağıran halamla ayna karşısında kendime bakmaya bir son verdim ve hızla halamın yeni aldığı beyaz spor ayakkabıları giydim. Topuklu giymemi beklemiyordunuz herhalde?Alelade bağcıklarımı bağladıktan sonra odamdan çıktım. Telefonumu almamıştım. Çanta kullanmayı sevmediğim için onu da elimde taşıyamazdım gece boyu.

 

"Geldim geldim!" dediğimde halam yarattığı şahesere gururla baktı ve beğeniyle dudaklarını büktü.

 

Arabada bekleyen dayı beyin yanına gittik. Halam ön koltuğa geçerken ben arka koltuğa geçtim. Dayı bey arabayı çalıştırdı ve aynadan bana baktı. Tanıyamamış gibi aynadan uzun uzun bana baktıktan sonra, "Habeş maymununa benzemişsin." dedi.

 

Ona ters ters baktım. "Bugün hanımefendi gibi davranacağım. Benimle uğraşma." dedim.

 

Dedim ama kime dedim bir sorun!

 

Yol boyunca benimle uğraştı, bana sataştı durdu. Arabada yabancı biri olmadığından hanımefendiliğimi bozup ona cırlayarak haddini bildirdim. Zaten gece Demir abimin odasında kalacak olması sinirlerimi bozuyordu. O yatakta ben yatıyordum ya!

 

Düğün salonuna geldiğimizde daha fazla dayı beyle aynı havayı solumak istemediğim için arabadan inip önden hızla düğün salonuna girdim fakat salonun girişinde kalakaldım. Tahin sahnenin oradaki bir adamla konuşuyordu ve ben onu seyredalmıştım. Bugün her zamankinden daha özenli, daha karizmatik ve daha yakışıklı duruyordu. Siyah takım elbisesinin içinde muazzam görünüyordu. Saç, sakal tıraşı olmuştu sanki. Saçlarının kulak arkası ve ense kısmı sakallarıyla beraber kısaltılmıştı biraz. Bileğindeki saati parlarken bir eli cebinde diğer eli de sakallarında geziniyordu. Karşısında bir şeyler göstererek hararetle konuşan adamı kaşları çatık bir halde dikkatle dinliyordu. Şu an o kadar yakışıklı görünüyordu ki gidip boynuna atlayasım, koparana kadar yanaklarını ısırasım vardı.

 

Offff! Ben bu adamı sarımsaklasam da mı saklasam yoksa boğsam da mı rahatlasam bilemiyorum bazen!

 

"Niye durdun kapı da?" diye soran halamla gözlerimi Tahin'den ayırmadan derin bir iç çektim ve böylelikle halam sebebini anlamış oldu.

 

"Ohoo! Uçmuş bu." dedi sağ tarafımdan dayı bey. "Bir de aşık değilim diyor. Gelsin külahıma anlatsın onu."

 

Ters ters ona baktım. "Sen bir sussana ya!" dedim sinirle. "Zaten geldin eve yerleştin besleme gibi! Bir de gittin Demir abimin odasına kondun! Bir sus artık!"

 

"Gül." diye seslendi halam.

 

"Hayır susmayacağım hala!" dedim ona bakmadan. "Ayıpsa ayıp ula! Büyük büyüklüğünü bilirse küçük de küçüklüğünü bilir! Yetti artık be!"

 

"Gül, seninki geliyor!" dedi halam.

 

"Ne?" diye ona baktım. "Kim geliyor? Benimki kim?"

 

Halam gözleriyle önümü işaret ettiğinde önüme döndüm ve bana doğru gelen Tahin'i gördüm. O bana doğru gelirken halamlarda gitmişti. Tahin'in adımları bir an önce bana kavuşmak ister gibi aceleciydi. Gözleri özlem ve sevgiyle parlarken iç çektim sessizce. "Öleceğim galiba." diye mırıldandım.

 

Tahin gelip karşımda durduğunda hemen duruşumu dikleştirdim ve gardımı kuşandım. "Gül," dedi beni incelerken. Saçlarıma baktı, gözleri tutam tutam dalgalarımda gezindi. Oradan yüzüme baktı. Rimel sayesinde uzun ve kıvrık görünen kirpiklerime, allıkla renklenen yanaklarıma, gül kurusu rujun belirginleştirdiği küçük, dolgun dudaklarıma uzun uzun baktı. Gözleri aşağılara düştü. Elbisemi inceledi. Beni daha önce şirketlerinde onlara mankenlik yaparken de böyle makyajlı görmüştü ama o zaman ki bir gereklilikti şimdi ise tamamen şahsi...

 

İstese benim buraya kimseyi umursamadan tişört pantolonla gelebileceğimi biliyordu. O yüzden şimdiki halimi sorguluyordu kendince. Onun için mi hazırlandım yoksa aile zoru mu?

 

Cevap belliydi sanki ha?

 

Cevap aile zoru tabii ki arkadaşlar!

 

"Çok güzel olmuşsun," dedi gözlerime dalıp gittiğinde. "Buranın aydınlanmaya, parlamaya ihtiyacı vardı biraz, şu ışığınla imdadımıza yetiştin." dediğinde samimi iltifatları kalbimin seyrini değiştiriyordu. Ne zaman o böyle şeyler söylese kalbim rota yeniden oluşturuluyor diye sinyal çakıyordu bana. Kenara çekilip eliyle yol verdi. "Parlat bizi güzelliğinle." dedi.

 

Onun verdiği bu özgüven, egomla birleşince bir taraflarım asla yere inmiyordu. "Mersi canım." dedim saçlarımı omuzlarımdan geri iterken. Omuzlarımı kaldırmış, dik, asil bir yürüyüşle önünden geçiyordum ki kolumu tutup durdurdu beni. "Bekle."

 

Bir anda sağ dizinin üzerine eğilip ayakkabımın çözülen bağcıklarını sıkı bir şekilde bağlamaya başladı. Şaşkınca onu izlerken tüylerim diken diken oldu. Burada, onca kalabalığın içinde, ailelerimizin, akrabalarımızın gözü önünde kimseyi umursamadan önümde eğilip ayakkabımın bağcıklarını bağladı. Ailelerimiz de dahil çoğu kişi bize bakarken ben ona bakakalmıştım. Maharetli parmakları bağcıkları kurdele yapıp yavaşça ayaklandığında elim ayağıma dolandı. "Bağcığına basıp düşmeni istemedim. İlla düşeceksen kollarıma düşmeni tercih ederim." dediğinde ağzım açık kaldı.

 

Ailelerimizin gözü üzerimizde olduğundan gülümsemekle yetindim. Aksi halde yumruğumu çakmıştım suratına. "Çok beklersin canım!" dedim dişlerimin arasından. "İlla biri düşecekse o fasulye sırığı kollarına gitsin nişanlın düşsün!"

 

Keyifli suratı an be an bozuldu. "Hâlâ mı?" diye sordu bıkkınca. "Nişanı attım demiştim sana! Bir dinlersen eğer-..."

 

Annemin gözü üzerimizde olduğundan onu dinlemeden hızla bizimkilerin masasına gittim. "Selamınaleyküm!" diyerek kahveye dalar gibi ortama daldığımda durdum. Hani hanımefendi olacaktık canım kendim? Yakıştı mı bu şimdi? Hızla duruşumu, tavrımı düzelttim. "Yani selamlar! Nasılsınız?"

 

"İyiyiz kızım iyiyiz." dedi annem imalı imalı yüzüme bakarken. Gözleri sonra konuşacağız sinyali gönderiyordu ama ben konuşmak istemediğim sürece konuşmazdım, kusura bakmasın. Önce Tahin'le aramızda halletmemiz gereken şeyleri dövüşerek aman konuşarak halledecektik, ondan sonra anca.

 

Sinan abim oturduğu yerden ayaklanıp yanıma geldiğinde elinin tersinin alnımda, yanaklarımda gezdirdikten sonra cıkladı. Ardından kocaman elleriyle kafamı tutup eğdi ve bit arar gibi saçlarımın arasında bir şey aramaya başladı. Halamın özenle yaptığı saç tutamlarımı bozmuştu salak! Ellerine vurup ittim üstümden. "Ne yapıyorsun be?!" diye cırladım suratına.

 

Benim hanımefendi kalabilme süremde bu kadardı işte!

 

"Kafanda yara izi aradım. Zira böyle," Eliyle üstümü işaret etti. "Giyinmenin başka bir açıklaması yok." Bir anda kaşlarını çatıp bizimkilere döndü. "Hanginiz neyle tehdit etti de bu böyle giyindi?" diye sorduğunda göz devirdim.

 

"Sence tehdit bende işe yarar mı?" diye sordum kendimi işaret edip. "Ayrıca güzel olmamış mıyım ya? Niye hepiniz far görmüş tavşan gibi bakıyorsunuz anlamıyorum!"

 

"Seni sadece bayramlarda böyle gördüğümüz için olabilir mi acaba?" diye konuştu Mehmet kişisi. "Ayrıca," Gözleriyle şöyle bir süzdükten sonra baş parmağını kaldırdı. "Taş gibi görünüyorsun ablacığım."

 

Şımarıkça gülümsediğimde, "Harika görünüyorsun." dedi Züleyha Hanım teyze. Bana Tahin'le aramızdaki şeyi biliyormuş gibi bir sevecenlikle bakarken ne diyeceğimi bilemedim. İlk kez utanmıştım.

 

Gözlerimi kaçırırken, "Annem haklı," dedi Yaren abla. "Elbisenin rengi gözlerinin güzelliğini ortaya çıkarmış. Bebek gibisin!"

 

Kızıl saçlı süs bebeğiyle Ferhat da iltifat ettiğinde iyice utanmıştım. Gözlerimi kaçırdım. "Ben bir ablama bakayım." diyerek arkamı döndüğümde kapıdan giren bir grup erkeğe kaydı gözlerim ama içlerinden tek bir kişiye odaklandım. O da en önde adımları yerleri döve döve yürüyen, daha kapıdan girmesiyle birçok kızın bakışlarını üstünde toplayan Demir abimdi.

 

Halüsinasyon görüyor olmalıydım. Daha yeni gitmişti göreve. Niye gelsin ki?

 

Önüme dönüp ablamın yanına gidecekken onun sesini duydum şimdi de. "Bir hoş geldin yok mu?" diyordu.

 

Ona baktım. Tam karşımda durmuştu. Vallahi oydu. Gelmişti. Daha yeni gitmesine rağmen gelmişti. Siyah bir gömlek ve siyah pantolon vardı üzerinde. Onun için bu en özenli haliydi. "Abi!" diyerek boynuna atladığımda ona doya doya sarılamadan ensemden tutarak çekti beni.

 

"Bu hâl ne?" diye sorarken çatık kaşlarıyla yüzümü inceledi. Kirpiklerime, allığıma, dudaklarımı nemlendiren rujuma baktı. "Palyoça olmaya mı karar verdin?"

 

Bu onun dilinde çok güzel olmuşsun demekti.

 

Onun bana yaptığı gibi bende onu süzdüm üstten bakışlarla. "Sende giymişsin siyahları, cenazeye mi geldin hayırdır?" dedim.

 

Bu benim dilimde çok yakışıklı olmuşsun zalimin oğlu demekti.

 

Ve benim onu anladığım gibi o da beni anladı.

 

Arkasındaki sarışın gençlerden biri, "Komutanım palyaçoya benzettiniz ama kardeşiniz taş gibi olmuş." dediğinde abimin ölümcül bakışları yavaşça omzunun gerisinden o çocuğa döndü.

 

"Sana fikrini soran oldu mu Şıpsevdi?" diye sordu ters ters. "Şuraya yatıp hızlandırılmış versiyonda beş yüz şınav çekmek istemiyorsan kapat çeneni!" dediğinde çocuğun beti benzi attı.

 

Çocuk şınav çekmemek için bana baktı ve, "Komutanım haklı, palyaçoya benzemişsiniz!" dediğinde ona hayretle baktım. Hani taş gibi olmuştum?

 

Demir abim burnundan sert bir nefes verdiğinde yanındaki esmer adam sarışını ensesinden tutup uzaklaştırdı. "Bu bende komutanım." diyerek onu peşinden sürüklediğinde diğerleri de onları takip ettiler ve bizim masanın arkasındaki boş masaya geçtiler.

 

"Demir, oğlum hoş geldin." diyen annem yanımıza geldiğinde Demir abim ona baktı. Onun elini öpüp ona sarıldı.

 

"Hoş buldum anne." dedi ayrıldıklarında.

 

"Beklemiyorduk seni. Daha yeni gittin ya."

 

"Evet." dedim hemen. "Niye geldin?"

 

Annemle ikisi bana ters ters bakarken Demir abim, "Sibel'le telefonda konuşurken keşke sende olsaydın dedi, bende albaydan rica ettim, sağ olsun izin verdi ama nişan sonu döneceğiz. İki güne bir göreve gideceğiz. Ona hazırlık yapmamız gerek." diye açıklandığında uzun süre kalamayacak oluşu canımı sıktı. O da bunu fark etmiş gibi bana bakarken bakışları sertti.

 

Hemen sırıttım. "Ben çağırsam gelir miydin yine?"

 

Düşünmedi bile. "Hayır."

 

Daha çok sırıttığımda eniştem Ken geldi. Yansıtmamaya çalışsa da telaşlı görünüyordu. Bunu hepimiz fark etmiştik. "Sibel'in nişan elbisesi yırtıldı," dediğinde az kalsın kahkaha atacaktım. Nasıl yırtmayı başardılar düşünmek bile istemiyorum! "Oda da ağlıyor. Bir şey yapabilir miyiz?" diye bize sorduğunda annem evhamlandı hemen ama Demir abim sakinleştirdi onu. Tahir, Yaren abla, Sinan abim ve süs bebeği ayaklandı.

 

"Ben bir bakayım." dedi süs bebeği.

 

O önümüzden geçip giderken Demir abimin arkasından bakışını yakalamıştım. Gözlerimi kısarak ona baktığımda bunu fark etti ve beni ensemden tutarak önüme çevirdiğinde önümüzden ilerleyen küçük kalabalığın peşinden gittik.

 

"Mahvoldu işte nişanım ya mahvoldu!" diye ağlıyordu Süslü Barbie biz odaya girdiğimizde. "Bir sorun çıkmasın diye sabahtan beri uğraşırken olana bak ya! Çıkmayacağım ben. Bu halde insan içine çıkamam."

 

"Sibel bir sakin olur musun?" diyen süs bebeği eğilmiş, elbisenin eteğindeki yırtığı kontrol ederken bir yandan ablamı sakinleştirmeye çalışıyordu. "Beni panik ettin, bir dur lütfen. Halledeceğim."

 

"Emeklerin boşa gitti Balım ya." diye bir de ona ağladı ablam. "Yüzüne bakamıyorum utancımdan."

 

"Saçmalamayı kes ve sakinleş." diye emir verdi süs bebeği.

 

Demir abim beni bırakıp ablamı sakinleştirmeye gittiğinde yanımda dikilen Tahin'e döndüm. "Süs bebeğinin ne emeği var ki?"

 

"Nişan elbisesini o tasarlamıştı." dedikten sonra bana baktı. Bu halimi hiç görmediğinden uzun uzun izledi yüzümü. İç çekip gülümsedi. "Çok güzelsin." dediğinde utanarak kaşlarımı çattım ve koluna vurdum.

 

"Sende krizi fırsata çevirmeye çalışma ula!" diye kısık sesle azarladım onu ama bana mısın demedi. Güldü.

 

"Bana bir iğne iplik bulursanız hallederim hemen." diyen süs bebeğine baktım. Başını kaldırmış bize bakarken Yaren abla, "Hallediyorum hemen." diyerek gittiğinde Sinan abim onun arkasından baktı. "Bende yardım edeyim." diyerek peşinden gittiğinde gözlerimi kıstım. N'oluyor ula?!

 

Peşlerinden gidecektim ki az önce bana ilk iltifat edip sonra hakaret eden adamın konuşmasıyla durdum. "Valla ufak bir yırtıkla iyi kurtarmışsınız. Dikilir hallolur hemen. Bizim mahallede biri evlenmişti geçen sene. Düğüne ellerinde meşalelerle giriş yaptılar. Bir de gelin uzun kuyruklu kabarık bir gelinlik giymişti. Sen damadın ayağı gelinliğin kuyruğuna takıl düş, elindeki meşale gelinliğin üstüne devrilsin! Valla düğün başlamadan bitmişti. Anamdan duymuştum gelin hâlâ kendine gelememiş. Odalara kapanmış."

 

Süslü Barbie şok olmuş suratla sarışın adama bakarken kahkaha attım. "Adaya veda eden gelin oldu demek ha?" diye güldüğümde sarışın çocuk da güldü. "Öyle oldu valla."

 

Süslü Barbie korkuyla panikle eniştem Ken'e döndü. "Etraftaki yanıcı yakıcı tüm aletleri kaldırsınlar Kenan!" dediğinde kahkaha attım. "Etrafta mum dahi görmek istemiyorum!"

 

"Valla özellikle mumlara dikkat edin." dedi sarışın çocuk felaket tellalı gibi konuşurken. "Bir keresinde bizim köyde elektrikler gitmişti. Bizim karşı komşu mumları söndürmeden yatmasın mı? Eli muma çarpmış, mum sen devril yangın çıkar! Vallahi hâlâ evsiz barksız gariban. İstanbul da oğlunun yanında kalıyor şimdi."

 

Süslü Barbie fenalıklar geçirirken eniştem ellerini sallayarak rüzgar yapıyor, Demir abim bir yandan sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

Demir abim, "Biraz daha konuşursan çenenin yayını sikeceğim Serkan!" dediğinde çocuk hazır ola geçti hemen. "Ne sikime geldin lan sen buraya?"

 

"Siz dediniz komutanım. Yanımdan ayrılmayacaksın dediniz."

 

"Siktir git ulan!" diye bağırdı ablamın başını göğsüne çekerken.

 

Serkan asker selamı verip, "Emredersiniz komutanım!" diyerek gitti.

 

Onun gidişiyle Yaren ablayla Sinan abim geldi. Yaren abla elindeki iğne ipliği Balım'a uzatırken, "Anca bulduk." dedi.

 

İmalı imalı Sinan abime baktım. "Epey uzun sürdü." dediğimde ters ters yüzüme baktı ama umursamadım. Bunun hesabını sonra soracaktım. Önüme döndüm. Hepimiz film izler gibi süs bebeğinin elbiseyi dikmesini izlerken Demir abime kaydı gözlerim. Ablamın başını göğsüne yatırmış, saçlarını öperek onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ablamın sessizliğine bakılırsa başarılı da oluyordu.

 

"Abi?" diye seslendiğimde başını çevirip bana baktı. "Benim de elbisem yırtılsa, sinir krizlerine girsem beni de böyle sakinleştirir miydin?" diye sorduğumda bana bakmadı bile.

 

"Hayır!" dediğinde süs bebeğinin eli duraksamış, bir Demir abime bir bana bakmıştı. Sinan abim hariç diğerleri de bana baktığında üzüldüğümü görmeyi falan bekliyorlardı herhalde ama beni sırıtırken gördüklerinde kalakaldılar.

 

Bir gün evlenirsem Demir abimin ben çağırmadan yanımda olacağını biliyordum. Kendi düğünüymüş gibi özenle benim düğünümle ilgileneceğine adım kadar emindim.

 

Tabii evlenirsem!

 

Süs bebeği dikişi bitirir bitirmez nişan başladı. Demir abim kankalarının masasına gittiğinde ben de onların yanına oturdum. Tahin'le sırt sırta oturuyorduk. O arkamdaki masadaydı. Ablamla eniştem geldiklerinde alkış tufanı koptu. Öylece izlediğim esnada Demir abim kolumu dürttü. "Alkışlasana ulan!"

 

Omuz silktim. "Valla ben bu ilişkiye çok çanak tuttum, bir de alkış tutamam." dediğimde ters ters bana baktı ama umursamadım.

 

Ablamla eniştem dans ederken ablam gerçekten mutlu görünüyordu. İkisinin ani evliliği beni biraz düşündürmüştü ama ikisi de o kadar mutlu ve birbirilerine aşık, birbirlerinden emin görünüyorlardı ki bana mutluluklar dilemekten başka bir şey kalmıyordu.

 

Masadaki çerezlerden atıştırırken önüme uzanan bir elle gerildim. Kafamı kaldırıp elin sahibine baktığımda kaşlarımı çattım. Bundaki de iyi cesaretti yalnız. "Benimle dans eder misin?" diye sorduğunda yüzümü ekşittim.

 

"Ben seninle şuradan şuraya adım atmam be! Defol git!" dediğimde hâlâ sırıtarak elini uzatmaya devam etti. Bu herifin ısrarcılığından bıkmıştım gerçekten!

 

Demir abim sandalyemle birlikte beni kendine yapıştırdığında İdris pisliği nihayet doğrulmuştu. "Kabul etmedi, duymadın mı?" dedi dik dik İdris'e bakarken. "Şimdi siktir git, hadi aslanım!"

 

İdris gerisin geri giderken ona bakmadım bile. Demir abim ağzının içinden küfür gevelerken ona baktım. "Dans edelim mi?" diye hevesle sorduğumda bana baktı. Hayır diyecek gibi oldu ama birden aklına ne geldiyse durdu.

 

"Kalk!" dediğinde kalktım. Ablamların yanındaki yerimizi aldığımızda ellerimi boynuna sardım hemen. Doya doya sarılamamıştım ki geldiğinde. "Anlat." dedi onunda elleri belimi sardığında.

 

Safa yattım. "Neyi?"

 

"Derdin neyse onu."

 

Birkaç gün önce ona telefonda söylediğim şarkı bir derdimin olduğuna işaretti ve o bunu soruyordu. "Onu buldum." dediğimde gür kaşları çatıldı ama bir şey demedi. "Daha doğrusu etrafımdaymış hep ama ben yeni fark ettim."

 

Demir abim kim diye sormadı bile. Direkt kafasını sağa çevirip bizi izleyen Tahin'e baktığında çenesinden tutup başını çevirdim. Göz göze geldik. "Nasıl anladın?" diye sordu.

 

"Bana bir şarkı söyledi. Sana ben ezelden geldim dedi. Bunu derken, şarkıyı söylerken çok farklı baktı gözlerime. Bir şey itiraf eder gibiydi sanki. Anladım bende. Sonrasında konuşmak istedi ama ben izin vermedim. Anlatmasına müsaade etmedim."

 

"Neden?"

 

Dudak büktüm. "Bilmiyorum." dedim. "Söyleyecekleri için kendimi hazır hissetmiyorum şu an."

 

"Nişanlı olduğunu söylemiştin?" dedi sorar gibi.

 

"Nişanı atmış. Yüzüğü takmasıyla çıkarması bir olmuş. Öyle dedi ama devamını dinlemedim."

 

Demir abim korkularımı, endişelerimi, telaşımı anladığında sustu. Parmak uçları belime baskı yaparken beni kendine çekti, başım göğsüne yaslandı. Çenesini başımın üzerine yaslayıp ara ara saçlarıma öpücük kondururken huzurla kapattım gözlerimi. "Ne karar verirsen ver umrumda değil." dedi kulağıma. "Kimsenin seni üzmesine izin verme sadece."

 

Başımı yukarı kaldırıp küstah bir tavırla baktım yüzüne. "Bende kendini üzdürecek, ezdirecek göz var mı bak hele?" dediğimde gözlerindeki gurur içimi ısıttı.

 

"Aferin küçük asker!" dediğinde kıkırdadım.

 

Dansın bitmesiyle yerlerimize geçtik. Nişanın ilerleyen dakikalarında bol bol oynanmış, dans edilmiş ve pasta kesilmişti. Üç tabak pasta yemiştim. Dördüncü pastamı yerken Demir abimin ayaklanmasıyla ona baktım. "Sigara içeceğim." dedi. Başımı sallayarak pastamı yemeye devam ettim. O gider gitmez de kankalarıyla onu çekiştirmeye başlamıştım.

 

Yazar'dan;

 

Demir düğün salonunun dışında tenha ve karanlık bir bölgeye geçmiş sigarasını içerken büyük dayı İhsan Bey ve halası Meltem gelmişti yanına. Demir ikisine de birer dal sigara ikram etti. Halasının sigarasını yaktı.

 

"N'aber evlat?" dedi İhsan Bey. "Nasıl gidiyor?"

 

Demir ikisine de kısa bir bakış atıp sigarasından derin bir nefes çekti. "Sizden gelen haberler sayesinde iyi gidiyor," dedi. "Buldunuz mu şu Hırşit itinin yerini?"

 

Büyük dayı İhsan Bey ve Meltem gizli istihbaratçılardandı. Herkes büyük dayıyı pis işlere bulaşmış bir mafya sanırken o aslında yeğeniyle birlikte vatana hizmet eden bir istihbaratçıydı. İkisinden başka kimse bunu bilmiyordu fakat Demir tesadüf bir şekilde öğrenmiş ve sırlarına ortak olmuştu. Kimseye bahsetmiyordu bu durumdan çünkü gizli kalması gerekiyordu. Sinan hapse tıkmak için büyük dayısının bir açığını ararken büyük dayı vatanına hizmet ediyordu.

 

"Onu değil ama ona giden kapıyı bulduk; oğlunu." dedi İhsan Bey. "Herif tam keyif düşkünü! İşi gücü kumar, alkol ve karı kız! İstanbul'da bir kulübü varmış işlettiği. Kulüp dediğime bakma. Üst katı fuhuş odası, alt katı kumarhane! Meltem yarın İstanbul'a gidiyor. Bir şekilde herifin odağına girip Hırşit'in yerini öğrenmeye çalışacak. Ben buradan yöneteceğim. O haber alır almaz da size bildireceğiz."

 

Demir sigarasından sert bir nefes çekti. "O Hırşit iti Şafi'yi aldı bizden. Arkadaşımızı şehit etti. Bir kadını dul, bir anneyi gözü yaşlı, bir kız çocuğunu da babasız bıraktı! Onu öldürmeden bana huzur yok. Şafi'nin kanını yerde koymayacağım!"

 

Üçü de sessizleştiğinde İhsan Bey Demir'in omzunu sıktı. "Biz bir ölür, bin diriliriz evlat." dedi. "O ana, o eş, o kız çocuğu Şafi'yle gurur duyarak yaşayacak bundan sonra. Bizlerde üstümüze düşeni yapıp onun katillerini adalete teslim edeceğiz."

 

"Herifi çabuk kafalarsam daha erken bile ulaşabiliriz bilgiye. Elimden geldiğince en kısa sürede halletmeye çalışacağım." dedi Meltem.

 

Demir ona baktı. Allah biliyor ya, halası olan yaşıt oldukları bu kadını hiç halası olarak görmüyordu. Onu da en az kardeşi Defne gibi görüyordu. "Ne yaparsan yap, dikkatli ol." dedi ona bakarken. Başına bir bela gelecek diye ödü kopuyordu. "Başına açtığın belalardan seni koruyamam Meltem. Dikkatli ol."

 

Meltem, yeğeninin endişesini fark ettiğinde gülümsedi. O da onun için endişeleniyordu. Ona bir şey olursa Gül'ün ne hale geleceğini düşünmek bile istemiyordu. Yanına gidip ona sarıldığında Demir karşılık verdi. "Endişelenme, ben başımın çaresine bakarım. Hep baktım." dedi. "Sen kendini düşün asıl. Sen de dikkatli ol."

 

Demir bir şey diyemeden ona bağıran kardeşinin sesiyle ayrıldılar ve elinde sigarayla onun yanına gitti. Diğerleri de salona dönmüştü.

 

Gül'den;

 

Nişan benim açımdan oldukça sıkıcı geçmişti. Böyle düğün nişan işlerini oldum olası sevmediğim için çok sıkılmıştım ve nişan boyu Demir abimle uğraşmıştım. Bir güncük, hatta birkaç saatcik bile olsa onu görmek, onunla konuşmak iyi gelmişti.

 

Nişan sonunda davetliler tebriklerini iletip dağılırken biz de gelin - damat tarafı olarak bol bol fotoğraf çekinmiştik.

 

Hep birlikte dışarıya çıktığımızda eniştem boğazını temizleyerek dikkatleri üstüne çekti. "Ben bir tekne ayarlamıştım, nişandan sonra kendi aramızda eğlenir, ufak bir kutlama yaparız diye düşündüm. Müsaadeniz olursa eğer biz genç kesim olarak sizden birkaç saat daha rica etsek, uygun mudur?" diye büyüklerden izin istediğinde annemler kısa bir an duraksamıştı. Ortada nikah olmadığından bir tedirgindiler ama ben onlarla gidersem onlara göz kulak olabilirdim.

 

Elimle ben göz kulak olurum işareti yapıp göz kırptığımda annem denize düşmüş de yılana sarılmış gibi bir bakış attı bana. "Peki madem," dedi babam. "Çok açılmayın ama. Karadeniz'in havası belli olmaz. Bir açık olur, bir kapalı. İki saat kadar aranızda eğlenin, sonra herkes evine."

 

Eniştem Ken başını salladığında, "E arabalara geçelim o zaman." dedi Tahin.

 

O arabasına giderken Süslü Barbie Demir abime baktı. "Abi sen gelmiyor musun?"

 

"Benden bu kadar." dedi Demir abim. "Uçağımız kalkacak birazdan. Havaalanına yetişmemiz gerek." Ablamın üzüldüğünü görünce dayanamayıp onu kollarının arasına aldı, saçlarının arasına derin bir öpücük bıraktı. "Asma suratını. Keşke sen de olsaydın dedin geldim. Bu kadarlık izin alabildim ama Allah nasip ederse düğününde yanında olacağım. Anlaştık mı?"

 

Ablam başını salladığında birbirlerine sıkı sıkı sarıldılar. Ayrıldıklarında enişteme baktı. "Onu üzersen yedi sülaleni üzerim." dediğinde kıkırdadım. Eniştem kendinden emin bir tavırla gülümseyerek başını salladığına abimle tokalaştılar.

 

Demir abim sırasıyla herkesle vedalaştıktan sonra bilerek bana bakmadı ve beni yok saydı. Arkasını dönüp arkadaşlarına bir baş hareketi yaparak ilerlemeye başladığında öylece gidişini izledim. Göreve gideceği zamanlarda onu uğurlarken ona sarılmak istemiştim hep. O ben uyurken giderdi ama ben bir kez olsun onu uğurlamak isterdim fakat şimdi görüyordum ki onu uğurlamak, ona veda etmek hiç kolay değilmiş. Gidip ona sarılmak geliyordu içimden ama sarılırsam bırakamamaktan korkuyordum.

 

Belki de bu anı bir daha yaşayamayacaktık.

 

Belki de bir daha geri dönemeyecekti.

 

Ailem gözlerini bana dikmiş, beni izlerken ben Demir abimin sırtına, bir an önce kaçıp gitmek ister gibi hızla attığı adımlarına bakıyordum. Ve daha fazla duramadım.

 

"Abi!" diye attığım çığlık anında onun adımlarını keserken benim adımlarım harekete geçmişti ve ben saniyeler içinde bir atlet gibi koşarak onun boynuna atlamıştım. Ona sıkı sıkı sarıldığımda karşılık vermedi bir süre. En sonunda bir eli belime bir eli de saçlarıma çıktı. Sevdi, öptü, okşadı ama uzatmadı. Uzatırsa veda edemezmiş gibi uzaklaştırdı beni kendinden.

 

"Ne yapışıyorsun sülük gibi?" diye bağırdı suratıma. "Sana sarıldım mı ben? Ne diye atlıyorsun boynuma? Sarılmak istesem sarılırım değil mi?! Yürü git!" Hareket dahi etmediğimde kaşlarını daha derinden çattı. "Gitsene ulan git hadi!"

 

Şeytan diyor çak ağzının ortasına bir tane ama uymadım. Ters ters ona baktım. "Ne bağırıyorsun be?!" diye bende cırladım suratına. "Sağır değiliz herhalde, duyuyoruz seni! Gitmemi istiyorsan giderim, istenmediğim yerde kalacak değilim!" Bir adım attım, durdum. "Şimdi gidiyorum ama çağırırsan yine gelirim fakat görmezden. Hadi hayırlı cumalar!"

 

Yanından geçtiğimde Serkan, "Bugün cuma değil ki." dedi.

 

Ona ters ters baktım. "Sorduk mu?"

 

Tam bana cevap verecekti ki, "Ona cevap verirsen uçağa baygın halde binersin Şıpsevdi!" diye araya girdi Demir abim. Hemen sustu.

 

Demir abim ve askerleri az önce gelen taksiye bindiğinde abim bize değil telefonuna baktı. Yanımızdan geçip giderken başını kaldırıp yüzümüze bakmadı bile. Gitmişti işte.

 

Hep olduğu gibi...

 

Yarım saat sonra lüks bir teknenin güvertesinde uzanmış, karanlık gökyüzünü parlatan yıldızları izliyordum. Elbisenin kısa eteğini bacaklarımın arasına kıstırmış, ellerim başımın altında yatarken teknenin arka tarafından ablamın şen kahkahalarına eşlik eden Yaren ablanın kıkırtılarını duyuyordum ama tepkisizdim. Tekneye biner binmez güverteye çıkmıştım direkt. Sonra buraya uzanmış gökyüzünü seyretmeye başlamıştım ve kahkahalara bakılırsa çoktan unutulmuştum.

 

Derken görüş alanıma Tahir girdi. Elinde bir battaniye vardı ve üzerindeki onu on kat önde gösteren takımı çıkartmış, siyah bir tişört ve kot pantolon giymişti onun yerine. Saçları da dağılmıştı ama bu hali bile onu on kat önde gösteriyordu.

 

Sahi o mu çok yakışıklıydı yoksa ona aşık olan ben mi onu yakışıklı buluyordum sadece?

 

Bir şey demeden elindeki battaniyeyi buz kesmiş bacaklarımın üzerine örttüğünde kollarımı da battaniyenin altına soktum. Gerçekten üşümüştüm be!

 

Tahir yanıma uzandığında bir kolunu başının altına aldı ve yönünü bana çevirdi. Beni izledi uzun uzun ama ona bakmadım. "Sana bu kadar yakınken aslında çok uzak olduğumu bilmek canımı sıkıyor." dedi usulca. Bir tutam saçımı parmağına doladı. "Her gece seninle aynı gökyüzünün altında olmayı diledim ben. Her gece uyumadan önce de, her sabah uyandığımda da ilk düşündüğüm sen oldun hep. Seni hiçbir zaman unutmadım, yerine bir başkasını koymadım. Sen hep aklımda, kalbimde ve ruhumdaydın. Sana yemin ederim bu hiç değişmedi Gül."

 

"Ama değişen çok şey oldu." dedim yüzümü ona çevirdiğimde. "Ben değiştim, sen değiştin, biz değiştik, zaman değişti Tahir."

 

Kaşları usulca çatıldığında gözleri kısıldı. "Bu ne demek?" diye sorarken sesindeki tedirginlik, telaş bariz bir şekilde ortadaydı.

 

Yattığım yerden doğrulduğumda o da kalkmıştı. "Şu demek," diyerek yüzüne baktım. "Sen hâlâ aynı olduğunu, değişmediğini söyleyebilirsin ama ben değiştim, duygularım değişti, hislerim, fikirlerim, düşüncelerim değişti Tahir. Bir hatayı iki kere yapmam ben. Sen bende bittin ve ben seni yeniden sevmem."

 

Bunları o kadar net bir şekilde söylemiştim ki... Ama kalbim aksini ispatlamak için göğüs kafesime tekme tokat dalmıştı.

 

Başını iki yana sallayarak güldüğünde ona baktım. "Sen de değişmedin Gül," dediğinde doğruyu söylüyordu aslında ama kabul etmedim tabii ki. "Sen de hâlâ bana aşıksın ama intikam almak istiyorsun. Sırf başkasıyla nişanlandım diye benden intikam almak istiyorsun. Ha, eğer gerçekten sende bittiysem, yangının küle döndüyse eğer o külü harlamasını da bilirim ben."

 

Omuz silktim gözlerimi ucu bucağı görünmeyen denize çevirdiğimde. "Sen bilirsin ama boşa çaba." dedim oralı olmadan. "Bana aşık olduğunu söylerken başkasıyla nişanlanan adam, evlendiğimizde üstüme kuma bile getirir. İstemez canım, üstü kalsın. Ben bulurum kendime adam gibi adam bir koca."

 

"Gül," dedi dişlerini sıkarken. "Beni sinirlendirmek için yapıyorsan eğer doğru yoldasın."

 

"Yo," Başımı çevirip gözlerine baktım. "Seni neden sinirlendireyim ki? Umrumda bile değilsin."

 

"Öyle mi?"

 

"Evet!"

 

"Bir daha görüşemeyeceğiz de ne demek?" diyen Mehmet'in sesini duyunca konuşmak üzere olan Tahir'in dudaklarına örttüm avucumu. Yerimde dikleşip sırtı dönük telefonla konuşan Mehmet'e dikkat kesildim. Kimle konuşuyor bu küçük ergen? "Berivan ne saklıyorsun benden? Aramızda gizli saklı olmasın demedik mi? Söyle lütfen."

 

Ay bu çocuk manita mı yapmış? Ben daha mantı yapamıyorken milletin çarşaf çarşaf manita yapması nedir ya?

 

Tahir'e hemşirelere özel sus işaretini gönderdikten sonra yerimden kalktım usulca. Avına yaklaşan aslan gibi yavaşça Mehmet'e yaklaştım. Kulağımı telefonuna yaklaştırmış karşı tarafı dinliyordum ki birden irkilip arkasını dönünce beni gördü. Sırıttığımda panik olup telefonunu kapattı. "Abla?" dedi şaşkınlıkla. "Sen..." Devam edemedi.

 

Gözlerimle telefonunu işaret ettim. "Kimle konuşuyordun sen?" diye sorduğumda beti benzi attı.

 

Gözleri yardım istercesine arkamda dikilen Tahir'e döndü. "Abi ben sana bilgisayarlarla ilgili bir şey soracaktım bir gelebilir misin?" diyerek Tahin'den yardım istediğinde numarasını yemedim.

 

Elinden telefonunu kapıp şifresini girmeye çalıştığımda bana engel olmaya çalıştı. Tahir'in etrafında dönerek ondan kaçmaya çalışırken bir yandan da bilmediğim şifresini girmeye çalışıyordum. "Kim o kız? Kimlerden? Sevgili misiniz? Ayrıldınız mı yoksa? Ablan olarak her haltını bilmem gerek ula!"

 

"Hiçbir şey bilmek zorunda değilsin, ver telefonumu!" diye bağırdığında diğerlerini başımıza toplamıştı.

 

"Gül, ne oluyor?" diyen Sinan abimi duydum. "Ne bu bağırtı?"

 

"Telefonumu aldı vermiyor abi ya!"

 

"Gül ver çocuğun telefonunu!" diye uyardı Sinan abim.

 

"Vereceğim bir bakayım önce." derken üçüncü şifreyi giriyordum ki her şey bir anda oldu.

 

Mehmet beni korumaya çalışan Tahin'i itip elimden telefonunu aldıktan sonra refleksle beni itmişti. Teknenin güvertesinden aşağı çığlık çığlığa denize düşerken adımı bağıranlara baktım aşağıdan. Saniyeler içinde kalçamın üstüne şap diye soğuk suya düşmüş, baştan sona ıslanmıştım. Su buz gibiydi! Yüzeye çıkar çıkmaz dişlerim takır takır birbirine vurdu soğuktan. Ellerimle sudan çıkmak için çırpınırken belime dolanan kollara sarıldım hemen. Şu an yılan olsa yine sarılırdım öyle bir soğuktu yani!

 

"D-do donu d-donuyo-orum!" dedim dişlerim birbirine vururken.

 

Tahir bir kolunu belime sarmış tekneye doğru bizi yüzdürürken, "Isınacaksın şimdi, bekle." dedi. Eniştem ve Sinan abim kollarımdan tutup beni yata çektikten sonra Yaren abla hemen battaniyeye sardı beni. Hareket edemedim. Olduğum yere oturup battaniyenin altında ısınmaya çalışırken Tahir geldi yanıma. Islak kıyafetleriyle birlikte beni kucağına aldı, yatın iç bölmesine girdik. Beni elektrikli sobanın önüne bıraktı.

 

Sinan abimle ablam beni azarlıyor, Mehmet bir köşede pişmanlıkla beni izliyorken, Yaren abla ve eniştem ısınmam için çabalıyordu. Tahir ise önümde eğilmiş, aceleyle bir an önce ısınmam için çabalıyordu. Zangır zangır titreyen ellerimi tutup nefesiyle ısıtmaya çalışıyor, bir yandan ablasının uzattığı havluyla dikkatli fakat aceleci bir şekilde saçlarımı kuruluyordu. Dakikalar geçtikçe titrememde bir o kadar azaldı ve ısınmaya başladım fakat bu sefer de hapşuruk krizine girdim.

 

Eyvahlar olsun ki bana geliyorlardı. Hasta olmam yakındır!

 

Tahir'den;

 

Arabayı durdurup karşımdaki eve bakarken derin bir nefes aldım. Gül dün çok titremiş, sayamadığım kadar çok hapşurmuştu. Sinan'la yengem de sürekli hasta olman yakın falan deyince endişelenmiştim. Gece de evlerine bıraktığımızda Sinan'ın kucağında uyuyordu ama teninin solgunluğu dikkatimi çekmişti. Gece onu düşünmekten uyuyamıştım. İşe gitmeden önce onu görüp iyi olduğunu bilmek istiyordum yoksa kafam rahat etmeyecek, bugün hiçbir işe odaklanamayacaktım.

 

Buraya kadar her şey net ama ben nasıl göreceğim onu?

 

Aramızdaki sorunları halletmemişken ailesine benden bahsetmek istemiyordu haliyle fakat benimkiler biliyordu Gül'ü. Onu bulduğum ilk an söylemiştim annemlere. Sonrasında da yüzüğü atmıştım zaten. Ama şimdi içeriye nasıl gireceğim? Kapıyı annesi açarsa ne diyeceğim?

 

Bunu da o zaman düşünürüz dedim kendime. Derin bir nefes alıp arabadan indim ve eve yürüdüm. Zili çaldığımda gergin bir halde kapının açılmasını bekledim ama açan olmadı. Tam üç kere zili çaldım ama kimse açmadı. Kaşlarım çatılırken kapının hemen yanındaki küçük pencereden içeriye baktım. Kimse yok gibi görünüyordu.

 

"Gül?" diye seslendim kapıya bir kez daha vururken. "Kimse yok mu?"

 

İçeriden herhangi bir ses gelmediğinde birkaç kez daha seslendim ama yoktu. Telefonumu çıkartıp onu aradım. Telefonunun zil sesi içeriden duyulunca kaşlarımı çatarak odasının önüne gittim. Perdeler kapalıydı. Telefonunu bir yere bırakıp gitmediyse eğer evdeydi. Telefonu kapatıp cebime koydum. Birkaç kez cama vurup içeriyi görmeye çalıştığımda ince tül perde açıldı ve Gül, yorgana sarılmış ve yarı açık gözleriyle bana bakıyordu. Gözlerimi kıstım ve camı tıklatıp kilidi işaret ettim. "Aç camı."

 

Yorgana sarılarak güç bela doğruldu ve titreyen eliyle camı açtı. İçeriye girmem zor olmazken Gül'ün yanına gittim. Kafasını eğerek ayaklarıma baktıktan sonra kısık gözleriyle yüzüme baktı. "Annem eve ayakkabılarla girdiğini görünce senin ebeni çok güzel sevecek." dedi kısık ve yavaş ses tonuyla. Sonra öksürdü. Feci görünüyordu.

 

Eğilip elimin tersini alnına yaslamamla çekmem bir olurken gözlerim irileşti. "Ateşin var senin!"

 

Yorganın içinden elini çıkartıp alnıma koydu. "Yo," dedi ve öksürdü. "Benim ateşim yok."

 

Alnımda duran elini bileğinden tutup indirirken şu haline gülemedim bile. "Zaten benim değil, senin ateşin var pekmez hanım."

 

Önce onu sıkı sıkı sarıldığı yorgandan kurtarıp giydiği iki kat kazağı çıkardım. Bana beddualar ve hakaretler yağdırmasını görmezden ve duymazdan geldim. Ve benimle inatlaşıp damarıma basmasını istemediğim için onu kucağıma alıp odasından çıktım. Pencereden girmiş olabilirim ama kucağımda bu sarı cadı varken pencereden çıkamazdım.

 

Kapıyı açtığımda anahtarla güç bela kapattım ve arabama ilerledim. "Annenler nerede?" dedim ona bakarken. Kollarını göğsünde toplamış üşürken kafasını omzuma yatırmamaya çalışıyordu ama bunu beceremiyordu. "Herkes gitti." dedi nihayetinde kafası omzuma düşerken. Burnuma buram buram gül kokusu geldi. "Arka plandaki fon müzik gibiyim be Tahin."

 

Arabaya geldiğimizde yolcu koltuğunun kapısını açıp onu dikkatle bindirdim. "Nereye gidiyoruz?" diye mırıldandı kafasını koltuğa yaslayıp gözlerini kapatırken.

 

Emniyet kemerini takarken onu yanıtladım. "Hastaneye gidiyoruz Gül. Fena halde ateşin var. Havale geçirip ölmediğine şükretmeliyiz."

 

"Olmaz!" dedi bir anda gözlerini açarken. Yalvarırcasına yüzüme bakarken titreyen eliyle kolumu tuttu. "Götürme beni hastaneye."

 

Gözlerinde ki o korkuya, yarım kalmışlığa baktım uzun uzun. "Neden?" diye sorar sormaz anladım sebebini.

 

Gözlerini yumup açtı ve elini ağzına örtüp öksürdü. "Çocukluğum hastanede geçti benim." dedi gözlerime yalvarırcasına bakmaya devam ederken. "Çok yaktılar canımı. Çok korkarım... Çok korkarım hastaneden." Gözlerine bakmaya devam ettiğimde Gül bir daha asla yapmayacağı bir şey yapıp elini yanağıma yasladı ve başını sağ omzuna devirip küçük bir çocuk gibi savunmasızca baktı gözlerime. "Lütfen," dedi ağlayacakmış gibi. "Lütfen götürme beni hastaneye Tahir. Bırak şurada donarak öleyim ama n'olur hastaneye götürme!"

 

"Çok ateşin var ama," dedim yanağımda ki elini tutup avucunu öperken. "Hastaneye gitmeden nasıl düşecek bu?"

 

"Hayır," dedi gözleri dolarken. Onu bu konuda ikna etmek çok zordu. Başını iki yana salladı. "Beni hastaneye götürürsen gelmem ben. Bırak beni burada donarak öleyim daha iyi."

 

Derin bir nefes aldım. "Tamam baş belası." dedim akmayaduran gözyaşlarını parmaklarımla silerken. "Gitmiyoruz hastaneye."

 

Kapısını kapatıp arabanın etrafından dolandım ve yerime geçtim. Emniyet kemerimi takarken Gül de gelirken çıkartıp arka koltuğa attığım ceketimi alıp giydi. Elimi uzatıp ceketi çekiştirirken kontağı çalıştırmış, yola koyulmuştum bile çoktan. "Gül," dedim dişlerimi sıkarken. "Giyme şunu! Ateşin yüksek zaten. Havale geçirip ölmek mi istiyorsun?"

 

"Üşüyorum." dedi kedi gibi bir sesle. "Yemeyeceğim ceketini. Bırak ya."

 

Derin bir nefes verdim. "Hasbinallah!"

 

Onu bırakıp gazı kökledim ve eve geldim. Arabayı durdurmamla hızlıca indim ve arabanın etrafında dolanıp kapıyı açtım. Gül'ün emniyet kemerini çıkarttıktan sonra üstünde ki ceketimi de çıkarttım ve onu kucağıma aldım.

 

"Üşüyorum." diye mırıldanıp yüzünü boynuma yaslarken iyice göğsüme sindi. Derin bir nefes aldığımda burnuma saçlarından dağılan o gül kokusu doldu. Ah be kızım, hasta olmasan, iyi olsan da bana şöyle sokulsan iyi değil mi?

 

"Abla!" diye bağırırken hızla merdivenleri arşınlayıp odama çıktım. Gül'ü yatağıma yatırdığımda doğrulup yorganı kafasına kadar çekti. Deli gibi ateşi varken üşüdüğünü biliyorum ama buna da müsaade edemem. Kaşlarımı çatıp yorganı üstünden çektim. "Gül!" dedim kızarak. "Uslu dur!"

 

Cenin pozisyonu alıp kollarını ayaklarına dolarken anlamadığım bir şeyler mırıldandı ve bu defa yatağın nevresimini söküp onu üstüne örttü. Sinirle ellerimi saçlarıma daldırıp çekiştirirken ablamı aradım. Daha sabah evdeydi bu kız. Ne ara gitmişti?

 

Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz...

 

Telefonu kapatıp komodinin üstüne fırlattıktan sonra Gül'ün yanına gittim.

 

"Bana bak Gül," dedim kollarımı yatağa yaslayıp eğilirken. Yüzüne dağılan saçlarını kenara çekerken mırıldanarak öbür tarafa döndü ve ayağı dirseğime çarptığı için üzerine düştüm. Ateşi beni yakarken burnum gül kokusundan nasipleniyordu. İri iri olan gözlerim kokusunun verdiği rahatlıkla bir anda kapandığında dudaklarım boynuna yaslandı, cayır cayır yanan tenine bir öpücük bahşetmiş oldum. Ateşi dudaklarımı yaktığında kendime geldim. Hızla doğruldum üstünden.

 

"Soğuk suyla yıkamam lazım seni." dedim. Yarı açık gözleriyle bana baktı ve dayanamadan gözlerini yumdu. "Uyuma Gül. Aç gözlerini."

 

Yattığı yerden onu oturur pozisyona getirdiğimde alnını omzuma yasladı. Eteklerinden tuttuğum tişörtü üstünden çıkarttıktan sonra koltuk altlarından kavrayıp kendimle birlikte ayağa kaldırdım onu ve eşofmanının ipini çözdüm. Gül kollarımı tuttuğunda duraksadım ama bu uzun sürmedi. Eşofmanını bacaklarından sıyırdığımda iç çamaşırlarıyla kalmıştı. Fazla vakit kaybetmeden onu kucağıma aldım ve odamın içindeki banyoya ilerledim. Duşakabine girip onu kenara oturttuktan sonra suyu açtım ve onu ıslatmaya başlamamla çığlık atıp bana vurdu halsiz ve güçsüz elleriyle. "Üşüyorum Tahir!" dedi halbuki cayır cayır yanarken. "Kapat şu suyu!"

 

Ona bunu yapmak hoşuma gitmese de iyiliği için bu gerekliydi. Ateşinin düşmesi gerekiyordu. "Uslu dur!" dedim gözlerimi asla gözlerinden ayırmazken. Ellerimi saçlarına daldırıp yıkarken, boynunu, kulak arkasını ve omuzlarını iyice ıslattım. O yıllardır bana aitti bende ona ama ben daha aşağısına ne baktım, ne de dokundum. Onu iyice yıkayıp ateşinin bir nebze de olsun düştüğüne ikna olduktan sonra suyu kapattım ve onu kucağıma alıp banyodan çıktım. İnce, kuş gibi titreyen bedenini kendi havluma sarıp yatağımın üzerine oturttum.

 

Önünde diz çöküp elimdeki havluyla saçlarını kurularken Gül, "Saçlarıma dikkat et." diye mırıldandı başını omzuma yaslayıp. "Saçlarımı bir daha kaybetmek istemiyorum."

 

Çocukluğumuz geldi gözümün önüne. Hastanede yanına gittiğim anlar geldi. Hep saçlarıma bakar ve saçların çok güzel derdi. Bana iltifat ettiği tek şey saçlarımdı çünkü o zamanlar onda saç yoktu. Bu yüzden mavi gözlerindeki hüzünle herkesin saçlarına bakardı. Bir daha saçlarının uzamayacağını, hep kel kalacağını düşünürdü. O böyle her saçlarıma iltifat edişinde üzülürdüm. Bu yüzden eve gider gitmez saçlarımı kesmiştim makasla. Yamuk yumuk kestiğim saçlarımı abim kazımıştı. Ertesi gün beni gördüğünde sende benim gibi kanser mi oldun diyerek ağlamıştı. Yediden yetmişe ne yaptıysam hep onu üzmüştüm ve kahretsin ki ondan vazgeçemiyorum.

 

"Seni güzel yapan kafandaki üç tel saç değil, dudaklarındaki tebessüm." dedim başını tutup baygın gözlerine bakarken. "O yüzden sarı cadım, saçlarını değil, dudaklarındaki tebessümü kaybetme sakın."

 

Onu daha fazla ıslak ıslak oturtmamak için harekete geçtim. Üstündeki havlunun uçlarından tutup sadece yüzüne odaklanarak ve onu rahatsız edecek en ufak bir şeyi dahi yapmamaya çalışarak üzerini kuruladım.

 

Tişörtümü ona giydirmeden evvel ıslak südyeninin askılarını omzundan düşürüp kollarından çıkardım ve tişörtümü başından geçirip ona giydirdim. Kollarını da geçirdikten sonra dayanamayıp başını omzuma yasladı. Derin bir nefes alıp gözlerimi birkaç saniye yumdum ve gözlerimi açıp elimi tişörtün içinden sırt kısmına uzattım. Südyenin kopçasını tutup açtıktan sonra onu içinden çıkartıp kenara bıraktım. Şimdi sıra alt iç çamaşırındaydı.

 

Ulan atomu parçalasam bu kadar terlemem!

 

"Gül," dedim omuzlarından tutup yüzüne bakarken. Anlayamadığım bir şeyler mırıldandı. "Bana yardımcı ol. Altındaki çamaşırı çıkarmam ve eşofman altımı giydirmem lazım. Hadi be kızım. Aç şu gözlerini."

 

"Çok üşüyorum." dedi boynuma sarılıp başını omzuma yaslarken. "Isıt beni lütfen. Donuyorum Tahir."

 

"Gül," diye mırıldandığımda asla tahmin etmediğim ve yanlış anlaşılmaya oldukça mahâl verecek bir şey oldu. Odamın kapısı aniden açıldığında şaşkın gözlerim kapıya döndü. İçimden koca bir siktir çekerken sinirle gözlerimi yumdum.

 

Bölüm Sonu🖤

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

En sevdiğiniz sahne veya replik neresiydi?🌸

 

Oy verip yorum yapmayı unutmayalım.💫🙏🏼

 

İnstagram: nazankaraermis

nazankrrmshikayeleri

 

Seviliyorsunuz.❤

 

 

Loading...
0%