Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. "Disiplin Savaşları!"

@nazankaraermis

Keyifli Okumalar.🤎

 

Gül'den;

 

Karma der ki;

 

"Aynı şey sana yapılıncaya kadar birine ne kadar zarar verdiğini asla anlamayacaksın. Bu yüzden burdayım. Her yaptığın sana geri döner, yaptığın, söylediğin, düşündüğün her şey zamanını bilmesen de döner seni bulur."

 

Nerede miyim?

 

Bilmiyorum.

 

Şaka şaka. Şirketteyim.

 

Tahir beni aldığı gibi şirkete götürmüş, mankenlik yaptığım kısacık kariyerimde giydiğim elbiselerden birini, en iddialısını giydirmiş, giydirmiş derken beni soyup giydirmedi, yanlış anlaşılmasın. Ben giydim. Sonrasında makyaj da yaptırmıştı birilerine.

 

Ve şimdi meşhur toplantı odasındaydık.

 

Yalnız buraya dikkat; Tahir'in beni öptüğü toplantısı odasındaydık.

 

Geçen sefer öpüştük, bu sefer de...

 

Yoksa???

 

Aman Allah'ım!!!

 

Karşımdaki üç tane Arap adam Tahir'e arapça bir şeyler söylerken şöyle bir alıcı gözüyle de beni inceliyorlardı bir yandan. Ama bayağı bayağı alıcı gözüyle bakıyorlardı bana. Bunlar sadece elbiseyi değil, elbiseyle beraber mankeni de alıp götürecekti anlaşılan. Öyle bir alıcı gözüyle bakıyorlardı bana.

 

Adam sözünü bitirdiğinde Tahinciğim adamlara cevap verecekti ki dirseğimle karnını dürtüp fısıldadım. "İlk kez mi kadın görüyor bunlar?"

 

Anlamsızca bana baktı. "Ne âlâkâ?"

 

Ne mi âlâkâ?

 

Görmüyor musun ula? Malı götürecekler burada!

 

"İnternetten güzel arabalara bakar gibi iyice süzdüler de beni." dediğimde kaşlarını çatıp bana bakan ve aralarında fısıldayarak konuşan adamlara baktı. Gerildiğinde bir adım sola atıp önüme geçti. Onun geniş sırtıyla bakışırken kaşlarımı çattım.

 

Kıskandı mı o?

 

Madem kıskanacaktın ne diye beni buraya getirdin o zaman bozulmuş Tahin seni? On bin dolara anlaştığınız yeni mankenini getirseydin ya!

 

Elimin tersiyle sırtına vurup onu sustururken omzunun üstünden bana baktı. "Gölge yapma, çekil." dedim ters ters. "Beni buraya arkana saklamak için mi çağırdın pislik herif?!"

 

O da bana karşı oldukça ters bakışlar attı. "Kapa çeneni, orada dur." dedikten sonra önüne döndü yeniden. Karşısındaki diğerlerine göre daha yaşlı duran Arap beyefendiyle konuşmaya devam ettiğinde yine omzuna vurarak susturdum onu.

 

Bıkkın, sinirli, stresli bir nefes verip bana döndü omzunun gerisinden. Tatlı tatlı sırıttım. "Bugün için bana on bin dolar verirsen gıkımı çıkarmam." dedim. Krizi fırsata çevirmek deyince de ben yani.

 

Elin kadınına veriyorsa bana da vermeliydi o on bin doları!

 

Birkaç santim boy, silikonlu göğüsler ve boya olan saçlar dışında benim neyim eksikti o manken bozuntusundan?

 

Tahir gözlerini kısıp hesap yapar gibi düşündüğünde kaşlarımı çattım. Bu herif üç kuruşun hesabını mı yapıyor yoksa bana öyle mi geliyor?

 

Dişlerimi sıktığımda, "Tamam," dedi. Derin bir nefes verdi ve önüne dönmeden önce kendi kendine, "Bir iki işin ödemesini ertleyip Ferhat'ın bu aylık maaşını keseriz olur biter." dedi.

 

Elin silikon göğüslüsüne gelince para var, bana gelince mi yoktu yani?

 

Şu Araplar bir gitsin görürsün sen!

 

Bozulmuş Tahin seni!

 

Tahir olaya Arap kalıp şaşkınca bizi izleyen Araplara durumu arapça açıkladığında karşısındaki yaşlı Arap önce ellerini semaya açıp, "Ayva, ayva!" dedi. Sonra ise ellerini birleştirip, "Şükran şükran!" dedi. Her lafı ikileme özelliği vardı galiba bu Araplarda.

 

Eliyle Tahin'i kenara itip bana baktığında on bin doları hayal edip tatlı tatlı adama gülümsedim. Diğer yandan dirseğimle Tahin'in kolunu dürttüm ve kulağına doğru fısıldadım. "Adam ayva istiyor Tahin." dedim. "Söylesene şu süs bebeğine ayva getirsin. Ama sulu olsun. Benim de canımı çektirdi zalım!"

 

"Of pekmez of!" dedi Tahir homurdanarak. Sanki ben ayva istemiştim. Adam 'ayva ayva!' diye bağırıyordu. Bu Tahin de çok malca davranabiliyordu bazen.

 

Adama arapça bir şeyler söylerken beni de gösteriyordu bir yandan. İnşallah mallığımı fark edip Arapça yedi sülaleme sövmüyordur. Kendimi satılığa çıkmış araba gibi hissetmem normal miydi? Yaşlı Arap, Tahin'in lafı bitince hevesle bana dönüp "Şükran şükran!" dedi ellerini birleştirip eğilirken. Bir ara namaz kılacak falan sandım, o derece eğildi yani.

 

Dirseğimle Tahin'in karnını dürttüm yine. "Bu adam bana 'Şükran Şükran' diyor Tahin." dedim. "Benim adımın Gül olduğunu söyler misin çabuk?"

 

Tahin büyük bir ilgiyle (!) tam bana cevap verecekti ki, deminden beri gözlemci olmayı tercih eden genç Arap adamın seslenmesiyle durdu ve ona baktı. Adam beni işaret edip arapça bir şeyler söyledi.

 

Ne dediğini sanki anlayabilecekmişim gibi Tahin'in yüzüne baktığımda duraksadığını ve yavaştan kaşlarının çatıldığını gördüm ama bir halt anlamadım. Tahin bana yaklaşıp elimi tuttuğunda adama ters ters cevap verdi.

 

Adam ne sordu çok merak ettim. Bu yüzden Tahin'e baktım. O da en sonunda bakışlarıma dayanamayıp bana baktığında kafamı 'Ne?' dercesine iki yana salladım. Cevap vermedi. Mal mal suratına bakarken ablam toplantı odasına girdi ve telaşla bana seslendi. "Gül!"

 

Bu da Trendyol reklamı gibi en heyecanlı yerde araya girmişti!

 

Saf bakışlarım ona döndüğünde tedirgin ve korku yüklü bakışlarını gördüm. "Sinan abim aradı." dedi önce ve ardından 'Kahrol düşman!' dercesine bombayı kucağıma fırlattı: "Demir abim görevden dönmüş ve şu an buraya geliyormuş."

 

Bu muydu yani? Bende bir şey var sandım. "Gelsin, ne var bunda?" dediğimde ablam salak mısın Cemile bakışı attı.

 

"Senin mankenlik yaptığını öğrenmiş salak! Şu an da şirkete giriş yaptı." dediğinde Ali Rıza Bey gibi felç geçirip sandalyelere, yataklara düşmeme çok az kalmıştı.

 

E hadi, ne duruyorsun sayın imam?

 

Okusanıza benim selamı.

 

***

 

Bir insanın başına binlerce olay farklı günlerde gelirken benim başıma bin olay aynı günde gelirdi. Bu şansımın babaannesinin halt yemesi miydi, yoksa hayatın bana bir taraflarıyla gülmesi miydi, bilemiyorum.

 

"İnin aşağı!" diyen adı gibi demir olan abimin sesiyle birlikte Süslü Barbie irkilirken arabadan indik.

 

Şirkette saklambaç oynamamıza rağmen beni bulmuş, Tahinciğimi de dövmüştü. Dağ ayısı diye boşuna demiyordum ben buna. Ayrıca bu adam göreve gidip sekiz, dokuz ay gelmezdi. En son iki üç gün önce de bir göreve gitmişti, neden erken geldi ki şimdi bu? Niye birden bire geleceği tutmuştu? Kaşla göz arasında kontrol ettim, yaralı da değildi şükür.

 

Kurbanlık koyun gibi ablamla birlikte önden yürürken Demir abim de bir adım arkamızdaydı ama nefesini ensemde hissediyordum. Hayır sanki ne yaptıysam?

 

Evin önüne geldiğimizde ikimize, özellikle bana ters, sert ve sinirli bir bakış atıp zile bastığında kapıyı köpüklü elleriyle annem açtı. Direkt abime baktı, gözü bizi görmedi bile. Demir abimi görmesiyle de yüzüne bir kal geldi. Valla şirkette haberi alınca bende böyle olmuştum. Hatta inanmamıştım bile. Ta ki Demir abimin sesi şirketi inletene kadar...

 

Biz içeriye girdiğimizde annem de, "Demir!" diye çığlık atıp ellerinin köpüklü olmasını umursamadan abimin boynuna yapıştı. "Oy benum delu uşağum!" Boynunu kokladı derin derin. Şirkette ona sarıldığımda beni itmeseydi bende kokusunu içime çekip hasretimi dindirecektim ama işte. "Nasul da özlemişum..."

 

Ulan kadın hasretlikten şive yapmaya başladı.

 

Beni bu kadar özlemiyordu zalim karı! Varsa da yoksa da oğullarıydı. Zaten Gül oğlu, amaan, Gül kızı kimdi ki? Kızlar ölsün zaten!

 

"Anam, ben de seni özledum." diyen Demir abim bana okkalı bakışlarını savurarak anneme sarıldı. Süslü Barbie çoktan tüymüştü.

 

Vıcık vıcık ana - oğul ilişkisine karşın gözlerimi devirip içeriye girdim. Sinan abim salonda oradan oraya yürürken beni görmesiyle yanıma geldi. Süslü Barbie de oturmuş, tırnaklarını kemiriyordu.

 

"Bir şey yaptı mı Demir sana?" diye soran Sinan abimle başımı iki yana salladım ama arkamdan gelen Demir abimin sesiyle koltuğa oturdum. "Ne zaman ben, Defne'ye el kaldırdım Sinan?"

 

Hepimiz Demir abime baktığımızda ağzının içinde bir küfür geveledi. "O yanlışlıkla olmuştu, sayılmaz." dedi ters ters. "Sinirimi başkasından çıkarmayı tercih ederim ama. Defne'ye bile isteye el kaldırmam. Sadece ona değil ha, hiçbir kadına el kaldırmam. Ama yine de," diyen Demir abim bana döndü kısık gözleriyle. "El kaldırmıyorum diye kalkmasın bir tarafların. Ben yokken ne çok şey değişmiş burada!" Başını salladı ağır ağır. "Hepsini tek tek konuşacağız!"

 

Az sonra annem de dahil hepimiz kurbanlık koyun gibi koltuğa oturtulmuştuk. Demir abim ellerini arkasında birleştirmiş, Testere misali bir sağa bir sola giderken tek tek bize bakıyordu. Süslü Barbie tırnaklarını kemiriyor, annem masum masum abime bakıyor, Sinan abim de sessizce oflayıp pufluyordu. Ben de bir an önce bitse de gitsek modundaydım. Şimdi fark ediyordum da, bizi kurtaracak bir dedoşumuz da yoktu ki. Kalleş Memoda ortada yoktu.

 

"Ben burada doğru düzgün yaşadığınızı sanırken," diye vurguladı gözlerime dik dik bakarak. Mal gibi yüzüne baktım. "Birilerini onca okutmamıza rağmen, gidip orası burası açık elbiseler giyip elin adamlarına göz ziyafeti sunmaya başlamış!" Üzerime alınmadım. Burun kemerini sıkıp gözlerini yumdu sinirle. "Tövbe estağfirullah!" dedikten sonra gözlerini açtı ve kükredi. "Biz seni yarı çıplak elbise giy de elin heriflerine mankenlik yap diye mi okuttuk Defne?!"

 

Tam konuşacaktım ki ablam birden kendini attı ortaya. "Ben dedim! Ben yapma, Demir abim duyarsa çok kızar dedim ama senin bu kardeşin burnunun dikine gitmekten inatla vazgeçmiyor." deyip eliyle beni işaret ettiğinde ona dev bir şaşkınlıkla bakıyordum. Ula bu işlere beni o sokmadı mı?

 

Anında satışı koymuştu süsünü yediğimin Barbie'si!

 

Ona ters ters bakışlar attığımda Demir abimin delici bakışları ona döndü. Hevesle öne atlayan ablam geri sindi oturduğu koltuğa. Oh olsun! "Sen hiç konuşma," dedi abim başını aşağı yukarı sallayıp seninde defterini düreceğim mesajı vererek. "Sana da gelecek sıra. Sıranı bekle!"

 

"Ben ne yaptım ki abi?" diyen Süslü Barbie'nin sesi içine kaçmıştı. Cımbızla, kerpetenle falan çekip çıkarmamız gerekiyordu.

 

Demir abim senden başlayalım madem diyen sert bakışlarını ablama dikip ellerini beline koydu. "Meyhanede ne işiniz var sizin Sibel?!" diye sesini yükselttiğinde annem, "Ne?!" diye çığlık attı. Yanımdan eğilip ablama baktı. "Doğru mu bu Sibel?"

 

Demir abim anneme ters bir bakış attığında annem bunu görmeden kolumu çimdirdi. "Ablanı da mı yoldan çıkardın?" diye beni azarladığında bana olan güvenine baktım şaşkın şaşkın.

 

"Yok anam, yok." diyen Demir abim üzerime yapışan bu kara lekeyi silip attı neyseki. Bana da ters bir bakış savurarak yaptı bunu ama olsun. "Enteresan bir şekilde bu olay da suçu olmayan tek kişi Defne. Bende buna şaşırdım ya, defalarca kez bunu teyit ettirdim hatta. Sibel'i meyhaneye götüren Meltem'miş."

 

Annem hemen kınayıcı bir bakış attı abime. "Oğlum halan o senin. İsmiyle hitap etmek oluyor mu hiç?"

 

Konumuz da buydu çünkü değil mi anne?

 

Abimde anneme meşhur ters bakışlarından birini attı. "Benden bir iki yaş küçük hala mı olur?" diye söylendi ters ters. "O Meltem'le de ayrıca görüşeceğim zaten. Defne'yi zapt etsek Meltem bozuyor hepsini! Yemin ederim belalar! Başıma bela bunlar benim!"

 

Ablam korkaklığı bir anda üstünden atıp çenesini havaya dikti. Tabii siz anneleri tarafından size emanet edilen çocukların bla bla diyen Bihter Ziyagil mooduna geçiş yapmıştı birden. "Dünkü olayı diyorsan bizim hiçbir suçumuz yok abi." dediğinde Demir abim de bu çıkışa şaşırmış, gözlerini kısarak ablama odaklanmıştı. "Biz gayet medeni bir şekilde oturmuş, sohbet ediyorduk. Balım'ın telefonu çalınca dışarı çıkmıştı konuşmak için." dediği noktada abim bir gerildi, yumuşadı ama duruşunu bozmadı. "İçeri gelmeyince Yaren gitti peşinden. Bu defa o gelmedi. Ben gittim onlara bakmaya. O sırada ikisinin de yaşından başından utanmayan herifler tarafından tacize uğradıklarını görünce ben müdahale ettim. Birini yere serdiğimde halam da gelmişti. Yaren'le Balım'ı korkutan o heriflerin haşadını çıkardık ve bundan pişman değilim."

 

Yaren ablanın adı geçince Sinan abim alnını sıvazladı, gözlerini boşluğa dikti. Bu da objektiflerime yansıyan görüntülerden biriydi.

 

"Sorun sizin o herifleri dövüp dövmemeniz değil," dedi Demir abim. Laflara bak laflara! Ben birini dövünce özür diletene kadar yakamı bırakmıyordu ama! "Sizi bu yüzden eğittim zaten. Biri teninize izinsiz dokunursa haddini bildirin, kendinizi koruyun diye eğittim. Mesele bu değil. Mesele sizin meyhaneye gitmeniz." Tam bu noktada tize çıktı, yükseldi. "Ne işiniz var kızım sizin meyhanede?!"

 

Tam bu noktada assolistler arkadan gelirmişçesine halam girdi salona. Her şeyden habersiz Demir abimi gördüğünde şaşkınlık ve sevinçle beraber yanına gitti, yanağından öptü. Fırtınadan habersiz bir denizci gibiydi ama az sonra o da hırçın dalgalardan, sert rüzgarlardan nasibini alacaktı. "Yakışıklım gelmiş, hoş gelmiş." dediğinde gülmeme engel olamadım. Ne hoş geldi ne hoş geldi, anlatamam.

 

Demir abimin delici bakışları ona döndüğünde elinin tersiyle yanağına bulaşan halamın kırmızı rujunu sildi sertçe. "Gel gel," dedi başını aşağı yukarı sallarken. "Biz de senden bahsediyorduk." Eliyle bizi işaret etti. "Kızları meyhaneye götürüp başlarına açtığın beladan bahsediyorduk. Geldiğin iyi oldu."

 

Halam gözlerini devirip kendini bir koltuğa bıraktığında göz göze geldik. "Tersinden kalkmış bu yine." dediğinde bende göz devirdim. Düzünden kalktığını görmedik ki hiç.

 

"Ben kızları sana emanet ettim ama sen onları nerede tehlike varsa oraya sürüklemişsin!" diye ilk postayı halama koydu. "Kızları alıp meyhaneye gitmek ne demek ulan?! Pılını pırtını toplayıp gidiyorsun bu evden!" diye bağırdığında halama baktım direkt.

 

Az önce kovulmamış gibi gayet rahat bir tavırla oturduğu koltukta bacak bacak üstüne atmış ayağını sallarken, "Burası senin değil, abimin evi." dedi omuz silkerek. "Beni buradan kovacak en son insan sensin."

 

Demir abim kalakaldığında halama ters ters bakmak ve ağzının içinde küfür mırıldanmakla yetindi sadece.

 

Ben mi?

 

Ben unutulmuş olmanın verdiği rahatlamayla sessiz kalmış, onları izliyordum ki telefonum çalıp da beni belli etmeyegörsün. Demir abimin sinirli gözleri bana döndüğünde cebimden telefonumu çıkartıp yanımda oturan annemden ekranı gizleyerek arayana baktım. Tahir'di. Durum kontrol için arıyor olabilirdi.

 

"Bankadan arıyorlar, önemli olabilir." diyerek yalan söyledim. Ayağa kalkıp salon çıkışına doğru ilerlerken Demir abim kedi yavrusunu tutar gibi ensemden tutup beni çekti yanına.

 

"Gel sen gel," dedi ama ses tonu göstereceğim sana ebenin münasip bir taraflarını der gibiydi. Elimden telefonumu kapıp sessize aldığım aramaya baktı. Kaşları daha çok çatılırken telefonu komple kapatıp cebe indirdi. "Arasın o banka arasın," dedi ters ters. "Daha çok arar!" Kulağıma eğildi. "Hazır banka demişken hesabına gönderilen o yüz bin lirayı da ayrıca görüşeceğiz seninle!" diye fısıldadı. Bunu nereden biliyor bu, demeyeceğim çünkü bütün kart şifrelerim onda mevcuttu. Benim hesaplarıma benden daha çok hakimdi. Ağzımı açmış bir şeyler diyecekken ensemi sıkmasıyla sustum. "Kabahatin diz boyunu aştı, sus bence."

 

Ensemdeki eliyle beni koltuğa doğru savurduğunda Sinan abimin bağırdığını duydum. "Yavaş! Düzgün davran kıza!"

 

"Sen hiç konuşma Sinan!" diye bir de onu payladı Demir abim. "Ulan sen ne sikime yarıyorsun?" dediği noktada annem dahil oldu.

 

"Kızların yanında terbiyesiz terbiyesiz konuşma Demir."

 

Demir abim bir sabır çekti önce. Sonra devam etti. "Niye göz kulak olmuyorsun kızlara ulan?!" Boynunu sağa sola yatırıp sinirle kütletti. "Mehmet haber etmese hiçbir şeyden haberim olmayacak." diyen abimle gözlerimi kıstım. Demek o kalleş şırfıntı ifşa etmişti bizi!

 

Kesin üveydi bu çocuk! Bize hiç çekmemiş çünkü.

 

Ben, abim ablam ve halam arasında geçen o deli bakışları tahmin edemezdiniz. Mehmetciğim, yerinde olsam eve gelmezdim. Ama sen geleceksin. Geleceğin varsa göreceğin de olacak.

 

Nihahahahaaaa!

 

"Bu böyle olmayacak!" dedi kendi kendine konuşur gibi. Bize dönüp işaret parmağını salladı. "Hepiniz ben yokken ipin ucunu kaçırmışsınız! Ama yok öyle. Herkes yarın sabah altı da ayakta olacak! Bundan böyle disiplini öğreteceğim hepinize!"

 

Nöööeeyyyy?!

 

Sabah saat altı mı?!

 

Ben ki saat sabah on da bile uyanamazken altı da mı uyanacaktım?!

 

Oy nenem Yarabbi!

 

Kamera nerede, el hareketi çekeceğim!

 

****

 

"Niye hepiniz bana ölümcül şekilde bakıyorsunuz?"

 

Gözlerimi kıstım. "Belki öldüreceğizdir seni bay filozof?" dediğimde annem kolumu çimdirdi. "Fazla korkutmayın." deyip mutfaktan çıktığında ters ters bakıp gözlerimi devirdim. Acıtmıştı!

 

Abim, ablam, halam ve ben üç silahşörler artı Don Kişot gibi yan yana dizilmiş, kalleş Memedo'yu kıstırmıştık. Koynumuzda ajan beslemişiz de haberimiz yok!

 

"Gidip Demir abime yetişirmişsin her şeyi?" dedi süslü Barbie ellerini beline yerleştirip gözlerini kısarken. Bu da evlenecek diye iyice Türk annesi moduna girmişti.

 

Kimse sen gibi bir Trabzon hanımefendisi olamaz dedi içimdeki kokoş, elit kadın.

 

Kesinlikle haklıydı. Hatta haphaklıydı.

 

"Neyi yetiştirmişim?"

 

Aklınca salağa yatıyordu! Yer miydi bunu küçük Sherlock Gül be?!

 

"Sen daha iyi bilirsin neyi yetiştirdiğini!" dedim başımı tehditvari aşağı yukarı sallarken.

 

Kalleş ajan bize korku dolu bakışlar atarken süslü Barbie başını sağ tarafa yatırıp, "Ne ceza vereceğiz buna?" diye sordu.

 

En sevdiğim kısım!

 

"Bence yemeğine fare zehri atalım!" dedi halam heyecanla. Mehmet'in beti benzi attı, sarardı soldu çocuk. Belirtmeden geçemeyeceğim bir an bana da kal gelmişti.

 

Yalnız halamın yeğen sevgisine bakar mısınız? Çok tatlı.

 

Aman benden uzak dursun!

 

Ablam "Saçmalama hala," dediğinde Mehmet bir rahatladı fakat hemen peşine ablamın, "Fare zehrinin etkisi uzun sürer. Bize kısa ve öldürücü zehirler lazım." demesiyle Mehmet az daha kalp krizi geçirecekti.

 

Kimse kusura bakmasın. Kardeşimi bir fare zehrine kurban edecek değilim!

 

Arka cebimde duran makası çıkarttım. "Bence saçlarını kökünden keselim." dedim psikopatça sırıtırken.

 

Kalleş ajan yapacağımı bildiği için gözlerini iri iri açıp bir adım geri gitti ama tezgaha çarpıp durdu.

 

"Abartma istersen Gül." diyen Sinan abim tüm karizmamı çizerken makası indirip ona baktım deli deli. Ha diğerlerinin fare zehri fikri okeydi, benim makas mı sorundu?

 

"Ya ben bir şey ispiyonlamadım ki!" diyen kalleş ajana döndük hepimiz. "Gül ablamın mankenlik yaptığını, ablamla halamın dün gece meyhaneye gidip oradan karakola geçtiklerini söyledim. Demir abim üst üste sorunca anlatmak mecburiyetinde kaldım. Valla!"

 

"Bana inandırıcı gelmedi." dedi halam.

 

"Bana da." diye onayladı ablam.

 

Sabırsızca ikisine baktım. "O zaman şimdi ne yapıyoruz?"

 

"Zehir fikri bir an cazip gelse de otopside ortaya çıkar," dedi halam dudak büzerek. Saçlarını geriye savurdu. "Hapse girmek için çok genç ve güzelim." dediğinde kahkaha attım.

 

"Yaş otuz beş, yolun yarısı halacım." dediğimde bana ters ters bakıp elimden makası aldı.

 

"Demir'den iki yaş küçüğüm ama!" En büyük tesellisi buydu. Demir abimden iki yaş küçük olmak... Gözlerimi devirdim. O ise yeniden Mehmet'e odaklandı. "Düşmana çalışan ajanları hiç sevmem. O yüzden bu küçük ajanın da dilini keselim ki bir daha bizi ispiyonlamasın!"

 

Makasla beraber Mehmet'e doğru yaklaştığında Mehmet son nefesini vermek üzereydi. Sinan abime baktı bir umut. "Abi," dedi korkuyla paçalardan salmak üzereyken. "Abi yardım et! Yaren ablayla sizin sarılmanızı ispiyonlamadım ki ama!"

 

Ve artık onu da bize ispiyonlamış oldu.

 

Ama bir dakika ula!

 

Yaren ablayla abim sarılmış derken? Hangi ara ula? Benim niye haberim yok?

 

Hepimizin gözleri Sinan abime çevrildiğinde o kaşlarını çatıp halamın elinden makası aldığı gibi Mehmet'in kafasına yapıştı. "Dilini kesin bunun, dilini!"

 

Tam o sırada kalleş ajanın bir numaralı patronu gelmişti. Ama ben daha bu Memo'nun yakasına yapışıp 'Bizi kaç kuruşa sattın, söyle!' diye bağıracaktım.

 

Demir abimin 7/24 çatık olan kaşları biraz daha çatıldığında mutfağa girdi. "Ne oluyor ula burada?"

 

Horon tepiyoruz, katılmak ister misin abiciğim?

 

Yüzüne söyle, yüzüne dedi içimdeki yürek yiyen taraflar beni de yürek yemeye davet ederek ama kalsın, ben tokum. Yedik de geldik biz komşum.

 

Don Kişot olarak üç silahşörlere hemen satışı koydum. "Abim bizi sana ispikledi diye bi'tanecik kardeşimin dilini kesecekmiş benim en dadlu Demir abim." diyerek ona sırnaştım ve zorla kolunun altına girdim.

 

Sinan abim bana öldürücü bakışlar atarken çaktırmadan elimi göğsüme sürtüp dudaklarımı oynatarak 'Oh olsun' dedim. Oh olsundu! Hangi arada derede Yaren ablayla sarılmıştı ve bunu benden saklamıştı?

 

Gerçi benim 6666. hislerim beni yanıltmamıştı.

 

Demir abim çöpe atılacak eşyaymışım gibi beni kenara itekleyip bir numaralı ajan kankasını kolunun altına aldı. Yazık, kalleş Memo nasıl korktuysa artık Demir abime bakıp, "Bu gece senin odanda kalabilir miyim abi?" demişti.

 

Gözlerimi devirdim. Aynen canım Aras kargo.

 

Demir abim bize ters bakışlar atıp ajanını da alıp mutfaktan çıktı. "Tabii kalabilirsin koçum." diyordu çıkarken de. O odaya Mehmet'i sokarsam bana da Sunagül demesinler!

 

Demir abimlerin çıkmasıyla üç silahşörler olarak Don Kişot'u aramıza aldık. "Yaren'le sarıldığınız doğru mu abi?" diye sordu Süslü Barbie.

 

"Yaren ablayla neden sarıldınız abi?" diye sordum bende.

 

"Ufukta aşk var mı Sinan Bey?" diye de halam sordu.

 

Sinan abim üçümüze de ters bakışlar attıktan sonra, "Def olun başımdan!" diyerek bir hışımla önce mutfaktan sonra da evden çıktı.

 

Arkasından bakakaldık.

 

"Bana kalırsa ateş bacayı çoktan sarmış, alev alması yakındır." dedi halam abimin arkasından bakarken.

 

Kıkırdadım. "Dedi otuz yıldır bir tanecik sevgilisi bile olmayan kadın." dediğimde öfkeli bakışları bana döndü.

 

"Gel ulan buraya!" diyerek bir anda üstüme atladığında son anda kaçtım elinden.

 

"İmdat! Abi!"

 

***

 

Akşam maaile toplanmış, yemek yiyorduk. Bakın, buraya dikkat. Maaile diyorum! Çekirdek değil sülalece toplanmış yemek yiyorduk! Malûm büyük büyük dayımız hâlâ daha bizdeydi ve sanki kendi evindeymiş gibi yemeğini yiyordu rahatça. Ee ekmek elden su göldendi tabii. Yerdi, içerdi.

 

Buna daha fazla kayıtsız kalamadım. "Demir abim geldi. Artık defol git evine." dedim gözlerimi ona dikmiş dik dik bakarken. Ağzına götürdüğü çatalla durdu, bana baktı, kaşlarını çattı.

 

"Gül, düzgün konuş dayınla." diye uyardı babam.

 

"Kibar ol biraz, kibar." diyen hödüklüğün kitabını yazmış Demir abim de suyunu içmeden önce bana baktı ters ters. Kibarlık dersi veren adama da bakın hele!

 

Ona ters bir bakış atıp, "Peki." diyerek omuz silktim ve gözlerimi dayı beye diktim yeniden. "Artık def olabilir misin evimizden?" diyerek daha kibar bir versiyonla onu kovduğumda Demir abim kaşlarını çattı.

 

"Defne!"

 

"Ne?" diyerek ona çevirdim bakışlarımı. "Bu ihtiyar bunak senin odanda kalıyor. Sen nerede yatmayı düşünüyorsun? Senin için konuşuyoruz burada herhalde."

 

Halam da hemen ayrık otu gibi atladı kenardan. "Senin bu hödük oğlun beni, kızın da dayımı kovdu abi." diye bizi şikayetlediğinde Demir abimin bendeki bakışları halama çevrildi.

 

"Niye kovduğumu da açıkla istersen?" dediğinde halam omuz silkti.

 

"Açıklarım tabii." demiş ve tam da açıklamak üzereydi ki dedem araya girince sustu.

 

"İki gün sonra tanışmaya, anlaşırlarsa da eğer yüzük takmaya gelecekler Meltem'e. Biraz daha sabredin." dediğinde yarasına Tuz Gölü'nü döktükleri halam kaşlarını çattı.

 

Sonrası tam bir kaostu!

 

Fakat halam ne kadar çırpınırsa çırpınsın o tanışma ve isteme gerçekleşecekti ne yazık ki...

 

Yazar'dan;

 

Dün Gece;

 

"Buradan mı?" diye sordu Sinan yolu işaret ederken.

 

Balım başını sallayarak onayladığında Sinan da yoluna devam etmişti. Yaren'in ağzından kaçırdığı cümle, geçmişte yaşadığı travması onu beklenmedik bir şekilde sarsmıştı. Bahçeye indiğinde o da peşinden gitmişti fakat yanına inemeden abisine sarılarak ağlayan Yaren'i görünce kalakalmıştı. Onu öyle içi çıkarcasına ağlarken görünce anlamsızca içi acımıştı.

 

Ona bu korkuyu, bu travmayı yaşatan herifi diri diri gömmek istiyordu ama yapamadı. Zira önce onu bulması gerekiyordu. Bunun için de Balım'a başvurmuştu. Hem onu evine bırakacak hem de bu olay ve o herif hakkında bilgi alacaktı.

 

"Teşekkür ederim, zahmet oldu sana da." dedi Balım evlerinin önünde durduklarında.

 

Sinan önemli değil der gibi kafasını salladı. Balım arabadan inmek için eşyalarını toparlarken konuşabildi ancak. "Yaren'in söylediği doğru mu?" diye sorduğunda Balım duraksadı. "Gerçekten öğretmeni tarafından mı tacize uğradı?"

 

Balım sessiz kaldı birkaç saniye. İlk önce o yaşamıştı bu tacizi. Bu durum en az Yaren kadar onun da travmasıydı. "Evet," dedi derin bir nefes verirken. "Liseye yeni başlamıştık. İkinci dönem gelmişti bu adam okula. Matematik ögretmeniydi. Kızıl saçlı olduğum için çok dikkat çekiyordum. Gerçi hâlâ daha öyle ama... O da sürekli sorular sorar, arada yanıma gelip saçlarımı, omzumu falan okşardı. Ben tabii sorduğu soruları doğru cevapladım da o da ondan böyle bir temas kuruyor diye düşünürdüm. Aksi aklıma gelmedi ki hiç! Sonra bir gün okul çıkışı durdurdu beni. Bir proje, ödev mödev bir şeyler dedi işte. Bende kaldım. Yaren'le aynı sınıftaydık. O da kalmak isteyince yanımda sen çık dedi ona. O an bir tedirgin oldum. Koca sınıfta ikimiz kaldığımızda..." Sustu Balım. Devamını getiremedi bir süre.

 

"Bana dokunmaya kalkıştı." diye hızlıca, sessiz bir tonla ekledi. Söyledikleri sessiz ortamı yardı geçti. "Ben durumu anlayıp kendimi geri çektiğimde beni dersinden geçirmemekle tehdit etti ama korkmadım, tehdidine boyun eğmedim. Dedemin albay olduğunu ve onu mahvedebileceğini söylediğimde inanmadı fakat ertesi gün okula dedemle geldiğimde ve dedem onu bir güzel payladığında bir daha yanıma bile yaklaşmadı. Ne yoklama alırken ne de soru sormak için adımı dahi anmadı. Ben yokmuşum gibi dersi işledi. Sonra ben hasta oldum. Ağır bir gribe yakalandım. Bir hafta kadar okula gitmedim. O sırada bana yaptığını Yaren'e yapmış. Yaren matematikten nefret ederdi. Hiç sevmez, hiç de anlamazdı. Çabalardı ama yapamazdı bir türlü. Bu herif de bunu fark edip kızı tehdit etmiş. Yaren de boyun eğmiş tacizlerine. Ben bunu fark ettiğimde müdahale ettim. Dedeme haber verdim yine. O gün o herifi görüşümüz son oldu. Dedem önce onu bir güzel patakladı sonra polise teslim etti. Şu an nerede, ne halde bilmiyorum. Tek temennim cehennemi boylamış olması!"

 

"Yaren," dedi Sinan. Kelimeleri toparlayamıyor, ne diyeceğini, ne soracağını bilemiyordu. "Ne zaman... Yani nasıl... Toparladı? Ailesi... Abisi ve kardeşi dışındakiler... Biliyor mu?"

 

"Evet," dedi Balım. "Olaydan sonra dedem anlattı ailesine durumu. Yaren'i ötekileştirmeyip ona sahip çıktılar, üzerine titrediler hepsi. İkimizi bir psikolağa götürdüler. Bende ciddi bir travma yoktu fakat Yaren fazla ürkekleşmişti. İnsanların dokunmasından rahatsız olup çığlık atıyordu anında. Bu yüzden iki yıl boyunca psikolojik tedavi gördü."

 

Sinan kaşlarını çattı. "İki yıl boyunca psikolojik tedavi görmesini sağlayacak kadar mı zarar verdi o piç ona?!"

 

Balım derin bir nefes alıp verdi. Bundan sonrası Yaren'in özeline giriyordu ama çoğu şeyi zaten anlatmıştı ki. Battı balık yan gider diyerek anlatmaya karar verdi. "Sadece o değil," dedi. "Bu durumu aile büyükleri, yani babaannesi duyunca Yaren'in tecavüze uğradığını sandı. Ondan böyle bir bulgu olmadığına dair rapor istedi. Kızı zorla hastaneye götürdüler. O raporu babaannesine verdiler ama kadın inanmadı. Yaren on sekiz yaşına basınca Kemal amca onu Kenan'la birlikte yurt dışına gönderdi. Buraya döner dönmez de babaannesi onu evlendirmeye çalıştı. Başkasıyla evlendirerek bu lekeden kurtaracaktı güya! Sonrası malûm..."

 

Duydukları Sinan'ı an be an şaşırtmış ve bir o kadar da öfkelendirmişti. Bir kadının, özellikle yeni tanımasına rağmen Yaren gibi naif bir kadının yaşadıkları, ona yaşatılanlar canını sıkmıştı ancak en çok kendine öfkeliydi. Amirin odasında bu kadar yükselmese, sakin kalmaya çalışsa Yaren'in travmasını daha da tetiklememiş olacaktı. Ama o da bilemezdi ki.

 

Derin ve sert bir nefes alıp ağrıyan şakaklarını ovuştururken, "Kim?" diye sorabildi dişlerinin arasından. "Ona bunu yaşatan şerefsizin adı sanı ne?"

 

Balım bir an bile duraksamadan cevapladı bu soruyu. Ölse unutmazdı o adamın adını. "Servet Evren." dedi yüzünü ekşiterek. Nefret ediyordu bu adamdan. Onunla aynı isme sahip erkekler bile tedirgin ediyordu onu.

 

Sinan bu ismi beynine kazıdı. Direksiyonu sıkarken başını salladı sadece. Balım arabadan indi fakat bir an için durdu. Kapıyı kapatmadan önce hafifçe eğilerek Sinan'a baktı ve dudaklarını ısırıp durmaktan vazgeçerek merak ettiği soruyu sordu. "Demir ne zaman gelir, biliyor musun?"

 

Sinan afalladı. Bu soruya bir anlam veremedi ama cevap verdi. "Geleceği günü haber vermez. Aniden gelir, aniden gider." dediğinde Balım anladım der gibi dudaklarını büzüp başını salladı. Sonrasında da kapıyı kapatıp eve yürüdüğünde Sinan da aklını yeniden meşgul eden konuya döndü.

 

O gece emniyete dönüp gece boyu Servet Evren'i araştırmıştı. Türkiye'deki bütün Servet Evren'lerin arasından istediği adamı bulmak kolay olmamıştı. Ancak sabaha karşı bulmuştu istediği adamın bilgisi.

 

Servet Evren on yıl önce karısını ve iki çocuğunu öldürmek, öğrencilerine yaptığı taciz ve tehdit, adam yaralama, uyuşturucu bulundurma ve satma gibi birçok suç nedeniyle hapse girmişti ve kolay kolay dışarı çıkması mümkün değildi.

 

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Servet Evren'in dosyasının bir çıktısını alırken geceden beri içtiği yirminci kahvesinden son yudumu da içip dağılmış saçını başını, ağrıyan şakaklarını, yorgun ve uykusuz görünen gözlerini umursamadan emniyetten çıktı. Arabasına bindi, emniyet kemerini taktı ve Yaren'in evine sürdü arabayı.

 

Yarenlere gelene kadar gazı köklemişti. Evlerinin biraz ilerisinde durduğunda Yaren'e kısaca onu dışarıda beklediğini, önemli olduğunu mesaj atıp beklemeye başlamıştı ve aradan geçen on dakika sonunda üstünde pijaması, örgülü dağınık saçlarıyla Yaren belirmişti karşısında. Elinde telefonuyla Sinan'a yürürken biraz kırgın, üzgün ve çokça da yorgundu.

 

Karşı karşıya durduklarında yemyeşil gözlerin kıpkırmızı olduğunu görmüştü Sinan. Bu kaşlarını çatmasına neden olurken buraya ne için geldiğini hatırladı ve elindeki kağıdı Yaren'e uzattı.

 

Yaren'in gözleri uzatılan kağıda düştüğünde usulca ince kaşlarını çattı. "Ne bu?"

 

Sinan cevap vermedi. Al bak der gibi gözlerini dikmiş Yaren'e bakıyordu. Cevap gelmeyince Yaren titreyen parmaklarıyla kağıdı aldı fakat kağıdın sol üst köşesindeki resmi görür görmez nefesi kesildi, elleri titremeye başladı. Dizlerinin bağı çözülmüş gibi geriye doğru sendelediğinde Sinan kolundan tutup düşmesine izin vermedi ama Yaren andan kopmuş bir şekilde fotoğraftan ona bakan Servet Evren'e bakıyordu.

 

"Yazıyı oku Yaren," dedi Sinan emir verir gibi sertçe. "Fotoğrafa bakma, yazıyı oku!"

 

Yaren onu duymadı bile. Sinan bunu fark ettiğinde Yaren'in çenesini tutup yüzüne bakmasını sağladı. Yaren'in gözleri nemliydi. "Neden?" diye sorarken bir damla yaş sol gözünden yanağına doğru süzülmüştü. "Niye yaptın bunu? Niye getirdin bunu bana?"

 

Yaren'in gözünden akıp yanağına süzülen gözyaşını izledi Sinan. İzledikçe dişlerini sıktı. Niyeti onu ağlatmak değildi oysa. "Yazıyı oku." diyebildi sadece.

 

Yaren gözlerini sımsıkı kapattı, derin bir nefes aldı ve gözlerini açıp kağıda çevirdi yeniden. Sinan ellerini onun üzerinden çekti ama yine sendelerse diye tetikte beklemeye devam etti.

 

Yaren ıslak gözleriyle yazıyı okudu. Onda büyük travmaya sebep olan herifin şu an olması gerektiği yerde, hapiste olduğunu ve uzun bir süre de dışarı çıkmayacağını okudu. O gün de hapse girmişti ama dört yıl sonra serbest bırakmışlardı. Onun haberiyle ailesi onu yurt dışına göndermişti. Sonrasını bilmiyordu Yaren. "Gerçek mi bu?" diye sorabildi şaşkınca.

 

Sinan başını salladı. "Gerçek." dedi. "O herif olması gerektiği yerde ve oradan çıkmayacak."

 

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye sordu Yaren. "Ya çıkarsa? Bir yolunu bulursa?"

 

"Çıktığı deliğe geri sokarım." dedi Sinan. Netti.

 

Yaren bir süre nemli gözlerle Sinan'a baktı. Çevresindeki çoğu kişi, akrabalarının bazıları onu suçlar gibi bakarken, onunla muhatap olmazlarken yeni tanıdığı bu adam sırf o iyi hissetsin, rahat nefes alsın diye geçmişini araştırmış, ona büyük travmalar yaşatan adamın hapiste olduğunu haber vermeye gelmişti. O an Yaren'in kalbi sıcacık oldu. İçine, kalbine ılık, huzur verici bir his yayıldı ve tüm bedenini sardı. Sanki Sinan yanında olursa kimse ona zarar veremezmiş gibi bir his doldu içine ve bir anda parmak ucunda yükselip kollarını onun boynuna doladı. Önünü ardını düşünmeden sımsıkı sarılmıştı Yaren. Gözlerini kapatıp ona güven ve huzur veren bu adamın kokusunu içine çekmişti derin derin.

 

Sinan bunu beklemiyordu. Vücudu kaskatı kesilirken boynuna dolanan kolların şaşkınlığıyla kalakalmış, ne yapacağını bilememişti. Yaren ona sarılmıştı ama o karşılık veremedi. Travmasını atlatamadığını görmüştü, tetiklemekten korkmuş, ona karşılık vermeye çekinmişti.

 

Bir iki dakika Yaren sarılmaya devam ettiğinde Sinan'ın ona karşılık vermediğini aksi bir halde kaskatı kesildiğini fark etti ve kapalı gözlerini araladı. Sinan ona neden karşılık vermemişti? Sevgilisi mi vardı yoksa? Bu düşünceler, cevapsız sorular onun kalbine yayılan ılık hissi bir anda buz kestirdi.

 

Kollarını çözüp iki adım geriye çekildiğinde Sinan'ın yüzüne bakamadı. Yutkunurken yüzüne dağılan perçemlerini kulağının arkasına sıkıştırdı. "Teşekkür ederim." diyebildi kısık, cılız bir sesle.

 

Sinan cevap veremedi. Az önceki anın etkisindeydi. Zaten Yaren de cevap vermesini beklemeden geriye dönüp hızlı adımlarla eve ilerledi.

 

Sinan ise sadece arkasından bakmakla yetindi...

 

Şimdiki Zaman;

 

Akşam yemeğinden sonra Sinan arka bahçeye geçmiş, bu sabahki anları kafasında tekrar tekrar döndürürken tek tük yıldızın olduğu gökyüzünü izliyordu.

 

Sessizliğine biri ortak oldu.

 

Demir yanına gelip karşısındaki sandalyeye oturduğunda Sinan toparlanıp gözlerini ona çevirdi. O sırada Demir bir sigara yakıyordu. Sinan da elini uzatınca paketi verdi direkt. Sinan içinden bir dal çıkartıp dudaklarının arasına yerleştirdi ve ucunu ateşledi. İkisi de sigaradan derin bir nefes çekip dumanı gökyüzüne üflediler.

 

"Anlat." dedi Demir.

 

Sinan vurdumduymazlığa geldi. "Neyi?"

 

"Sessizliğinin sebebini."

 

Derin bir nefes alıp verdi Sinan. Olanları anlattı uzun uzun. Demir'le tartışsalar da birbirini en iyi anlayan iki kardeşti onlar. "...O öyle sarılınca, bir şeyler oldu." diye anlatmaya devam etti Sinan. "Yani ne bileyim? Sanki hissetmemem gereken bir şeyi hissediyor gibi huzursuzum."

 

"Nedeni dünürlerimizin kızı olması mı?"

 

Derin bir nefes alıp verdi Sinan. "Bilmiyorum." dedi. Kaşlarını çattı. "O aptal kardeşin kırk kere Yaren yengem olsun dedi, aklıma girdi, bilinçaltıma işledi herhalde!" Sağa sola bakındı. "Sahi o nerede? Dibinden ayrılmazdı normalde."

 

Demir kaşlarını çatarken sigarasından derin bir nefes çekti ciğerlerine. "Uyuyor." dedi. "Ona kızgın olduğumu bildiğinden yanaşamadı. Gitti uyudu erkenden." Ya da Mehmet ondan önce abisinin odasına konmasın diye gitmişti... Gül'ün mankenlik yaptığı aklına gelince kaşlarını çattı Demir, şakaklarındaki damar attı sinirle. "Sen hiç mi takip etmiyorsun bu kızı? El kadar elbise giyip bir oda dolusu adama göz ziyafeti sunmak da ne demek?!"

 

Sinan ters ters baktı abisine. "Sanki senin bu kardeşin laf söz dinliyor da!" diye söylendi. "Ben ne dersem diyeyim bildiğini okuyor manyak! Kolaysa sen zapt et!"

 

Demir sinirle başını aşağı yukarı sallarken, "Edeceğim." dedi. "Öyle bir zapt edeceğim ki bir daha cesaret edemeyecek! O Tahir zibidisi seviyor bir de bunu! Ulan hangi erkek sevdiği kadına el kadar elbise giydirip bir oda dolusu adamın önüne atar? Hangi kitapta yazıyor bu? Ah ulan! Ah ulan bir yumruk daha indirseydim keşke o kırılası çenesine!"

 

Sinan kahkaha attı. "Tahir'i mi yumrukladın?"

 

Demir ters ters ona baktı. "Evet," dedi sinirle. "Bir daha Defne'yi rüyasında görür ancak o zibidi! Seviyormuş, aşıkmış da bilmem ne! İnsan sevdiği kadını gözünden sakınır ulan! Bu nasıl sevgi?"

 

Tam bu noktada Sinan girdi araya. "Hazır sevgiden bahsetmişken Balım seni sordu dün gece."

 

Demir sustu, kalakaldı. "Beni mi sordu? Niye?"

 

Sinan dudak büktü. "Bilmem. Git kendin sor istersen." derken sesi imalıydı.

 

Demir de aptal değildi, bunu fark etmişti. "Ne ima ediyorsun sen?"

 

Açık oldu Sinan. "Dünürlerimizin aile dostunun kızı niye özellikle senin ne zaman geleceğini sordu, merak ettim sadece."

 

"Etme," dedi Demir tek nefeslik kalan sigarayı yere atıp ayağının ucuyla ezerken. "Ben senin dünürlerimizin bizzat kızıyla olan ilişkini merak ediyor muyum? Hayır! Sen de etme!"

 

Sinan kaşlarını çattı. "Benim Yaren'le bir ilişkim yok!"

 

"Ne tesadüf! Benim de o ateş kızılıyla bir ilişkim yok!"

 

"Emin misin? Bunu bir de Balım'a-..."

 

Tam bu noktada sertçe araya girdi Demir. "Ona ismiyle hitap etme!"

 

Sinan durdu, ismi bir iltifat gibi olan kızı kardeşinden kıskanıyor olmasına hayretle baktı ve buna gülmeye başladı birden. Abisi istediği kadar reddetsin. O ateş kızılı diye hitap ettiği kıza çoktan tutulmuştu.

 

Sinan'dan tek bir imalı kelime daha duymadan içeriye ilerledi Demir sert adımlarla.

 

Gül'den;

 

Huzurlu bir şekilde uyurken çuval taşır gibi birinin beni tutup çekmesiyle gözlerim açıldı ve kapandı bir an. Demir abimdi. Beni göğsüne yatırmış, kollarını bedenime sarmıştı. Saçlarıma ufak bir öpücük kondurduktan sonra ayık olduğumu hissetmiş gibi, "Aç gözünü, konuşacağız." dedi.

 

Sesi sabahkine göre biraz daha sakindi ama hiç konuşasım yoktu. "Konuşamam yalnızca WhatsApp." dediğimde ona bakmasam bile kaşlarını çattığını biliyordum.

 

"Defne!" diyen uyarı yüklü kızgın ses tonu da bunu ifşalamıştı zaten.

 

Başımın altındaki sert göğsüne iyice yayıldım. "Ne?" dedim. "Ne konuşacağız?"

 

"Şu it tarafından hesabına gönderilen yüz bin lirayı konuşalım önce," dedi sert sert. Başımın altındaki göğsü sinirle inip kalktığı için rahat edemedim. "Ne parası bu Defne?!"

 

Kollarının arasından sıyrılıp arkamı döndüm. Yumuşacık yastığıma kurban olayım ben ya! Demir abim sertçe kolumu dürttüğünde ondan iyice uzaklaştım. Vır vır vır! Bir susmadı be!

 

"Seviştik onun parası oldu mu?" dedim ters ters.

 

Demez olaydım.

 

Demir abim kalktığı gibi kolumdan tutarak beni de kaldırdığında gözlerim korkuyla açıldı. "Ne dedin sen ne?" diye sorduğunda sesindeki ölüm tınısı bir ufak altıma ettirdi. "Bir de yüzüme söyle bakalım! Ne parası bu?"

 

Usulca yutkundum. "Mankenlik yaptım ya, onun parası." dedim. Halbuki o parayı bir günlük asistanlıktan kazanmıştım. "Bilirsin ben beleşe çalışmam."

 

"O konuda ayrı bir falso zaten!" dedi ters ters. "El kadar elbise giyip mankenlik yapmak da nereden çıktı Defne?! Ben gözüm arkada kalmadan rahat rahat arkamı dönemeyecek miyim? İlla çalışmak istiyorsan git kendi mesleğini yap ulan!"

 

Bir gözüm yenik düştü, kapandı. "Çok ısrar etti," dedim. "Çok yalvardı, ağladı. Mankenleri yokmuş, bir kerecik sen oluver dedi. Kabul ettim ben de."

 

"O da ayrı bir geri zekalı zaten!" dedi Demir abim ters ters. Diğer gözüm de dayanamadı daha fazla, indirdi kepenklerini. "Ama bundan sonra nah yanaşır sana! Yüzünü zor görür bundan sonra, yüzünü! Seviyormuş bir de! Gitsin ebesini sevsin soyunu sopunu si-..." Küfrünü yutup boynunu kütletti. "La havle la havle!"

 

Tam bu noktada başım küt diye abimin göğsüne düştü ve beynim error verdi. Uyku modu aktifleşmişti. Şu saatten sonra sikseler kalkmam!

 

Henüz güneş doğmamışken yüzüme dökülen bir sürahi suyla güne, pardon, henüz doğmamış, aymamış güne gözümü açmıştım. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim suyun hakikaten kaldırma kuvveti varmış. Kış uykumdan beni bile kaldırdığına bakılırsa...

 

Güneşin henüz cinsiyetini belli etmeyen bebek gibi doğmadığı, hâlâ sokak lambalarının yandığı, düne göre bir tık serin ve rüzgarlı olan Trabzon sabahında, Demir abim on adım önümde Sinan abim ve halam onun yanında, ben ve ablam onların çok çok gerisinde koşuya çıkmıştık.

 

Evet Demir abim disiplin konusunda ciddiymiş. Sabahın altısında ebemi sikmişti resmen.

 

Üff! Bu edepsiz kelimeler de hep halamdan geçmişti. Ne zaman yan yana gelsek beynim onun küfürlerini kendine kopyalıyor, böyle ansızın ortaya saçıveriyordu.

 

Şimdi kahvaltı masasında, ben ve ablam yarı baygın kahvaltımızı yaparken karşımda oturan abilerim ve ekürileri olan halam sanki bir saat koşmamış da yürümüşler gibi bir rahatlıkla kahvaltılarını yapıyorlardı.

 

Bu üçlü, çok güçlü imaji çiziyorlardı.

 

Veee... Ebemi siktiler derken şaka yapmıyordum!

 

"Siz beşiniz nereye gittiniz sabahın köründe?" diye sordu babam çayını içerken.

 

"Yürüyüşe," dedi Demir abim. Daha zor şartlara alıştığı için bir saatlik koşu ona yürüyüş gibi gelmiş olmalıydı.

 

"Koşuya." dedi Sinan abimle halam.

 

"Ölüme." dedi Süslü Barbie her an bayılacakmış gibi dururken.

 

En makûl yanıtı ben verdim. "Cehenneme."

 

Tüm bu işkencenin baş kahramanı o değilmiş gibi kahkaha attı Mehmet. "Çok sıcak diyorlar oraları, doğru mu abla?" diye sorduğunda kafasına bir tane patlatmak istedim ama bunun için kolumu bile kaldıramadım. O derece bitmiş, tükenmiş bir haldeydim.

 

"Bir dahaki sefere sen de gelir, kendin görürsün ablasının canı ciğeri." dedim ters ters.

 

İmâmı anlayıp öksürerek önüne döndü. Salak çocuk! Seni gebertmediğime dua et sen!

 

Ters ters ona bakarken kafasını kuma gömer gibi tabağına gömdü ve bir daha kaldırmadı.

 

Annem hiçbir şey yiyemediğimi görüp tabağıma ballı kaymaklı ekmek bıraktığında, "Ağzıma ver ağzıma." dedim ağzımı Konya ovası genişliğinde açarken.

 

Annem yarı acıyarak yarı da hak ettin bakışları atarak ekmeği ağzıma uzattığında kocaman ısırdım. İnanır mısınız çiğnemeye bile mecalim yoktu. Ekmeği ağzımda iki tur çeviriyor, üç dakika bekletiyordum. Mehmet de çayımı uzattığında ona dik dik bakarak höpürdeterek bir yudum aldım çayımdan.

 

"Sokulan bir şey söyleyin?" diyen dedemle eş zamanlı olarak ağzımdaki lokmayı yutmuştum.

 

"Si-..." diye cevabı söylüyordum ki herkes yerinde dikleşip bana bakarken annem az önceki ekmeğin kalanını ağzıma tepti.

 

Demir abim yiyorsa getir o kelimenin devamını bakışları atarken dedeme baktım ters ters. "Solomon kovlon!" diyerek çevirdim lafı hemen. Ağzım dolu olduğu için anlaşılmamıştı tabii.

 

Ve her şey bir anda oldu.

 

Film koptu, ışıklar söndü, ekran karardı ve alnım küt diye tabağıma gömüldü. Benden buraya kadardı.

 

Yayımda ve yapımda emeği geçenlerin yedi sülalesine sövgülerimle,

Ben...

 

Bölüm Sonu.🖤

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

En sevdiğiniz sahne veya replik de buraya.🌸

 

Oy verip yorum yapmayı unutmayalım lütfen.💫🙏🏼

 

İnstagram: nazankaraermis

nazankrrmshikayeleri

 

♥️

Loading...
0%