Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. "Kalktım, Sana İblis Yaptım!"

@nazankaraermis

Nil Karaibrahimgil - Kek

 

Keyifli Okumalar.💙

 

Gül'den;

 

Sabahın altısında daha kargalar bile bokunu yememişken kalkmak; insanlık için küççük benim için ise devrim niteliğinde bir şeydi. Esnemekten ağzım yırtılırken ve uykusuz gözlerimden şapır şapır akan uykuyla kahvaltı yapmıştık. Pardon, abimler yemiş, ben ise kafamı masaya devirip gözlerimi dinlendirmiştim.

 

Abin dürtmese uyanmayacaktın, ne göz dinlendirmesi Allah aşkına? dedi içimdeki sporcu kadın aşurtmanlarını giymiş yerinde hoplayıp zıplarken.

 

"Daha hızlı Defne! Daha hızlı ve sert! Hadi!"

 

Demir abimin bağırmasıyla yarı açık olan gözlerimi yumup kendimi yere attım. Yeni doğan güneşin ışınları gözüme Allah ne verdiyse dalmışlardı. Sürünerek geri geri gittim ve az sonra ağaç dalının gölgesi yüzüme denk geldiği için durdum. Böyle iyiydi.

 

"Abi," diye mırıldandım ama sesimi ben bile zor duydum. "Yeter da! Kurban olayım acı baa."

 

Adım seslerinden bana yaklaştığını anladım. Umarım böcek gibi üzerime basıp da ezmezdi beni. "Daha yeni başlıyoruz, Defne." dediğinde nefesim sekteye uğradı. Yutkunamadım. Gözlerimi yarı açıp hemen yanı başımda diz çökmüş bir halde tepeden bana baktı, ona baktım. Vallahi acıması yoktu bu adamın! Allah bela niyetine başıma bunu vermiş benim. Gülümser gibi olduğunda baş parmağıyla dudağının kenarını kaşıdı. Her ne kadar mesleği icabı bizden uzakta da yaşasa donuna kadar her şeyini, her hareketini ezbere biliyordum abimin.

 

Eh, benim de mesleğim bunu icab ediyordu.

 

Ellerini çırpıp ayaklandı. "Kalk kalk kalk! Hadi bakalım!"

 

Yüzümü dünyam başıma yıkılmışçasına buruşturup yerde yuvarlandım. Üstüm başım toz topraktı ama bu kimin umrunda? Ölüyorum anlasana be adam! "Allah'ım sen abilerin de dengelisini nasip et, ya Rabbi'm." diye dualar ettim yerde yuvarlanırken. "Biri mesleği icabı 'yat yat yat' der, biri canımdan bezdirmek icabı 'kalk kalk kalk' der. Sen sabır ver kurban olayım."

 

"Riv riv etma da!" diye bağırdı o baskılı sesiyle. "Kalk haydi!"

 

Sürüne sürüne kalktım ve ağaca asılı olan kum torbasına sarıldım. Canım benim... Suçu günahı yoktu ama gelen geçen ona vuruyordu. Bugün de kum torbalarına yakalım be!

 

Demir abim elleri belinde, bana dümdüz bakarken gözleriyle kum torbasını işaret etti. "Vur!"

 

Gözlerim kapanmak üzereyken kum torbasına biraz daha sarıldım ve gözlerimi yumdum. "Hı hı."

 

"Defne!" diye aniden ve kulağımın dibinde bağırmasıyla yerimden sıçrarken beni omuzlarımdan kavrayıp kum torbasından ayırdı. Yüzümü kum torbasına çevirip arkama geçtiğinde elleriyle omuzlarımı sıktı. Masaj yapaydı iyiydi emme...

 

"Ona bak," dedi kulağıma doğru. "Kum torbasını düşmanınmış gibi hayal et ve yumruklarını ona göre kullan. Hadi!"

 

Kum torbasına baktım, baktım, baktım ve kafamı omzumdan geriye abime çevirdim. "Peki düşmanım yoksa?"

 

Bana garip bir yüz ifadesiyle baktı. "Şu yeryüzünde en azılı suçlu bile karşıma geçip, 'Ben masumum' dese inanırım ama senin şu 'Benim düşmanım yok' cümlene inanmam Defne!" dedi.

 

Herif malını biliyor tabii.

 

Şimdi yerdeki şu taş bile dile gelse bana ana avrat girerdi. Nefes aldığım her saniye dost değil düşman ediniyordum çünkü.

 

İşaret parmağını şakağıma yasladı. "Burayı zorla ve düşün! Muhakkak vardır senin düşmanın."

 

Düşündüm, düşündüm, düşündüm ve aklıma Tahin'den başkası gelmedi. Evet o geldi aklıma. Beni bırakıp gidişine ve bir de başkasıyla nişanlanmış olmasına kinlendim. Yumruklarımı sıktım ve dirseğimden kırıp göğüs hizama kaldırdım ellerimi. Karşımda kum torbası değil de sanki Tahin vardı, öyle haşindi bakışlarım. Sol bacağımı destek bacağı ilan edip öne uzattım. Demir abim arkamdan çekilmişti.

 

"Defne!" diye bir anda seslenmesini umursamadan, "Allah Allah!" diye bağırıp yumruğumu sertçe kum torbasına geçirdim.

 

Pardon! Kum torbası yumruğuma geçirdi zira elim...

 

Elimi hissetmiyordum.

 

Dudaklarımı sertçe birbirine bastırmış çığlık atmamak için kendimi tutarken Demir abim çatılmış kaşlarının altındaki endişeli bakışlarıyla yüzüme bakıyordu. Ve şöyle dedi: "Eldivenleri giymeden vurma diyecektim."

 

Bu şimdi mi söylenir ula?!

 

Elim sızlıyordu!

 

Dayanamadım ve tüm mahalleyi inletircesine bağırdım. "Yandım ula!!"

 

"Tamam bağırma, dur." dedi yanıma gelip elimi avucunun arasına aldığında. Kaşlarını çatarak elimde hasar tespiti yapıyordu ama parmağının ucuyla bile dokunuşu elimi sızlatıyordu.

 

Öff! Kesin kırılmıştı ya!

 

Ulan elim, kalbim kadar sağlam olamadın püü sana!

 

Tahir nişanlanmış diye ağlayan da kimdi? dedi içimdeki, bana laf sokma görevini üstlenmiş oje süren kadın.

 

Gözlerimi sımsıkı yummuş, dişlerimi sıkarken yerimde zıplıyordum acıyla. "Dokunma dokunma acıyor!" diye ciyak ciyak bağırdım.

 

"Dokunmuyorum bile Defne." dediğinde tek gözümü açıp ona baktım. Sahiden elleri havadaydı.

 

Dudaklarımı büzdüm, yavru köpek, kedi, kuş ne kadar hayvan varsa onların bakışını attım. "Acıyor ama..." dediğimde kıyamadı.

 

Derin bir nefes verirken başıma belasın bakışları atıp beni göğsüne çekti. "Tamam buz koyarız geçer şimdi." dedi başımın üstünden öptüğünde. "Geçmezse Ali dedeyi çağırırız, bir bakar. Tamam mı?" Başımı salladım uslu uslu. "Bekle beni, buz alıp geleyim." diyerek eve ilerlediğinde elimin acısını umursamadan kendimi hamağa attığım gibi uyumaya başladım.

 

Yüce Rabbim beni yedi yirmi dört uyuyayım diye yaratmış.

 

****

 

Kapıyı tıklattığımda her şeyden habersiz olan Mehmet'in sesi duyuldu içeriden. "Gel."

 

Gel'miş!

 

Sanırsın holding patronu haspam!

 

İçeriye girip kapıyı kilitledim ve şeytani gülüşümle ona döndüm. Elindeki tableti kenara bırakıp yerinde doğrulurken tedirgince bana baktı. "Kapıyı niye kilitledin?"

 

Arkamda sakladığım makası kaldırdım. "Eğlenceli şeyler yapacağız bebeğim!" dediğimde yüzünün rengi attı.

 

Ona doğru ilerlediğimde yatağından kalkıp duvara doğru geri geri gitti. Tek kişilik yatağının ucuna oturdum. Elim sargılı olduğu için makası tutmak biraz zor ve bileğimi acıtıyordu ama bu manyağı da korkutmadan konuşturamam ki!

 

Elimi yanımdaki boşluğa vurdum. "Yanıma gel."

 

İyice sindi duvar dibine. "Böyle iyi." derken kapıya kaçamak bakışlar atıyordu.

 

"Sadece konuşacağız." dedim işaret parmağımın ucunu makası sivri ucunda yuvarlarken.

 

"Makası bırak, geleyim."

 

Ne konuşacağız diye sormadı bile. Teknedeki telefon konuşması hâlâ aklımdayken bana bir açıklama yapması gerekiyordu.

 

"Makası bırakıp bırakmamam sana bağlı." dediğimde bundan kaçışı olmadığını anladı.

 

"Abi!" diye bas bas bağırdığında güldüm.

 

"Evde yoklar, boşuna ses tellerini ağrıtma."

 

"Anne! Baba!" diye bağırdı bu defa.

 

"Evde kimse yok. Herkes toplanıp dünürlere gitti."

 

Evet, ben bahçede uyuyunca Demir abim odasına taşımış, yatağına yatırıp elimi sarmış. Uyandığımda ikindi olmak üzereydi ve evde kimse yoktu. Demir abim dünürlere gittiklerine ve evde uslu durmama dair not bırakmış sadece. Beni almadan gitmişler diye ağlamak üzereyken Mehmet'in telefonla konuşan sesini duymuş ve soluğu burada almıştım.

 

O değil de ben de gidip Tahinciğimi göreydim bi'.

 

Hayır Demir abim o gün telefonumu cebine indirmiş ve geri vermemişti. Arayamıyor, mesajlaşamıyorduk da.

 

Ama kendileri ateş kızılı dediği fakat kutudaki süs bebeklerinden bir farkı olmayan Balım'la mesajlaşıyor, gecenin bir yarısı evine götürüyordu. Eve götürmesini geçtim geri eve gelmesi iki saati buluyordu beyefendinin! Artık o iki saat içinde ne yapıyorlarsa...

 

Allah vere de bu kız yakında hamileyim diye kapıya dayanmasa bari.

 

Bu konuya içlenmeyi bir kenara bırakıp asıl konuya odaklandım. Yani Mehmet'e.

 

Mehmet evde yalnız olduğumuza kanaat getirince uslu uslu gelip yanıma oturdu ama her an kalkıp kaçacak gibi tetikteydi. "Anlat bakalım, o gün teknede telefonda konuştuğun kimdi?"

 

Cevap gecikmedi. "Hiç."

 

Makası gözünün hizasında kaldırınca yutkunarak cevabı çevirme hakkını kullandı. "Bir kız. Berivan adı. Sosyal medyada bir sayfa üzerinden tanıştık ve arkadaş olduk. Bir grubumuz bile var..."

 

Merakıma yenik düşüp araya girdim. "Grubun adı ne?"

 

Bana ciddi misin bakışı atsa da cevap verdi. Ben ergence bir isim koymuş olmalarını beklerken gayet mantıklı ve ince anlamı olan bir grup adı koyduklarını o söyleyince fark ettim. "Uzaktaki Yakınlar."

 

Ağzım açık kaldı.

 

Devam et dercesine elimi sallayınca anlatmaya devam etti.

 

"İlk başta grupta konuşuyorduk. Sonra müzik zevkimiz uyuşunca biz özelden de konuşmaya başladık. Derken samimi olduk işte. Son zamanlarda konuşmamaya başladık. Arıyorum ulaşamıyorum, mesaj atıyorum üzerinden iki üç gün geçince cevap veriyor, o da kısa cümlelerle. Öncesinde her gün sesli ayrı, görüntülü ayrı konuşurduk ama şimdi hiç konuşamıyoruz."

 

"Niye?"

 

Derin bir nefes verdi. Ben sudan sebep beklerken o derin bir kederle yine yanılttı beni. "Berivan'ı biriyle evlendireceklermiş." dedi. "Daha doğrusu, yani anladığım kadarıyla abisi düşmanlarının kızını kaçırmış, karşı tarafta onlardan bir kız istemiş. Bu kız da Berivan." Ellerini saçlarının arasına daldırıp çekiştirirken bu kızın onun için sadece bir arkadaş olmadığını anlamış oldum. "Ya delireceğim abla!" diye kalktı yanımdan. Dolandı durdu küçük odasının içinde. "Berivan okumak istiyor ama başına gelenlere bak! Her gün ya, her gün bana hayallerinden bahsediyordu. Şimdi ise yapacak bir şey yok, mecburum diyor. Hayallerinden vazgeçmiş gibi konuşuyor. Ben dedim! Bir yolunu buluruz, sana yardım ederim dedim. Abimin biri asker biri polis sana yardım ederiz, koruruz, kurtarırız dedim ama dinlemedi, istemedi. Son iki haftadır telefonu kapalı. Ne ulaşabiliyorum, ne mesajlarıma cevap alabiliyorum."

 

Oyun konsolunun önündeki küçük pufa attı kendini. "Tamam diyorum, kız vazgeçti, bıraktı. Sende takma diyorum. Unut gitsin. O da böyle istemedi mi zaten? Niye zorluyorsun Mehmet diyorum ama aklım onda abla. İki haftadır ne uyuyabiliyorum ne nefes alabiliyorum. İçim daralıyor abla. Ne yapacağımı bilmiyorum." Bana baktığında ilk kez savunmasızdı. "Sen olsan ne yapardın abla?"

 

Omuz silktim. "Kızı kaçırırdım."

 

Avel avel suratıma baktı. "Abla kız Diyarbakır'da yaşıyor!"

 

Ona aynı bakışla karşılık verdim. "Uçak diye bir şey var! Saatler sürüyor yanına gitmen."

 

Şimdi duruldu, daha sakin baktı yüzüme. "Diyarbakır'da yaşadığını biliyorum sadece. Neresinde oturduğunu bilmiyorum ki!"

 

Havalı bir şekilde göz kırptım. "Orası kolay bebek!" dedikten sonra elimi uzattım. "Telefonunu ver bakayım."

 

Mehmet tereddütle, "Ne yapacaksın?" derken telefonunu çıkartıp avucuma bırakmıştı.

 

Hazır telefon elimdeyken bir Tahinciğimi mi arasaydım?

 

Şimdi abimler yanındaysa renk verirdi manyak. Sonra uğraş dur Demir abimle!

 

Bunu es geçip bazı kirli işlerimde işime yarayan ezbere bildiğim numarayı tuşladım ve aradım. Telefon uzunca süre çaldı, çaldı ve nihayet açıldı. "Alo?" diyen resmi, katı ses beni bir an afallatı.

 

"Benim Oki, en sevdiğin!" dediğimde o resmi, katı ses hemen yumuşadı.

 

"Gül?" diyen sesi sorgulayıcıydı. "Bu kimin numarası? Senin telefonun yok mu kızım?"

 

"Demir abim aşırdı onu." dedim gözlerimi devirirken. "Bu numara Mehmet'in. Bizim ailenin küçük üyesinin yani. Neyse, benim sana işim düştü."

 

"Belli zaten," diye homurdandı telefonun ucundan. Bugün iyi gününde maşallah! "İşin düşünce arıyorsun anca! Ha bak bir de bayramlarda iban atıyorsun mesaj olarak. Onu da unutmamak lazım."

 

"Okiciğim seninle mi uğraşayım şu an gerçekten?" dedim ters ters. "Kırk yılın başı işimiz düştü, bir yardım ediver işte."

 

"Kırk yılın başı mı? Ulan ne zaman başın sıkışsa beni arıyorsun! Engelleyeceğim artık seni!"

 

"Bunu yaptığında başına gelecekleri anlatmama gerek yok diye düşünüyorum?" diye usul usul tehdit ettim onu.

 

"Polisi tehdit etmekten içeri atarım seni!" diye o da beni tehdit etti. Açıkçası özgüvenine hayran kaldım.

 

"Tersinden mi kalktın sen? Ne bu tavırlar?"

 

"Sevgilimden ayrıldım, canım sıkkın." dediğinde göz devirdim.

 

"Kızı kiminle aldattın da kız seni terk etti?" diye sorduğumda karşı taraftan huysuz sesi duyuldu.

 

"Nereden biliyorsun sen bunu? Beni mi takip ediyorsun?"

 

Yine, yeni, yeniden gözlerimi devirdim. Bu beyefendi çapkının önde gideni olduğu için ya aldatıyordu ya da sıkılıp ayrılıyordu. Kendileri ömürlük değil günübirlik ilişkilerin mimarıydı da.

 

"Neyse neyse," dedim elimi sallayarak. Onun ayran gönlüyle ilgilenemeyeceğim. "Sana bir numara göndereceğim bana adresini bul. Açık adresten bahsediyorum bu arada."

 

"Eve teslim mi olsun? Paket mi yapalım?" diye yine tersledi beni. "Polisim kızım ben! Mesleğimi kötüye kullanamam!"

 

"Seni terk eden kızlar için mesleğini ne denli kötüye kullandığını amirine-..."

 

"Numarayı gönder." deyip telefonu kapattığında sırıttım.

 

Kimse benimle yarışamaz!

 

Şeytan görse şapka çıkartır, dedi içimdeki kız ojesini sürerken.

 

Kızın numarasını gönderdikten sonra on dakika kadar tırnaklarıma bakarak Okan'ın adresi mesaj atmasını bekledim. Bu süreçte Mehmet susmadan bir şeyler sorup dursa da cevap vermedim. Beklenen mesaj geldiğinde bakmadan telefonu Mehmet'e uzattım. "Al bakalım küçük ergen."

 

Telefonu aldı, açık adrese baktıktan sonra bana çevirdi şaşkın bakışlarını. "Ne yapacağım bu adresi?"

 

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Orası sana kalmış. İster otur böyle kitap okur gibi adresi okuyup ezberle, istersen de uçağa atla git kızın yanına. Onu düştüğü çukurdan çekip al. Karar senin."

 

Bir adrese baktı, bir bana baktı. Bunu birkaç kere tekrarladı. "Sen olsan-..."

 

Sözünü kestim. "Ben deliyim oğlum. Gider düğünü basar, tutar kolundan kaçırırdım. Bana bakma yani. Kendine sor bunu. Önünde iki seçenek var. Ya gidip son kez de olsa yüz yüze görüşeceksin ya da kalıp burada Yıldız Tilbe dinlemeye devam edeceksin. Ben gerekeni yapıp bağlantılarımı kullanarak sana adresi buldum. Top sende artık. Gol atıp atmamak sana bağlı."

 

Ayağa kalktım, bir teknik direktör edasında ellerimi omuzlarına koyup sıktım. "Belki tuvalet değildik ama bizim de ağzımıza çok sıçıldı. Şanslısın ki, halden anlayan benim gibi mükemmelik abidesi bir ablan var. O yüzden otur da iki dua et bana hayırsız velet! Yerimde o Süslü Barbie olsaydı takma düzelir be kanka der geçerdi. Ama ben öyle miyim? Bağlantılarımı kullanarak senin işini hallettim. Yani bana-..."

 

Mehmet bir anda boynuma atılıp bana sıkıca sarıldığında sustum ve kalakaldım. İtiraf ediyorum, bunu beklemiyordum. "Teşekkür ederim." dedi minnetle. Ellerimi sırtına sarıp gözlerimi yumdum gülümserken. "Çok teşekkür ederim abla, iyi ki varsın ve her şeye rağmen benim ablamsın."

 

Bu sözleri beni ağlatabilecek kadar kuvvetliydi. O yüzden gözlerimi sıkıca yummuş, titreyen dudaklarımı ısırıyordum. Ben ailede herkese bulaşır, burunlarından getirirken bir tek Mehmet'e bulaşmazdım. Benim hastalığım yüzünden o anne sütü alamamıştı. Annemin kucağında geçirmesi gereken zamanlarını süt annesinin kucağında geçirmişti.

 

Ben ondan annemi çalmıştım, nasıl bakayım ki yüzüne?

 

Bana demediğini bırakmasa, bağırsa çağırsa canım bu kadar yanmazdı ama o da bunu yapmadı hiçbir zaman.

 

Şimdi kalkıp bana iyi ki varsın demesi onun bebekliğine haksızlık değil miydi?

 

Ben hayatlarında olmasaydım o bir süt anneye ihtiyaç duymayacaktı.

 

Geriye çekildim. "Tamam ula!" dedim kızarak. Yüzüne bakmadım, bakamadım. Gözlerimden usul usul yuvarlanan yaşları silerken o bana bakıyordu ama ben bakamadım yüzüne. Arkamı dönüp kapıya yürürken konuşuyordum hâlâ. "Kız mı kaçırıyorsun yoksa keçileri mi kaçırıyorsun ne yapıyorsan yap!"

 

Demir abimin odasına girip yatağına uzanana kadar kendi kendime konuştum ve başımı yastığa koyar koymaz diğer yastığı da alıp yüzüme bastırarak hıçkıra hıçkıra ağladım yarım kalan her şeye, berbat ettiğim geçmişe.

 

Ve Mehmet'in iyi ki varsın cümlesine tezat, keşke hiç doğmasaydım diye diye ağladım...

 

Bir Hafta Sonra;

 

"Mehmet nerede?" diye soran halamı annem cevapladı.

 

"Arkadaşlarıyla gitti. Kamp mı yapacaklarmış ne? Bir şeyler dedi ama. Bir haftadır ortalıkta yok."

 

Kalleş Memedov kızı kaçırmayı değil keçileri kaçırmayı tercih etmişti demek. Kendi bilirdi.

 

Halam ve annem sofraya bir şeyler taşıyıp kahvaltı masasını hazırlarken ben oturmuş sofraya koydukları kahvaltılıklardan atıştırıyordum. Halam doğradığı salatalığı masaya bırakırken sargılı elime baktı. "Senin eline ne oldu?"

 

Bir haftadan beri sargılı olan elim hâlâ sargıdaydı. Aslında elim iyileşmişti ama Demir abim bunu bilip de yine bana işkenceler edemesin diye hâlâ elimin acıdığını söyleyerek geçiştiriyordum.

 

"Kum torbasına çıplak elle vurunca elim acıdı, Demir abim de sardı." dedim kısaca.

 

Halam bir şey demezken annemin gözüne batmış olmalıyım ki, "Kalk da ekmek al." dedi bana. "Sofrayı biz hazırladık, sen de bir işin ucundan tut."

 

"Ben niye alıyorum ya?" diye atarlandım hemen. "İçeride iki tane dalyan gibi oğlun var. Gitsin onlar alsın!"

 

Annem ters ters bakıp derin derin solurken, "Hadi halacım hadi," dedi halam. "Eşeği sikerlerken kuyruğundan tutarlarmış. Sende ekmek alarak biraz işin ucundan tut. Daha eniştenin yanına gideceğim. Hadi birtanem."

 

Homurdana homurdana kalktım masadan. "Sende yakında kocam da kocam, paşam da paşam diye story atarsın görmemişin kocası olmuş havasıyla!"

 

"Saçmalama! O ne öyle ergen ergen şeyler!" dedi arkamdan. Mutfaktan çıkmıştım ki, "Baksana!" diye durdurdu beni. Geri döndüm, kapı ağzından ona baktım ters ters. "Kim söylüyor bu şarkıyı?" diye sorduğunda sinirden gülerek evi terk ettim.

 

Pijamalarımın üzerine geçirdiğim hırkayla fırına gidip altı tane ekmek aldım. Geri eve dönerken elimdeki poşeti sallaya sallaya yürüyordum. "Altı ekmek aldım, eve gidiyorum. Üçü büyük üçü küçük altı ekmek aldım. Altı ekmek aldım eve-..."

 

Aniden önüme çıkan İdris'le irkilip susarken dik dik ona baktım. Yanında işe yaramaz iki kankası da vardı. İğrenç bakışlarıyla beni süzdükten sonra sırıtarak bana baktı. "Ooo! Güzel gözlüm de buralardaymış. Özledim seni."

 

Gözlerimi devirip kusar gibi yaptım. "Hâlâ gebermedin mi sen ya?" Yolun ortasını işaret ettim. "Şurada dur da belki bir araba çarpar sevabına."

 

Sanki aşk sözcükleri söylemişim gibi gülmesi yok mu bir de? Delirtecek beni!

 

Yanında dikilen iki kazmaya döndü. "Bizi yengenizle baş başa bırakın." dediğinde kaşlarımı çattım. Pekâlâ bu hanzoyla bu kadar uğraştığım yeter.

 

İki arkadaşı gittiğinde bana yaklaştı. Dimdik durdum karşısında. Bu pısırık, özenti tavırlarıyla beni korkutacağını sanıyor haspam!

 

Gözlerime dik dik bakarken gülümsüyordu. "Gebermedim." dedi. "Sana yaklaşan o orospu çocuğunu gebertmeden gebermeyeceğim." dediğinde güldüm.

 

"Senden âlâ orospu çocuğu mu var?" dediğimde kaşlarını çatıp gülüşünü dudaklarından sildi. Ayrıca hiçbir vasfı olmayan biriyken Tahir'e nasıl zarar verebilirdi ki?

 

Ya verirse? dedi içimdeki her şeyden korkan, ürken kız bir köşeye sinmiş korkuyla etrafına bakınırken. Ya zarar verirse çocukluğumuza?

 

Buna izin vermem ki. Tahir'i yıllar sonra bulmuşken ona gelecek en ufak darbeye izin vermem!

 

"Bana bak!" diye dişlerini sıkıp üzerime yürüdüğünde kolumu tutup sıktı. "Seviyoruz ediyoruz diye peşinde maymun ettin bizi! Nasılsa seni seviyorum diye bir tarafların kalkmış belli." Bana küçümser bir bakış attı üstten üstten. "Kime güveniyorsun sen? O tipini siktiğimin zibidisine mi? Seni elimden o mu alacak? Gelsin de alsın hadi. Sıkıyorsa denesin!"

 

İdris göz önünde çok bulunmuyordu ama beni takip ettiği de ortadaydı. Onu görmediğim zamanlarda o hep beni takip etmişti demek. Tahir'e karşı kullandığı kelimeler zaten tepemin tasını arttırırken bir de böyle anlık gelen özgüven ve cesaretle yaptıkları iyice sinir küpüne çevirdi beni.

 

Kolumu tutan elini tutup ani bir hamleyle ters çevirdiğimde inledi. "Ben Allah'tan başka kimseye güvenmem!" dedim. "Şimdi burada bana karşı kötülediğin, hakaret ettiğin adamla karşı karşıya olsan korkudan altına sıçardın! O yüzden böyle üstten üstten konuşup benim sinirlerimi daha fazla bozma yoksa Allah yarattı demem seni ayağımın altına paspas ederim haberin olsun!"

 

Kolunu iterek onu bıraktığımda bana döndü sinirle. Ağzından köpükler saça saça üzerime atlayacakken, "Ne oluyor burada?!" diye arkamdan gelen o sert sesle durdu ve arkama bakan gözleri anında ben masumum ayakları çekmeye başladı.

 

Demir abim yanımda durduğunda İdris'e bakıyordu dik dik. "Ne işin var kardeşimin yanında?" diye sorduğunda anında omuzlarım kabarmış, destek bulmanın sevinci ve gururuyla yükselmiştim.

 

İdris ezildi büzüldü önce. Sonra birden gelen deli cesaretiyle omuzlarını kaldırdı, başını dikti ve Demir abimin gözlerinin için baktı. "Ben seviyorum Gül'ü," dediğinde ağzım açık kaldı. "İster döv ister söv Demir abi. Ben aşığım kardeşine. Seninde rızan olursa eğer gelip isteyelim biz."

 

Ne? 

 

Ne diyor ula bu gevşek?

 

Az önce Tahir üzerinden beni tehdit etmiyor muydu bu? Şimdi ne diyor???

 

"Seni gebertirim ulan!" diye üzerine atlayacakken Demir abim tek kolunu karnıma sarıp beni tuttu fakat yine de ona vurmak için çırpınıp durdum. "Seni geldiğin deliğe geri sokarım soysuz! Ne diyorsun sen?"

 

İdris korkmuş gibi rol yapıp geriye çekildiğinde Demir abim, "Defne!" diye uyardı sertçe.

 

Uyardığı kişi İdris değil bendim!

 

"Ben çok seviyorum Gül'ü," dedi İdris. Hâlâ konuşuyor ya hâlâ konuşuyor! "Onun için bir dakika düşünmez her şeyimi feda ederim. Ona gözüm gibi bakarım. Korur, kollarım. Sahip çıkarım. Öyle o zengin bebesi gibi onu elin heriflerine meze yapmam! Gözümden bile sakınırım onu. Yemin ederim abi, çok seviyorum ben kardeşini."

 

İdris'i yaklaşık bir buçuk aydır hiç görmemiştim ama o beni hep takip etmişti. Onun ne denli tehlikeli ve hasta biri olduğunu şu an fark ediyordum. Gizli gizli beni takip edip fotoğraflarımı çekmesi, Tahirlerin bir işi için yaptığım mankenliğe kadar bilmesi ve Demir abimin buna verdiği tepkiyi bile biliyordu. İçimizdeymiş gibiydi.

 

"Çok mu seviyorsun sen Defne'yi?" diye soran Demir abimin sesiyle kendime geldiğimde kaşlarımı çatıp ona baktım. Ne demek oluyor bu? Bu soru ne saçma bir soru!

 

"Evet abi, çok seviyorum." dedi İdris. Bana baktığında gözlerinde bir sevgi yoktu, kazanmışlık hissi vardı. Beni kazanması gereken bir kumar olarak görüyordu herif! "Çoktan bile çok hatta." diye eklerken midem bulandı.

 

"İyi." diyen Demir abim ise daha çok şaşırttı beni. İyi mi?

 

Ne diyor bu aklını peynir ekmek gereği duymadan yemiş olan abi bozuntusu?

 

"Madem öyle, o zaman salı günü ananı babanı al, gel iste kardeşimi." dediğinde nevrim döndü, gözüm seğirmeye başladı. Ne dedi o? Ben şaşkınlıktan donmuş bir halde ona bakarken Demir abimin ok gibi bakan kara gözleri bana çevrildi. "Laf söz olmadan yüzüklerinizi takalım." diyerek ikinci bir bıçak darbesini daha indirdi sırtıma ve hemen sonrasında beni bırakıp gitti.

 

Peşinden dik dik bakarken şaşkınlıktan beyin kanaması geçirmeme az kalmıştı. İdris'in, "Benim olacaksın derken şaka yapmadım." diye kulağıma fısıldayan sesiyle kendime geldiğimde önce onun sırıtan yüzüne yumruğumu indirdim sonra da Demir abimin peşinden koştum.

 

"Abi!!!" diye bağırışım tüm sokağı inletirken Demir abim durmadı. Ben kendime gelene kadar o eve varmıştı bile.

 

Öfkeden kudura kudura eve koştum. Kırarcasına çarptığım kapı evi titretirken mutfaktan gelen, "Ne oluyor?" sesleriyle oraya yöneldim.

 

Herkes masadaydı. Demir abim hiçbir şey yokmuş gibi oturmuş, kahvaltısını yapıyordu. Sargılı elimi sertçe masaya vurdum dik dik ona bakarken. "Ben mal değilim tamam mı?" diye bağırdım suratına suratına. "Beni kimseye veremezsin sen! Hele hele o İdris itine, asla!"

 

"Bu da ne demek?" dedi annem ama kimseye bakmadım. O kadar öfkeli ve kırgındım ki bana acımasızca bakan kara gözlere. Başka hiçbir şeye odaklanamadım bile.

 

Kirpiklerinin üstünden okkalı bir bakış attı Demir abim. "Sesini alçat." dedi kısıkça ve elime baktı. "O elini de çek. Terbiyesizleşme!"

 

"Ne oluyor Demir, Gül?" dedi babam ama ne ben ne de kalleşlerin başında bayrak sallayanı abim ona bakmadık.

 

Şu an Tahin'in nişanına bile sinirlenmediğim kadar çok sinirlenmiştim. Abim ciddiydi. Gözümün içine bakıyordu ama acımıyordu. Sinirden gözlerim dolacaktı az sonra. Gözlerinin içine baka baka elimi sertçe bir kez daha vurdum masaya. Anında bileğimi tuttu sımsıkı. Gerilen çenesinden dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. "Haddini aşıyorsun!" dedi dişlerinin arasından.

 

"Yapma ya!" dedim alayla. "Bana haddimi beni evlendirerek mi vereceksin?"

 

"Ne evlendirmesi Demir?" dedi babam. "Gül ne oluyor? Bu elini masaya vurmak da ne?"

 

"Bu bir baş kaldırış baba." dedim dik dik abimin gözlerine bakarken. O beni, hislerimi yok sayıyorsa pekâlâ ben de onu yok sayabilirdim. "Senin bu beş kuruş etmez oğlun, dağdan gelip bağdakini kovacak aklı sıra! Beni İdris'e verecekmiş."

 

"Doğru konuş!" dedi dik dik. Bileğimdeki tutuşu sıkılaştığında Sinan abim elini, onun elinin üstüne koydu. "Çek elini Demir. Canını yakıyorsun kızın." dedi sertçe.

 

Hayır ama ya! Gözlerim şu an musluklarını açmamalıydı. Ağlamak üzereydim fakat abim inatla görmezden ve duymazdan geliyordu.

 

"Orasını burasını açıp elaleme göz zevki sunup mankenlik yapacağına evlenip barklanır hiç değilse!" dedi adının hakkını veren Demir abim, geri adım atmazken. "Nasıl olsa kendi mesleğini yapmıyorsun. Boşuna okutmuşuz seni onca sene. Artık çocuklaşmayı bırak. Birkaç güne yüzük takacaksın."

 

"Ya o herif beni taciz eden sapıktan başka bir şey değil! Sen bunu nasıl yaparsın bana ya!" diye bağırdım avaz avaz ama suratında en ufak bile bir yumuşama olmadı.

 

Beni görüyor ama görmezden geliyordu.

 

Durdum. Yaşadığım kırgınlık canımı yaktı. Bu kadar mı gözden çıkarılmıştım ben? Zaten siz sütten çıkma ak kaşıksınız değil mi?!

 

"Demir!" dedi babam elini masaya vurduğunda. İrkildiğimde gözümden akan bir damla yaşı tutamadım fakat kimse görmeden sildim. Kimse görmemişti ama sözde abim görmüştü. Bunu görmesine rağmen geri adım atmadı. "Karşındaki senin kız kardeşinse benim de kızım." dedi babam ok gibi bir sesle. "Kafana göre böyle bir karar alamazsın sen. Ben burada dururken bir de!"

 

"Gül," dedi Sinan abim ayaklanıp omuzlarımdan tuttuğunda. "Gel hadi abim. Hava alalım biraz seninle. Sakinleş tamam mı?" Ona baktığımda alnımı öptü. "Ben buradayım." dedi. "Kimse seni istemediğin biriyle evlendiremez. Buna müsaade etmem."

 

Sinan abimden aldığım destekle Demir abime baktım. "Nah evlenirim!" dedim yemin eder gibi, yüzüne nefretle bakarken. "Bu kadar meraklıysan o şerefsize, sen evlen! Merak etme ben gelinliğinle özel olarak ilgilenirim!"

 

"Defne!" dedi dişlerini kuvvetle sıktığında.

 

"İkinizde gerginsiniz şu an." dedi babam. "Susun ikiniz de. Otur masaya Gül."

 

"Ben yiyeceğimi yedim." dedim kırgınlığımın altında yatan büyük bir nefretle. "Size afiyet olsun."

 

Bende Gül isem bunu yanına bırakmam kalleşlerin bayrak sallayanı abim!

 

Salı Günü;

 

O malûm gün gelmişti.

 

Bugün benim istemem vardı.

 

Ama ben öylece oturup kurbanlık koyun gibi alıcımı beklemeyecektim. Bir kahramana ihtiyaç duymadan kendi işimi kendim görecektim.

 

Demir abimle aynı anda odadan çıktık. Yanlış anlaşılmasın, onun odasından değil. Zira beni evlendireceğini söylediği günden beri o yokmuş gibi davranıyor, konuşuyordum. Bu süreçte kendi odamda, kendi yatağımda uyumuştum.

 

Yalan!

 

Uyuyamamıştım.

 

Ciddiliği beni o kadar sinirlendirmişti ki gece yatakta dönüp durmuştum sadece. Bir iki kere o kapıdan bakmış, bazen yanıma gelmiş öylece bakmıştı yüzüme ama beni alıp odasına götürmedi. Sabahına koparacağım kıyameti göze alamadı tabii. Bu saçmalığa son vermedikçe benim nezdimde yok hükmündeydi.

 

Hayır babamı, dedemi nasıl ikna ettiyse onlar da gelsinler bir bakalım diyorlardı.

 

Yemin ederim bu evin sevilmezi benmişim.

 

Zorla evlendiriyorlar imdat diye bağırmama şu kadarcıktan az kalmıştı.

 

Acaba 'Demir abim beni zorla evlendiriyor' deyip ondan şikayetçi mi olsaydım?

 

Adam askerdi ama. Olan yine bana olurdu!

 

Demir abimle birbirimize ters ters baktığımızda onun da günlerdir uyuyamamış gibi göz altları hafif mor ve uykulu bakıyordu. Bunu fark etmiştim ve ne yalan söyleyeyim gram üzülmemiştim.

 

Oh olsun!

 

"Oy nenem Ya Rabbi!" dedim önünden geçip saçlarımı savururken. "Ev kalleş kaynayi!"

 

Arkamdan "La havle la havle!" diye sabır dilenirken hiç oralı olmadım.

 

Mutfağın da boş olmasından mütevellit mutfağa girdim ve dolaptan çıkardığım dört tane yumurtayı avucumda tutarak tezgahın üzerine koydum. Tabii dolaptan tezgaha gidene kadar yumurtalardan biri vefat etmişti ama umrum değildi. Annem silerdi.

 

Dikkat et de, annen seni evlatlıktan silmesin bu beceriksizliğinle, dedi içimdeki her şeye bir kılıf bulan kız.

 

Hangi annem pardon?

 

Eski annem mi?

 

Onunla da konuşmuyordum. Kızını istemediği herife vereceklerdi ama zalim karı siz kim köpeksiniz de kızımı, biriciğimi, gözbebeğimi istemediği birine verirsiniz demiyordu!

 

O gün halam erkenden kahvaltıyı terk etmeseydi eğer beni o kurtarabilirdi ama hanımefendi bir anda aşka gelmiş, sevgilisinin yanına uçmuştu!

 

Bu akşam o İdris şerrosuyla sözüm olacaktı sözde. Gönül isterdi ki kendi helvamı kendim kavurayım fakat helva yapacak kadar maharetli değildim. Çok yakışıklı karıydım, fakat maharetli değildim. Allah bir yerden verirken, bir yerden de alıyordu işte.

 

Annem çamaşır asıyor, süslü Barbie nişanlısının yanında, dedem bulmaca çözüyor, Demir abim salonda televizyon izliyordu. Geri kalan ev ahalisininde eli para tuttuğu için, çalışıyordu. Demir abime inat bağıra bağıra şarkı söylemeye başladım kek yapmaya başlarken.

 

"Tahtayı aldım önüme önce,

İdris'i koydum üstüne,

Dilimledim ince ince,

Göz kararı biraz kezzap kattım,

Kalktım, sana İblis yaptım."

 

Hâlâ içeriden bir tepki gelmezken gözlerimi devirdim. Yumurtaları kırmayı beceremediğim için kabın içinden yumurtaların kabuklarını ayırdım tek tek. Çok küçük kalanları da boş verdim artık. Ne demişler, vitamini kabuğunda! Ellerimi yıkayıp sesimin volümünü arttırdım.

 

"İnsan neler yapar zorla evlendirilince,

Bu bir şey değil düşününce,

Bende zorla evlendirilince,

Kalktım, İblis yaptım!"

 

Öküz abim ölmüş müydü acaba televizyon izlerken? Hâlâ bir tepki yoktu yalnız! Diss atıyordum burada ona şarkı söyleyerek! İki bardak yetmez diye düşünüp üç su bardağı şeker attım ve çırpıcıyla çırpmaya başladım. Şarkıma da kaldığım yerden devam ettim.

 

"Gözleri dönmüş beni görünce,

Yerli yersiz geberesice,

Kalleş abim bana dövüş öğretti,

Kalktı, bana kelek yaptı!

İnsan neler yapar zorla evlendirilince,

Bu bir şey değil düşününce,

Sende benim büyümeyeceğimi öğrenince,

Kalktın, bana kelek yaptın!"

 

Şeker biraz olsun eriyince dolabı açtım fakat süt bulamadım. Ne demek yoktu? Dolabı kapatıp mutfak dolaplarına baktım tek tek. Annem kesin saklamıştı. Boşuna demiyordum zalim karı diye! Alt dolaptan bulduğum çamaşır suyuyla içimdeki zincirlere vurulmuş olan katil sinsi sinsi güldü ve bu dudaklarıma yansıdı. Gizlice mutfağın kapısına baktım. Kimse yoktu. Bir bardak yetmez deyip iki bardak çamaşır suyunu kek harcına kattım ve kimseye yakalanmadan çamaşır suyunu yerine bıraktım. Dudaklarımdaki şeytani gülüşle keki çırparken şarkımı söylemeye devam ettim daha da yüksek bir tonda.

 

"Çırptım çırptım karıştırdım,

Kendimi şeytanla yarıştırdım.

Kimse bana benzemez,

Kendimi İblis'in ölüsüyle yatıştırdım.

Oturdum ellerimle sana İblis yaptım."

 

Üç bardak yağ, beş paket vanilya, sekiz paket de kabartma tozu, üç beş tutam maya ve bolca da un ekledim. Şu tarif listelerine 'aldığı kadar un' yazanları anlamazdım. Ne kadar un aldığını bilsek, tarif mi araştırırdık? Meslek sırrı sanki! Söyleseniz ne olurdu yani?! Yeniden harcı karıştırırken şarkıma devam ettim.

 

"Çamaşır suyuyla kezzabı karıştırdım önce,

Arap sabunu ekledim eriyince,

Cehennem ateşi de kıvama gelince,

Kalktım, sana İblis yaptım.

İnsan neler yapar zorla evlendirilince,

Bu bir şey değil düşününce,

Bende zorla evlendirilince,

Kalktım, İblis yaptım.

Çırptım çırptım karıştırdım,

Kendimi şeytanla yarıştırdım,

Kimse bana benzemez,

Kendimi İblis'in ölüsüyle yatıştırdım."

 

Sonunda çırptığım kekin harcını iyice yağladığım, tabiri caizse yağa boğduğum kaba döktüm ve yaydım güzelce. Fırına atıp derecesini yükselttim. Ellerimi yıkarken şöyle bir mutfağa göz gezdirdim. İyice dağıtmıştım ama toplamayacaktım. Kimse o kalleş abiye karşı çıkıp 'Sen kim küpek de, benim kızımı, biriciğimi, iki gözümün çiçeeni evlendirirsin bre hadsiz?!' dememişti. O yüzden ben de grev yapıyordum. Dağıtıp dağıtıp toplamıyordum.

 

"Kız!" diyen annemle yerimde sıçradım ama tepki vermedim. Kimseyle konuşmuyordum ben bu evde. Bir tek Sinan abimle konuşuyordum ama o da işteydi. "Dağıtmışsın mutfağimi! Topla çabuk!"

 

"I-ıh!" diye mırıldandım omuz silkip. "Toplayamam hiç."

 

"O niyeymiş?!"

 

Bir Kraliçe Elizabeth edasıyla havalı havalı yanından ilerlerken tepeden tepeden ona baktım. "Grevdeyim çünkü."

 

"Ula ne grevi?!" dedi arkamdan şaşkınlıkla ve öfkeyle bakarken.

 

Salonun önünden geçerken kalleş Demir abim geriye dönüp baktı. Bir de gülüyordu şempanze suratlı şey! Başımı kaprisli bir şekilde çevirip anneme cevap verdim. "Zorla evlendirilen Gül grevi!" diye bağırdım kalleşin duyması için.

 

Duysa da tepki vermedi. Saçlarımı savurup odama ilerlerken kapı açıldı. Gelen Sinan abimdi. Gözlerim sevinçle kocaman olduğunda koşarak üstüne atladım. "Abim!" diye bağırdım nispet yaparcasına. "Benim abim, benim! Abilerin bir tanesi! Abilerin en delikanlısı! Hoş geldin canım abim!"

 

"Kizum bir dur da!" diye kızdığında kolunu çimdikledim. İçeri de kalleş sürüsü varken bana kızabilemezdi!

 

Mesajımı aldığında gözlerini devirdi. "Hoş buldum güzelim." dedi 'Bir sal beni ya!' der gibi.

 

Koala gibi abimin koluna sarılıp gömleğini düzeltiyor, kalleşlere nispet yapıyordum. Salona vardığımızda kalleş abim, "Erkencisin Sinan?" dedi.

 

"İşim erken bitti."

 

"Aaa! Abi," dedim şaşkınlıkla eğilip Sinan abimin yüzüne baktığımda. "Sen kalleşçe biliyor muydun? Ben de sabahtan beridir sinek vızıldıyor sanıyordum."

 

"Defne!" dedi kalleş olan Demir abim. Yumuşar gibi oldum, bana söyledikleri sözler aklıma gelince vazgeçtim. İradesiz değildik elhamdülillah! "Almayayım ayağımın altına! Doğru konuş!"

 

"Abi, bak." dedim Sinan abimin yüzüne bakarken. "Birileri bir şey söylüyor ama kalleşçe bilmediğim için anlamıyorum. Çevirir misin?"

 

Sinan abim sırıtırken kulağıma eğildi. "Abartma istersen abim." dedi uyarır gibi. "Demir'i ben bile tutamam."

 

Ters ters baktım kalleşlere çaktırmadan ve sırıtıp abimin kulağına eğildim. "Sende anca adamım diye gez dolaş ortalıkta. Hayırsız!"

 

Kaşlarını çattı. "Baa bak!"

 

Sahteden sırıttım. "Abim ya." dedim samimiyetsizce ama bunu kalleşlere çaktırmadan.

 

Onlar da salaktı zaten, aynen canım aynen, dedi içimdeki kız sabah sürdüğü ojelerinin rengini beğenmeyip değiştirirken.

 

"Ben bir telefon görüşmesi yapacağım." dedi Sinan abim cebinden telefonunu çıkardığında. Telefonuna baktı ve salak salak sırıttı.

 

Hevesle telefonuna bakmaya çalıştım ama göstermedi. "Ne yazmış, ne yazmış?" diye sordum merakla.

 

Burnumu sıktı gülerken. "Yaşın yetmez abisi." deyip beni mal gibi bıraktı ve arka bahçeye çıktı.

 

Arkasından kötü kötü baktım fakat görmedi. Ah ah, kıymetimi bilen tek bir kul yoktu şu evde!

 

"Gel hadi gel," dedi kalleş abim alayla bana bakarken. "Sarayım seni kollarımla."

 

Ona ters ters baktım ve "Abim!" diye bağırdım Sinan abime ithafen. "Evde kocaman kocaman at sinekleri var. Öldür onları!"

 

Kalleş abim huysuzca kaşlarını çattığında onu umursamadan rahmetli Kraliçe Elizabeth'le yarışacak türden havamla yanından geçtim ve odama ilerledim.

 

****

 

Süslü Barbie'nin zoruyla giydiğim her tarafı kapalı elbiseyle boy aynasından kendime bakarken karnıma yasladığım ve kollarımla sıkıya sıkıya tuttuğum kek fanusumla aynadan kendime bakıyordum. Kekim pişmişti ve birazcık kokuyordu. Benim zeki aile üyelerim bu kokunun sebebini anlamasınlar diye kekimin üzerini şeffaf kapakla kapatmıştım. Bunu zehir zıkkım kahveyle servis edecektim İblis'ciğime.

 

Ondan sonra veryansın kız istemesi...

 

"Niye bırakmıyor bu keki?" diyen Yaren ablayı saçlarımı büyük bir dikkatle tarayan süslü Barbie yanıtladı. "Bilmiyorum ki." dedi derin bir nefes verirken. "İlk kez kek yapınca böyle oluyor herhalde. Bize bile yedirmedi. Zaten ben yemem. Kim bilir ne kattı içine! Fırından çıkınca da garip garip kokuyordu zaten."

 

Yaren abla ve ne âlâkâ olduğunu çözemediğim süs bebeği yatağıma oturmuş bizi izliyordu. Annem sağ olsun sanki tek kızıymışım gibi istemem olacağını dünürlere söylemişti ve onlarda toplanıp gelmişlerdi. Tahinciğimi henüz görmemiştim ama Yaren ablanın söylediğine göre pimi çekilmiş bombadan farkı yokmuş ve ona haber vermediğim, ona anlatmadığım için bana feci öfkeliymiş.

 

"Tamam," dedi süslü Barbie tarağı bırakıp kenara geçerken. Alelade saçlarıma göz gezdirdim aynadan. Saçlarıma fazla bakamazdım. "Biraz da makyaj yaptık mı, hazırsın."

 

Makyaj lafını duyan beynimde kırmızı alarmlar ötmeye başlarken arkamı döndüm hızla. "Yüzüme badana yapanın ebesini boya kovasıyla kovalarım!" diye bağırdıktan sonra hepsine kötü kötü baktım ve odadan çıktım. Zaten şu elbise bile çoktu o İdris itine!

 

Sinan abimin yanıma geldiğini görünce gözlerim mutlulukla parladı. "Abim!" dedim heyecanla fakat o, "Yaren içeride mi?" deyip cevabımı bile beklemeden odaya gitti.

 

Suratım düştü.

 

Moralim bozuldu.

 

Ama kucağımda sıkı sıkıya tuttuğum kek fanusum beni kurtaracaktı. Bunun verdiği tarifsiz hisle dudaklarımı şeytani bir biçimde kıvırdım.

 

Eksik olan tek şey, kafandaki kırmızı boynuzlar, dedi içimdeki şeytan benimle gurur duyarken.

 

Salona girdiğimde kıç kadar evin şimdiden dolduğunu fark ettim. Tahir beni görür görmez şiddetle salladığı dizini durdurdu ve bana baktı. Baştan sona beni süzdüğünde çatık olan kaşları iyice çatıldı. Elbise giymiş olmama takılmış gibiydi. Bana dik dik bakarken gözlerimi kaçırdım ve amcamların da gelmiş olduğunu gördüm. Bir olaydan da eksik kalsalar şaşarım zaten! Kenardaki sandalyeye ip gibi dizilmiş Sinan abimin kankalarını görünce afalladım. Bunlar ne âlâkâ şimdi?

 

Genel bir, "Hoş geldiniz." dedikten sonra abimin kankalarına döndüm. "Sizin ne işiniz var burada?" derken yanlarındaki boş sandalyeye tünedim kucağımdaki kek fanusuyla.

 

Okan abi it gibi sırıtırken, "Duydum ki evleniyormuşsun," dedi. "Gerçek olup olmadığını görmeye geldim."

 

Ters ters ona bakarken ağzımın içinde homurdandım. "Kusmuk kafalı!"

 

"Bir şey mi dedin?"

 

"İyi yapmışsın diyorum!"

 

Sırıtan yüzüne daha fazla bakmadan başımı çevirdiğimde kalleş Demir abimin gerine gerine oturduğu tekli koltuktan bana baktığını gördüm. Küskün bir tavırla başımı çevirdiğim esnada zil çaldı.

 

"Hah!" diye ayaklandım kekime dikkat ederek. "Geldi İbli-... Im, yani şey. İdris'ciğim."

 

Tahir heyecanıma ters ters bakarken beni bir kaşık suda boğacak gibiydi.

 

Kucağımda kocaman kek fanusunu tuttuğum için paytak paytak yürüyerek kapıya vardım. Bizimkiler ve dünürler de kapıya doluştuk. Eteğimi çekiştiren Peri'ye baktım. "Gül abla," dedi masum masum. Kekime baktı. "Bir kere yiyebilir miyim kekten?"

 

Haydaaaa!

 

Ne işin var çaydaaaa?

 

"Olmaz!" dedim aniden. Sonra sesimi kıstım biraz. "Yani bu çikolatalı değil ki, olmaz o yüzden. Söz ben sana yapacağım kek. Ama bu olmaz tamam mı cimcime?"

 

"Peki." dedi omuzlarını düşürüp surat asarak.

 

Aferin Gül, bi' beş yaşındaki veletten trip yemediğin kalmıştı, onu da yedin! Bravo!

 

Kapı açılmış İblisciğim ailesiyle içeriye giriş yapmıştı. Yüzümün önüne gelen saçlar sinirimi bozarken soluma döndüm. "Şu saçlarımı yüzümden çeksene." dedim solumdakine.

 

Şansıma yanımda Tahir vardı.

 

Yalnız her anlamda solumdaydı bu da.

 

Birkaç saniye dik dik yüzüme baktığında gözlerimi belerttim. Elini kaldırıp işaret parmağıyla gözlerimin önüne düşen saç tutamını usulca kulağımın arkasına yerleştirdi fakat elini çekmedi. Eli yavaşça aşağıya düşerken saçlarımın ucuna dokunduğunu gördüm. Bundan hoşlanmadım. Kaşlarım huysuzca çatıldığında Tahin'in dudaklarının arasından firar eden nefes yüzüme dağıldı. Biri tarafından büyülenmiş gibi kalakaldım öylece.

 

"Gül." diyen İblis'le irkilirken önüme döndüm.

 

Geldi bölüm sonu canavarı!

 

"Aa! İbl-... Yani İdrisciğim. Hoş geldin." dedim dişlerimin arasından ama sırıtıyordum.

 

Tahir'e dik dik baktıktan sonra, "Hoş buldum." dedi omuzlarını dikleştirirken. Elindeki çiçeği uzattı. "Bunlar senin için. Sen kadar güzel değiller ama..."

 

Hocam, lavaboya gidebilir miyim?

Kusacağım da!

 

Aldığı çiçeklere baktım. Almış gibi değil de, masraf olmasın diye mezarlıktan yolup gelmiş gibi duruyordu çiçekler. Yüzümü ekşittim çaktırmadan.

 

"Sağol." dedim zoraki. "Sağol da elim dolu." deyip kucağımdaki keki gösterdim.

 

Süslü Barbie çiçeği aldığında, "Bak," dedim keki göstererek. "Saa kek yaptım." deyip sırıttım.

 

Bekle sen bekle. Anandan emdiğin sütleri foşur foşur burnundan getirmezsem bana da Gül demesinler!

 

Sırıtışımdan hafiften tırstığını fark ettim. "Zahmet etmeseydin." dedi gülmeye çalışırken. "Bir kahve yeterdi."

 

"Aa!" dedim sahteden kızarken. "Bugüne bugün sözlüm olacaksın. Öyle kuru kuru kahveyle olur mu?" Sır veriyormuş gibi yüzüne eğildiğim esnada da Tahir ensemden tutup kafamı geri çekti. Kıskançlık perileri üstündeydi yine! "Bak bu kekten yemezsen ölümü gör İbl-... Yani İdrisciğim." diye tamamladım yarım kalan cümlemi.

 

İdris bir bana baktı bir keke. "Eh," dedi tereddütle keke bakarken. "Yapmışsın o kadar, ucundan yerim."

 

"Hayır!" dedim kati bir sesle. "O kek bitecek!" Aniden celallenmeme anlamsızca bakarken sevimlice sırıttım. "Yani hayatım, bak kimseye yedirmedim sadece sen diye! O kadar uğraştım sabahtan beridir. Sen yemezsen Tahir yer." dediğimde kaşlarını çattı.

 

"Tamam." dedi. "Yapmışsın o kadar yerim."

 

Ha şöyle, yola gel.

 

Gözlerimi kırpıştırarak güldüm. İblis sırıtarak öpücük atıp içeri ilerledi. Yüzümü buruşturdum ve süslü Barbie'ye döndüm. "Baa bak, at o çiçekleri. Kim bilir kimin mezarından yoldu da getirdi bu İblis!"

 

Süslü Barbie anında yüzünü buruştururken hemen çiçekleri çöpe atmaya gitti. Memnuniyetle içeriye ilerledim. Cici bir kız edasıyla bir köşede boş bir sandalyeye oturdum. Sohbet muhabbet derken iyice sıkılmıştım. Bir an önce zehir zıkkım kahveyle şu keki yedirmek istiyordum.

 

Kalleş Demir abim iç sesimi okumuş gibi, "Kahveleri yap." dedi bana ve süslü Barbie'ye de başıyla işaret verdi.

 

Tahir'in aldığı sert nefes yankılandı salonda.

 

Süslü Barbie, Yaren yenge, âlâkâsız süs bebeği ve ben mutfağa girdik. Kucağımdaki keki tezgaha koydum. Süslü Barbie çoktan kahveleri yapmaya girişmişti. Onlar kahveyi yapıp tepsiye yerleştirdiğinde süslü Barbie kahveleri, Yaren yenge suları dağıtmaya gittiğinde bende keki dilimledim. Benim sakarlık yapıp kahveleri dökeceğimi bildikleri için kendileri götürüyorlardı ama İblis'in kahvesini ben götürecektim. Kekten koca bir dilimi tabağa koyarken nefesimi tutuyordum. Allah affetsin de, çok kötü kokuyordu be! Keki ve içine bir kaşık Domestos attığım kahveyi küçük bir tepsinin içine koydum.

 

Yüce Domestos nerede kir, pas, kireç varsa çözüyor, tertemiz ediyordu. Şimdi İdris de içince belki içindeki kötülüğü, şerefsizliği falan temizlerdi belli mi olur?

 

Mutfaktan çıkıp tepsiyi işveli bir edayla İblis'in önüne koydum. Muhteşem kekime ve köpükler çıkartan kahveye bakıp bana döndü tereddütlü gülüşüyle.

 

Zehir zıkkım olsun inşallah!

 

Kahveler koro halinde ele alındı ve höpürdetilerek içildi. Okan uyuzunun yanına oturup gözlerimi İblis'e diktim.

 

"Efendum," dedi İblis'ciğimin babası Dursun emmi o malûm konuya giriş yaparak. "Uşaklar birbirlerinu görmüşler beğenmuşler, Allah'ın emriynan Peygamberin de kavliynan kizumuz Gül'ü uşağumuz İdris'e isteyiz! Ne dersinuz?"

 

Ula İblis, ula İblis!

Ye ula artık şu keki!

İç ula artık şu kahveyi!

 

"Bizim iznimiz yoktur Dursun emmi." dedi Sinan abim. "Biz de bu İblis'e verecek kız yok."

 

Yetişkin bir abi nasıl mı olmalı? Aynen böyle. Parti kur oy verelim Sinan başkan! Abi gibi abi, köşemizde bugün Sinan Kara var sayın seyirciler!

 

"Sen bir dur Sinan." dedi kalleş Demir abim kahvesini ortadaki sehpanın üzerine bırakıp yerinde dikleşirken. Aha, kesin verecekti beni! Ardından Dursun emmiye döndü. "Bak Dursun emmi," dedi sakince ve o tok sesiyle. "Seni ve İdris'i yıllardır tanıyorum. Son iki güne kadar bir vukuatınızı görmedim, duymadım. Kendi halinizde insanlarsınız."

 

Kalleş, o gün bu İblis bana bağırmıştı ama bunu yok sayıyordu. Ona kısa bir an ters bir bakış attım ve yeniden İblis'e odaklandım. Beni bu İblis'e vereceği için onu hiçbir zaman affetmeyecektim!

 

Ye ula artık sende şu zehir zıkkım keki!

Dokuz doğurdum burada!

 

Tam bu esnada İblis hissetmiş gibi kekten bir çatal alıp yedikten hemen sonra kahveden de bir yudum aldı. Hedefime ulaşmıştım be!

 

"Ama," dedi kalleş Demir abim. Ama? Ne ama? Ona baktım merakla. "Onayım yok." dedi ve şok geçirdim. Neler duyuyordu bu kulaklar? Bu kulaklar doğru mu duyuyordu? "İdris bizim kızın peşinde dolanıyormuş, izni ve haberi yokken fotoğraflarını çekiyormuş. Gül kaç kere onu istemediğini söylemiş ama İdris peşini bırakmamış. Sizi buraya Gül'ü isteyin diye değil, sizi uyarmak için çağırdım. Buradaki bunca insan şahit olsun ki," İşaret parmağıyla İdris'i işaret etti. "Bu uşak bir daha benim kız kardeşimin peşinde dolanıp da onu rahatsız ederse, kardeşime ait tek bir fotoğrafını telefonunda yakalarsam olacaklardan ben sorumlu değilim, haberiniz ola."

 

Nööeeyyyy?

 

Bu şimdi beni vermedi mi yani?

 

Dursun emmi de en az benim kadar feleğini şaşırırken, "Bu da ne demektur?" diye ayaklandı öfkeyle. Bana baktı. "Sizin kiz kuyruk sallayise bizim uşağun ne suçu vardur?"

 

Bakın görüyorsunuz, şahitsiniz! Ben burada uslu uslu durup, hanım hanımcık otururken insanlar illa gel beni parçala Behçet diyorlar!

 

Hayır yani sonra ben çirkef, şirret biri oluyorum!

 

Tahir'in aldığı sert solukla salon yine sallandı ama ona müsaade etmeden ben gerekeni yaptım.

 

"Baa bak Dursun emmi!" diye ayaklandım. O gada da uzun boylu değildi! "Senin kel kafanı dümbelek yapıp çalarım! Senin bu İblis uşağun sütten çıkma ak kaşık sanki! Ama armut dibine demişler! Seninde bakkalın karısıyla ne haltlar yediğini anlatmayayım istersen?"

 

Dursun emminin yüzü kırmızıdan mora dönerken şeytani bir keyifle sırıttım.

 

"Ağır ol Dursun emmi!" dedi abilerin bir tanesi Demir abim.

 

Az önce kalleşlerin en önde bayrak sallayanıydı? diyen içimdeki şeytanı susturdum.

 

O az önceydi. Karıştırmayın ortalığı!

 

"Kardeşime, aileme uzanan hakaretleri kendime yapılmış sayarım. Konu kapanmıştır! Daha fazla kendinizi düşürmeden gidin."

 

"Çıkışlar sağda." dedim ellerimi belime yaslayıp keyifle. El salladım sırıtarak. "Hadin güle güle."

 

O sırada İdris'in anası bağırdı telaşla, "Uşağum, noldi saa?!" dediğinde ona baktım korkuyla. İblis nefes alamıyor, nefes almakta zorlanıyordu. Ben kek yaptım mı böyle yapardım işte. Nefes keserdi!

 

Bir anda herkes İblis'in başına üşüştüğünde korkuyla dudağımı dişledim. Ula keki yemişti ve geberiyordu iyi mi?! O değil de boşu boşuna geberecekti. İsteme iptal olmuştu.

 

"Noldu?" diye sordu babam.

 

"Bilmeyim." dedi anası Hacer abla. Anası iyi kadındı da babası çürüktü. "Kek yedu, ondan sonra nefes alamaz oldi."

 

Siktiiir!

 

Sana göründü karakol yolları...

 

Tüm gözler ok gibi bana döndüğünde yardım isteyen bakışlarım Tahin'e çevrildi direkt fakat uyuz kollarını göğsünde toplamış, keyifle bana bakarken, yediğin boku kendin temizle der gibi dudak büktü.

 

Bundan bana fayda yoktu.

 

Yüce Rabbim tam şu an meteorlar yağdır üzerimize, şimşekler çaktır, fırtınalar kopart ya da sadece yeri yar da ben gireyim içine...

 

Söylediklerimin hiçbiri olmasa da gündemi hızlıca değiştirecek bir şey oldu. Mehmet ve elinde valizle esmer bir kız girdi salona. Sonrasında söyledikleriyle trend topiclere bir numaradan giriş yaptı. "Ben kız kaçırdım!"

 

Bölüm Sonu.🖤

 

Aşırı severek yazdığım bir bölümdü.🫠

 

Kek şarkısının çevirisini kardeşim yazdı, ben aranjesini yaptım sadece hshshdhd.

 

Siz nasıl buldunuz bölümü?🌸

 

En çok hoşunuza giden sahne ya da replik hangisiydi diye sorsam...🫠

 

Oy verip yorum yapmayı unutmayalım.💫🙏🏼🫶🏻

 

Alıntılar ve spoiler için İnstagram;

nazankaraermis📱

nazankrrmshikayeleri📱

 

Seviliyorsunuz.❤

 

 

Loading...
0%