Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. "On Bir Günün Bedeli, Bir Ayrılık..."

@nazankaraermis

Keyifli Okumalar.🤎

 

Gül'den;

 

"Ne demek kız kaçırdım?!" dedi babam, dedem, Sinan abim ve Demir abim hep birlikte koro halinde.

 

İblis hızla hastaneye kaldırılınca dünürler de Mehmet'in kız kaçırma olayını ailevi bir mesele olarak görüp karışmak istemediklerinden kalkmışlardı. Onları geçirirken kaşla göz arasında Tahin'le konuşmaya çalışsam da başaramamıştım.

 

Yalnız, mahalle yanarken benim hareketler...

 

Neyse.

 

"Uşağum senun yaşin kaç başin kaç?" dedi annem şiveye hızlı bir giriş yaptığında. "Ne kizu? Ne kaçirmasu?"

 

Allah'tan Memo'nun şu hareketi zirveye bir numaradan giriş yaptı da benim cinayete teşebbüs unutuldu aradan. Ben de hiç hatırlatmak istemediğim için bir köşeye oturmuş, sessizce olanları izliyordum. Kuduruk biri olduğum için böyle konuşulan bir olayda kenarda sessizce oturuyor olmak da çok zordu be.

 

Neyse, Allah başka dert vermesin bize.

 

Demir abim bir numaralı istihbaratçısının yanına gitti. "Oğlum on sekiz yaşında bir ergensin lan sen!" dedi kaşlarını çatarak. "Ne demek oluyor bu?!"

 

"Ya abi bir durun." dedi Memo telaşla. Kan ter içinde kalmış gibiydi. "Berivan gel otur sen şöyle." deyip sandalye çekti fakat kız başını kaldıramıyordu yerden. Utangaçtı yengemiz.

 

Demir abim kızın korktuğunu fark edince elleri belinde arkasını döndü sakinleşmek için fakat döndüğü yerde benimle göz göze gelince öfkesi durulmak yerine çarpı ona katlandı. Hemen gözlerimi tavana çevirip benim bir suçum yok moduna geçiş yaptım. Derin, sert bir nefes verdi Demir abim, seninde ebeni belleyeceğim az bekle, gündem şu an karışık nefesiydi bu. Hemen bildim.

 

"Kizum korkma." dedi annem usulca kıza yaklaşıp onu koltuğa oturtmaya çalıştığında. "Korkma saa zarar gelmez bizden."

 

Berivan yengeciğim ısrarla oturmazken Memo'nun elini daha sıkı tuttuğunu fark ettim. Ula Memo! On sekiz yaşında bir ergensin ama... Aması yok işte, basbayağı ergensin. Kız kaçırmış bir ergen hem de!

 

"Sibel!" dedi Demir abim ok gibi bir sesle gözlerini benden ayırmazken. "Kızı odana götür!"

 

Küççük yengemiz o an başını kaldırmış ve Memo'ya bakmıştı korkuyla.

 

"Korkma." dedi Memo. "Sen git ablamla. Ben de geleceğim yanına."

 

On sekiz yaşındaki ergenin dediğine bakar mısınız hele? Gözlerim doldu.

 

Cafer peçete getir! Duygular şelale.

 

Yengemiz ısrarla ikna olmazken "Bak ben polisim," dedi Sinan abim öne çıkıp kızın gözlerine güven verircesine baktığında. Demir abimin aksine daha yumuşak olmaya çalışıyordu. Bizimki de höt hötten anlardı anca zaten! İnsan gibi konuşmak ne, ne bilsin? "Bizden sana zarar gelmez. Mehmet'e nasıl güveniyorsan bize de öyle güvenebilirsin. Korkma."

 

Memo ona bakıp gözlerini yumup açtı ve yengemizle süslü Barbie salondan çıktı. "Ana sende git." dedi Demir abim. Annem sorgusuz sualsiz gittiğinde omzunun üstünden bana baktı bu defa. "Sen de." dedi gözlerini belirginleştirdiğinde.

 

Omuz silkip oturmaya devam ediyor oluşum cenaze işlerimi hızlandırıyordu, farkındayım ama bu kimin umrundaki dostum?

 

"Bırak kalsın," dedi Sinan abim. "Hem konu şu an Gül değil, Mehmet."

 

Demir abim derin bir nefes alıp o nefeste beni boğarken, "Ona da sıra gelecek!" dedi. Ve sıra bana geldiğinde olacaklar film şeridi gibi gözümün önünden geçti ama yine de her şeye Fransız kalan bir Alman kadar boş bakarak oturmaya devam ettim.

 

Demir abim Mehmet'in ensesinden kavradı sertçe. Bir an için güreş yapacaklar sandım ama gök gibi gürledi. "Ne demek lan kız kaçırdım?! On sekiz yaşında veledin tekisin lan sen! İt herif!"

 

"Abi," dedi Memo acıyla kıvranırken. Gözleri beni bulduğunda bir boklar yiyeceğini anladım, yerimde dikleştiğimde, "Ablam kaçır dedi bende kaçırdım." dedi. Gerçekten iyi bok yedi!

 

Demir abim durdu, bir müddet öyle kaldığında başı tehlikeli bir yavaşlıkla bana döndü. Sormadı bile hangi ablan diye. O derece vukuatlarım çoktu çünkü.

 

"Bende gideyim madem." diyerek ayaklanıp salon kapısına koştur koştur gitmem Demir abimin kedi yavrusu tutar gibi ensemden yakalamasıyla son buldu. "Ulan bir konuda da adın geçmesin be!" diye sitem etti. Halbuki adım geçmemişti, ablam demişti Mehmet. Tabii şimdi bunu söylersem Demir abimin ensemdeki eli boğazıma kayar, mazallah beni öteki tarafa şutlardı iki saniye içinde. "Bir konudan da eksik kal. Şaşırt bizi ama nerdeeee?"

 

Mehmet'e baktım kötü kötü. "Ulan ben sana kız mı kaçır dedim?!" diye celallendim hemen. Bacağına bir tekme savurdum ama refleks herif kenara çekilince ayağımı koltuğa vurdum. Bunun acısıyla daha çok bağırdım. "Ben sana kız kaçırma, başın belaya girer, illa bir şeyleri kaçıracaksan keçileri kaçır demedim mi?!"

 

"Yo, demedin." dedi kalleş Memodov.

 

Omzumda iyi ki varsın abla diye ağlarken iyiydi tabii!

 

Kalleşşşş!

 

"Ulan bir daha sana yardım edersem vursunlar beni." dedim sinirle. "Odanda Müslüm Baba dinleyip bileklerini kesseydin de susup otursaydım öyle!"

 

Demir abimin ensemdeki eli sıkılaştığında hareket edemedim. Alttan alttan kedi yavrusu gibi ona bakarken hiç acıması yoktu. "Sen artık fazla oldun!" dedi. "Gerçekten elimde kalacaksın artık!"

 

"Kıyamazsın ki." dedim nazlı nazlı.

 

"Defne!" diyen kükremesi kıyma makinesinin yanında halt edeceğini belirtir türdendi.

 

Sustum.

 

Şimdilik tabii.

 

"Bırak şunu," dedi Sinan abim beni kast ederek. Şimdi şu olduk tabii! Mehmet'e döndü. "Sende yediğin boku açıkla!"

 

Memo anında toparlanırken, "Berivan'ı istemediği biriyle evlendireceklerdi." dedi. "Okumak istiyor, hayalleri var ama o sırf abisi düşmanlarının kızını kaçırdı diye evlenmek zorunda kalmış. Ne yapayım abi? Sen olsan ne yapardın?"

 

Sinan abim halden anlayan bir adam olduğu için sessiz kalıp Mehmet'e bakarken odun gelip odun gidecek olan Demir abim dişlerini sıktı.

 

"Ulan!" dedi Demir abim bana olan sinirini Memo'dan çıkarırken. "Devletin polisi var savcısı var! Sana mı kaldı kızı kaçırmak lan?! Çağırsaydın polisi!"

 

Bir tık haklı gibi geldi şu an hocam.

 

Fakat Memo, "Abi polisler de bir şey yapmıyor ki." diye isyan etti. "Babasıdır, abisidir, aile içi meseleleridir deyip bırakıyorlar adamı. Olan kızlara oluyor."

 

Bu Memo feminist çıktı ya ula!

 

Demir abim ağzının içinde homurdanırken Memo yutkundu. "Abi," dedi kedi yavrusu gibi. "Bir şey daha söyleyeceğim ama kızmak yok."

 

Demir abim geleceği sanki hissetmiş gibi kaskatı kesilirken dik dik Mehmet'e baktı. Mehmet, Demir abimden bir güvence alamayınca Sinan abime baktı yardım ister gibi. "Berivan'ın ailesi izimizi bulmuş, peşimizdeler. Birazdan burada olurlar." dedi.

 

"Gelsinler, ne var bunda?" dedim saf saf. "Oturur konuşuruz."

 

"Abla," dedi Mehmet. Ona baktım. "Berivan aşiret kızı! Yedi bin kişilik bir aşiretten bahsediyorum!"

 

Sinan abim ağır bir küfür sallarken Demir abim alnını sıvazladı. Ben ise heyecanlanmıştım.

 

Aşiret görecektim!

 

Sonunda kanlı canlı aşiret görecektim!

 

Aferin lan Memo!

 

Peş peşe korna çalarak gelen araç sesleriyle Demir abim Mehmet'e, 'senin yapacağın işi sikeyim' konulu bakışını atıp, "Sinan benimle gel." dedi salondan çıkmadan önce. "Baba siz içeride kalın. Pencere önünden uzak durun ne olur olmaz. Mehmet sende annemleri uyar, kızı korkutmayın. Ve kimse dışarı çıkmasın! Halledeceğim ben."

 

İki dakika da organize edip çıktığında duvardan dedemin tüfeğini alıp bende peşlerine takıldım. Aşiretten bahsediyorduk. Söz konusu olan da aşiretin kızıydı. Bunlar kesin dolu gelmişlerdir. Abim öyle cevval bir deli yürek olarak atlamıştı ama birilerinin de birilerini koruması gerekiyordu.

 

O birileri de ben oluyordum.

 

Demir abim dış kapının önünde dalyan gibi dimdik durmuş, rahatta bekleyen bir asker gibi başı dik, gözleri kısık bir tavırla karşısında duran arabalara ve içinden inen adamlara bakıyordu yanında dikilen Sinan abimle birlikte. Burada yüzden fazla adam vardı. Bu kadar adamı kahvede bile zor görürsünüz, o derece çok adam vardı!

 

Şimdilik ortalık sakin olduğu için tüfek omzumdaydı ama her an tüfeği kullanabilirdim.

 

Bıyıkları Doğu Ekspresinde Cinayet'teki dedektif Hercule Poirot'la yarışacak türden kısa boylu, yöresel kıyafetli bir adam indi arabadan. Ona bakan abimlere yürüdü. Sivri uçlu ayakkabısının topuk sesleri komiğime gitse de gülmedim. Sonra gülerdim.

 

Demir abimi tanıyormuş gibi bir süre bakıştılar. "Selamünaleyküm komutan!" dedi ellerini belindeki kemere yaslarken. Aslında bu hareketiyle ceketinin ardındaki beylik tabancasını gösteriyordu. Kaşlarım çatılırken bir adım öne çıktım bende omzuma asılı tüfeği göstererek.

 

Bıyık ağanın bakışları bana kaydı, cesaretime karşılık kaşlarını çattığında Demir abimin sesiyle ona döndü.

 

"Aleykümselam Sayit Ağa." dedi Demir abim duruşunu bozmadan. Sanki kız kaçıran, suçlu olan taraf onlarmış gibi bir hava vardı üzerinde. Başıyla arkasında dikilen adamları işaret etse de gözlerini Bıyık Ağa'dan ayırmadı. "Hayırdır böyle akşam akşam? Beni mi özledin?"

 

Bıyık Ağa güldü. Gülmek dediysem de öyle bıyıkları kıvrıldı o kadar. "Diyarbakır'da görev yaptığın zaman, sana bir terörist getirdim. Kendi ellerimle yakalayıp getirmiştim sana. Sen o soysuzu konuşturup karakola düzenleyecekleri saldırıyı öğrenip önlemini almıştın. Sayemde onlarca asker, polis kurtulmuştu o gün." dediğinde Demir abimin omuzları gerilse de duruşunu bozmadı. Bıyık Ağa elinde tesbihiyle üzerimize yürüdü ve Demir abimin tam karşısında durdu. Boyu kısa olduğundan başını kaldırıp öyle baktı Demir abimin soğuk, ifadesiz gözlerine. "Ben sana, vatana bir iyilik etmişem komutan." Başını teessüf eder gibi iki yana salladı. "Sen ise kardeşini durdurmamışsan. Gelip düğünden kızımı kaçırmıştır o kardeşin! Beni ele güne rezil etmiştir! Bunun hesabını sen sormamışsın belli ama ben sormaya geldim. Benim askerle, vatanla, milletle derdim yok. O yüzden önümden çekil bana kardeşini getir!"

 

"Tabii efendim," dedim alayla gülerken. "Paket mi olsun? Eve servis mi yapalım?" dediğimde Demir abimin ters, Bıyık Ağa'nın ise şaşkın bakışları bana çevrildi.

 

Demir abim öyle bir bakış atmıştı ki mecburen susup geri çekildim. Bir adım kadar yani.

 

Yeniden bakıştıklarında onları izledim. "Kardeşimin yaptığından yeni haberim oldu." dedi Demir abim tok sesiyle, duruşunu asla ama asla bozmadan. "Bilseydim engel olur muydum? Orası tartışılır."

 

Bıyık Ağa, Demir abimden destek göremeyince bıyığıyla yarışan gür kaşlarını çattı. Bir adım arkasında dikilen sıska, çelimsiz, kara kuru genç bir adam atladı öne. "Bu komutan bizimle taşak geçiyor baba!" dedi Demir abime nefretle bakarken. Belindeki silaha sarılıp namluyu Demir abime tutmasıyla tüfeği ona doğrulttum bende. Bana kısa, küçümser bir bakış atıp abime baktığında parmağım tetikte, gözlerim ise onun tetikteki parmağındaydı. Milim oynatsa hiç düşünmeden sıkacağım kafasına. "Kendi işimizi kendimiz görelim!"

 

Bıyık Ağa gözlerini Demir abimden ayırmadan elini kaldırarak oğlunu durdurduğunda oğlu silahı indirdi ama ben indirmedim. Demir abim de elini bana doğru uzatıp tüfeği indir işareti verdiğinde kaşlarımı çattım.

 

"Defne!" diye sözlü uyardı bu defa.

 

Tüfeğin dipçiğini kırdığım dizime yaslayıp namlunun ucunu gökyüzüne tuttum ve tetiği çektim. Kurşun sesiyle herkes irkilip gerilirken Demir abimin çatık kaşlarının altındaki ölümcül bakışları bana çevrilse de ona bakmadım. Gözlerimi Bıyık Ağa'nın oğluna dikmiştim. Radarıma girmişti bir kere. "Biz de silah çekilirse sıkmadan geri indirilmez." dedim meydan okurcasına.

 

Nefret yüklü bakışlarıyla beraber yüzü sinirden kıpkırmızı olurken bana baktı. Bir kaşık suda boğacak kadar sertti bakışları. Ama bu kimin umrundaki dostum?

 

Demir abim elimden tüfeği çekip aldıktan sonra Sinan abime verdi. Demir abimle birbirimize ters ters baktıktan sonra Bıyık Ağa'ya döndü. "Kızın burada, güvende."

 

"Çağır gelsin, göreceğim." dedi Bıyık Ağa.

 

Bahçedeki masayı işaret etti. "Oturup konuşalım önce Sayit Ağa." dedi Demir abim. "Şu an herkes gergin. Bu şartlar altında kızını göremezsin. Kız zaten ürkmüş, mahcup bir halde. Önce bir sakinleş."

 

"Onu kaçmadan önce düşünecekti!" dedi Bıyık Ağa'nın oğlu hiddetle. "Bizi ele güne kepaze etti yollu! Berivan!" diye böğürmeye başladı birden. "Çık lan dışarı! Seni almadan gitmeyeceğiz kızım! Öyle ya da böyle, güzellikle veya zorla geleceksin ait olduğun yere!"

 

Sinan abime elimi uzattım. "Ver şu tüfeği vuracağım şu kargayı!" dedim sinirle.

 

Vermediler.

 

"Oğlun bir daha bağırmaya cüret ederse seni yok sayar, nefesini keserim onun Sayit Ağa." dedi Demir abim sinirli fakat sakin bir tavırla.

 

Bıyık Ağa abimin dediğini yapacağını bildiğinden oğluna döndü kaşlarını çatarak. "Sen gidip arabada bekleyesen Raşit." dediğinde oğlan hepten delirdi.

 

"Baba!!!"

 

"Dediğimi yapasan ha! Hadi git arabaya!"

 

Raşit bozulan suratıyla arabaya gittiğinde arabanın kapısını sertçe kapattı. Bıyık Ağa oğluna ters ters baktıktan sonra Demir abimle birlikte bahçedeki masaya geçtiler, karşı karşıya oturdular. "Ne içersin Sayit Ağa?" diye sordu Demir abim misafirperver bir tavırla.

 

Bıyık Ağa huysuzca, "Buraya bir şey içmeye gelmedim komutan." dese de Demir abim bana baktı. "Bize iki çay getir."

 

Ben de Sinan abime baktım. "Bize üç çay getir."

 

Sinan abim kapının kenarından bize bakan ablama döndü. "Buraya dört çay getir abim."

 

Demir abimin yanındaki sandalyeye otururken bana ters ters baktığını gördüm. "Ne?" dedim aynı terslikle. "Çamaşır sulu çay mı getireyim? Bunu mu istiyorsunuz?" dediğimde kaşları alnının çatında konser varmış gibi orada toplandı. Şu İblis'i hatırlatarak kendi ayağıma sıktığımı fark edince hemen konuyu değiştirmek adına Bıyık Ağa'ya döndüm. "Diyarbakır'daki bütün ağalar sizin gibi mi yoksa kitaplardaki, filmlerdeki gibi böyle kara yağız, delikanlı, ultra yakışıklı genç ağalar da var mı?" diye sorduğumda adam ilk kez bir deliyle karşılaşmış gibi bana tuhaf tuhaf baktı ve Demir abime dönüp şöyle dedi:

 

"Senin bu kardeşinin canı koca çekmiş komutan. Tez elden evlendir sen bunu."

 

Ne âlâkâ şimdi?

 

Canım bir şey çekse koca mı çeker?

 

Demir abimin dik bakışları üzerimdeydi. "Onun canı kurşun çekiyor Sayit Ağa." dedi tehlikeli bir tınıyla. "Ölmeyi bayılmak sanıyor o."

 

Bıyık Ağa bir şey demedi. Bana tip tip baktı sadece. Hayır yani bende onun bu burnunun altından elmacık kemiklerine doğru yol alan bıyıklarına böyle tip tip baksam hoşuna gider mi sanki?

 

Masaya kısa bir sessizlik çöktüğünde ablam çayları getirip herkesin önüne bıraktı ve "Afiyet olsun." dedikten sonra içeriye geçti.

 

Demir abim çayını içince Bıyık Ağa da saygısızlık etmemek için çayını içti mecburen.

 

Bende içtim ama çay sıcak olduğundan höpürdettim azıcık. Sinan abim böğrümü dürterken Demir abim ve Bıyık Ağa tip tip baktılar bana. Neyseki uzatmadılar bakışmayı.

 

"Konuya dönecek olursak," diye giriş yapan Demir abim yerinde doğruldu. "Kızın burada, bizim yanımızda. Benim kardeşimle arkadaş olmuşlar, o da senin onu zorla evlendireceğinden bahsetmiş kardeşime." dediği noktada Bıyık Ağa gözlerini kaçırıp yerinde kıpırdandı. "Duyduğuma göre kızın evlenmek istemiyormuş, hayalleri varmış, okumak istiyormuş ama sen onu evlendirmeye kalkmışsın Sayit Ağa?"

 

Bıyık Ağa utanır gibi olsa da kuyruğu dik tuttu. "Herkesin doğrusu kendinedir komutan." dedi. "Ben öyle istediysem o da yapacak."

 

"Yapma Ağa," dedi abim öne doğru eğildiğinde. "O senin kızın, kapında emrini bekleyen adamın değil. O sana saygı gösteriyorsa sende onun hayallerine, isteklerine saygı göstereceksin."

 

Dedi bu akşam beni evlendirmeye kalkışmamış gibi.

 

Neyse.

 

"Kızın kardeşime aşık olduğu için kaçmadı Sayit Ağa. Kızın senden kaçtı. Senin emirlerinden, ona sunduğu zoraki hayattan kaçtı." dediğinde Bıyık Ağa tokat yemiş gibi kalakaldı, afalladı.

 

O sanmıştı ki kızı başkasına aşık ve o yüzden kaçtı. Hatanın kendinde olduğunu bilmiyordu ama acı bir gerçekle öğrenmiş oldu.

 

"Kızının tek hedefi okuyup kendi ayaklarının üstünde durmakken sen onu tanımadığı, etmediği, her şeyden öte sevmediği bir adamla evlendirmeye kalkmışsın." Bıyık Ağa iyiden iyiye kıvama geliyordu. Demir abim konuştukça o kısık ateşte demleniyordu. "Oğluna bak Ağa," dedi. Başıyla yandaki arabada duran Raşit'i işaret etti. "Ne sana saygısı var, ne kız kardeşine. Sen yarın öbür gün ölmüş olsan bu bakar mı kızına? İnsanca yaşatır mı onu? Sahip çıkar mı? Korur kollar mı? Bırak kızın okusun. Hayalleri ne ise gerçekleştirsin. Sende babası olarak arkasında dur, destek ol kızına."

 

Bıyık Ağa tam kıvama geldi demiştim ki kaşlarını çattı, Demir abime baktı net bir tavırla. "Sana söylemesi kolay gelir komutan." dedi. "Ben ağayım. Diyarbakır'da kime sorsan bilir beni, tanır. Senin kardeşin, kızımı düğünden kaçırdı! Binlerce misafirimizin önünde küçük düşürdüler beni, rezil kepaze ettiler elaleme! Şimdi insanlar Diyarbakır'da kızımın namusunu konuşuyor! Benim boynum büküldü komutan. Sen bu topraklarda adam olmayı, kız babası olmayı kolay sanırsın he. O iş öyle değil işte."

 

"Ya nasılmış?" diye atladım hemen kaşlarımı çatarak. "Oğlun kız kaçırınca alkış tutarsınız değil mi? Kaçırdığı kızın da bir anası babası olduğunu unutursunuz. Erkektir yapar dersiniz. Kızınız kaçınca namus bekçisi mi kesiliyorsunuz? O da senin evladın değil mi ağa? Diğerlerinden farkı ne onun?"

 

Bıyık Ağa benim konuşmamla kaşlarını çatıp gerilse de bana cevap vermedi. Beni muhatap bile almadı kendine. Demir abime baktı. "Ben diyeceğimi dedim komutan. Bu iş daha fazla uzamasın, tadımız kaçmasın. Çağır Berivan'ı, bizimle gelsin. Başımı yere eğdi, daha fazla eğmesin benim."

 

Demir abim geriye yaslandı. Kollarını göğsünde topladı. "Çağırırım," dedi. "Gelir, konuşursunuz. Seninle gitmek isterse gider, kalmak isterse göndermem." dedikten sonra bana baktı. "Berivan'ı çağır."

 

Yanımda oturan Sinan abime döndüm. "Kızı getir."

 

Sinan abim kapının kenarından bizi izleyen ablama baktı. "Berivan gelsin, söyle Sibel."

 

Berivan'ın gelmesini beklerken Demir abimin kulağına eğildim. "Abi, ben bu ağayı sevmedim. Acaba diyorum; Domestos'lu kahve mi yapsam ona? Belki şu inadını söker, ne dersin?"

 

Aptal gibi onay vermesini beklerken o, "Gecenin sonunda Domestos'a ihtiyaç duyacak olan sensin, haberin olsun." dedi. "Şu işler bir bitsin, senin defterine gelecek sıra."

 

Hemen ağaya dönüp konuyu değiştirdim. "Hele gurban senin bıyıkların gerçek midir ha?" diye sorduğumda Bıyık Ağa kaşlarını çattı.

 

"Gerçektir," dedi. "Biz de sahte olmaz."

 

O sırada Berivan geldi. Elleri önünde, başı öne eğik. Yanında ablam vardı ona destek olan. Bıyık Ağa ayağa kalkıp kızının karşısında durduğunda Demir abim de her ihtimale karşı kalktı ve yanlarında durdu. Bıyık Ağa uzun uzun baktı kızına. Başıyla arabayı işaret etti sonra. "Yürü, gidiyoruz."

 

Berivan başını yerden kaldırmadı. "Gelemem," dedi duyulması güç, kısık sesiyle. "Ben evlenmek istemiyorum."

 

"Evlenmeyeceksin. Düğünden kaçtığın için karşı taraf vazgeçti. Tüm Diyarbakır senin namusunu konuşuyor."

 

"Onlara ne?" diye araya girdim yine. İnsanların bilmediği konular hakkında çatır çatır konuşmaları deli ediyordu beni. Sonra Gül deli oluyor!

 

Kısacık bir an bakışlar bana çevrildi ama herkes yokmuşum gibi davrandıktan sonra yeniden konuya döndüler. Bıyık Ağa ısrar etti, Berivan da reddetti. Şimdi giderse eğer sokağa çıkamayacaktı çünkü insanlar onun namusunu konuşacaklardı üstlerine vazifeymiş gibi. Bunu göze alamadı Berivan. Babasının da ona ne yapacağını kestiremediğinden reddetti tekliflerini hep.

 

Bıyık Ağa sinirlendiğinde, "Yürü!" dedi. "Sen fazla olmaya başladın artık!"

 

Ayaklanmamla Demir abimin, Bıyık Ağa'nın Berivan'a uzanan elini tutması bir oldu. "Yavaş gel Sayit Ağa." diye uyardı inceden. "Sana söyledim. Kız gitmek isterse gider ama kalmak isterse göndermem dedim."

 

Bıyık Ağa kızına hayal kırıklığıyla baktı. Sinirleniyor ama bırakıp gidemiyordu da. "Sana yarın sabaha kadar mühlet," dedi kızına bakarken. "Ben şimdi bir otele gidiyorum, sende iyice düşün Berivan. Yarın ya bizimle gelirsin ya da bir daha Diyarbakır'a adımını atamazsın. İyice düşün taşın!" dedikten sonra son kez baktı kızına ve arkasını dönüp arabalarına bindikleri gibi gittiler.

 

Onların gidişiyle Berivan kendisini salarken, "Ben böyle olsun istemedim." diye diye ağlamaya başladı. Ablam bir yandan Mehmet bir yandan onu sakinleştirmeye çalışırken güçlükle kızı içeriye taşıdılar.

 

Berivan'ı izlerken bir şeyi fark etmiştim. O babasının emirleri ve kararları doğrultusunda yaşarken, yaşamaya çalışırken ben bana her türlü imkanı sunan, bir kez olsun hastalığımı yüzüme vurmayan bir ailede yaşıyordum. Demir abim beni İdris'le evlendireceğini söylediğinde bile babam beni savunmuş, arkamda durmuştu. Fakat Berivan'ın babası oğlu düşmanının kızını kaçırdı diye karşı tarafta onlardan bir kız isteyince hiç düşünmeden kızını onlara vermeyi göze almıştı. Kızına fikrini sormamıştı bile ama benim ailem, hangi okulda, hangi bölümü okumak istediğime kadar bana sormuşlar, ona göre hazırlık yapmışlardı.

 

Ve ben bazen aşırıya kaçan şımarıklıklarım yüzünden sahip olduğum insanların değerini fark edemiyordum.

 

Şimdi oturduğum masada soğuyan çay bardağıyla oynarken avucuma başımı yaslamış, sahip olduğum insanların, ailenin kıymetini anlamıştım.

 

"Baba siz kızı sakinleştirin, Defne'nin yatağında uyusun bu akşam. Siz de yatın, uyuyun. Sinan sen arka bahçeye geç, bende ön tarafta durayım. Ne olur ne olmaz, önlemimizi alalım yine de." diyen Demir abim herkesi organize ettikten sonra karşıma oturdu.

 

Herkes dağılınca bana baktığını fark ettim ama ona bakmadım. Sessizliğim konuşmamdan daha çok dikkat çektiği için gözlerini bana dikmişti. Cebinden bir sigara çıkartıp yakarken, "Hayırdır, pek bir sessizsin?" diye laf attı. Derin bir nefes çekip havaya üfledi sigaranın dumanını. "Sana kızmayayım diyeyse eğer bu sessizliğin-..."

 

Ayağa kalkmamla sustu ve dudaklarına götürdüğü sigarayla kaşlarını çatıp beni izledi. Masanın etrafından dolanıp yanına gittim ve küçükken hastanede olduğu gibi yan bir şekilde kucağına oturup dizlerimi kendime çektim ve başımı omzuna yasladım.

 

Ben küçükken ne zaman kemoterapilerden dönsem beni şimdiki gibi kucağına oturtur, tedavi olurken çektiğim acıları unutturmak için saatlerce bana masal anlatırdı. Ne zaman masal anlatsa ona saçma sapan bir sürü soru sorarak dikkatini dağıtır, onu kızdırırdım ama tedaviden geldiğim zamanlarda konuşmaya bile dermanım olmazdı. Annemler o halimi görüp ağladıkları için benimle hep Demir abim ilgilenirdi. Ona öleceğimi söyledikçe hep yaşayacaksın diye beni umutlandırırdı.

 

Demir abim havada kalan sigarasıyla kedi gibi göğsüne sinen bana baktı. Sarılmadı, kolları iki yanda öylece durdu. "Ne oluyor?" dedi sert bir tonda. "Ne bu şimdi?"

 

"Her şeye rağmen iyi ki benim abimsin," dediğimde vücudunun kaskatı kesildiğini fark ettim. İlk kez her şeyi bir kenara bırakıp açık oldum ona. "Bazen şımarıklıklarım aşırıya kaçsa bile seni çok sevdiğimi ve iyi ki benim abim, iyi ki benim ailem olduğunuzu unutmayın. Sizi çok seviyorum."

 

Boştaki kolunu sırtıma sardı. Başımın üstüne belli belirsiz bir öpücük kondurdu. Gardımı indirdiğimi görünce o da indirdi gardını. "Aydınlanma perileri gelmiş sana, belli." dedi. Benim hep yaptığım şeyi bu defa o bana yaptı. "Ayrıca tabii ki iyi ki varım. Benim gibi bir abi herkese nasip olmaz. O yüzden kalk da iki rekat şükür namazı kıl." dediğinde gülümsedim.

 

Taklit deyince de o yani.

 

Yanıp sönen polis arabasının ışıklarıyla başımı kaldırıp geriye baktım. Ne hikmetse araba bizim kapının önünde durdu ve içinden iki üniformalı polis ve Okan abi indi. Polisler arabanın yanında beklerken Okan abi sırıtarak yanımıza geldi.

 

İnşallah Sinan abimi almaya gelmişlerdir diyeceğim ama bu salak herif sırıtarak bana bakıyordu. Elinde tesbih gibi salladığı kelepçeye bakarken gerildim. Tövbe bismillah!

 

Niye geldi bu şimdi?

 

Bana şeytani bir bakış attıktan sonra ciddileşip Demir abime döndü. "Komutanım iyi akşamlar," dedi. Her an gülecek gibi bir hali vardı. "İdris'in midesini yıkadılar, şu an uyutuluyor fakat ailesi Gül'den şikayetçi. Bize verilen emir Gül'ü bu gece nezarette ağırlamak. İzniniz olursa eğer..."

 

Bana şeytan şeytan bakan Okan abiye küstah bir bakış attım. Şansına küssün. Az önce çok duygusal bir konuşma yapmıştık. Bu konuşmanın üzerine beni hayatta göndermezdi Demir abim.

 

Fakat misafir her zaman umduğunu değil bulduğunu yiyordu arkadaşlar.

 

Demir abimin, "Kanun adamı olarak kanunlara karşı gelecek değilim, alın götürün." demesiyle bunu anlamış oldum.

 

Ona şaşkınlıkla ve hayal kırıklığıyla bakarken Latif Doğan, Küstüm moduna hızlı bir geçiş yapıp kucağından kalktım. "Beni nasıl gönderirsin?" diye sitem ettim. "Abi olacaksın bir de! Tüü sana!"

 

Rahatça yayıldığı sandalyede sigarasını içerken kaşlarını kaldırdı. "Az önce iyi ki varsın abi diyordun, ne oldu?"

 

"O az önceydi!" diye bağırdım. Ayağımı yere vurdum sinirle. Kendisi herkesin içinde onu tehdit ederken sorun yok, ben kek yaptım diye tutuklanıyorum resmen! "Şu an senden nefret ediyorum!"

 

Kaşlarını çattı hızla. "Sen dua et ters kelepçe yaptırmadım." dediğinde iyice sinirlendim.

 

"Adam olsan beni götürmelerine izin vermezdin!" demiştim ki yerinde doğrulup, "Okan!" demesiyle ve Okan abinin bu komutu bekliyormuş gibi elinde kelepçeyle bana yürümesiyle birlikte polis arabasına koştum ve edebimle oturdum. Kaçmaya çalışsam da yakalarlardı zaten.

 

Kırmızı bültenle aranan şahıs olmak istemiyorum.

 

Acaba kaçsa mıydım?

 

***

 

Nezarette geçirdiğim ağrılı ve sancılı bir gecenin ardından sabah hiçbir şey olmamış gibi hakkımdaki şikayetin geri alındığını söylemişlerdi. Nedense bu şikayetin geri alınmasında Demir abimin bir parmağı var gibime geliyordu. Zaten ben nezaretteyken de bana Okan abiden yemek göndermişti kendileri. Bir de yemeği yiyene kadar Okan abiyi dikmişti başıma. İnat edip yemeyecektim ama Okan abideki çene, dedikoducularda olmadığından mecbur kaldım bir raddeden sonra.

 

Hayır, acıktığım için yemedim tabii ki!

 

Karakoldan çıkarken Sinan abimle karşılaşmış ve ondan arabasını almıştım. Bu hiç kolay olmamıştı ama biraz çene çalarak, bir parça da duygu sömürüsüyle halletmiştim. Her zamanki gibi çok uğraştırmamıştı beni. Malûm onun kafa bu aralar Leyla'ydı biraz.

 

Arabayı otelin otoparkında durdurdum ve arabadan inmeden önce derin bir nefes aldım. Mehmet'e kızı kaçır demiştim ama kızın Aşiret kızı olduğunu söylememişti hanzo! Berivan'ın o ağlayışı, Mehmet'in çaresizliği biraz da benim yüzümdendi galiba. Ben ona kızı kaçır demek yerine, Demir abime söyle, o bir yol bulur deseydim belki şu an farklı bir senaryo sunabilirdi hayat ancak ben rahat durmamıştım.

 

Mehmet de benim sözümü dinlemez dinlemez, o gün de dinleyeceği tutmuştu!

 

Başa gelen çekilir modunda indim arabadan. Otelin otoparkında bile Bıyık Ağa'nın adamları vardı. Ben arabayla giriş yaptığımdan beri bana bakıyorlardı. Şimdi arabadan inince daha bir dikkatlerini vermişlerdi bana.

 

Omuzlarımı dikleştirip onlara yürüdüm ve önlerinde durdum. "Beni ağanıza götürün."

 

Bu otelde kaldığını Okan abiye buldurmuştum. İlk başta bir daha asla sana yardım etmem dese de karşısında ağlayıp biraz gözyaşı dökünce kıyamamış, beş dakikada halletmişti. Arada adam oluyordu kereta!

 

Bildiğim tek şey Bıyık Ağa'nın bu otelde kaldığıydı. Hangi odada kaldığını ise bana adamları gösterecekti.

 

Bir an için tereddütle birbirlerine baksalar da beni çelimsiz bulduklarından ve sayılarının fazla olmasından ötürü kendilerine güvenerek bana yolu gösterdiler. Önden yürüdüklerinde köy muhtarı gibi ellerimi arkamda bağlayıp peşlerinden takip ettim. Otelin içinde adım başı her yerde adamları vardı Bıyık Ağa'nın. Biz yanlarından geçtikçe dönüp bize, daha doğrusu bana bakıyorlardı.

 

Asansörle geldiğimiz üçüncü katta, koridorun sonundaki odanın önünde durduk. Bu koridor adamlarıyla doluydu. Beni getirenlerden sıska olanı kapıyı çaldığında Bıyık Ağa'nın sevimsiz oğlu kapıyı açtı. "Ne var?" demişti ki adamların arkasında duran beni görünce kaşlarını çattı. "Bunun ne işi var burada?"

 

"Ağayı görmeye gelmiş, Raşit Ağa'm." diyen adamı kenara itekleyip Raşit denilen hanzoyu da iterek odaya girdim.

 

"Çekil şuradan, Bıyık Ağa'yı göreceğim ben." diyerek kral süitinde gezerek Bıyık Ağa'yı bulmaya çalıştım. Nerede bu kaytan bıyıklarına salıncak kurduğumun ağası?

 

"Destursuz giremezsin, çık dışarı!" diyen Raşit'i duymadım bile.

 

"Bıyık Ağa! Ben geldim, komutanın kardeşi!" diye bağırdım etrafa bakınırken. Çekmeceye bile baktım ama yoktu Bıyık Ağa'm. "Elma dersem çık, armut dersem-..."

 

Bıyık Ağa banyodan çıktığında bıyıklarıyla yarışan gür kaşlarını çatarak bana baktı. Ellerimi belime yaslayarak sitem ettim. "Ama daha elma demedim ki!"

 

"Senin burada ne işin vardır?" dedi Bıyık Ağa. "Berivan'ı mı getirdin yoksa?"

 

Omuz silktim. "Yo." dedim gayet rahat bir tavırla.

 

Bıyık Ağa'm iyice gerildi. "O zaman niye geldin?"

 

"Seninle konuşmaya gelmişem Bıyık Ağa'm." dedim onun dilinden konuşarak. Sinirle bana bakan oğlunu işaret ettim gözlerimle. "Mümkünse yalnız."

 

Bıyık Ağa cesaretime şaşkınlıkla bakarken Raşit hanzosu sinirden delirdi. "Çık odadan!" diye bağırarak üzerime yürüdüğünde sert bakışlarımı ona diktim. Karşımda, burnumun dibinde durdu. "Biz söyleyeceğimizi söyledik! O Berivan güzellikle veya zorla gelecek! Şimdi çık git buradan!"

 

Rabbim öldürmediği kullarıyla beni muhatap ediyordu cidden!

 

Raşit'e dik dik bakarken onu muhattap bile almadım. "Oteli saran adamlarını umursamadan oğlunu vurmamı istemiyorsan onu dışarı çıkar Bıyık Ağa'm!" dedim son derece sakin bir sesle. "Zira ben komutanın kardeşiyim. Dediğimi yaparım ve bu hoş olmaz. Haksız mıyım?"

 

Bıyık Ağa cesaretim karşısında büyülenirken Raşit, "Sen fazla oldun artık!" diyerek elini kaldırmıştı ki bileğini havada yakalayıp hızlıca bükerek sırtına yasladım kolunu. Beni çelimsiz ve zayıf gördüğü için bunu benden beklemiyordu. Hatta Bıyık Ağa bile beklemiyor olmalı ki şaşkınlıkla acıyla inleyen oğluna ve onu bu hale getiren bana baktı. Bana bakarken gözlerinde gördüğüm gurur, hayranlık hoşuma gitmişti ne yalan söyleyeyim. Oğluna bakarken kaşlarını çattı. "Dışarı çık Raşit," dedi. Yerinde dikleşip ellerini arkasında bağladığında bana baktı. "Bizi komutanın kardeşiyle yalnız bırakasan."

 

Raşit bunu beklemiyormuş gibi iyice sinirlendi. "Baba ne dersin sen gurban?" dedi hayretle. "Ya bu karı seni zehirlerse? Biz dışarıdayken öldürürse seni?"

 

"Cani miyim ben hanzo?!" dedim ters ters. O sırada İdris için yaptığım çamaşır sulu kek gözümün önünde canlandı... "İnsan gibi konuşup gideceğim."

 

Bıyık Ağa bir şey demeden başıyla kapıyı işaret etti oğluna. Raşit burnundan soluya soluya gittiğinde arkasından küçümseyici bakışlarla baktım. Bu odada Demir abim olsaydı ve benden dışarı çıkmamı isteseydi onu asla dinlemez, yalnız bırakmazdım. Odada kalmak için kıyameti koparırdım.

 

Bıyık Ağa da buna hayıflanır gibi bir süre oğlunun arkasından baktıktan sonra nihayet bana döndü. "Geç şöyle bakalım komutanın kardeşi," dedi kral süitindeki oturma odasını işaret ederken. "Hele ne konuşacakmışsın benimle bakalım?"

 

Bir buçuk saat sonra;

 

"...Sonra gidip İstanbullarda başkasıyla nişanlanmış Bıyık Ağa'm!" diye böğürüp sümüklerim aka aka ağlarken Bıyık Ağa nemli gözleriyle burnuma bir peçete yapıştırdı. Hemen, en yüksek perdeden sümkürdüm.

 

"Vay şerefsiz piç!" dedi Bıyık Ağa'm. "Seni bırakıp başka karıya gitmiş he?"

 

"Ağam ne ettun?" dedim ıslak gözlerimle hayretle ona bakarken. "Şerefsiz falan ayıp oluyor! O benim sevdiceğimdir. Demeyesen öyle."

 

"E seni bırakıp başka karı almış kendine?"

 

"Formalite icabıymış Bıyık Ağa'm!" dedikten hemen sonra kırgın bakışlarımı diktim gözlerine. "Sen beni dinlemiyor musun bıyıklarına salıncak kurduğum?"

 

Bıyık Ağa'm kafası karışmış gibi çaresizce, saf saf bana baktı. "En son kanser olduğundan bahsediyordun, ne ara geldik biz senin boynuzlanmana? Vallah ben heç bir şey anlamamışam!"

 

Ona kırgın kırgın bakarken ağlamaya başladım yine. "Boynuzlanmadım ben!" diye hönküre hönküre ağlarken Bıyık Ağa çok panik oldu. Ne yapacağını bilemedi.

 

"Tamam," dedi. Susayım diye ağzıma peçeteyi yapıştırdı. Misafir çocuğu muamelesi görüyordum burada yemin ederim! "Ağlamayasan komutanın kardeşi. Vallah komutan beni kurşuna dizer."

 

İç çeke çeke ona baktım. "Çok mu belli oluyor?"

 

O da saf saf bana baktı. "Ney?"

 

Ney değil zurna diye terslemek istedim ama çok masum bakıyordu be.

 

"Boynuzlarım diyorum Bıyık Ağa'm, boynuzlarım! Çok mu belli oluyor?"

 

Ciddi ciddi kafama baktı. Dudak bükerek, "Yaniii..." demişti ki yeniden ağlamaya başladığımda hızla lafı çevirdi. "Yok! Tövbe billah yok boynuz falan! Yeter ki sen ağlamayasan gurban!"

 

Çabucak ikna oldum. "Tamam." dedim gülümseyerek. Peçetelikten iki tane peçete çıkartıp yüzümü sildim güzelce.

 

Bıyık Ağa'm karşısında yirmi dört yaşında bir genç kız varmış gibi değil de beş yaşında bir çocuk varmış gibi bakıyordu bana.

 

"Yani demem o ki Bıyık Ağa'm, hayat kısa kuşlar bugün uçuyor ama yarın uçup uçmayacakları belli değil." dedim ona bakarak. "Tıpkı bundan on sekiz yıl önce benim de yaşayıp yaşamayacağımın belli olmadığı gibi. Ama hayattayım. Önce Allah sonra Demir abim, annem, babam, diğer kardeşlerim sayesinde. O zor süreçte annem perişan olurken babam hem ona destek çıkmaya çalıştı hem bana umut olmaya. Demir abim daha çocukken benim hastalığımla büyüdü. Hem bana destek çıktı, yanımda oldu, elimi tuttu, hem de diğer kardeşlerimin okuluyla ilgilendi. Kendi okulunu bile bıraktı, hayatını bize adadı. Söylesene ağam, senin oğlan Raşit bunu Berivan'a yapar mı?"

 

Bıyık Ağa nemli gözlerini kaçırarak cevabı verdi. "Senin bu dışarıdaki beş kuruş etmez oğlunun yediği bir haltın bedelini neden Berivan ödüyor? O da senin evladın değil mi? Bugün sana bir şey olsa Berivan'a gözü gibi bakar mı bu oğlun?"

 

Ağa yavaş yavaş kıvama gelirken sessizce önüne bakıyor, parmaklarıyla oynuyordu. "Ağam," dedim dikkatini çekerken. Bana baktı. "Bak Berivan çok kötü. Dün geceden beri ağlıyor." Ağlayıp ağlamadığını bilmiyorum çünkü evde değildim ama kızın gülüp eğlendiğini de düşünmüyorum. "Senin kızın aşık olduğu için kaçmadı ki! Tüm bu acıyı okumak istediği için çekiyor. Bak düşünsene Berivan okumuş, doktor olmuş, yanına gelip elini öpüyor, desteğin için, arkasında durduğun için sana teşekkür ediyor, minnet duyuyor. Sonra sen hasta oluyorsun, Berivan seni iyileştiriyor. Hayal et sadece Bıyık Ağa'm. Sen yataklara düşsen o Raşit hanzosu sana bakar mı sanıyorsun? Vallahi sen yatağa düşer düşmez kendi ağalığını ilan etmezse bende komutanın kardeşi değilim! Yalan mı?"

 

Bıyık Ağam hak veriyor olmalı ki yine gözlerini kaçırdı. İyice kıvama gelmişti.

 

"Evlat sahibi olmak nasıl bir duygu bilmiyorum ama şundan eminim ki evlat her şeyden önce gelir. Herkes Diyarbakır'ı arkasına, kızını da karşışına alır. Marifet kızını arkana alıp Diyarbakır'ı karşına almaktır. Ağalık o zaman belli olur. Yanılıyor muyum ağa?"

 

Bıyık Ağa yine cevap vermedi. Kendimi duvara konuşuyormuşum gibi hissediyorum.

 

"Sen otur, iyice bir düşün Bıyık Ağa'm. Eğer Berivan'a gerçekten babalık yapacaksan akşam gel, hem kızının gönlünü, hem kızını al. Ama yok, ben böyle bir ağayım, işe yaramaz oğlumla yaşayacağım diyorsan hemen şimdi kızını sil, unut, Diyarbakır'a git. Karar senin."

 

İnşallah ikinci şıkkı uygulamaz.

 

Amin amin amin.

 

"Bana müsaade artık." dedim ayağa kalkarken. Bıyık Ağa'm sanki anasına sövmüşüm gibi bir sessizlikle kalkıp bana kapıya kadar eşlik etti. Odasından çıktığımda kapının önündeki adamlarını ve deli gibi oradan oraya volta atan Raşit hanzosuyla duraksadım bir an. Raşit hanzosu bana ters ters baktıktan sonra babasına döndü. "Görüşürüz bıyıklarına salıncak kurduğum." dedim gülerek Bıyık Ağa'ya bakarken.

 

Hafif bir gülümsemeyle başını salladığında önüme dönerek asansöre yürüdüm. Asansörü beklerken Raşit babasıyla konuşmaya çalışıyor ama Bıyık Ağa dalgın dalgın bana bakıyordu. Asansör geldiğinde tam bir ayağımı atmıştım ki aklıma gelen şeyle durdum ve Raşit'e seslendim. "Raşit hanzosu!"

 

Raşit ters ve öfkeli bakışlarını bana diktiğinde sırıtarak ona kapak yaptım. Adamları gülmemek için kendilerini tutarken, ki içlerinde Bıyık Ağa da vardı, Raşit kıpkırmızı bir suratla üzerime koşmuştu ki hızla asansöre girip tüm tuşlara bastım. Biraz daha zorlarsam asansör hata verecekti.

 

Kapılar kapanmadan hemen önce Raşit nefes nefese göründü. Ona bir de dil çıkarmama hepten delirdiğinde zevkten dört köşe bir halde sırıttım asansörün içinde.

 

İnşallah merdivenleri kullanmaz!

 

Ertesi Gün;

 

Altımdaki son model arabayla asfaltın sadece anasını değil, sülalesini ağlatarak yoldaki araçlara makas ata ata ilerlerken elimi vitese attım ve vitesi beşe, kafamı da zafere taktım. Ayağımı da gaz pedalına yaslayıp iyice gaza bastım. Dikiz aynasından arkayı kontrol ettiğimde onları atlatmış olmanın verdiği zaferle bağırdım. "Yes be!"

 

Bağırmayaydım iyiydi emme...

 

"Kız," diyen annemin elimden telefonu almasıyla ellerim bomboş kalırken şaşkın surat ifadesiyle ona baktım. Ama zafere yakındım ben ya! "Bırak şu telefonu! Bir işin ucundan tut!"

 

Ona bön bön bakarken dudaklarımı büzdüm ağlamaya hazırlanan veletler gibi. Gözlerimin musluğunu açtım. Ağladı ağlayacaktım. Burnumu çektim. "Daha yeni hapisten çıktım ben." dedim Türkan Şoray gibi sesimi titretirken. Yeni dediğim de dün. "Sen beni calıştırmiyip oturticiğine, gelmiş bana temizlik yap diyorsun." Kollarımı göğsümde toplayıp başımı çevirdim ve bacak bacak üstüne attım. "Çok ayıp ediyorsun bayan."

 

"Gül," dedi cağnım anam adımı kuymaktaki peynir gibi uzatırken. "Bak baa geliyiler! Kalk kız çabuk! Git bez al eline, yerleri sil çamaşır suyuyla güzelce."

 

"Hıı, tabii." dedim derhal ayaklanıp ona dehşetle bakarken. "Çamaşır suyuyla bir kere vukuatım oldu. İkincisini ne bu insanlık, ne de bu naçizane bedenim kaldırmaz. Bir gece nezarette kalmaktan kıçım belim uyuştu!"

 

"Sen bilirsin." dedi omuz silkip. İkna olmuş muydu yani? Vay be! Tabii ben böyle düşünürken annem terliğini ultra şovla havaya fırlatıp tek eliyle tuttu ve gözlerini kısıp düşmanına bakar gibi baktı. Vaov! Kadının içinden ne çıktı ula öyle? Bunu ben denesem ya avizeyi patlatırdım ya da terliği kafama yerdim. "Sen mi kaçarsın ben mi kovalayayım annecim?"

 

Dehşet içerisinde açılan gözlerim terlikteyken, "Yüze kadar sayacaksan kaçarım!" dedim can havliyle.

 

"Ula!" diye bağırıp terliği fırlattı. Bari bi' kaçaydım. Tamam, her türlü isabet ettiriyorsun o terliği ama bari bekleyeydin anne? "Dalga geçme benimle! Yerleri siliyorsun hemen! Sana bir saat mühlet, yerleri pırıl pırıl etmezsen yalatarak temizletirim."

 

"O yerleri silen Gül'ün-..." dedim kaşlarımı çatıp ona meydan okuyan bakışlar atarken. Alnımın orta yerine yediğim terliğin acısını geçirmek için elimi alnıma bastırıp ovuşturdum. Bu kadınla dart oynasak her türlü yenerdi beni. Kaçarı yoktu. 'Yavrum baban nişancı mıydı?' diyeceğim ama rahmetli dedem askerde kendini kendi silahıyla vurmuş adamdı.

 

Askerlik anılarını çok dinler ve yarıla yarıla gülerdim de...

 

"Kız baa bak!" diye alttan tehdit içeren sesiyle eli yavaştan diğer terliğine uzandığında gözlerim iri iri oldu. Yok, günlük terlik kotamı doldurmuştum. İkincisine karnım tok, sırtım pekti.

 

Şimdi R yapmak olmaz deyip ileriden U döndüm. Yapacak bir şey yoktu. "Vileda nerede demiştin canım anacım?"

 

R yaptığımı gören cağnım anam egoyla omuzlarını kaldırıp küçümser bakışlar atarken bir Kraliçe Elizabeth edasıyla elini kaldırıp koridoru işaret etti. "Banyodaki dolapta." dedi sadece.

 

Beş Dakika Sonra;

 

Dün akşam üzeri, söylediklerim onda etkili olmuş gibi Bıyık Ağa gelmiş, çayımızı içerken hem Berivan'ın gönlünü hem de Berivan'ı almıştı. Hepimizin önünde onu okutacağını, hayallerine destek olacağını söylemişti. Demir abim yine de her ihtimale karşı Diyarbakır'daki tanıdıklarıyla iletişime geçip durumu özet geçmiş ve onları hem Bıyık Ağa'ya hem de Berivan'a göz kulak olmaları için yönlendirmişti.

 

Gecenin sonunda Bıyık Ağa kızını alıp gitmeden önce bana sarılmıştı. Bu aile üyelerinin dikkatini hemen çekmiş ve Bıyık Ağa'nın böyle ani karar değiştirmesinde bir parmağım değil, direkt elim olduğunu anlamışlardı. Özellikle Demir abim dik dik bana bakmıştı ve gecenin sonunda benden her şeyi anlatmamı istemiş, ben anlatmadan beni uyutmamıştı. Olan biteni en hızlı şekilde özet geçerek anlattıktan sonra, önce tedbirsiz ve kimseye haber vermeden böyle bir işe kalkıştığım için azar çekmiş, sonra da bana sımsıkı sarılıp göğsüne yatırarak her şeye rağmen benimle gurur duyduğunu söylemişti.

 

İşte bu her şeye bedeldi.

 

Bıyık Ağa'm da gider ayak gel seni de götüreyim, Diyarbakır'ı gezdirir, seni kızımdan ayırmam demişti ama Tahir olduğu için reddetmiştim teklifini.

 

Şimdi düşününce keşke kabul etseydim diyorum. Baksana şu an Tahir'in bana bir faydası var mı?

 

Resmen çocuk işçi olarak çalıştırılıyorum!

 

Tamam bedenen yirmi dört yaşında olabiliriz ama ruhumuz hâlâ çocuk!

 

Tahir demişken telefonumu bu sabah elime geçirmiştim ve telefonu alır almaz onu aramıştım ancak o telefonlarımı açmamıştı. İdris olayından ötürü kızgındı bana biliyorum ama gündemin saat gibi sürekli değişmesi de benim suçum değildi be!

 

İşi yoğundur diye üstelemedim. Müsait olduğunda beni aramasını belirten bir mesaj attım sadece ama ona da geri dönüş yoktu.

 

Şimdi cevapsız bırakılmamın öfkesini yerleri sile sile çıkarıyordum. Elime viledayı almış bir sağa bir sola çarptırarak yerleri silerken kafama vuran annemle durdum ve ona baktım. Bozuk televizyonmuşum gibi sürekli vuruyordu kafama. Hayır yani sinyali de tamdı. Gayet net çekiyordu beynim şu an.

 

"Düzgün sil!" dedi kaşlarını çatıp ellerini beline yaslarken. "Yerleri siliyor musun, dövüyor musun belli değil! Seni alan uşak yandi yandi!"

 

Kıkırdadım. "Beni alan uşak zati yandığı için alacak anam." deyip cilveli bir şekilde göz kırptığımda elleri belinde imalı imalı baktı bana.

 

"Öyle mi diyorsun?" diye sorduğunda duymazdan geldim. "Kimmiş sana yanacak uşak, de bakayım hele."

 

Elimle rastgele bir köşeyi işaret ettim. "Burayı mı siliyorduk?"

 

Başını iki yana sallarken senden adam olmaz, olsa da o günleri ben görmem bakışlarını fırlattı üzerime.

 

Annem koltuğa oturup iki dakika soluklandığında bende yerleri siliyordum viledayı sağa sola çarpa çarpa ve bir anda aydınlanma geldi. Anında isyan bayraklarını çektim.

 

"Bu süslü Barbie nerede ya?!" diye cırladım konuyu dağıtıp bir anlık gazla viledayı savururken.

 

Annem iri iri açtığı gözleriyle sanki evladı ölmüş gibi viledanın arkasından bakarken...

 

Cafer, bez getir Cafer!

 

Annemin alev saçan bakışları bana dönerken eğilip viledayı aldım ve şirince gülümsedim. "Elimden kayıverdi. Valla kız. Yoksa ben ona hiç öyle kötü davranmam. O evimizi temizlememizde en büyük etken! Çarpılırım valla!"

 

'Aferin.' der gibi ters ters bana bakarken az evvel ki sorumu yanıtladı. "Nerede olacak ablan? Sen gibi akşama kadar yatmıyor o. Çalışıyor."

 

Ohhhh! Lafımızı da yedik, karnımızı da doyurduk.

 

Buna alınmayı sonraya bırakıp diğerlerini sordum.

 

"Polis abim nerede?"

 

"Karakolda."

 

"Asker abim?"

 

"O da evrak işleri varmış, askeriyeye gitti."

 

"Babam?"

 

"O da tamirhane de."

 

"Memo nerede?"

 

"Okula gitti."

 

Soracağım son bir kişi kalmıştı ama onunda bana faydası yoktu. "Dedem nerede?"

 

"Cuma'ya gitti."

 

Ofladım.

 

Gerçekten boş gezenin boş kalfası bir ben olduğum için temizlik de bana kalmıştı iyi mi?!

 

Annem oturduğu yerden kalkıp eline sarı bez alıp camlara girişirken, bende yerleri döve döve siliyordum. Viledayı hızla ve sertçe sağa doğru savururken açıyı ayarlayamamaktan ötürü viledanın sapı yanağımı sertçe çizmişti. "Ah! Anam!" diye inledim.

 

"Noldi?" diyen annem bana döndü telaşla. "Viledama bir şey mi oldi?"

 

"He oldi!" dedim sinirle yanağımı tutarken. Vileda kadar kıymetimiz yoktu be! "Olan baa oldi!"

 

Memnuniyetsizce burun kıvırıp önüne döndü. Yanağımı ovuşturup tip tip ona baktım. Kaportayı gerçekten çizmiştik iyi mi?

 

Bu böyle olmazdı. Derin ve güçlü bir nefes alıp boğazımı temizledim ve viledanın sapını mikrofon gibi ağzıma tuttum.

 

Açılın açılın, damar yolu açmaya geliyorum!

 

"Rastlarsa gözlerin yaşlı yavruna!" diye başladım şarkıya bağırarak. Kibariye ablacım, bak işine. "Suçunu bağışla sarıl boynuna!

Biz bize yaşarken geldik oyuna!" Yavaşça ve viledayı yere sürte sürte anneme doğru yaklaştım. Tam arkasındaydım. Hareketleri yavaşlamıştı. Etkileniyordu da çaktırmıyordu kereta. Eh, sesimin İbrahim Tatlıses gibi yanık ve derinden olmasını da hesaba katarsak...

"Eller kadir kıymet bilmiyor anam!

Senin kadar kimse, sevmiyor anam!"

 

Annem yavaşça bana döndüğünde Kibariye'liğimi biraz daha pistte tuttum ve acı çekiyormuşçasına yüzümü buruşturup İbrahim Tatlıses gibi elimi titreterek devam ettim şarkıya.

 

"Tamam tamam." dedi sakince. Susup ona baktım melül melül. "Neren acıdı söyle bakalım?"

 

"Buyam," dedim beş yaşındaki velet gibi yanağımı gösterirken. Masum masum kirpiklerimi kırpıştırdım. "Buyam acıdı anne."

 

"Salak kızım benim." dedi önce kafama vurup bir miktar beyin hücrelerimin katili olurken. Hemen sonra da yanağımdaki çiziğe baktı bir cerrah edasıyla. "Çok mu acıdı canın?"

 

Başımı salladım. "Çok."

 

"Ee, sen şimdi temizlik de yapamazsın?"

 

Başımı iki yana salladım. "Yapamam."

 

Ya yeminle kafamın içine yoğurt koysalar iki dakika da ayran olurdu! Ne çok kafa sallamıştım. Halbuki duygu sömürüsü yapıp işten kaytaracaktım. Azıcık daha dram kasayım durun.

 

"Benim de fıtığım tuttu yine," dedi annem yüzünü buruşturup elini beline koyarken. "Bak bak, nasıl ağrıyor hele! Evde berbat. Kim yapacak bu temizliği?" Yüzünü o kadar çok ekşitmişti ki, gerçekten canı yanıyor olmalıydı. Üzüldüm. Evet bende üzülebiliyordum! "Neyse kızım, sen git odana. Ben yaparım."

 

"Yok yok." dedim bir anda hızla viledayla sarılırken. "Ben temizlerim otur sen anne."

 

Hızlıca ve güzelce yerleri silmeye başladım. Bana bir şey olması umrumda değildi ama sevdiklerime, özellikle aileme bir şey olunca mahvoluyordum. Onlara gelecek olan her şey bana gelsin ama onlar hep yaşasın...

 

Arkamdan gelen kıkırdamayla arkama baktım saf saf. Annem doğrulmuş, eli ağzında gülüyordu. Ee bu karı az önce acı çekmiyor muydu?

 

Kendi silahınla topuklarından vuruldun geri zekalı, tebrikler! dedi içimde benden nefret eden birileri.

 

Yok yok, anam yapmaz!

 

Valla Mesude de Kemal'im yapmaz diyordu ama gördük... dedi yine o ses.

 

"Ah benim akıllı geçinen ama salağın en önde bayrak sallayanı kızım." dedi annem yanıma gelip yanağımı severken. Överken gömdü, gömerken övdü. "Duygu sömürüsü öyle yapılmaz annecim, böyle yapılır." Ve omzuma dokunup yanımdan geçti. "Hadi saa kolay gelsun. Ben mutfaktayım yemek yapacağım. Yerleri sildikten sonra kalan camları da sil."

 

Lanet olsun dostum! Yaparmış!

 

Gafil avladın beni Sümbül Sultan! Amma velakin bir daha bu olmayacak.

 

Annemin arkasından gözlerimden fışkıran ışın kılıçları atarak baktım ve kendime sayıp söverek temizliği yaptım.

 

Yarım Saat Sonra;

 

Elime nereden geçtiğini bilmediğim bir tişört parçasıyla anamın yarım bıraktığı camlara girişmiş, tüm negatif enerjimi atarcasına temizlik yapıyordum. Oh be! Bu temizlik de keramet varmış.

 

Nikahta olmasın o? dedi beni her fırsatta düzeltme görevini üstlenmiş kişilik.

 

Tişörtü su dolu kovaya sokup ıslattım ve güzelce sıktım. Vallahi ne sinir kalmıştı ne stres! Aşırı iyi gelmişti bu temizlik işi. Tüm derdimi tasamı unutturmuştu. Sebepsizce sırıtıp camları silmeye devam ettim. "Anne!" diye bağıran Demir abimin sesini duymamla irkildim. Saygısız şey!

 

Temizlik yapıyorduk burada canım!

 

Beş dakika önce gelmiş ve geldiği gibi duşa girmişti. Altında pantolonu üstünde hiçbir şey yokken ellerini beline yaslamış, hoay maşallahlık vücuduyla mutfağın önünden dikiliyor, anneme bakıyordu öfkeyle. "Benim beyaz tişörtümü nereye koydun?" diye sordu sabırsızca dudağını ısırırken. Sonra patladı tabii. "Otuz iki yaşında adamım hâlâ kıyafetlerimi topluyorsun!"

 

"Bırakma sende ortalıkta kıyafetini bende toplamayayım oğlum." dedi annem haklı olarak. "Ayrıca makinadadır o tişört, git başka bir şey giy üstüne. Dolanma ortalıkta böyle yarı çıplak! Ayıp!"

 

Demir abim sinirle gözlerini kapatıp yanaklarını şişirdi ve derinden ofladı. Bakayım, karşı ki dağlar yıkılmış. Elimdeki tişört görünümlü bez parçasını kovaya daldırdığımda abim beni yeni fark ediyormuş gibi bana baktı. Ona bön bön bakıp tişörtü kovadan çıkardım ve suyunu sıktım. Abimin gözleri elimde duran tişört görünümlü bez parçasına kaydığında gözleri kısıldı.

 

Ah canım, temizlik mi canı çekmişti acaba?

 

"O," dedi elimdeki bez parçasını işaret ederken. "O benim tişörtüm mü?"

 

Bilmem, öyle miymiş?

 

Dur bakayum, baktum. He valla öyleymiş.

 

Galiba yine sıçtım!

 

Cafer, kefen getir Cafer!

 

Ağır adımlarla bana doğru gelen abimle, can havliyle tişörtü yüzüne fırlatıp camdan atladım. Arkamdan kükreyen sesiyle depar atıp babamın yanına kadar gittim. Ucuz yırtmıştım.

 

Tamirhaneye girmemle duvarın önüne çöküp nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. Arabayı tamir eden babam telaşla bana bakıp ellerini beze sildi ve yanıma geldi. "Gül," dedi önümde diz çöktüğünde. "N'oldu kızım? Ne bu halin?"

 

Başımı uzatıp sokağa baktım. Abim tişörtünün şokunu atlatamamıştı sanırım. Gelmemişti arkamdan. Zaten arkamdan gelse şu an burada olmazdım. Adam iki adımıyla yakalardı beni.

 

"Demir abimin tişörtünü paspas etmişim." dedim kıkırdarken. Babamın telaşlı bakışları yerini şaşkınlığa bıraktı. "Ama vallahi farkında değildim baba. Gerçi onun tişörtü olduğunu bilseydim yine paspas ederdim sırf ibnelik olsun diye, orası ayrı."

 

Derin bir nefes verip doğruldu. "Hiç akıllanmayacaksın değil mi?" diye de sordu cevabı bilmesine rağmen.

 

Tatlı tatlı sırıtıp başımı iki yana salladım. Akıllanmayacak, uslanmayacak ve hep yaramazlık yapacaktım. Yaşayamadığım çocukluğumu şimdi yaşayacaktım...

 

Kime ne?

 

****

 

Yaşadığım anın gerilimi %80'di.

 

Nerede miyim?

 

Hemen anlatıyorum:

 

Can güvenliğim tehlikede olduğu için babamla dönmüştüm eve. Tabii eve girmemle çıkmam bir oldu. Annem olacak zalim karı hepimizi toplamış, kuyruk gibi peşine takıp dünürlerimize gelmiştik. Dedem, babam, annem ve Memo, Demir abimin arabasına doluşurken ben Sinan abimin arabasının ön koltuğuna konmuştum. Süslü Barbie de arkaya oturmuştu. Dünürlerimize geldiğimizde herkes eve girmişti.

 

İşte o anda ki gerilim, yüksek voltaja sahip elektrik direklerinde bile yoktu! Demir abimin sabahtan beridir çatık olan kaşları hâlâ daha öyleydi. Acaba kaşları çatık dursun diye yüzüne botoks mu yaptırmıştı? Hayır zalımın uşağu böyle de çok yakuşukliydi da!

 

Bir abine yavşamadığın kaldıydı, o da oldu! dedi içimdeki kadın benden utanırken.

 

Umursamadım.

 

Annem dünürünü almış günün dedikodu kotasını onunla doldururken, son olan olaylardan ona bahsederken, babam ve dedem sıkıntıyla saf saf etrafa bakınıyorlardı. Zira geldiğimizden beri süslü Barbie'nin kayınatası, sevdiceğim bey olan Tahin ve müstakbel eniştem Ken bize bir hoş geldiniz demiş ve salondan ayrılmışlardı. Gören de Top Secret dosyalarını bulmaya çalışan ajan sanırdı hepsini! Bir sessizlikler, bir gizemler bir gizemler sorma gitsin yani!

 

Süslü Barbie bozulmuşlukla koltukta otururken ona bakıp sırıttım. İyice bozuldu. Oh olsundu! Sinan abim karşım da oturmuş ve düpedüz Yaren ablayı kesiyordu. Edepsizler! Onca insanın içinde nasıl da bakışıyorlardı öyle. Peri boyama yaparken Demir abimle ben ikili koltukta oturuyorduk fakat salladığı dizi deprem etkisi yaratıyordu. Sıkılmıştı paşamız.

 

"Bir de bana sen gelme dedin. Bak! Geldiğimizden beri Tahinciğimi göremedim." diye fısıldadım. Yan yana oturduğumuz için beni duyması zor olmadı.

 

Bana ters ters baktığında sıkılmışlığının sinirini benden çıkaracak gibiydi. Tek bir kelime söyledi. "Sus!"

 

Ay o sus deyince susadığımı fark ettim birden.

 

"Susadım." deyiverdim.

 

Salondaki tüm bakışlar bana döndüğünde Sinan abim, "Canına mı?" diye kendince espri yaptığında üzülmesin diye sahteden güldüm.

 

Yanımda oturan Demir abim bakışlarıyla beni öldürürken, "Yok yok. Eceline susadı o." dedikten sonra kulağıma eğildi. "Otur şurada, kapa çeneni. Ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum mu sanıyorsun? Buradan kalkarsan seni sürükleyerek götürürüm eve."

 

Saf saf ona baktım. "Ne yapacakmışım ki?"

 

"Su içme bahanesiyle o züppenin yanına gideceksin. Bilmiyoruz sanki! Sen giderken biz dönüyorduk o yolları."

 

Hayretle ona baktım. Yeminler olsun ki aklıma gelmemişti. Gelseydi de izin vermiyordu paşamız, baksanıza.

 

"Aklıma bile gelmedi!"

 

"Tamam, sus."

 

Ağzımın içinde homurdanarak önüme döndüğümde ne ara gittiğini anlamadığım Yaren abla elinde bir bardak suyla geldi ve bardağı bana uzattı. Bir dikişte içtim suyu. Nefes nefes elimin tersiyle ağzımı silerken bardağı ortadaki sehpaya bıraktım. "Su verenlerin çok olsun." dediğimde güldü.

 

Aradan birkaç dakika geçmişti ki, "Yanlış zamanda geldik galiba." dedi Demir abim sıkılmışlığını belli etmekten çekinmezken. Çok patavatsızdı bu da canım! "Evin erkekleri ortada yok da."

 

Züleyha Hanım teyzeciğim mahcup bir bakış attı. "Yarın şirkette önemli bir toplantı var da, onun sunumuna hazırlanıyorlardı siz gelmeden önce." dedi özür diler gibi. "Sunum için bir kod yazmışlar ve sanırım o kodlarda bir problem oluşmuş. Hatayı bulmaya çalışıyorlar da, uzadı sanırım. Ben bi' bakayım."

 

Züleyha Hanım teyzeciğim tüm kibarlığıyla ayaklandığında Demir abim mesleğimi deşifre etmişti. "Defne baksın isterseniz?" dedi üstüne vazifeymiş gibi. "Defne, Bilgisayar Mühendisliği okudu."

 

"Gerçekten mi?" diye sordu Züleyha Hanım teyzeciğim, ultra bir şaşkınlıkla.

 

Hayır, şaşılacak bir durum da yoktu ki. Ben de gayet zeki ve inek bir öğrenciydim zamanında.

 

"Evet dünürüm," dedi annem mezarımı kazarken. "Bakma böyle salak salak hareketlerine sen," dedi ve beni gömdü. "Bölümünü ikincilikle bitirdi." diye de ekledi gururla omuzlarını kaldırırken.

 

Birinciliği şerefsiz Deha'ya kaptırmış olmam hâlâ bir yaradır içimde.

 

"Ee, niye mesleğini yapmadın peki?" diye sordu Yaren abla. "Bilgisayar Mühendisliği'nin önü açık diye biliyorum. İş bulmaman olanaksız!"

 

Tam cevap verecektim ki Sinan abim fırsat kolluyormuş gibi atladı derhâl. "Çünkü kendi istemedi." dedi. "Ona istemediği bir şeyi kimse asla yaptıramaz."

 

Yalnız bana sordular Sinan Başkan! Sen hayırdır?

 

Yaren abla bir şey demedi, çünkü abimin söylediklerinden ziyade abime odaklandığı için çaprazımda dondurma gibi eriyip duruyordu. Buz yok mu buz?

 

"Bir bakıver o zaman sen kızım," dedi Züleyha Hanım teyzeciğim. Gel de hayır de şimdi! Ya yapamazsam? Ya rezil olursam? İyi pok yediniz ula! "Yapamadılar sanırım."

 

"Ben..." demiştim ki anamın ateşli ok fırlatan gözleriyle sustum. O bilgisayarı tamir et! dercesine ateşliyken bakışları, babam da gözlerini bir kez yumup açtı, Git bi' bakıver kızım. dercesine. Demir abim de çatık kaşlarıyla başını bir kez eğmiş ve kaldırmıştı, Bir arkadaşa bakıp çık, fazla kurcalama! dercesine. Ya da değilcesine. Bilemedim tam.

 

Sonuçta hepsi bak diyor, bana cevap hakkı tanımıyorlardı. Bende onlara karşılık delici bakışlarımı gönderdim ve ayaklandım. Kuzu kuzu Züleyha Hanım teyzeciğimin peşine takılmış, enişte beyin çalışma odasına gelmiştim.

 

"Beyler kolay gelsin," dedi Züleyha Hanım teyzeceğim neşeli sesiyle. Tabii çölde su bulmuşlardı, kuruturlardı şimdi o suyu dibine kadar. Eliyle beni gösterdi. Hepsi bana bakarken arkamı döndüğüm gibi topuklarımı kıçıma vura vura kaçmak istiyordum!

 

Kurtar beni ey Eros!

 

"Gül, Bilgisiyar Mühendisliği okumuş. Bölümünü de ikincilikle bitirmiş. İsterseniz o bir baksın?"

 

Eniştem ve eniştemin babası bey amcacığım şaşkınlıkla bana bakarken Tahinciğim bana kısa bir bakış atmış ve kaşlarını çatarak bilgisayarla ilgilenmeye devam etmişti. Sanki çok anlıyordu da manyak! Bana olan sinirden bozacaktı iyice!

 

"Bende Bilgisayar Mühendisliği okudum anne." dedi huysuzluğu sesinden akarken. Bana küçümser bir bakış attı. "Benim yapamadığımı Gül mü yapacak?"

 

Beni küçümsemişti!

 

İşte şimdi senin fişini çekmiştim çakma Tahin!

 

Bana öfkeli de olsan beni küçümsemeyecektin!

 

Beni küçümsersen ben de seni kıçımsarım!

 

Havalı havalı bilgisayara ilerledim ve elimin tersiyle Tahin uyuzunu ittirip sandalyeye oturdum. Bilgisayara baktıktan sonra gözlerimi yumup hocalarımın anlattıkları bilgileri yoklamaya başladım zihnimin kütüphanesinde.

 

"Ne yapıyor bu?" diye homurdandı Tahin tepemde. İki dakika rahat bıraksa şaşardım. "Vahiy gelmesini falan mı bekliyor?"

 

Sinirli bir soluk verip tam ona cevap verecekken istediğim tüm bilgiler bir bir aklıma geldi ve parmaklarımı çıtlatıp klavyenin üzerinde hızla dolaştırdım. Hatayı bulmuştum ve hallettim. Üç adamın üstelik Tahin Bey'in de Bilgisayar Mühendisliği okumasına rağmen saatlerdir bulamadıkları hatayı on beş dakika da düzelttim.

 

Üniversite hocalarımın gözü yaşlı...

 

Havalı havalı sandalyeden kalkarken eniştem ve onun bey babası amcacığım beni tebrik etmiş, çokça da teşekkür etmişlerdi. Onlar neşeyle odadan çıkarken Tahin'e döndüm. Şimdi ben küçümser bakışlar atıyordum. "Fare'yi küçük gören Aslan hikayesi vardı biliyor musun?" diye sordum. Huysuz ve sinirle gözlerime bakıyordu. Parmaklarımın ucunda yükselip kulağına fısıldadım. Az evvel sinirle sert soluklar alırken şimdi nefes almayı bırakmıştı. Gülümsedim. "Bu da sana..." deyip sustum kısa bir an. Girsin derdim de benim gibi terbiyeli, hanım hanımcık bir kıza yakışmazdı. O yüzden ben de yumuşatılmışını söyledim. "Kapak olsun!"

 

Neşeyle gülerek arkamı dönmüş odadan çıkıyordum ki, "Git!" dedi arkamdan. Durdum. "Canın isteyince gel, istemeyince git. Senin olayın bu değil mi?"

 

Ne diyor ula bu?

 

Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Ne?" diye sorabildim. Bana sinirli olması beklediğim bir şeydi ama bu neydi şimdi? "Ne demek istiyorsun?"

 

Sinir harbiyle güldüğünde ellerini dağınık saçlarına daldırdı. Şimdi fark ediyordum da göz altları mosmordu ve şu görüşmediğimiz bir haftada zayıflamış gibiydi.

 

"Ne demek istiyorum?" dedi kaşlarını kaldırıp alay ve sinir karışımıyla gülerken. "Ne demek istiyorum biliyor musun Gül? Sen beni hiç sevmemişsin. Şayet beni, biraz bile olsa sevmiş olsaydın, senin geleceğin ilk kapı ben, arayacağın ilk kişi ben olurdum. Abin seni şirketten alıp götürdüğünde peşinden gelmediysem sırf benim yüzümden zarar görme diyeydi. Sonra telefonunu kaptırdın. Dedim sen arama. Sen ararsan ve Demir görürse kıza hayatı zindan eder. O seni arar. İlk fırsatta arar seni, bekle Tahir dedim. Aramadım. Arayamadım. Zaten sende aramadın. Ama biliyor musun? Her gece sizin evin önündeydim. Belki cama çıkarsın, bahçeye çıkarsın da hiç değilse görürüm seni diye. Ama ne sen cama çıktın ne de bahçeye. Ben seni görme hasretiyle yanıp tutuşurken senin şen kahkahaların duyuldu evden. Buna bile bir kılıf buldum biliyor musun? Ailesinin yanında acısını, üzüntüsünü belli etmemek için gülüyordur Tahir dedim. Gerçek değildir dedim. Sen burada, bu arabanın içine bile sığamazken o evinde, mutlu mesut oturmuyordur. Her şeyin bir açıklaması vardır. Aşkına tutun, herkes öfkesine tutunur sen aşkından vazgeçme dedim."

 

Gözleri dolu dolu olduğunda bile gülümsemeyi bozmadı ve bu içimde, acıyan bir yerleri kanatmaya yetti.

 

"Aşkıma, sana olan bağımlılığıma tutunmamın üzerinden on bir gün geçmişti ki sen aradın. On bir gün boyunca beni hiç özlememişsin veya merak etmemişsin ki sadece iki kere aradın ve bir mesaj attın. Attığın mesaj ne biliyor musun? Müsait olduğunda beni ara."

 

Evet bu sabah telefonumu alınca onu iki kere aramıştım. İlki uzun uzun çalıp kapanınca telefonunun yanında olmadığını düşünüp on dakika sonra bir daha aramıştım ama yine telefon çalıp çalıp kapanmıştı. Bende şirkette müsait değildir diye mesaj atmıştım.

 

Çünkü ben Tahir'in bana kızgın olabileceğini düşünmüştüm hep.

 

Oysa o bana kırılmıştı.

 

"Müsaittim Gül." dediğinde ona baktım. Başını ağır ağır aşağı yukarı salladı. "Müsaittim ama aramadım seni. Tıpkı senin de beni aramadığın gibi, bende seni aramadım. Çok istedim biliyor musun? Ara dedim, konuş dedim ama sadece dedim. Yapamadım. Elim defalarca telefona gitti ama arayamadım. Sonra akşam geleceğinizi öğrendim. Dedim tamam, şimdi Gül bir şekilde yanına gelir, seninle konuşur, gönlünü alır. Aşkına Tahir, aşkına tutunmaya devam et. Geldin Gül. Buradasın, yanımdasın ama benden bi'habersin."

 

Söylediği her kelime ruhuma saplanan bir bıçak olup beni kanatırken ona bakmak dışında hiçbir şey yapamıyordum. Normalde çenem durmazdı, konuşurdum ama ilk kez şu kör olasıca dilim bağlanmış gibiydi.

 

Tahir kalktı, yanıma geldi, karşımda durdu. Uzun uzun seyretmek istedi yüzümü ama daha fazla bakamadı. Sanki yüzüme bakmak, gözlerimde görmek istediği ama görmediği bir şeyler canını yakıyormuş gibi başını çevirdi, nefeslendi ve yeniden gözlerime baktı. "Şimdi gözlerine bakınca," dedi en ağır darbeyi sona saklayarak. "Şu on bir günde aşkına tutunanın, bu ilişkide aşık olan tek tarafın ben olduğumu görüyorum ve biliyor musun? Ben tek taraflı sevgi, aşk istemiyorum. O yüzden," Sustu kısa bir an. Yutkundu. "Özgürsün. Şu on bir günde olduğu gibi ben yokmuşum, hiç olmamışım gibi hayatına kaldığın yerden devam edebilirsin." dedikten sonra son kez baktı yüzüme ve yanımdan geçip gitti.

 

O, odadan çıkmadan önce sesimle durdurabildim onu. "Bitti mi yani?" diye sorarken öylece önümdeki ahşap sandalyeye bakıyordum. O ise arkamda durmuş, yüzü kapıya dönüktü. Sırt sırtaydık.

 

Gülümser gibi oldu ama tamamen kırgınlıktan. "Bende bitti," dedi. "Senin için başlamamış bir şey bitemez zaten. O yüzden bu durumun seni fazla etkileyeceğini sanmıyorum." dedikten sonra fazladan bir saniye bile beklemeden çıkıp gitti.

 

Beni etkilemeyecekse eğer, o zaman neden şu an canım yanıyor?

 

Bölüm Sonu.🖤

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

Bölümle ilgili düşüncelerinizi buraya bırakabilirsiniz.💭

 

Oy verip yorum yapmayı unutmayalım.💫🙏🏼

 

İnstagram: nazankaraermis📱

nazankrrmshikayeleri📱

 

♥️

 

Loading...
0%