Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. "Yaramın Şifası Sende Abi."

@nazankaraermis

Keyifli Okumalar...🤎

 

Gül'den;

 

Tam umudu kestiğim anda, gelüse gelü gelmezse gendü bülü dediğim anda gelmişti Demir abim.

 

İşte buradaydı, tam karşımda.

 

Burnumun direği sızlarken ve göz yaşlarım indirimli mağazaya akın eden insanlar gibi göz pınarlarıma hücum ederken hızla ona doğru koşarken buldum kendimi. Kollarım boynuna dolandığında dizlerimin bağı çözüldü. Boynuna yapışmamış olsaydım eğer çoktan düşmüştüm. Ona sarılırken kıpır kıpırdım. Kafamı kuma gömer gibi boynuna gömüp kendine has erkeksi kokusunu derin derin içime çekerken onu boğarcasına sarılmıştım ona. Uzun zamandır görüşmediğimiz için hasret gidermeme izin verdi. Aksi halde çoktan itmişti beni. Vıcık vıcık sarılmalara ve sulu öpücüklere gelemezdi hiç. Bende neden nefret ederse hepsini ona yapardım inadına.

 

Ben onunla hasret giderirken, derin derin kokusunu solurken o da bir kolunu belime sardı. Diğer elleri saçlarımı okşadı. Saçlarıma, omzuma öpücükler kondurdu. O da özlemişti işte beni. Normal de ona sarılan hep ben olurdum. Ona sarıldığım zamanlarda hiç karşılık vermezdi ama şimdi ilk kez, ben uyurken değil de ayıkken sarılıyordu bana. Bunun mutluluğu bir ömür yeterdi ki bana.

 

Bir süre, bizi izleyen insanların bakışları eşliğinde sarıldık. En sonunda abim elini çekti belimden. Hemen sonrasında omuzlarımdan kavrayıp ona kene gibi yapışan beni geri çekti. Her zamanki gibi o kalın, kavisli kaşları çatık, bakışları sertti. Bana hep bu yüzünü gösterse de onu zerre takmıyordum çünkü biliyordum ki içinden şükürler ediyor, benimle hasret gidermek için uyumamı diliyordu.

 

Kaçın kurasıyım oğlum ben, yer miyim bu numaralarını?

 

"Seni buraya çalış diye gönderdim, şarkı söyle diye değil." dedi.

 

Bir yıl sekiz ay yirmi üç gün sonra geldi ve dediği ilk cümle bu!

 

Tamam bana olan sevgisini söylemesini beklemiyordum ama insan bir nasılsın derdi en azından be!

 

Hemen dudak büktüm. "Valla bende o niyetle girdim ama patron reddedemeyeceğim teklifler sununca kabul ettim."

 

"Etmeyeceksin!" dedi keskin bir tonla. "Çalışmak istiyorum demişsin bizimkilere sana iş ayarladım. Hangi pozisyonu ayarladıysam o pozisyonda çalışacaksın. Şarkı söylemek ne?! Bugünden itibaren çalışmayacaksın!" dediğinde öfkesine karşılık ben sırıtıyordum. Zaten bende onca insanın içinde şarkı söylemeyi sevmemiştim. Şarkılar benim hislerimdi ve ben onu kimselere söylemezdim, Demir abimden başka. O da bunu biliyordu ve sanırım kıskanmıştı. Kenara çekilip eliyle kapıyı işaret etti. "Düş önüme, gidiyoruz. Sana bir ayar vermek lazım."

 

Tam gitmek için bir adım atmıştım ki birden durdum ve kaşlarımı çatıp ona döndüm. "Hiçbir yere gelmiyorum!" dedim kollarımı göğsümde kavuşturup ona kafa tutarken. Kaşlarını iyice çattı ama umursamadım. "Adamsan beni götürürsün, hadi bakalım!"

 

Saçlarımı savurup sahneye gidecekken kolumdan tutup durdurdu ve kendimi üç saniye içinde onun sırtıyla bakışırken buldum. Evet, adammış, adamın hasıymış, adamın dibiymiş arkadaşlar. Omzundan baş aşağı sallanırken bir kolu elbisemin eteğinin üstünden bacaklarımı tutarken omzunda çuval taşır gibi rahattı.

 

"İlla zorluk çıkartacağım diyorsun," diye söylenirken çıkışa ilerledi. Kapının birkaç metre uzağında dikilen patron soğuk soğuk terler dökerken Demir abim ona sert bir bakış atmalı ki yutkundu, gözlerini kaçırdı. "Seninle sonra görüşeceğiz!" dedi patronuma.

 

Kafeden çıktıktan sonra beni yolcu koltuğuna bildiğiniz fırlattı. Geri geri şoför koltuğuna doğru düştüğümde ayaklarımı arabanın içine sokup kapıyı sertçe kapattı. Sert adımlarla gelip şoför koltuğuna otururken doğrulmuştum. Kollarımı tripli bir şekilde göğsümde kavuşturup yola baktım. Bana kısa bir bakış atıp kemerini taktıktan sonra bana da aynı uyarıyı yaptı ama dinlemedim. Sonra bir anda gaza basıp aniden fren yapınca sinek gibi torpidoya yapışmaktan son anda kurtuldum. Ona ters ters bakarken gözleriyle kemeri işaret etti, mecbur taktım. İnsancıl bir şekilde söylese takacaktım ki zaten. Uygulamalı göstermeye ne gerek var?

 

Yol boyunca tek kelime etmedim. Arada ona bakıyordum ama o hiç bana bakmadı. Gözlerini yoldan ayırmadı bile. Bende bunu fırsat bilip onu izledim uzun uzun. Siyah tişörtü daha dün gece benim üzerimdeydi. Bana elbise gibi gelen tişörtü onun iri bedenini iyice sarmış, iri kol kaslarını ve baklavalarını ortaya sermişti. Künyesinin zinciri boynunda parlarken künyesi tişörtünün altındaydı. Kirli sakalları ve kısa saçları yeni kesilmiş gibiydi. Bir yıldan uzun bir süredir görmediğim için sanki zayıflamış gibi gelmişti bana. Yol boyunca onu izledim.

 

Araba durduğunda eve geldiğimizi düşünerek indim arabadan ama eve değil, sahil kenarına gelmiştik. Abimde arabadan indiğinde başıyla büyük kayaları işaret etti. "Yürü." dedi hiçbir ifade barındırmayan ama benim çok şey anladığım o sesiyle.

 

Gözlerimi kıstım. "Beni denize mi atacaksın?" diye sordum. Hiç güven vermiyordu çünkü. "Değil beni denize atmak, kuma da gömsen bir şey olmaz. Unutmayın ki, bana hiçbir şey olmaz." dedim Gülben Ergen tavrıyla.

 

Tavrıma karşılık o da gözlerini kıstı. "Aklıma gelmemişti aslında fena fikir değil." dediğinde ona ters bakışlar atarak homurdandım. Kaşlarını çattı. "Yürü hadi," dedi önden giderken. "Şu derdin neymiş anlat bi'. İpten saptan sebeplerse eğer seni gerçekten denize atarım ona göre."

 

Ona gel demiştim ya, sebebini bilmek istiyordu. Beni üzen şeyi öğrenmek istiyordu. Yol yorgunuydu, uykusuzdu, belki de ağrıları vardı ama önceliği yapmıştı beni. Sabaha değil, gelir gelmez, belki de evdekilerle hasret bile gidermeden bana gelmişti beni üzen sebebi öğrenmek için. Onu yormadım. Derin bir nefes alıp omuzlarımı düşürerek peşinden gittim.

 

Abim çoktan bir kayaya oturmuş, dudaklarının arasına yerleştirdiği sigaranın ucunu ateşlerken ben de yanına oturdum. O sigarasını bitirene kadar konuşmadım.

 

Üç sigara içti peş peşe, yine konuşmadım.

 

Bir kere bile konuş demedi, anlatmamı bekledi. Gereksiz bir şekilde böyle anlarda sabır taşına dönüyordu.

 

Gecenin karanlığında hırçın dalgaların oturduğumuz kayaya vuran denizi seyrederken, "Nişanlanmış," dedim birden. Sesim bana bile yabancı geldi o an. Demir abimin sigara paketini açan elleri duraksadı bir süre. Sigara çıkarmaktan vazgeçip paketi cebine koydu usulca. Gözlerimi ona çevirmesem de onun göz ucuyla beni izlediğini biliyordum. Elbisem açılır mı diye umursamadan dizlerimi kendime çekip kollarımla bacaklarımın etrafını sardım ve çenemi dizlerime yasladım.

 

"Ben yıllardır onu beklerken o başkasıyla nişanlanmış," dedim sanki okuyup bitirdiğim bir kitabı ya da izlediğim bir filmi anlatır gibi. Başımı diğer tarafa çevirip sol yanağımı yasladım dizime çünkü gözlerim dolmuştu. Ağlıyordum ama sesim bile titremiyordu. "Unutmuş beni." dedim ve tam o anda hıçkıracakken sertçe dudağımı ısırıp bekledim. Ben kimsenin yanında ağlayamazdım. Kimseye göz yaşlarımı göstermezdim. Acizlik olarak gördüğümden değil, beni hep güçlü ve komik bilsinler diye. Sanki hiç derdi tasası yokmuş gibi eğleniyor desinler diye...

 

"Hani aşk, iki kişi uzaktayken aşk oluyordu?" dedim sitem eder gibi. Demir abim cevap vermedi. Cevap da beklemedim zaten.

 

Bir süre sessizce göz yaşlarımı akıttım. Arada burnumu çekiyordum. Demir abim saçlarımı öptü sonra. Ufak, belli belirsiz bir öpücüktü ama sanki yaramın üzerini öpmüş de iyileştirmiş gibi iyi hissetmeye başladım. "Aşk; iki kişi uzaktayken değil, birbirine sadık iki kişi uzaktayken aşk olur." dedi sonra usulca. "Sen bunca yıl ona sadık kaldın, bir gün bile gelir mi diye düşünmeden belki de hiç gelmeyecek olan adamı bekledin. Sadık olmayan, verdiği sözleri tutmayan o. Ve şunu bil ki; şimdi geçmez sandığın yüreğindeki o yangından zamanla eser bile kalmayacak. İzi kalır ama acısı geçer."

 

Bir şey demedim. Saatlerce ağlayasım vardı. Bende sessizce ağladım. Demir abim bir kez daha öptü saçlarımdan ve sonra geri çekilip kokusundan anladığım kadarıyla bir sigara daha yaktı. Dördüncüyü içiyordu.

 

Uzunca bir süre konuşmadık ikimizde. Denizin hırçın dalgaları konuştu, onları dinledik sadece.

 

En sonunda kolumu dürttü abim. "Ağlıyor musun?" diye sorduğunda göz yaşlarımı sildim.

 

"Prensesler asla ağlamaz," dedim burnumu çekerek. "Benim gözlerimin çişi gelir ancak. Tuvaletini yapıyorlar, o yüzden bakma. Ayıp!"

 

Bir şey demedi çünkü bal gibi biliyordu ağladığımı.

 

Göz yaşlarımı silsem de başımı kaldırmadım. "Abi?" diye seslendim ona bakmazken. "Beni seviyor musun?"

 

Bir an bile düşünmedi. "Hayır." dedi hemen. Aslında demek istediği evetti.

 

Gülümsedim. "Bende seni sevmiyorum ki zaten." dedim karşılık olarak. Aslında demek istediğim bende seni seviyorumdu.

 

"Sormadım." dedi.

 

Omuz silktim. "Olsun, ben söyleyeyim de. Sonra seni sevdiğimi falan düşünürsün, aklıma bile gelmiyorsun halbuki."

 

Ona bakmasam da tam şu an gülümsediğini biliyordum. "Ne güzel," dedi. "Aynı şekilde sende benim aklıma gelmiyorsun hiç."

 

Cevap vermedim. Kısa bir süre sustuktan sonra, kırıldığımı düşünmüş olmalı ki, "Defne?" dedi tereddütle.

 

Başımı ona çevirdim, gece kadar karanlık olan gözlerine baktım. "Bana neden Defne diyorsun?" diye sordum. Çocukluğumdan beri bana Defne diyordu. Gerçek sebebi bilmek istiyordum artık!

 

Yüzünü buruşturdu. "Defne çirkin kokan bir ağaç, tıpkı senin gibi." dedi.

 

Çocukken sorduğumda da aynı şeyi söylemişti ama bana Defne demesinin sebebi bu değildi, biliyordum. Ailede kimse bana Defne demezdi çünkü bu isim kimliğimde yazmıyordu. Bir tek Demir abim bana böyle seslenirdi. Onun için Gül değil, Defne'ydim. Beni çift karakterli bir psikopata dönüştürmesine şu kadarcık kalmıştı!

 

Yüzümü buruşturdum tıpkı onun gibi. "Sen kendi kokunun farkında değilsin herhalde?" dedim altta kalmayarak. "Leş gibi kokuyorsun!"

 

Ayağa kalktı, kalkmam için elini uzattı bana. "Sende leş ölüsü gibi kokuyorsun, ben bir şey diyor muyum?" dedi beni kaldırdığında.

 

"Hah!" dedim peşinden arabaya ilerlerken. "Sende leş sürüsünün ölüsü gibi kokuyorsun, ben bir şey diyor muyum?" diye karşılık verdim ve eve gidene kadar bunu sürdürdük.

 

İkimiz de iki inatçı keçi olduğumuz için geri adım atmadık ve birbirimize gerçek hislerimizi söylemedik.

 

Sanırım hiçbir zaman birbirimize gerçek hislerimizi dürüstçe söyleyemeyecektik.

 

***

 

Eve geleli on dakika, yatağıma yatalı beş dakika oluyordu. Duvar kenarındaki yatakta yatan Süslü Barbie mışıl mışıl uyurken ben onun aksine yatakta döndüm durdum. Demir abim gittiğinden beri onun yatağında yattığım için kendi yatağımı yadırgamıştım.

 

En sonunda pes edip derin bir nefes vererek beş dakika da dağılan saçım başımla kalktım yataktan. Yastığımı kucaklayıp odadan çıktım ve pıtı pıtı Demir abimin odasına ilerledim. Kapıyı açacakken duraksadım. "Pişt, leş ölüsü gibi kokan adam?" diye seslendiğimde cevap vermedi. Uyumuş muydu ki?

 

Usulca kapıyı araladığımda dışarıdan sızan ay ışığı odanın içini aydınlatıyordu ve yatağında yatan abimi gördüm. Sırt üstü uzanmış, sol kolunu gözlerinin üzerine kapatmışken sağ eli karnının üzerindeydi. İçeriye girip kapıyı kapattım ve ona döndüğümde dirseklerinin üzerinde doğrulmuş, bana bakan abimi görünce irkildim. Uyumuyor muydu bu?

 

Baş parmağımla damağımı ittirirken, "Hayırdır?" dedi kaşlarını çatarak. Yastıkla odasına gelmemi soruyordu.

 

Saçımı kaşıdım. "Yatağımın yayları kaburgama batıyor, uyuyamıyorum." dedim. "Mecbur burada kalacağım."

 

"Sibel'le yat." dedi. "Sinan'ın nöbeti varmış, git onun yatağında yat ama burada kalamazsın. Çık dışarı!" dedi asla taviz vermeden.

 

"Süslü beni yataktan düşürür," dedim ona ilerlerken. "Sinan abim de huylu, odasına sokmuyor hiçbirimizi. Mecbur burada kalacağım. Gidip anamla babamın arasına mı yatayım bu yaşta? Ne kadar ayıp!"

 

Yatağa yatacakken yatacağım tarafa kolunu uzattı. "Git koltukta yat ulan!" dedi sinirle. "Gelme yanıma."

 

Kaşlarımı çattım. "Rahatsızsan sen git yat koltukta!" diye cırladım suratına. Yastığımı bırakıp kolunu umursamadan kolunun üzerine yattım. "Dağdan gelip bağdakini kovuyor, şuna bak ya!"

 

Üstüne yattığım kolunu çekip bana öfkeli bakışlar savurduktan sonra yastığını çekip yatağın ucuna kadar gitti ve bana sırtını döndü.

 

Öfkeli civcive de bak sen!

 

Sanki bilmiyoruz uyuduğumda bana dönüp sarılacağını. Haspam!

 

Saçlarından gelen mentol kokusuyla birden ona yapışıp köpek gibi koklamaya başladım. "Banyo mu yaptın sen?" diye nemli saçlarını, boynunu koklamaya başladığımda bana dönmeden elini yüzüme örtüp kafamı geri itti.

 

"Leş ölüleri gibi kokuyormuşum ya, yıkandım." dedi trip atar gibi.

 

Sırıttım. "Aferin," dedim. "Aksi halde nasıl yatardım burada?"

 

"Defol git ulan o zaman!" dedi sinirle. "Kıza bak, hem beğenmiyor hem yanımda yatıyor."

 

Onunla uğraşmayı çok özlediğimi fark ettim tam şu an.

 

Sessiz sessiz sırıtırken ayağımın ucuyla poposunu dürttüm. "Sus da uyuyayım." dedim. "Seni mi çekeceğiz gece gece?"

 

"La havle la havle!" diye söylenirken gülerek esnedim ve gözlerimi ovuşturdum.

 

Bir kolumu ve bacağımı abimin üzerine atıp ona sarılmama bir şey demedi. Bir an önce uyumamı beklediğini biliyordum. Bende direnmedim. Uykuya daldım. Yalnız uykumun arasında Demir abimin beni göğsüne çektiğini ve saçlarıma kondurduğu öpücükleri hissettim. Belki de rüyaydı bilmiyorum ama gerçek gibiydi de.

 

Sabah uyandığımda yanımda görmeyi beklediğim Demir abimi göremedim. Doğrulup komodinin üzerine baktım. Saati, telefonu ve cüzdanı da yoktu. Sanki dün gece içinde olduğu mükemmel bir rüya görmüşüm gibiydi ve şu an o yoktu. Ona dair hiçbir şey yoktu. Ama dün gece onunla uyudum. Buna çok emindim. Rüya ya da halüsinasyon değildi.

 

Yoksa o... Gitmiş miydi?

 

Bir güncük mü izin almıştı da gelmişti yanıma?

 

Giderken bana haber vermezdi ve de hep ben uyurken giderdi. Yine öyle olmuştu değil mi?

 

Bozulan moralim ve öfkemle hızla yataktan kalkıp odadan çıktım ve sert adımlarla mutfağa gittim. Herkes buradaydı. Bir tek o yoktu. "Gitti yine değil mi?" dedim sinirle. Gözlerim dolmuştu öfkeden. Herkes şaşkınca bana bakarken yumruklarımı sıktım. "Ben uyurken bir hırsız gibi kaçtı yine değil mi?" diye sordum. Kimse tek kelime etmedi.

 

Yalnız annem, "Gül-..." demişti ki onun konuşmasına izin vermeden geri döndüm. Dolan gözlerimle önümü göremezken iri bir bedene çarptım. Demir abimin eli kolumu kavradığında başımı kaldırıp şaşkın şaşkın ona baktım. Diğer elinde tazecik ekmek ve simit poşetleri vardı. Ne yani, fırına mı gitmişti?

 

"Asıl hırsız sensin!" dedi her zamanki gibi çatık olan kaşlarıyla yüzüme bakarken.

 

Anında kaşlarımı çattım. "Allah Allah," dedim ellerimi belime koyarken. "Neyini çaldım ula? Neyini çaldığımı gördün?"

 

"Aklımı," dedi hiç düşünmeden. "Aklımı çaldın, daha neyimi alacaksın?"

 

Aklım sende demişti. Aklım hep sende... Aklım senin, aklım fikrim hep seninle dolu demişti.

 

Hemen sırıttım. Havalı bir şekilde birbirine giren saçlarımı savurdum. "Aklına gelirim, aklın gider." dedim artist artist.

 

Başını salladı. "Doğru," dedi. "Aklıma geldiğinde cin çarpmışa dönüyorum." dediğinde ona ters ters baktım.

 

Ağzımın içinden homurdanırken tuttuğu kolumu çekip beni mutfağın dışına doğru savurdu. Duvara yapışmaktan son anda kurtuldum. "Git elini yüzünü yıka, çapakların göz zevkimi bozuyor!" diye söylendi içeriden.

 

Homurdana homurdana banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve kuruladım. Birbirine giren saçlarımı hiç ellemedim ve üstümde yamulan pijamamı düzeltmedim bile. Üşengeçliğim hadsafhadaydı yine. Mutfağa girip yerime oturduğumda babamla sohbet eden Demir abim bana kısa bir bakış attı. Sofrada herkes, Süslü dışında çünkü o işteydi şu an, bir şeylerden bahsederken ben kıtlıktan çıkmış gibi kahvaltımı yapmaya başladım. Doyduğuma emin olduktan sonra geri yaslanıp çayımı yudumladım.

 

"Ee Demir'im," dedi annem gözleri ışıl ışıl parlayarak abime bakarken. Sofraya oturduğumuzdan beri elleriyle bir şeyler yediriyor, içiriyordu abime. "Ne yapacaksın bugün? Bir yere gidecek misin?" diye sorduğunda abime baktım. Eğer bir yere gidecekse bende gidecektim peşinden. Kahveye, meyhaneye bile gitse peşinden gidecektim, kaçarı yoktu.

 

"Sibel'in çalıştığı yere gideceğim," dedi. "Dün akşam göremedim, sabah da erkenden çıktı, konuşamadık. Bir gideyim göreyim diyorum. Hem onu görürüm hem çalıştığı yere bir bakarım."

 

"Yarışmayı kaybedince üzüldü yavrum, bu iş ona iyi geldi ama. Yüzü gülüyor, mutlu. En azından kendi parasını kazanıyor, sevdiği işi yapıyor." diyen annem bana taş mı attı bilemedim ama onu umursamadım hiç.

 

"Bende geliyorum seninle." dedim Demir abime.

 

Kaşlarını çatarak bana baktı. "Kuyruğum musun ulan? Ne işin var peşimde? Otur oturduğun yerde!"

 

Sahte öfkesine karşılık sırıttım. "Navigasyona ihtiyacın olabilir. Yani bana." dedikten sonra masadan kalktım. "Hazırlanıp geliyorum, ben gelmeden gidersen sana sütümü helal etmem."

 

Annem bacağıma vurdu. "Kız o benim lafım!"

 

"Ben gelmeden gidersen seni evlatlıktan reddederim." dedim.

 

Babam güldü. "Bu da benim lafım." dediğinde kaşlarımı çattım.

 

"Ben gelmeden gidersen seni abilikten men ederim!" diye bağırdığımda Demir abim sırıtarak ayağa kalktı.

 

"O zaman ben gideyim." dediğinde ona dik dik baktım.

 

"Şakam yok, eğer beni bırakıp gidersen gerçekten konuşmam ve seni yok sayarım." dedim net bir tavırla.

 

Gülen suratı an be an düşerken kaşlarını çattığında beni almadan gitmeyeceğine emin oldum ve odama gittim hızla. Pijamamı çıkartıp yerine beyaz tişört ve kot tulumu giydim. Saçlarımı iki yandan örüp başıma ters bir şekilde siyah kepi taktım. Ve işte, hazırım.

 

Evden çıktığımda arabasının içinde beni bekleyen Demir abimi görmemle sırıtarak yan koltuğa attım kendimi. Bana ters bir bakış attıktan sonra elindeki telefonu bırakıp kontağı çalıştırdı.

 

Anayola çıktığımızda, "Navigasyonu aç." dedi.

 

Kılımı bile kıpırdatmadım. "Navigasyona gerek yok çünkü bil ki, yanında ben varsam belamızı her şekilde buluruz."

 

Bana yandan, ters bir bakış attı. "Belamı bulmak değil, şirketi bulmak istiyorum." dediğinde homurdanarak istediğini yaptım.

 

Şirkete geldiğimizde bir aydan beri sürekli geldiğim için artık çoğu çalışan beni tanıyordu. Bir de Ferhat'la kanka olmuştuk ama görünürde yoktu. Neredeydi kim bilir?

 

Daha şirkete girer girmez, elinde dosya olan görevli bir kadın, "Hoş geldiniz efendim," dedi yanıma gelerek. "Sibel Hanım dokuzuncu katta, Kenan Bey'in odasında." dediğinde gülümsedim.

 

"Eyvallah." dedim başımı eğerek.

 

Abimle birlikte asansöre doğru yürürken yanlarından geçtiğimiz çalışanlar bana bakıyordu. Böylesi bir şirkete tulum ve başında kep ile gelen birini hiç görmediler sanırım. Ah, tarzım yine çok konuşuluyor!

 

"Kenan denilen zımbırtı kim?" diye soran Demir abime baktım.

 

Sırıttım. "Kendin görürsün." dedim gizemli bir hava katarak.

 

Bana dik dik baktı ama onu görmezden geldim. İki yabancı gibi aramıza mesafe koyarak yürümesi beni sinirlendirdiğinde birden ona döndüm. "Abi," dedim gözlerine köpek yavrusu gibi bakarken. Elimle arkamda bir tarafı işaret ettim rastgele. "Oradaki adam bana bakıyor, asansöre binene kadar kolunu omzuma at da sahipsiz olmadığımı görsün." dediğimde abim kaşlarını çatarak arkaya baktı.

 

Çatık kaşları an be an düzelirken bana çevirdi gözlerini. "Madem sana bakıyor," dedi yanıma gelip kolunu omzuma atarken. Hemen kolumu beline sardım bende. "Biz de senin sahipsiz olmadığını gösteririz. Asansöre binince çık kolumun altından."

 

Başımı salladım. "Tamam."

 

Asansöre doğru yürürken çaktırmadan az önce elimle işaret ettiğim yere baktığımda danışma olduğunu ve sadece orada oturan bir kadın olduğunu gördüm. Kadının etrafında erkek sinek bile yoktu ve abim buna rağmen bana sarılmayı kabul etmişti. Asansöre bindiğimizde kolunun altından çıkmadım. O da bunu istemedi zaten. Aksine her katta asansöre binen birileri olduğu için onlar bana çarpmasın diye beni iyice kendine çekip korudu.

 

Nihayet asansörden indiğimizde tam karşı da asistanıyla konuşan Tahin'i gördüm. Hararetle ona bir şeyler anlatırken gözleri kısa bir an buraya kaydı, beni gördü ama tam o sırada biz de abimle sola dönüp onun görüş açısından çıkmıştık. Öküzün trene baktığı gibi arkamdan baktığına emindim.

 

Ablamın odasına girdik önce. Demir abim oturmuş onu beklerken ben odasını kurcaladım. Aradan yarım saat geçti ama ablam gelmedi. En sonundan Demir abim sinirlendi. "Nerede bu Kenan denilen zımbırtının odası?" dediğinde güldüm.

 

"Karşı odaydı galiba."

 

Abim odadan çıkıp karşı odaya ilerledi. Kapıyı açacakken durup derin bir nefes aldı ve kapıyı bir kez tıklatıp içeriye girdi. Peşinden gülerek bende girdim ama boştu.

 

"Pardon, Kenan Bey'e mi baktınız?" diyen Kenan Bey'in asistanı at kuyruğu yaptığı saçlarını abime bakarak cilveli bir tavırla saçının ucunu parmağına dolarken gözlerimi kıstım.

 

Abim zerre etkilenmedi bundan ama ben yine de sevgilisiymişim gibi kolunun altına girip dikkati üzerime çektim. "Evet tatlım," dedim sevimli sevimli gülümserken. Kızın omzunun arkasında, epey uzakta omzunu duvara yaslamış, buraya bakan Tahin'i gördüm. Kısa bir an gözlerim ona kaysa da hemen kıza baktım yeniden. "Kendileri nerede?"

 

Kız hemen toparlandı. "On beşinci kattaki on numaralı çekim odasına çıktılar az önce. Kata çıkınca sola dönerseniz görürsünüz." dediğinde sevimsizce gülümsedim.

 

Abimle birlikte asansöre ilerlerken, "Namusunu korudum," dedim gururla. "Teşekkürünü sonra edersin."

 

Kolunu boynuma doğru sarıp boğar gibi sıktığında kolunu tuttum gülerek. O da güldü ama ona baktığımı fark edince hemen kaşlarını çatıp başını diğer tarafa çevirdi. Haspam!

 

Yeniden asansöre binip on beşinci kata çıktık. Asistan kızın tarif ettiği gibi sola döndük ve gri büyük kapının üzerinde yazan on numaralı çekim odası yazısını görünce oraya ilerledik. Kapıya yaklaşırken abim elini omzumdan çekip aramıza belli bir mesafe koydu yeniden. Bu da Wi-Fi gibi bir çekiyor, bir çekmiyor!

 

Ona ters ters bakıp bir hışımla kapıyı açıp içeriye girdiğimde gördüklerim karşısında kalakaldım. Vay anasını avradını'lık bir olaya şahitlik ediyordum tam şu an.

 

Çekim odası denilen yer bir salon kadar genişti. Tam karşıda beyaz perde vardı. Perdenin karşısına konumlandırılmış kameralar. Sol ve sağ taraflar elbiselerle doluydu. Çekim yapılan alanın önüne beyaz bir halı serilmişti. Buraya kadar her şey normaldi. Halının üstünde uzanır vaziyette duran ablam, ablamın üzerine uzanmış Kenan Bey dışında. Ah, Kenan Bey'in elinin ablamın eteğinin altında olduğunu söylememe gerek var mı?

 

Ne oluyor bu aşağılık yerde? diye bağırmama şu kadarcık kalmıştı. Bu arada, hakikaten ne oluyor bu aşağılık yerde?

 

Ablam, "Hadi Kenan!" demişti ki biz içeriye girince şoka uğradı. "Gül," dedi yattığı yerden, kıpkırmızı olmuş suratı ve dağılmış saçlarıyla. Hemen ardımda gördüğü Demir abimle suratı iyice çarpıldı, gözleri fal taşı gibi açıldı. "Abi!" dedi.

 

Demir abim beni kenara itip, "Ne oluyor ulan burada?!" diye bağırdı. Sesi oda da ve dahi şirkette yankı yaptı.

 

Kenan Bey hızla kalkıp ablamı da kaldırmak için elini uzatmıştı ki, Demir abim uzattığı eli tutup bükerek boğazını sıktı. "Ne yapıyorsun lan sen benim kardeşime?!" diye bağırdı suratına suratına. "Ona dokunmaya nasıl cüret edersin lan sen?!"

 

Kenan Bey'in suratı kıpkırmızı olurken abimi uzaklaştırmaya gelen güvenliği boştaki elini kaldırarak durdurdu. "Göründüğü gibi değil," dedi zar zor. "Dinlerseniz eğer-..."

 

"Neyi dinleyeceğim ulan?!" diye sözünü kesti abim. "Gördüklerime mi inanayım sana mı?"

 

Kenan Bey zar zor nefes alırken Tahin girdi odaya. Nefes nefese bir halde abimi abisinden uzaklaştırmaya çalıştı ama bu elmacık kemiğine yediği sert yumrukla son buldu. Abimi durdurmaya çalışan herkes onun gazabına uğrayacaktı bugün. Tahin abisini kurtarmaya çalışırken o sırada çoktan kalkmış olan ablam bir anda öne atılıp abimin koluna yapıştı. "Abi bir dur ne olur!" dedi telaşla hem ağlayıp hem yalvarırken. "İzin ver anlatayım. Göründüğü gibi değil, yemin ederim!"

 

Demir abim ona bakmadı bile. "Çekil," dedi sert bir sesle. "Sana da sıra gelecek, çekil!"

 

Ablam telaşla ne yapacağını bilemezken gözleri beni buldu. "Gül bir şey yap!" dedi. Demir abimin bir tek bana zaafı olduğunu biliyor ve bunu kullanmamı istiyordu. Hadi ama, kavgayı izlemesi çok zevkliydi bir kere!

 

Omuzlarımı düşürüp abimin yanına gittim. Kenan Bey'in boğazını sıkan kolunu tuttum. "Abi, bırak adamı." dedim. "İkisini evlendirir, namusumuzu temizleriz." dediğimde ablam hıçkırdı. Herkes kapıya dizilmiş bizi izlerken o mahcup olmuştu ve tam şu an şakanın sırası değildi, anlamış oldum.

 

Demir abim boştaki eliyle elimi iterken yüzüme bile bakmadı. "Sen karışma!" dedi sert bir sesle. "Sibel'i de al, çık buradan!"

 

Oldu paşam!

 

Elimi yeniden koluna koydum. "Adamı bırakmazsan ölümü gör abi!" dediğimde kaya gibi sert olan kolunun an be an gevşediğini hissettim. Kenan Bey'den ayırmadığı delici bakışlarını bana çevirdi.

 

Kenan Bey'in boğazını bırakıp koluma öyle bir asıldı ki nevrim döndü kısa bir an. "Elimde kalacaksın!" dedi Kenan Bey'in öksürüklerini bile bastıran sert sesiyle. Bu defa fena kızmıştı çünkü alnındaki damar patlayacak gibiydi. "Elin herifi için ölümü gör diyorsun, siz ikiniz ne haltlar çeviriyorsunuz ulan?! Başıma bela mısınız siz?!" diye yüzüme yüzüme kükrediğinde sakin kaldım onun aksine.

 

Ölümlerden döndüğüm o anlarda benimle beraber acı çekip benimle beraber uykusuz kalmışken ona ölümü gör dememe öfkelenmişti bu kadar. Ölümü görmesi, nefes almadığımı bilmek bile onu kahrediyordu biliyorum. O yüzden üzerine gitmedim. Kolumu koparacakmış gibi sıkmasına bile ses etmedim. Bana öfkesinin ardına gizlediği endişeyle, korkuyla bakarken kolumu son kez sıkıp savururcasına itti beni. Tam düşmek üzereyken biri tuttu beni. Başımı kaldırıp beni tutan kişiye baktığımda Tahin'i gördüm. Harika! Kollarına düşmüştüm resmen.

 

Demir abim başıyla ablama işaret verdiğinde ablamın bana yalvaran, yardım et diyen bakışlarını gördüm. Başını eğerek önümden geçip gittiğinde Demir abimde onun peşinden adımladı fakat Kenan Bey birden abimin kolunu tuttu. Hâlâ kesik kesik öksürürken, "Ona zarar mı vereceksin?" diye sordu endişeyle. "Bak hiçbir şey göründüğü gibi değil. Bir dinle önce, lütfen."

 

Abim şu an feci derecede öfkeliyken Kenan Bey'in uzlaşmacı tavrı bile onun öfkesini harlamaktan başka bir işe yaramadı. Ölümcül bakışları Kenan Bey'e çevrildiğinde yumruğu da aynı hızla havalandı fakat ben bir anlık refleksle araya girince abimin yumruğu suratıma patladı. Başım hızla sağa doğru savrulurken boynum çıtladı, gözlerim karardı. Bedenimde ki tüm kan abimin Kenan Bey'e doğrulttuğu fakat bana isabet eden yumruğunun isabet ettiği yanağımda toplandı.

 

Ablam, Tahir, Kenan Bey, "Gül!" diye bağırıp beni tutarak yere düşmekten kurtarırken Demir abim beni onların ellerinden aldı. "Defne!" diyen sesi endişe yüklüydü. "Defne iyi misin? Kahretsin! Bir şey söyle ulan!"

 

"İyiyim," dedim kelimeler ağzımdan yayvan yayvan çıkarken. "Başım dönüyor, uykum geldi."

 

"Beyin sarsıntısı yaşıyor olabilir." dedi biri gözlerimi kapattığımda. Sanıyorum Tahin'di. "Hastaneye götürelim."

 

Hastanelerden nefret ederdim ama zihnim yavaş yavaş karanlığa çekilirken de gitmek istemiyorum diyemedim. Abim de ablam da bilirdi ama hastaneleri sevmediğimi. Bu yüzden aile doktorumuz vardı ve ben ne zaman hastalansam o gelir bakardı bana. Asla hastaneye gitmezdim.

 

Umarım uyandığımda kendimi bir hastane odasında bulmam yoksa olay çıkartırım!

 

Demir'den;

 

Mesleğim gereği çok ölüm görmüş, çok da şerefsizi öldürmüştüm. Omuz omuza, sırt sırta savaştığım çok arkadaşım vurulmuştu ve hepsini de görmüştüm. Ne acılar çektiklerini ama buna rağmen Vatan sağ olsun diyerek gözlerini sonsuzluğa yumduklarını... Onların kanını akıtanların damarlarında kan bırakmamıştım da.

 

Öfkeliyken öyle bir ruh haline bürünüyordum ki gözüm en sevdiğim insanı bile görmüyor, kırıp döküyordum acımasızca.

 

Korkuyordum çünkü. Öfkemin sebebi kaybetmekti. Kaybetmekten korktukça daha çok öfkeleniyordum.

 

Birinin bana bağlanmasından, ben olmazsam yaşayamamasından deli gibi korkuyordum.

 

En nihayetinde de korktuğum başıma gelmişti.

 

Defne, benim güzel Defne'm...

 

Bana bağlanmasın, beni sevmesin, benden nefret etsin diye şu ana dek yapmadığım şey kalmamıştı. Ona bağırmış, kızmış, ona asla onu sevdiğimi söylememiş, aksi bir şekilde ondan nefret ettiğimi söylemiştim hep. Çünkü bilirse bana bağlanmazsa, beni sevmezse rahat ederdi.

 

Fakat bu aptal kız en olmaması gereken abisine bağlanmış, ona onu sevdiğimi hiç söylemememe rağmen peşimi bırakmaz olmuştu.

 

Benden nefret etmesi için elimden geleni yapmışken şimdi ona vurmuştum. Bu geri zekalı kız siktiğimin piçinin önüne geçerek onu korumuş, fakat o herife savurduğum yumruğumun suratına isabet etmesine mani olamamıştı. Son anda önüme geçtiği için yumruğumu durduramamış, hızını azaltmaya çalışsam da yumruğumun suratına çarpıp ona zarar vermesine engel olamamıştım.

 

Boynu çıtlamıştı. Başım dönüyor deyip gözlerini yummuştu kollarımda. Gözlerini kapattığı andan beri nevrim dönmüş bir vaziyetteydi. Kollarından sarsarak onu uyandırmak istiyor fakat kıyamıyordum da.

 

Şimdi yere oturmuş, onu kucağıma yatırmış, titreyen ellerimle yüzünü severken içim bin parçaya bölünüyordu.

 

Uyandığında benden nefret eder miydi?

 

Bana bağlanmasından korkmuştum ve başıma gelmişti. Şimdi de benden nefret etmesinden korkuyordum, bu da başıma gelir miydi?

 

Hayır, bunu istemiyorum.

 

Ona vurmuş olsam bile benden nefret etmesin. Söz veriyorum, ne yaparsa yapsın kızmayacağım. Yeter ki benden nefret etmesin. Ben onun yerine de kendimden nefret ederim, yeter ki o etmesin!

 

Ama ya ederse?

 

Ederse de hakkıdır çünkü ona vurdum. İstemeyerek, bilmeyerek bile olsa ona vurdum. Şimdi sağ yanağındaki kızarıklık saatler içinde moraracak ve ona katlanılmaz bir baş ağrısı olarak geri dönecekken benden nefret etmesine ses etmem, edemem. Çünkü bu defa haksızım.

 

Kendimi parçalamak, etrafı dağıtmak istiyordum. İçimdeki endişe öfkeyle harlandıkça kahroluyordum.

 

"Hastaneye gitmeliyiz!" dedi hemen önümde diz çöken herif.

 

Elini uzatıp kardeşimin yanağına dokunacaktı ki ölüm kokan bakışlarımı ona çevirdim başımı kaldırmadan. "Ona dokunursan belanı sikerim senin!"

 

Havada kalan elini geri çekerken, dik dik baktı yüzüme. "Ona vuracak değilim," dedi geri çekilmeden. "Senin aksine."

 

Bu piçe ne oluyor ulan?!

 

Ters ters ona bakarken tepemde dikilen Kenan piçi, "Tahir haklı," diyerek araya girdi. Ölüm kokan bakışlarımı ona da savurdum. "Hastaneye gitsek iyi olacak. Ciddi bir şey olabilir."

 

"Olmaz!" dedim derhâl. "Hastaneye gidemeyiz." O hastaneyi sevmez. Ölümcül hastalığa yakalansa köşe bucak kaçar da o hastaneye bir daha adımını atmaz. Bu yüzden onu hastaneye götüremem. Uyandığında çığlık atarak kaçardı oradan ve bir süre kendine gelemezdi. Nefret ediyordu hastanelerden. Onu çocukluğunun en neşeli, en haylaz geçeceği yıllardan alıp koparmıştı çünkü o hastaneler.

 

"Bak polisler için endişeleniyorsan eğer-..." diyen Kenan piçine ölümcül bakışlarımı çevirdiğimde Sibel araya girdi.

 

"Onun için değil, Gül sevmez hastaneleri." dedi. "Küçükken kanser atlattı, o günden beri hastaneye gitmiyor. Hasta olduğunda aile doktorumuzu çağırıyoruz, evde müdahale ediyor."

 

Bakışlarımı Defne'ye çevirirken karşımda dalgın gözlerle kardeşime bakan herife baktım. Ulan niye böyle bakıyor bu piç?

 

Defne'yi koruma, ondan saklama iç güdüsüyle yüzünü göğsüme bastırırken alnına bir öpücük kondurdum. Ardından da vurduğum yanağını öptüm. Keşke öpünce iyileşseydi yaralar...

 

"Defne ne oldu? Niye ağlıyorsun?"

 

"Düştüm kör müsün?!" diye bağıran küçük kıza baktım kaşlarımı çatarak. Dizleri kanamış, avuç içleri soyulmuştu. Düştüğü yerden kollarını kaldırıp onu kucağıma almamı istediğinde gülerek onu koltuk altlarından tuttuğum gibi kucağıma aldım. Koala gibi bedenime sarıldığında eve yürüyordum. Onu bir sandalyeye oturtup önce dizlerindeki yaraları sardım, ardından avuç içlerini temizledim.

 

Ağlaması dinmiş, sessiz sessiz iç çekerken, "Hani sen düşünce ağlamazdın?" diye sordum ona takılarak. "Ne oldu güçlü prenses? Güçten mi düştün hayırdır?"

 

Koluyla gözlerini ve burnunu silerken, "O hafif düştüğüm zamanlardaydı," dedi. "Bu defa çok sert düştüm. Ellerim acıyor!"

 

"Öpeyim mi?" diye sordum. "Geçer belki."

 

Düşündü. "Prenses kurbağayı öptüğünde yakışıklı bir prense dönüşüyor," dedi. "Belki sende avuç içlerimi öpersen hemencecik iyileşir."

 

Küçük avuçlarını bana uzattığında avuçlarından öptüm onu. Ellerini geri çekip avuç içlerine baktı ve yeniden ağlamaya başladı. "Hani öpünce geçiyordu? Geçmedi işte!"

 

Kahkaha attım. "Kurbağanın öpülünce yakışıklı prense döneceğine inanıyorsun da ben avuçlarını öpünce acısının geçmediğini mi söylüyorsun?"

 

"Geçmedi ama!"

 

"Zaten bunu da öpmek için uydurmuş birileri," dedim. "Şunu unutma ki, hiçbir acı, hiçbir yara öpünce geçmez. Yara şifasını bulursa iyileşir ancak."

 

"Odama gidelim, koltuğa yatırırız Gül'ü, o sırada doktorunu arayalım, şirkete gelsin." diyen Kenan piçinin sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım.

 

Onu yavaşça kucaklayıp yerden kalktım ve Kenan denilen zımbırtının odasına geldik. Onu kenardaki üçlü deri koltuğun üzerine bıraktım dikkatle. Hemen önünde diz çökerek yüzünü sevdim, baş parmağımla belli belirsiz yanağını okşadım. Bir başkası parmağının ucuyla dokunsa kıyametleri kopartacağım kardeşime kendi elimle vurdum. Bilerek veya bilmeyerek, fark etmez. Sonuçta yanağındaki acının sebebi benim.

 

Dakikalar içinde Sibel'in çağırdığı aile doktorumuz Ali amca geldi. Gözlüklü, orta boylu, göbekli bir adamdı. Aynı zamanda dedemin askerlik arkadaşıydı. Bu yüzden Defne ona Ali dede diye hitap ederdi.

 

"Ne oldu?" diye sordu geri çekildiğimde. Defne'ye bakıyor, bir yandan muayene ediyordu. "Bu deli niye yatıyor böyle iki seksen?"

 

"Ona vurdum."

 

Bana bile yabancı gelen sesle birlikte duraksadı ve bana baktı Ali amca. "Dalga denizde olur oğlum, sen ona vurmazsın. Gerçeği söyle şimdi bana."

 

Ona baktım. Sadece baktım ve bakışımdan anladı dalga olmadığını. Gerilirken kaşlarını çattı. "Nasıl vurdun?"

 

Ben açıklayamayınca Sibel girdi araya. "Yanlışlıkla oldu Ali dede," dedi. "Abim yanlışlıkla vurdu. Bilerek el kaldırmaz o Gül'e, biliyorsun sende."

 

Ali amca bir süre bana baktı. "Umarım öyledir." dedikten sonra muayene etti Defne'mi.

 

"Çok sert almış darbeyi." dedi. "Bir kırık çıkık yok şükür ki. Yalnız yanağı morarır, biraz şişer. Siz buz koyun şimdi yanağına. Baş ağrısı yapabilir diye ağrı kesici ve krem yazıyorum. Ağrısı olursa içsin. Kremi de sürün mutlaka."

 

"Boynu çıtlamıştı." dedim Ali amca geri çekilmeden. "Boynunda bir şey var mı?"

 

Dikkatle ve yavaşça boynunu kontrol etti. "Yok," dedi. "Gayet iyi. Birazdan ayılır zaten."

 

Reçeteyi uzattığında Kenan piçinin kardeşi aldı. "Ben ilaçla kremi alır gelirim hemen." dedi. Gitmeden önce kardeşime baktı. Sanki onun canı yanıyormuş gibi yüzünü ekşitti ve gitti. Onun peşinden Ali amca da çıktığında gözlerim Defne'yi aldı odağına. Yüzünü sevdim. Saçlarını sevdim. İçten içe uğruna ölüp bittiğim ama dışımdan sevdiğimi zerre belli etmediğim tek kadındı o. Kardeşimdi, canımdı, kanımdı.

 

"İyi misin?" diyen Kenan piçinin sesini duyduğumda ona çevirdim kafamı. Sibel'in dibinde bitmiş, koluna dokunuyordu bir de.

 

"Geri bas!" dedim sertçe. Sesimle beraber Kenan denilen herif bana bakarken Sibel irkilerek geriye çekildi. Öldürücü bakışlarım Kenan'ın üzerindeyken Sibel yanıma geldi.

 

"Abi, abiciğim," diyerek dikkatimi üstüne çekti. Kolumu okşayarak beni rahatlatmaya çalıştığında ona baktım. "Bak, kabul ediyorum çok yanlış anlaşılmaya mâhâl verecek bir pozisyonda gördün bizi ama durum sandığın gibi değil, yemin ederim. Anlatmama izin ver, lütfen."

 

Cesaretini toplamış benimle konuşmak isterken ve tüm bu saçmalıklar yüzünden canımın en değerli köşesine zarar vermişken onu dinlemek istedim. Defne uyanana kadar yapacak bir şeyim yoktu nasılsa. En azından bir sonuca kavuşurdu bu saçmalık.

 

"Anlat," dedim sertçe. "Ama en ufak bir yalanını sezersem-..."

 

"Yalan yok, söz!" dedi ellerini kaldırarak. Ona baktım. "Siz gelmeden beş dakika öncesine kadar biz Kenan Bey'le yakında çekimi olacak elbiselerin düzenlemelerini, eksikliklerini gideriyorduk. Ben masa başında pek çalışamadığım için Kenan Bey koydurtmuş o halıyı benim için. Üzerinde rahat rahat çalışayım diye. Birlikte halının üzerinde kıyafetlerle uğraşırken birden bir böcek geldi, hamamböceği gibi bir şeydi." Böcek dediğinden itibaren kaşınmaya başladı. Fobisi ve alerjisi vardı. Böcek gördüm mü kaşınmaya başlıyor, beyaz tenini kıpkırmızı yapıyordu. Bu konuda yalan söylemiyordu yani.

 

"Önce saçlarımdaydı," Saçını kaşıdı, dağıttı. "Sonra koluma düştü." Uzun tırnaklarıyla çıplak kollarını çizdi, yer yer de kanattı. "Oradan da bacağıma sıçradı." Bacaklarını kaşıdı. "Ben çığlık çığlığa Kenan Bey'e böceği almasını söyledim. Ben çırpındığım için o alamadığı böceği. Sonra böcek eteğimin altına girdi." Karşımda kıvranıp durduğunda gözlerimi Defne'ye çevirerek dinledim onu. "Kenan Bey de işte beni sabit tutup böceği almaya çalışırken üstüme düştü. Yani sandığın gibi ahlaksız bir şey yapmıyorduk biz, yemin ederim. Böcek yüzünden oldu her şey. Böyle olsun istemezdim."

 

Sessiz kaldım. Ben sessiz kalınca Sibel yanıma eğildi, koluma dokundu. "Abi," dedi sesi titrerken. "Bana inanıyorsun değil mi? Yemin ederim her şey anlattığım gibi oldu. Ben kötü bir şey yapmadım ama sen bana inanmıyorsun galiba. Benim yerime Gül'ü görseydin o halde ona inanırdın sorgusuz sualsiz ama bana gelince-..."

 

Ok gibi bakışlarımı ona çevirdiğimde sustu ve ağladı. "Bencillik yapmayı bırak!" dedim sertçe. "O pozisyonda Defne'yi de görsem aynı hesabı ona da sorardım. Ben, bana yalan söylenilmediği sürece söylenilen her şeye inanırım ve sana da inandım fakat yine de bunu hoş karşılamıyorum, bil."

 

"Bana kızgın mısın peki?" diye sordu ıslak kirpiklerinin arasından.

 

Onu göğsüme çekip darmaduman ettiği saçlarından öptüm. "Değilim ama son bir şey soracağım."

 

Başını göğsümden çekmeden kaldırıp bana baktı. "Sor abi."

 

Gözlerim onun ve Kenan denilen zımbırtının arasında gitti geldi bir süre. "Sizin aranızda bir şey mi var?"

 

Sibel derhâl, "Yok abi! Patronum o benim." dese de Kenan denilen herifin bakışları bir çalışanına bakar gibi değildi. O herif seviyordu kardeşimi ama Sibel'in bundan haberi yoktu demek ki.

 

"Barıştı mı herkes?" diyen cılız sesle birlikte başımı hızla Defne'ye çevirdim. Tek gözünü açmış, bize bakıyordu. "Kavga devam ediyorsa bayılacağım yine, ucundayım bak."

 

"İyi misin?" dedim yüzünü avuçlarımın arasına alırken. Sağ yanağına fazla dokunmamaya çalıştım. "Ağrın var mı Defne'm?"

 

Gözleri şokla açıldı. "Defne'm mi?" dedi çığırırcasına. "Asıl sen iyi misin abi? Aitlik ekini kullandın az önce? İki dakika bayıldım, ne oldu? Kim ne yaptı sana? Kenan Bey mi vurdu kafana?"

 

Kaşlarımı çattım. "Soruma cevap ver!" dedim sertçe. "İyi misin? Ağrın var mı?"

 

Odanın kapısı açıldı. Kenan'ın kardeşi elinde eczane poşetiyle girdi odaya ama ona bakmadım. Gözlerim dikkatle Defne'nin yüzündeydi. "Birazcık acıyor sanki yanağım. Pek hissetmiyorum."

 

"Doğruyu söyle!"

 

"Of tamam ya!" diye söylendi asabi tavırla. "Kafamın içinde pekmez kazanı kaynıyor sanki! Bir de konuştukça yanağım acıyor!"

 

"Konuşma sende o zaman!"

 

"Gül Kara'nın doğasına aykırı tatlım," dedi gıcık gıcık gülümsemeye çalışarak ama gülümsemek bile canını yakmış gibi yüzünü ekşitti. "Ölüm döşeğinde olsam yine lak lak yaparım, biliyorsunuz."

 

Bilmez miyiz?

 

Ona ne olduğunu, kimin ona vurduğunu biliyordu. Biliyor ama buna rağmen sözünü bile açmıyor, acısını, ağrısını benden sakınıyordu. Çünkü o da biliyordu içten içe kendimi suçlayacağımı. Öyle de oldu. Benden nefret etmesin, tamam ama onun canını yaktığım gibi o da benim canımı yaksın. Yaksın ki ödeşelim. Aksi halde ben yanağına baktıkça kendimi parçalamak, öldürmek istiyordum çünkü.

 

"Ağrı kesiciyi ve kremi aldım." dedi Kenan'ın kardeşi. Tabletten bir ağrı kesici ve su uzattığında geri çekildim. Ayağa kalkıp Defne'den uzaklaşacakken elimi tuttu parmakları.

 

Ona bakmadım, bakamadım. "Eve gitmek istiyorum." dedi.

 

Küçükken hastanede kaldığımız, onun ağır tedaviler gördüğü zamanlarda da aynısını söylerdi hep. Bu yüzden kaldığı hastane odasını evdeki odası gibi süslenmiş, öyle dizayn etmiştik oyalamak için ama o hep eve gidelim derdi. İlaçlar, kemoterapiler ona, küçük bedenine ağır geldikçe uykuya yenik düşmeden hemen önce eve gidelim abi derdi. Dudakları beni eve götür derken yorgun ve acı çeken gözleri artık dayanamıyorum, evimde ölmek istiyorum, beni eve götür demek isterdi öyle anlarda, anlardım ben.

 

Şimdi de acı çekiyordu benim yüzümden ama bu defa acı çektiği için değil benim ondan kaçmamı, vicdan azabıyla kendimi yiyip bitirmemi engellemek için eve gidelim diyordu. Ben iyiyim, sana kızgın değilim, sana ihtiyacım var diyordu. Anladım. Ben bir tek onu anlar ama anlamazlıktan gelirdim.

 

Şimdi de öyle yapmak istedim ama bana ihtiyacı vardı. Onu bırakamadım. Geri dönüp yüzüne bakmadan, güzel yüzüne verdiğim hasara bakmadan onu kucağıma aldım. Başını taşıyamıyormuş gibi göğsüme yasladı, kolunu boynuma doladı.

 

Kenan'ın kardeşi elindeki eczane poşetini Defne'nin kucağına bıraktığında Sibel'e bir bakış attım. Önüme düştü ve üçümüz birlikte üzerimizdeki bakışlara aldırmadan o lanet şirketten çıktık ve yola koyulduk.

 

Gül'den;

 

Eve gelir gelmez yanağımdaki morarmaya yön tutmuş kızarıklık ablamın perişan halinden daha çok dikkatini çekmişti herkesin. Bu yüzden daha içeriye adım atar atmaz sorgu sual başlamıştı.

 

"Gül," dedi babam ayaklanırken. Kaşları çatık tavrı sertti. "Ne oldu yanağına? Kim yaptı bunu?"

 

Abim gelir gelmez kendisini odaya kapattığı için ablamla biz salonda, sorguya çekiliyorduk şu an. Daha çok ben!

 

Dedem, annem, hatta Mehmet bile dikkatle beni izliyor, ağzımdan çıkacak kelimeyi bekliyorlardı. Bekletmedim ben de. "Abim yaptı." dedim dürüstçe. Ablam alttan dürttü bacağımı çaktırmadan.

 

Annemin eli hemen göğsüne giderken, "Tövbe bismillah!" dedi şokla. "Demir sana elini kaldırmaz kızım, doğruyu söyle."

 

"Zaten bana el kaldırmadı, ben araya girince yumruk suratıma patladı."

 

"Ne arası?" dedi dedem. "Demir biriyle kavga mı etti?"

 

"Ne arası?" dedim bende şaşkınlıkla. Ablama baktım. "Reklam arası." dedim gülerek ama uzun sürmedi. Gerilen yanağım acısını yüzüme yüzüme vurdu.

 

"Bunun kafa gitmiş," dedi annem elini sallayarak. Ablama baktı. "Sen anlat Sibel, ne oldu?"

 

"Sen anlat Süslü, ben anlatınca deli diyorlar." dedim koltuktan kalkıp Demir abimin odasına giderken.

 

Kapıyı çalmadan direkt açmaya çalıştım ama kilitliydi. Ne oluyor ula? Niye kilitli bu kapı? Kaşlarımı çattım. Kapıyı tıklattım. "Abi? Kapıyı niye kilitledin ula? Açsana!"

 

Ses gelmedi.

 

Bende inadına daha çok vurdum. Açana kadar gitmeyeceğim, hadi bakalım!

 

"Git başımdan!" diye bağırdı en sonunda. "Yalnız bırak beni!"

 

"Uykum var ama!" diye bağırdım bende sağırmış gibi. "Yatağımın yayları kaburgama batıyor dedim sana, senin yanında uyumam lazım!"

 

"Sinan'ın yanına git," dedi. "Benden uzak dur!"

 

"O huylunun teki! Yatırmıyor beni yatağına, odasına bile sokmuyor!"

 

"Kendine yatacak bir yer bul o zaman çünkü bu kapı sana açılmayacak. Şimdi git başımdan!"

 

Beş dakika kadar inatla kapının önünde debelendim. Bağırdım, çığırdım ama Demir abim tepki vermedi. Pes edip omuzlarımı düşürdüm ve ayaklarımı sürüyerek odama gittim. Çekmecemin üzerine bırakılmış ilaç poşetini gördüğümde içini kurcaladım. Baş ağrısı ilacı ve krem vardı. İlacı boş verip kremi cebime attım ve önce odamdan sonra da evden çıktım. Arka tarafa dolanıp Demir abimin odasının önüne geldiğimde durdum ve camına baktım. Neyseki penceresi açıktı da camı kırmakla uğraşmayacaktım.

 

Ellerimden destek alarak zıpladım ve bir bacağımı uzatıp pervaza oturduktan sonra perdeyi açtım. Perdenin sesiyle tavanı seyreden abimin bakışları bana çevrildiğinde diğer ayağımı da içeri alarak sırıttım ama uzun süreli olmadı çünkü gerilen yanağım canımı acıttı.

 

Abim hızla doğrulurken ben çoktan içeri girmiştim bile. "Sana gelme dedim değil mi?" diye bağırdı öfkeyle. Ben onun öfkesinin neye olduğunu biliyordum. Bana vurmuş olmasına rağmen ona gelmeme kızıyordu. Bana ne yaparsa yapsın onu hep sevecektim. Böyle de hastaydım işte.

 

Cıvıklık yapsam kovacaktı beni. Adımın Ayşe olduğu kadar eminim buna.

 

O yüzden bende drama queenlik yaptım. Cebimdeki kremi çıkartıp ona uzattığımda o sert kabuğu yavaş yavaş çatırdamaya başladı. "Yanağım acıyor," dedim başımı omzuma doğru eğerek. "Krem sürer misin abi?"

 

Bir bana bir kreme baktı bir süre. En sonunda derin bir nefes verip elimden kremi aldı. "Şifayı yanlış yerde arıyorsun." diye söylendi ama umursamadım.

 

Yanına oturup yanağımı ona çevirdiğimde parmağına biraz krem sıkıp yanağıma sürdü usul usul. Ona yandan baktığımda içi gider gibi bakıyordu yanağıma. "Ağlayacak mısın yoksa?" diye alay ettim dudağımın sol tarafını kıvırarak.

 

Anında kaşlarını çatıp bakışlarını sertleştirdi hemen. "Keşke öteki yanağına da vursaydım." dedi ses tonu aksini savunurken.

 

Hemen sağlam yanağımı çevirdim suratına. "Al, senin olsun. Patlat bir şarkı aman tokat."

 

Hareketsiz kaldı kısa bir an. En sonunda eğilip alnını yanağıma yasladı. Tam şu an bana yenildi. "Yapma," dedi sesi ilk kez kısık ve güçsüz çıkarken. "Bana bunu yapma. Şu an yapma. Şimdi değil. Sana öfkeliyim araya girdiğin için. Kendime öfkeliyim senin böyle bir halt yiyeceğini düşünmeyip yumruğumu durduramadığım için. Seni korumamız, sana daha fazla özen göstermemiz gerekirken ben canını yaktım senin. Neden? Neden benden nefret etmiyorsun? Neden uzak durmuyorsun benden? Neden Sinan değil de ben? Neden Defne? Neden abim?"

 

Kollarımı her daim güçlü duran fakat ilk kez yenik bir halde düşmüş omuzlarına sardım, sarmaladım. "Çünkü sen vardın yanımda," dedim bende gardımı indirerek. Uzun zamandan beri belki de ilk kez açıktık birbirimize, bunu bozmak istemedim. "Evet, ablam, Sinan abim, annem, babam, dedem de vardı ama en çok sen vardın. Sen çok çabaladın benim için. O kemoterapilerden yorgun geldiğim her anda sarıp sarmaladın beni. Ben öleceğim dedikçe sen yaşayacaksın dedin. Sen verdin bana bu inancı, umudu. Nefes alıyorsam sebebi sensin abi. İkimizde biliyoruz ki birbirimizden asla vazgeçmeyiz. Şimdi yanlışlıkla bir yumruğunu yedim diye koskoca geçmişi yok sayıp sana sırt çevirmemi bekleme benden. Çünkü sen bana ne yaparsan yap sana sırtımı asla dönmem. Peşinden koşup, yalvaracağım tek erkek sensin benim için. Senden başkası bana tırnağının ucuyla zarar verse siler geçerim ama sen ne yaparsan yap vazgeçmem, vazgeçemem." Gözlerim dolduğunda bundan hoşlanmadım ve konuyu hemen değiştirdim zira onunda köprücük kemiğime akan gözyaşını hissetmiştim. "Ayrıca fena mı oldu ya? Açtım, yumruğunu yedim, karnım doydu." Tabii tam bu noktada karnım gürültüyle guruldamasaydı iyi olacaktı ama neyse.

 

Abim geri çekilip gözlerini benden saklayarak silerken ona baktığımı gördü ve kaşlarını çatarak iri avucunu suratıma kapattı. "Ne bakayisun ula? Gözlerum işeyu, görmeyu musun? Bakma!" dediğinde kahkaha attım. Bu defa acıyan yanağımı umursamadım.

 

İkimiz de ağladığımızı söylemeyecek kadar gururluyduk!

 

Bölüm Sonu.🖤

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

Ben bu Demir'le Gül sahnelerini çok seviyorum ya. Siz nasıl hissediyorsunuz okurken?

 

Oy verip yorum yapmayı unutmayalım.🌸

 

İnstagram: nazankaraermis

nazankrrmshikayeleri

 

♥️

 

 

Loading...
0%