@nazankaraermis
|
Apolas Lermi - Memleket🎶
Keyifli Okumalar...🤎
Gül'den;
Ortaokul üçüncü sınıftayken Ayşe'yle Nesime sınıfın tembel olduğu kadar çirkin de olan çocuğu, şimdilerde peşimde dolanan İdris için kavgaya tutuşmuşlardı. Biri saçlarını yolmuştu diğerinin, diğeri de okul gömleğini parçalamıştı ötekinin. Çoğu kişi onları ayırmaya çalışırken İdris gerim gerim gerilerek arkadaşlarına hava atmıştı kızlar benim için kavgaya tutuşuyor diye. Gururla izlemişti kavga eden sevgililerini.
İdris'i dövmek istemiştim o an ama baktım ki onun bir suçu yoktu. Onun uğruna kendilerini rezil eden Ayşe'yle Nesime'deydi suç. Sonra bende onları ayırmaya çalışanların arasına girip bir Ayşe'ye bir de Nesime'ye yumruk atmıştım kendilerine gelmeleri için. Tabii o zamandan bu yana başıma bela almıştım İdris'i çünkü onu sevdiğim için kızları dövdüğümü düşünmüştü salak. Aksine ben iki kızın değmez herifin teki için kendilerini paralamalarına kızmıştım ama o herif hâlâ daha bunu anlamamıştı.
Bunu niye mi anlattım? Birazdan göreceksiniz.
Demir abimin yatağının üzerinde oturmuş onun bana yemek getirmesini beklerken oturmaktan vazgeçip uzanmış ve kafamı yastığa koyar koymaz uyumaya başlamıştım. Ne kadar uyudum bilmiyorum ama kollarımdan tutulup abimin göğsüne çekildiğimi hissettim. Kolları beni sımsıkı sararken saçlarımın arasına öpücükler kondurdu defalarca kez. Bu pozisyonda uzun süre yatan biri değildim o yüzden keyfini çıkarttı. Genellikle yüz üstü fakat sağ tarafımın üzerine yatardım.
Uykuya dalmış, tam tahmin ettiğim gibi sağ yanağımın üzerine doğru yatmışken yanağımdaki acıyla sızlanarak ve inleyerek kıpırdanmıştım ki Demir abim beni göğsüne çekmişti yeniden. Hareket etmemem için kollarını bedenime sarıp saçlarımı okşayarak beni rahatlatmıştı.
Her tarafımın tutulduğu uykudan bir şeylerin patlaması, dövülmesi sesiyle rahatsız olarak uyandım. Gözlerimi zar zor açarken yanımda görmeyi beklediğim Demir abim yine yoktu.
Yok, bu adam beni şizofren etmeye yemin etmiş! Bunun başka açıklaması olamaz çünkü.
Homurdanarak kalktım yataktan ve pencereye gidip dışarıdan gelen sese baktım. Tam karşımda benim hamağımın kurulu olduğu ağaca kum torbasını asmış olan Demir abim üzerinde siyah atleti ve altında eşofmanıyla beraber kum torbasını yumrukluyordu çıplak elleriyle. Onu izlerken fark ettim ki özellikle bana vurmuş olduğu eliyle kum torbasını yumrukluyordu. O genelde iki elini de eşit kullanarak kum torbasını yumruklarken şimdi bana vurduğu için aklınca kendine işkence ederek o elini parçalamaya ant içmiş gibi onunla yumrukluyordu kum torbasını.
"Pişt, yakuşukli?" diye seslendiğimde bile duymamıştı beni. Kendini öyle bir kaptırmıştı ki eli kırılıp kopana kadar durmayacak gibiydi, ki elini sarmadığı veya eldiven giymediği için eklem yerleri yer yer soyulmuş ve kanamaya başlamıştı.
Ohoo, bunun kayışlar kopmuş!
Derin bir nefes alıp odasından çıktım. Dış kapıya ilerlerken kapı çaldı. Bahaneyle kapıyı da açmış oldum. "N'aber kı-..." Bir an da susup kaşlarını çatarak yanağıma baktı Sinan abim. An be an gerildi. "Senin yanağına ne oldu? Kim yaptı bunu?"
Omuz silktim. "Demir abim yaptı." dedim yanından geçerken.
Kolumu tutup durdurdu beni. "Yalan söylemeyi bırak, Demir sana el kaldırmaz." dedi. Nasıl da tanırmış abisini!
"O vurdu," dedim. "Bana vurduğu için arka bahçede kendini parçalıyor şimdi. Bırak da gideyim."
Abim de içeriye girmekten vazgeçti ve peşimden geldi. "Demir!" diye bağırdığında abimin havada kalan yumruğu usulca yanına inerken terli yüzüyle bize döndü. Sinan abim eliyle beni işaret etti. "Bu bir şeyler saçmalıyor. Doğru olmadığını biliyorum bende aklınca beni keklemeye çalışıyor. Güya sen vurmuşsun bu manyağa! Demir yapmaz dedim ama..." Sinan abim, Demir abimin sessizliğiyle beraber duraksadı, kaşlarını çattı. "Siktir!" diye bir küfür savurdu yanlarında olmamı umursamadan. "Doğru mu lan?! Ona vurdun mu gerçekten?!"
Demir abim hâlâ sessiz kalırken Sinan abim onun haksız olduğu anlarda sessiz kaldığını bildiğinden kaşlarını çattı ve bir anda üzerine yürüdü. Onun bizim abimiz, büyüğümüz olmasını umursamadan yumruğunu abimin sağ yanağına indirdi. Demir abim geriye doğru sendelese de düşmedi ve aksi bir şekilde karşılık da vermedi.
Sinan abim onun atletinin yakasından tutarak sarstığında yüzüne yüzüne bağırdı. "Nasıl vurursun lan sen ona? O siktiğimin eli nasıl kalkar o kıza? Onu korumamız lazım lan! Onu korumamız, herkesten fazla ona özen göstermemiz gerekirken sen ne halt ettin?! Vurmayacaktın! Ne yaparsa yapsın, ona elini kaldırmayacaktın!"
Bilerek, bile isteye bir şekilde bana vurduğunu düşünüyordu. Burada araya girmem gerekiyordu zira Sinan abim sağlı sollu yumruklarını onun suratına indirirken o karşılık vermiyor, ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Bana verdiği acının mislini çekmek için sessiz kalıyordu. Aptal!
"Bilerek vurmadı ya!" diye bağırdım ayağımı yere vurup. "Yanlışlıkla oldu. Bilerek vurmuş olsa yaşatır mıyım onu? Önce onu sonra kendimi vururum. Onu sevdiğimden değil, asker katili olup vatan haini ilan edilmemek için!"
Sinan abim son söylediklerimi umursamadan onu savunmama takıldı. "Sen bir de bunu koruyor musun?!" diye bağırdı bana suratıma kısa bir bakış atarak. "Yanağına dünya haritası çizmiş bu herif, bir de onu koruyor musun?! Diğer yanağını da ben morartayım istemiyorsan çeneni kapa, karışma!"
"Aman iyi be!" diye çemkirdim. Bu evde sözüm hiç dinlenmiyordu ki zaten! Yumruğunu Demir abimin çenesine indirdiğinde kanayan dudağını gördüm, içim ekşidi. "Çok sert vurma bari." dedim.
Sinan abim bir yandan bana, "Ya sabır ya sabır!" diye söylenirken diğer yandan da Demir abimi yumruklamaya devam ediyordu.
Size başta anlattığım o hikayedeki İdris gibi benim için kavga eden abilerimi izlerken ne yalan söyleyeyim eccük gururluydum. İkisi de senden nefret ediyoruz ayakları kesen ama bana sırılsıklam aşık olan erkeklerdi. Bu anı bir daha yaşayamazdım. O yüzden tadını çıkarmaya karar verdim fakat annemler koyun sürüsü gibi çıktılar içeriden.
"Ne oluyor? Ne bu gürültü?" dedi annem fakat oğullarını yumruk yumruğa, daha doğrusu Sinan abimin Demir abimi dövdüğünü görünce gözleri şokla açıldı. "Ay!" dedi eli kalbine giderken. "Oğullarıma ne olmuş böyle? Neyin kavgasını ediyor bunlar? Sinan oğlum, dur! Abin o senin, abiye el kalkar mı hiç?"
Sinan abim onu umursamadı bile. Sağlı sollu yumruklarını Demir abimin neresine gelirse orasına savurmakla meşguldü. Babamla dedem ikisini ayırırken, "Bırak baba ya!" diye bağırdı Sinan abim onu belinden yakalayan babamı itmeye çalışarak. "Bu şerefsiz Gül'e vurmuş! Onu korumamız, ona özen göstermemiz gerektiğini bile bile yapmış bunu bir de! Tutma beni. Ağzını yüzünü dağıtacağım bu şerefs-..."
Babam, "Sinan!" diye bağırınca Sinan abim ağzının içinden etti küfrünü. "Tamam yeter! İçeriye geçin. Komşular bakıyor!"
"Baksınlar!" diye bağırdı Sinan abim öfkeyle. "Bu herifin ne halt ettiğini bilsinler! Bu nasıl el kaldırır, nasıl vurur Gül'e baba ya?!"
"Oğlum bildiğin gibi değil hiçbir şey!" dedi annem araya girerek. "Bu salak kız yüzünden olmuş her şey. Kaç kere dedim ben bu kıza; savaşanla sevişenin arasına girme diye ama dinleyen kim? Olan buna oluyor sonra!"
Sevişen demişken... Geçen yaz bahçede hamakta otururken betonun üzerinde iki tane eşek arısı görmüştüm. Birbirine giriyorlar, üst üste, alt alta bir şeyler yapıyorlardı. Bende savaşıyorlar sanıp çomakla onları ayırmaya çalışınca bu defa ikisi de üstüme saldırmış, biri kıçımdan, biri de kaburgamın altından sokmuştu. Abartısız bir hafta boyunca yatmıştım. Olayı anneme anlattığımda daha doğrusu o, iki eşek arısına ne halt ettin de seni soktular diye sorunca anlatmıştım ben de olayı ve tam o an annem bu lafı kurmuştu. Bu sana ders olsun, bir daha savaşanla sevişenin arasına girme, olan sana olur böyle demişti.
Yalnız ben o iki eşek arısının savaşmayıp şey yaptıklarını nereden bilebilirdim?
Onlar da kovanlarında sevişmek varken ulu orta yerde çiftleşiyorlardı canım! Bu eşek arılarında da hiç edep haya kalmamış! Devir çok kötü, çok!
"Neyse ne!" dedi Sinan abim dinmeyen öfkesiyle bağırırken. "Bir daha bu kıza bir el kaldırsın, bu defa yaşatmam onu! Abiyse abiliğini yapsın!" O sert adamlarıyla yanıma gelip beni bileğimden tuttu. "Bir daha onunla aynı oda da kalmayacaksın!" dediğinde kaşlarımı çattım.
Şey... Bu bir tık abartı olmadı mı acaba?
Pekâlâ beni paylaşamayacak gibi duruyorlardı ama öncesinde yapmam gereken bir şey var. Bileğimi Sinan abimin elinden çekip bir anda onunda elmacık kemiğine doğru sert bir yumruk indirdim. Başı sağa doğru çevrilirken şokla bana baktı. "Bu ona vurduğun için." dedim Ayşe'ye.
Kenarda dudakları kıvrılmış, yorgun fakat gururlu bakışlarla bana bakan Nesime'nin yanına gittim kaşlarımı çatarak. Aynı yumruktan onun da sol yanağına hediye ettiğimde aynı şekilde başı çevrildi ve gülmeye başladı. "Bu da ona karşılık vermediğin için." dedim.
Sinan abim ötede, Demir abim karşımda sinirleri bozulmuş gibi gülerlerken daha fazla dayanamayıp bende gülmeye başladım. Temiz delirmiştik ve bir an önce bu anı fotoğraflamak istedim. Cebimden telefonumu çıkartıp ön kamerayı açtım.
Demir abimin yanında dururken Sinan abime seslendim. "Buraya gel, fotoğraf çekelim hemen! İleride bakar bakar gülersiniz!"
"Gülersiniz derken? Sen bir yere mi gidiyorsun?" dedi Demir abim.
Ona bakmadan elimi salladım rastgele. "Öylesine dedim ya."
"Öylesine möylesine anlamam ben! Düzgün konuş yoksa ağzını kırarım senin!"
Geciştirircesine başımı sallayarak Sinan abime baktım tekrar. "Ya gelsene şuraya, Allah Allah!" diye cırladım sinirle.
Kaşlarını çattı. "Ben o herifle aynı karede yer almam şu saatten sonra!"
Demir abim de nihayet karşılık verebildi ama lafta. "Bende seninle aynı karede yer almaya çok hevesliydim sanki!"
Biri sağa biri sola dağılırken, "İkiniz de on saniye içinde buraya gelip fotoğraf çektirmezseniz ölümü görün!" dediğimde durdular ve kaşlarını çatarak paşa paşa yanıma geldiler.
Onlar hoşnutsuz ve kaşları çatık bir halde kameraya bakarlarken telefonu yukarıya kaldırıp acıyan yanağıma inat kocaman gülümsedim ve bu anı ölümsüzleştirecek yirmi küsur fotoğraf çektim.
"Ay delirmiş bunlar!" diyordu annem kenarda durmuş bizi izlerken. "Bir birbirlerini dövüyorlar bir gülüyorlar. Vallahi bu kız aklı başında oğullarımı da kendine benzetti."
Sırıtarak ona öpücük attım. "Sıra sende canımın içi."
"Aman aman," dedi ellerini kaldırarak. "Uğraşma benimle bir sürü işim var zaten."
O işleri hiç bitmiyor ki uğraşayım.
Annemler içeriye girerken bahçede üçümüz kaldık. "Yürü," dedi Sinan abim kolumu tutarken. "Bu gece, hatta bundan sonraki gecelerde benimle kalıyorsun. Bunun ne yapacağı belli olmaz."
"Sen kimin kardeşini kimin yanından alıyorsun ulan?!" dedi Demir abim de diğer kolumu tutup beni kendine çekerken. Bir Sinan abim çekti bir Demir abim. İkisinin arasında oyuncak oldum resmen! "Defne bu zamana kadar benimle kaldı, yine öyle olacak! İkile şimdi."
Bak bak bak, daha düne kadar Sinan'ın odasına git diye atarlanan Demir kuşa da bakın hele! Nasıl da sahiplenmeye başladı birden!
Rabbime hamdü senalar olsun, bana bu günleri gösterdi ya.
Sinan abim ayrı Demir abim ayrı horoz gibi kabarırken aralarından kafamı uzatıp, "Beyler sakin olun," dedim sırıtarak. "Benim için kavga etmeniz gerçekten gururumu okşadı ama sizce de yaralarımızı sarmanın zamanı değil mi?"
İkisinin de delici bakışları bana çevrilince ellerimi kaldırdım. "Her neyse, biraz daha tartışıp gururumu okşamaya devam edebilirsiniz, sustum."
"Madem öyle," dedi Demir abim. "Defne'ye soralım. Kiminle kalmak istiyorsa onunla kalsın." dediğinde onu seçeceğimden eminmiş gibi sırıtıyordu.
"Onun adı Defne değil, Gül." dedi Sinan abim. Demir abimin bu önerisinin onun lehine sonuçlanacağını bildiğinden huzursuzdu ama yine de, "Tamam." diyerek kabul etti ve bana baktılar. "Bu gece ve sonrasında kiminle kalmak istiyorsun?" Tam dudaklarımı aralamıştım ki Sinan abim parmağını doğrulttu. "Onun sana vurduğunu unutma! Ben sana asla, yanlışlıkla bile olsa zarar vermem."
Hımm, manipülasyon deyince de Sinan kuş yani!
Demir abimin sırıtan yüzü düşerken kaşlarını çattı. "Küçükken sana şeker kavanozunu vermemişti, unutma." dedi. Evet, bu olay içimde bir yaraydı hâlâ. Doksan yaşıma da gelsem bunun öfkesini yaşayacaktım.
"Doktor sağlıklı beslenmesini söylediği için vermedim herhalde," dedi Sinan abim. "Ama şimdi isterse kavanoz kavanoz şekerler alırım."
Hımm, bu reddedemeyeceğim kadar iyi bir teklifti.
Ben yavaş yavaş Sinan abime doğru kayarken, Demir abim kolumu daha sert tuttu. "Benimle kalırsan göreve gittiğim zamanlarda aramalarına ve mesajlarına dönüş yaparım." dedi.
Hızla Demir abime doğru kaydım. Bunu asla kaçırmam!
"Benimle kalırsan istediğin zaman arabamı kullanmana izin veririm."
"Onun külüstürünü boş ver, sen benim arabamı kullan."
"Beyler," diyerek araya girdim. "Bana arabalarınızı kullanmayı değil, arabalarınızı bana vermeyi teklif edin."
İkisi de bana baktı. "Siktir et," dedi Demir abim. "Araba yok, unut gitsin." dediğinde kıkırdadım. Bunu asla göze alamazdı.
Sinan abim bunu fırsat bildi. "Görüyor musun?" dedi eliyle Demir abimi işaret ederek. "Arabasına senden daha fazla değer veriyor ama üzülme, benim arabam senin olsun. Tabii beni seçersen."
Bir tarafta Sinan abimin, Demir abimin iddia ettiğinin aksine hiç de külüstür olmayan o arabası varken diğer yanda da Demir abimin göreve gittiğinde mesajlarıma ve aramalarıma dönüş yapma sözü vardı. Arafta kalmaya razıyım ama arada kalmak zulüm gibi resmen!
İkisinin de arasından çıkıp onlara döndüm ve bulduğum mantıklı çözümü sundum. "Bence şöyle yapsak; üçümüz Demir abimin yatağında yatsak? Sığarız bence."
Sinan abim kırgınlıkla bana bakarken başını salladı. "Sen kararını vermişsin zaten." dedi. "Bana gerek yok."
Arkasını dönüp gittiğinde bir adım attım ama devam edemedim. Öylece kaldım. Demir abimin kısık iniltisiyle ona döndüğümde elinin tersiyle dudağını silerken diğer eli karnındaydı. "Yürü hadi, yaralarını sarayım." dedim koluna girerken.
"Sinan bozuldu." dedi eve yürümeye başladığımızda.
"Mutlu musun?" diye sordum bende ters ters. "Beni aranıza aldınız ve en az sevdiğin parmağını kes dediniz resmen!"
"İstersen sen git yanına, ben hallederim."
"Şu kaportanı bir toplayalım gideceğim zaten."
Demir abim odasına giderken ben de banyodan ilk yardım çantasını almış, odasına gitmiştim. "Halledebilecek misin?" diye sordu Demir abim güvenemeyerek.
"Beş dakika sürmeyecek bile, görürsün." dedim ilk yardım çantasını açarken. İnanmadı ama bana güvenmeyi tercih etti.
Yarım Saat Sonra;
"Yeter ulan artık!" diye birden bağırdığında irkildim ve baş parmağımla damağımı ittim geriye. Kum torbasını çıplak elle yumruklayıp eklem yerlerine zarar verdiği elini kaldırıp gösterdi. "Bu ne Defne? Sadece elimdeki yara için üç kutu yara bandı harcadın ulan!"
Paşama bak sen! Yaralarını sarıyoruz burada beğenmiyor bir de.
"Ne bağırıyorsun be?!" diye bende çemkirdim karşılık olarak. "Sende yara bandı yapıştırıyordun yaralarıma. Senden öğrendik herhalde."
Bana doğru düzgün pansuman yapmayı öğretti de ben öğrenmedim sanki! Şuna bak ya!
"Evet," dedi elinin üzerine, boşluk kalmayacak şekilde ve yer yer üst üste yapıştırdığım yara bantlarını sökmeye başlayarak. "Ben de yapıştırıyordum ama böyle değil, senin yaptığın gibi değil." dedi kopardığı yara bandını bana savurarak. Bandın ucu saçıma takıldığında geri ona fırlattım bende.
"Aman iyi be!" diye cırladım suratına suratına. "Yap o zaman kendin pansumanını. Gidiyorum ben! Sinan abim bana bağırmaz, ona gidiyorum. Kal sen de burada, otur böyle kukumav kuşu gibi bir başına."
"La havle la havle!" dediğinde onu umursamadan odasından çıkıp üst kata çıktım ve koskocaman üst katta Memo'yla kalan Sinan abimin odasına gittim.
Üst katta normalde abimler ve Mehmet kalıyordu fakat ben iyileşip hastaneden eve döndükten sonra psikolojik olarak o süreci atlatamamış, rüyamda sürekli kendimi yeniden kanser olmuş görünce uykularımdan sıçrayarak uyanmaya ve ağlamaya başlamıştım. Bunun üzerine Demir abim ertesi gün şimdi kaldığı odayı o zaman kiler olarak kullanıyorduk, odasıyla kileri değiştirdi. Kileri üst kata taşırken kendi odasını da alt kata taşımıştı benim için. Sonrasında bir pedagogdan yardım almış, Demir abimin de desteğiyle uykularımdaki kabuslardan kurtulmuştum fakat Demir abim odasını bir daha değiştirmedi. Alt katta kalmayı, bana yakın olmayı tercih etti.
Düşersem eğer hemen tutabileyim diye yakınımda oldu hep. Uzaktayken bile hep yakınımdaydı aslında.
Derin bir nefes alıp silkinerek o anlardan sıyrıldım ve Sinan abimin kapısını tıklattım önce. Ses gelmedi.
Uyumuş olduğunu düşünerekten kapıyı yavaşça açtım ve içeriye girdim. Ona geleceğimi biliyormuş gibi sırtı dönük yatakta yatarken, "Abinin yanına git." dedi dümdüz, tripli bir sesle.
Atarını yesinler senin!
Sırıtarak odaya girdim ve arkasına yattım. "Abime geldim zaten," dedim. "Tabii bu yaştan sonra cinsiyet değiştirmeye karar vermediysen?"
Ağzının içinde homurdandığında kıkırdayarak ona yanaşıp arkasından sarıldım. "Yapma böyle," dedim ensesine ensesine konuşurken. "İkiniz de benim canımsınız ciğerimsiniz. İkinizin arasında seçim yaptırmayın bana." Cevap vermedi. Hareket dahi etmedi. "Hem sen bilmiyor musun? Gül'e üç saniyeden fazla küseni Allah çarpar. Tabii sen, ben Ateistim, Allah'ın varlığına inanmıyorum diyerek büyük günahlardan birini işliyorsan sen bilirsin. Ben uyarayım da. Sonra başına bir bela gelir, ayağın taşa takılır düşersin, o zaman aklına gelir..."
Daha konuşacaktım ki Sinan abimin bana dönmesiyle susup biraz geri çekildim. Sırt üstü yatıp beni göğsüne çektiğinde hemen ona sarıldım. "Affedildin," dedi. Böylelikle ateist olmadığını öğrenmiş olduk. "Ama bir daha, yanlışlıkla bile olsa, sana böyle bir zarar verirse yüzünü göremez, baştan uyarıyorum."
"Tamam." dedim hemen. Paylaşılamayan olmak çok güzelmiş gerçekten. Allah'ım bunu bir daha nasip et, lütfen lütfen lütfen!
Beni göğsüne çekip Demir abimin aksine ben ayıkken bana sarıldı, saçlarımı, alnımı ve kremi emen yanağımı öptü. "Anlaştığımıza göre uyuyalım." dedi.
Onayladım. "Uyuyalım."
Uyuyamadık.
Rahat edemedim bir türlü. Bacağımı uzattım, olmadı, geri çektim, olmadı. Kolumu attım üstüne, rahat edemedim. Sağa döndüm, sola döndüm, sırt üstü uzandım, yüz üstü yattım, bir türlü rahat edemedim. Beş dakika da maraton koşmuş atlet gibi nefes nefese kaldım.
"Git hadi," dedi Sinan abim. Ben uyuyamayıp dönüp durdukça onu da uyutmamıştım. "Sen alışmışsın Demir'le uyumaya, bendeki rahatlık battı sana tabii." dediğinde güldüm ve yanağına sulu bir öpücük bırakıp kalktım yataktan.
Merdivenleri zıplayarak inip pat diye Demir abimin odasına girdiğimde pansumanını bitirmiş, banyosunu yapıp üstünü değiştirmiş, yatağa girerken yakaladım. Kapıyı kapatıp ondan önce zıplayarak kendimi yüz üstü yatağa bıraktım.
"Ne oldu?" dedi yanıma yattığında. "Sinan abin kovdu mu seni?"
"O sen değil," dedim burun kıvırarak. Yüzümün yarısı yastıkta gömülü olduğu için sesim boğuk çıkmıştı. "Beni kovmadı. Yeryüzündeki hiçbir canlı beni kovamaz, ben istersem istifa ederim."
Bir şey demedi. Sırt üstü uzanmış, sargılı eli karnındayken diğer kolunu gözlerinin üzerine kapatmıştı. Uyumamı bekliyordu bana sarılmak, beni göğsüne çekmek için.
Uyumadım. Hatta ilk defa ikimizde ayıkken ona sarıldım. Karnındaki kolunu kaldırıp kolunun altına girdim ve başımı göğsüne yasladım. Üzerine yattığım eli bir süre havada kalırken en sonunda pes etti ve elini omzuma koydu. Bir bacağımı üstüne atıp diğer kolumu da iri ve sıkı kaslarından dolayı sert olan vücuduna sardım.
"Sözünü tutacaksın değil mi?" diye sordum uykuya dalmadan hemen önce uykulu sesimle.
"Ne sözü?" diye sordu anlamayarak.
"Göreve gittiğinde mesajlarıma ve aramalarıma cevap verecektin ya, o söz."
"O hakkı kaybettin çünkü beni burada bırakıp Sinan'ın yanına gittin."
"Ama sana geldim!"
"Gittin mi? Gittin. Konu kapanmıştır."
"Aman iyi be!" dedim ondan ayrılıp ona sırtımı dönerken. "Arama, mesaj da atma. İstemez."
"Aramayacağım, mesaj da atmayacağım zaten." dedi.
"Atma," dedim ben de. "Arama da."
"Öyle yapacağım."
"Aferin."
Ağzımın içinde homurdandım ve uykuya daldım. Normalde top patlasa uyanmayan ben kış uykusuna yatmış gibi ağır olan uykularımda bile Demir abimin beni göğsüne çektiğini hissediyor, sarıp sarmalamasını, saçlarıma kondurduğu sayısız öpücükleri ve sabahına hatırlamasam bile o an kulağıma fısıldadığı cümleleri anlıyor ve onun sayesinde huzurlu bir uyku çekiyordum.
Yine huzurlu bir uyku çekmiştim onun göğsünde.
İki Gün Sonra;
"Aa!" dedim mutfağa girdiğimde. Şaşkınlıkla ablama bakarken üzerimde eskiyen pijamam ve dağınık saçlarımla yani en tarz halimle yerime geçtim. "Sen yine mi evdesin?"
İki gündür işe gitmiyordu. Sık sık telefonu çalıyor, bazen konuşuyor, bazen sadece mesajlaşıyordu ama bu iki günde odasından dışarı çıkmamıştı.
Süslü Barbie bana ters ters bakarken Demir abim de ikimize kısa bir bakış atıp babamla konuşmasına dönmüştü.
"Aa!" diyen anneme baktım. Demir abim için ekmeğe kaymakla bal sürerken, zaten o kaymakla bal bir Demir abim eve geldiği zaman ortaya çıkıyordu, bana baktı bir an. "Nerede olacakmış ablan? Evde olacak tabii."
Tam konuşacakken annemin ekmeği Demir abime uzatmasıyla sustum ve gözünü avına dikmiş yırtıcı gibi ekmeği takip ettim gözlerimle. "İzinliyim dedim ya!" dedi Süslü ama ona odaklanamadım. "Birkaç gün gitmeyeceğim işe."
Demir abim ekmeği alacakken harekete geçtim ve elinden kaptığım ekmekten koca bir ısırık aldım. Annem ters ters bakarken Demir abim bunu yapmamı bekliyormuş gibi bir şey demedi. Sırıtarak ekmeği yedim.
Kahvaltı boyunca ortadaki kahvaltılıklardan almak yerine herkesin, en çok da Demir abimin tabağından bir şeyler çalıp yedim.
Mehmet'in önünden uzanarak babamın tabağındaki zeytine dadanmıştım ki babam bana bakınca yakalandım ve tatlı tatlı gülümseyip elimi çektim.
Dayanamadı, o da güldü. "Al hadi, al." dediğinde hızla beş zeytini avuçlayıp ağzıma attım. Yağlı elimi Mehmet'in mendiline sildiğimde bana ters ters baktı.
"Hadi bakalım çocuklar," dedi babam ayaklanırken. "Cumaya gidelim beraber. Öncesinde biraz yürür, konuşuruz." dediğinde Demir abimin peşinden Mehmet ve Sinan abim ayaklandı.
Demir abim yanımdan geçerken birden durdu ve çenemden tutup başımı kendine doğru kaldırdı. "Uslu dur, canımı sıkma." diye uyarı verdi.
Tatlı tatlı gülümsedim. "Kaşların yay, kirpiğin ok vurduğunu öldürürsün, geçme Mescit önünden çok namazlar böldürürsün. Hayırlı Cumalar." dediğimde gülecek gibi oldu. Hatta kafasını diğer tarafa çevirip gülüşünü benden sakladı ve kaşlarını çatarak toparlandı. Poposuna vurdum bir tane. "Hadi git de namazını kıl güzel güzel. Bana da dua et bol bol, zengin olayım."
Kafasını çevirip, "La havle!" diye diye gittiğinde arkasından baktım.
Allah'ım boya posa bak! Abim olmasa çoktan hallenmiştim.
Dedem bulmacasını ve çayını alarak bahçeye çıktığında telefonum çaldı. Arayana baktığımda yabancı bir numara olduğunu gördüm ve direkt aramayı sonlandırdım. Ben ailem dışındaki aramaları asla açmazdım. Bazen yengemler, kuzenlerim falan arardı ama açmazdım hiç. Zaten onlar da işleri düştüğünde ararlardı beni anca.
Annem, "Hadi bakalım kızlar, siz de bana yardım edin. Sofrayı toplayalım." dediğinde telefonum yeniden çaldı. Aynı numara ikinci kez arıyordu ve ben şu an bu sofrayı toplamamak için organ mafyasına üye bile olurdum.
"Benim bir telefon konuşması yapmam gerekiyor." diyerek kalktım masadan. "Size kolay gelsin."
"Allah Allah," diye söylendi arkamdan annem. "Gören de sektereklik yapıyor sanır! Ne bu telefon görüşmesi?"
"Önemli!" diye bağırdım bende. "Ve gizli!"
O da geri bağırdı. "Demir gelince ona anlatırsın bu gizli telefon görüşmelerini!"
Sessiz kaldım. Onun siniriyle telefonu açtım. "Alo kimsiyiz?" dedim Yalı Çapkını Kazım tavrıyla. "Size diyim ha! Kimsiyiz?!"
"Merhaba Gül, ben Kenan." dedi karşı taraftaki kişi.
Kaşlarımı çattım. "Kenan derken? Hangi Kenan?"
Kim olduğunu tabii ki anlamıştım fakat karşı taraftan Kenan Bey dışında birinin, ki bu onun kardeşi Tahin'den başkası değildi, bana bağırmaya başladı birden. "Ablanın patronu Kenan, İstanbul'u gezdiren Kenan!" dedi. "Hangi Kenan'mış! Başka kim var Kenan?! Bir de soruyor! Sabrımı sınıyor bu kız benim!"
Ya sesim hoparlördeydi ki bence bu kuvvetli bir ihtimaldi ya da Tahin kişisi o koca kulağını telefona dayamış beni dinliyordu. Ona olan öfkemle odama girerken kapıyı sertçe çarptım. Bu annemin evi inletecek derecede bağırmasına sebep oldu ama ona odaklanamadım şu an.
"Bana bak pekmez katılmamış Tahin kişisi! Sen ne cüretle bana bağırırsın?! Senin o ses tellerini söker, kemençeye bağlarım! Çemçük ağızlıya bak sen! Telefonun ucundan kükremesi kolay tabii! Yiyorsa karşıma çık da konuş!"
"Ya sabır, la havle!" diye söylendi telefonun ucundan.
Daha da yükseldim. "Ya da dur ula! Neredesin sen? Konum at, ben geleceğim! Bakalım karşımdayken de böyle konuşabilecek misin benimle?"
"Tamam gençler, bir sakin olun." diyerek araya girdi Kenan Bey. "Gül, Tahir adına özür dilerim ben senden. Kusura bakma... Ben seni başka bir şey için aramıştım."
Tahin'in ağzına iki tane çakamadığım için parmak uçlarım sızlarken, "Ne?" dedim ters bir sesle. Sonuçta abisi değil miydi? Aynı kumaşın laciverti işte!
"Ablan iki gündür şirkete gelmiyor. Hasta olduğunu söylüyor ama açıkçası son olanlardan sonra şirkette onun hakkında konuşulmasından çekiniyor diye düşünüyorum. Ortalık bir sakinleşsin, olay unutulsun diye gelmiyor biliyorum ama onun yokluğunda işleri yürütemiyoruz. Kısa sürede şirkette önemli bir pozisyonda görev aldı ve o olmadan işler yürümüyor. Ben kimsenin ona en ufak bir laf söylemesine müsaade etmem, bunu ona da söyledim fakat reddediyor. Sabah konuştuğumuzda işi bırakmak istediğinden bahsetti. Senden ricam onu şirkete getirebilir misin? Böyle kaçtıkça insanlar onu daha çok suçluyor."
Ablam ve ben tam olarak zıttık birbirimize. O elalemleri pek kafasına takardı ama hatalı da olsam benim zerre umrumda olmazdı üç kuruş etmeyen insanların lafları. Sert görünmeye çalışsa da fazla çıtkırıldımdı. Böyle hayat geçmezdi ki canım!
Ve lanet olsun ki, bununla da ben ilgileneceğim.
"Tamam," dedim. "Getireceğim ama geldiğimde o kardeşin olacak uyuz yanında olursa onu gırtlaklarım demedi deme!"
"Duyuyorum, buradayım." dedi sesini bile duymaya tahammülüm olmayan herif.
"Bekle ula!" dedim. "Ecelin geliyor bekle, bekle!"
Telefonu kapatıp boğazım patlarcasına "Abla!" diye cırlarken dolabımı açıp giyecek kıyafetler çıkardım kendime.
Pijama altımı çıkartıp pantolonu giyerken ablam girdi odaya. "Ne oldu? Kuyruğuna basılmış dana gibi ne bağırıyorsun?"
"Hazırlan, gidiyoruz!" dedim.
"Nereye?"
"Gidince görürsün."
Sinirli ve huysuz bir halde olduğumu gördüğü için soru sormadan o da hazırlanmaya başladı ve on dakika içinde Demir abimin arabasına binip yola koyulduk. Konfor açısından Demir abimin arabası o kadar rahat ve yüksekti ki, uçuyor gibi hissediyordum onun arabasını kullanırken. Ve bu biraz olsun sinirlerimi yatıştırdı.
Süslü bir iki kere nereye gittiğimizi sorsa da cevap vermedim. Onun yerinde olsam söyletene kadar susmaz, gerekirse kaza bile yapmamıza sebep olurdum. Öyle meraklı, öyle sabırsız biriydim lanet olsun ki.
Ta ki arabayı şirketin otoparkında durdurduğumda ablam anladı sebebini. "Hayır!" dedi hızla bana dönerek. Bir yandan da etrafı tarıyordu gözleri şirketten birileri var mı diye. "Derhâl eve gidiyoruz Gül! Hemen! Allah kahretsin! Niye geldik?! Sür şunu hadi!"
Onun aksine kontağı kapatıp indim arabadan. Sinirle yumruklarını sıkarak o da indiğinde saçlarını önüne çekiyordu tanınmamak için. "Ne halt ettiğini sanıyorsun sen?!"
"Böyle korkak gibi üç kuruş etmeyecek insanların laflarından kaçmana izin vermiyorum." dedim. "İnsanların problemi bu. Konuşmak. Hadleri olmayan her konuda atıp tutarlar. Bunlar oluyor, olacak da. Senin en ufak bir hatan dahi olmayan bir olayı böyle kaçarak, saklanarak unutturamazsın. Üstünden kırk yıl da geçse bu insanlar onu konuşurlar. Yani tatlım, sadede gelecek olursak; sen Gül Kara'nın kardeşi Sibel Kara'sın. Aptallık etme, kendine gel! Şimdi o başını dik ve gururla çık o başarının aman şirketin merdivenlerini!"
"Ben istemiyorum Gül. İğrenerek bakacaklar, beni gördükleri anda fısıldaşmaya başlayacaklar. Ben bunları istemiyorum. Hem ben... Ben kararımı verdim... İstifamı vereceğim."
Ne dersem diyeyim ikna edemeyecektim. Onu Kenan Bey'e emanet edene kadar kolundan tutup sürüklememe söylense de şirketten içeriye girdiğimiz anda susup saçlarıyla kendini gizlemeye çalıştı. "Şunu yapma!" dedim dişlerimin arasından. "Bu seni daha da suçlu konumuna düşürüyor aptal!"
"Bana aptal deyip durma!"
"Sende aptallık etmeyi bırak o zaman!"
Asansöre binene kadar birçok kişi bize bakıp fısıldaşmaya başladı tam da tahmin ettiğim gibi fakat yüzümüze karşı bir şey denmediği sürece sesimi çıkarmayacaktım.
Asansörden inip Kenan Bey'in odasına ilerlerken kapının kenarında oturan sekreteri, ki bu abime asılmıştı alenen, zavallı abimin namusunu zor kurtarmıştım, bizi görünce, "Ooo! Kimler gelmiş?" dedi işini gücünü bırakıp geriye yaslanarak. Alayla bizi süzdü. "Abiniz sizi mağarasından çıkardı mı sonunda? Ay, şimdi burada erkek sinek vardır, size konar, siz de tecavüze uğruyoruz diye abinizi çağırırsınız şimdi. Bana izin verin de kontrol ettireyim burayı."
Masanın üzerindeki telefonuna ulaştığında elimi elinin üstüne kapatarak suratına eğildim. "Seni o mağaraya gömmem için bana yalvarmana gerek yok tatlım!" dedim gülümseyerek. Birden ciddileştim. "Çünkü bunu seve seve yapacağım!"
Tam saçına asılmak için elimi kaldırmıştım ki ablam tuttu kolumu. "Bırak Gül, değmez. Yapma."
Onun hatırına geri çekilsem de abime ve bize ettiği hakaretleri yok sayacak değilim. Bunu ona ödeteceğim.
"Ya siz şaka mısınız?" dedi kız gülüp sinirlerimle iyice oynarken. "Biriniz Kenan Bey'e, biriniz Tahir Bey'e kancayı taktınız. Buraya iş ayağına geldin ama Kenan Bey sürekli peşinde dolanıyor! Bilmiyoruz sanki. Geceleri yatıp kalkıyorlar, gündüzleri patron - işçi oynuyorlar! Ne biçim insansınız siz be?!"
Her şeye eyvallah ama bir kadının bir başka kadının namusuna böyle kolayca dil uzatmasına tahammülüm yoktu. Özellikle de gözleriyle görmedikleri şeyler hakkında konuşmalarına kesinlikle katılmıyordum. Ulan kadınlar olarak erkekler tarafından yeterince zorbalığa, haksızlığa uğruyorken bir de hemcinslerimizle baş etmeye çalışmak hepten delirtiyordu beni.
Tam kadının üzerine atlayacakken Kenan Bey'in odasının kapısı açıldı ve kendisi bir hışımla dışarı çıktı. "Kovuldun!" dedi gözleri sekreterindeyken. "Muhasebeden çıkışını al ve git! Bir daha da gelme sakın."
"Ama Kenan Bey, ben-..."
"Ne benim ne de Sibel'in özel hayatı seni," Sesini yükseltti etrafta iş yapıyormuş gibi görünüp burayı dinleyenlere karşı. "Sizi ilgilendirmez! Bu şirketteki herkes haddini, hududunu bilecek! İşiniz ne ise onu yapın. Dedikodu yapmak isteyen mahallesine gitsin, burası mahalle değil!" Yeniden sekreterine döndü. "Sende eşyalarını topla. Yarım saatin var. Yarım saat sonra seni burada görmeyeceğim."
Kız iyice bocaladı, yüzü kıpkırmızı oldu. Ona öldürecek gibi bakıyordum. Ah ulan, beş dakika geç çıksa odasından gebertmiştim çoktan.
"Son bir şey daha," dedi Kenan Bey. "Sibel'den özür dile. Derhâl!"
"Ö-özür dilerim."
"Duyamadım?"
"Özür dilerim."
"Daha yüksek." dedim kollarımı göğsümde bağlayıp dik dik ona bakarken. "Sesin inletsin şu şirketi. Az önce bize çamur atarkenki gibi!"
Bana öfkeli bir bakış savurdu ve sesini biraz yükseltti. "Özür dilerim!"
"Yok ya," dedim burun kıvırıp. Kenan Bey'e baktım. "Bu beni kesmedi, ikna olmadım, tatmin olmadım. Bir gırtlaklayayım ben bunu, ondan sonra dilesin özrünü."
"Bırak Gül," dedi ablam. Burnunu çektiğinde ona baktım. Ağlıyordu. "Özürle geçecek cümleler değildi onunki. Hiç kimse benim namusumu diline dolayamaz, öyle basit bir şekilde namusuna dil uzatamaz. Gerek yok o yüzden."
"Olsun, ben yine de döveyim." diye ısrar ettim. "Fikrin değişir belki?"
Bana ıslak kirpiklerinin arasından uzatmamama dair bir bakış gönderdi.
Elimle Tahin'i işaret ettim. "Bunu döveyim mi?" diye sordum. "Bakma hasarlı olduğuma, iki dakika da yere sererim ki ben onu."
"Bu değil yalnız, ismim Tahir."
Gözlerimi kısarak ona baktım. "Biliyoruz herhalde Tahin."
Boynunu sağa sola kütletip sabır dilerken Kenan Bey, "Seninle biraz konuşalım olur mu?" dedi ablama.
"Ben de sizinle konuşacaktım zaten." dedi ablam. İstifa işini konuşacaktı muhtemelen. Ben yapmam gerekeni yapıp ablamı getirmiştim buraya. Gerisi onlara kalmıştı.
Artık savaşırlar mı sevişirler mi bilmem ama bu defa anamın sözünü dinleyip araya girmeyecektim.
Merdivenlere yöneldiğimde asansörden çıkan Ferhat'ı gördüm ve gözlerim büyürken ona doğru atılıp boynuna sarıldım. Bir ayda o kadar çok sohbetimiz olmuştu ki kanka olmuştuk resmen! Benim erkek versiyonum gibiydi kendisi. Hâl böyle olunca da iyi anlaşmıştık. O gün kafenin önünde biraz çapkın gibi gelmişti ama konuşmaya başladığımız şu bir ayda bana karşı en ufak bir askıntılığı olmamıştı. Ne numaramı istemişti ne de evine davet etmişti. Onunla gerçekten anlaşmaya başladığımda ben istemiştim numarasını. Gökhan'ın yarattığı o boşluğu çok da güzel doldurmuştu valla.
"Özlendim galiba?" dedi gülerek kollarını sırtıma sardığında.
Ondan uzaklaşmadan kafamı geri çektim ve yüzüne baktım. Yüzümü görür görmez şok oldu. "Senin yokluğunda dayak yedim!" diye sızlandım. "Bana yemek ısmarla da sana olanları anlatayım." Acıkmıştım. Sorun şu ki yemeğin üzerinden bir saat geçer geçmez acıkmaya başlıyordum. Yiyip yiyip kilo almayanlar derneğinin kurucu lideri olaraktan da her saat başı bir şeyler atıştırmadan duramazdım.
"Birkaç gün yoktum, neler olmuş yokluğumda. Acıyor mu?" Çenemi tutup yüzünü ekşiterek yanağımdaki morlu yeşilli dünya haritasına bakarken birden Tahin kişisi onu bileğinden iterek uzaklaştırdı. "Senin işlerin bitti mi?" dedi tepemde dikilip Ferhat'a bakarken.
"Bitti," dedi Ferhat onun bu tavrına karşılık şaşkınca bakarken. "Kenan abiye haber vermiştim kardeşim de, ne oluyor? Ne bu sinir?"
"Dokunman hoşuma gitmedi," dediğinde ona baktım. Bana dokunmasından ona ne ki? "Yani onun hoşuna gitmemiştir belki. O yüzden yerli yersiz temaslardan kaçın! Son vukuatını unutma!"
Ferhat güldüğünde tenis maçı izler gibi ikisini izlemekten başım döndü iki dakika da. "Yok kardeşim, orada kadın yanlış anlamıştı. Niyetim saçındaki yaprağı almakken o taciz ediyorum sanmıştı. Gül öyle biri değil. Zaten bende ona o niyetle yaklaşmadım hiç."
"Olsun," dedi Tahin kişisi dik dik Ferhat'a bakmaya devam ederken. "Sen yine de temas etme, hoş değil."
Ferhat anlamadı ama sorgulamadı da. Dudak büktü. "Peki, tamam." diyerek kabullendiğinde Tahin hâlâ ona bakıyordu.
"Artık gidebilir miyiz?" dedim sesimi yükselterek. Tahin bana baktığında kaşlarımı çattım. "Sen değil," dedim. İşaret parmağımı Ferhat'la aramda çevirdim. "Ferhat'la biz." diye belirttiğimde Tahin kaşlarını çattı.
Ferhat bana göz kırpıp elindeki dosyayı Tahin'in eline tutuşturduktan sonra kolunu omzuma atıp beni göğsüne çektiğinde "Nereye gidelim?" diye sordu asansöre ilerlerken.
Dudak büktüm. "Tıka basa doyacağım bir mekana lütfen." dediğimde güldü.
Asansöre binerken kısa bir an arkamı dönüp Tahin'e baktım. Ferhat'ın eline tutuşturduğu dosyayı parçalamak ister gibi sıkarken çatık kaşlarının altındaki delici ela gözleri bende ve omzumda olan Ferhat'ın kolundaydı. Niye sinirlenmişti ki bu kadar?
Ay bir dakika!
Yoksa o... Yoksa o beni kıskandı mı?
On Beş Gün Sonra;
Her yemek vaktinde olduğu gibi o sabah da kıtlıktan çıkmış gibi kahvaltımı yaparken Demir abimin, "Beş gün sonra gidiyorum." demesiyle ağzıma tıkıştırdığım lokmalar ağzımda büyüdü, yutamadım.
Dobarlan, dedim içimden kendime. Dobarlan bıragma gendini.
Tamam, onunla gurur duyuyorum. Gerçekten gurur duyulacak, göğsümüzü kabartacak bir meslekti onunki fakat böyle ani geliş gidişleri en çok beni yaralıyordu. Hoş, bu zamana kadarki en uzun gelişiydi bu. Normal de bir hafta bile kalamadığı zamanlar oluyordu. Muhtemelen benim için uzun bir izin ayarlamış olmalıydı. Keşke günler, saatler, hatta saniyeler, saliseler bile bu kadar hızlı geçmeseydi onunlayken. Elimde olsa göğsüme saklar, hiçbir yere göndermezdim onu fakat bu da onun işiydi ne yazık ki.
Şimdi bu haberi verirken özellikle bana bakmıyordu ama bana söylediğini biliyordum. Kendini çok alıştırma, beş günümüz var ve ben sonra yine yokum hayatında diyordu aklınca.
Anlaşıldı, bana bu geceden itibaren uykular haramdı. Şu beş günün gecesinde doya doya onu izleyip onun haberi olmadan yaptığım gibi bir sürü fotoğraflarını çekecektim yine.
İki insan uzaktayken geriye sadece birlikte çekildikleri fotoğrafları kalıyordu çünkü.
Ağzımdaki lokmayı zar zor çiğneyip yutmaya çalışırken annemin ellerinin titrediğini, gözlerinin dolduğunu gördüm.
"Hayırlısı oğlum," dedi babam. "Sen hep böyle sağlıkla gidip geldikten sonra biz seni ömür boyu bekleriz. Yeter ki iyi ol sen. Dualarımız, kalbimiz hep seninle, sizinle."
"Eksik olma baba."
"Tabii canım," dedi annem gözlerini silip gülerken. Uzanıp Demir abimin kolunu sıvazladığında onları izledim. "Sen hep geldin evine, yurduna, memleketine, yine gelirsin Allah'ın izniyle."
"İnşallah annem, dualarınız sayesinde hepsi."
Gözlerimi tabağıma çevirip dirseğimi masaya, başımı da yumruğuma yasladım. Diğer elimde çatal tabağımdaki zeytinle oynarken içime çöken hüzünle de baş etmeye çalışıyordum bir yandan. Burnumun direği sızlamaya başlamıştı bile şimdiden.
Bir iki dakika sonra tabağıma konan ballı kaymaklı ekmekle duraksadım ve gözlerimi kaldırıp onu tabağıma koyan kişiye, Demir abime baktım. "Surat asmayı bırak da kahvaltını yap." dedi. "Sofra toplanır toplanmaz başlıyorsun acıktım diye ötmeye."
Ona ters ters bakıp sinirle ekmekten kocaman bir ısırık aldığımda dudaklarıma bulaşan balı kaymağı yaladım dilimle. "Bakma öyle," dedi dik dik bana bakan kendisi değilmiş gibi. "Yarın gidiyorum demedim, beş gün sonra gidiyorum dedim."
Yanımda oturan ve beni izleyen Mehmet'e baktım onu işaret ederek. "Sanki beş asır yanındayım demiş gibi konuşuyor bir de!" diye söylendim ters ters. Burnumu havaya dikip umursamaz bir tavırla ona baktım. "Ayrıca gidersen git, bana ne?! Umrumdasın da sanki! Ben başka şeye üzüldüm."
Ona üzüldüğümü bal gibi bilmesine rağmen yine de ciddiyetle, "Neye?" diye sordu. "Neye üzüldün?"
"Şeye," dedim bir anda bir yalan arayışına girerken. Kaşlarını çatıp ok gibi gözlerime bakarken dudağımı ısırıp bıraktım. "Sınava ya," dedim bir anda. "Sınava üzüldüm."
Demir abimin sol kaşı havaya kalkarken, "Sınav mı?" dedi Mehmet. "Ne sınavı? Sen iki yıl önce mezun oldun ya abla?"
Hay ablanı diye geçirdim içimden. Sussana be uşak!
"Hayat sınavı canım!" dedim cırlayarak. "Okuldan mezun olmuş olabiliriz ama hayattan mezun olmadık henüz. Ve en önemli sınav da bu!"
Söylene söylene kalktım masadan. Mutfaktan çıkarken, "Nereye?" diye bağırdı Demir abim. Cevap vermedim. "Defne!" diye bağırdı bu defa daha yüksek tondan. "Beni oraya getirtme! Gel şuraya, kahvaltını yap!"
"Sana zıkkım olsun, ben doydum!" diye geri bağırdım bende.
"La havle la havle!" diye söylendiğini işittiğimde oralı olmadım. Kudursun dursun!
Arkaya bahçeye çıkacaktım ki ablamın, "Benim de size söylemem gereken bir şey var." dediğini duyunca kapının yanındaki duvara yaslanıp dinlemeye başladım. Kısa süre bir sessizlik oldu. Muhtemelen Süslü ne söyleyecekse onu nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. "Benim yaklaşık bir aydır görüştüğüm biri var ve niyeti ciddi. Yani biliyorum, bu süre çok kısa gelebilir size ama ben yani ilk kez birinden eminim, öyle hissediyorum. Sizinle de tanışmasını ve siz de uygun görürseniz eğer yakın zamanda, yani Demir abim gitmeden bir yüzük takalım, en azından adını koyalım istiyoruz. Ne dersiniz?"
Oha derim!
Hangi ara ula?! Bu hangi ara sevgili yaptı da evlenmeye karar verdi acaba?
Şok üstüne şok yaşıyorum resmen!
"Tahmin ettiğim kişi mi?" diye sordu Demir abim. Kimdi ula? Kim olabilir? Demir abimin bile bildiği ama benim bilmediğim kim olabilir?
Ablam onaylamış olmalı ki, sessiz kaldı çünkü, Demir abim yeniden konuştu. "Benim olup olmamam önemli değil," dedi. "Önemli olan senin mutlu ve huzurlu olman. Eğer eminsen, babam da onay verirse bu akşam gelsin tanışalım." diye onay verdi.
"Sen biliyor musun kim olduğunu?" diye sordu Sinan abim. Sesinde kıskanç bir tını vardı. Onun bile bilmesine ama kendisinin saf dışı kalmasını kıskanmış gibiydi.
"Pek hoş olmasa da tanışma fırsatımız oldu." dedi Demir abim sadece. Başka bir şey demedi.
"Demir haklı," dedi babam. "Bu akşam buyursun gelsin, tanışalım. Ondan sonra karar veririz kızım."
"Tamam baba." diyen ablamın sesinde kuşlar ötüyor, çiçekler açıyordu resmen.
"Gel buraya gel!" diye bağırdı Demir abim birden. "Dedikodu dinleyeceğim diye iki büklüm kaldın orada. Yanıma gel."
Bana diyordu. Her yerde de gözü vardı ula!
Kapının kenarından kafamı uzatıp ona baktım direkt. "Her şeyin en iyisini hak etsen yanında olurdum şu an." dediğimde kaşlarını çattı.
"Formundasın yine." dedi ters ters. "Çenen performansından bir şey kaybetmiyor maşallah."
Ona havalı, karizmatik bir bakış atıp idolüm olan Ceyda Kasabalı sözüyle karşılık verdim. "Yavrum biz şeker tüketmediğimiz için değil, bizi anlamayana nefesimizi boşa tüketmediğimiz için formdayız." dediğimde Mehmet ve Sinan abim ooo çekerken Demir abim iyice kaşlarını çatmıştı.
Bundan sonra böyle!
"Madem öyle," dedi Demir abim geriye yaslanıp çayını yudumlarken. "Giden geri gelmesin, verilen malı geri almıyoruz." dediğinde bu defa ooo sesleri bana yönelikti.
Herkes ne yapacağımı daha doğrusu nasıl karşılık vereceğimi bekler gibi bana bakarken ben sadece Demir abime baktım, baktım ve bir anda arkamı dönüp evden çıktım.
Bana mal demişti!
Bölüm Sonu.🤎
Nasıl buldunuz bölümü?
En sevdiğiniz sahne veya replik?🌸
İnstagram: nazankaraermis nazankrrmshikayeleri
♥️
|
0% |