Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. "Ateşe Veririm Burayı!"

@nazankaraermis

İmera - Al Gülüm Beyaz Gülüm🎶

 

Keyifli Okumalar.🤎

 

Demir'den;

 

Tam on üç saat kırk iki dakikadır Defne benden uzak duruyordu. Şu izin günlerim boyunca dibimden ayrılmayan, kovsam bile gitmeyen kız, on üç saat kırk üç dakikadır, az önce kırk üç olmuştu, yanıma gelmemişti. Akşama kadar bahçedeki hamakta yatmış, akşam yemeğinden sonra da salonda tekli koltuğa kurulup bizimle birlikte televizyon izlemişti. Onunla konuşmaya çalışanlara cevap vermiş fakat bir tek bana cevap vermemiş, benimle konuşmamıştı. Üstelememiştim bende.

 

Yokluğuma alıştırıyordu kendini şimdiden.

 

Bana o kadar bağlıydı ki sabah gideceğimi söylediğimde gözlerindeki gururu ve derin hüznü görmüştüm. Gidişlerim kısa, ona gelmem ise aylar sürüyordu. Beni özlediğini biliyorum çünkü ben de onu özlüyordum. Yanındayken kızdığım her hareketi ondan uzaktayken burnumda tütüyordu.

 

Bir saat önce uykum geldi diyerek gitmişti. Muhtemelen peşinden gideceğimi düşünüyordu ama gitmedim. Herkes yavaş yavaş odasına çekildiğinde en son dedemle biz kaldık salonda. Bulmacasını çözmeye dalmıştı ki herkes gidince gözlüğünü çıkartıp geriye yaslandı, bana baktı.

 

"Seni bekliyordur, gitmeyecek misin?" diye sorduğunda başımı iki yana sallayıp ayaklandım.

 

"Sibel'le konuşacağım önce." dedim. "Sonra Sinan'la Mehmet'e uğrayacağım. Defne sürekli peşimde olduğu için konuşamadım, ilgilenemedim onlarla. Bir sıkıntıları, dertleri var mı bilmiyorum."

 

Mehmet dışında, ki o da artık on sekiz yaşında bir yetişkindi ama yine de küçüktü diğerlerine göre. Sibel'le Sinan'ın bir derdi olsa bile bana ihtiyaç duyarlar mı bilmiyorum ama her izne gelişimde Defne'yle ilgilenip onlara sadece nasıl olduklarını sorup geçiştirmek beni onların gözünde onlara değer vermeyen, onları umursamayan sadece Defne'yle ilgilenen bir abi olarak gösterebilirdi ve bana olan kırgınlıklarını Defne'ye kızarak geçirebilirlerdi. Bunu istemiyordum. Hepsiyle ayrı bir anımız olsun, hepsine yetebileyim istiyordum.

 

Dedem ne düşündüğümü bilir gibi, ki o hep bilir ve beni anlardı. Konuşmadan anlaşırdık biz. "Üçü de iyiler," dedi. Gözlem yeteneği iyi olduğu için kimse bir şey demeden birinin bir derdi olup olmadığını anlardı. "Yalnız Sinan durgun son günlerde. Onunla bir konuş istersen. Sonra seni bekleyen kızın yanına git. Uyanıkken onu sevdiğini söylemiyorsun, sarılmıyorsun bari o uyurken yap bunu. Onun sana ihtiyacı var. Düzeltiyorum; onun en çok sana ihtiyacı var."

 

Bunu bilmek beni mutlu etmiyor, aksine daha çok üzüyordu. Onu eğitirken hep kimseye ihtiyaç duymayacağını, düşerse birilerinin onu kaldırmasını beklemeden kendi ayağa kalkmasını söylemiştim ama eğitimlerde hep düşmüş ve benim onu kaldırmamı beklemişti. Bunu yapmadığımda ağlayarak zaafıma oynamış ve istediğini yaptırmıştı. Bana bile ihtiyaç duymadan güçlü bir şekilde ayaklarının üzerinde dursun istedikçe o inatla sensiz yapamam der gibi tüm eğitimi sabote edip durmuştu.

 

Bazen alıp onu evire çevire dövmek istiyordum buradan giderken bir gözümü arkada bıraktığı için.

 

Derin bir nefes bir alıp bir şey demeden salondan çıktım. Odama gittim ama kapıyı yavaşça açıp aralıktan içeriye baktım. Bana kızsa da küsse de benimle uyumadan durmuyordu. Çocukken de böyleydi. O hastanedeyken ikimiz o hasta yatağına yatardık ve ben ona masallar okurdum. Bazen sorduğu saçma sapan sorularla canımdan bezdirirdi ama ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın kollarımda nefes aldığını bilerek uyumak iyi hissettirirdi o an.

 

Çocukken kedi gibi kıvrılıp göğsümde yatardı ama şimdi o kadar uzun süre yatamıyor, hemen sıkılıp dönüyordu. Çok deli yatıyordu. Aniden üstüme attığı kolu ya da bacağı kaç kere uykumdan uyandırmıştı beni sayamadım. Şimdi de yüz üstü yatmış, elleri yastığımın altında, yüzünün büyük bölümü de yastığıma gömülüydü ve üstü açıktı çünkü yorgan yerdeydi. Soğuk havalarda bile üstünde ne varsa uykusunda yere atardı. Bu yüzden annem ve Sibel ara ara onu kontrol eder, üstünü örterdi. Bunu annemle konuşurken öğrenmiştim. Ben buradayken üstünü örterdim çünkü.

 

Yavaşça odaya girip yerdeki yorganı aldım ve üstünü örttüm. Uyanmadı, kıpırdamadı bile. Uykusu çok ağırdı. Bu da gideceğim zamanlarda işime yarıyordu çünkü o uyurken ben herkesle vedalaşıp uçağa binmiş oluyordum. Bu onu üzüyordu biliyorum ama onunla vedalaşmak en son istediğim şey bile değildi.

 

Ben bir tek bu kıza veda edemiyorum.

 

Odamdan çıkıp Sibel'in odasına gittim. Tam kapı kulpunu kavramış açacakken birden durdum. Genç bir kızın odasına böyle dan diye girmem hoş olmazdı. Belki müsait değildi. Dilimi ısırıp elimi kapı kulpundan çektim ve kapıyı tıklattım. "Sibel, müsait misin abim?"

 

"Müsaitim abi, gel lütfen." dedi hiç bekletmeden.

 

Kapıyı açıp içeriye girdiğimde duvar kenarındaki yatağında oturduğunu gördüm. Pencere kenarındaki boş yatak Defne'nin yatağıydı fakat ben varken de yokken de burada yatmadığını biliyordum. Onun yatağına oturup Sibel'e baktım. O gün bana dediği o söz, kendini Defne'yle kıyasalaması canımı sıkmış, günlerce uyutmamıştı. Hepsine eşit davranmaya çalışırken bir şeyleri kaçırdığımı fark etmiştim.

 

"Bir şey mi oldu abi?" diye sorarken çekingendi. Sanki şiddet yanlısı, onları döven, onlara hayatı dar eden bir abiymişim gibi bana karşı hep çekingendi. Bunun sebebi benim işim de olabilirdi. Onlardan uzakta olduğum için paylaştığımız pek bir şey olmadığından belki de kendini bana uzak görüyordur ama her ne olursa olsun, bana bu şekilde bakmasını istemiyordum. Tamam, geri kafalı olabilirim, bazen düşünmeden hareket de ediyor olabilirim ama her şeye rağmen abisiyim onun. Bana bu şekilde uzak kalmamalı. Defne kadar yapışmasında ama... Neyse işte aman!

 

"Korkuyor musun benden?" diye sorarken huysuzdum. Evet derse yaşayacağım hayal kırıklığını hesap etmeye çalışırken, "Ne?" dedi şaşkınca. Sorum gayet açıktı, ikinciyi sormadım. "Hayır." dedi ama tereddütte gibiydi. "Yani genelde sen Gül'ün yanında olduğun için ben sadece-..."

 

"Kendini onunla kıyaslama." diyerek sözünü kestim. "O gün de yaptın bunu, bir daha yapma!"

 

"Ben sadece-..."

 

"Defne'nin sokakta oynayarak geçirmesi gereken zamanlarını acılı ve sancılı bir şekilde hastane odasında geçirdiğini biliyorsun. O zamanlarda anne ve babamızın bütün ilgilerini üstüne aldığı için içten içe o kendini size karşı suçlu hissediyor zaten. Ama bana yaptığın gibi ona da bunu söyleme sakın. Yokluğumla boğuşmaya çalışıyorken bir de beni sizden alıkoyduğunu düşünürse hepten yıkılır. Beş gün sonra gideceğimi söyledim. Ben yokken ona kol kanat germeni, tıpkı İstanbul'a gidebilmen için bizimkileri ikna ettiği gibi seninde ona destek olmanı istiyorum. Biliyorum bazen çekilmez oluyor. Esprileri, hareketleri, tavırları ama bunu bilinçli yapmıyor. Yaşayamadığı o çocukluğu şimdi yaşıyor, yaşamaya çalışıyor."

 

Yutkundum ve bu ilk kez canımı yaktı. "Buradan her gidişimde bir gözüm arkada gidiyorum Sibel. Sadece Defne için değil, hepiniz için. Sinan polis, vuruldu mu, iyi mi diye düşünmekten kafayı yiyorum. Her akşam ondan, küfür bile olsa bir mesaj almadan uyuyamıyorum. Seni düşünüyorum sonra. Çalışmaya başladığını öğrendiğimde acaba iyi mi, erkekler asılıyor mu, zorbalığa uğruyor mu, taksi de otobüste biri kazara bile olsa tenine dokunuyor mu diye düşünmekten kafayı yiyorum. Bu yüzden senden işe gidip geldiğin o anlarda mesaj atmanı istiyorum. Bindiğin taksinin, otobüsün plakalarını göndermeni bu sebeple istiyorum. Senden beş dakika geç haber alsam deliye dönüyorum. Mehmet'in bu tablete, oyunlara gömülmesini düşünüp duruyorum. Bir kez bile arkadaşlarla buluşacağım demedi, duymadım hiç. Annemde söylemedi hiç telefonda. Acaba arkadaşları arasında zorbalığa mı uğruyor diye düşünmekten kafayı yiyorum. Arkadaşları onu istemiyor da bu yüzden mi oyunlara, tablete gömüldü bu kadar acaba diye düşünmekten deliye dönüyorum her gün. Her hafta öğretmeniyle görüşüyorum bu yüzden. Anlayacağın güzelim, ben uzakta olsam bile siz hep buradasınız." dedim işaret parmağımla şakağımı işaret ederken.

 

Söylediklerim Sibel'in gözlerini doldururken oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi ve bana sarıldı. Kollarım narin bedenine dolanırken saçlarını öptüm. "Özür dilerim abi," dedi burnunu çekerken. "Çok özür dilerim. Ben... Bilmiyordum. Bir daha asla böyle bir şey demeyeceğim. Gül senin emanetin bana ve senin yokluğunda ona sahip çıkacağım, söz veriyorum."

 

Bir süre sarıldık. O göğsümde ağladı, durdu. Ben saçlarını öpüp onu sarıp sarmaladım. Böylece onun gönlünü almış oldum.

 

"Anlat bakalım şimdi," dedim dakikalar sonra ayrıldığımızda. "Nereden çıktı bu evlilik işi?"

 

Gözlerini silerek benden biraz uzaklaştığında onu izledim. "Sana karşı dürüst olacağım." dedi gözlerime bakarak. "Bu durumun ani olduğunun farkındayım abi ama nedense içimden bir his onun doğru kişi olduğunu söylüyor bana. Birkaç gün önce ailesiyle tanıştım. Ailesine karşı tutumu, onların bana yaklaşımı çok iyiydi. Kenan zaten tanıdığım kadarıyla öyle ters, kompleksleri olan bir adam değil. Ya bilmiyorum ama hissediyorum abi, o benim kaderim. Babaannem derdi ya hani; karşınızdaki insanın doğru insan olup olmadığını kalbiniz hisseder diye. Benim kalbim bas bas bağırıyor abi Kenan'ın doğru insan olduğunu."

 

Gözlerindeki o derin sevgiyi gördüm. O gün herifi öldüresiye dövmeme rağmen Sibel'i korumaya ve durumu açıklamaya çalışması herkesin yapacağı bir hareket değildi. İşin tuhaf yanı bende kötü bir durum sezmiyordum. Sadece ani olması kafamı karıştırmıştı ama Sibel eminse benim için bir problem yoktu. Yarın o herif tanışmaya geldiğinde onunla da özel olarak konuşurdum.

 

"Ben gidiyorum diye aceleye getirmiyorsun değil mi?" diye sorduğumda başını iki yana salladı.

 

"Hayır." dedi. "Yani onun niyeti ciddi. Daha en başında söyledi bunu. Ee eninde sonunda evleneceğiz madem senin de olduğun bir günde yüzükleri takalım istedim. Sensiz olmasın istedim, o da kabul etti."

 

"Tamam," dedim. Alnına sıcak bir buse kondurup yanından kalktım. "Ben bir Sinan'la Mehmet'e bakayım, konuşuruz yine."

 

"Tamam abi." dedi. Gitmek için bir adım atmıştım ki elimi tuttu. Ona baktığımda başını sağa yatırıp gülümsedi. "İyi miyiz?"

 

Kaşlarımı çattım. "Ne zaman kötü olduk ki?"

 

Sevinçle gülümsediğinde, "Hadi yat artık," dedim. "Sabah kalkamazsın sonra."

 

O yatağına giderken bende kapıya yöneldim. Tam kapıyı açmıştım ki belki biliyordur diye ona Sinan'ı sormak için durdum. "Sinan'ın bir şeyi mi var?" diye sordum ona bakarak. "Bir durgun son günlerde."

 

İnce kaşlarını çattı. "Öyle miymiş?" diye sorduğunda bilmediğini anladım ve uzatmadım. "İyi geceler güzelim." diyerek odasından ayrıldım ve merdivenlere yöneldim.

 

Üst kata çıkıp Sinan'ın odasına geldiğimde kapısını çalmadan içeri girdim. Altında eşofmanı varken üstüne tişörtünü giyiyordu ve bir gözü komodinin üzerindeki telefonundaydı. Ben odaya girince telefonunu kapatıp bana döndü. "Ne var?" diye tersledi yorganı açıp yatağına girerken. "Niye geldin?"

 

"Konuşmaya." dedim pencere önündeki koltuğa gidip oturduğumda. O da yatmadı, sırtını yatak başlığına yaslayıp oturdu yatağında.

 

"Ne söyleyeceksen söyle ve git. Zaten canım burnumda."

 

Son birkaç gündür burnundan soluyordu. Ona neyi olduğunu sorduğumuzda bizi tersliyordu. Canını sıkan bir şey vardı ve bunu öğrenecektim.

 

"Ne oldu?" diye sordum onun aksine anlayışlı, sakin bir ses tonuyla karşılık vererek. "Neden canın burnunda? İşle mi ilgili?"

 

Bana ters bir bakış attı. "Seni ilgilendirmez."

 

"Bırak da ona ben karar vereyim, anlat hadi."

 

Ağzının içinde homurdandı. Muhtemelen küfrediyordu ama umrumda olmadı.

 

"Önemli bir şey değil," dedi hoşnutsuz bir tavırla. "Bir kız meselesi. Önemi yok."

 

"Senin için önemi var belli ki." dediğimde bana ters bir bakış attı. "Siktirtme tribini de düzgün anlat şunu!" diye patladım en sonunda.

 

Bana bir küfür savurup anlatmaya başladığında rahat nefes aldım. Defne'nin nazıyla niyazında yeteri kadar uğraşıyordum, bir de Sinan'ın nazını niyazını çekemeyecektim. "Bir kız var, emniyetten. Ondan hoşlanmaya, farklı hissetmeye başladım işte ama kızın haberi yoktu duygularımdan. Üç gün önce benimle dışarı çıkmak istediğini söyledi. Ben sandım ki o da bana bir şeyler hissediyor. Gittik işte bir saatçiye. Erkek saatlerine baktı, iki tane beğendi. Aptal gibi bana aldığını düşündüm. Denettirdi bir de. En çok hangisini sevdiğimi sordu. Beğendiğimi gösterdiğimde bana ne dedi biliyor musun? Gerçekten zevkliymişsin, seni getirmekle iyi yapmışım. Erkek arkadaşım bunu çok beğenecek. Ya ben aptal gibi burnumun dibindeki kızın sevgilisi olduğunu bilememişim. Bunu nasıl bilmem? Ne sikime polisim abi ben?"

 

Gelmiştim otuz küsur yaşına, hiç gönül işleriyle ilgilenmemiştim. Benim tek bir aşkım vardı; o da vatan aşkıydı. Kız meselesi beni aşardı yani. Çünkü kelin ilacı olsa önce kendi başına sürermiş. Bilmediğim, daha önce hiç deneyimlemediğim bir şey hakkında ne diyebilirim ki?

 

"Polissin diye her haltı bilecek misin anasını satayım?" diye azarladım kaşlarımı çatarak. "Bilmiyormuşsun işte. Öğrenmen de biraz kırıcı olmuş ama öğrenmişsin. Asıl o kızın sevgilisi olduğunu bildiğin halde onu sevmeye devam etseydin, kendine kızman gerekirdi. Kendi kendine yanıp sönmüşsün, bu açıdan bak. Hem ne bu evlilik merakı? Sibel ortaya bir evlilik lafı attı diye hemen sevgili yapmaya başlıyorsun? Hayırdır?"

 

Bana ters bir bakış attı. "Senin gibi evde kalmak istemiyorum abiciğim. Ömür bu geçiyor bir şekilde ama yalnız olmuyor. Şurası," dedi elini göğsüne vururken. "Şurası sevmek, sevilmek istiyor. Hakkım değil mi?"

 

Alay etmedim. "Hakkın," dedim dürüstçe. "En çok senin hakkın ama maalesef bu işler sipariş üzerine olmuyor. Usta ver oradan bana iki kilo aşk, beş kilo sevgi deyip de alamıyorsun maalesef. Her nasip vaktine esirdir derler. Nasibini bekle."

 

"Sen öyle mi yapıyorsun?"

 

Omuz silktim. "Benim işim belli. Bu işin sonunda ne olacağım da belli. Bir kadını, hele hele aşık olduğum bir kadını geride bırakamam ben. Evlendiğimi düşünsene, ne olacak? O burada, sizinle kalacak. Tıpkı sizin beni beklediğiniz gibi bir eli yüreğinde beni bekleyecek, her akşam haberleri izleyip şehit haberi var mı yok mu, varsa o şehitlerin içinde ben var mıyım yok muyum ona bakacak. Benden haber alamadığı, konuşamadığımız, görüşmediğimiz zamanlar olacak. Deliye dönecek o anlarda belki. Kahrolacak." Uzun soluklu bir nefes verdim. "Benim yaşayacağım evlilik olmayacak yani kardeşim, olamaz. Evet, sevmek sevilmek güzeldir ama bana değil. Kaldı ki ben hayatımdan memnunum. Defne'nin dırdırları yetiyor bana, ikinci bir kadına gerek yok."

 

Sinan ilk kez kabuğunu kırdı ve anlayışla baktı bana. Bir şey demedi ama bakışları rahatsız etmeye başladı. En derinimi görür gibi bakıyordu sanki. Bakışlarımı kaçırıp ayağa kalktım. "Bana müsaade." dedim. Kapıdan çıkmadan önce ona baktım. "Sende daha fazla düşünme artık. Eninde sonunda sevdiğin kadar sevildiğin bir ilişkin olacak. Biraz sabret, zamanını bekle. Bu olayı kafaya takıp da odağını bozma. Senin işin de en az benimki kadar tehlikeli. Kelle koltukta oturuyoruz ikimiz de. Bir kurşuna bakıyor her şey. Her şeyi siktir et, en azından Defne için dikkatli ol. Benim yokluğumda sana ihtiyacı olacak."

 

Kapıyı açmış odadan çıkacakken, "Her seferinde ölecekmişsin gibi konuşarak veda etmekten vazgeç. Ölmüyorsun piç herif!" dedi sinirle.

 

Sırıttım. "Ölmeyeceğim çünkü," dedim. "Şehit olacağım ve bilirsin; şehitler ölmez."

 

"Ölürsen seni gebertirim." dedi. "Her seferinde Gül'ü bana emanet ediyorsun. Uğraşamam ben onunla. Git ve işini yapıp dön, kendin ilgilen."

 

Yokluğumda Gül'e sahip çıktığını biliyordum. Beni kızdırmak için, geleceğim diyeyim diye söylüyordu böyle ama asla tutamayacağım sözü vermez, lafını bile etmezdim çünkü sonum belliydi. Şehit olmak. Şehit olmadan veya tamamen emekli olmadan bitirmeyecektim ve benim işimde gidip de dönememek vardı ne yazık ki.

 

Bu yüzden bir şey demeden odasından çıkıp kapısını kapattım ve Mehmet'in odasına ilerledim. Onunla da konuştuktan sonra odama gidip uyuyacaktım. Tüm gün hiçbir şey yapmadığım halde yorgun hissediyordum kendimi. Eh, geceleri Defne'nin deli yatmalarından ötürü sık sık uyanıp onu düzelttiğim için uyuyamıyordum doğru düzgün.

 

Mehmet'in odasına girdiğimde karanlık odasını aydınlatan tek şey tabletin ışığıydı. Yatağında oturmuş tabletinden oyun oynarken ben odaya girince komodinin üzerindeki gece lambasını yaktı, bana baktı. "Abi, bir şey mi oldu?" diye sorduğunda kapıyı kapatıp yanına oturdum ve onun gibi sırtımı yatağının başlığına yasladım.

 

"Yanına gelmem için illa bir şey mi olması lazım koçum?" dedim ensesini sıkarken. Güldüğünde bende güldüm ve gözlerimle tabletini işaret ettim. "Hayırdır, ne yapıyorsun öyle tabletle? Elinden düşmüyor hiç. Arkadaşın falan yok mu oğlum senin?"

 

Sırıttı. "Var," dedi. Elindeki tableti kaldırıp onu işaret etti. "Burada hepsi."

 

Kaşlarımı çattım. "Nasıl?"

 

"Sanal da yani," dedi. "Elliye yakın arkadaşım var, hatta grubumuz da var. Hepsi iyi çocuklar. Konuşuyoruz, oyunlar oynuyoruz. Birbirimize fotoğraflar gönderiyoruz. Kırk farklı şehirde bir sürü arkadaşım var."

 

Ben bu yeni nesil gençliği anlamıyordum. İnsan görüp dokunup buluşamadığı biriyle nasıl arkadaş olur, anlamıyorum. Bu durum hoşuma gitmedi ama yine de ters tepki vermedim, en azından denedim.

 

"Okul da falan arkadaşın yok mu oğlum senin?" diye sordum. "Öyle hafta sonları buluşup konuşamadan arkadaş mı olunur?"

 

Omuz silkti. "Vardı ama hepsi çıkarcıydı. Sanaldakiler öyle değil. Hepsi iyi çocuklar ve hepsinin dertleri var. Kimisi ailesinden dertli, kimisi sınavlardan. Hatta bir kız var. Çok giremiyor gruba, babası biraz baskıcıymış. Onunla konuşuyoruz. Manisa'da yaşıyor. Dertleşiyoruz öyle."

 

Bu durumda Defne'yi Mehmet'e değil, Mehmet'i Defne'ye emanet etmem daha doğruydu sanki.

 

Yorumda bulunmadım konuyla ilgili. "Ee sen nasılsın peki?" diye sordum ilgiyle. "Var mı canını sıkan bir şey, herhangi biri?"

 

"Yok," Kısa bir an düşündü. "Yok valla abi. İyiyim ben."

 

Gerçekten de öyle görünüyordu. Bu sanal muhabbeti biraz aklımı kurcalasa da o mutlu görünüyordu.

 

"Oyun oynayalım mı?" diye sordu hevesle. Cevabımı bile beklemeden yatağının karşısında kurulu oyun konsoluna ilerlediğinde bende yatağın ucuna doğru kaydım. Oyunu ayarlayıp elinde oyun koluyla yanıma geldi ve oturdu. Kollardan birini bana verdiğinde oyunu başlatmak üzereydi.

 

"Baştan söylüyorum, kaybedersen teselli etmem."

 

"Sen kaybedersen ben seve seve teselli ederim seni abiciğim, hiç dert etme."

 

Alayla güldüm ve oyun başladı. Dört kez oynadık. İki kez ben iki kez de o kazandı. Beşinciye yani kazananın belli olacağı son tura hazırlanmıştık ki kapı açıldı ve Defne uyku mahmuru haliyle odaya girdi. Gözlerini ovuşturup ne yaptığımıza bakarken bir yandan da ağzını mağara gibi açmış esniyordu. "Bende oynayacağım." dedi.

 

İkimizin arasına oturup Mehmet'in elinden oyun kolunu aldı ve uykulu gözlerini ekrana çevirdi. Oyunu başlattık. Bilerek kazansın diye hiç hamle yapmadım ama buna rağmen kazanamadı. Kaybedeceğini anladığında oyun kolunu Mehmet'e verip kedi gibi kucağıma oturdu, göğsüme sığındı. İncecik kollarını boynuma dolayıp kucağımda küçüldükçe küçüldü ve başını omzuma yaslayıp gözlerini kapattı. Göğsümde uyumaya devam etti.

 

Oyun kolunu Mehmet'e verip kucağımda Defne'yle birlikte ayaklandım. "Ben gitmeden tekrar oynarız koçum. Şu huysuzu yerine yatırayım."

 

"Tamam, iyi geceler."

 

"Sana da aslanım."

 

Mehmet'in odasından çıkıp merdivenleri indim ve odamın açık kapısından içeri girip Defne'yi yatağımın üzerine bıraktım. Kapıyı kapatıp yatağa uzandıktan sonra huysuz cadıyı göğsüme çektim ve saçlarına sayısız öpücükler kondurup kulağına güzel cümleler fısıldadım.

 

Ona ayıkken onu sevdiğimi hiç söylememiştim ve kolay kolay söylemezdim ama şimdi, kollarımda uyurken kulağına özgürce fısıldadım ona olan sevgimi. "Seni seviyorum. Seni çok seviyorum huysuz cadı."

 

Gül'den;

 

İki Gün Sonra;

 

"Al gülüm beyaz gülüm

Ben seni seviyorum

Baharımda yaz günümde

Sensiz edemiyorum."

 

Kendimi odama kapatmış zulaladığım abur cubur paketimden bir çikolatalı süt alıp kulağıma kulaklıklarımı takmış, son ses şarkı dinliyor ve sessizce eşlik ediyordum.

 

Bilerek şarkının sesini yükseltmiştim ki annem çağırırsa duymamış olacaktım. Kısık sesle dinlediğim zamanlarda sesini duyuyor ve vicdan yapıp el mahkûm gidiyordum. Sonra olan yine bana oluyordu. Malûm iki gün önce Kenan Bey, pardon enişte gelmiş ve bizimkilerle tanışmıştı. Annemle babam bayağı efendi bulmuşlar, sevmişlerdi damatlarını ve bugüne hem ailelerin tanışması adına hem de adını koymak adına yüzük takacaklardı. Ablamlar dün yüzüklerini almış, dünden bugüne de temizlik yapmaya koyulmuşlardı. Dün üst kat temizlenmiş, bugün de alt kat temizlenecek, atıştırmalıklar hazırlanacak ve akşamına istemeye geleceklerdi. Sinan abim işteyken, annem babamla dedemi, Demir abimi ve Mehmet'i dışarıya göndermişti. O sırada uyuyor olmasaydım peşlerine takılacağım kesindi. Şimdi varlığımı unutturmak adına odamda oyalanırken bir yandan da beni fark etmemeleri için dua ediyordum fakat Yüce Rabbim bu defa duymadı beni. Çünkü odamın kapısı fuhuş operasyonuna baskın yapan polisler gibi pat diye açılırken kulağımda ki şarkıya rağmen korkmuş ve elimdeki çikolatalı sütü üstümde ki beyaz tişörtüme dökmüştüm.

 

Aman ya! Tişört Sinan abimindi nasılsa.

 

"Kız kalk!" diyen annemle kulağımda ki kulaklıkları oflaya puflaya çıkarttım. Annem odamın penceresini açıp içeriyi havalandırırken ters ters bana bakıyordu. "Şu odayı topla, bi' temizle! Abin bile derli toplu! Bir de genç kız olacaksın."

 

Gözlerimi belerterek anneme baktım. Buraya kadar eyvallah ama odam ne alaka ya? Ayrıca ben bu oda da kalmıyorum bile. Demir abimle kalıyorum ve o da gayet derli toplu bırakmış odayı. "Odamı niye topluyorum ya? Odama girecek değiller ya!" diye söylendim bıkkınlıkla. Alt tarafı bir isteme. Koridoru, mutfağı, lavaboyu, salonu temizlesek kafi. Gerisine ne gerek var? Tek tek tüm evi gezecek değiller ya!

 

"Elimiz değmişken silelim süpürelim her yeri!" dedi annem ve gözlerini iç savaş çıkmış olan odamda gezdirdi. Eşofman altımı ararken dolabı biraz karıştırmıştım da. "Bu odanın hali ne böyle? Kime çektin sen böyle bilmiyorum ki ben."

 

"Anne tarafına çekmediğim kesin!" diye fısıldadım ağzımın içinden ama normalde asla duymayacağı şeyleri duydu hemen. Eline terliğini alırken hızla odadan çıktım. Üstümde ki tişörte hüzünlü bir bakış attıktan sonra Sinan abimin odasına ilerledim ve kapıyı yavaşça araladım. Onun tişörtlerinden alacaktım. Demir abime tripliydim. Her ne kadar giyeyim diye yatağının üstüne kendi tişörtünü bırakmış olsa da giymemiştim.

 

Odanın içinin temiz yani boş olduğunu görünce bedenimi de içeriye soktum ve kapıyı kapattım. Sinan abimin odası derli toplu düzgünken benim odam savaş açılmış gibiydi. Benim çorabımın biri dolabın derinliklerinde biri de yatağımın altındayken abimin bütün çorapları dolabın altındaki küçük çekmecedeydi.

 

Ula harbiden topluymuş abim ya!

 

O değil de bu adam polisti. Hem göreve hem nöbete gidip hem de nasıl bu kadar derli toplu olabiliyordu, aklım almıyordu.

 

Sinan abimin dolabından bir tişört aldım ve odasını terk edip banyoya girdim. Üstümde ki tişörtü çıkartıp kirli sepetine attıktan sonra üstüme abimin tişörtünü giydim. Eteklerini eşofmanımın içine soktuktan sonra kollarını bir iki kere kıvırdım. Bu çocuk kilo mu aldı acaba ya? Tişörtün içinde kaybolmuştu minnak bedenim.

 

Ama ondan çok bana yakışmıştı! Üzgünüm abiciğim, bizımla değilsın!

 

Sessiz adımlarla aşağıya inip odamı süpüren anneme görünmeden dış kapıya ulaşmıştım ki yerleri silen Süslü kaşlarını çatarak bana baktı ve birden bağırmaya başladı. "Anne Gül kaçıyor!"

 

Ona sinirli bir bakış atıp ayakkabılarımı bile giyemeden hızlıca ev terliklerimle çıktım dışarı. Ben temizlik falan yapamam! Akşama kadar sokakta itlik serserilik yapacağım bana ne?!

 

Ama tabii bu hayalde kaldı benim için. Çünkü kapıdan çıkar çıkmaz bir şeye, daha doğrusu birine çarptım. Burnum acımıştı. Hatta belki kırılmış bile olabilir. Burnumu tutarak geri çekildiğimde Demir abimi gördüm.

 

"Hayırdır?" dedi göz kırpıp başını sallarken. "Nereye böyle ayakkabılarını bile giymeden?"

 

Burnumu ovuşturup ona ters ters bakarken annemin sesini duydum arkadan. "Kız, nereye kaçıyorsun sen? Ben sana odanı temizle demedim mi?"

 

Bakışlarımla Demir abimi öldürürken o üstümdeki tişörte bakıyordu dik dik. "Tişört bıraktım yatağın üstüne, git onu giy." dedi ters ters.

 

Tam ağzımı açmış carlayacakken aklıma gelen fikirle durdum ve bunu yüz ifademe yansıtmadan sakince arkamı döndüm. "Ben camları sileceğim." dedim elleri belinde bana bakan annemin yanından geçerken.

 

Koridoru silen Süslü sırıtırken dışarı çıktığım için altı pis olan terliklerimi bastığım yere sürte sürte Demir abimin odasına giderken arkamdan homurdandı durdu. Umursamadım. Yatağın üzerindeki tişörtü alıp banyodan da bir kova su alıp salon camlarına giriştim ve hırsla camları silmeye başladım. Ben var ya, sinirlenince çok güzel temizlik yapardım.

 

Akşama kadar temizliği hallettikten sonra uzunca bir duş alıp ablamın ve annemin zoruyla çiçekli, kalın askılı elbisemi giydim. İş saçlarıma geldiğinde önce kuruttum, sonra tarağı alıp taramaya başladım usul usul fakat her tarayışımda tarağın tellerine dolan saçlarımı görünce ellerim titredi, dizlerim boşaldı. Yine mi aynı senaryo diye düşünmekten kafayı yiyecektim artık. Saçlarımı her taradığımda tarakta gördüğüm her saç telim kabusum oluyordu artık. Onları yeniden kaybetmek, en çok da o acılı, sancılı süreci yeniden yaşamak istemiyor ve bundan deli gibi korkuyordum.

 

Şokla taraktaki saçlarıma bakarken gözlerim dolmuştu. İkinciyi kaldıramam. Allah'ım lütfen beni hasta etme, ikinciyi kaldıramam. İlkini zor atlattım. Üstelik bu defa Demir abim yanımda olmazdı. Annemle babamı ikinci kez o hastane koridorlarında bekletemezdim. O sancılı süreci yine yeniden yaşayamam. Ölmek sorun değil. Umrumda bile değil ama ölürsem Demir abimin mutlu olmayacağını, kahrolacağını biliyordum. Eğer ölürsem kendini o dağlara adar, hayatta eve gelmezdi çünkü eve geldiğinde onu bekleyen bir kardeşi olmayacaktı.

 

Tarak elimden alındığında irkilerek başımı kaldırdım ve Demir abimi gördüm. Endişemi, korkumu dolu gözlerimden anladığında tarağı lavabonun içine fırlatıp bana sarıldı. Göğsünde ağladım, sessizce akıttım göz yaşlarımı. Başımın tepesine bir sürü öpücük kondururken, "Geçti." diyordu bir yandan. "Geçti, bir daha hasta olmayacaksın. Bir daha yaşanmayacak o günler. İzin vermem. Duydun mu beni? Hasta olmana izin vermem. Olursan da yanında olurum. Tıpkı çocukken olduğu gibi. Birlikte savaşır, mücadele eder, yine atlatırız, yine yeneriz."

 

"Aynı şeyleri," Hıçkırdım. "Aynı süreci," İkinci kez hıçkırdım. "Yine yaşayamam." Burnumu çektim. "Dayanamam bu defa abi. Ölürüm."

 

"Şşş!" diye susturdu beni. Yüzümü avuçlarının arasına alıp alnımı öptü. Kara gözlerindeki korkuyu, endişeyi, telaşı gördüm. "Ölürüm ne demek Defne? Buna izin verir miyim? Ayrıca üç tel saç ya! Gören de avuç avuç saç döktün sanır! Sulu göz seni! Ağlamaya yer arıyorsun. Aptal." diyerek enseme vurdu pek de hafif olmayan bir şekilde.

 

Ters ters ona baktığımda güldü bir de. "Saçlarını taramayı bilmiyorsun, onu da ben öğreteceğim anasını satayım!" diye homurdandı çekmeceden yeni tarak çıkartırken. Arkama geçip usul usul saçlarımı taradığında aynadan onu izledim. O kadar dikkatli ve özenli bir şekilde tarıyordu ki saçlarımı, gören de beyin ameliyatı yapıyor sanır.

 

"Sen de saçlarımı taramaya yer arıyorsun," diye alay ettim onunla. Çünkü biz birbirine her dakika abiciğim, kardeşim diyen bir abi - kardeş değildik. Biz birbirimize olan sevgimizi birbirimize alay ederek gösterirdik. "Ayrıca banyoya niye girdin sen? Ya çıplak olsaydım?"

 

"Giyinmiş bir halde banyoya girerken görmüştüm seni." dedi. "Ayrıca kapıyı çaldım, sana seslendim ama cevap vermeyince..."

 

"Korkup içeriye girdin." diyerek tamamladım cümlesini gülerek. "Ödün kopuyor değil mi bana bir şey olacak diye?"

 

Belki itiraf eder, ayıkken beni sevdiğini söyler sandım ama demedi.

 

"Korktum evet," dedi kısa bir an aynadan bana baktığında. "Sibel'in istemesi için o kadar hazırlık yapılmışken bir terslik çıkar da Sibel üzülür diye korktum."

 

Yalancıya bak sen!

 

"Ölsem üzülmezsin yani?" diye sordum kirpiklerimin altından tatlı tatlı ona bakarken.

 

Sınırlarını zorluyordum ve o da bunu anladığında tarağı bıraktı. "Oldu saçların," dedi. "Hadi çık da duş alayım hemen. Gelirler birazdan."

 

Diretmek, beni sevdiğini söylemeden çıkmamak vardı bu banyodan ama neyse. Omuz silkip kapıya yöneldiğimde, "Ölürsen üzülmem," dedi. Durdum ve omzumun gerisinden ona baktığımda onun sırtı bana dönüktü. Üstündeki tişörtü çıkartıp kirli sepetine atarken ekledi. "Ölürsen bende ölürüm. Seni gittiğin o yerde bile rahat bırakmam. O yüzden otur oturduğun yerde, canımı sıkma benim."

 

Yok ya, bu adam açık açık seni seviyorum demese de olur.

 

***

 

Zil çaldığında ablam başta olmak üzere hepimiz kapıya dizildik. Kendimi iç çamaşırı çekmecesine girmiş çorap gibi hissediyordum. Ben ne alakaydı şu an? Gidip içeride otursam olmuyor muydu?

 

Ablam derin nefesler alıp verdikten sonra kapıyı açtığında tam olarak yaşadığımız şey; buzluktan dondurma diye çıkardığım kutudan sarmanın çıkması gibi bir olaydı. Biz Kenan enişteleri beklerken amcamgiller gelmişti. Zaten bir bunlar eksikti!

 

Yengem en önde amcamın koluna girmiş, kolundaki ve boynundaki altınları gözümüze sokmak ister gibi doldurmuşken kaşlarımı çatıp anneme baktım. "Hani aile arasında olacaktı bu söz?" dediğimde yanımda dikilen Demir abim uyarır gibi elini belime attığında annemde gözlerini büyütüp sus işaretini vermişti.

 

Bunları çağırmamıştık ki biz ama!

 

Amcam güldü. "Aşk olsun yeğenim, biz aileden değil miyiz?"

 

"Yo." dedim direkt fakat annem koluma çimdik atınca inleyerek sustum. Doğruyu söyleyeni dokuz ülkeden sınır dışı ederlermiş zaten!

 

"Geç kalmadık değil mi eltim?" diye sordu Nuran yenge. Nurcan mıydı acaba? O kadar önemsizdi ki adını bile bilmiyordum. Arkalarında benimle yaşıt kızı, benden bir yaş büyük oğlu vardı.

 

Tam geç kaldıklarını, sözü kestiğimizi söyleyecektim ki annem atak yapacağımı hissetmiş gibi açık olan ortayı kapatıp gol atmama engel olmuştu. "Yok yok Nurhayat, geç kalmadınız. Geçin içeri." dediğinde onlar çoktan içeriye girmişlerdi.

 

Kapı eşiğinde durmuş tek tek bize el öptürürken amacı altınlarını gözümüze sokmaktı. Tam bana elini uzatmıştı ki yalandan hapşırdım ve avucumla ağzımı burnumu siler gibi yapıp uzattığı elini tutmaya çalıştım fakat elini çekti. "Hastasın her halde Gül," dedi tatlı olduğunu düşünüp gülümserken. Böyle anlarda tam bir yılana benziyordu, haberi yok. "Ee tabii bütün gün sokaklarda elalemin çocuklarıyla gezersen hastalık kaparsın tabii."

 

Ya bi' bismillah deseydin keşke. Daha içeriye geçmeden başlamıştı hemen yalan dolana.

 

"Kimle geziyormuşum ben sokaklarda?" diye diklendiğimde mahcup olmuş gibi elini ağzına örttü.

 

"Şimdi abinlerin babanın yanında demeyeyim." dedi sanki az önce o kelimeleri abilerimin babamın yanında söylememiş gibi. "Hem sen genç kızsın artık. Olur böyle şeyler ama hoş değil. Laf söz oluyor, millet konuşuyor. Valla onlar ne derse ben sana onu diyorum güzelim."

 

Boyumun kısa olmasından sebep sinirlerim hızla hat safhaya çıktığında tam patlayacaktım ki Demir abim belimden tutup kendine çekerek beni koruması altına aldı. "Defne'nin yaptığı ettiği, gittiği, takıldığı her şeyden herkesten haberim, haberimiz var." diyerek beni savunduğunda omuzlarımı yükselttim. "O laf söz edenleri, işsiz gibi benim kardeşimi ağzına sakız edenleri söyle sen yenge, ben gerekli konuşmayı onlarla yapayım. Bakalım bir daha kardeşimi pis dillerine dolayabilecekler mi?"

 

Konuşan sadece kendisi olduğundan kızarıp bozarmaya başladı. Bir şey demeden salona gittiğinde arkasından ateş ediyordum adeta bakışlarımla. "Sakin kal," dedi Demir abim omuzlarımı sıkıp beni gevşetmeye çalışırken. "Çabuk fevrileştiğini bildiğinden sana sataşıyor. Ona istediğini verme."

 

"Peki onu ateşe verebilir miyim?" diye sorduğumda güldü.

 

"Uslu bir kız olup sadece bebeklerinle oynuyorsun bu gece, anlaşıldı mı? Bebeklerinle oynayacaksın, insanların sinirleriyle değil."

 

Ona ters ters bakıp omuzlarımdaki ellerini ittirdiğimde, "Kim çağırdı bunları?" diyen ablam geldi yanımıza. Bayağı endişeliydi. "Bütün geceyi mahvedecekler şimdi. Rezil olacağız ya! Of Allah'ım!"

 

Demir abim ona sarılıp sakinleştirmeye çalışırken ayakkabılığa oturdum. Ben gece boyu burada kalırdım ya, hiç sorun değil.

 

"'Bu geceyi kimsenin," derken bana baktı ama ben salladığım ayaklarıma bakıyordum. Umrumda değildi yani. "Mahvetmesine izin vermeyeceğim." diye tamamladı cümlesini. "Her şey istediğin gibi olacak, inan bana. Bir şey diyen olursa ben ilgileneceğim. Kimsenin sizi ezmesine izin vermem."

 

"Şu geceyi bir sorunsuz atlatalım, ben başka bir şey istemiyorum." dedi ablam ağlamaklı ifadesiyle.

 

Derken kapı çaldı. Sırıtarak kapıyı işaret ettim. "Gece yeni başlıyor bebeğim!" dediğimde gerçekten ağlayacak gibiydi ama neyseki üç yıl tiyatro dersi aldığından rol yapma da tecrübeliydi.

 

***

 

Küçücük salona hepimiz zor sığmıştık. Aslına bakarsanız amcamlar gelmemiş olsaydı şimdi bu rahatsız edici sandalyede oturuyor olmayacaktım. Bir yanımda Demir abim, bir yanımda Sinan abim vardı. Onun yanında da Mehmet. Ablam kapı girişine çektiği sandalyede otururken kaçamak bakışlarla enişte beye bakıyordu. Tam karşımdaki ikili koltukta Tahin kişisi ve kızıl saçlı süs bebeği oturuyordu. Meraklı yengem Nurhayat'ın, ki bence Melahat olmalıymış adı, dayanamayıp süs bebeğini sormuştu. Aileden değilmiş. Daha doğrusu aile dostlarının kızıymış. Bu yüzden gelmiş. Ve yine meraklı yengemin Tahin'e sorduğu sevgilin mi sorusu ise olumsuz hava koşulları aman cevapla sonuçlanmıştı. Sevgili değillerdi ama kızın bakışları ona karşı bir tuhaf gibiydi, sanki onu seviyor gibi bir hali vardı fakat Tahin uyuzu oralı bile değildi çünkü geldiklerinden beri bana bakıp duruyordu. Annesinin de bakışlarını arada üzerimde yakalıyordum.

 

İnşallah bunlar Sibel diye gelip beni alarak gitmezler.

 

Valla ben Yalı Çapkını Seyran gibi öyle he demem, ortalığı ateşe veririm ona göre!

 

"Bu herif niye bakıyor sana?" diye fısıldadı Sinan abim sağımdan. "Bak hâlâ bakıyor!"

 

"Güzelim çünkü. Güzele bakmak sevap demişler sonuçta." diye fısıldadım bende. Saçlarımı geriye savurayım derken elim Demir abimin çenesine çarptı.

 

Çenesini ovuştururken, "O, güzel bakmak sevap bir kere." dedi ters ters. "Bu herif de hoşuma gitmeyen bir şeyler var. Biraz daha bakmaya devam ederse Sibel'e verdiğim sözü tutamayabilirim."

 

"Sorunu ortadan kaldıralım o zaman." dedi Sinan abim. Beni işaret etti. "Bu çıksın dışarı."

 

Kaşlarımı çattım. "Ben niye çıkıyorum ya? O çıksın Allah Allah! Bana ne!"

 

"Sinan haklı, çık dışarı!"

 

"Bana katılman gözlerimi yaşarttı."

 

"Kapa çeneni, Defne çık sende dışarı. Biz bitince sana haber veririz."

 

"Oldu canım, gelirken mendil de getireyim mi?"

 

"Defne!

 

"Kızım kahveleri yap sende." dedi annem.

 

Birden hiddetle ayaklandım. "Ben hiçbir yere gitmiyorum." diye çıkıştığımda tüm bakışlar üzerimdeydi.

 

"Gül," dedi annem. "Ne oluyor kızım?"

 

Bir Sinan abime baktım bir Demir abime. İkisi de kafasını birbirlerinin zıt yönlerine çevirmişlerdi. Somurttum. "Bir şey yok." dedim huysuz bir tavırla. Dizlerimi ikisinin dizlerine vurdum.

 

Ablam kahveleri yapıp gelene kadar konuşmalar devam etti salonda ama konuşan genellikle yengemdi. Sanki onun kızını istemeye gelmişler gibi didik didik soru yağmuruna tutmuştu insanları.

 

"Senin var mı hayatında biri oğlum?" diye sordu en sonunda Tahin'e. Kızı için gözüne kestirmişti onu zaten. Kızı ayrı, kendisi ayrı deminden beri süzüp duruyorlardı Tahin bozuntusunu. Bu niye beni sinirlendirdi bilmiyorum ama hoşuma gitmedi. Tahin'den kaynaklıydı muhtemelen. O da hoşuma gitmiyordu çünkü.

 

"Yok," dedi Tahin kişisi. Bana kısa bir bakış attı. "Yani henüz yok."

 

"Nasip bu işler tabii, öyle hemen olmuyor." dedi yengem. Onu şu kadarcık tanıyorsam gece bitmeden ona kızıyla bir randevu ayarlardı. Bulmuştu çünkü yağlı kapıyı, bırakır mı?

 

Kahveler geldi ve içildi. Tam malûm konuya giriş yapılmıştı ki süs bebeğinin telefonu çalınca enişte beyin babası sustu. "Af edersiniz, buna bakmam gerek." diyen kız telefonuyla birlikte dışarı çıktığında tesadüf eseri Demir abimi onun arkasından bakarken yakaladım. Tövbe bismillah!

 

"Efendim, gençler birbirlerini görmüşler, beğenmişler, konuşup anlaşmışlar ve hayırlı bir yola girmeye karar vermişler. Allah'ın emri Peygamber efendimizin kavliyle kızınız Sibel'i oğlum Kenan'a istiyorum."

 

Babam derin bir nefes alırken Süslü Barbie'nin tırnak kenarındaki etlerini yolduğunu gördüm. Babam dedeme baktı önce. Dedem gözlerini kapatıp açarak onayını verdiğinde Demir abime baktı. "Bize değil, Sibel'e sor, onun onayını al baba." dedi usulca. "Evlenecek olan, yuva kuracak olan o."

 

Babam kafasını uzatıp ablama baktığında ablam utanarak başını eğdi ve kafasını salladı. Babam tekrar derin bir nefes aldı ve enişte beyin babasına baktı. "Hayırlı olsun diyelim öyleyse." diyerek ayaklandığında enişte bey ve ablam yan yana geçtiler salonun ortasında.

 

"Çok af edersiniz, benim acil çıkmam gerekiyor. Size ayıp olmaz değil mi?" diyen süs bebeği Tahin'in yanında duran çantasını aldı.

 

"Kötü bir durum mu var kızım?" diye sordu enişte beyin annesi telaşla. "Hayrolsun."

 

"Yok Züleyha teyze," diyen kız çantasını alıp kalktı. "Siz devam edin lütfen. Ben taksiye atlar giderim. Kusuruma bakmayın tekrar."

 

"Olmaz öyle," diyen Demir abimin çıkışını ve ayaklanışı beklemediğimden şaşkınlıkla ona baktım. "Bu saatte taksi zor bulursun. Ben bırakırım seni."

 

Seni? Siz değil, sen?!

 

Ne oluyor ula bu aşağılık yerde?

 

"Hiç zahmet etmeyin, ben bulurum." diye kız teklifi reddetse de Demir abim çoktan salonun çıkışına yönelmişti bile. "Siz devam edin baba, ben hanımefendiyi gideceği yere bırakayım. Beklemeyin beni."

 

"Evet," diye bende ayağa kalktım ve peşine takıldım. "Siz devam edin, biz süs bebeği- aman işte bu hanımefendiyi bırakıp döneriz."

 

Demir abim bana dönüp kaşlarını çattı. "Sen burada kalıyorsun." diye kesin hükmünü verdi.

 

Kaşlarımı çattım onun gibi. "Beni götürmezsen burayı ateşe veririm!"

 

"Sıkıyorsa dene," diyerek tehdit etti beni. "Bak bakalım ondan sonra göreve gittiğimde bana ulaşabiliyor musun?"

 

İşte bu tehdit elimi ayağımı bağlamaya, paşa paşa yerime dönüp oturmama yetti.

 

Ama ben de Gül isem bunun intikamını alırım. Bende her şey yarına kalabilir ama kimsenin yanına kalmaz aslan parçası. Bekle ve gör!

 

Demir'den;

 

"Buradan sola döneceğiz." dediğinde isteğini yapıp sola döndüm. Tek tük, bahçeli müstakil evlerin bulunduğu bir sokaktı burası. "Düz devam edelim lütfen." Öyle yaptım. Yol boyunca onun tarifinde ilerledim ve o sık sık bana baksa da ben bir kez bile olsun ona bakmadım rahatsız hissetmemesi adına. Oldukça endişeli görünmesine rağmen beni incelemekten de geri durmuyordu.

 

"Hep böyle emrivaki misinizdir?" diye sorduğunda yolun boş olmasından sebep ona baktım kısa bir an. Kızıl saçları ateş gibiydi ve hiç anlamasam da boya gibi durmuyordu doğal gibiydi ama turuncumsu bir kızıllık değildi onunki. Kırmızımsı bir kızıllıktı. Küçük yüzündeki yeşil gözleri, makyajla gizlemeye çalışsa bile burnunun ve elmacık kemiklerinin üzerine dağılmış belli olan çilleri ve kırmızıya boyadığı dolgun dudaklarıyla güzel bir kadındı. Üstündeki bordo renkli kısa elbisesi vücuduna tam oturmuştu sanki onun için dikilmiş gibi fakat bu görünen kısmıydı. Dışı farklı içi farklı insanlardan biriydi analizime göre. Öyle hissettirmişti. Neden onunla şu an bu arabadayım? Neden onu evine bırakmayı teklif ettim hatta zorladım bilmiyorum.

 

"Mesleğim gereği," diyerek cevapladım onu. "Kibar cümleler kuramam ama sana karşı emir vermedim. Acilen evine gitmen gerekiyordu ve seni götürebileceğimi söyledim, ki getirdim de."

 

Onun mesafeli yaklaşımına karşılık ben sen demiştim direkt. Kenanların aile dostlarının kızı olduğuna göre onunla da sık sık karşılaşırdık nasılsa. Gerek yoktu bence size bize.

 

"Teşekkür ederim." dedi söyleyecek bir şey bulamadığında.

 

Bir şey demedim ve bir evin bahçesine giriş yaptık. Telaşla arabadan indiğinde peşinden indim. Çantasından anahtarını çıkartıp kapıyı açacakken duraksadı. "Bu kapı niye açık ya?"

 

"Bekle!" dedim fazla bağırmadan. Torpidodan silahımı alıp yanına gittim ve onu arkama aldım. "Sessiz ol."

 

"Dedem," dedi dudakları titremeye, gözleri dolmaya başladığında. "Dedem içeride!"

 

Önüme dönüp silahın emniyetini açtım ve ileriye doğrulturken yavaş adımlarla aralık duran kapıyı usulca ittim. Tam bir adım atmıştım ki, "Yardım edin!" diye bağıran orta yaşlı bir kadın dışarı fırladı fakat onu tutup kapının yanındaki duvara yasladım. Boştaki kolumu boynuna bastırırken korkulu dolu gözlerle bana baktı. "Yardım edin, saldırdı! Bana saldırdı!"

 

"Kim? Dedem nerede? Dede!" diye bağırarak içeriye gitti Balım.

 

Sikeyim!

 

Bu kızın adını kim Balım koydu ulan?! İltifat gibi isim. Adını söylemeye utanıyor insan!

 

"Kal burada!" dedim kadına ve kızın peşinden girdim eve. Silahı her ihtimale karşı tutarken salona girdiğimde gördüm onu. Sırtı bana dönük bağırarak dedesiyle konuşurken karşısındaki yaşlı adam beni elimde silahla görünce gözleri büyüdü ve bir anda yanındaki vazoyu kaptığı gibi kafama fırlattı.

 

Normalde asla böyle bir şeye yenilmem, reflekslerim çok güçlüdür fakat o an o kadar hızlı gelişti ki büyük vazo kafama çarpıp yere düştüğünde gözlerim karardı. Yere yığılmadan önce Balım'ın, "Dede sen ne yaptın?!" diye bağırmasını duymuştum.

 

Sonrası karanlıktan ibaretti.

 

Bölüm Sonu.🖤

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

En sevdiğiniz sahne veya replik nedir?🌸

 

İnstagram: nazankaraermis

nazankrrmshikayeleri

 

️♥️

 

 

Loading...
0%