@nazankaraermis
|
İmera - Veda🎶
Keyifli Okumalar.🤎
Demir'den;
"Dede ne yaptın sen ya? Niye vurdun adama?" diye dibimde bağıran kızın sesiyle bilincim açılmaya başladı yavaş yavaş.
"Silahı vardı, öldürecekti seni!" diye bağırdı karşılık olarak dedesi. Bunlar bağırmadan konuşamıyorlar mı ulan?! Zaten başım zonkluyor!
"Dede adam asker asker! Niye vursun beni? Şimdi şikayetçi olursa senden görürüm ben seni!"
"Ne olmuş ayakkabıcıysa? Hiçbir şey yapamaz! Emekli gazi albayım ben, sıkıyorsa saçının teline zarar versin bakalım!"
Gözlerimi açtığımda gördüğüm şey kafamı dizlerine koymuş kızın endişeden çakmak çakmak yanan yeşil gözleriydi. Uyandığımı görünce rahat bir nefes verdi. Kafası eğik olduğu için saçları yüzüme dağılırken hoş kokusunu soludum birkaç saniye. "Şükürler olsun uyandın, iyi misin?"
Yavaşça doğruldum uzandığım zeminden. Oturup elimi kafama götürdüğümde elime bulaşan kana yüzümü buruşturarak baktım. Bir bu eksikti zaten!
Kız telaşla yanımda dururken bir omuzlarımı tuttu, yüzüme eğildi, ha bire bir şeyler sorup duruyordu. Cevap vermediğimi daha doğrusu şoktan cevap veremediğimi görünce geri çekildi, kalktı. Başımda zonklayan bir ağrı vardı.
"Gel lütfen, koltuğa otur şöyle." dedi kollarımdan tutup destek olurken. Onun desteğiyle kalkıp koltuğa oturduğumda başımı geriye yaslamıştım ki elinde başka bir vazoyla bana bakan yaşlı adamı gördüm. İkinci darbeye karşılık tetikte dururken Balım bunu fark etti ve dedesinin yanına gidip elinden vazoyu aldı. "Özür diler misin dede, hemen?!" diye bağırdığında şu an en ufak bir sese dahi tahammül olmadığı için dişlerimi sıkıp gözlerimi kapattım.
"Bağırma." diye uyardım dişlerimin arasından. Her bağırışında daha çok ağrı yapıyordu başım.
"Af edersin, dedemin işitme problemi var da." dedikten sonra dedesine döndü yeniden ve yine bağırdı. "Senin işitme cihazın nerede dede?!"
"Ne? İstemeye mi gelecekler seni? Hemen gidip takım elbisemi giyeyim o zaman."
Adam dışarı yönelmişti ki kız dedesinin önüne atlayıp yolunu kesti. "İşitme cihazın dedim dede, işitme cihazın!" diye bağırdı kulağının dibinde.
"Sen onu boş ver," dedi adam elini sallayarak. Beni işaret etti. "Bu mu isteyecek yoksa seni?"
Yaşadığım şu olaya sinirden bir yerleri yumruklayarak gülmek istiyordum gerçekten. İyilik yapayım demiş, kız akşam akşam taksiyle uğraşmasın diye evine getirmiştim ama gördüğüm muameleye bak!
"İsteme falan yok dede! O şey..." Bana baktı. Beni nasıl tanıtacağını düşündü bir süre ama zaten dedesi duymadığı için uzatmamak adına, "Arkadaşım." dedi. "Demir."
"Aşık olduğun adam demek," dedi adam lafı yine yanlış anlayarak.
Kız utançla kaşlarını çatarken, "Arkadaşım dedim dede ar-ka-da-şım!" diye heceledi. "Arkadaşım Demir."
"Tamam, anladık ne bağırıyorsun?" dedi ihtiyar kaşlarını çatarak. "Aşık olduğun adam Bekir işte!"
Balım elini alnına vurduğunda utançtan yüzüme bakamıyordu. "Her neyse," dedi geçiştirerek. "Senin işitme cihazın nerede, onu söyle sen?!"
"Ha o mu? Çok kaşındırdı kulağımı çıkardım bende."
"İyi halt ettin! Nereye koydun peki?!"
Adam düşündü bir süre. En sonunda masanın üzerindeki bulmacaların altından çıkardı cihazı. Balım özenle onu kulağına taktıktan sonra dedesine baktı. "Çıkartma bir daha." dedi daha sakin ve alçak bir tonda. Adam cihaz sayesinde onu duyduğu için başını salladı. "Şimdi özür dile Demir'den."
"Elinde silahla evime girdiği için mi özür dileyeceğim?" diye diklendi ihtiyar. Hoş, özrüne ihtiyacım yoktu gerçi. Kuru laf kalabalığından başka bir şey değildi özür dilemek. Boştu.
"Adamın kafasını yardın dede! Üstelik adam asker!"
"Bende albaydım ne olmuş? O alışkındır böyle darbelere."
Balım dedesini özür dilemeye ikna etmek için yeniden konuşacaktı araya girdim. "Ben gitsem iyi olacak." dedim kalkarken fakat kız bir anda yanıma gelip koluma yapıştı. "Hayatta göndermem, bu gece buradasın." Ona baktığımda şaşkındım fakat o oldukça kararlıydı. "Kafana ciddi bir darbe aldın. Bu halde araba kullanman bile risk! Doktor çağırdım ayrıca, birazdan gelir. Kontrol edecek seni eğer bir sorun yoksa gidebilirsin ama aksi halde gitmene izin vermem."
"Deden haklı," dedim onun aksine. "Bu gibi hatta bundan daha ağır darbeler, işkenceler gördüm. Bu sinek ısırığı gibi bir şey benim için. Bir tek başım ağrıyor, o da eve gidince ilaç içerim geçer. Abartılacak ya da vicdan yapacak bir durum yok."
"Olmaz öyle," dedi kız. Ne dersem diyeyim ikna edemeyecek gibiydim. "Büyük büyük darbeler öldürmez de insanı, ufacık taş baş yarar. Olmaz. İçim rahat etmez, aklım sende kalır. Doktor bir baksın, sonra karar veririz."
İkinci itirazımı yapacaktım ki, "Kapa çeneni de torunum ne diyorsa onu yap Bekir efendi." diyen adama baktım.
Nefesimi bıkkınlıkla verip geriye yaslandım. "Emredersiniz albayım."
Bundan sonra evden dışarı adım atan Demir'i siksinler ulan!
****
"Ciddi bir durum görünmüyor ama yine de hastaneye gidip gerekli kontrollerden geçmesini öneririm," diyen doktor işini bitirmiş, kafama iki dikiş atıp yarayı sarmıştı. "Yirmi dört saat uyumasın. Bu tip kafaya alınan darbelerde ilk yirmi dört saat çok önemlidir ve hasta muhakkak uyanık kalmalıdır."
"Peki doktor bey, teşekkürler." diyen Balım doktoru geçirmeye gittiğinde ayaklandım bende. Doktor gelince ihtiyar albay odasına çekilmişti uykum geldi diyerek. Aslında gittiği iyi olmuştu çünkü cihazın sayesinde duyuyor olmasına rağmen adımın Demir olduğunu biliyor ama Bekir diyordu. Sinirlerimi bozmaması adına gittiği iyi olmuştu.
"Aa nereye?" diyen kızla durup ona baktım. Yanıma geldi, koluma girdi ve yönümü değiştirip beni üçlü koltuğa yönlendirdi. "Doktoru duymadın herhalde? Burada kalıyorsun bu gece. Sabaha kadar başında bekleyip uyutmayacağım seni."
Sikeyim!
Ne demek burada kalacaksın?
Defne dakikalardır arıyor, mesaj atıyordu. Telefonu sessize almıştım onun yüzünden. Zaten sayılı günüm kalmışken onun yanında olmak istiyordum ama kız bayağı inatçıydı.
Çoktan bir pike ve yastık getirmişti bile. Beni zorla koltuğa bıraktıktan sonra üstünü bile değiştirmeden tekli koltuğa oturup gözlerini bana dikmişti.
Derin bir nefes alıp verdikten sonra Defne'ye bu gece bir arkadaşımda kalacağıma dair bir mesaj gönderip telefonu bıraktım ama telefon elinde olmalı ki mesajı atar atmaz aramaya başlamıştı. İnanmamıştı tabii. Evden kızla çıkınca üstelik geri döneceğimi söylemişken şimdi attığım bu arkadaş yalanına inanmamıştı haklı olarak. Onu azıcık tanıyorsam aklından binbir türlü fesatlık geçiyordur şu an. Kalan beş günümü de yarından itibaren bana zehir edeceği kesindi.
Daha şimdiden bunu düşünerek bunaldığımdan kafamı dağıtmak adına aklıma gelen şeyi sordum. "Kadın nerede?"
"Hangi kadın?" diye o da bana sorduğunda cevap vermedim. Kısa bir an tekledikten sonra aklına gelmiş gibi gözlerini devirdi. "Bakıcıdan bahsediyorsun, anladım." dedi. "Sen bayılınca eve girdi şikayetçi olacağını söyledi. Anlattığına göre dedem ona saldırmış, tecavüz etmeye kalkışmış. Allah'tan eve yerleştirdiğim gizli kameralar vardı da kadının para koparmak için yalan söylediğini ortaya çıkardım. Bu akşam için onu dedeme emanet etmiştim ama o bütün gece dedeme eziyet etmiş. En sonunda dedem bağırınca o da kaçmış. Tam kapıyı açmış evden çıkarken eşyalarını almayı unuttuğu için geri dönmüş salona. Bu yüzden kapı aralıktı biz geldiğimizde. Sonrası malûm zaten." Koltuğun kolçağına dirseğini yaslayıp ince, uzun parmaklarıyla alnını sıvazlarken sıkıntılıydı. "Şu bakıcı işlerinden o kadar sıkıldım ki." dedi kendi kendine konuşur gibi. "Her gün, het hafta bir bakıcı arayışına girmek delirtiyor artık beni ama dedemden de vazgeçemem. Çocukken ailem benimle ilgilenmezken o benimle ilgilendi. Mesleğine rağmen beni evine aldı, bana baktı tek başına. O bana bunları yapmışken onu gidip de bir huzurevine bırakamam. Ama bulduğum her bakıcı da hem onu hem beni yıpratıyor, huzurumuzu kaçırıyor. Ne yapacağımı şaşırdım artık."
Vefa borcunu ödemek için bakıyordu dedesine. Kenan'ın babası Kemal Bey'in bahsettiğine göre Balım da onun şirketlerinde çalışıyormuş. Her ne kadar aile dostlarının kızı olsa da iş konusu bambaşka bir durumdu. Tolerans göstermeyebilirler veya kız bunu istemeyebilirdi. İşi bıraksa sadece dedesinin parasıyla bakacaktı ona ama bunu da o istemiyordu. Oldukça sıkıntılı görünüyordu bu yüzden. Samimiyetimiz olmadığı için bir şey demedim.
O da uzatmadan derin bir nefes alıp vererek ayaklandı. "Kahve yapacağım, gece uzun malûm. Nasıl içersin?"
"Sade."
"Tamamdır," diyerek başını eğdikten sonra işaret parmağını yüzüme doğrulttu. "Kahveler gelene kadar uyuma sakın."
"Uykum yok." dedim. "Bu ağrıyla nasıl uyuyayım?"
Yanan onun canıymış gibi yüzü ekşidi. "Ağrı kesici getireyim sana," dedi. "Ekstra istediğin bir şey var mı?"
"Yok."
Balım gitti, dakikalar sonra kahvelerle ağrı kesiciyi getirdi. Önce ilacı içtim, ardından da kahvelerimizi içtik.
"Şirkette çıkardığın olayı, Kenan abiyi dövmeni yani, duyduğumda aklımda çizdiğim profil seninle hiç uyuşmuyor." dediğinde ona baktım. O gün görmemiştim onu hiç. Öfkelenince gözüm hiçbir şeyi görmüyordu evet ama yine de ne öncesinde ne sonrasında görmemiştim onu. "Ben o gün şirketten Ferhat'la ve bir mankenle iş yemeğine gitmiştim. O yüzden şirkette değildim ama şirkete geldiğimizde senin vukuatın konuşuluyordu, ki hâlâ bile ara sıra konuşanları duyuyorum. Ne bileyim? O an herkes seni çok kaba, kardeşlerine dünyayı dar eden, kusura bakma ama biraz geri kafalı bir abi olarak anlattıkları için benim aklımda kendisi her haltı yiyen ama söz konusu kardeşleri olunca ahlak bekçisi kesilen şu abilerden sandım ama bugün gördüğümde kafamdaki profille uyuşmadığını görmüş oldum."
"Kardeşlerim zarar görürse dünyayı onlara değil, onlara zarar verenlere dar ederim evet." dedim kaşlarımı çatarak. Bu konuda asla taviz vermezdim. "Geri kafalıyım, kabayım, kontrol manyağı herifin tekiyim ama asla kardeşlerime ne laf ettiririm ne de onlara zarar vermelerine izin veririm. Onlardan kilometrelerce uzak da olsam bile onları korurum. Özellikle Defne'yi." diye belirttim.
"Bu akşam yanında oturan kız mı?" diye sorduğunda başımı salladım.
Kafası karıştı. "Onun ismi Gül değil mi? İki adı mı var?"
"Benim için Defne o."
Anlamadı, anlatmamı bekledi ama anlatmadım. O da soru sormadı daha fazla. Kahveler bitene kadar konuşmadık. İkimiz de aynı anda kahvemizi bitirdik ve aynı anda uzanarak orta sehpanın üzerindeki tepsiye bıraktık fincanları. Birbirimize doğru eğilmiş haldeyken duraksadık. O bana baktı, ben ona. Gömleğimin altından çıkan künye fincana çarpıp ses çıkartınca irkildi. Hızla geriye çekilirken ben yavaşça doğruldum ve geriye yaslandım.
"Film mi izlesek?" diye sordu saçlarını toparlarken. "Gece uzun. Yapacak bir şey de yok. Sıkılmaya başladım."
"Fark etmez." dediğimde bunu evet sayıp ortalığı topladı ve bir aksiyon filmi açtı. Aksiyon değil de aşk filmleri izleyecek narinlikte bir kadındı ama muhtemelen benim hiç de aşk filmleriyle işim olmayacağını tahmin etmiş olmalı ki aksiyon filmi açmıştı. Film izlemeye hiç fırsatım olmadığı için bilmiyordum filmleri fakat bu filmin aksiyonu gayet dozunda olduğu için gözlerimi televizyondan ayırmadım film boyunca.
Filmin sonunda başrol kadın ve erkek kavuşmuş, öpüşürken gözlerimi Balım'a çevirdim fakat onu uyurken buldum. Elinden düşmek üzere olan kumandayı son gayretle tutarken başı sol omzuna doğru düşmüş, ateş kızılı saçları yüzüne dağılmıştı.
Oturduğum yerden kalkıp elinden kumandayı aldım ve televizyonu kapattım. Yüzüne dağılan ve nefes alıp verdikçe havalanıp inen saçlarını yüzünden geriye doğru çektim yavaşça. Dolgun dudakları hafif aralık dururken melekler gibi uyuyordu. Onu kucağıma alıp koltuğa yatırmak istedim fakat üstünde kısa elbisesi olduğu için tenine temas etmek istemedim. Üstelik uyanırsa yanlış anlayabilirdi. Şimdi uyandırsam odasına gidip yatsın diye onu da yapmazdı bu inatçı kızıl. İçim el vermese de uyandırmadım. Pikeyi üzerine örttüm ve yerime geçip oturdum. Sabaha kadar gözümü bile kırpmadan onu izledim.
Güzel bir kadındı. Hele o ateş kızılı saçlarıyla dikkatleri üstüne çeken biriydi de aynı zamanda. Zaten bu yüzden bize geldiğinde dikkatimi çekmişti. Güzelliği umrumda değildi. Bu kadında beni ona iten başka şeyler vardı ama ne olduğunu bilmiyordum. Bildiğim tek şey acilen gitmem gerektiğiydi. Aksi halde dönüşü olmayan bir yola girecektim ve bunu istemiyordum.
Sabahın ilk ışıklarında dedesi uyandığında salona geldi. Bir uyuyan torununa baktı bir bana. Ayağa kalkıp ona asker selamı verdiğimde mutlu oldu. Omzumu sıktığında başımı eğdim ve ateş kızılını dedesine emanet ederek evden ayrıldım.
***
"Anne, teyzemin kızı vardı hani, geçen sene evlenmişti, Gizem. O hasta ve yaşlı bakıcısıydı değil mi?" diye sorduğumda çamaşırları asan annem duraksadı ve bana baktı.
"Evet, iş arıyordu geçen konuştuğumuzda. Ne oldu ki?"
Ateş kızılının derdi derdim olmuştu ne olacak?
Ona yalan söylemek istemedim. Zaten kafamdaki pansumanı gördüklerinde olan biteni olduğu gibi anlatmıştım onlara. Defne uyuzu hâlâ triplerdeydi gerçi ama onunla sonra ilgilenecektim.
"Ya şu dünkü kız, Balım." dedim dürüstçe açıklayarak. "Sabah da anlattım olayı zaten. Bakıcıya ihtiyacı var. Ee Gizem'in de en iyi yaptığı şey yaşlılarla anlaşmak, onlara bakmak. Bir konuşsan da kızın evine gitse benim adımı verip. Hem onun iş sorunu çözülmüş olur, hem de kız rahat bir nefes alır."
Annem tuhaf bakışlarla beni süzerken, "Olur oğlum," dedi. "Ararım ben şimdi Gizem'i. Sen de adresi mesaj atarsın kıza, gider bakar. Bakar da... Sen niye bu kadar takıldın ki bu olaya? Sakladığın, anlatmadığın bir şey mi var yoksa?"
Kaşlarımı çattım, yaslandığım duvardan doğruldum. "Ne olacak anne Allah aşkına?" dedim. "Kız bütün gece uyumayayım diye dört döndü, ilgilendi o kadar. Karşılığı olarak bende onun bu derdini çözmek istedim. Sende her şeyin altında bir şey arıyorsun. Hayır bir şey olsa niye söylemeyeyim? Anlatmasam bunu anlatmazdım."
Bana pek inanmadı. "Sen öyle diyorsan." dedi kinayeli kinayeli. Eline aldığı tişörtümü silkeleyip asarken, "Hayır olsa güzel olur aslında. Geldin otuz küsur yaşına be oğlum, evlensen kötü mü olur? Baksana Sibel'e. Sinan'la senden önce yuvadan uçuyor ama siz de hâlâ tık yok."
Başlamıştı yine şu evlilik muhabbeti. Bıkkınlıkla başımı sağa sola yatırıp kütlettim. "Bunun yaşla ne ilgisi var anne? Yaşı gelen değil doğru kişiyi bulan evleniyor. Yaşımız geldi diye gidip de biriyle evlenelim mi hemen? Hem ben evlenmeyeceğim. O konuda bana bakma hiç. Ben sizi geride zor bırakıyorken bir de karımı bırakamam. Elin kızına bu ayrılığı, bu hayatı da yaşatamam hiç, kusura bakma."
"Bunlar senin düşüncelerin," dedi annem asla beni tiye almazken. "Kaderin ne diyeceğini, önüne ne koyacağını bilemezsin. O gün geldiğinde görürüm ben seni."
Yorumda bulunmadım daha fazla çünkü ben ne dersem diyeyim o bildiğini okuyacaktı.
Üç Gün Sonra;
Saat sabahın dört buçuğuyken göğsümde uyuyan kıza sıkı sıkı sarılmış, saçlarını öpüyor, kokusunu içime çekiyordum derin derin. Dün gece uyumadan önce her on dakikada bir olacak şekilde yirmi küsur alarm kurmuştu sabah uyanabilmek için ama dakikalar önce bütün alarmları tek tek kapatmıştım. Uykusu feci derecede ağır olduğu için alarmı duymazdı muhtemelen ama iki alarmı kapattıktan sonra üçüncüde uyanabilirdi ve ben bu kızı havaalanında geride bırakıp gidemezdim. O yüzden o gelmemeliydi ve ben şimdi onunla, o kollarımın arasındayken vedalaşıyordum.
Şu üç gün boyunca onun tabiriyle süs bebeği, benim nezdimde ateş kızılı olan Balım'la olan görüşmelerim, konuşmalarım onun tarafından başıma kakılıp durulmuştu sürekli. Kendi yetmiyormuş gibi bir de annemi dolduruyordu. Kız, bakıcı sorununu çözdüğüm için Gizem'den numaramı alıp bana bir teşekkür mahiyetinde kahve ısmarlamak istemişti iki gün önce. Tabii Defne'den habersiz gitmiştim aksi halde beni takip edip o kahveyi zehredebilirdi ikimize. Neyseki öyle bir şey olmadı ve gayet medeni bir şekilde kahvelerimizi içip ayrıldık. O günden sonra da görüşmedik hiç. O aramadı, bende aramadım çünkü bu kadardı iletişimimiz.
Zaten kafamın içini dolduran kişiler fazlaydı, bir yenisini daha eklemek istemiyorum. Böyle iyi.
Tam iki saat boyunca göğsümde uyuyan kızla hasret giderdim, onunla vedalaştım defalarca kez. Komodinin üzerindeki telefonumun ışığı yanıp sönmeye başladığında ayrılık vaktinin geldiğini anladım. Yataktan kalkmadan son kez öpüp kokladım onu. Yataktan kalkıp üstümdeki tişörtü çıkartıp yatağın üstüne bıraktım. Bu benim ona gidiyorum, gittim deme şeklimdi. Uyandığında tişörtümü gördüğünde gittiğimi anlayacak ve kokum üstünden çıkana kadar onu giyecekti, biliyorum. Zaten tişörtlerimi benden çok o giyiyordu. Kendine kıyafet alsın diye gönderdiğim parayı harcamıyor, benim tişörtlerime kazaklarıma dadanıyordu!
Dolaptan çıkardığım yeni tişörtü ve ceketi giydim hızla. Ceketin yakalarını düzeltip kollarını bir kez kıvırdıktan sonra telefonumu ve cüzdanımı cebime atıp dün Defne'nin giydiği siyah kepi kafama taktım. Dün berbere gidip saç sakal tıraşı olduğumda bile benimle gelmişti bu manyak kız. Yatağın altından ondan gizli hazırladığım çantamı çıkartıp odaya ve yatağımda uyuyan kıza son kez göz atıp çıktım odadan.
Odamın kapısını yeniden açıp açamayacağımı bilmeyerek kapattım kapıyı.
Annem bütün gece uyumamış gibi mutfakta benim için hazırlık yaparken özellikle bana bakmıyordu çünkü ağlıyordu. Babam, Sinan, dedem masada oturmuş beni beklerken Sibel ve Mehmet geldi uykulu gözlerle. İlk onlara sarıldım çünkü havaalanına kadar gelmelerini istemiyordum. Birilerinin evde Defne'nin yanında kalması gerekiyordu.
"Yine dön," dedi Sibel sıkı sıkı sarılırken. "Bizim için değilse bile Defne için."
Söz vermedim. Sonu bilinmez olan hiçbir şey için söz vermez, lafını bile etmezdim. "Nasip." dedim sadece. Bu kelime annemi hıçkırıklarla ağlatmaya yettiğinde babam onu sakinleştirmeye çalıştı.
Bu hep böyleydi.
Eve gelişim bayram havası estirirken gidişlerim matem evine çeviriyordu evi.
Sibel'den ayrılıp dedemle babamın elini öperek onlarla vedalaştım. Sinan'a sarılacakken ellerimi itip mutfaktan çıktı. "Havaalanında vedalaşırız, oyalanmayın." dedi çıkmadan önce.
Annemin elini öpüp ona sarıldığımda kokumu içine çekerken sessizce ağladı boynumda. Bir anne, hele hele bir asker annesi için şüphesiz en zor andı bu veda anı çünkü bir daha kavuşup kavuşamayacağımızı o da bilmiyordu.
"Sana tost yaptım," dedi ayrıldığımızda. Gözlerini sildi. Gülümsedi. "Aç aç gitme."
Uzattığı tostu hiç iştahım olmasa da aldım. "Hadi arabaya geçelim," dedim sonra. "Defne uyanmadan gideyim artık."
Annem tereddütle baktı yüzüme. "Uyandığında başımızın etini yiyecek. Uyumadan önce kırk kere tembihledi beni, uyandır diye."
"Çağırdım duymadın dersin. Bir de onunla uğraşamam."
Ona veda edemem.
Dakikalar içinde annem, babam ve dedemle birlikte Sinan'ın arabasına bindik. Dedem öne oturmuştu. Bende arkaya annemle babamın arasına oturmuştum. Elimdeki tostu sırf annem üzülmesin diye yerken o elleriyle yüzümü seviyor, bir yandan sağlıkla gidip sağlıkla geleyim diye dualar ediyordu. Babam dizimi sıkarken gururla bakıyordu yüzüme. Onun gözlerinde gördüğüm şu gurur bana yetiyordu.
Havaalanına gidip gerekli kontrollerden geçtikten sonra uçağımın olduğu alana geçtim ve gitmeden önce son kez sarıldım hepsine, tek tek hepsinin dualarını aldım.
Sinan'la sarıldığımızda, "Defne sana emanet." dedim kulağına.
Bundan hoşlanmadı. Sırtıma sertçe vururken, "Gel de kendin bak emanetine." dedi ters ters.
Bir şey demedim çünkü biliyordum ki ona benden bile iyi bakacaktı.
Onları geride bırakıp asla arkamı dönmeden uçağa doğru ilerlemeye başladım. Cam kapının yansımasından Sinan'ın dedemi, babamın da annemi götürdüğünü görmüştüm.
Kapıdan çıkmak üzereyken, "Demir!" diyen tanıdık sesle durdum ve arkamı döndüğümde onu gördüm. Ateş kızılı, bal çiçeğini. Tam karşımda aramızda sadece birkaç adım varken nefes nefese durdu ve saçları yüzüne dağıldı. Hızla elleriyle saçlarını geriye ittikten sonra gülümseyerek aramızda kalan son birkaç adımı da kapattı. Şimdi kokusunu alabileceğim kadar yakınımdaydı.
"Aradım ama telefonun kapalıydı," dedi gözlerime bakarken. Evet, arabadayken kapatmıştım. "Neyseki gitmeden yetişebildim sana."
Kaşlarım çatıldı. "Bir şey mi oldu?"
"Hayır," dedi. Alnını kaşıdı, etrafa bakındı. Neden burada olduğunu o da bilmiyormuş gibiydi. "Ben... Biliyorum çok tuhaf. Neden burada olduğumu düşünüyorsun. İnan bana bende aynı şeyi düşünüyorum. Beni buraya getiren sebebi... Ben senin asker olduğunu öğrenince... Yani biliyorsun dedem de albaydı ve bir albayın torunu olarak işinizin ne kadar riskli olduğunu, gidip de dönememek olduğunu biliyorum. Eğer yanlış anlamazsan ve sorgulamazsan," Cebinden bir şey çıkardı, kırmızı bir ip. "Sana bunu vermek istedim. Ben çocukken dedem her beni bırakıp gidişinde onun bileğine bu ipi bağlardım. Biliyorum çocukça ama sanki bu ip onun bileğinde olursa beni bıraktığı gibi yine bana döner diye düşünürdüm. Öyle rahatlatırdım içimi. Şimdi sende aileni, önemi senin için büyük olan kardeşin Gül'ü geride bırakıp göreve gidiyorsun. Tıpkı dedem gibi. İzin verirsen bunu bileğine bağlamak isterim, ailene geri dön diye."
Bu kırmızı ip onun için totem gibiydi anladığım kadarıyla fakat ben bu tarz şeylere inanmazdım. Sağ salim gitmem de dönebilmem de Allah'ın işiydi. O ne derse o olurdu fakat karşımdaki kadın küçük bir kız çocuğu gibi nemli gözleriyle yüzüme bakarken onu reddetmem çok güçtü. Bileklik, kolye, küpe gibi şeyleri bir erkekte sevmez, hiç de yakıştırmazdım. Benim kolyem üzerinde adımın yazılı olduğu künyemdi sadece.
"Dürüst olmam gerekirse bu tarz şeylere inanmam," dedim açıkça elindeki ipe bakarken. Omuzları düştü hemen, bakışlarını kaçırdı. Sanki suç işlemiş gibi karşımda ezilip büzülmesi yüreğime dokundu. "Ama ilk kez kez, bu ipin beni aileme döndüreceğine inanmak istiyorum." dedim bileğimi ona uzatırken.
Şaşırdı. Dudakları şaşkınlıkla aralanırken ona belli belirsiz bir tebessümle bakan yüzüme baktı şaşkın şaşkın. Uçağın anonsu yapılmasa daha bakacak gibiydi. Hızla bir adım atıp titreyen elleriyle ipi bileğime bağlarken yakınımda olmasından sebep kokusunu soludum derince.
"Oldu." dedi geriye çekilirken. Bana bakıp gülümsediğinde ona sarılmak geldi bir an için içimden fakat bunu yanlış anlamasını ve her şeyden öte kendimi geri dönülmez bir yolun içerisine sokmak istemedim.
"Kendine iyi bak." dedim ona veda ederken.
"Sende," dedi ellerini pantolonun arka ceplerine sokup geriye adımlarken. "Yeniden görüşmek üzere."
Görüşüp görüşmeyeceğimiz kadere bağlıydı ve ben bunu bilemezdim. "Nasip." dedim. Bir şey demedi.
Derin bir nefes alıp arkamı dönmüştüm ki tişörtümün altında olan künyemi hissettim ve tıpkı onun bende olduğu gibi, benim de onda bir şeyim olsun istedim. Arkamı döndüğümde onu giderken buldum. Aramızdaki mesafe fazla değildi ve o mesafe daha fazla açılmadan ona seslendim. "Bal çiçeği!"
Hay dilimi!
Bal çiçeği ne ulan?! Balım diyecektin.
Şaşkınlıkla arkasını döndüğünde soru sormasına ya da konuşmasına fırsat vermeden boynumdan künyemi çıkarttım ve onun açtığı o mesafeyi iri adımlarla ben kapattım. Künyemi başından geçirip zarif boynuna taktığımda şaşkınca ne yaptığıma baktı. Ellerimle saçlarını toparlayıp zincirin altından çıkarttığımda ateş kızılı saçlarının dokusu hoşuma gitti. Başını kaldırıp yüzüme bakarken konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki tıpkı onun yaptığı gibi bende onu susturdum. "Sorgulamak, yanlış anlamak yok." diye uyardığımda dudaklarını birbirine bastırdı. Bileğimi kaldırırken, "Bu kırmızı ip sağlıkla geri dönmemi sağlayana kadar ona iyi bak. Olur da dönersem geri alacağım." dedim.
Künyemi avucunun içine hapsederken bana baktı. "Sen gelene kadar benimle kalacak. Ona iyi bakacağım." dedi.
Son kez gülümsedi.
Son kez seyrettim güzel yüzünü.
Ve arkamı dönüp uçağa yürürken ona bakmamak için derin bir savaş içerisine girdim kendimle. Sanki arkamı dönersem cesaret edemezmişim gibi geldi.
Fakat her ne kadar arkamı dönmesem de içinden geçtiğim cam kapıdan yansımasını gördüm. Geride durmuş, bir eli künyemdeyken gözleri benim üzerimdeydi.
Ve son kez buluştu gözlerimiz cam bir kapının yansımasında...
Gül'den;
"Mehmet nerede?" diye sordum ters ters. "Ben sabahın bu saatinde kahvaltıya kalkıyorsam o da kalkacak! Evlat ayrımı yapmayın!"
"Gül!" diye uyardı babam kaşlarının altından bakarken. Onlara tripli olsam da uyarısına karşılık başımı çevirdim tripli bir tavırla. Dün gece kırk kere uyarmıştım onları beni de kaldırın diye, onlarca alarm da kurmuştum ama hiçbirini duymamıştım. Gerçekten top patlasa duymuyordum. Bu bazen sinirlerimi bozuyordu.
"Bu niye böyle bu sabah?" dedi Sinan abim bana ters ters bakarken.
Aynı bakışlarla karşılık verdiğimde annem yarama tuz basmak ister gibi, "Demir gitti ya, ondan böyle." dediğinde ona ters ters baktım ama çayları doldurduğu için görmedi. "Gelirken çağırsaydın ya kardeşine." dedi bana.
Ablam elinde telefonla ayaklanırken, "Ben çağırırım." dedi. "Sabah sabah Gül'ün huysuzluğunu çekemeyeceğim."
Ona ters bir bakış attım. "Otur yerine ben çağırırım." dedim oturduğum yerden. Mutfak kapısı arkamda olduğu için boğazımı temizleyerek geriye döndüm ve bağırdım. "Turşuhan, koş bir tanem rızzık zamanı!"
Herkes bıyık altından gülerken Mehmet de mutfağa giriş yapmıştı. "Günaydın." dedi yerine geçerken.
"Seni beklerken öğlen oldu be!" dedim ters ters. Bugün herkese sataşmak geliyordu içimden. Bugünü hepsine zehir edecektim. Bunu kendileri istediler. "Günaydınmış! Sensin günaydın!"
Ona dik dik bakarken bana cevap verecekti ki Sinan abim müdahale etti. "Aman sakın karşılık vereyim deme! Sen bir söylersin bu üstüne on koyar. Kahvaltıyı yapıp dağılalım kardeşim, lütfen."
Mehmet sustuğunda ters bakışlarım bu defa Sinan abime yöneldi ama bir şey demedim. Dik dik bakarak psikolojik baskı yaptım.
"Uygunsuz davranışlar da bulunan kimseye söylenen söz, hakaret nedir?" diye soran dedeme baktım. Hepimize tek tek bakıp cevap ararken kahvaltılıklara yumuldum.
"Çok basit," dedim ağzıma peynir atarken. "Şerefsiz denir."
"Kutucuklara sığmıyor."
"Pi-..." diye başlayan kelimem babamın bana kaşlarını çatarak baktığını görmemle değişime uğradı, evrim geçirdi. "Pislik denir."
"Değil."
"Bu soruyu geç, babam gidince cevaplarım ben." dediğimde babam bana baksa da özellikle ona bakmadım. Yanında küfür edilmiyor ki.
"Biz kızlarla dünürlere gideceğiz Ahmet." dedi annem. "Haberin olsun."
Peki bundan benim haberim niye yoktu?
Kızlar derken ablamla Mehmet'i kastetti herhalde. Abimi de kastetmiş olabilir, bilmiyorum. Ama ben o Tahir bozuntusunun olduğu eve gitmeyecektim. Net! Canım zaten sıkkındı, bir de onunla uğraşamam.
Aklımı okumuş gibi annem konuştu. "Sen de geliyorsun Gül!"
"Hiçbir kuvvet beni o eve götüremez!" dedim ve yumruğumu babama olan saygımdan, asla korkumdan değil, saygımdan ötürü hafifçe masaya vurdum. "O kadar!"
Annem de aynı anda kafama vurmuştu. "Geliyorsun dedim o kadar!" dediğinde ters ters ona baktım.
"Maşallah senin de canın dünür çekiyormuş da haberimiz yokmuş anne." dediğimde bana ters bir bakış attı. Hırsla ağzıma attığım cacığı çiğnerken, "Her akşam dünürlerdesin." diye söyleniyordum bir yandan.
Gözlerini irileştirdi. "Bak bak, duyanda inanacak! Kız sözden sonra bir kere biz gittik, sonra onlar geldiler. Şimdi sıra bizde. Hem dün akşam aradı, bizzat davet etti Züleyha Hanım. Davete icabet etmek gerekir."
"Tamam siz gidin işte," dedim. "Ben niye gidiyorum ya?"
"Kadın özellikle çağırdı," dediğinde sol kaşımı kaldırdım şaşkınlıkla. "Sibel bile işe gitmedi. Birlikte kadın kadına sohbet ederiz dedi."
Bu Tahin'in anasında bir tuhaflık vardı. O gece de, ondan sonraki misafirliklerinde de gözlerini benden ayırmamıştı neredeyse. Fırsat buldukça da benimle konuşmuş, sorular sorup durmuştu sürekli.
Ben düşüncelere dalmışken, "Kahvaltını yap Gül!" diye uyardı annem. "Elalemin evinde 'acıktım' diye yakınma bana sonra!"
Yapmışlığım vardı evet. Huriye Teyzelere gittiğimizde anneme acıktım diye yakınmıştım. Yazık kadın da benim halime acıyıp bir parça ekmek ve su vermişti bana. Ama bu sefer dünürlere karşı rezil edersem beni bir kaşık suda boğacakmış gibi duruyordu annem. O yüzden kahvaltılık ne varsa hepsine yumuldum.
Mide fesadı geçirmeme ramak kala derin bir nefes alıp geriye yaslandım. Peçeteyi alıp ağzımı hunharca sildim. Ablamın hafif ve sahte öksürüğü dikkatimi çekerken ona baktım. Yerinde kıpırdandı ve telefonunu masaya bıraktı. Aha kesin bir şey isteyecekti!
"Baba," diye mırıldandı ablam. Yüzüğüyle oynarken babamın yüzüne bakmıyordu. Bir şey isteyecekti belli. Yüzüğüyle oynarken de 'Ben sözlüyüm artık, siz bana karışamazsınız. Sizden izin almıyorum sadece size haber veriyorum' sinyali mi veriyordu bu süslü Barbie?
Haince sırıttım. "Baba kesin bir şey isteyecek, 'hayır' de!" diye bağırıp mutfaktan çıktım. Ablam da arkamdan bağırıyordu. "Ya Gül ya!"
Sırıtarak odama ilerlerken annemin bağırmasıyla yerimde durdum. "Çabuk hazırlan Gül! Seni bekleyemem bir de."
Hızla geri dönüp mutfak kapısına yapıştım. Bir süre annemin kararlı bakışlarına yavru köpek bakışları atsam da fayda etmemişti. Zalim karı!
"Tamam." dedim dilimin ucuyla. "Siz gidin ben yetişirim size."
"En son Hayriyelere giderken de böyle demiştin sen. Sana kanıp izin verdik ama sonra bir geldik, horul horul uyuyordun. Bu sefer yemezler!" dedi annem. Vay be! Ben neymişim arkadaş?! "Hazırlan."
Omuzlarım düştü. "Aman iyi be!" dedim burun kıvırıp ve odama ilerledim ayaklarımı sürüye sürüye.
Üstümde ki pijama takımına küçümser bakışlar attıktan sonra hâlâ daha dizleri sürünmekten dolayı eskiyen pijama altımla, düğmelerini hâlâ daha doğru ilikleyemediğim pijama üstünü çıkarttım. Kot bahçıvan tulumumu giyip altına da Demir abimin bıraktığı, buram buram o kokan siyah tişörtü giymeden önce derin derin kokladım. Kendisine has erkeksi kokusu barut kokusuyla karışmıştı. İmkanım olsa da kokusunu hapsedebilsem keşke çünkü kokusu iki güne silinip gidecekti. Saçlarımı iki yandan ayırıp güzelce, dikkatli bir şekilde örmek yirmi dakikamı aldı. En sonunda başıma keşan bandanamı taktıktan sonra hazırdım.
Yalnız Allah'tan gidesim yokmuş ha! Amma hazırlandım.
Kendi kendime de laf sokup sataştıktan sonra hazırdım artık. Annemin bütün evi inleten sesiyle telefonumu cebime atıp odamdan çıktım. Sabahları gizli gizli çiğ yumurta falan mı içiyordu acaba? Bu ne sesdir Ya Rabbi!
Az sonra annem, ablam ve ben yola koyulmuş; babam, dedem ve küçük versiyonum Mehmet evde kalmıştı.
Erkek olmak vardı be!
Benim suçum neydi de bunlarla dünür gezmesine gidiyordum acaba?
Sinan abimin arabasında ön koltuğa kurulmuş bir haldeyken ayaklarımı torpidonun üzerine uzatmıştım ki abim bacağıma çimdik atınca indirdim hemen. Huylu herif!
Az sonra geldiğimiz o lüks evle derin bir nefes aldım. Annemle ablam arabadan indiklerinde belki beni unuturlar diye bekledim. Ki unutmuşlardı da. Peşlerinden gittiğimi düşündükleri için hiç arkalarına bakmadılar.
Tam zaferle gülüyordum ki abim camı açıp annemlere seslendi. "Anne bunu unuttunuz!"
Annemle ablam durup geriye döndüklerinde kaşlarımı çattım. "Allah versin senin cezanı!" dedim arabadan inerken. "Pislik!"
Tepkime karşılık sırıtırken kapıyı sertçe kapattım. Bana bağırdığında koşarak annemlerin yanına gittim. Belli olmaz arabadan iner, saçıma yapışırdı şimdi bu. Neyseki yapmadı. Gözleriyle bana ateş edip gaza bastı. Ablam zili çaldıktan sonra kapı ablamın kayınvalidesi tarafından açıldı. Kenarda da eniştem bekliyordu. Resmen işe gitmemiş, ablamı beklemişti!
Adama bak be!
"Hoş geldiniz, buyrun geçin." dedi Züleyha Hanım güler yüzüyle.
Annem dünürüyle sarılıp içeriye girerken ablamda bilerek yavaş hareket ederek eniştemin yanına adımlamıştı. Yeşilçam filmindeki Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ın birbirine koştuğu sahnede ki gibi birbirilerine doğru yaklaşırlarken sinsice sırıtıp sarılmalarına ramak kala ablamın ayağına çelme taktım.
Ablamın sinek gibi yere yapışmasını beklerken enişte şahsı atik bir hareketle belinden yakalamış, tüm zevkimin içini biplemişti!
Eniştemin kollarında olan ablam hayran hayran ona bakarken ikisine de yüzümü buruşturup 'keşke ölseniz' bakışlarımı attım ve üç dönümlük arsaya bedel olan salona girdim. Kaybolmasam bari bu evde...
"Gül abla!" diye koşarak bana gelen Peri'yi görünce acaba kaçsam mı diye düşünmedim değil. Alacaklı gibi bağırıp bacaklarıma sarılmıştı! Tövbe Yarabbisi! Kendisiyle bize geldiklerinde kanka olmuştuk da. Bu durum aile içinde biraz alay konusu olmuş, yaşıma ve boyuma uygun biriyle kanka olduğumu söyleyip gülmüşlerdi. "Saçlarımı öyecektin?" dedi çenesini dizime yaslayıp bana alttan alttan bakarken.
Ne zaman abimden bir şey istesem bende böyle bakıyordum ama bana 'Habeş maymuna benziyorsun, öyle bakma' diyordu ama bu kız çok tatlı bakıyordu? Sorun bende miydi?
Koala gibi bacaklarıma sarılan Peri'yi kendimden uzaklaştırıp hayali tacımın düşmemesine özen göstererek diz çöktüm ve onunla göz temasımızı eşitledim. Omuzlarına inen sarı parlak saçlarını okşarken gülümsedim. "Örelim kız. Hadi toka getir."
Peri koşarak odasına giderken bende ablamın kayınvalidesinin elini öptüm. Arada hanım hanımcık olabiliyordum tabii. Bazen annemin gözü yaşarıyordu beni böyle görünce.
"Hoş geldin kızım." dedi ben geri çekilemeden bana sarılırken. Mal gibi kaldım öylece. Ay bunlar ablamı bırakıp beni almaya çalışmasınlar bir de.
"Hoş geldim." dediğimde annem usulca boğazını temizledi. Bu bir uyarıydı. "Yani hoş buldum." diye düzelttiğimde kadın buna hiç takılmadı ve geri çekildiğinde uzun uzun yüzümü inceleyip gülümsedi.
Burnuma hiç iyi kokular gelmiyor.
Kadın kayıp kızını bulmuş gibi uzun uzun beni izlerken, "Getiydim." diyen Peri ile bakışlarım ona döndü ve böylelikle kadının rahatsız edici bakışlarından kurtulmuş oldum. Tekli koltuğa oturup onu da kucağıma oturttuktan sonra saçlarını örmeye başladım. Kuaför falan mı açsaydım acaba?
Yok ya. Ya ben milletin saçını başını yakardım ya kadınların 'ay öyle değil, böyle olacaktı' muhabbetleri yüzünden katil olurdum!
Güzelce ördüğüm saçlarının uçlarına tokalarını taktıktan sonra kucağımdan indi. "Teşekküy edeyim Gül abla." dedi gülümseyerek.
Burnunu sıkıp poposuna vurdum. "Ne demek kız. Sen iste hep yaparım ben."
Halının üzerinde ki oyuncaklarıyla oynarken bende annemlerin muhabbetlerinden sıkılıp gün içinde elime hiç almadığım telefonumla ilgilenmeye başladım.
Bir saat, iki saat, üç saat... Kaç saat geçti bilmiyorum ama midemden gelen seslerle acıktığımı fark ettim. Ve hâlâ daha annem dünürüyle konuşuyordu. O kadar yıl ablamın kayınvalidesiyle konuşacaklarını içinde mi biriktirdin sen, ne yaptın anlamıyorum ki!
Usulca annemin yanına gidip kolunu dürttüm sessizce. "Anne?"
Annemin gülen yüzü bana döndü. Gözleri ateş ederken, "Sakın bana acıktığını söyleme Gül!" dedi dişlerinin arasından. "Balkondan aşağı sallandırırım kızım seni!"
Gözlerinde ki kıvılcımlar 'Ateşle yaklaşmayınız!' uyarısı verirken dudak büktüm. "Ama acıktım." diye mızmızlandım küçük çocuklar gibi.
Annem çaktırmadan kolumu uyarıcı bir şekilde çimdirdi ve gülen yüzüyle dünürüne döndü. Çocuğa şiddete hayır ama ya!
Sessizce oflayıp sıktığı kolumu ovalarken Peri elindeki bebeğiyle yanıma geldi.
"Kız," diye dürttüm kolunu hafifçe. Kulağına eğilip fısıldadım. "Benim karnım acıkmış, seninki de acıkmış mı sor bakalım?"
Dudaklarını büzüp küçük elini göbeğinin üstüne koydu. "Benim kaynım da acıkmış."
Zaferle gülüp kulağına yaklaştım. "O zaman kaynımızı doyuyalım!"
Sevinçle gülümsedikten sonra koyu sohbete dalan annemler fark etmeden salondan çıktık ve Peri'nin önderliğinde en az salon kadar geniş olan mutfağa girdik.
Yaşasın yemek yemek!
Peri'yi kucaklayıp yanaklarını öptüm ve onu sandalyeye otturtuktan sonra kendi evimmiş gibi buzdolabını açıp içine bakındım. Kimse bana ayıp edebiyatı yapmasın şimdi. Gelmişiz, kaç saat oturmuşuz şurada, anca lak lak! Biri de çıkıp demedi ki aç mısınız?
Çikolata kavanozunu görür görmez gözlerim büyüdü hemen. İki elimle kavanozu alırken kalçamla buzdolabının kapağını ittim. Kavanozu masaya bırakıp ekmek aldım ve hemen çikolatayı ekmeğe sürüp ısırdım. Peri'yi bile gözüm görmemişti o an. Ta ki o elini ağzına örtüp gülerek beni izleyene kadar. Bir yandan hunharca yerken diğer yandan da ona hazırladım bir tane. Ekmek beni kesmediğinde kaşık alıp bu defa kaşık kaşık çikolata yedim.
"Çikolata canavarı buradaymış demek!" diye saçlarımın arasından bir nefes duyduğumda irkildim ve başımı çevirip sesin sahibine bakarken burunlarımız çarpıştı. Tahin kişisiydi bu ve bundan hiç rahatsız olmamış gibi iyice dibime girerken başımı geri çektim.
Elaları belam olacakmış yüzümde gezinirken gözleri en son ağzımda hâlâ daha duran kaşığa, oradan da her yanına çikolata bulaştırdığıma emin olduğum dudaklarıma indi. Kaşığı tutup ağzımdan çekerken hipnoz olmuş gibi kalakalmıştım. Ne çekilebiliyordum, ne itebiliyordum.
Hiç iğrenmeden kaşığı ağzına sokup kalan çikolatayı da o yerken sanki dudaklarımı öpüyormuş gibi içim titredi. Bu kadar yakınlık pek hayra alamet değildi. Beynim ve kalbim uyarı ışıklarını yakmış, bas bas bağırıyorlardı özüne dön diye.
"Çikolatayı hiç sevmem," dedi kaşığı ağzından çıkardığında. Tabii canım kesin öyledir. Bıraksalar beni de yiyecekti iki dakika da. "Ama bu şeyi böyle," Gözleri dudaklarıma indi, uzun uzun baktı. "Böyle yiyeceksem eğer-..."
Hızla göğsünden iterken dengesini sağlayamadığı için geriye yalpaladı. O sırada elinden kaşığı kapmış, kavanoza gömülmüştüm yeniden. Arkamdan gülüşünü duymak bile sinirlerime dokundu o an. Her şey çok yanlış ama bir o kadar da doğru gibiydi. Çok garip hissediyordum. Yıllarca beklediğim çocuğun nişanlandığını öğrenmiştim ama onunla aynı isme ve soy isme sahip adama karşı koyamıyordum. Neden peki?
Bu adamın yaptığı, söylediği on şeyden dokuzunu İdris de söylüyordu ama ona karşı hiç böyle olmamıştım. Neden bu adam tüm dengemi alaşağı ediyordu benim? Bir buçuk aydır etrafımdaydı ve her fırsatta benimle uğraşmış, beni köşeye sıkıştırmaya çalışmıştı.
"Gül," diyen annemin sesini duyunca hemen kalkıp kavanozla kaşığı Tahin'in eline tutuşturdum. Tam o sırada da annem girmişti mutfağa. Tahin'e kısa bir bakış atıp selam verdikten sonra yanıma geldi. "Neredesin sen annecim?" derken gözleriyle hesap soruyordu.
Elimle Peri'yi işaret ettim. "Kız acıkmış, onu doyurdum." dediğimde annem dudaklarıma bakıp kaşlarını çattı.
"Sende kurdun yanında kuş da barınır deyip yedin değil mi?"
Ellerimi teslim olur gibi kaldırdım. "Göz hakkı diye bir şey var. Yemeseydim de bir taraflarım şişse miydi?"
Tahin arkada kıs kıs gülüp sinirlerimi bozarken annem, "Çocuğun yanında konuşturma beni şimdi." diye fısıldadı. "Ablanla enişten dışarıya çıkıyor, sende git. Bir hava alırsın. Şu huysuzluğun havaya karışır gider belki."
Onun nezdinde hava al demek, git ablana göz kulak ol demekti.
Gözlerimi devirdim. "Şimdi de çocuk bakıcılığı mı yapacağım yani?"
"Biz her gün yapıyoruz sana, sende bir gün bizim için yap." dediğinde ona ters ters baktım. Bana aynı bakışlarla karşılık verip Tahin'e gülümsedi ve mutfaktan çıktı.
Deminden beri sırıtıp durduğu için ona ters ters bakıp annemin peşinden çıkacaktım ki kolunu önüme uzatıp engel oldu. Dönüp bakmadım bile. O da bunu fırsat bilip kulağıma eğildi. Burnu kulağımın üstüne değerken kulağıma değip boynuma seken nefesleri huylandırdı, midemi alt üst etti. "Rivayet gerçek oldu görüyor musun? Ablanla abim o Galata Kulesine birlikte çıktılar ve şimdi evlilik yolundalar. Ne dersin? Sıradaki çift biz miyiz?"
Gülümsedim. "Hani bir çorabın tekini kaybedersin ve bir daha bulamazsın. Bir müddet sonra aramaktan vazgeçip başka bir çorapla giyersin ya onu. Hah işte, bizim de sonumuz öyle olacak seninle. Değil rivayet, büyü de yaptırsan olmaz bu iş."
"Büyüyü bizzat ben yapacağım, sadece seyret."
Kolunu itip mutfaktan çıktıktan sonra kimseyle vedalaşmadan dış kapıya yürüdüm ama zaten herkes buradaydı. Ayakkabılarımı giymiştim ki Züleyha Hanım birden bana sarıldı. İtiraf ediyorum, bir kez bile ablama böyle sarıldığını görmemiştim. Bu kadında tuhaf bir şeyler vardı. Onun arkasında bekleyen Tahin'le göz göze geldiğimizde o da şaşırmış gibiydi. "Yine bekliyorum," dedi kadın kulağıma. "Zaten dünür olduk, sık sık görüşeceğiz."
Şaşkınlıktan hiçbir şey diyemedim. Kadın geri çekilip annemle içeriye giderken ayakkabılarını giyen Tahin'e baktım. "Annenin bana karşı olan sevgisinin sebebi ne?" diye sordum. "Bak bu yaştan sonra huy değiştirip bana aşık olduysa o iş yaş, söyleyeyim. Ben teyzelerle takılmam."
Bana hayretle bakarken gülmekle ağlamak arasında gidip geldi. "Teorilerin gerçekten inanılmaz," derken omuzlarımdan tutup çevirdi beni. Elleri omzumda evden çıkıp araba yürürken, "Seni sevmiş, kızı yerine koymuş olabilir. Neden uçuk fikirler üretiyorsun ki?"
Birden bir ampul yandı beynimde. Olduğum yerde kaldım, hızla arkamı dönüp ona baktım. "Ay yoksa ben evlatlığım da o benim gerçek annem mi?! Eğer öyleyse ben sana abi falan demem!"
Yalnız üvey olmama değil, Tahir'e abi dememeye takılmıştım.
Kaşlarını çattı. "Gerçekten fazla ütopiksin. Ne alakası var? Ne sen üveysin, ne de biz kardeşiz. Bana abi demene gerek yok yani ama bahse girerim ki, çok yakında sevgilim diyeceksin bana." diyerek sırıttığında bu tezine karşılık hayretle dudaklarımı büktüm.
"Bak şimdi de sen ütopik oldun," dedim sevimsizce gülümserken. "Sana abi derim yine de sevgilim demem. Bir kere sen bana layık değilsin. Takım elbise giyiyorsun diye kendini prens mi sandın sen?"
"Prens değilim ama bizzat senin prensin olacağım, göreceksin."
Bana diyordu uçuk fikirli diye ama onun bu yaptığı neydi şimdi?
O kadar emin ve net konuşuyordu ki, bir de elleri cebinde aşırı özgüvenli bir poz kesiyordu. Hâl böyle olunca insan bir hayret ediyordu. "Ya sana bilmediğim bir zaman diliminde araba falan mı çarptı? Kafana bir şey mi düştü? Kafede karşılaştığımız ilk an ve sonrasında yaptığımız kaza da bana nefretle bakıyordun, ne oldu birden?"
Omuz silkti. "Çok nefret etme, aşık olursun demişler, duymadın mı? Aşık olmuşumdur belki sana."
Açık sözlülüğü karşısında dudaklarım balık gibi açık kalırken şoktan şoka girdim. İşin enteresan yanı, dalga geçmiyordu. Gerçek gibi bakıyordu. Gerçekten aşıkmış gibi. Bu nasıl mümkün olabilir?
"Ne diyeyim?" dedim dudak bükerek. Omzunu pat patladım. "Allah kurtarsın kardeş."
"Yok yok, kurtarmasın. Ben seninle iyiyim."
Pekâlâ, buraya kadar güldük, eğlendik, alay ettik ama yeter. İş ciddileşecekti biraz dostum.
"Bak açık konuşacağım Tahir," dedim. İlk kez adını söyledim bu biraz canımı yaktı. O da bunu fark ettiğinde ciddileşti, ellerini cebinden çıkardı ve kaşlarını çatarak beni dinledi. "Bana aşık olabilirsin, neticede harikulade bir kadınım." dediğimde gülümsedi ama ciddiyetini bozmadı. "Ama benden, özellikle sana karşı bir aşk, bir sevgi bekleme. Çünkü sen benim sevebileceğim en son erkek bile değilsin. Gülüyoruz, ediyoruz tamam ama şeyini çıkartma yani. Tamam mı? Etrafında bir sürü süs bebekleri var, git onlarla takıl ama benden uzak dur. Benden sana en ufak bir karşılık gelmez."
Daha fazla uzatmadan arabaya gidecektim ki kolumdan tutup durdurdu beni. "Neden?" diye sordu. Tavrı sertti. Herkese olurum varken neden bizzat kendisine olurum olmadığını merak ediyordu haliyle. "Neden peki? Herkese açık olan kalbin neden özellikle bana kapalı Gül? Sebebini bilmek istiyorum. Söyler misin?"
Bir süre söyleyip söylememek arasında kararsız kaldım fakat en sonunda başımı kaldırıp içimi delip geçen elalarına baktım. "Çünkü bana unutmak, hayatımdan silip atmak istediğim birini hatırlatıyorsun. Adın, soy adın, şu söylemlerin bile o kadar ona benziyor ki... Ve o artık benim için öldü. O yüzden benden uzak dur."
Bir şey demedi. Bana öyle bir baktı ki, bin parçaya dağıldı. Bana gerçekten aşıkmış ve hiç olurumuz yokmuş gibi hasretle, çaresizlikle, derin bir aşkla bakıyordu. Eli kolumdan düştüğünde arkamı dönüp arabaya ilerledim.
"Artık çok geç!" diye bağırdı arkamdan. Birkaç saniye içinde dibimde bitti. Yolumu kesip yüzüme eğildiğinde şaşkınca onu izliyordum. "La astatiu al-aish bidoonik. Waqe'tu fi hubbik. *Sensiz yaşayamam, sana aşık oldum.)
Kaşlarım çatılırken o geri çekilip arabaya yürüdü. "Ne?" dedim peşinden giderken. Durmadı bile. "Ne dedin sen bana? Küfür mü ettin? Söyle çabuk!"
Sürücü koltuğuna geçerken yüzüme bile bakmadı. "Anlayan anladı." dediğinde uyuz oldum.
E demiştim ama ben, ben gelmeyeyim diye. Bu uyuzun böyle yapacağını biliyordum çünkü. Sakalımız yok ki sözümüz dinlensin!
Arabaya binip tam ona bana ne dediğini soracaktım ki arka koltukta oturan enişte bey, "Havaalanına gideceğiz Tahir," dedi. "Yaren gelmiş."
Kaşlarımı çattım. "Yaren kim?"
Enişte bey, "Kardeşim," derken arabayı çalıştıran Tahir de, "Ablam." demişti eş zamanda.
İnanmıyorum!
Bu Süslü Barbie'nin bir de görümcesi mi var yani?
Bölüm Sonu.🖤
Nasıl buldunuz bölümü?
En sevdiğiniz sahne ve replik nedir?🌸
Bu arada Demir'le Balım'ın hikayesini de ayrı olarak yazmaya karar verdim. Kitabın adı, konusu, bölümleri bile hazır kafamda. O yüzden bundan sonraki bölümlerde ikisine pek değinmeyeceğim, eski halinde kalan sahnelerini de sileceğim ki onların hikayesinde uzun uzun okuyalım onları. Onları da TİP bittikten sonra okuyacağız bu arada.💫
İnstagram: nazankaraermis nazankrrmshikayeleri
♥️
|
0% |