@nazankaraermis
|
Apolas Lermi - Yaşandı Bitti.🎶
Keyifli Okumalar...🤎
Gül'den;
"Ay yazık, senin bir de görümcen mi var?" dedim yanımda dikilen ablama bakarken. Havaalanı çıkışında meşhur Yaren Hanım'ı bekliyorduk on iki dakikadır. Elimle az ileride telefonla konuşan Tahin'i işaret ettim. "Bunun gibi bir kaynın vardı zaten, bir de görümcen eklendi. Nesin sen? Dünyanın en bahtsız insanı filan mı?"
Bana yan bir bakış atarken bir gözü sözlüsünün üstündeydi. "Ne alakası var?" dedi ters ters. "Yaren'le birkaç kez görüntülü konuştuk. Gayet iyi, ılımlı, sempatik bir kız. Hiç öyle kök söktüren görümcelerden de değil ayrıca."
Burnumdan bir gülme sesi çıkardım. "Herhalde şimdi iyi, ılımlı ve sempatik duracak. Niye? Çünkü daha evlenmediniz. Hele bir evlen ondan sonra göreceğim ben seni."
"Hiç sanmıyorum."
"Sen beni dinle!" dedim son heceyi uzatarak. "Görümce bunlar kızım! Çiğ çiğ yerler adamı. Şimdi gelsin, analiz edeceğim. Eğer bir tehlike sezersem onu abime yamayıp kendime yenge yaparım. Böylelikle o sana görümcelik yaparsa bende ona görümcelik yapmış olurum. Hem ne demiş atalarımız? Görümcenle geçinemiyorsan onu yengen yap!"
Bana yandan, alaylı bir bakış attı. "Hangi atalarımız demiş onu?"
Elimi salladım manasızca. "Atasözleri anonimdir, isim vermez." dedim bilmiş bir tavırla. "Ayrıca boş ver sen şimdi kimin dediğini. Bu kızı abime yamayalım. Evet, bunu yapalım! Ben görümce olmak istiyorum! Görümce olmak en çok benim hakkım!"
"Demir abim burada yokken nasıl yapacaksın o işi?" diye sorarken hâlâ benimle alay ediyordu.
Ona yandan küstah bir bakış attım. "Demir abimden bahseden kim?" dediğimde durdu, gözleri büyüdü.
"Yok artık!" diye bağırdığında Tahin'le enişte bey arkasını döndü. Ablam müstakbel eşine gülümsedikten sonra bana baktı yeniden. "Sinan abimden mi bahsediyorsun?"
Kaşlarımı çattım. "Şu birkaç saat içinde yumurtadan çıkar gibi bir abi daha çıkmadıysa başımıza şayet?"
"Hayatta olmaz!" diye kesin hüküm verdiğinde daha beni tanımıyordu. Gözlerimdeki kararlığı an be an izlerken kaşlarını çattı. "Nasıl yapacaksın?"
Gözlerimi kısmış, uzaklara bakarken, "Düşüneceğim." dedim. Düşündüm de bir iki dakika. Daha da düşünecektim ki ablam kolumu dürttü.
"Sen boşver şimdi Yaren'le Sinan abimi. Tahir'le ne konuştunuz bir saat onu söyle bakalım?" Tepeden tırnağa imalı imalı süzdü beni. "Gelemediniz bir türlü arabaya. Böyle dip dibe olmalar, yol kesmeler, derin derin bakmalar falan, hayırdır? Kardeşim olduğun yetmiyormuş gibi eltim mi olacaksın bir de?"
Omuz silktim. "Aşıkmış bana." dediğimde ablam şaka yaptığımı sandı ama duruşumu bozmadığımı görünce kaşları şaşkınlıkla havalandı.
"Sen ciddi misin?" diye sorduğunda başımı salladım. Bir bana baktı, bir de biraz uzakta dikilen Tahin'e. Hâlâ şaşkındı. "Nasıl? Sen ne dedin peki?"
"Ona bir Ceyda Kasabalı sözüyle yanıt verdim: Giydiğim pantolon üstüme bol olur, bu saatten sonra sana vereceğim tek şey yol olur, dedim."
Ablam histerik bir tavırla gülerken saçlarını geriye itti. "Benim neden sevgilim yok diyen kızın çocuğa verdiği cevap." dedi beni alkışlarken.
Kaşlarımı çattım. "Ben love move istemiyorum. Ben many istiyorum, happy istiyorum."
"Bak beni keklemiyorsun değil mi? Bu çocuk gerçekten aşık mı sana?"
Başımı salladım. "Valla." dedim bir de yemin ederek. "Tahin'e araba çarpsın ki bana aşıkmış, öyle dedi."
Ablam uzun uzun baktı bana. "O zaman Yaren'i değil, seni başkasıyla baş göz etmeliyiz." dediğinde ona hayretle baktım. "Yaren rüzgar estirirse sen kasırgalar kopartır, evliliğimi zehir edersin bana."
Bir şey demedim. Ben susunca o da kolumu dürttü. "Bir şey demeyecek misin?"
"Doğru söze ne denir ki?" dedim omuzlarımı kaldırıp indirdiğimde.
Ablam şak diye elini alnına vurduğunda, "Tahir'i senden uzaklaştıracak bir şeyler yapmam lazım!" dedi. Bende bunu istiyorum zaten.
Kahkaha attım. "Lütfen yap!"
Ama kendi söylediğini daha ilk dakika yapmadı. Çünkü Tahin yanıma gelirken ablam da somurtarak eniştemin yanına gitmişti.
"Ne oldu?" diye sordu Tahin. "Neye güldün öyle?"
Omuz silktim. "Seni ilgilendirmez."
Konuşacağı sırada, "Abi!" diye bağıran kızın sesiyle sustu ve oraya baktı. Mini siyah etek ve siyah, kolsuz crop giymiş bir kız, başındaki siyah, küçük bez şapkayla ve peşinde sürüklediği valizle enişteme doğru ilerliyordu. Ortada buluşup sıkı sıkıya sarıldıklarında bu mesafeden bile kızın yeşil-ela karışımı gözlerini gördüm. Uzun, koyu renk, düz saçları crop'un bitimine denk geliyordu. Ayağında topuklu ayakkabı yerine topuklu converse'ler vardı. Bunlar da yeni modaydı.
Tahin kaşla göz arasında ablasının valizini arabaya yerleştirdikten sonra ablasına sarıldı. Ablamla da sarıldıktan sonra gözleri kardeşinin arabasına yaslanmış, onları izleyen bana takıldı. Tahin onun bana baktığını görünce ablasının kulağına eğilip uzunca bir şeyler söyledi. Artık her ne söylediyse Yaren Hanım'ın bana baktıkça gözleri irileşti, dudakları balık gibi aralandı.
Birkaç saniye içinde toparlanıp samimiyetle gülümserken sekerek bana doğru koştu. Tahin'in ablası olduğuna göre benden de ondan da büyüktü ama buna rağmen yaşını hiç göstermiyordu. Liseli bir kıza benziyordu. Zaten minyon bir şeydi.
"Selam!" dedi karşımda durup elini uzattığında.
Gözlerim kısa bir an Tahin'e kaysa da ablasının elini tuttum. "Aleyküm selam."
"Sen Gül olmalısın?" dediğinde dudak büktüm. "Kişiye göre değişir. Herkese Gül olmam." Gözlerim Tahin'e kaydı. "Diken olduklarım da var."
Ortamdaki kısa süreli gerilimi enişte bey dağıttı. "Arabaya geçelim mi gençler?"
Geçtik.
Yol boyunca Yaren Hanım'ın Belçika'da geçirdiği anılarını dinledik. İlk gözlemimi açıklamam gerekirse eğer, gayet ılımlı, sempatik, cana yakın, içi dışı bir biri gibi duruyordu. Onu iyice analiz etmem için biraz zamana ihtiyacım vardı.
Konuşması bitince, "Sizde durumlar nasıl?" diye sordu.
"Aynı." dedi Tahin arabayı kullanırken.
"Artık sözlü." dedi eniştem WhatsApp durumu gibi konuşarak.
Ablam da gülerken, "Katılıyorum." dedi.
"Biraz can sıkıcı ama halledilir." dedim bende. Ben Demir abimin gidişinden bahsettim aslında fakat dikiz aynasından göz göze geldiğimiz Tahin olayı kendine yormuş olmalı ki bir şey demeden gözlerini yola çevirdi ve bir daha da bir kez bile olsa dönüp bakmadı bana.
İki Gün Sonra;
"Züleyha Hanım'ın kızı gelmiş," dedi annem kahvaltı için masaya oturduğumuzda. "Bizi yemeğe davet ettiler akşama. Geliriz dedim bende."
Abim çayına uzanmıştı ki duraksadı, kaşlarını çattı. "Onun kızı mı varmış?" diye sorduğunda annemden önce ben atladım hevesle.
"Evet evet," dedim abime bakarken. "Bir görsen bir içim su! Öyle güzel, öyle tatlı, öyle sempatik ki... Yengem olsa bu kadar severim yani."
Sherlock Sinan hemen durumu çaktığında gözlerini kısarak baktı bana. "Ne ima ediyorsun sen?"
Kıvırma işini Dilber'e bıraktım, zira ben kıvıramazdım. "Aşk diyorum, evlilik diyorum." Elimle ablamı işaret ettim. "Bu bile evleniyor, sen hâlâ evdesin!"
Çayları dolduran annem duraksayarak abime bakarken kısa bir an bu olayı kafasında sorguladığını biliyordum ama babam taş koydu. "Olmaz o iş!" dedi. "Dünürlerimize kızımızı veriyoruz. Takas yapar gibi bir de oradan kız mı alacağız? Ayıp bir kere."
Abim de babama katılıyor olmalı ki başıyla gördün mü der gibi babamı işaret etti çayını yudumlarken. Onların aksine omzumu silktim. "Hiç de değil." dedim karşı çıkarak. "Doğu'da oluyor böyle şeyler. Adına berdel diyorlar. Hem aşk bir kere bu. Abim görür görmez aşık olacak belki kıza. Ayıbı mı olurmuş bunun?"
"Hiç sanmıyorum," dedi abim kesin hüküm verirken. "İsterse dünya güzeli olsun, umrumda olmaz şu saatten sonra."
"O niyeymiş?" diye sorduğumda cevap vermedi, omuz silkti. Vardı bunun bir karın ağrısı ama ne?
"Sinan da istemiyorsa zorlamayın," dedi babam. Bizzat bana bakıyor ve bana diyordu. "Hoş, bu işler zorlamayla olmaz ama neyse."
Tatlı tatlı gülümsedim. "Ben her zaman senin sözünü dinlerim babacığım." dediğimde bana inanamazcasına baktı. Uzatmadı.
Herkes kahvaltısını yaparken ben bir yandan da abimle Yaren ablayı birleştirecek planları kuruyordum kafamda. Aklımda dolanıp duran, oradan oraya zıplayan tilkileri yakalayıp kaçmasınlar diye çiftliğe kilitlemekle meşguldüm ki kapı çaldı. Oralı olmadım ilk başta fakat herkes bana bakınca bende tek tek hepsine baktım. "Ne?"
"Kapı çalıyor," dedi annem çayını yudumlarken. "Kalk da bak."
"Niye ben bakıyorum ya? Mehmet baksın." diyerek Mehmet'e baktığımda onun boş sandalyesiyle karşılaştım. "Nerede bu? Yine mi uyuyor? Turşuhan koş bir tanem kapı çaldı!"
"Bağırma deli gibi!" diye tersledi annem. "Okula gitti çocuk."
Süslü Barbie'de ekledi. "Mehmet'ten sonra en küçük sen olduğun için kapıya da sen bakacaksın."
Ellerimi yüzüme örttüm. "Ben aslında yoğum yoğum!" dediğimde gülüşmeler duydum. Ve tabii ikinci kez çalan zili de... Ağzımın içinde homurdana homurdana kalktım mecburen. İki plan da kurdurmuyorlar ki adama!
Bir hışımla kapıyı açtığımda karşımda görmeyi asla beklemediğim biri vardı.
Halam.
Gerçi daha çok ablam gibiydi. Otuz yaşındaydı ve bekardı. Rahmetli babaannemin bu dünyadan göçmeden önce attığı son goldü kendileri. Hâlâ çıtır ve birçok insanı kendine hayran bırakan bir kadındı. Cüretkâr giyimi, terbiyesiz ağzıyla hiç uyuşmuyordu. Dışarıdan gören çoğu erkek onun güzelliğine kapılıyor ama onunla tanıştıktan yirminci dakikadan sonra ortadan yok oluyorlardı.
"Hala?" dedim şaşkınlıkla. "Senin ne işin var burada?"
"Kaşınan göte yar**k Şam'dan şahlanarak gelirmiş." dediğinde saf saf suratına baktım. Ağzı bozuk derken şaka yapmıyordum. Anlamadığımı fark edince, "Bana ihtiyacın varmış gibi hissettim ve geldim bebeğim." dedi yanağımdan makas alırken. "Nasılsın? Herkes içeride mi?"
Bunu sorarken kısacık şortu ve göbeği açık büstiyeriyle içeriye girmişti bile. Kapının önündeki üç valizinin suratına kapıyı kapattım. Umrumda değildi, kendisi alsın.
"Senin ne işin var burada? Niye geldin?" diyordu dedem ben mutfağa girdiğimde fakat halam onun huysuzluğunu almak ister gibi elini öpüp ona kocaman sarıldı ama dedem yumuşamadı. Evin en küçüğü ve en yaramazıydı halam. Lisedeyken dayısıyla yani babaannemin kardeşiyle gitmişti. O da pek tekin biri değildi. Biraz mafyavari biriydi Trabzon'da. Silah kaçakçılığı yaptığı söyleniyordu ve halam onunla iş birliği içindeydi. Halam pek tekin biri değildi ve sık sık etrafta görünmez, sene de bir kere falan uğrardı yanımıza. O da benim için. Bilirdi ona olan düşkünlüğümü. Bir Demir abim bir de halam bilirdi beni. Kimseye anlatmadığım şeyleri bu ikisiyle paylaşırdım sadece.
"Seni özledim, geldim ihtiyar. Olamaz mı?" diye takıldı halam ama dedem oralı olmadı.
"Sene de bir kere özlüyorsun beni öyle mi?" diye sordu dedem kırgınlıkla. "Beni abinlere yük yaptın, kendin bir sürü pis işe bulaştın o dayın olacak herifle! Sen özleme beni Meltem. Benim özlemim bir gün ağır gelecek sana."
"Sen bize yük falan değilsin baba." dedi babam. "Böyle düşünme. Biz çok mutluyuz seninle. Öyle değil mi Gül?" diye bana sorduğunda ona baktım.
Dedem başta olmak üzere bu ailedeki herkes bana kıyamıyor, benden teselli bekliyordu. Ben ne dersem okeylerdi. Hâl böyle olunca teselli işi bana düştü. "Evet dede," dedim ona bakarak. "Ölene kadar burada kalabilirsin. Yani birkaç yıl falan, çok uzun yaşayacağını düşünmü-... Ah!" diye kolumu tuttum hızla çünkü annem kolumu çimdirmişti. Teselli edelim derken suyunu çıkardık herhalde. Sıvamaya çalıştım işim gücüm yokmuş gibi. Gibi fazla oldu ya, işim gücüm yoktu benim. "Allah geçinden versin tabii ama senin başımızın üstünde yerin var. Hem sen öbür oğlunda kalmış olsaydın o çıyan yengem seni çiğ çiğ yerdi. O yüzden triplere girmeyi bırak da teşekkür olarak maaş kartını ve şifresini bana ver." Babam ters ters bana bakınca telaşla atıldım. "Şaka yahu! Siz de hemen ciddi sanıyorsunuz. Ben paragöz bir insan mıyım?"
Hepsi, hep bir ağızdan, "Evet." dediklerinde kalbimi tuttum.
"Peki benim kırılan kalbimi kim teselli edecek şimdi?"
Kimse beni umursamazken dedem koltuk altına sıkıştırdığı bulmacalarla yanımdan sıyrılıp mutfaktan çıktı. "Maaş kartını almaya gitti herhalde." dedim arkasından bakarken. İnşallah öyledir.
Annemin koluma vurmasıyla susup önüme döndüğümde halamın gayet rahat bir şekilde dedemin yerine kurulduğunu gördüm. "Babam seni özlüyor," dedi babam halama bakarken. "Dayımla takılmayı bırakıp ne zaman babamın gönlünü alacaksın?"
"Öncelikle hoş buldum abiciğim, sorduğun için çok teşekkür ederim. Aşırı iyiyim." diyen halam gayet rahat bir şekilde uzanıp bir dilim cacık aldı ve yedi. "Birkaç işim var, onları hallettikten sonra alacağım babamı yanıma."
"Ne işiymiş bu?" Halam cevap vermedi. "Sana diyorum Meltem!" diye sesini yükseltti babam. "Bak kardeşimden öte evladım yaşındasın. Ben nasıl ki çocuklarımın üzerine titriyorsam seni de düşünüyorum. Bizi üzecek şeyler yapmaktan vazgeç. Geldin otuz bir yaşına, evlenmeyeceğim dedin saygı duyduk, zorlamadık seni ama bu gidişatın hoşuma gitmiyor, bil." diyerek ayaklandı babam.
"Nereye Ahmet?"
"Babamı alıp dışarı çıkacağım biraz, tadı kaçtı buranın." derken mutfaktan çıkmıştı.
Halam umursamadı. Ya da umursadığını çaktırmamaya çalıştı. "Sibel kuşum," dedi uzanıp ablamın yanağından makas alırken. "Evleniyormuşsun diye duydum. Yüzüğüne bakılırsa doğru duymuşum. E enişte bey kim? Tanıdık mı?"
"Değil." dedi ablam utangaç bir tavırla. Yanında Sinan abim olduğundan rahat konuşamıyordu. O da bunu fark etmiş gibi kalkıp işe gittiğinde ablam uzun uzun aşkından bahsetti halama. Aşk muhabbeti beni sıktığından onların yanından kalkıp bahçeye çıktım ve hamağa kurulup akşama kadar orada uyudum.
***
Annem zile bastığında Sinan abimin koluna girdim hemen. Omzunun üzerinden bana baktığında sırıttım. "Kızı görünce düşüp bayılırsın mazallah." dediğimde kaşlarını çattı.
"Bana görücüye gelmişiz gibi davranmayı kes!" dedi sertçe. Tam o sırada Züleyha Hanım kapıyı açıp annemleri karşılayınca kulağıma eğilip tehditvari bir tavırla fısıldadı. "İçeride en ufak bir ima, en ufak bir densizlik yaparsan eve döndüğümüzde seni terastan sallandırırım. Anladın mı beni?"
Tatlı tatlı gülümsedim. "Hiç yapar mıyım öyle şey? Aşk olsun."
Yapardım, yapacaktım da. O aşk bu gece olacaktı!
"Hoş geldiniz!" diye cıvıldayan Yaren ablanın sesini duyunca önümüze döndük ikimizde. Sinan abim onu görür görmez attığı adımı kesti ve uzun uzun ona baktı. Yaren abla da onca kalabalığın içinde abime bakıyordu ama onunki uzun sürmedi. Abimi şöyle bir beğeniyle süzüp utanmış gibi bakışlarını kaçırmıştı hemen.
İçeriye girerken abimin, "Ben bu kızı nereden tanıyorum?" diyen mırıltısını işittim. İlk kez gördüğü bir kadını nereden tanıyacak? Muhtemelen birine benzetmişti.
Herkes içeriye girdi. Ben ayakkabılarımın bağcığını tepemde dikilen Tahin yüzünden bir türlü açamadığım için geç kalmıştım. "Yardım ister misin?" diye sordu tepemde dikilirken. Üzerinde takım elbise yerine uzun bacaklarını saran kot pantolon ve siyah tişört vardı. Saçları da cilalı değil, eliyle toparlamaya çalışmış gibi dağınıktı.
"Ölmedin mi sen daha?" diye homurdandım ağzımın içinde. "Gitsene başımdan."
Bir anda sağ dizinin üzerine eğilip cebelleştiğim bağcığı iki hamle de, çok basit bir şekilde çözdü. "Her gün sana ölüyorum, bu sayılmaz mı?" dediğinde normalde beni rahatsız etmesi gereken bu cümle arsız kalbimin atışını değiştirdi.
Hadi ama!
Aşk istemiyoruz demiştik?
Kendine gel kızım!
"Tamam çekil!" dedim ayağa kalktığımda. O da kalktı, yavaşça. Yanından geçip salona yürüdüğümde tüm gözler kısa bir an bana çevrildi. "Ayakkabımın bağcığını çözemedim de." diye ufak bir açıklama yapıp halamla Sinan abimin arasına oturdum. Sinan abim itiraz falan etmişti ama oturduğu yerden gözlerini kısmış, Yaren ablaya bakıyordu alenen. Dalmış gibi, düşünceli bir tavırla onu izliyordu.
Halamın geldiğini öğrenip bize habersiz misafirliğe gelen amcamlar, rotasını değiştirip bizimle beraber dünürlere geldikleri için yengem Züleyha Hanım'la konuşuyor, annemi konuşturmuyordu bile. Oğlu Galip burada olan süs bebeğine bakıp duruyordu ve boynundaki zincirle oynayan süs bebeği rahatsız olmuş gibiydi. Tahin onun yanına oturduğunda gözleri üzerimdeydi fakat ona bakan kuzenim Ayla'nın ağzının suları akıyordu resmen!
"Yengeme bak!" diye fısıldayan halama baktım. "Nasıl da böbürleniyor! Halbuki kayda değer bir şeyi yok şu zamana kadar! Bak bak! Nasıl da hava atmaya çalışıyor!" Ağzının içinde cık cık cıklayarak başını iki yana salladı. "Tavşan s*kini taşa sürtmüş, dağı s*ktim demiş. Bununki de o hesap!"
Güldüğüm sırada kucağında Peri'yle salona giren Ferhat kankamı görünce gözlerim ışıldadı. O Peri'yle ilgilendiği için ilk beni görmedi ama onu kucağından indirdikten sonra salona göz attığında beni gördü. Sırıtıp göz kırptıktan sonra genel olarak herkese, "Hoş geldiniz." dedi.
Yemek masasına geçene kadar sıkıntıdan şiştim. En sonunda masaya geçip yemeklerimizi yedik. İtiraf ediyorum yemekler çok güzeldi ve abartısız her çeşitten iki tabak yedim.
Ferhat boğazını temizlediğinde yemekte dahi susmayan yengem biraz olsun susup nefeslenebilmişti. "İzniniz olursa biz gençler olarak bahçeye çıkalım diyoruz, uygun mu Kemal amca?" diyerek Tahin'in babasından onay aldı.
"Tabii çıkın oğlum." diye onay verdi Kemal amca.
Halam usulca elini kaldırdı. "Genç olarak yaş sınırınız otuzun altındaysa ben kalıyorum." dediğinde Ferhat şaşırdı.
"Oha, otuz yaşında mısınız?" İnanamıyordu çünkü halam yaşını göstermezdi. Onu görenler lise son sınıf öğrencisi falan diye tahmin ederlerdi. Minyon ve bebek surattı kendisi.
Halam güldüğünde Ferhat'ın ve Mehmet'in koluna girip en önden çıktılar bahçeye. Onun peşinden ablamla eniştem Ken gitti. Süs bebeği de onları takip ederken Galip de kıza sakız gibi yapışmış onunla konuşuyordu ama süs bebeği fazla rahatsız görünüyordu. Bu erkeklerin olmayanı oldurma çabaları bazen can sıkıcı oluyordu. Onların peşinden giderken Tahin belirdi yanımda. Diğer tarafında da Ayla. O da abisi gibi sorularıyla Tahin'i taciz edip duruyordu.
Bahçeye çıktığımızda, "Hey millet!" dedi halam elini kaldırarak. "Var mısınız kirli çamaşırlarınızı ortaya dökmeye?" diye sordu.
Kaşlarımı çattım. "O ne demek?"
"Şu demek bebeğim," diyerek bana öpücük attı. "Şişe çevirmece oynayacağız. Fakat herkesin sadece bir kez doğruluğu seçme hakkı olacak."
"Gerçekten mi?" diye baygın baygın ona baktım. "Bu klişeyi yaşayacak mıyız cidden?" Gözlerim evden aynı anda çıkan Sinan abimle Yaren ablayı bulunca aklıma gelen sinsiliklerle gülümsedim. "Ya da vazgeçtim, oynayalım ula!"
Sonraki dakikalarda büyük, renkli puf minderleri yere yuvarlak şekilde sıralamışlar ve bir de boş şişe bulup getirmişlerdi. Baş köşedeki mavi renkli pufa oturduğumda Peri gelip kucağıma oturmuştu. Oyun boyunca şişeyi çevirme işini yapacaktı o minicik parmaklarıyla.
Abimle Yaren ablayı karşı karşıya oturtmadan önce hissetmiş gibi onlar karşı karşıya oturmuştu zaten. Halam bir yanına Mehmet'i bir yanına da Ferhat'ı almıştı. Tahin yanıbaşımdaydı onun yanında da Ayla vardı. Pufunu iyice Tahin'e yaklaştırıp dibine dibine giriyordu. Elini tutmaya çalışmalar, bacağına dokunmalar, arada bir başını omzuna yaslamalar falan bana ilk dakikadan batmaya başlamıştı. Bu Tahin'e de batmıştı hatta. Şimdiden gerilmişti ama sakin kalmaya çalışıyordu. Öte yandan yan yana oturan süs bebeği ve Galip vardı birde. Galip'in sürekli kızın bir yerlerine dokunması süs bebeğini şimdiden çıldırtmıştı ama o da sakinliğini koruyup sabretmeye çalışıyordu.
Bu iki durum da gözüme battığı için ve bir kadın olarak en çok Galip'e sinirlendiğimden Peri'nin elindeki şişeyi alıp onun kafasına vurdum sertçe. İnleyerek durdu ve kaşlarını çatarak bana baktı. "Kızı taciz etmeyi bırak! Kör müsün? Kız kaçıyor senden!"
"Sen işine bak sinsi yılan!" dedi dik dik bana bakarken. Kızgın boğalar gibi solurken üzerime eğildi ama geri çekilmedim. "Bir daha bana vurmaya cüret edersen ne Sinan, ne amcam umrumda olmaz, gebertirim seni!"
Tahin araya girmek için elini uzattığında elini havada yakalayıp onu durdurdum. "Denesene!" diyerek onu tahrik ettiğimde iyice sinirlendi. "Seni iki dakika da yere sererim, bunu sende çok iyi biliyorsun. Bence o gereksiz egonun altını kısıp sessizce otur yoksa misafirlikte olmamız umrumda olmaz!"
"Ulan bana bak!" diye üzerime atıldığında Sinan abim onu ensesinden yakalayıp kaldırdı ayağa.
"Asıl sen bana bak!" dedi yakasından tuttuğu Galip'i sarsarken. "Bırak fiziksel şiddeti, en ufak bir kelimen bile onun canını sıkarsa hiç çekinmem, mesleğimi yakar, seni gebertirim!" diye kesin bir şekilde uyarı verdi. "Şimdi siktir git o köşeye, orada otur."
Onu iterek bıraktıktan sonra süs bebeğinin yanındaki pufa oturdu ve süs bebeğine baktı. "Onun kusuruna bakma. Bir daha sana yaklaşamaz." Kız bir şey diyemedi.
Galip'in ölümcül bakışları gece boyunca üzerimdeydi ama onu umursamadım ve oyun başladı. Peri şişeyi çevirdi.
Dakikalar geçti.
Oyunda çıkanlar sırasını atlattı.
Peri şişeyi yine çevirdi.
Gözlerim şişeyi takip etti ama gece boyunca bir kez bile abimle Yaren ablanın arasında durmadı o lanet şişe.
Galip'le benim aramda durdu. Soran taraf o olduğu için sırıtıyordu. İşte Allah da yaptığım sinsi planları ayağıma böyle doluyordu. "Sen şimdi cesaret edemezsin cesaretliği seçmeye o yüzden doğru cevap vereceğin bir soru sorayım bari." dediğinde sırf ona inat, "Cesaretliği seçiyorum ula!" dedim. "Ama senin bir tarafların yerse çıkar benimle dövüşürsün!"
Bu konuda ne kadar iyi olduğumu bildiğinden elini sallayarak geçiştirdi. "Madem cesaretliği seçtin, hakkını ver o halde." dediğinde iyi şeyler söylemeyeceğini anladım. "Burada, bu kadar insanın ve abinin huzurunda, ya onu," diyerek çenesinin ucuyla Tahin'i işaret etti. "Ya da onu," diyerek Ferhat'ı gösterdi. "İkisinden birini otuz saniye içinde dudağından öp!" dediğinde Sinan abim hışımla ayaklandı.
"Bokunu çıkarmadan düzgünce oyna lan!" dedi Ferhat. İlk kez kızgın görünüyordu. "Ha yok, ben illa bokunu çıkartacağım dersen ben öperim seni."
Sinan abim, "Sen artık fazla oldun!" diyerek hateketlenmişti ki halam onu durdurdu oturduğu yerden.
"Galip oyun dışısın," diyerek onu çıkardı. "İstediğin şey senin için çok normal olabilir ama bizim için değil. Gül'e öfkelisin diye onu sana harcatmam! Çık şimdi!"
Mehmet, ondan beklenilmeyecek bir şekilde araya girdi: "Galip, bu oyunda galip gelemedi." dediğinde espriyi onun yapmış olmasının şaşkınlığını yaşadığımdan gülemedim.
Galip oyundan atılmasına itiraz etti, Sinan abim diklendi derken nihayetinde o oyundan çıktı ve Sinan abim yerine geçti. Peri başını çevirip bana baktı. "Çevireyim mi Gül abla?"
"Çevir kız!" dedim yanaklarını öperken.
Gülerek şişeyi çevirdiğinde gözlerim pür dikkat şişedeydi ve nihayet şişe Sinan abimle Yaren ablanın arasında durdu. Abim soracaktı. Sormadan önce uzun uzun Yaren ablayı izledi. İkisi de birbirine bakarken abim nihayet konuşabildi. "Hangisini seçiyorsun?" diye sordu önce.
"Cesaret." dedi Yaren abla.
Aklımdan bin türlü şey geçti fakat abim alakasız bir şekilde, "O halde yarın bana kahve ısmarla." dedi. Bu en az Yaren abla kadar beni de şaşırttı. Beklenmedikti.
"Tamam," dedi. "Saat kaçta ve nerede?"
"Haber veririm." dedi abim. Numarası yoktu ki onda, nasıl haber verecek?
Yaren ablanın kafası karışmıştı ama itiraz etmedi. "Tamam." diyerek kabullendi.
Yarın kahve içecekler demek. Bende istihbaratı sağlayıp bir şekilde giderim o buluşmaya.
Gelecekten dip not düşüyorum: Gidemedim.
Yazar'dan;
Sinan erkenden geldiği mekanda boş ve insanlardan uzakta bir masaya oturmuş, Yaren'i bekliyordu. Dün gece eve döndüklerinde Sibel'den Yaren'in numarasını almış ve ona bulunacakları mekanın konumunu ve saati atmıştı. Şimdi oturduğu masada onu beklerken düşünceliydi. Onu bir yerden tanıyordu, buna emindi fakat bir türlü çıkarmamıştı. Dün gece bunu düşünüp durmuş ve uyuyamamıştı.
Sonunda onu nereden tanıdığını bulmuştu ama emin değildi. Emin olmak içinde Yaren'le buluşup konuşması gerekiyordu ve o da birkaç dakika sonra çok şık bir elbise giymiş, başındaki kocaman fötr şapkayla mekana giriş yaptı. Kapının orada duraksayıp Sinan'ı ararken çok geçmeden ona bakan adamı gördü ve adımları ona yöneldi.
"Çok beklettim mi?" diye sordu karşısına oturduğunda.
"Hayır." dedi Sinan. "Yeni geldim bende zaten."
Bir şeyler söylediler ve siparişleri gelene kadar konuşmadılar. Garson siparişleri bırakıp geri çekildiğinde Sinan Yaren'e baktı. Uzun uzun izledi kızı. Gül, o çocukla telefonda görüntülü konuşurken Sinan gizlice kapının kenarından onları izlemişti ve birden telefonda, o çocuğun yanında yeşil gözlü bir kız belirmişti. Onu görmüştü Sinan. Çocuk ablasını tanıtıp hemen kovmuştu onu ama görmüştü Sinan ve o yeşil gözlü kızı unutmamıştı.
Gül'ün altı yaşından beri Tahir adında bir çocuğu beklediğini, gizlice bazen annesinin telefonuyla onunla görüntülü konuştuğunu anlatmıştı Demir ona. Uzun uzun, her detayını anlatmıştı. Ve kardeşinin beklediği o çocuğun nişanlandığını da öğrenmişti. Bu da Gül'ün son zamanlarda neden bu kadar çok konuştuğunu ve huysuzlandığını açıklıyordu çünkü o canı sıkkınken ağlamazdı. Ya çok konuşur, ya da çok gülerdi. İş yalnızken değişirdi ama o bunu bilmezdi.
"Neden buluştuk?" diye sordu Yaren.
Sinan o an kendine geldi. Birkaç saniye tanıdı kendine. "Mesele kardeşlerimiz." dediğinde Yaren'in ince kaşları usulca çatıldı.
"Abimle Sibel mi?" diye sordu. Aklına gelen ilk isimler bunlar olmuştu zira onlar evlilik yolundalardı.
"Hayır," dedi Sinan. "Tahir ve Gül."
Yaren duraksadı. Tahir ona her şeyi anlatmış, çocukken söz verdiği kızın Gül olduğunu ona söylemişti fakat Sinan bunu nasıl anlamıştı, bilmiyordu.
"Anlamadım," dedi çaktırmamaya çalışarak. "Neden bahsediyorsun?"
Sinan sabırla açıkladı. "Her şeyi biliyorum Yaren," dedi önce. "Ve senin de bildiğini biliyorum. O yüzden bana karşı dürüst ol. Gül'ün yıllarca beklediği çocuk senin kardeşin değil mi?"
Yaren ne diyeceğini bilemedi bir süre ama Sinan her şeyi anladıysa yalan söylemenin, saklamanın da bir anlamı yoktu. "Evet." dedi usulca. "Kardeşinin yıllarca beklediği o çocuk benim kardeşim, Tahir."
"Nişanlandığı doğru mu peki?" diye sordu. İçinden bunun yanlış olduğunu söylemesini bekledi. Nişanlı bir adamın kardeşinin peşinde gezmesini istemiyordu. Hele Gül ona aşık olursa işler ikisi tarafından da çıkmaza girerdi.
"Maalesef, benim yüzümden nişanlandı." dedi Yaren dudak bükerek. "Babaannemin ahiretliğim dediği bir komşusu vardı. Onun da bir kızı bir oğlu var. Oğlu benimle evlenmek istemiş. Zaten ondan öncesinde de babaannem bizi yakıştırıyormuş, daha küçükken kendi aklında shiplemiş yani bizi. Oğlan da böyle dıştan efendi, kibar falan görünüyor ama dışı seni içi beni yakar türlerden. İşte bir gün ansızın geldiler. Beni istediler. Benim gönlüm yok, babaannem bunu biliyor ama beni o akşam o çocukla sözlediler. Sabaha kadar isyan edip ağlarken Tahir vardı yanımda. Bana Belçika'ya bir uçak bileti almış. Sabah gün doğmadan beni evden gizlice çıkartıp havaalanına götürdü. Oradan Belçika'ya uçtum ve uzun bir süre orada kaldım. Ben gider gitmez beni aramaya başlamışlar ama Tahir engel olmuş. Babaannem bunu öğrendiğinde, madem Yaren'i kaçırdın, o zaman sen evleneceksin diyerek beni sözlediği çocuğun kardeşiyle onu nişanlamış. Tahir tabii direkt kabul etmemiş ama babaanem eğer o kızla nişanlanmazsa beni bulup o çocuğa vereceğini söyleyince Tahir mecbur kalmış." Yaren biraz soluklandı, bekledi. "Sandığının aksine Tahir başka bir kadına aşık olup bir de kardeşinin peşinde koşan çapkın erkeklerden değil. Beni korumak için nişanlandı."
"Hâlâ nişanlı yani?" diye sordu Sinan. Önemli olan buydu onun için.
"Hayır," dedi Yaren. "Bir hafta önce günübirlik İstanbul'a gidip yüzüğü atmış ve dönmüş. Zaten ondan sonra bana uçak ayarladı yanlarına dönmem için fakat biliyorum ki babaannem şimdi benim peşimde." diyerek burukça gülümsedi. "Tahir aşkına sahip çıktı. Nişanlandığında bile Gül'e sadık kaldı. O yüzüğün parmağına girişiyle çıkışı bir oldu. Ama durum benim için farklı. Babaannem adamlarına beni buldurmadan ben ailemin yanına döndüm. Sanırım çok yakında istemediğim bir evlilik yapacağım."
Sinan kızın gözlerinin dolduğunu görünce sessiz kaldı. Bu evliliği gerçekten istemediği belliydi. Üstelik çocuk da eğer anlattığı gibiyse şerefsiz veya psikopatın tekiydi. İyi kadınlar kötü adamlar da harcanıyorlar diye düşündü Sinan. Masanın üzerinden bir peçete alıp ona uzattı. Yaren teşekkür ederek peçeteyi aldıktan sonra göz yaşlarını sildi. Birkaç dakika içinde kendini toparladı. "Durum bundan ibaret." dedi. "Bir abi olarak kardeşinin güvenliğini sağlamaya çalışıyorsun farkındayım ama inan bana, Tahir'in Gül'e en ufak bir zarar vereceğini sezsem bir kadın olarak en başta karşı çıkarım Tahir'e fakat değil. O ikisi birbirleri için yaratılmış resmen! Kim çocukluktan beri sevdiği birini yıllarca bekler ki? O ikisi bunu yaptı. İkisi de birbirine sadık kaldı... Bir yerde okumuştum. İki aşıktan biri vazgeçerse diğeri vazgeçmiyorsa Allah onları barıştırır. Gül onun nişanlandığını öğrenmiş ve Tahir'den vazgeçmiş fakat Tahir vazgeçmiyor, vazgeçmez de zaten. Onlar kavuşacaklar yine."
"Anladığım kadarıyla Gül kardeşinin beklediği çocuk olduğunu bilmiyor." diye mırıldandı Sinan düşünceli bir tavırla. En çok da buna şaşırıyordu ya! Tahir'i işaret eden bir sürü durum varken Gül nasıl bunun farkına varmaz, hayret ediyordu. Sherlock Holmes gibi olan kız bunu nasıl gözden kaçırırdı bilemiyordu.
Belki de Gül biliyor ama bilmek istemiyordu. Kaçıyordur belki de, kim bilir?
"Bilmiyor evet," dedi Yaren. "Tahir biraz zaman geçsin diye bekliyor. Onu buldum derken kaybetmekten korkuyor. Bu konuda biraz cesareti yok ne yazık ki."
Sonra sustular. Sinan çayını, Yaren lattesini içti ve Sinan hesabı ödedi. Yaren buna itiraz ettiğinde, "Seni ben çağırdım." dedim. "O yüzden hesaplar benden."
"Bana kahve ısmarla demiştin, oyunu kuralına göre oynayalım." dedi Yaren karşı çıkarak. Sinan'a söz hakkı bile tanımadan ücreti ödedi. "Bu arada kahve ısmarla dedin ama çay içtin?" dedi sorar gibi.
"Ben çaycılardanım." dedi Sinan mekandan çıktıklarında. "Nereye gideceksen seni bırakabilirim." diye teklifte bulundu.
Yaren şapkasını düzeltti. "Şirkete gidecektim, sana ters gelmesin yol?"
"Atla," dedi Sinan arabaya binerken. "Bende şirkete gidecektim zaten."
Yaren yan koltuğa yerleşti. "Neden ki?" diye sordu emniyet kemerini takarken.
"Tahir'le konuşacağım bir de." dedi Sinan arabayı park yerinden çıkartırken. "Ona bir abi uyarısı vermem gerek. Sonra başımız ağrımasın."
"Bir şeyi merak ediyorum." dedi Yaren. "Sen nasıl anladın?"
"Gül bazen Tahir'le görüntülü konuşurdu. Bir keresinde denk geldim. Gizlice onu izlerken Tahir'in arkasında yeşil gözlü bir kız çocuğu belirdi." derken gözleri kısa bir an Yaren'e kaydı. Bakıştılar. "O yeşil gözlü kızla dün akşam yeniden karşılaştık ve tanıştık. Dün bütün gece sapık gibi sana bakmamın nedeni buydu, seni tanıyordum, buna emindim ama bir türlü nereden tanıdığımı hatırlayamadım. O yüzden seni izledim. O oyunu oynarken hatırladım seni ve bu yüzden kahve içmeyi teklif ettim. Konuşmak için. Ve şimdi her şey netleşti."
Tahir'den;
Hayatım boyunca neyi yaparım, yapacağım desem yapamadım. Olur dedim, olmadı. Yaparım dedim, yapamadım. Çabalarız en azından dedim, çaba sarf edemedim. Hallolur dedim, hallolmadı. Sabah yaparım dedim, sabah oldu yapamadım. Ne desem hep tersi oldu ve ben hiç başaramadım.
Tıpkı Gül'e kavuşacağım deyip de kavuşamamam gibi.
Önüme hep engel çıktı ve ben her engelde ilk kezmişçesine takılıp düştüm.
Şirketteydim.
Akşamdan her şey ayarlanmış, gayet normaldi fakat sabah şirkete geldiğimde bugüne kesin yapılması ve bugün kesin bitmesi gereken çekim için mankenin son dakika da rahatsızlandığı bilgisi gelmişti. Günler öncesinden bizzat ayarladığım işimin önüne yine bir engel çıkmıştı. Bu mankeni bulmaya çalışmam iki buçuk haftamı almıştı ve şimdi o manken, onca emek hiç olmuştu.
Koltuğumda oturmuş çenemin altında birleştirdiğim ellerimle öylece karşıya bakarken bu defa hiçbir çaba sarf etmiyor, kaybedeceğimiz milyonları bile ilk kez umursamıyor ve boş boş oturuyordum. İlk kez çabalamıyordum. Yaparız demiyorum. Hallolur demiyorum. Dedikçe olmuyordu çünkü. İlk kez susuyordum.
Balım oda da volta atarken telefonun birini kapatıp diğerini açıyor, yeni manken arayışlarına başvuruyordu ama zordu. Çekime bir saat içinde başlanmalıy ve gün bitmeden katalog hazır olmalıydı. Araplar bizden bunu bekliyordu çünkü böyle anlaşmıştık. Onların ülkesine özel tasarladığımız elli kıyafetin çekimleri bugün yapılacak, gün bitmeden katalog basılıp Trabzon'daki ünlü bir otelde kalan Araplara sunulacaktı. Böyle anlaşılmıştı ama görünen o ki yetişmeyecekti.
"Yok," dedi Balım telefonu kapatıp kendini masamın önündeki koltuğa bıraktığında. "Bir tane bile manken yok! Şaka gibi."
Ferhat girdi odaya. Her zamanki rahat tavrının aksine fazla endişeliydi. "Manken bulduk deyin, lütfen!" dediğinde Balım başını iki yana salladı. "Maalesef."
Ferhat bir küfür savurup Balım'ın karşısındaki koltuğa oturdu. Alnını sıvazlarken bana baktı. "Ne yapacağız?"
Geriye yaslandım. Parmaklarımın arasındaki kalemi çevirirken omuz silktim. "Bilmiyorum."
Ferhat, "Ama-..." demişti ki kapı tıklanıp usulca aralanınca sustu. Ablam başını uzatıp bana baktıktan sonra içeriye girdi. "Müsait misin?" diye sorduğunda başımı salladım. "Gel abla."
Durdu, kapının dışına baktıktan sonra yeniden bana çevirdi kendini. "Sinan burada," dediğinde kaşlarımı çattım. "Seninle konuşmak istiyor." Nedenini anlamasam da kabul ettim. "Gelsin."
Ben ayağa kalkarken Balım'la Ferhat da ablamla birlikte dışarı çıktılar. Sinan içeri girdiğinde elimi uzattım, tokalaştık. Elimle koltuğu işaret ederken, "Bir şey içer misin?" diye sordum önce.
Koltuğa oturdu. Bende karşısına. "Bir şey içmeyeceğim." dedi. "Fazla kalmayacağım zaten. Mesele Gül. Seninle bu konu hakkında ilk ve son kez konuşacağım Tahir. Bu konuşmayı bir daha tekrarlamak istemiyorum, bunu da söyleyeyim."
Anlamış mıydı? Ablam mı söylemişti ona yoksa? Zaten dün gece ansızın kahve içmek için sözleşmeleri tuhafıma gitmişti.
"Öncelikle her şeyi biliyorum, ablan söylemedi. Öncesinde anlamıştım zaten. Gül seni bana anlatmadı. O her şeyini, içtiği suyun miktarını bile Demir'e anlatır. Bir tek ona ve halama anlatmış seni. Demir de sık sık göreve gittiği için ona anlattıklarını bana anlatır ki her şeyine hakim olup onu koruyabileyim. Demir'in anlattığı kadar biliyorum seni. Adın soy adın... Elbette bu isim ve soy isim sadece sende yok. Ülkede binlerce Tahir Çevik vardır ama nedense Tahir Çevik'in bir anda hayatımıza dahil olması, yetmezmiş gibi bir de abinin Sibel'le olan sözü... Kafamı karıştırdı. İlk günden beri senin Gül'e olan bakışların da en az bunlar kadar kafamı karıştırdı. Günlerce seni araştırdım ama ileriye gidemedim. Çünkü sen bir suçlu değilsin ve ben mesleğimi bu yönden kötüye kullanmak istemedim. Ama hep düşündüm. Ta ki dün gece ablanı görene kadar... Gül ile görüntülü konuşurken onu görmüştüm arkada. Dün gece de dikkatimi çekti. Bütün gece bunu düşündüm ve taşlar yerine oturdu. Yaren bana onu kurtarmak için kendini ateşe attığını, bu yüzden nişanlandığını söyledi."
"Evet," dedim hızla. Gözünde kötü bir imaj çizmek istemiyordum. Gül'e henüz kavuşmamışken onu tamamen kaybetmekten korkuyordum. "Fakat bitti. Geçen hafta attım yüzüğü."
"Biliyorum." dedi Sinan. "Yaren anlattı. Zaten doğrusu da bu. Her ne kadar sevmiyor bile olsan parmağında bir başkasının yüzüğünü taşırken kardeşime yan gözle bile bakamazsın. Her neyse. Bu bitmiş bir mesele, o yüzden uzatmaya gerek yok. Ben seni bundan sonrası için uyarmaya geldim Tahir. Gül'ün diğer çocuklar gibi çocukluğunu yaşayamadığını, bir kanserin pençesinden zor kurtulduğunu çok iyi biliyorsun. Bu konu hepimizin yarası, ince çizgisi. Belli etmeyiz belki ama Gül'ün tırnağı kırılsa endişelenir, üzülürüz çünkü aynı kanseri, aynı süreci yine yaşamasından korkuyoruz. O da korkuyor. Bu yüzden saçlarını doğru düzgün taramaz. Diğer kızların aksine saçlarıyla uzun uzun ilgilenmez çünkü onları kaybetmekten korkar. Deli dolu, neşeli ve çok boş yapan biri gibi görünebilir fakat en ufak şeyi de kafasına takar. Üzülürse hemcinsleri gibi ağlamaz. Huysuzluğunu üstüne toplar, herkese bulaşır ve çok konuşur. O zaman anlarız biz onu üzen bir şey olduğunu. Üzüldüğünde de bize söylemez. Demir'i bekler, onunla konuşur, ona anlatır. Ve şunu da bil, Demir hepimizden daha fazla düşkündür Gül'e. Kardeşi gibi değil kızı gibi sever onu. Öyle korur, sahiplenir. Onu üzeni mahveder."
Sinan sustu, soluklandı. Tahir dikkatle onu dinliyordu. Kelimelerin gideceği yeri anlamıştı ama yine de bitirmesini bekliyordu.
"Şimdi desem ki sana kardeşimden vazgeç, uzak dur-..."
"Sakın!" dedim sözünü keserek. Sustu ve bana baktı Sinan. "Yıllarca onu bekledim. Ona kavuşmayı bekledim. Önüme hep engeller çıktı. Nişanlandım fakat buna rağmen ona geldim. Ona geldiğimi söyleyeceğim gün o benim nişanlandığımı öğrendi. Şimdi benden nefret ediyor. Bana seninle bir ilişkim olmaz dedi Sinan. Nedeni sorduğumda hatırlamak istemediğim birini hatırlatıyorsun dedi. Beni hatırlamak dahi istemiyor ve bunun ne kadar can yakıcı olduğunu tahmin bile edemezsin. Ben günlerimi onu düşünerek, özleyerek geçirdim. Şimdi ona geldiğimi söylemek için önce bana karşı olan nefretini kırmaya çalışıyorum. Lütfen. Ondan vazgeçmemi isteme benden." Daraldığımda kravatımı gevşettim.
"Bende bunu söyleyecektim." dedi. "Ondan vazgeç desem geçmeyeceksin, anladım. Ondan vazgeçmiyorsan onu üzmeyeceksin o zaman. Bak bu uyarıyı bir kez yapıyorum. İkincisi olmaz. Eğer ki onun gözlerinden akan tek damla yaşın sebebi olursan yaşamaya devam edersin ama kardeşimin yüzünü zor görürsün."
O an için rahat bir nefes aldım. "Onu üzmeyeceğim diyemem Sinan. Kimse sana bu konuda söz vermez. Ama onu bile isteye üzmeyeceğime söz veriyorum." dedim tüm samimiyetimle. Bahsettiğimiz kişi kardeşiydi, Gül. O kendini üzdürür mü hiç?
"Göreceğiz." dedi Sinan. Ayaklandığında onunla beraber bende kalktım. "Ben bir abi olarak uyarımı yaptım. Umarım beni yanıltmazsın."
"Öyle bir şey olmayacak." dedim kendimden emin bir tavırla.
Eyvah dedim içimden hemen sonra ama dışımdan belli etmedim. Sesim kendimden emin çıktı ya şimdi kesin bir halt yerim ben. Ne zaman böyle kendimden emin konuşsam hep tersi çıkıyor ama bu defa olmaz, izin vermem.
"Bana müsaade o zaman." dedi. "Sana kolay gelsin."
Tekrar tokalaştık ve onu kapıya kadar geçirdim. "Gül'e söyleyecek misin gerçekleri?" diye sordum merak ederek. Eğer söylerse benden tamamen uzaklaşırdı Gül.
"Saklamaktan nefret ediyorum ama o da biraz uyanık olsun. Bütün ipuçları gözünün önünde ama o görmüyor! Şimdilik söylemeyeceğim ama olur da onun canı senin yüzünden sıkılırsa, o zaman her şeyi anlatırım."
"Anladım." dedim.
Bir şey demedi. Kapıyı açıp çıktığında bize doğru gelen ablamla bakıştılar, ikisi de birbirine baş selamı verip birbirlerinin yanından geçtiler. Sinan asansöre bindiğinde, "Manken arıyormuşsunuz." diyordu ablam. Başımı salladım ama konu şu an hiç ilgimi çekmiyordu. Arkamı dönüp koltuğuma gidecektim ki, "Ben birini buldum." dedi ablam. "Birazdan burada olacak."
Tam o sırada, "Tahir, merhaba." diyen kızın sesini duydum. Durdum ve omzumun üstünden ablama baktım.
"Gerçekten mi abla?"
Gelen Ayla'ydı. Gül'ün kuzeni ve kız bana sakız gibi yapışmıştı resmen.
"Hayır hayır," dedi ablam telaşla. "Bahsettiğim kişi bu değil."
Kim olduğunu soramadan Ayla kendini kollarıma attı. Hadi ama! Bir bu eksikti şimdi!
Kollarından tutup onu hızla geri çektim. Kuzenine aşıkken bir de onunla uğraşıyordum. Nereden bulduğunu bilmediğim numarama mesaj atarak, yerli yersiz arayarak yeterince taciz ettiği yetmiyormuş gibi bir de şirkete geliyordu. Danışmaya özellikle Gül dışında kimseyi bana haber vermeden yukarı göndermemelerini söylemiştim fakat eminim ki bu aptal kız buraya gelebilmek için yengemi kullanmıştı.
"Nasılsın?"
"Sen gelene kadar gayet iyiydim." dedim açıkça.
Alınır diye bekledim ama güldü. "Ben geldim ya daha mı iyi oldun yani?"
Sabır dileyerek ablama baktım. "Nerede şu bulduğun manken?" diye sordum. Bir an önce çekimi halledip gitmek istiyordum.
"Gelir birazdan." demişti ki onu duydum, aşık olduğum o sesi.
"Ben mankenlik falan yapmam!" diyordu Gül üzerinde salaş kot pantolonu, Demir'in olduğunu düşündüğüm siyah ona birkaç beden büyük gelen tişörtü, bağcıklarını bile doğru düzgün bağlamadığı spor ayakkabıları ve başına ters bir şekilde taktığı siyah kepiyle asansörden indiğinde. Yanında yengem vardı ve ona dert yanıyordu. "Tamam manken gibi fiziğim, bedenim, güzelliğim olmuş olabilir ama ben mankenlik falan yapmam- Ah!"
Ve o beklenen son. Bağcığına bastı ve dizlerinin üstüne düştü. Çok sert düşmemişti ama yine de endişeden kahroldum ve ona koştum. Ellerini yere bastırmış, başı öne eğik duruyordu. Önünde diz çöküp yanaklarından tutarak başını kaldırdığımda gözlerime baktı. İyi misin diye soracaktım fakat arkamdan gelen Ayla'nın alaylı gülüşü ve sesi buna müsaade etmedi. "Manken olacakmış!" diyordu gülerken. "Sen önce düz yolda yürümeyi öğren, salak!"
"Kapa çeneni!" diye bağırdım boğazım patlarcasına, ona dönmeden fakat irkildiğini sezdim. "İyi misin? Acıyor mu bir yerin?" diye sordum yumuşak bir tavırla aşık olduğum kıza bakarken.
"İyiyim," dedi. Ellerimi itip toparlandı. "Arada bir düşmek lazım. Kim kaldırıyor kim tekme atıyor bakmak lazım." derken öfkeyle boyanan mavi gözleri kuzenindeydi. "Ve görüyorum ki elin adamı yardıma koşarken kan bağımız olan insanlar tekme atma peşindeymiş. Ne demiştin sen? Düz yolda yürümeyi öğren mi? Bende Gül'sem bugün mankenlik yapıp seni orta yerinden çatlatacağım! Ağlayarak gideceksin kızım eve! Bekle sen!"
Gülmeme engel olamadım. Böyleydi işte. Yapmam dediği şeyi gaza gelince, hırslandırınca yapıyordu. Tıpkı o gün yüksekten korkmasına rağmen onunla alay ettim diye birlikte Galata Kulesi'ne çıkmamız gibi. İstanbul'da kaldığım zamanlarda o Galata Kulesi'ne hep giderdik. Annemler, abimler içine girmişlerdi ama ben girmemiştim hiç çünkü o kuleye ve İstanbul'daki daha birçok yere Gül ile gitmek, gezmek istemiştim. Ve enteresan bir şekilde bu konuda dua etmek dışında en ufak bir çabam olmamış ve kader bir şekilde hayallerimi yaşatmıştı bana.
Çekim odasına geldik. Yengem ve ablam Gül'ü giydirip makyajını yaparlarken fotoğrafçı kamerayı hazırlıyordu. Bir duvara yaslanmış arka taraftan Gül'ün gelmesini beklerken Ayla da buradaydı fakat ona bağırdığım için dibimde durmuyordu. Uzaktaydı. Somurtarak olan biteni izliyordu. Umrumda olmadı. Odanın kapısı bir hışımla açıldığında Ferhat girdi içeri. Yanıma geldi. "Doğru mu duydum ben?" diye sordu bana bakarken. Gözlerindeki heyecanlı parıltı hoşuma gitmedi. Etrafa bakındı. "Gül gelmiş. Manken o olacakmış."
Ferhat'la Gül tuhaf bir şekilde iyi anlaşıyorlardı ve bu durum hoşuma gitmiyordu. Ferhat benim kardeşim dediğim bir adamdı. Onun Gül'e karşı bir şeyler hissetmesi demek aramızın bozulması demekti. Ben Gül'den vazgeçmem ama Ferhat'ın Gül'e karşı bir şeyler hissetmesine de izin veremem. Bu ikimizi de çıkmaza sokar.
"Sen niye sevindin buna bu kadar?" diye sorarken gözlerine baktım.
Sanki dünyanın en tuhaf sorusunu sormuşum gibi bana şaşkınca baktı. "Gül olması yeterli benim için." derken sırıtıyordu. "O kız bambaşka bir olay Tahir. Başlı başına bir harika!"
Benim kızımı bana anlatıyor!
"Seninle bir konuşalım biz Ferhat. Gelse-..."
Ferhat'ı kolundan tutmuş odadan çıkartacaktım ki Gül geldi içeri. Tasarımını benim yaptığım, üzerinde mavinin her tonunu kullandığımız Araplara özgü yerel kıyafetlerin daha modernize hali vardı üstünde ve sanki onun bedenine göre çizmişim gibi elbise hiç pot durmamış, aksine üzerine oturmuştu. O sarı saçlarının bir kısmını gösteren, elbiseyle uyumlu bir eşarp vardı başında. Ayağında sandaletler vardı. Bunu ben istemiştim çünkü spor ayakkabıyla bile düşen biri topuklu ayakkabıyla hayli düşerdi. Ona zarar gelsin istemiyordum. Gözlerinin mavisini ortaya çıkaran koyu bir makyaj yapılmış göz çevresine. Onun dışında yüzü sadeydi. Makyajsız hali bile çok güzeldi onun.
Ben onun güzelliğine dalmışken o suratsız ve huysuz bir tavırla elbisenin uzun eteklerini elinde tutarak geliyordu ki Ferhat'ı gördü. Gözlerinin içi ışıl ışıl parladığında bundan hoşlanmadım. O Ferhat'a yürüdü, Ferhat ona. Ortada buluşup sarıldıklarında yumruğumu sıktım. Ferhat'ın ona aşık oldum demesinden çok korkuyordum. Ya da Gül'ün ona bir şeyler hissetmesinden...
Beni bilmese de yıllardır beklediği çocuğun nişanlandığını öğrenmişti ve benden nefret ediyordu. Benden nefret ettiği gibi benimle aynı isimde olan başka birinden de otomatik olarak nefret ediyordu çünkü ona beni hatırlatıyordu. Bu yüzden bana karşı soğuk ve mesafeli yaklaşmaya çalışıyordu ama onun buzdan duvarlarını ufak ufak kırmaya başlamışken onun Ferhat'a aşık olmasına dayanamam.
"Harika görünüyorsun." dedi Ferhat geri çekildiğinde. Ellerini tuttu, benim tutamadığım ellerini. Baştan sona bedenini süzdü, elbisenin askılarını, eteklerini falan düzeltti. "Şimdi seni görünce iyi ki asıl manken hasta olmuş diyorum. Yoksa bu güzelliğini, yeteneğini nasıl keşfedecektik senin?"
Sözleri fazla flörtöz müydü yoksa bir tek ben mi yanlış anlıyorum?
Gül kaşlarını çatsa da gülüyordu. "Ağzın da iyi laf yapıyor. Böyle mi tavlıyorsun kızları?"
Ferhat kahkaha attı. "Evet ama tavlayamadığım tek kız sensin."
Gül elini Ferhat'ın omzuna koyduğunda ona temas etmiş olması bile canımı sıktı. "Her kuşun eti yenmezlerdeki o kuş benim canım, ağır ol." dediğinde Ferhat'ın gülüşü sinirlerimi bozdu.
"Goygoyunuz bittiyse başlayalım artık!" diye bağırdım birden. Kafamın içindeki sesler, olmayışlar, olduramayışlarım canımı sıkıp duruyordu sürekli.
Fotoğrafları çekecek olan çocuğun yanına gittim. Biraz gerisinde ellerim cebimde kamera karşısına geçen Gül'ü izliyordum. Yengem ve Balım son dokunuşları yapıyordu.
"İyi misin sen?" diye sordu ablam yanıma geldiğinde ama ona bakmadım. Gözlerim şimdiden sıkılmaya başlayan Gül'ün üzerindeydi.
"İyiyim." dedim ama ses tonum aksini iddia ediyordu.
"Emin misin?" diye sordu ablam sesimden anlayarak. "Sinan mı bir şey dedi? Ona mı canın sıkıldı?"
Konuşmak istemiyordum. Şu an tek istediğim şu lanet çekimi bitirip eve gidip dinlenmekti. Bir an önce gitmek ve kafamı dağıtmak istiyordum ama ablam ısrarcı davranarak, "Tahir?" diye seslendi.
"İyiyim abla." dedim. "Soru sorma, iyiyim ben."
Üstelemedi, ısrar etmedi. Sustu ve yanımda durdu. Gül'ü izledim. Her hareketini, mimiğini tek tek izledim. Balım'ın omzundan düşürdüğü askıyı ona ters ters bakarak geri çekti. İstemediği hiçbir şeyi kimse ona yaptıramazdı. Balım bir iki ısrar etti ama Gül inadında sabit kaldı.
"Bırak öyle kalsın." diye seslendim Balım'a. Balım usulca geri çekildiğinde Gül gözlerime baktı. Fotoğrafçı çocuğa startı verdim. "Başla sende çekime."
Ve çekim başladı.
Şimdiye kadar sekiz elbise değiştirdi Gül. Makyajı stabil kalsa da saçlarına farklı modeller yapıldı. Buna nasıl izin verdi bilmiyorum. Muhtemelen yengem ikna etmişti onu. Aksi halde kimseyi dokundurmazdı saçlarına. Şimdi giymiş olduğu kırmızı ipek elbiseyle kamera karşısındaydı. Baştan sona beğeniyle onu incelerken bir şey dikkatimi çekti. Elbisenin sol askısı kıvrık duruyordu ve simetrik şeylere takıntım olduğu için bu beni rahatsız etti.
"Bekle." dedim fotoğrafçı çocuğa. Gül'ün yanına gittiğimde o başını kaldırmış şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Aralık dudaklarından sızan nefesi hızlanmıştı. Yanakları kızarmaya başlamış, göz bebekleri bir büyüyüp bir küçülüyordu. Benden etkileniyor muydu o? Gerçek miydi bunlar?
Elimi uzatıp askısını düzeltirken yutkundu ve kısa bir an ne yaptığıma baktı. Askısını düzelttikten sonra parmaklarımın tersini köprücük kemiği boyunca sürüdüğümde yanaklarındaki kırmızılıkla nefesindeki hızlanma eşit seviyede arttı. Bu durum benim hoşuma giderken onun hoşuna gitmemiş olmalı ki kaşlarını çatarak toparlandı ve elimi itti.
Geri çekildim bende. "Devam et." dedim fotoğrafçı çocuğa. Duvara yaslanıp onu izlerken o çatık kaşlarıyla kameraya baktı. Arada kaçamak bakışlar atıyordu bana.
Sonraki dakikalar da iki kıyafet daha değiştirdi ve onlarla da çekimi yapıldı. Geriye kalan son kum rengi kıyafeti giyip kamera karşısına geçtiğinde bu defa elbisenin kumaşı sert olduğundan etek kısmı katlanmıştı. Onu düzeltmeye gidecektim fakat benden önce Ferhat atladı. Eteğin katlanan kısmını düzelttikten sonra orada durdu ve ikisi gülüşerek konuşmaya başladılar. Buraya kadar sorun yoktu. Vardı ama yoktu. Fakat Ferhat her dakika Gül'ün saçlarına dokunuyor, elbisenin askılarını, eteğini düzeltiyor, koluna dokunuyor, elini tutuyor... Sürekli ona temas ediyordu. Benim dokunuşumdan rahatsız olan Gül, ona engel olmuyor, aksine gülerek karşılıyordu bunu. Ve ben bekledim. Sabırla. Bitirmelerini. Fakat bitirmediler.
Ferhat en sonunda baş parmağıyla Gül'ün dudaklarına dokunacaktı ki daha fazla izleyemedim. Sabrım burada tükendi ve o an asla söylememem gereken bir şey söyledim.
"Fingirdeşmeniz bittiyse çekime devam edeceğiz!"
Bir anda çıktı dudaklarımdan. Ferhat'a kızgındım. Kendime kızgındım. Ama sevdiğim kızı üzdüm. En çok onu üzdüm. Herkesin bakışları üzerimde toplanırken benim gözlerim Gül'deydi.
Bana baktı direkt. Kaşlarını çattı. Yutkundu. Birkaç saniye bekledi ve hemen sonrasında öfkeli adımlarıyla bana geldi. Karşımda durur durmaz tokadı sol yanağımda patladı ve ben o an ne kadar büyük bir eşeklik yaptığımı fark ettim. Bakışlarım, kalbim pişmanlıkla kavrulurken, "İşimi gücümü bırakıp kıçınızı toplamak için buraya geldim ama değmezmiş!" dedi gözlerime nefretle bakarken. Bunu istemiyordum. Beni sevsin isterken benden nefret etmesini kaldıramazdım. Buna dayanamam. "Bir daha," derken işaret parmağını suratıma doğrulttu. "Senin için kılımı kıpırdatmam! Ölüyor yardım et deseler dönüp bakmam, bu da böyle biline!"
Bir hışımla önümden geçip gittiğinde peşinden gidemedim bile. Kalakaldım orada, öylece. Çok ağır konuşmuştu. Hak etmiştim evet ama sözleri canımı yakmıştı.
Ve ben Sinan'a verdiğim sözü daha ilk dakikasında tutamadım.
Ve belki de şimdi, onu tamamen kaybettim...
Bölüm Sonu.🖤
Nasıl buldunuz bölümü?
Meltem halayı nasıl buldunuz? Yeri gelmişken söyleyeyim onun da ayrı bir kitabı olacak ama Demir'le Balım'ın kitabı gibi değil. Tahin Pekmez'i orada görmeyeceğiz. O biraz mayfatik olacak. Şu olaylar bir bitsin, onu da okuyacağız. Hatta akışı bozmazsa o kitaptan bir kısmı burada yazmayı düşünüyorum. Tanıtım bölümü gibi düşünün. Bakalım ayarlamaya çalışacağım.🌸
Oy verip yorum yapmayı unutmayalım.💫🙏🏼
Haftaya yine aynı günde yeni bölümde görüşürüz.⏳️
İnstagram: nazankaraermis nazankrrmshikayeleri
♥️
|
0% |