@nazli_eylul
|
"Bu kalp, sesi kısılana kadar bağırdı da çığlığını hiç kimse duymadı." Gözkapaklarının ağırlığını taşıyamıyordu fakat yine de kirpiklerini kırpıştırmaya çalıştı. Omuzları günün son saatlerinin verdiği yorgunlukla dik durmaya çalıştıkça daha fazla yoruluyordu. Dalıp gittiği düşünceler zihnini bulandırırken boş boş ekrana baktığının farkında bile değildi. Neyi yanlış yapmış olabilirdi ki? Annesi dur dediğinde durmuş, uslu bir kız olmuştu. Hayatı hep anne ve babasını mutlu etmeye çalışmakla geçmişti. O başka bir duygu bilmezdi, onları acaba mutlular mı diye kolaçan etme hissinden başka. Hatta onlar gurur duysun diye başarıdan başarıya koşmuştu. Dikkatini çekmek istiyordu babasının. Baba bak, ben de buradayım diye haykırmak içindi her şey esasen. Fakat babasının yüzünde hiçbir zaman en ufak bir memnuniyet bulamamıştı. Sanki kilometrelerce koşmuş da yolun sonunda küçük bir taşa takılmış gibi hissediyordu, babası ona baktığında. Esila'nın gözlerindeki yıldızlar en çok babasına baktığında parlıyordu oysa. Kendini daha güçlü hissediyordu babasıyla göz göze geldiğinde. Nedendir bilmiyordu fakat bu bir gerçekti ki Esila en çok babasına baktığında kırılıyordu, paramparça oluyordu göğsündeki camdan kafes. Dışarıdan gelen sesle pencereye doğru döndüğünde gözlerini ayırdığı ekranın ona ettiği işkencenin farkına varıp sandalyesine yaslanıp gerindi. Tamam, dedi içinden. Bugünlük bu kadar yeter. Ödevini kaydedip bilgisayarı kapattı ve yatağa uzandı. Gözlerini dinlendirmesi gerektiğinin farkındaydı ama bunu yapamayacağını da biliyordu. Hala yapması gereken tonla iş vardı. Kalkıp odasını topladı ve meyve tabağını mutfağa bıraktı. Ablası evleneli 3 ay olmuştu ve ailesi bu duruma hala alışamamıştı. Oturma odasına gidip onlara göz attı kapıdan. Anne ve babası kendilerine ait tekli koltuklarda oturmuş kitap okuyordu. Ne kadar tatlı olduğunuzu bir bilseniz, diye geçirdi içinden. Onu bu yaşa getirip büyüten ailesini izledi dikkatlice. Babasının gözlüklerini kavradığı parmakları yavaşça kitabın sayfasına yönelip çevirirken kaşları sanki mümkünmüş gibi daha da çatılmıştı. Mustafa bey oldum olası sert biriydi. Her zaman bakışlarında bir ciddiyet, bir gerginlik olurdu. Esila babasıyla göz göze geldiğinde kalp atışları hızlanır, düşüneceği bir şey varsa da aklından uçup giderdi. Omuzlarını dikleştirip gülümseyerek odaya girdi ve ikili koltuğa oturdu. Sesindeki yorgunluğu atıp, "Ee yememişsiniz meyvelerinizi beğenmediniz mi yoksa benim meyve tabağımı?" size söze atıldı. Onun odaya girişiyle kitaplarını kapatmaya başlayan çift gözlüklerini de çıkarıp sehpaya koydu. Babası emekli okul müdürü annesi de emekli hemşireydi. Ayşegül hanım yüzünde hafif bir tebessümle cevapladı, Esila düşmüş omuzlarıyla arkalarından onlara bakarken içinden geçirdiklerini kısık sesle dile getirdiğinin farkında bile değildi, her zamanki gibi. "Ben hayalet miyim baba?" 🪐 Daldığı şirket işlerinden kapının çalınmasıyla sıyrıldı Savaş. Gel, dedi. Kimin geldiğini bildiğinden kafasını bile kaldırmamıştı. Çocukluk arkadaşı, güvenlik şefi, en güvendiği adamı Teoman genç adama yaklaşarak konuştu. Yine aynı şey olmuştu işte. Hayattan kaçmaya çalışmalarının sonu böyle saatlerce zihnine eziyet etmelerle son buluyordu. Kaşlarını çatıp elini sızlayan ensesine götürdü. Ovalarken, Ayaklanan Savaş dağınık masasının üzerindekileri etrafa savuşturarak telefonunu ararken hareketleri yavaşladı. "Tamam yarın uğrarız çıkışta." Sesindeki yorgunluk yerini ıssız bir bezmişliğe bırakmıştı. Teoman kafasında yarının planlarını yaparak odadan ayrılırken Savaş gömleğinin ilk iki düğmesini çözüp elini tekrar ensesine attı. Ne zaman böyle uzun saatler çalışsa ensesi ağrırdı bütün gün. Bunu bilerek nefesini seslice verdi ve koltuklara yayıldı. Kafasını koltuğa yatırıp gözlerini kapattı. Annesinin gülen yüzü düştü zihnine. Çocukken şaşırırdı annesinin nasıl hep böyle gülebildiğine. Nasıl her zaman gözlerinin içine sanki onu ondan daha iyi tanırmış gibi bakabiliyordu? Yoksa öyle miydi? Anneler çocuklarını kendilerinden daha iyi tanıyabilir miydi? Bir bakışla dünyaları anlatabildiği annesinin o güzel gözleri şimdi gözkapaklarıyla kenetlenmiş, açılmamaya yemin etmişti. Sanki Savaş'a küsmüş gibi. Göğsündeki o bilindik ağrı geri geldiğinde kirpiklerini birbirine geçirdi sertçe. Annesi onun tek varlığıydı bu küçük dünyada. Savaş, annesini hastane yatağından kaldırmaya gücü yetmeyen bir çocuk. Bedeni büyümüştü fakat gözlerini her kapatışında zihninde dönüp duran o anıdaki orman gözlü çocuk gibiydi hala. Annesinin kocaman gülümseyerek sıkıca tuttuğu ellerinden çekip kendi etrafında döndürdüğü, orman gözlü çocuğunsa bahçeyi inleten kahkahalarla ona eşlik ettiği hatıra bulutu şimdi Savaş'ın zihnine eziyet etmekten başka hiçbir işe yaramayan bir sızıdan ibaretti. Tam göğsünün ortasında nankör bir inatla var oluyor, her seferinde canına okuyordu. Düzensizleşen nefesini tutup ayağa kalktı. Çalışmalıydı. Daha çok yormalıydı zihnini. Ta ki ona eziyet etmeyi unutana kadar. Hayatının dönüm noktası olacak o gün başlayalı bir saat olmuştu, Savaş kendiyle verdiği harpte direnmeye çalışırken farkında bile değildi... 🌑 Bir kanadı kırık Esila ve yüreği acı ve sızıdan ibaret Savaş'ın hikayesine hoş geldin.
|
0% |