Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm 'Sancılı Veda'

@nazllinc


Merhaba aşklar. ;)


Yazmaya başlanılan tarih: 25/05/24


Yayınlanan tarih: 30/06/24


Dilerseniz okumaya başladığınız tarihi buraya yazabilirsiniz.


Herşeyi göze alarak okumaya başlayın. Satır aralarında yorum yapmayı ve yıldıza basmayı unutmayın.


Ve son olarak İyi Okumalar. ∞


 


 


ATEŞ DE ÜŞÜR


1. BÖLÜM


'Sancılı Veda'


 


Beyda'nın Ağzından;


"Beyim... 9 yıl oldu sen benden, bizden gideli." Bir avuç toprak aldı eline, bastı göğsüne ve baktı gökyüzüne, "Seni bizden koparanın hayatını, ahımız çürütsün. Döktüğümüz gözyaşlarımız evladının cenazesini yıkasın."


Annemle birlikte bende baktım gökyüzüne, sahi babam bizi izliyor muydu? Çektiklerimizi biliyor muydu?


Başımı indirip baktım mezar taşına, babamın adı yazıyor El Fatiha yazısının altında... Annem toprak dolu elini alıp mezar taşına sürdü sonra üzerine su döküp çamur ile yıkadı.


Babamın katili sadece onu bizden koparmakla kalmamıştı. Benim çocukluğumu annemin ise namusunu beraberinde öldürmüştü.


Bundan 9 yıl önce o kış ayını asla unutamam. Babamın ölüm haberinden sonra dayılarım annemi öldürmek istemişti. Onlara göre namusuzluğun bedeli kuma gömülüp taşlanmaktı. Lakin bilirim annemin bir namusuzluğu, kabahati yoktu.


O gün annemi dayılarımın elinden zar zor amcam kurtarmıştı. O zamanlar iyi olduğunu düşünsem de şuan bize yaptıkları düşüncemi yerle bir ediyordu.


Kara kış bitmişti. Artık evimiz veya bir yuvamız yoktu. Tıpkı babamın olmayışı gibi.


Amcam laf, söz daha fazla çıkmasın diye almıştı bizi evine, ve 9 yıldır bilirim o eve adımımızı attığımız günden bugüne gün yüzü görmedi annem.


Bana en iyi anneliği yapmakla kalmayıp yetim bir çocuk olduğumu bile hissettirmemişti. Lakin onun yıllardır çektiklerini bir o, bir ben, bir Allah bilirdi.


Annem derin nefes alıp bidonun içinde kalmış suyu mezarın üzerindeki çiçeklere döktü. Daha sonra elindeki bidon ile ayaklanıp bana döndü. "Hadi kızım babana diyeceklerin varsa söyle de gidelim. Laf, söz ederler sonra." Dedi. Başımı olumluca sallayıp geçtim mezar taşının yanına ve diz çöktüm.


Bir elim mezar taşına gidince artık her ay rutin haline gelse de dolan gözümü diğer elim ile sildim. "Babam, birgün seninle yaşıt olacağımızı biliyorsun değil mi?" Dedim önündeki rengarenk mezera.


Sessizlik akan mezarlıkta bir benim sessiz hıçkırıklarım yankılanırken dönüp anneme baktıktan sonra tekrar mezara dönüp devam ettim. "Babam... 10 yılda olsa bana harika bir çocukluk yaşattığın için teşekkür ederim."


Bir süre mezara baktıktan sonra annemin yaptığı gibi kaldırdım bakışlarımı gökyüzüne, "Allah'ım sen babamı cennetine kabul et. Kız çocuğu olarak ben babamdan razıyım." Dedim ve başımı indirip kucağımdaki papatyaları mezarın üzerine koydum.


Yıllar sonra eskisi gibi babamın mezarına çok gelemesekte her ay gelmeye çalışıyorduk. Ve her gelişimizde babamın mezarını temizleyip, çicekler ile donatıyorduk.


Diz çöktüğüm yerden bir avuç toprak alarak kalktım ayağa, annem yanıma gelip ıslak elleri ile boşta kalan elimi tutup dudaklarına götürerek öptüğün de tebessüm ederek ellerimi tutmuş ellerini tutarak aynısını yaparak dudaklarıma götürerek öptüm.


Bir süre sonra gözlerime bakıp arkasına dönerek mezardan uzaklaştı. Öylece baktım arkasından yorgun düşmüş, zayıflamış... Yaşadıkları ona ömrünün yarısında saçına aklar düşürmeyi başarmıştı. Oysa ki o en güzel hayatı hakediyordu.


•°•°•


Yarım saat sonra eve varmıştık. Annem yemek yapmak için mutfağa giderken, bende bahçede sepetin içinde bekleyen hafif ıslak çarşafları seriyordum. Bu evin işleri çoğunlukla ben ve anneme kalırdı. Ne yengem ne de kuzenlerim pek yapmazladı. Ev işleri için karşılık verdiğimizde yengemin gereksiz tehditleri bizi bulurdu. 'İki işi de yapıverin yoksa kapının önünde bulursunuz kendinizi' deyip dururdu. Lakin o bile o tehditlerinin arkasında durmayacağını iyi bilirdi. Çünkü o hep amcamın sözünü dinler, lafının üzerine söz etmezdi, gerçi etmeye kalkışsa sonu dayak ile bitiyordu.


Amcam yalnızca bize karşı kötü değildi, yengeme karşı da kötüydü. Sürekli ağır kilosu yüzünden tartışma çıkartıp, döverdi. O yüzden amcam yengemin korkulu rüyasıydı.


Elime aldığım son çarşafı da sereceğim gibi Ali abinin gözleri kızarık şekilde karşıda ki ahıra girdiğini gördüm. Onu ilk defa böyle perişan ve öfkeli görünce merak edip peşinden gittim.


Ahır kapısının önüne geldiğim gibi Ali abinin ağlama sesini daha da net duydum. Kapıyı yavaşça açıp içeri bakınca başına silah dayandığını gördüğumde gözlerimi fal taşı gibi açıp, "Ali abi dur!" Deyip içeri daldım ve silah tutan elini çekmeye başladım. "Bırak Beyda!" Deyip karşılık verince direnip çekmeye devam ettim ve bağırmaya başladım.


"Anne!, Yenge!" Bağrışlarım tüm köyü esir alacak kadar yüksek çıkınca tuttuğum silahı bırakmayıp çekmeye devam ettim. "Bırak!"


"Gözünü seveyim abi, yapma!"


"Bırak Beyda!"


Kısa bir süre sonra aramızda ki çekiştirme son bulunca silahın elimde olduğunu farkettim. Ali abi ise boş kalan elleri ile yere çöküp hiç görmediğim bir halde ağlıyordu.


Hep böyleydi Ali abi, mutlaka birşey yapardı. Ya kumar borcuna yatardı ya da karakolluk olurdu. Her şekilde başına bela almayı bilirdi. Fakat biliyordum bu sefer ki derdi başkaydı. Hepsinden büyük bir bela almıştı başına ya da hepimizin başına.


"Ali abi..."


"Niye izin vermedin Beyda?" Dedi. Ağlamaklı çıkan kısık sesiyle, "Çoktan hakketim."


Gözlerim dolunca elimdeki silahı yanımda duran samanların üzerine bıraktım ve eğilip diz çöktüm yanına, "Sen ne yapıyorsun abi?" Ve iyice baktım yüzüne, "Bizi hiç mi düşünmüyorsun?"


Ağlaması daha da şiddetlenirken konuşmaya çalıştı. "Beyda, ben." Deyip sertçe yutkundu. "Sen ne abi?" Dedim. Ama bir cevap alamadım.


Bükük boynunu yavaşça kaldırıp baktı gözlerimin içine, pişmanlık okunuyordu karşılık verip baktığım gözlerinde, bir süre öyle ağlayarak bakmaya devam etti. Sonra ise, "Ben..." Dediği gibi sesime koşan annem, yengem ve kızlar gelmişti.


Onlara dönen bakışlarım ile ayağa kalkıp yengemin, diz çökmüş ağlayan tek oğlunun yanına geçmesine müsade ettim. Annem hemen benim yanıma gelip Ali abinin haline bakınca yengem oğluna neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kızlar Gülistan ile Şevval de kapıda durmuş merakla bakıyorlardı.


"Noldu Ali'm?" Diyen yengem yanındaki silahı görünce intihar etmeye çalıştığını anlamış ve ağlamaya başlamıştı. "Bu halin nedir oğlum?"


Ahırda ki tek ses yengem Hatice'ye aittken tüm gözler Ali abinin üzerindeydi. Tek laf etmiyordu, başını bir an olsun kaldırmıyordu. Herkes ne olduğunu merak ederken bu sefer amcam nefes nefese ahıra gelmişti. Kızlar babalarına kapıda yol verirken amcam içeri girip ortama göz gezdirdi.


Oğlunu ve karısını öyle görünce onlara yaklaşıp "Yine ne bok yedin Ali?" Dedi. Ali abi kafasını hafif kaldırıp babasına bakmadan annesinin gözlerine bakıp geri indirdi. Hatice yengemin ağlaması gitgide şiddetlenirken, Ali abi yavaşça ayaklanıp amcamın karşısına geçti.


"Büyük günah işledim. Hatam çok büyük." Gözyaşlarını tek eliyle silip, "Benden gebe bir kız var." Dediği an herkes şok ile elini ağzına götürdü.


Ali abi o an başını eğmese de gözleri hiçbirimize uğramıyordu. İşlediği günahın cezasını intihar ederek kurutmak istemişti fakat farketmem ile başaramamıştı.


Yengem başından kaynar sular dökülmüş misali bakıyordu oğlunun yüzüne, duyduklarından sonra ıslanmış yanaklarının üzerine tek bir yaş bile dökülmedi.


O an ahırda tek bir ses dahi çıkmadı. Koca bir sessizlik hakimdi ki önce derin bir nefes sonra da sert bir tokat sesi dahil oldu.


"Kim?" Dedi amcam ve yüksek çıkan sesi ile bağırarak hemen ekledi, "Kimin kızı?" Dedi daha da öfkeli hâle gelerek. Ali abinin kafası yana düşmüş gözleri dolunca kısık sesle, "Adar Hanedan'ın torunu Ceylan." Diyebildi.


Yengem ikinci şokun etkisiyle dengesini bozunca Şevval yanına koşup düşmesini engellemişti. Bakışlarım nedensizce Gülistan'a kayarken olaylardan soyut şekilde durmuş sırıtıyordu. Aklından ne geçirdiğini bilmiyordum fakat abisinin intihar edebilecek bir duruma kadar gelmesinin ardından, bu sırıtma hiçte hoşuma gitmemişti.


Onun da bakışları beni bulunca 'ne var?' dercesine bakış atmıştı


Ben ise hiç birşey olmamış gibi önüme dönüp amcamın tepkisine bakmaya devam etmiştim.


Başını ellerinin arasına almış, derin nefes alıp vererek etrafında bir sağa, bir sola dönüp duruyordu. Sonra açısını tekrar Ali abiye döndürdüğunde ise yüzüne eğildi. "Lan biz sana ne yaptıkta bizden böyle intikam alıyorsun?" Ali abi gözyaşlarını tutamayıp güçsüzlükle tekrar ağlamaya başlarken hıçkıra hıçkıra konuşmaya çalıştı. "Yemin billah bilmiyordum onun torunu olduğunu bilsem bakmazdım bile." Dedi.


Annem olduğu yerden iki adım öne çıkıp "Onlar biliyorlar mı?" Dedi. Herkesin gözü anneme dönünce annem benim ve kızların yüzüne bakıp amcama döndü. "Kız onlara da söylediyse çoktan taşlamışlardır." Deyip sustu. Devam edemedi çünkü suçsuz yere 9 yıl önce taşlanmaktan kurtulmuştu. Neden travmasını anlatabilsin ki.


Herkes bilirdi bu topraklarda namussuzluğun bedeli taşlanmaktı.


Ali abi duyduğu ile kaskatı kesilmişti. Resmen işlediği günahın içinde boğuluyordu. Bunu kıpkırmızı olan yüzünden ve öfkeli görünen gözlerinden anlayabiliyordum.


"O zaman seni de öldürmek için çoktan yola çıkmışlardır." Diyen amcam yengemin daha da kötü olmasını sağlarken, samanların üzerinde durmuş olan silahı eline alıp Ali abinin eline verdi. "Al bunu, kaç git burdan."


Ali abi şaşkınlıkla hem elindeki silaha hemde babasına bakıp dururken birden gözlerini silip, elindeki silah ile herkesi arkasında bırakarak, ahırdan çıkıp gitti.


Biz onun arkasından sadece bakmakla yetinirken Hatice yengem hızla ayağa kalkıp, "Oğlum!" Diyerek koşup Ali abinin peşinden gitti. Amcam bu yaptığına öfkelenip peşinden giderken, Şevval yere çöküp deli gibi ağlamaya başladı. "Herşey bitecek, koskaca aşiret bu olanlardan sonra bizi sağ bırakır mı?"


Dolan gözlerimi silip yavaş adımlarla Şevval'in yanına gidip sarıldım. "Deme öyle kimse o kadar cani değildir." Dedim ve ikna etmek için anneme bakıp, "demi anne?" Dedim. Benle birlikte o da annemin yüzüne bakarken annem yalnızca başını salladı. Ardından ikimizi ve Gülistan'ı ahırda bırakarak o da çıkıp gitti.


Şevval yüzüme tekrar bakıp "Beyda?" Dedi. Ellerimle yanaklarında ki yaşları silip yüzüne baktım. "Benim sevdiğim var, berdel falan istemezler demi?" Dedi. Sorduğu soru ile benimde aklım karışırken Gülistan karışmıza geçip, "Öyle olursa ikinize de birşey olmaz, büyük ben olduğum için beni alırlar." Dedi aşırı memnun haliyle.


Yazar Ağzından;


Ali annesinin ardından bağışlarını, ağlamasını umursamamış hemen ortadan koşarak kaybolmuştu. Rafet ise ağlayan karısının üzgün ve evlat acısının korkusunu takmayıp daha da üstüne gitmişti. Sürekli 'ağlama!', 'Sana çekmiş, ne beklenir ki!" Gibi hitaplarda bulunmuştu.


Kimse bilemez ki bir annenin evladına olan sevgisini, hasretini... Oysa ki Hatice oğlunu intihardan dönerken görmüştü. Onun acısı oğlunun acısından bile daha fazlaydı. Ali'nin ölümle burun buruna olması bile annesinin canını almakla birdi.


Hatice hıçkıra hıçkıra ağlarken eltisi Vahide gelip çökmüstü yanına, başını nazikçe eliyle yönlendirip koymuştu göğsüne, "Ağlama Hatice." Demişti. "Bunlar da geçer elbet."


Vahide kocasının ölümünü 9 yıldır aşamamış dul bir kadındı. Kocasının acısını unutamayan bu kadın bilirdi evlat acısının daha kötü olduğunu, bu yüzdendi eltisine olan merhameti.


Hatice ise biraz da olsa utanç duyuyordu. Yıllardır eltisine yapmadığı kalmamıştı. Ama görüyordu ki eltisi onun gibi merhametsiz değildi. Oğlunun canı söz konusuyken köşeye geçip umursamazlık etmiyordu. Aslında yanında olup onu tesseli etmeye çalışıyordu.


Kızı Beyda'nın da merhameti annesi gibiydi. Ona yapılan hiçbir kötülüğü unutmazdı lakin kin tutmakta ona göre değildi.


•°•°•


Çelen'lerin aslına bakılırsa Hanedan'ların da onlardan farklı bir yanı yoktu. Hata daha da kötü bir yanları vardı.


Ceylan yengesi Ruken'e olanları anlatmak isterken dedesine yakalanmıştı. Şimdi ise avlu da yere çökmüş ağlayarak dedesine yalvarıyordu. "Dede, yalvarırım." Deyip üst üste yalvarılarışlarını sıralıyordu. "Bize zarar verme, ikimizde senin kanını taşıyoruz."


Adar ağa ise ağlayan torununun yüzüne hiç bakmadan etrafında tur atıyordu. Elleri belinde bağlı yaşlı ağa göz nuru, oğlunun emaneti tarafından kaleşçe vurulmuştu. Şimdi nasıl affedebilsin ki.


"Hainsin sen!" Dedi heybetli ve sert sesi ile, "Bunca yıl yaşadım senin ettiğini kimse etmedi!" Dedi yaşlı ağa. "Sen oğlumun bana bıraktığı hazineydin Ceylan." Dedi.


Ölen oğlunun iki oğlu iki kızı vardı. Hepsinin yeri Adar ağa da başkaydı. Lakin kız çocuklarına ayrı bir zaafı vardı ki torunu Ceylan ve Dilan onun gözünde bir Hazineydi. Onlara hep hazinem, göz nurum derdi. Bir istediklerini iki etmezdi. En güzel çocukluğu yaşatırıp, el üstünde büyütüp, şımartırdı.


Ama torunu Ceylan'a verdiği tüm değerler boşunaymış meğer, en azından Adar ağa şuan düşüne düşüne sadece bunları düşünüyordu.


Yaşlı adamın aklından bir an dahi olsun torununu öldürmek geçmemişti. Tek düşündüğü bunca sevgiye, değere verdiği karşılığıydı.


"Dede... Ben güvendim dede, bizi böyle orta da bırakıp gideceğini düşünemedim dede." Demişti Ceylan. Lakin ne başını kaldırabilen vardı ne de tek bir söz eden. Koskoca konak bütün bir sessizliğe bürünmüştü sanki. İçinde tüm denklerin bulunduğu ve seslerin yok olduğu koskoca bir konak.


Öylece tiz bir sessizliğin içine gömülmüştü ki tek söz edenin tüm camları kırıp indireceği bir güçlükteydi.


Koskoca hanım ağa bile kızı için ağzını açıp tek laf edemiyordu. O bile köşede sessiz, sedasız ağlayıp kızının kaderine işlenecekleri izliyordu.


Bir süre sessizliğin hakimi oldu Hanedan konağı, sonra ise tüm camları yerle bir edecek bir gürültüye...


Konak kapısı şiddetle çarpmıştı. Adar ağa bakışlarını gürültüden tarafa çevirince büyük torunu Hozan'ı görmüştü.


Bir deprem yaratacak kadar öfkesi başına vurmuş torunu Hozan, iri heybetiyle ayaklarını sert bir o kadar da hızlı basa basa yaklaşıyordu avluya, "Ceylan!" Diye bağırıp gözleriyle etrafı aradı. Sonra kardeşini avlunun ortasında bulurken ona doğru ilerledi ki karışısında dedesini daha net buldu.


Ateş fışkıran bakışları dedesinin ardından kardeşini ararken, "Çekil dede, onun hesabını ben sorucam!" Diyordu. Lakin dedesi Adar ağa karşısına öyle bir geçmişti ki bir adım yana kayıp haraket edemeyecek kadar değeri vardı üzerinde.


"Elin tek bir saç teline değerse, seni kanımdan saymam." Demişti Adar ağa. Büyük torunu Hozan'ı böyle tehdit ederek uzak tutabilmişti hazinesinden. Ceylan ve Dilan onun en değerlisiydi. Elbette Ceylan'ın yaptığı affedilebilecek birşey değildi ama yinede torununu cezalandırılmak yerine onu bu hâle getireni cezalandırmak istiyordu.


Hozan başına kadar çıkan öfkesinin içinde boğularak sert bakışlarını kardeşine çevirdi. "Namussuz, beş paralık kadınsın sen Ceylan. Seni bu hâle getiren, işte böyle ortada bırakır!" Deyip dedesine rağmen devam etti. "İt oğlu it neden baksın nikahsız kadından olan çocuğuna, karnındakinin bile ondan olduğundan şüphe etmiştir lan!"


Adar ağa torunundan son duydukları ile "Hozan!" Deyip sesini yükseltmişti. Yıllardır erkek torunlarından kardeşlerine adaplı şekilde kızabilmeyi öğretmek istemişti ama Hozan'ın dedikleri ile istediklerini elde edememiş gözüküyordu.


Hozan dedesinin uyarısı ile öfkeyle elini ensesine götürmüş arkasına dönerek derin nefesler alıp vermeye başlamıştı.


Ceylan ise olacaklardan korkarak bakıyordu annesinin gözlerine, annesi de verdiği değerler, emekler ve sevgilerin bu denden karşılığını aldığı için pişman


mıydı? Yoksa ne olursa olsun o benim kızım diyip sevmeye devam mı edecekti? Ceylan düşüne düşüne bakışlarını yere çekmesi ile dedesinin öfkeli sesini işitti.


"Seni bu hâle kim getirdi?"


Ali... Onu bu hâle getirip korkarak kaçan Aliydi. Bir an duraksadı başını kaldırıp abisinin korkunç bakışları ile karşılaşmamak için hemen dedesinin gözlerine baktı.


"Ali Çelen." Deyip sustu. Sadece Ali'yi o kadar sevmesine rağmen kaçıp gitmesini düşündü. Bir bebeklerinin olduğunu Ali'ye söylediğinden beri gözyaşlarının dinmemiş olmaması Ali yüzündendi.


Oysa ki alsaydı yanına öyle kaçıp gitseydi. Bu çaresiz kadının yanında olması bile onu tesseli edebilecek iken o hem bebeğini hem de bebeğinin annesini ortada bırakarak kaçıp gitmişti.


Ne aciz bir his ki Ceylan'ın yüreğinden kan misali dökülen, güvendim dediği dağlar üzerine yük basa basa yıkılmıştı. Dünya'nın en güzel haberi, kefeni olacak olan zavallı Ceylan.


Adar ağa, Hozan'ın üzeriden gözlerini çekerek torunu Ceylan'a döndü. "Köylü Çelenler demek." Deyip gelini Fatma'ya baktı. "Ceylan'ı odasına kilitleyin, ben diyene kadar yemek bile vermeyin!" Dedi. Sessizce ağlayan gelini için zor olsa da başını olumlu anlamda sallamayı başarmıştı.


Avlu da Fatma hanım, kızı Dilan ve gelini Ruken de ağlayan Ceylan'a eşlik ediyordu. Hepsini bir yandan aldıkları haberin şoku, bir yandan Adar Ağa'nın edeceklerini korkusu sarmıştı.


Ruken gelin öfkeli kocasına bile bakmadan, görümcesinin yanına gidip zar zor ayağa kaldırmıştı. Dilan da ona yardım edince güçlükte yorgun Ceylan'ı avludan kaldırarak odasına götürmüşlerdi.


•°•°•


Avluda etrafında bir sağa bir sola volta atan Hozan dedesinden artık bir cevap vermesini istiyordu. Kardeşini bu hâle getirip kaçan Ali Çelen'i hemen bulup boğazına ellerini geçirmeliydi.


"Dede ne düşünüyorsun iki saattir? Söyle de gidip alıp getireyim kalleşi!"


"Getirip canını alınca Ceylan ne olacak Hozan? Karnındakinin babasız olacağına mu yansın? Milletin karnındakinin ne olduğunu sorunca vereceği cevaba mı?"


Hozan deliricek radara gelmişti artık. Dedesine bile öfkeli bakışlarını yağdırıp konuşuyordu. "Bunuda hiç birşey düşünmeyen hazinen düşünsün Adar ağa!"


Adar ağa torunun gözündeki öfkeyi görebiliyordu. Kendisi de bizzat o kadar öfkeliydi. Ama düşünmesi lazımdı. Hazinesine zarar gelmeden halletmesi lazımdı. Ki aklına ilk gelen ile torununa döndü.


"Hozan, olanlardan hiç kimse Rojkan'a bahsetmeyecek tamam mı? Herkesi iyice tembihle."


"Adam birde kardeşi için mi yatsın, demeyiz elbet, herkesi de tembihlerim de elinde sonunda duyar!"


"Şu aklımdaki iş olana kadar duymasın yeter." Deyip ayaklanmıştı Adar ağa.


Yanına aldığı torunu Hozan ve peşine taktığı birkaç adamı ile köyden Ali'yi almaya gidiyordu. Alıp getirsin ki hazinesine zarar gelmesin.


Avluda kimse kalmayınca, Ruken hızla mutfağa inip bir bardak su ile geri merdivenlerden çıkmıştı. Kayınvalidesi Fatma hanım fenalaşmıştı kızını öyle perişan görünce, ona ilaç alabilmesi için suyu koşuşturarak götürüyordu ki yine hastanelik olmasın.


Ruken hızla getirdiği suyu Fatma hanıma içirirken, Dilan ağlayan ablasının ellerine kolonya sürüp duruyordu.


Bir süre sonra ilacını alan Fatma hanım kızına acıyla bakıp duruyordu. "Hadi bizi hiç düşünmedin, kendine de mi hiç acıman yok kızım?" Deyip nefes nefese kalmış hali ile devam ettiriyordu. "Sen koskoca Hanedan kızısın, kendine çulsuz köylüyü mü yakıştırdın?"


Ceylan yatağında oturmuş başını eğmişti. Annesinin dediklerinden sonra zor da olsa kısık çıkan sesine rağmen yutkunup, "Sevdim." Diyebilmişti.


"Halim olsa kalkıp seni bu haline rağmen döverim Ceylan!" Diyen Fatma hanım kızına acıdığı kadar da kızıyordu. Kızı Mezopotamya topraklarını bilmesine rağmen hâlâ 'sevdim' diyebiliyordu. Ve herşeyi göze almasına rağmen terkedilmesi de içler acısıydı.


"Ah Ceylan ah, o itin neyine güvendin sen, dede onlar bulduğu gibi cesedini çiğneyecek."


"Bence de."


Dilan'ın sesi ile Ceylan başını kaldırıp hem kardeşinin hemde yengesinin yüzüne bakmıştı. Sahi öldürecekler miydi? Ali'yi o kadar çok severken.


Ceylan için tüm duygular ordan oraya firar ediyordu adeta. Yanıp tutuştuğu sevdiğinin onu terk etmesine mi yansın? Yoksa karnında ki bebeğinin babasız büyüyeceğine mi? Ya da kini bir tarafa dursun kalbinin hâlâ attığı Ali'sinin öldürüleceğine mi?


Oysa ki şimdi bile geri dönüp kaçalım dese affedip giderdi onunla, ama yok. Ali de o cesaret yoktu. Ceylan'ın aşkından çıkan cesaretin zerresi yoktu.


"Ana, Rojkan abime söyleyecek miyiz?" Diyen Dilan annesinden cevap bekliyordu. "Bavo ne der bilmiyorum, şimdilik bişey demeyin sakın. Çocuğum yeni yeni düzene girdi zaten." Demişti ve Dilan cevabını almıştı.


Dilan ablasının eline son kez döktüğü kolonyayı da sürüp bırakmıştı. Ablasının 'seviyorum' demesini çok iyi anlıyordu. Çünkü Dilan'ın da bir sevdiği vardı. Hem ordulu hemde ondan yaşça biraz büyük birisiydi. 4 aydır ilişkileri vardı ama ablasının yaşadığı olaydan sonra korkmamış değildi.


Dilan'ın bir huyu vardı ki, küçücük bir olaydan fazla korkabiliyordu ya da aldığı karardan hemen vazgeçebiliyordu. Bu huyunu sevmese de çokça görüyordu.


İşte şimdi de ablasının yaşadıkları yüzünden sevgilisine karşı bir mesafe koyabilirdi. Hemde deli gibi sevmesine rağmen. Sevgilisi Murat ile harika bir tanışma hikayeleri olmasa da, harika bir ilişkileri vardı.


Dilan'ın arkadaşları ile buluştuğu gün ayağının takılması ile kahvesini Murat'ın üstüne dökmüştü. O an özür dilerse de sinirleri başında olan Murat sert tepki vermişti. Ve Dilan beklemediği bir tepki alınca da yüzüne bağırmaktan çekinmemişti.


O günden sonra bir daha karşılaşınca Murat özür dilemiş ve bir kahve ısmarlamıştı. Dilan da yakışıklılığı hatırına affedip, kahve teklifini kabul etmişti.


Üzerinden günler geçtikten sonra da baya samimi olmuşlardı ve bir ilişkiye başlamayı başarabilmişlerdi. Murat Orduya dönse de Dilan için arada bir gelip gidiyordu.


Oda da sadece Ceylan'ın burun çekme sesleri gelirken, birden çalınan telefon ile Dilan ayaklanmıştı. Herkes ona şaşkınca bakınca telefonu sessize almıştı. "Arkadaşım notlar için arayacaktı. Ben konuşup geleyim." Demiş ve odadan ayrılmıştı.


Telefonda adı Elif olarak yazılan numarayı onaylayıp kulağına tebessüm ederek götürmüştü. "Nasılsın bebekamın?" Diyen karşı taraf ile hemen odasına geçmiş ve, "iyiyim aşkım, sen nasılsın?" Demişti.


Murat sevdiğinin sesini duyunca daha da bir iyi oluyordu. Dilan onun için bir ilaç gibiydi. Başındaki tüm dertleri, ağrıları alıp götüren bir ilaç, sesi ise tüm sesleri, çığlıkları kesen bir şarkıydı.


Onca olayın içinde ona nasıl rastlandığını bilmiyordu ama onu deli gibi sevdiğini ve asla bırakmayacağını iyi biliyordu. "İyiyim de, seni özledim." Karşıdan gelen hafif gülme sesi ile onun da dudağı sola doğru kayarken "Özlediysen gelirsin." Dediğini duymuştu.


Bu Murat'ı daha çok güldürürken önünde duran kapıya bakıp "geldim zaten." Demişti. Dilan ise bu dediğine inanmamış ve onunla beraber gülmeye başlamıştı. "Dur, hatta kapıya vuruyorum şimdi." Demiş ve önündeki büyük tahta kapıya ayağı ile sertçe vurmuştu.


Dilan hem telefondan hemde dış kapıdan sesi duyunca gözlerini fal taşı gibi açmış ve dona kalmıştı. "Noldu güzelim?" Diyen Murat daha çok gülerken, "Yüzünün hâlini çok iyi tahmin edebiliyorum." Demişti.


Dilan odasında hâlâ şok içindeyken, yengesinin "kim o?" Demesini duymuştu. Dona kalmış hâli ile kapıya bakarken telefondan, "git çabuk, git!" Demişti. Ama Murat halinden hiç ödün vermeyerek, "Yengen ile tanışmamı istemiyorsan kapıya sen gel, bekliyorum." Demiş ve yüzüne kapatmıştı.


Dilan eli ayağına dolanmış gibi eline birkaç kitap alıp hemen odasından çıkarak avluya inen yengesi Ruken'e seslenmişti. "Yenge!" Ruken'in ona dönmesi ile elini kalbine koyup hızla merdivenleri inmiş ve nefes nefese kalmış hâli ile, " Arkadaşım geldi, ben bakarım. Sen istersen anamları yalnız bırakma." Demişti.


"Notlar kaçıyor mu sanki? Arkadaşına söyle insan gibi çalsın kapıyı, hayvan gibi değil." Diyen yengesine sahte bir gülümseme armağan edip, "haklısın yenge, söylerim o hayvana." Demişti.


Yengesi Ruken merdivenleri çıkıp tekrar Ceylan'ın odadan girince, Dilan saçlarını elleri ile tarayıp dış kapıyı açmıştı. Karşısında gördüğü şahıs ile hem seviniyor, hemde sinirleniyordu.


"Yengeni duydum, ve seni de."


"Murat... Cidden geldin mi?"


"Yok, karşında ki bir hayvan."


Dilan ardındaki kapıyı sevinçle kapatıp hızla sarılmıştı sevgilisine, beline hızla dolanan kollar ise hemen onu kavrayınca gülüp Murat'ın boynundan öpmüştü.


"Dilan yapma, biliyorsun kendime hakim olamıyorum."


"Tamam tamam." Demiş ve ayrılmıştı sevgilisinden, mutluydu. Ta ki Murat'ın onu riske koyup, kapıyı hayvan gibi çalmasını hatırlayana kadar. Dilan gözleri ile hemen etrafı kolaçan edip Murat'ın elinden tutarak sürüklemişti köşeye, "Sakın bir daha kapıya falan gelme, tamam mı?" Demişti. Karşısında ki ise ona alttan alttan bakıp sırıtmıştı.


"Gelemezsin diye söylenen sendin, gelebiliyor muyum diye baktım. Gelebiliyormuşum."


"Gelebiliyormuşsun ama yazık değil mi bana? Ya yengem açsaydı kapıyı? O zaman bana neler olurdu biliyor musun?"


"Neler olurmuş sana bebekamın?" Demişti ama Dilan ağzını açıp konuşacağı gibi, geri kapatıp susmayı tercih etmişti. Başlarında bunca olay varken birde Murat ile daha da büyümesini istemiyordu. Olanları da Murat'a anlatmak istemediği için susmak onun için en iyisiydi. "Sonra cevabımı alırım." Diyen Murat gözleri ile Dilan'ın elindeki kitapları gösterip devam etmişti. "Ellerindekini bırakıp gel, özlemimi dindirmek için bir yerlere gidelim" demişti. Ama karşısında ki kahve gözlü yari bu söylediklerine pek hoş bakmıyor gibiydi.


"Nereye?"


"Ne demek nereye? Gelemiyorum deme sakın."


"Hayır gelirim de şey."


Murat mavi gözlerini kısıp bakıyordu Dilan'ın gözlerinin içine, "Ney?" Dilan ise çekinerek bir bahane bulmaya çalışıyordu. Gözlerini kaldırıp karışısında ki şaheser çehreye bakınca yutkunup derin nefes almaya çalıştı. "Gelemem çünkü, bugün Rojkan abim gelicek evde bir ton iş var." Kaçamaklı bakışları ile tekrar Murat'ın çehresine bakarken başardığını hissediyor gibiydi.


"Sen Hanedan'sın, yok mu evde çalışan falan?"


"Var da iş çok, yardımım gerek."


Murat anlamış gibi yapıp başını sallayınca, "Özür dilerim aşkım, onca yol geldin. Ben ise senin için bir adım bile atamıyorum." Demişti Dilan. Murat'ın ağzı konuşmak için açılıcaktı ki tekrar devam edip ekledi, "Hem sözüm olsun sınavdan sonra Orduya tatile giderim. Hep gezeriz." Murat'ın bu duyduklarından sonra dudakları kenara kıvrılmıştı.


•°•°•


Yemyeşilin hakim olduğu, dağların bulutları deldiği ve asıl havanın alınması gerektiği köyün küçük çakıllı yolundan onlarca lüks araba hızla geçiyordu. Köyün meraklıları her bir yerden çıkıp onları izlerken Rafet Çelen'in evinin önünde ani fren yapmaları herkesi daha da bir meraka çekiyordu.


Siyahın esiri olan arabalardan üst üste bitmek bilmeyen korumlar çıkınca son olarak Adar Hanedan ve torunu Hozan Hanedan arabalarından inmişlerdi. Adımları ve endamı ile tozu, dumanı yerleyeksan eden yaşlı ağa etrafını kısık gözleri ile gezdirip arkasındaki torununa döndü.


Ondan sonra tekrar önüne dönüp, birkaç adım attıktan sonra karşısındaki eski ve tek katlı evin kapısını tekmeleyerek çaldı. Onun ve torununun gözlerindeki ateş öylesine soğuktu ki Ateşin de bir nevi üşüdüğünü hissettiriyordu. Tıpkı Ceylan'ın Ali'ye olan kin'inin içindeki kayıp etme korkusu gibi.


Yakıyor ama bir o kadar da buz kesiyordu.


Bir süre sonra açılmayan kapıya tekrar tekme vurunca bu sefer gençliğinin daha başlarında olan bir kız kapıyı açmıştı "Buyurun?" Demiş ve korkunun gözlerini esir aldığını belli edercesine bakmıştı karışısında ki onca adama, "Ali iti nerde?" Diyen yaşlı ağa önünde yutkunarak duran genç kızı eli ile kenara çekip sert adımları ile içeri girmişti.


Hozan ise dedesinin arkasından öfkesini başına vura vura gitmişti. Kapıda gözleri dolan Şevval ise, içeri bakışlarını çevirmeden babasının seslerini işitmişti. "Bilmiyorum ağam." Babasının perişan sesi yüreğine damga damga vuruyordu adeta. Hele ki annesinin ağlama sesinin yükselmesine nasıl dayanabilsin ki bu genç sevdalı kız.


Şevval içeri adımlarını yöneltmeye bile korkar iken, Adar ağa ve Hozan kıyameti koparıyordu. Yaşından dolayı saçlarına aklar düşmüş adam elleri arkasında dururken torunu ağır heybeti ile Rafet'in başına silahı dayanmıştı.


"Ya it oğlunun sağ kalması için yerini söylersin. Ya da en fazla bir saate ben bulup gebertirim."


"Kaç gündür görmedik ağam, bir kabahati mi oldu?"


Başına dayanılan silah korkusundan titreyerek yere çöktürülen Rafet oğlunun yerini asla söylemeyecekti. Oğlu bir yolunu bulup kaçardı burdan asla yakalanamazdı. "Tüm terminaller de adamım var, ellerinde it oğlunun fotoğrafını ile gezip duruyorlar. Her şekilde bulup getirirler lan!" Diye bağırınca da dedesi torununu bakışları ile susturmuş ve yanına gelen korumasının kulağına konuşmasını istemişti.


Evin kadınları başka bir oda da işittikleri sesleri dinlerken, Hatice eli ile ağzını kapatmış ağlıyordu. Bir süre sonra koruma Adar Ağa'nın kulağına söyledikleri ile yaşlı adam sırtında bağlı ellerinin kenetini açıp Rafet'in ıslak gözlerinin içine ateş ile baktı.


"Torunum için it oğluna katlanıcam, ama Ceylan'ım hele bi üzülsün işte gör o zaman dünyanda ki cehennemi."


"Ağam-"


Rafet'in sözünü boğazına dizen yaşlı ağa sert duruşu ve sert bakışları ile kendi sözüne devam etti. "Torunum oğlunun çocuğunu karnında taşıyor. Gelip adam akıllı isteyip, gelin alın. Böyle de kalmaz sanma bir kızını da torunuma gelin edeceksin." Konuşması öylesine korkutucuydu ki Rafet tirtir titriyordu.


"Kimse duymadan, kimse dedikodu etmeden bu iş böyle hâl olacak."


"Dede, ne diyorsun sen? Ali şerefsizine mi vericez Ceylan'ı?"


Hozan ne kadar sinirli olsa da bacısını böylesine savunmasız ve korkar bir adama teslim etmek istemiyordu. Yüzünü bir daha görmesin ama yinede mutlu olsun. Onun isteği böyleydi lakin dedesi hem gözünün önünde hemde mutlu olmasını istiyordu. Ne de olsa Ceylan dedesinin hazinesiydi.


"Hozan! Karışma sen." Diyen Adar ağa bakışlarını torunundan çekip yerde diz çöktürülen Rafet'e çevirmişti. "Şimdi söyle it oğlunun yerini, torunumun mutluluğu için onu bağışlayıp, Hanedan damadı olarak kabul edicem."


Rafet, evinin başına yıkılmasını beklerken, sırf torununa çok düşkün bir ağa sayesinde zengin birisi olabileceğini bile düşünüyordu. Ama yinede içinde bir yalan olabilir diye sezgiler dolanmaya başladı. Ve iyice düşündükten sonra kafasını kaldırıp önünde duran yaşlı adama baktı.


"Haberim yok ağam, kaç gündür hiç görmedim."


"Tamam Refat, ama bunu da bil oğlunu bulsam öldürmem ama ölümden beter ederim."


Adar ağa küçük evden hızla çekip gidince torunu ve adamları da peşinden gitmişti. Oldukları evin önünden arabaları ile süratle uzaklaşırken adamlarına mutlaka Ali'yi bulmaları için emir vermişti.


Kapıda gidişlerini bile izleyen Şevval ise gözündeki yaşları silip yavaş adımları ile babasının yanına gidip öylece beklemişti. Annesi onlar da odadan çıkıp aynı odaya gelince hepsinin gözleri birbirine uğruyordu.


Şevval hepsinin üzerinde göz gezdirip son olarak babasına baktı. Bir sevdalısı olduğunu söyleyemeyecekti. Fakat duyduklarından sonra da onlara gelin gitmek istemiyordu. "Baba." Kısık çıkan sesi ile yutkunup, "Ali abiyi bulurlarsa ne olur?" Dedi.


"Onlar Ali'yi bulmadan biz bulalım, çabuk telefonumu verin."


Rafet eline verilen telefondan hemen birkaç tuşa basmaya başlayınca Beyda annesinin yanında durmuştu. Bu onların sorunuydu ama elbette ki üzgünlerdi, destek çıkmaları gerekti. Annesi Vahide ise Hatice'ye hâlâ, herşeye rağmen yanında durup sakinleşmesi için söylemlerde bulunuyordu.


Rafet telefonu kulağına götürmesi ile sorusunu sormaya başlamıştı. "Ali yanında mı?" Bir süre sonra yüzünün gülmesi, istediği haberi almasını belli ettirirken tekrar devam etti. "Söyle buraya dönsün." Karşı tarafın konuşmasına bile izin vermeden hemen kapatan Rafet kızlarının üzerinde gözlerini gezdirdi.


Canından çok severdi kızlarını, asla üzülmelerini istemezdi. Zenginlik bir yana dursun ayaklarına taş bile değmesindi. Oğlu ile konuştuktan sonra Adar ağa kesin bir karar verecekti ama kızları ne olacaktı? Hangisine cezayı kesecekti? Hangisinin hayatını bir zulüme, baskıya, huzursuzluğa çevirecekti?


Öylece orda kalakaldı koskoca bir aile, kimisi nasıl yapacağını düşünürken, kimisi sevdalısına ne diyeceğini düşünüyordu.


Beyda'nın ağzından;


Rafet amcam bize nasıl bir karar vereceğini söylemese de, ben nasıl bir karara varacağını tahmin edebiliyordum. Gülistan'ın da dediği gibi büyük olan o olduğu için berdeli kabul edip hem zengin olabilirdi. Hemde oğlunun canını kurtarabilirdi.


Fakat aklıma takılan şuydu ki öyle bir isteği olacaksa neden evi basan ağalara oğlunun yerini söylemedi. Ali abinin arkadaşının da olduğunu bnede tahmin etmiştim ama yinede korkak olduğu için iyice saklandığını düşünmüştüm. Kısacası amcam oğlunun yerini bilmesine rağmen yinede yerini söylememişti.


Amacı tam olarak neydi bilmiyorum ama Ali abi eve uğradığı zaman merak edilenler ortaya çıkardı. Ben annemin yanında durup sakince beklerken amcamın bana kısık gözleri ile baktığını farkettim.


Garip bir bakıştı, sanki beni çok sevdiği birşey gibi görüyordu. Gözlerini üzerimde çekmeden sırıttı ve kısa bir süre sonra yengem ile anneme çevirdi gözlerini, "Vahide, Hatice beni takip edin." Demiş ve arkasındaki iki kadın ile evden çıkmıştı.


Salonda kalan 3 kız olarak birbirimize bakarken Gülistan da ne olduğunu tahmin etsem de o kadar da olmaz diyip düşüncelerimsen vazgeçtim. Çünkü abisinin bu durumuna ve babasına silah çekilmesine rağmen gülüp, sırıtabilmeyi başarabiliyordu.


"Adar Ağa'nın iki torunu var biri buraya gelen diğeri ise Rojkan diye biri. Kesin biri bana nasip olur."


Daha isimlerini bile bilmediği adamlara sırf zenginlik için evlenmeyi bile kabul eden Gülistan, abisini iki dakika da satmayı da başarmıştı. Bu yaptığı fedakarlık falan değildi. Yaptığı tam aksine ailesini zenginlik uğruna takmamasıydı.


"Mal Gülistan, az önceki adam Hozan ağaydı ve üstelik evli, diğeri de hapiste Rojkan ağa.


Söyledikleri ile bakışlarımız Şevval'e dönerken, Gülistan sert bakışları ile, "Sen nerden biliyorsun bunları?" Demişti. Sahi nerden biliyordu? Amcam onlar hakkında bilgili olsa da biz isimlerini bile zarzor çıkarabiliyorduk.


"Şahin'den biliyorum. Eskiden onların bir tarlasında çalışıyormuş."


"Şahin kim?" Diye sorunca Gülistan bana sırıtarak bakıp Şevval'i göstererek, "bunun yavuklusu." Dedi.


Şevval bana bir sevdiği olduğunu söylemişti. Onu hatırlayınca Şahin ismine sahip olduğunu da öğrenmiş oldum.


Aklım anneme takılıp duruyordu. Amcam ne diye onları çağırmıştı? Birşey mi konuşacaklardı? Diye diye içimi çürümüştüm resmen. Amcamın bir karar alması gerekti. Karısı diye yengemin de fikrini sorabilmek için çağırmış olabilirdi ama ya annem onu ne diye çağırmıştı ki.


Biz onlar için bu evdeki beslemeydik, bizden en ufak bir şey için bile fikir almazlardı. Neydi şimdi bu yaptıkları.


Uzunca bir zaman geçti. Kızlar kendi aralarında konuşup duruyorlardı. Bazen birbirilerine küfür bile etmeyi başarabiliyorlardı. Gülistan beni takmazken bile Şevval arada bankde konuşmaya dahil ediyordu.


Benim aklım hâlâ annemde iken dış kapı açılmıştı. Kızlar ve ben içeri kim giricek diye merakla salon kapısına bakarken amcam öfkeli gözleri ile karşımızda belirmişti. "Beyda iki dakika gel!" Belli etmesem de bu bakışından korkmuştum. Fazla beklemeden hemen arkasından gittim.


Amcam dışarı çıkıp, Ali abinin intihara kalkıştığı ahıra girerken peşinden gidip ahıra girdim. Yengemi de burda görünce aklım tekrar anneme takıldı. O nerdeydi? Korkmuş ve merak ile gözlerine bakarken amcama döndüm. O ise sanki şiddet uygulayacak bir şekilde üzerime yürüdü.


"Şimdi kulağını aç beni iyi dinle." Bedenim kendiliğinden geri geri giderken yengeme bakıp tekrar amcama döndüm. "Ne oldu amca? Annem nerde?"dedim.


"Boşver anneni, beni dinle!" Diyip sesini iyice yükseltirken korkup, ne diyeceğini dinlemeye başladım.


"Abimin ölümünün üzerinden 9 yıl geçti. O yıllar boyunca seni ve anneni besleyip, sahip çıktım. Annenin canını kurtardım. Şimdide sana bir gelecek sunuyorum. Bu sunduğumu kabul etmek zorundasın."


Korkunç bakışları beni iyice gerince neyden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum. "Hiçbir şey anlamıyorum amca, ne demek istiyorsun?" Diyip gözlerinin içine baktım. O ise sanki zaman kaybı yaşıyor gibi gittikçe sinirleniyordu.


"Senin daha iyi bir gelecek görebilmenden bahsediyorum. Adar Ağa'nın torunu ile evlen. Hem Ali'yi kurtar hem de kendini."


İşittiklerimi sindirmeye çalışırak geri adımlayarak karşımda kalan iki insanın yüzüne baktım. "Sen ne dediğinin farkında mısın amca? Mahvederler beni orda." Korkum iyice tüm bedenimi esir alırken annemin çığlığını duydum.


"Benim kızım olmaz!" Öylesine şiddetli bağırıyordu ki sesin iyice bizden tarafa, hızla geldiğini anlayabiliyordum. "Anne?" Ayaklarım ahırdan çıkmak için haraket edince amcamın kolumdan sıkıca tutması ile durması bir oldu.


"Amca bırak, annem."


"Bana bak Beyda, yemin billah olsun annene hayatı zehir ederim. Ya evlen ya da geberip gidersiniz."


Tehditlerini hep duyardım ama bu kadarını da beklemiyordum. Kızlarını ve oğlunu koruyup beni kurban etmek istiyordu.


Annemin ahır kapısını tekmeleyip, yumruk attığını ve bağrışlarını duyunca gözlerim dolmaya başladı. Arkamda duran yengem sadece başını eğmekle yeltenip kalınca yaşlı bakışlarımı amcama çevirdim.


"Zaten senin bize verdiğin bir hayat değildi. Her gün elinde ölüp kaldık."


Öfkeli bakışlarını göremeden kaldırdığı büyük elini yüzüne savurdu. Attığı sert tokat ile dengemi kaybedip ellerimin üzerine düşünce, düştüğüm yerden kalkamadan tokat attığı eli ile açılan uzun saçlarımın dibinden tutup kendisine çekti.


"Nankör, abim olsa utandırdı senden."


Bu söylediği ile gözlerimden yaşlar düşünce saçımdaki eli ile başımı sertçe itip eğildiği yerden doğruldu. Tekrar darbe yemem ile ellerimin üzerine düşünce kalkmaya bile çalışmadan öylece ağladım.


Annemin kapıdaki çaresiz bağrışları ile ağlamam gitgide şiddetlenirken amcam etrafında turlar atıp konuşmaya devam ediyordu.


"Ben enayi miyim lan? Yıllarca baktım. Tek bir faydanızı görmedim."


Oysa okumak istediğimde engel olanda oydu. Çalışıp, para kazanmak istediğimde köyün dışına çıkamazsın diyen de oydu. Herşeye engel olup yine derbeder eden de oydu.


"Benim nankör yeğenim. Birgun başka bir aile için bizi bırakıp gidicen bizi ayakta tutacak olan tek kişi de Ali, soyumuzu devam ettirecek olan tek kişide Ali."


Dediklerine dayanamayarak başımı hafifçe kaldırıp kanlı gozlerim ile gozlerien baktım. "Soyumu devam ettirecek dediğin oğlun çocuğunu bırakıp kaçan bir korkak." Ben tüm bunları sinirle söylerken amcam deliye dönmüş gibi üzerime gelip düşürdüğü yerden kaldırdı.


Dolu gözlerimle yüzüne bakarken dediklerimin ne kadar ağrına gittiğini farkettim. Gerçekler ile yüzleşmesi onu daha da öfkelendirmişti ki tekrar tokat attı. Bu sefer denge de durmam için kolumdan sertçe tutarken yüzüme iğrenç nefesini savurup konuştu. "Evlenmezsen anneni muhtara kuma diye veririm. Artık dördüncü karısı olarak girer yatağına." Nefesi kadar iğrenç olan düşüncesi gözlerimin kısmasına neden olmuştu.


Bu kadar kötü olmayı istesem beceremezdim. Annem onu yengesi ben ise öz yiğeniydim. Bu kadar kötülük ve şiddet niyeydi bilmiyordum.


Amcam dediğim kalleş beni hem hırpalayıp hemde tehdit etmeye devam ederken kapı dışından gelen ateş sesi ile bakışlarımız korkuyla o tarafa dönmüştü. Açılan kapı ile annem elindeki tüfek ile içeri girmişti. Gözlerindeki korku ve endişeyi görürken amcamın üzerine yürüyüp beni kolumdan tutup arkasına aldı.


"Anne bırak onu." Dediklerimi umursamadan elindeki ile hem yengemin hem de amcamın üzerine yürümeye devam etti. "Çekin artık illet ellerinizi kızımın üzerinden!" Diyip gözlerindeki duygulara karışmış öfke ile devam etti. "Aç çakal gibi etimizi lime lime edip yemeği bırakın artık!"


Annemi böyle görmekten ben bile korkarken amcam ve yengem öylece tüfeğe bakıp duruyorlardı. "Kendi cezanızı kendiniz ödeyin. Uzak durun durun benim kızımdan." Dimdik durabilmesine rağmen gözlerinden akan yaşları farkettim. Bu kadar ağlayacak yapmışlardı anneme.


"Beyda, dediklerimi unutma!" Diyen amcam ettiğini tehditleri hatırlatırken korkuyla birkaç şey daha ekledi. "Yapmaz deme, yeminle yaparım. Artık anneni sen düşün." Son dedikleri ile korkarken annem "dinleme onları kızım." Diyip elindeki tüfeği kenara hızla atarak elimden tutup ahırda çıkardı.


Yengemin nefes alış verişleri ahırın dışından bile duyulurken savurduğu sözleri duymakta zor değildi. Annem ise onları takmayıp benle birlikte eve girdi.


Birlikte kaldığımız odaya girip kapıyı kapatınca hızla çekmecelerde ki giysileri çıkarmayan başladı. "Böyle olacağı belliydi kızım. Kendi çocuklarını koruyup seni kurban edecek kendi gibi zalimlere." Gözlerini silerek, öfkeyle küçük bir el çantası çıkarıp giysileri yerleştirmeye başladı. Ben ise yanaklarımda kuruyup kalan yaşlar ile onu ayakta izliyordum.


"Gidelim buralardan, bakarım elbet kendime de sana da. Okuturum da kızımı." Diyip derin hayallerini saya saya kurtulmayı düşünüyordu. Ama benim aklımda onun gibi hayaller yoktu. Daha çok amcamın tehditleri ve dayılarımın bitmeyen nefretinin korkusu vardı.


Burdan kaçarak amcamdan kurtulabilirdik ama ya dayılarım ne olacaktı. Annemi buldukları yerde öldüreceklerini duyurup duruyorladı.


Kuru göz yaşlarımın üzerine yeni sıcak yaşlar eklenince yavaş adımlar ile anneme yaklaşıp elindeki giysileri kenera atarak tuttum elini ve baktım yüzüne, "Annem, biz burdan gidemeyiz." Kırışmış göz altlarındaki sakinliği farkedince devam ettim. "Sen yalnızca burda güvendesin." Dedim.


Hayal kırıklığına uğramış gibi eğdi başını ve elini çekerek giysileri yavaş haraketler ile tekrar çantaya koymaya devam etti.


"Benim güzeller güzeli kızım. Yıllar geçmiş kimse bişey yapamaz."


"Hayır anne, dinle beni."


Derin nefes alıp sertçe yutkundum. Ardından gözlerimi silip önce annemi sonra da kendim küçük yatağa oturdum. "Belki ben bu evliliği kabul edip mutlu olabilirim." Olamazdım. Hem de asla! O konakta yaşayan tüm insanlar kızlarını hatırladıkça darbeyi bana vuracaklardı.


Beni burda ki halimden beter edeceklerdi ama yine de annem icinrbi fedakarlık hiç birşeydi. Annemin benim için yaptıklarından sonra benim bu kararım beni öldürmezdi.


"Sakın Beyda, huzur vermezler kızım sana."


Tebessüm edip tuttum ellerini, "Annem, kimse bana bişey yapamaz. Bak gör sende göreceksin mutlu olduğumu." Diyip tepkisine baktım. Ama o aniden parlayıp sinirle ellerini çekti.


"Sakın dedim sana!"


Ben başımı eğip kalınca oturduğu yerden kalkıp hazırladığı çantanın fermuarını kapattı. O çantayı eline alırken ben amcamın tehditlerini düşünüp hızla oturduğum yerden kalktım.


"O zaman bu evden asla çıkartamazsın beni! Hemde asla anne!"


Yüksek söylediğim şeylere bile hemen pişman olurken ona belli etmemek için çatık kaşlarım ile odadan çıkıp sertçe çektim kapıyı. Annemi geride nasıl bir halde bıraktım bilmiyorum ama ben adımlarımı dışarı yönlendirip deli gibi ağlamaya başladım.


Bir karara varmam lazımdı. Annemin hayatı ve güvenliği benim için ön plandaydı. Bunları katı bir kural gibi görüp en doğru yola çıkmam gerekiyordu.


Evin önündeki büyük kayaya oturup, gözlerimi silip gökyüzüne çevirdim bakışlarımı, babamı özlüyordum. Onun yokluğu bizi ordan tutup oraya savuruyordu adeta. Onsuz yerini beğenmeyen iki eski eşya gibiydik. Üzerimize kat kat toz düşmüş misali.


Tekrar derin derin düşüncelere dalmışken beni bu kadar çaresiz bırakan adamın sesini duydum. "Beyda!" Bakışlarım sesin geldiği tarafa dönünce amcanı sert çehresini gördüm. Oturduğum yerden kalkıp ona bakınca hızlı adımları ile bana doğru geliyordu.


Tüm adımlarını doldurup bedenini yanımda bulunca yüzüme bakıp sertçe yutkundu. "Annen elbet sana kabul etme diyecek. Ama kabul etmek zorundasın. Sana bir harika bir gelecek sundum. Zengin bir kocan olucak. Lezzetli yemekler yiyip, fuzel kıyafetlerin olucak." Saymaya devam ederken tiksinerek bakıyordum yüzüne.


"Şimdi ben anneni oyalarken sen git." Diyip elime 200 lira verdi. "Bu para ile köy servisine binip şehire git sonra Hanedan konağını bulup berdeli kabul ettiğimizi söyle ve onların gelini ol."


"Amca?"


"Ben anneni oyalarım. Geceye varırsın zaten, gittiğin zaman Adar ağaya onunla konuşmak istediğimi söyle."


Ben yüzüne bakıp başımı olumsuzca sallayınca yüzündeki öfkeyi hemen beliriverdi. "Sana yemin olsun Beyda, dedigim herşeyi yaparım. Ya anneni o muhtara dördüncü kuma diye veririm. Ya da dayılarına ulaşıp kardeşiniz namussuzluk etti gelip alın derim." Söyledikleri ile hem şaşırıp hemde öfkelenince dayanamayıp yüzüne düşüncelerimi savundum.


"Allah senin belanı versin aciz adam."


Kaldırdığı elini kaldırıp yüzüme vuracak iken son anda elini durdurup geri indirdi. "Dua et şimdi gidiceksin yoksa gösterirdim ben sana nankör, hain."


Elime sıkıştırdığı 200 lira ile beni kolumdan tutup çekmeye başladı. Bakışlarım eve dönünce gözlerimden tekrar yaşlar gelmeye devam etti. Anneme bir veda bile edemiyordum.


Kısa bir süre sonra köy servisinin olduğu yere getirmişti beni, köyün dışını görmek böyle nasip olmuştu bana, "gözlerini sil!" Diyen amcama içimden küfürler saydırıp gözlerimi sildim.


"Dediklerimi unutma."


Son dediği ise bu olurken, beni bir akşam vakti orda yalnız bırakarak arkasını dönerek hızla evin yolunu tuttu. Onu arkasından izlerken bir kez olsun arkasını dönmedi. Servis şoförü kornaya basınca yutkunup yavaşça bindim.


Yolculuğum başlarken geride bıraktığım annemi düşünüyordum. Kim bilir şimdi ne yapıyordu. En son ona bağırıp kapıyı üzerine sertçe çekmiştim. Bu muydu benim ona olan sancılı vedam...


 


 


İlk bölüm sonuna gelmiş bulunmaktayız. Yazım hataları için özür diliyorum.


Kurguyu nasıl buldunuz?


Karakterleri peki?


Başrolümüz Rojkan hakkında meraka girdiğinizi az çok tahmin edebiliyorum. Bu bölümde kendisini göremedik çünkü öyle olması gerekiyordu. Fakat 2. Bölümde onu da artık aramızda bulucaz.


Lütfen yıldıza basmayı ihmal etmeyin :)


2. Bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın, hoşçakalın... 🙈👋🏻


 


Kelime sayısı:


6284


• • •


Loading...
0%