Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.NOTA🎵

@nazo_65

Barut'un Nota'sı adlı yeni kurgum,

Çok uzun zaman önce Hâre'den bile önce aklımda olan bir kurguydu.

Bir yerden duyduğum aheste ismi bana bu kurguyla ilgili bir sürü şey anımsattı. Bir müzik öğretmeni olan Aheste, beni bir asker kurgusuna sürükledi. Yazmam için diretti kalbim.

Yazıcam ve umarım okunur.

 

İyi okumalar...

 

Bu hikâye susup içine atanların hikayesi. Onların içinde yanan ateşe alevlensin diye attıklarının oluşturduğu ateşi söndüren birer damla su, sizlersiniz. Bir damla su belki buhar olup gider, o yangında. Ama binlerce damla su söndürür o ateşi...

 

Bu hikaye alevleri can yakan ateşlere, binlerce damla su olan sizlere...

 

"Şehit öğretmen Şenay Aybüke Yalçın'ın anısına..."

 

-BARUT'UN NOTA'SI-

 

Azerbaycan Cumhuriyeti

 

 

10/04/1998 BAKÜ

 

Balahanım karnı burnunda bakü sokaklarında yürüyüş yapıyordu. Temiz hava, insanlar, yürüyüş 9 ayını tamamlamak üzere olan karnındaki kızına iyi geleceğini düşünmüştü. Yavaş adımlarla elinde taşıdığı poşeti bir an önce eve ulaştırmak istiyordu.

 

Kocasının çok sevdiği helvadan yapacaktı. Onun için Azerbaycan'a taşındığından beri yaban topraklarda yiyip içmeden düşmüştü. Kocasına çok aşıktı balahanım. Ondan uzun bir aradan sonra bir kızı olmuştu.

Onun çocuğunu karnında taşımaktan mutluluk duyuyordu. Doğumuna az bir zaman kalmıştı.

 

Kızını heyecanla bekliyordu. Herşeyini düzenlemişti. Azeri olduğundan kocasının da türk geleneklerine saygı duyuyordu.

Kayınvalidesi yoktu. Uzun bir zaman önce ölmüştü. Ailesinden sadece erdem kalmıştı. Mesleği sayesinde tanışmışlardı balahanım'la.

 

Asker olduğundan yurtdışında ülkesini temsil etmek amacıyla Azerbaycan'da bir toplantı düzenleyecekti. O vasıtayla hayatının kadınını bulmuştu. Balahanım ülkesini 8 yıl boyunca bırakmıştı.

Türkiye'de yaşıyordu. Kızını memleketinde doğurmak istediğinden

Erdem onu kırmamıştı. Karısını ülkesine getirmişti.

 

Balahanım evine doğru giderken yoluna çıkan bir çiçekçi gördü. Rengarenk çiçekler satan kadının çiçek arabası çok güzel görünüyordu.

İlkbahar'ın başıydı. Havalar tam ısınmamıştı ama sıcaktı. Üstünde geniş bir elbise vardı. Karnından dolayı rahattı. Çiçekçinin yanına vardığında çiçeklere göz gezdirdi.

Karnını severek çiçeklere baktı.

 

" Kızım hangi çiçeği alalım?"

Dediğinde sanki cevap verecekmiş gibi bekledi. "Mənim bacım sadəcə körpədir, sizcə cavab verəcək?" Dedi çiçekçi kadın. "Verir benim kızım. Bir şekilde yanıt vermenin yolunu bulur." Karnına bakıp sevdiğinde aklına gelen yöntemle kadına baktı.

 

Gülümseyerek "Ben çiçeklere dokunacağım. Sende hangisini istiyorsan karnımı tekmele tamam mı?" Aklınca kızının onunla anlaşma yaptığını sanmıştı. Çiçeklere baktı. Fazla çeşit yoktu. En baştaki çiçeğe dokunarak başlamıştı.

 

Papatya...

 

Hiçbir tepki vermedi.

Kadın güldüğünde, Balahanım ikinci çiçeğe geçmişti.

 

Begonya...

 

Buna da tepki vermedi.Üçüncü çiçeğe geçmişti.

 

Sümbül teke...

 

Buna da hiçbir tepki göstermedi.

"Bacım, sənin qızın heç birinə bu sürətlə cavab verməz."

Balahanım aldırış etmeden dördüncü çiçeğe geçmişti.

 

Nergis çiçeği...

 

Biraz bekledi. Belki çok hızlı geçiyordur tepki veremiyordur diye düşündü. Karnında hissettiği acıyla geri savruldu. Nergis'i seçmişti.

Ama hissettiği sancı sadece çiçeği seçtiğini işaret etmiyordu.

Çiçekçi kadın gülümseyerek balahanım'a bakarken "Nərgiz seçdi?" Diye sordu. Balahanım karnını okşarken sancısı az da olsa diniyordu.

 

Başını salladı çiçekçi kadına doğru.

"Sen bana nergisi paketle." Sancısı gitgide artıyordu. Her zaman ki sancılar sanıyordu ama öyle değildi.

Çiçekçi kadın paketlediği nergisi balahanım'a uzattı. Balahanım güçlükle çantasından çıkardığı parayı çiçekçi kadına uzattı.

 

"Bacım qalsın, hədiyyəm olsun."

Balahanım acıyla gülümsedi. "Teşekkür ederim." Karnını tuttu. Sancı hâlâ devam ediyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Sancı arttı.

Artan sancıyla çığlık atmıştı.

Çiçekçi kadın yanına geldiğinde balahanım yerdeydi.

 

"bacı yaxşısan?" Diye sordu.

Balahanım korkuyla kadına bakarken birşey hissetmişti.

"Suyum geldi!" Nefes nefes bağırdı.

Çiçekçi kadın şaşkınlıkla ne yapacağını şaşırmıştı.

 

"Sakin ol, telefonunu ver, ərinə zəng edim.!" Balahanım telefonunu çıkarırken kadın ambulansı aramıştı.

Balahanımdan telefonu alıp kişilere bakarken "ərinizin adı nədir?" Diye sormuştu. "Er-" nefes nefeseydi.

"Er-erdem?" Dedi dişini sıkarken.

Kadın numarayı bulup aradığında dakikasında açılmıştı telefon.

"A-alo erdem!" Dedi zorlukla.

 

"Bala! iyi misin?" Sesinde endişe vardı.

"Doğuruyorum!" Tek nefeste bağırmıştı. "Ne!" Diye bağırdı."Tamam sakin ol. Yakınında biri varsa yardım iste. Ben hemen geliyorum. Sakin ol balam sakin ol güzelim. Kızımız için dayan."

"T-tamam b-bir kadın yardım ediyor.

H-hastaneye gidiyoruz. Sana konumu atar. Er-erdem..." Dedi. Sesinde korku vardı. Kızı için dayanmalıydı. Son nefesine kadar...

 

"Efendim balam?" Dedi erdem.

Sesli nefes alışverişi veren bala nefes nefese telefona yaklaştı. "Seni çok seviyorum." Dedi. Zorlanmadan nefesi kesilmeden tek seferde söylemişti.

Gözyaşı akıp telefona düşerken.

Erdem'in sesi geldi.

"Bende seni seviyorum balam ben de seni seviyorum." Telefon kapandı.

 

Ambulans gelmişti. Bala hanım yerde acı içinde kıvranıyorken, sağlıkçılar getirdikleri sedyeye taşıdılar.

Bala acıyla kıvranıyordu. Zordu biliyordu. İlk doğumuydu. Daha önce hiç çocuk doğurmamış bir kadındı.

Sağlıklı değildi. Hamilelikte de doğumda da...

 

Ama bildiği birşey vardı. Kızı ve kocasıyla mutlu olmanın tek yolu.

Dayanmak. Tek dayanağı dayanmaktı.

Ve umudunu hiç yitirmemek. Erdem ona böyle söylemişti. Solmuş bir çiçeğe bile umut edersen o çiçeğin tomurcuğu güldürür yüzünü.

Bala'nın herşeyiydi erdem. Erdem'in de bala. Birbirlerine sığınak olmuş birer umut yoksunu iki aşıktı onlar.

 

Onların tomurcuğu ise bala'nın karnında ki kızdı. Umudun hiç bitmeyeceğinin simgesiydi onlar için.

Erdem'in sözünün ispatı, bala'nın ise yüzünde oluşan o tebessümdü. Herşeye rağmen bala'nın yine tek umudu oydu. Erdem için kızı için hayattaki iki varlığı için tek umudu dayanmaktı.

 

Ambulansa çiçekçi kadın da binmişti.

Elinde nergis çiçeği vardı. Diğer elinde de bala'nın çantası. Endişeliydi.

Daha önce hiç görmediği tanımadığı bir kadın için endişe ediyordu.

Tezgahını öylece bırakıp ambulansa binmişti.

 

Bala'nın aklından o an tek şey geçti.

O da bir anne...

Ya da insanlık duygusunu kaybetmemiş bir kadındı. Bilemezdi.

"Te-tezgahın or-orda kaldı." Dedi güçlükle. Kadın güldü. Ağarmaya yakın siyahla karışmış beyaz saçlarını örmüş yana vermişti. Çiçekli elbisesiyle cıvıl cıvıldı.

 

Elindeki nergislere bakarken sesli bir nefes verdi. "Mən sənin yerində olsaydım, məni yoxsa sayğac haqqında düşünərdin?" Diye sordu.

Bala acıyla güldüğünde "haklısın." Dedi sadece. "sən azərbaycanlısan?" Kadının sorusu bala'yı gülümsetti. Azeri olmak onun için gururdu. Türk olmak da öyle. Ülkesine aşık bir kadındı.

 

Erdem ona aşık olmak sadece insana karşı duyulan birşey olmadığını söylerdi. Bazen çiçeğe böceğe o çiçeğin böceğin vatanına yurduna bile aşık olabileceğini söylemişti. Babası gibi nasihatler verirdi hep. Belki de bu yüzden ona bir baba kadar sıcak bir dost kadar sırdaş bir eş kadar eşsizdi. Erdem bala'nın şansıydı.

 

"Evet azeriyim." Dedi gururlu bir sesle. Kadın gülümsedi. Elindeki nergisleri aldı. Sancısı hâlâ devam ediyordu. Kan ter içinde kalmıştı.

Hâlâ kavranırken güçlükle nergisleri aldı. Burnuna doğru ağır ağır götürürken derince kokladı. Çok güzel kokuyordu Nergisler. Kızının seçimiydi. Nergis kokusu az da olsa dindirmişti korkusunu.

 

Çiçekleri göğsüne bastırdı. Takılan serum sancısını dindirmemişti. Acıyla kavranırken çiçekçi kadın elini tuttu.

"Sizin əriniz də azərbaycanlıdır?" Birden sordu. Bala güçlükle ondan taraf dönünce, "yok o türk. Asker aynı zamanda." Kadın şaşkınlıkla baktı.

Bala kadının bakışlarının sebebini merak etti. "Niye öyle baktın?" Diye sordu. Kadın gülümseyerek konuştuğunda bala'ya gururla baktı.

 

"Siz həm türk, həm də əsgər olan bir adamla evləndiniz. Çətin deyilmi?" Bala güldü. Başını iki yana olumsuz anlamda salladı. "İnsan sevince herşey kolay geliyor. Asker olsun, türk olsun. Farketmez. Asker karısı olmak kadar gurur verici birşey yok bu dünyada." Kadın gülümsedi.

 

Sonunda hastaneye varmışlardı.

Ambulans durduğunda içerden gelen başka bir sağlık ekibi sedyeyi alıp

Bala'yı içeri götürdü. Elinde tuttuğu nergisleri çiçekçi kadına uzattı.

"Bunları kocama ver. Gözü gibi baksın. Sakın solmasınlar." Dedi son kez kadın çiçekleri alıp ameliyathanenin önünde durdu. Otomatik kapı kapandı. Kadın kenarda duran sandalyelerin birine oturdu. Bala'nın telefonunu açıp Erdem'e bulundukları hastanenin konumunu attı.

 

Bekledi sadece.

 

Erdem yarım saat içinde hastanenin koridorunda belirdi. Karşısına çıkan ilk hemşireye sesli bir şekilde karısının alındığı ameliyathaneyi sordu. Hemşire çiçekçi kadının önünde oturduğu ameliyathaneyi gösterdi. Çiçekçi kadının bakışları Erdem'den taraf döndüğünde, erdem çoktan kadının yanına varmıştı.

 

"Karıma yardım eden hanımefendi siz miydiniz?" Çiçekçi kadın karşısında koca heybetiyle duran erdem'e baktı.

Telefonda konuştuğu adamın asker olduğunu öğrenmişti. O yüzden yargılamamıştı duruşunu. Uzun boyundan dolayı ona aşağıdan bakıyordu. Sorduğu soruya karşılık

"bəli mən idim." Erdem kadının konuşmasını az çok anlayabiliyordu.

Bala sayesinde Azeri kelimeler tanıdık geliyordu ona.

 

"Durumu nasıl? Niye birden sancılandı? Ağır birşey mi kaldırdı?" Art arda sorduğu sorular kadının hangisine cevap vereceğini şaşırtmıştı. "Sakin ol, qadin 9 ayliqdi, usaq hemise orda qalmayacaq, dogum vaxti gelib." Çocuğun 9 aylık olduğunu hep orda kalmayacağını sakin olmasını söylemişti. Ama erdem sadece 9 aylık kelimesini anlamıştı.

Kadının şivesi hızlıydı zaten birde Azeri olduğundan anlamak mümkün değildi.

 

"Off!" Derken alnını sıkıntılı nefesler eşliğinde ovaladı. Ameliyathanenin kapısı açıldığında içerden gelen doktora çevrildi bakışları. Çiçekçi kadın merakla doktorun ne diyeceğini beklerken erdem "durumu nasıl?" Diye sormuştu. Doktor maskesini açıp umutsuz bakışlarını sergiledi.

 

"Açığı, vəziyyət ağırdır." Dedi. Erdem şaşkınlıkla bakarken ne dediğini anlamaya çalışıyordu. "N-ne ağırdır? Karımın durumu nasıl doktor!" Diye bağırdı. Çiçekçi kadın erdem'i sakinleştirmeye çalıştığında erdem bir hamleyle kurtuldu. Doktor, "Həyat yoldaşınızın doğulması risklidir. Uzun bir prosesdən sonra artıq uşağınız oldu. Hamiləlik dövründə də risklər var idi. Doğuş zamanı çox qan itirə- bilərsiniz." Sıkıntılı bir nefes verdi.

"Deməli, ya arvadını, ya da qızını seçməlisən. sadəcə kiminsə həyatı."

Ya bala'yı seçecekti ya da kızını.

 

Uzun bir aradan sonra ilk defa çocukları olmuştu. Bir kızı olacaktı.

Beraber büyüteceklerdi. En büyük hayaliydi bala'nın. Şimdi ise bir hayat seçmek zorundaydı ya karısı ya da kızı. Belki çocukları bir daha olmazdı.

Ama bala o ölürse erdem yaşayamazdı. Hiç doğmamış çocuğunun belki hiç görmeyeceği bir dünyaya gelmesi bala'nın ölmesine neden olurdu. Erdem'in iki canı da tehlikedeydi.

 

"Onu görmek istiyorum!" Diye bağırdı. Doktor elleriyle sakin işareti verdiğinde "Yaxşı, arvadın oyaq olduğunu görə bilərsən, amma tibbi paltar geyin." Tıbbi giysi giymek şartıyla onu görebilirdi. Hemşire geldiğinde erdem'e yolu gösterdi.

Tıbbi giysileri giyip yoğun bakıma girdi. Karısı oradaydı. Yatakta yatıyordu. Uyanıktı. Ağlamıyordu bilmiyordu. Bir candan vazgeçileceğini bilmiyordu.

 

Mutlu gibiydi. Sanki kızını sağ salim doğuracak hayal ettiği gibi ona bakacaktı. Erdem ağır adımlarla yatağa ilerlerken bala'nın bakışları ona çevrildi. Heybetli duruşu çökmüş gibiydi. Bala'nın dikkatinden kaçmamıştı. "Erdem, ne dikiliyorsun orda gelsene." Dedi zayıf bir sesle.

Erdem ağır adımlarla bala'nın yanına vardı. Yatağın hemen yanına çöktü.

 

"Doktor niye ameliyata almıyor. Bir terslik mi var?" Nasıl söyleyecekti?

Ona kızının öleceğini nasıl söylerdi?

Ya da kızını yaşatmak isteyecekti.

Ölmeyi göze alırdı. Ona kavuşamadan ölmeyi göze alırdı. Kızını öldürmezdi.

Erdem elinde ki nergisleri bala'ya uzattı. Gözyaşı aktığında bala endişeyle doğruldu. "Noldu? Doktorlar kötü birşey mi dedi? Erdem konuşsana! Birşey söyle kızıma birşey mi oldu?" Erdem bala'yı göğsüne bastırdığında bala ağlamaya başladı.

 

İçinde kötü bir his vardı. Biliyordu. Birşey olacaktı kızına. "Söyle kızıma birşey mi olacak?" Yüzünü yüzüne çevirdi. "Doktorlar." Dedi güçlükle

"Ya senin ya da kızımızın öleceğini söyledi. Eğer onu doğurursan sen ölürsün. Yaşamak istiyorsan o ölücek." Bala'nın gözleri korkuyla açıldığında geri çekildi. "Hayır hayır hayır o ölmeyecek! O ölemez! O daha çok küçük. Ölemez!" İnkar etti bağırarak. Ölmeyi çoktan kabullenmişti. Erdem izin vermezdi.

Bala'yı bırakmazdı.

 

"Balam, güzelim. Senin ölmene izin veremem. Seni asla bırakmam. Yapamam. Olması gereken bu."

Bala başını salladı olumsuz anlamda.

Kabullenemiyordu. Bir canı öldürüp canına can katmak günahtı. Onun için cana can katmak değil, candan can almaktı. Kızını biricik evladını öldüremezdi. "Erdem," dedi yalvarırcasına. "Bala, yapma isteme benden bunu." Gözyaşını silip "Erdem." Dedi tekrardan. "Söyle balam." Dedi erdem. "O yaşasın. Canımdan kanımdan bir kızım herşeyden önce evladım. Bir daha çocuğumuz olmayacak. O bizim, senin son şansın. Son umudun. O daha çok küçük. Onun nefes alması yaşaması gerek. Yapamam." Erdem bu sefer başını salladı. Olumsuz anlamda.

 

"Ben seninle çocuk yapmak için çıkmadım bu yola. Hastalıkta sağlıkta dedim ben sana. Ölümde kalımda her an yanındayım. Ama sen gidersen benim artık kimim kalır? Balam yapamam." Balam elini tuttu. Türk bayrağının olduğu yüzüğün üstünü öptü. Gözyaşı eline döküldü. "Her an yanımdasın. Her kararımda. Erdem

Ben kızım yaşasın istiyorum. Yalvarırım lütfen." Hıçkıra hıçkıra ağladı. Erdem başını geniş göğsüne yatırdı. Karısı ölmek istiyordu ve dünyada ki en çaresiz andı.

 

Kaç savaş görmüştü. Kaç şehit vermişti. Kaç kere ölümden dönmüştü. Acılarına bir yenisi daha eklendi. Karısını, bala'sını biriciğini kaybedecekti. Çünkü karısının isteği buydu. "Beni Türk askerini nasıl bırakacaksın?" Acı tebessümü belirdi bala'nın yüzünde.

 

"Askerim şehadete ereceğim. mutluyum. Kızım yaşayacak mutluyum. Ben bir asker yareniyim mutluyum. Senden bana gelen herşey başım gözüm üstüne. Ben senle mutluyum. Başımı koyduğun şu göğsün vatanım." Erdem'in yüzünde ki iz. Elmacık kemiğinden yanağından aşağı kadardı. Bıçak yarasıydı.

İzi kalmış leke bırakmıştı.

O her ne kadar rahatsız olsa da bala ona hayran kalıyordu her hâliyle.

O iz yaptığı kahramanlığının simgesiydi.

 

"Doktora haber verdin mi?" Erdem ağır ağır ayağa kalktı. Gözyaşlarını sildi. "Birazdan kararını bildiricem."

Bala bakışlarını kaçırdı. Belki de bu onu son görüşüydü. Belki de sevdiği adamı görme ihtimali vardı. Kim bilebilirdi ki. "Bu seni son görüşüm." Dedi kısık sesle. Erdem odanın ortasında bir o yana bir bu yana gelip gidiyordu. "Erdem." Erdem'in gözleri bala'ya çevrildi. İçi gidiyordu. Sevdiği kadını ölüme terkettiği için yüreği yanıyordu.

 

Komodinde ki nergisleri alıp kokladı.

Hala aynı kokuyordu. "Kızımla beraber seçtik. Ben dokundum o seçti.

Nergisleri koklarken bile kokusu yatıştırdı beni." Erdem'in bakışları çiçeğe döndü. "Kızımızın adı ne olsun erdem?" Acı acı sordu. Erdem'in mahmur bakışları bala'ya döndü.

Bir adı olsundu. Onu anlatsın. Ona yaraşır olsun.

 

"Aheste." Dedi tek nefeste. "Aheste olsun." Aheste güzel isimdi. Babasının kızı aheste, annesinin kızı aheste

Asker kızı, Azeri kızı, Türk kızı Aheste.

"Aheste. Güzel isim. Manası nedir?"

Diye sordu. "Ağır ağır, yavaş Yavaş demek. Hızla akıp giden değil. Ağır başlı aheste aheste giden demek."

Bala gülerek karnını sevdi.

"Ahestem. Güzel kızım." Gözyaşı dökülüp eline düştü. "Aheste." Dedi kısık sesle. Adına doyamadığı kızına bir daha adını söyleyecek fırsatı bulamayacaktı.

 

İçeri giren hemşire "doktor bey ameliyat hakkında görüşmek istiyor."

Dedi. Erdem "geliyorum." Dedi ve

Bala'ya baktı. Ellerini tutup alnını öptü. Derince.

Kokusunu çekti içine.

"Balam,karım, güzelim, iki gözüm. Asla unutma ki senin yerin benim gönlümdür. Gönlümden öte yüreğimin bir parçasıdır. Seni unutmam unutamam. Aklıma kazıdım bir kere bir daha silinmez.

Kara toprağa karışsan da kara toprakta yaşasanda seni unutmam iki cihanda da. Kızımıza ömrüm yettiği kadar gözüm gibi bakacağım. Gerekirse ona ana da baba da olurum.

Canımın cananını vatanımı koruduğum gibi koruyacağım."

 

"Balam, asla unutma Azeri gelinim

Sen benim karımdın ve hep öyle kalacaksın. Sende sonra hiç kimseye yoldaş demem." Bala ağzını açmış konuşacakken erdem susturdu onu.

"Şşş, bana senden ötesi yoktur. Beriside. Sadece sen varsın ve sen kalacaksın. Seni seviyorum ve hep seveceğim. Balam." İsmini kısık sesle söylemişti. Söyledikleri bala'yı hüngür hüngür ağlatırken başını geniş göğsüne bastırdı. Gözyaşları ıslatırken koynunu, erdem'in yaptığı tek şey dirayetli olmaya çalışmaktı. Biriciği bala'sı ölüyordu. Dirayetli olmak da niyeymiş.

 

"Erdem." Dedi bala burnunu çekti. Gözyaşlarını sildi. Kehribar gözlerini dikti erdem'e gözünün hemen altında ki bene baktı erdem. Dünyasıydı. Bir çift Kehribar, dünyası o ben ise bakmaya doyamadığı en kıymetlisiydi. Parmağının ucuyla beni okşadı. "Söyle balam." Dedi kısık bir sesle. Bala kolunu okşarken başını omzuna yatırarak, "bana bir kere Azerice seni seviyorum der misin?"

Erdem güldüğünde bala da gülmüştü.

Ne zaman mutsuz olsalar erdem'in bir türlü beceremediği Azeri dilinin bildiği tek cümlesi oydu. Ezberlemişti.

Bala'yı nasıl ezberlediyse.

 

"Mən səni sevirəm." Dedi. Bala gülümsediğinde "Mən səni sevirəm." Demişti. Erdem bala'yı son kez öpüp ayağa kalktı. "Nergisleri." Dedi bala

"Al. solmasınlar kızımı kucağına aldığın ilk an nergisleri koklat ona. Hayatının geri kalanında bile ona hep nergis al. Aldır. Onlarda arasın kokumu. Beni ne zaman özlerse Azerbaycan nergisi ver ona. Doya doya koklasın. Çünkü ben iki dal Azeri nergisinde saklı olacağım. Kaderim buymuş. Kızım da bilsin. Aheste'mi doya doya kokla öp benim için. Ve ona iyi bak." Dedi son kez.

 

Bir nota kadardır insan. Görünürde yoktur. Sesi vardır o kadar. Kalını, incesi, tizi... her türlüsü vardır.

Ama kendisini gören yoktur. Bir araya geldiler mi, öyle bir Melodi çıkar ki ortaya. Kiminin derdinin kiminin neşesinin ortağı olur. Bala'nın notası kısa ve ağır ağır sürdü.

Aheste aheste ama sessizce bitti onun notası.

 

Doğum başlamıştı. İçerde bala'nın çığlıkları yükselirken, erdem'in yüreği bir kez daha o çığlıklarla yandı.

Karısı içerde can çekişirken yaptığı tek şeydi Çaresizce beklemek.

Sesler kesildi. Çığlıklar sustu.

Erdem'in nefesi ağırlaştığında anlamıştı. Bala'sının nefesinin kesildiğini.

 

Bir bebek sesi geldi. Seslice ağlayan bir bebek sesi. Kızı gelmişti. Aheste'si

Doğmuştu. Annesi gözlerini dünyaya kapatırken o dünyaya açmıştı.

Annesi çığlıklarla ölürken, o çığlıklarla doğmuştu. Annesiz doğmuştu.

 

Ameliyathanenin kapısı açıldığında içerden beyaz çarşafla örtülmüş ölü bir beden, hemşirenin kucağında beyaz çarşaflara sarılmış minik, nefes alan bir beden. Erdem karısının yanına koştuğunda, yüzündeki çarşafı çekti. Soluk bedeni, terden yüzüne yapışmış siyah saçları, bir daha açmamak üzere kapattığı kehribar gözleriyle öylece yatıyordu. Erdem son kez gözünün altındaki beninden öptü. Derince...

 

"Açığı, bu vəziyyətdə nə deyəcəyimi bilmirəm. Arvadınıza görə üzr istəyirəm. başsağlığı verirəm."

Doktorun sözleri erdem'in bakışlarını aheste'ye çevirmişti. Bağırarak ağlıyordu. Hemşireden alıp yüzüne baktı.

 

Kehribar gözleri vardı. Annesininkiler

Gibi. Gözünün altında beni vardı annesi gibi. Annesinin kopyasıydı aheste. Erdem çiçekçi kadından nergisleri istediğinde, kadın çiçekleri uzattı. Bir tane nergis koparıp minik burnuna tuttu. Koklamasını bekledi.

 

Sakinleşmişti. Susmuştu. Nergisin kokusu aheste'yi susturmuştu.

Kızını derince koklayıp öptü.

 

Aheste'nin kaderi buydu. İki dal nergiste saklıydı annesi.

Onun notası aheste aheste işleyip uzun sürecekmiydi?

 

Yoksa annesinin kaderine mi çekecekti. Annesi gibi bir askere mi yaren olacaktı? Annesi gibi yabancı birine mi aşık olacaktı? Onun gibi mi ölecekti?

 

"Bütün anneler içlerinde kızlarını ve bütün kızlarda içlerinde annelerini taşırlar."

 

-Carl. G. Jung-

 

~~~~~~~

Loading...
0%