Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.NOTA🎵

@nazo_65

"Ah! Diye inlerken bile içinde bir şükür

Duygusu vardır. Acında da hüznünde de kendinsindir."

 

*Doğan Cüceloğlu

 

"Şehit öğretmen Şenay Aybüke Yalçın'ın anısına..."

 

 

-Türkiye Cumhuriyeti-

 

ANKARA/ETİMESGUT

 

 

İnsanlar birbirlerini hayatlarında bir belki iki kere görürler. Üçüncü görüşte, bu artık hayatın bir tesadüfü değil, oyunudur. Ya kader ağlarını örer. Ya da birbirlerinin kaderi olurlar. İki gönülden biri umut eder, diğeri onu arar. Birbirlerini buldular mı, gönülleri çekimlenir birbirine.

İnsan budur ya; birbirlerinin kaderi olmak için doğmuşlardır ve birbirleri için ölürler.

 

Bir kadının kalbi umut etti. Ve yine bir kalp onun umudunu sezdi. Kader ağlarını ördü ve o iki insan birbirlerinin kaderi oldular. Son nefeslerini ise birbirleri için verecekler...

 

İnsan sevdiği işi yapınca, o işe emek verince daha istekli oluyor. İşime, çocuklara saygı ve sevgiyle bağlıydım.

En büyük hayalim olmasa da işim bazıları için bir hayaldi.

 

Öğretmen olmak kutsal bir meslektir.

Matematik, Türkçe, fizik, kimya, beden, müzik her dersin öğretmeni bana göre birer kutsal meslek emektarı. Onların alın teri elinde büyümüş olan öğrencilerin iyi yerlere geldiğini görmektir.

 

Ben de kendi öğretmenimin alın teriyim. Sadece biri. İlkokul öğretmenim. Bir tek onun Hatrı bende sayılır. Ben bir tek onun elinden çıktım. Geldiğim bu güzel, kutsal mesleğin teminini o sağladı.

 

Ben de şimdi tıpkı onun gibi bir öğretmenim. Belki branşım farklı ama dediğim gibi her branşın öğretmeni birer kutsal meslek emektarı.

Müzik öğretmeni olmakta bir hayli emek istiyor. Sesi güzel olan, hayali olan, birşeyler çalabilen... Bir sürü çocuk, genç hepsi senin sayende bir yerlere varıyor. Bunu bilmekte güzel.

 

Bunu bilerek işini yapmakta beni bir hayli mutlu ediyor. İşim gereği fazla yoruluyorum. Küçük çocuklara hiç bilmedikleri notaları ilk enstrümanları olan melodikalarla öğretmek. Sesi güzel ama ne yapacağını bilmeyen bir gence yol göstermek. Bunlar bir hayli yorucu ama günün sonunda o küçük yorgunluklar bir sürü marifetler doğuruyordu. Mutluluğun zirvesiydi

Benim için.

 

"Çocuklar! Beni dinler misiniz bi!"

Artık bağırmaktan boğazım Ağrısa da iki çift kelime ettirmiyorlardı. 3. Sınıflardı. Bundan sonra ise 10. Sınıf bir sınıfa dersim vardı. Onlar biraz daha olgundu en azından sus diyince susmayı bilirlerdi. Ama küçük çocuklara söz geçirmek bir hayli zordu.

 

Susup beni izlediklerinde, hepsine teker teker baktım. "Çocuklar şimdi biliyorsunuz ki ben bir öğretmenim ve sizlere sizin gibi nice öğrencilere ders verdim ve vermeye devam ediyorum. Siz şuan şehirde yaşadığınızdan imkânlarınız elverişli.

Ama sizin gibi şanslı olmayan birçok

Çocuk var ve o çocukların eğitime ihtiyacı var."

 

Beni dikkatle dinlerlerken, arada fısıldaşanlar vardı. Ali parmak kaldırdığında "öğretmenim niye böyle konuşuyorsunuz?" Diye sordu.

Gülerek baktığımda benim sözlerimin biraz daha açık olması gerektiğini anlamıştım.

 

"Ali'cim ben şunu anlatmaya çalışıyorum, artık size ders veremeyeceğim." Dediğimde hepsi hep bir ağızdan "Aaa!" Demeye başladılar. Kimisi "Niye?!" Kimisi "Nereye?!" Diye sorarken sesler birbirine karışmıştı. "Susun! Anlatıcam!, bir durun!" Dediğimde ortam yine sessizliğe büründü.

 

"Tayyinim başka bir şehre çıktı çocuklar." Sesim gür çıktığında boğazımda oluşan yumru konuşmamı engelliyordu. Onlardan ayrılmak zor olacaktı. Alışmıştım hepsine.

Nâre elini kaldırıp söz hakkı isteğinde

"Evet nâre." Dedim. Kızlar her zaman söz ister el kaldırırdı. Erkekler de el kaldırırdı ama söz hakkı vermemi beklemezdi. Bunun en büyük örneği az önce Ali'nin söz hakkı isteme şekliydi.

 

"Nereye çıktı öğretmenim?" Diye sordu. Çipil çipil bakan mavi gözleriyle çok şirindi. "Diyarbakır Lice'de Bayırlı diye bir köye. Orda bir ilkokul ve ortaokul var artık görevime orda devam edeceğim." Hepsine baktığımda. Üzgündüler.

"Öğretmenim gitmeyin. Lütfen eğer bizim yüzümüzden gidiyorsanız söz bir daha bağırmayacağız. Ama siz gitmeyin." Nâre'nin sözü üstüne hepsi aynı anda "Lütfen!" Demeye başladı.

 

"Çocuklar! onunla alakası yok, nârecim üzgünüm tatlım ama benim elimden birşey gelmiyor. Gitmek zorundayım. Hem ben sırf sizin yüzünüzden gitmiyorum, orda da bir sürü çocuk var sizin gibi. Onların da eğitime ihtiyacı var. Biraz düşünceli davranalım ben size bunu öğrettim.

Şimdi gelin hepinize hediyelerinizi dağıtayım ondan sonra da sarılalım ve beni hiç unutmayın olur mu?"

 

Masaya dizdiğim hediyelerin isimlerine bakarak teker teker çağırıp hediyelerini verdim. Hep beraber bana teşekkür edip sıkı sıkı sarıldılar minik bedenleriyle. "Seni asla unutmayacağız öğretmenim!" Hep bir ağızdan söyledikleri söz yüreğimi burkmaya yetmişti. "Bende sizi asla unutmayacağım çocuklar bende sizi!" Zil çaldığında hepsi hediyelerini açarken bende çantamı alıp çıkmıştım.

 

"Aheste!" Arkamdan gelen ses tanıdıktı. Mehru...

"Mehru, sen nereden çıktın?" Diye sorunca etrafına bakındı. "Müdürü gördün mü hiç?" Diye sordu. Birşeyden kaçıyordu gibi.

"Hayır da niye?" Kolumdan tutup köşeye çekince sendeledim. "Ben bugün raporluydum okula geldiğimi görürse canıma okur valla." Güldüğümde "müdür beyden mi kaçıyorsun? Madem raporlusun niye geliyorsun kızım okula?" Mehru garip bir kızdı. Bazen yaptığı şeylerin nedeni olmazdı. Kafasına eser yapardı. Tayyinim Ankara'ya çıktığından beri bana çok yardımcı olmuştu.

 

"Tayyininin çıktığını duydum. Beni buraya kadar getiren sensin." Ne çabuk yayılıyordu. Öğretmenler odasının dedikodu kazanından bir farkı yoktu. "Doğru duymuşsun. Tayyinim çıktı." Şaşkın gözlerle bakarken, " ciddi misin! Nereye?" Kolundan tutup "Bağırma kızım müdürden kaçan sen, endişe eden ben gel bir yere oturalım öyle konuşalım."

Beraber bahçede ki çardağa yürüdük.

 

Çardağa vardığımızda karşı karşıya oturmuştuk. "Nereye çıktı tayyinin?"

Sesli bir nefes verdim. "Diyarbakır'a Lice diye bir köye." Yüzünü buruşturdu. " Orası neresi be?" Dudağımı büzerek karşılık verdiğimde benim de o yer hakkında hiçbir fikrim yoktu. "Bilmiyorum. Ama orda ki çocukların eğitim imkânları kısıtlı. Bilhassa bende gitmek istiyorum." Dedim.

 

"Zorlu şartlarda nasıl yapacaksın?

Bunun evi var, taşınması var, köy hayatı, yemesi içmesi, uyuması oho.

Birde yalnız başına." Haklıydı. Daha önce köyde yaşadığım olmuştu.

Çocukluğum dedemin köyünde geçmişti. Türkiye'de bir köyde köy hayatının zorluklarını küçük yaşta görmüştüm. Gözümü hiçbir şey korkutmuyordu. Ama taşınmak beni biraz zorlayabilirdi.

 

"Daha önce köy hayatı gördüm. Sıkıntı olmaz." Gözleri parmağımda ki yüzüğe kaydı. Yüzüğe doğru işaret ettiğinde gözlerini, "Ne?" Diye sordum. Ne demeye çalıştığını biliyordum. Ama bilmemezlikten gelmek bazen nedensizce yapmayı istediğim şeylerden biriydi. Mehru kısa sarı saçlarını geri savurup elleriyle yelpaze hareketi yaptığında

"Bunaldım ha, kızım bilmemezlikten gelme."

 

Gelecektim. Bilmek istemediklerimi bilmemezlikten gelecektim.

Tamam bu onu bilmediğim anlamına gelmiyordu. Ama en azından benim için öyleydi. Dışardan öyle görünmemek benim için önemliydi.

 

Bilmemezlikten gelmeye devam.

 

"Koskoca Erkuran ailesinin küçük gelini köylerde iş yapıyor diye gazetelerde okumak istemiyorum haberlerini."

 

Erkuran erkuran erkuran lanet soyadı

Ve lanet aile. Hayatımda yaptığım en büyük hatalardan biri de onlara gelin gitmeyi kabul etmekti. Bu nedensizce yaptığım şeylerden biri değildi.

Gayet aklı başında ve nedenlice yaptım.

 

"Beni gelin olarak alacaklarsa yaptığım işe saygı duyacaklar. Ben buyum ve böyle kabullenmek zorundalar. Kabullenemiyorlarsa ben hazırım bu yüzüğü atmaya."

Parmağımda ki yüzüğü okşadım.

Atabilirdim. Şuan su yüzüğü atıp Diyarbakır'a kaçabilirdim. Ama nedeni vardı. Yapamazdım en azından bir süre.

 

"Çınar'ın haberi var mı gideceğinden?"

 

Çınar...

 

Erkuran ailesinin biricik en küçük veliahtları. En kıymetlileri. Onlara yaraşır bir gelin almaya çalışıyorlardı

Ve beni buldular. Onlara yaraşır mıyım bilmeden. Allah'ın belası çınar bana gerçekten aşık olmasa bu kadar zorlanmazdım. Lanet kalbi geldi beni buldu.

 

"Yok. Yoktur yani. Bilmiyorum adam sürekli beni takip ettiriyor. Nereye gitsem kapıda koruma var. Her ne yapsam haberi oluyor bir şekilde." Bakışlarım kapıda beliren siyah araçlara çevrildi. Üç tane siyah Passat

Ve tanıdık bir plaka.

 

ERK...

 

Gerizekalı çınar işte başka kim olabilir?

Okula bile geldi. "Hah! iti an çomağı hazırla. Bekle ben göndermeye çalışıcam." Ayağa kalkıp okulun çıkışına doğru yürürken arkasına aldığı adamlarla bana doğru geliyordu. Gözüne taktığı gözlükle iyi duruyordu. Karizma adamdı aslında. Ama tipim değildi.

 

Tipim olsa bile benim için herşeyden önce aşk vardır. Ben annem ve babamın yaşadığı aşkı yaşamak istiyordum. Onların birbirlerine duyduğu sevgiyi babamdan dinlerken bile hayran kalmıştım.

Küçükken anlatırdı bana annemi nasıl sevdiğini. Ben bir an önce büyüyüp babam gibi seven birini bulmak isterdim. anneme özenirdim. Hep.

 

Ama sadece büyümek yetmiyormuş.

Tıpkı sadece yakışıklı, zengin, şöhret sahibi olmanın yetmediği gibi.

 

"Aheste." Dedi babam. " Efendim babacığım." ,"nergisleri vazoya koy solmasınlar." Masa da duran nergislere baktım. Babamın sürekli bir ihtiyaç gibi eve aldığı hiç eksik etmediği nergisler. Güzel kokuyordular. Ama babamın bu kadar fazla alması da şüphe uyandırıyordu.

 

"Tamam baba. Ama vazoya koymasam olur mu?" Birden elindeki kuymak dolu tavayı masaya bıraktı. " Neden?"

"Vazo da çok çabuk soluyorlar. Saksıya ekelim." Bir an duraksadı.

"Annen de senin gibiydi. Nergisleri çok severdi. Bu eve hep nergis alacağım."

Ellerimi kocaman ellerine aldı. Minik ellerim onun ellerinin içinde kayboldu.

 

"Çünkü senin annen iki dal nergiste saklı. Anneni ne zaman özlersen, onun kokusunu merak edersen nergisleri kokla. Ben hep kokladım. Senin anneni çok sevdim." Gözlerime bakarken,

"Eğer seviyorsan herşey kolay gelir. Senin annen benim için memleketini bırakıp geldi. Üstelik asker karısı olmayı bildi. Dimdik ayakta mert bir kadındı. Senin annen benim canımdı." Demişti.

 

"Baba asker karısı olmak neden zor?"

Kuymak dolu tavayı alıp masaya geçti.

Peşinden koşarak gittiğimde, elimdeki nergisleri ve bez bebeğimi masaya koydum. Sandalye çekip oturduğumda

Babam bir parça mısır ekmeğini kuymağa bandırıp ağzıma doğru getirdi. Ağzımı kocaman açıp kuymağı yedim. En sevdiğim şeydi kuymak. Babamın şehrindeydik. Samsun'da

Ve yemekleri mükemmeldi.

 

"Annen benimle savaşa gelmiyordu ama bir savaşın ortasında Kalmış Bir askere umut oldu. Ben göreve gittiğim günlerde annen ben o eve ölü ya da diri dönene kadar tek bir gözyaşı dökmeden umudunu yitirmeden beklerdi. Senin annen bir askerden daha güçlüydü." Annemin nasıl bir kadın olduğunu hep babamdan dinledim.

 

Keşke görme şansım olsaydı. Onu bir kere görebilseydim. Rüyalarıma gelebilseydi. Hep fotoğraflar sayesinde yüzünü nasıl bir kadın olduğunu gördüm. Annem o fotoğraflarda ve babamın sözlerinde yaşıyordu.

 

Ve iki dal nergiste...

Babamın kalbinde, benim kalbimde...

 

Yanına vardım. Tam önümde durdu. Burnuma gelen losyon kokusu ağırdı.

Gri bir takım elbise giymişti. İçine asla giymeyi unutmadığı yeleği.

Zenginliği giyinmek, mekânlar, arabalar, para da sanardı. Kendisi de ailesi de.

 

Hele o annesi...

Beni kendine layık bir gelin yapmak için herşeyi yapıyordu. Ama vazgeçmekte aklına esmiyordu.

Neymiş Erkuran'lara layık bir gelin olmalısın. Öğretmenliği bırak zaten para içinde yüzeceksin. Bilmem ne.

İnsanlar hep kendilerinden önce karşındakini değiştirmeye çalışır.

Karşındaki değişince değişmeyi bekler.

 

Denemez...

 

"Ne işin var yine burda?!" Gözlüğünü

Çıkarıp beni süzdüğünde gülerek baktı. "Biricik nişanlımı görmeye geldim. Olamaz mı?" Biricik nişanlısıymış. Salak, seni gerçekten seversem o gün adım aheste olmasın.

 

"Nişanlın olmam senin her yere peşime adam takıp yediğimi içtiğimi bilmen ve nereye gidersem peşimden gelmen anlamına gelmiyor." Gözlüğü katlayıp ceketinin iç cebine yerleştirdi. Koyu kumral saçlarını gelişi güzel tarayıp yana savurmuştu.

Yeşil gözleriyle yukardan bana bakarken bu adama niye evet dediğim binlerce kez aklıma geliyordu.

 

Kendimi fazla yoruyordum bu sorularla. Belki de bazen sadece boş vermem gerekiyordu.

"Arkanda gördüğün okulun ve daha nice gittiğin mekanların çoğu bana ait aheste. Seni bir saniye bile görmemeye tahammül edemiyorum ama herşey seninle ilgili değil güzelim." Güzelim kelimesi dudaklarından çıktığı an kusma isteğiyle dolup taştım.

 

"Niye geldin o zaman?" Soruma karşılık cevap verecekken sözünü kesip "Ayrıca şu adamlarını çek! Burası bir okul. Çocuklar var." Saçlarımın bir tutamını alıp kıvırırken derin bir iç çekti.

 

"En çok da bu düşünceli hallerini seviyorum." Gözlerimi devirip başımı geri çektim. Ellerinden kurtulan saç tutamlarım omzuma geri düştü.

"Tayyininin çıktığını duydum. Müdürle görüşüp iptal ettirmeye geldim." Şaşkın gözlerle ona bakarken elimi alnıma attım. Bildiğin kabadayı parasıyla hava atan züppenin teki.

 

Sanane ya benim tayyinimden.

Şeytan diyor geçir yumruğu yüzünün ortasına. "Ne iptal ettirmesinden bahsediyorsun ya!? Hiçbir şey iptal ettirmiyorsun! Ben tayyinimin Çıktığı yere gidiyorum o kadar!"

Dudağının kenarı kıvrılınca sırıttığını anlamıştım. "Senin o boktan köye gitmeni istemiyorum Aheste. Dikkat edersen sakinim sen de o sesini yükseltmezsen iyi olur." Güldüm sinirden. Sinirden delice güldüm. Adamın asabını yerle bir ederdi bu.

 

"Çınar, bak. O köyde eğitime ihtiyacı olan bir sürü çocuk var. Hepside şu çocuklar gibi imkân sahibi değil. Gitmem lazım anla." Bir adım yaklaştığında gülerek yüzüme baktı.

"İmkân. İstediğin imkân olsun. Her türlü yardımı göndereceğim. Başlarına da başka bir öğretmen atarım. Ama sen gitmezsen." Aklınca benle anlaşma yapıyordu. Maalesef anlaşma bozuldu.

 

"Ben her türlü imkânı sağlarım. Kendimi de oraya atarım. Seninle anlaşma yapmam. Şimdi al adamlarını da git!" Eliyle sakin olmamı işaret ederek bir adım daha yaklaştı. "sakin ol güzelim. Okuldasın çocuklar yanlış anlayacak." Dudaklarını ağzının içine yuvarlayıp serbest bıraktı. Yere bakıp birşeyler düşündü. Gözleri tekrar gözlerimi bulduğunda "Tamam o zaman şöyle yapalım. Gitmekte kararlısın anladım.", "şükürler olsun." Dedim.

 

"O zaman seni oraya ben götüreceğim. Görmem gerek nasıl bir yer. Yoksa Ankara'dan adımını dahi dışarı atamazsın." , "off!" Ona baktığımda gözlerime bakıyordu ikna edercesine.

"Tamam ama geldiğin gibi döneceksin

Ve ordaki şartların hiçbirine karışmayacaksın. Yoksa aksi takdirde ben daha büyük oynarım bahsi." Parmağımla göğsüne bastırdım.

Öyle mi? Dercesine bir bakış atarken,

"Artır bahsi, misliyle oynarım."

Dedi gülerek.

 

Elimi yüzüne doğru kaldırarak parmağımda ki yüzüğü işaret ettim.

"Sözünün üstüne bahis mi oynayacaksın? Yapar mısın çınar? Cesaretin var mı beni kaybetmeye?

Varsa oyna. Oynayacağın bahis benim üstüme olur. Söz konusu bensem bahsi kaybettin. Erkuran!" Dudağı düz bir çizgi halini aldı.

 

"Söz konusu sensen aheste,

Ben bahsi bir şekilde kazanırım.

Kaybetmeyi sevmem. Üstelik değerli birşeyimse..." Gözlerimi yine devirdim. "Ben asla senin olmayacağım! Bunu o kalın kafana sok.Ölürüm de senin olmam." Dedim bastıra bastıra. "O zaman niye benimle sözlendin aheste? Ha doğru o nedende dolayı. Olsun. Yine de parmağında benim yüzüğümü taşıman da güzel. Neyse evinin eşyalarını nakliyeciler aldı. Burda bir eşyan varsa al gidelim artık. Bekliyorum."

 

"Gideceğimi nereden biliyordun da nakliyecilere eşyalarımı taşıttın?"

Güldü psikopat. "Az önce kendi ağzınla söyledin. Yediğimi içtiğimi biliyorsun diye. Doğru söze ne denir." Gözlüğünü tekrar takıp,kulağıma yaklaştı. "Seni seviyorum." Dedi ve dış kapıya yöneldi. Midem bulanıyordu.

Sevmiyordum onu. Nefret ediyordum.

Bunu bile bile bana hâlâ beni sevdiğini söylemesi yüzsüzlüğün kaçıncı seviyesi?

 

Mehru'ya doğru yürüdüm. Çardağa vardığımda bakışları her hareketimi izledi. Ne dediğini merak ediyordu. Birşeyler söylememi beklerken kollarımı iki yana açtım.

Ayağa kalkıp bana sarıldığında

"Şimdi mi gidiyorsun?" Diye sordu şaşkın bir sesle. "Evet. Herşey hazır daha fazla beklemenin bir lüzumu yok." Sırtımı sıvazladı. "Kendine iyi bak oralarda. Birşeye ihtiyacın olursa ara beni." , "sağol, sende kendine dikkat et." Dediğimde ayrıldım. Okula doğru yürüyüp kendi sınıfıma girdim.

Dersleri matematikti.

 

"Hocam kusura bakmayın, çocuklara birşey söyleyip gideceğim." Tahtaya soru yazarken, gülümser bir yüzle

"Tabi hocam buyrun." İçeri girip çocuklara baktım. "Çocuklar ben gidiyorum. Size son bir kez veda etmeye geldim. Ben belki başka bir şehirde olacağım, ama kalbim hep sizlerle olacak. Size birşey söylemiştim hatırlıyor musunuz?"

"Evet!" Dediler hep bir ağızdan.

 

"Hayallerimizden asla vazgeçmeyeceğiz. Tamam mı? Önce insan olacağız sonra avukat, doktor, hakim, savcı, polis, aşçı, cerrah...

Herşeyi olabiliriz ama önce insan olucaz. Anlaştık mı?" Gözyaşım aktığında boğazımda oluşmuş düğüm genzimi yaktı. Konuşamadığımı farkettim. "Şimdi gelin sıkıca sarılalım." Kollarımı iki yana açtığımda hepsi sıralarından fırlayıp yanıma koştular. Etrafımı sarıp sıkıca sarıldılar. O an tekrardan mesleğimin ne kadar kutsal olduğunu tekrar anladım.

 

Ben bir öğretmendim, bir anneydim, Bir ablaydım... Ben herşey olmuştum.

Şimdi ise başka çocuklara anne, abla, öğretmen olacaktım. Hayatım belki de hep böyle geçecekti.

"Hadi o zaman," burnumu çektim.

Gözyaşlarımı silip ayağa kalktım.

"Kendinize iyi bakın, sizi seviyorum."

Kapıya doğru yönelirken, "sağolun hocam." Dedim matematik öğretmenine. "Ne demek rica ederim."

Özel okul olduğu için ilkokulların bile öğretmenleri ayrı ayrıydı. Daha iyi eğitim almaları için.

 

Kapıyı kapatıp çıktım. Okulun çıkışına doğru yürürken kapının önünde müdürle çınar'ı gördüm. Hararetlice bir şekilde konuşuyordu müdürle. Sinirliydi. Onlara yaklaştıkça ne dediğini duyabiliyordum.

 

"Size kaç kere söyleyeceğim aheste'nin tayyini hiçbir yere çıkmayacak diye!" Sinirle müdürün yüzüne bağırırken, müdür korkudan

"Çınar bey bu bizim elimizde olan birşey değil. Kusura bakmayın."dedi. Çınar beni görünce sinirle " tamam gidebilirsin!" Dedi. Müdür elleri önünde yanımdan geçti.

"Hazırsan gidelim." İğrenç bir surat ifadesiyle yüzüne baktım.

 

Tiksindirici hissettirecek bir şekilde...

 

"Evime uğrayalım. Almam gereken birşey var." Dediğimde, "Emrin olur." Eliyle yolu gösterdi. Gülerek baktı.

Ben ise hâlâ aynı yüz ifademi sergiledim. Çıkışa doğru yürüdüm.

Mehru'ya son bir kez el sallayıp arabaya bindim. Çınar hemen yanıma oturdu. Pencereden dışarıya baktım.

 

Telefonumdan saate baktığımda, neredeyse akşam oluyordu.

"Babanın haberi var mı?" Yüzümü ona çevirdiğimde, "yok. Çünkü babamın görev yeri de orası. Gidince öğrenir." Dedim düz bir sesle.

Başını önüne eğip yüzüğünü okşadı.

Seslice nefes verip, bana baktı.

Elini elimin üstüne koyup

"Bir ben sensiz kalıyorum yani." Dedi.

Elimi çekip kollarımı bağdaş haline getirdim.

 

"Orada da adam takmazsın peşime?"

Soru edasıyla sordum. Gülerek diğer tarafa baktı. "Ya her gün ziyaretine gelmeme izin verirsin ya da orda da adamlarım peşinde olur." Elimi alnıma attığımda, "anlaşma yapmadan duramıyor musun?"

Gülerek göz kırptığında, "işim bu, seç." Dediğinde ofladım.

 

"Köydeki çocuklar korkar senin o davar adamlarından. Ayrıca ben özgürce gezmek istiyorum. Peşimde sürekli biriyle değil. Her gün değil hafta da bir kere şartıyla ziyareti kabul ediyorum." Dedim.

Başını yukarı kaldırıp "cık, bir gün yetmez bunu üç yapalım." Elini uzattı.

"Yuh deve gel benimle yaşa bir son kararım." , "iki de anlaşalım." Yan gözle baktım. " Tamam iki daha fazla gelirsen, köye sokmam seni." Dedim.

Gülerek elimi sıktı. "Ben yine de girerim. Sen merak etme." Arkasına yaslanıp pişkin pişkin güldü. Elim havada ona ters ters baktım.

 

Bende arkama yaslandım. Evime yaklaştığımızda tekrardan doğruldum. Araba durduğunda inip

Sitenin girişine doğu hızla yürüdüm.

Kendi daireme doğru merdivenleri kullanarak hızla koştum. Evin kapısını açıp girdim. Yalnız yaşadığımdan kapının tek bir anahtarı vardı. Bazen kaybolurdu. kapıcı amcanın kapısını gecenin bir vakti çalar anahtar isterdim. Sinir olurdu. Gitmeden onu da görseydim.

 

Eve girdiğimde bomboştu. Herşey toparlanmıştı. Çınar'ın bazen yaptığı iyilikler işime geliyordu.

Sinir bozucu biri olsa da iyi biriydi. Ama şöhret bozuyordu onu. Herkese karşı bana olduğu kadar iyi değildi.

Bazen kafasına eser yardım ederdi. Bunu sırf benim gözüme girebilmek için yaptığını da biliyordum. Zenginler için iyilik sadece bir gösteriştir. Onlar iyiliği göstermelik yapar, sonra minnet ederler.

Bazen sadece kalple yaptıkları iyiliklerin değerini anlarlar sanırım.

 

Ama onların kalbi bile bazen yok denecek kadar taştandır. Belki de para sevgiyi de satın alır sanıyorlardır.

Belkide para onların sevgi, mutluluk kaynağıdır. Onlar için şöhretten başka birşey yoktur. Kocaman soğuk gereksiz yere ışıltılı bir villa veya yalı onların gösteriş için yaşadığı sevginin saygının bile gösteriş için gösterildiği içi kadar boş insanlarla dolu olan bir kaledir. Yalnızca benim için öyle.

Onlar için belki de sadece bir yuvadır.

Herkesin yuvası farklıdır.

 

Benim yuvam yalnız da olsam benim için gayet doluydu. Balkonuma doğru yürürken, saksıda büyüttüğüm nergis çiçeklerimi aldım. Bu sabah sulamıştım. Hâlâ capcanlılardı. Saksıyı alıp, odama yöneldim. Yataşın altına sakladığım bez bebeğimi de alıp eve son kez baktım.

Kötü de olsa iyi de olsa anılarım vardı.

 

Değişkendir benim yuvam. Bir ay orda kalırım bir ay başka yerde. Daha bir yere yuva demiş değilim. Sadece ev. Kapıyı kitleyip çıktığımda, kapıcı amcanın kapısını çaldım. Açıldığında

Gülümsedim. "Aheste, yine mi anahtarını unuttun? Deli kız." Güldüğümde burukçaydı.

 

"Yok menderes amca bu sefer anahtarı vermeye geldim." Şaşkın gözlerle bana bakarken, "hayırdır nereye?" ,"Tayyinim çıktı Diyarbakır'a

Oraya taşınıyorum."

 

"Ya, ne diyim kızım hayırlısı olsun. İnşallah zorluk yaşamazsın." Anahtarı uzatıp elini öptüm. " Herşey için sağol menderes amca az kahrımı çekmedin. Hakkını helal et." , "helal olsun deli kız helal olsun. Allah yolunu açık etsin. Güle güle git." Başımı sallayıp sitenin çıkışına yürüdüm. Kapının önündeki çınar, sigarasını içerken geldiğimi görünce bir nefes daha çekip ayağıyla ezdi.

 

Dumanı havaya üfleyip, ellerini cebine koydu. "Bitti mi işin?", "bitti."

Arabanın kapısını açtı. Nakliye kamyonu da gelmişti. Arabaya bindiğimde hemen arkamdan binip yanıma oturdu. Arkamızda iki araç ve nakliye kamyonuyla yola çıkmıştık.

 

Nergisin kokusu arabaya doluşurken bakışlarım pencereden dışarıya kaydı.

Pencereyi açıp havanın yüzüme çarpmasını sağladım.

Arabada çalan Emre fel'in "veda türküsü" şarkısıyla yolu seyretmek güzeldi. Beni başka yerlere götürürken. Babamı özlediğim aklıma geldi. İçimde farklı bir duygu vardı.

Hiç bilmediğim nedensiz bir duygu...

Herşeyin güzel olacağı mı yoksa kötüye gideceği mi bilmem ama garip bir histi.

 

"Kapat şunu ya da değiştir." Çınar'ın sesiyle adamın eli radyoya gitti.

"Kalsın." Dedim son anda.

Çınar'ın eliyle verdiği işaret adamın değiştirmesini engellemişti.

 

Ağaçları saydım.

 

"Döndüm yâr vurgunum ecele."

Bir ağaç.

"Sevda sürgünü geceme."

Bir ağaç.

"Serdi yüreğim dağlanır ağlar, bu veda türküsüne."

Bir ağaç.

 

Saydım, az ağaç vardı. Ağaçlar bitti.

Şarkı bitti.

 

Ben bittim...

Annesizlik bitirdi beni.

Yalanlar bitirdi beni.

Sahte olan herşey bitirdi beni.

Kısacası ben tükendim.

 

Herşey biter...

Filmler biter,

Şarkılar biter,

Mutluluk biter,

Aşk biter,

Sevgi biter,

İnsan biter,

Sevdiğin çikolata biter, ama sen anlamazsın. Biteceğini bilerek yaşarsan, sonu yine bitmek olan o şeyden keyif almazsın. Senin aklın ne zaman biteceğinde kalır. Aklının kaldığıyla kalırsın.

 

En güzel şeylerin sonu düşünülmeden yaşanması gerekir. Bazen...

 

Çiçeğim solmuş, solmuş dalına gönül verip tekrar yaşatacağına, solmamışına gönül ver, ver ki o da solmasın. Belki solmuşun yerine daha güzel tomurcuk yeşerir.

Eskisinin yerini tutmaz belki ama en azından kupkuru dala bakakalmazım.

 

Nergisler sevgi ve saygıyı temsil eder.

Soğanı vardır zehirlidir.

Nergis işte o soğandan canlanır.

Öyle güzel kokar ki soğanı umrunda olmaz.

İsmini ingilizceden gelen narcissus'dan almıştır. Hikayesi bambaşkadır. Göründüğü gibi olmayan bir çiçektir.

 

İnsanlar çiçek bahçesi gibidir...

Binbir türde de olabilir, aynı türde de olabilir. En nihayetinde aynı türden binlerce çiçeğin arasından bir çiçeğim der hep. Bilmez ki o binlerce çiçeğin arasından bir gün belki onun koparılacığını. Ya da solup gideceğini.

Hepsi aynı türden olabilir farklı türdende olabilir. Ama hepsi aynı sona sahip değildir. Kimisi solarak gider kimi ezilerek kimi daha filizken kimi de koparılıp. Senin hikayende o hikayenin sonu da bambaşkadır.

Kendini bir tuttuğun binlerce çiçekten en güzel ya da en kötü hikayeye sahip olabilirsin. Bazılarının hikayesi bile yoktur sadece çiçektir. Ve öyle kalacaktır...

 

Benim de hikayem bambaşka.

Benim sonum nasıl olacak bilmiyorum.

 

Adım Aheste.

Ve bildiğim birşey vardı. Benim hikayem aheste aheste yazılıyordu.

Ve yine bildiğim birşey vardı.

Kısa sürmesinden korkuyordum.

 

10 saat sonra...

 

"Aheste! Aheste! Uyan güzelim. Aheste!" Gözlerim ağır ağır açıldığında gördüğüm kişi çınar'dı.

"Ne?! Geldik mi?" Doğrulmaya çalıştığımda sırtıma giren krampla seslice inlemiştim. Çınar eliyle sırtımı okşarken, "kaç saattir şu koltukta hareketsizce yatıyorsun. Sana dizime uzan dedim. İnadın bir bana söküyor nedense." Gözlerimi devirip yola baktığımda nerede olduğumuzu bilmiyordum. "Neredeyiz?"

Sırtımı çıtlatırken ağrısı ciğerime kadar hissetmeme sebep olmuştu.

 

"Diyarbakır Lice'de birazdan bayırlı'da oluruz. Az kaldı." Çiçeğimi ararken birden önüme tutan çınar'a baktım.

Saksıyı alıp diğer kenarıma koydum.

"Birşeyler yemek ister misin? Hemen birkaç kilometre ilerimizde dinlenme tesisi var." Başımı olumsuz anlamda salladım. " Sadece su istiyorum." Koltuğun yanındaki sandığı açtı. İçinden su alıp kapağını açtı. Bana doğru uzattığında suyu alıp içtim.

Soğuk su Diyarbakır'ın sıcak havasında hararetime iyi gelmişti.

 

"Lice'ye varınca bir dakika bile geçmeden hemen Ankara'ya dönüyorsun."

Sırıttığında başını iki yana salladı.

"Senin kalacağın yere bir göz gezdirmeden hiçbir yere gitmiyorum.

Güzelim." Son kelimeyi kısık sesle söylemişti.

 

Sakız gibi yapışmıştı. Çıkmak bilmiyordu. "Çınar bak be-" sözümü kesen o olmuştu. "Aheste sus!" Diye bağırdı. "Asıl sen kes sesini? söz dinle ya! İstemiyorum benim için birşey yapmanı! Bırak artık ya! Bırak peşimi!" Diye bağırdım. Şoförle ve yanında oturan adam arkasına dönüp bize baktığında çınar'la aynı anda

"Dön önüne!" Diye bağırmıştık.

 

Pencereyi açıp kafamı dışarı çıkardım. Yüzüme çarpan sert hava serinletmişti.

Gözyaşım akıp elime düşmüştü.

Elimin tersiyle silip gözlerimi kapattım. Havayı hissettim. Nefesim daraldığında hep böyle yapardım.

 

Gözlerimi kapatır havayı hissederdim.

"Aheste, tamam özür dilerim." Bakışlarım birden ona dönünce

"Senin her yaptığının hatanın bir özürle affedileceğini mi sanıyorsun?

Tabi siz zenginler böyle sanıyorsunuz.

Siz bu'sunuz işte sizin mayanız bu!"

Önüme dönüp sustum.

 

"Aheste, bir kere özür diledim güzelim

Abartılacak birşey yok." Trip atıp yola bakmaya devam ettim. Seslice nefes verdi. Yolun kenarında gördüğüm Lice/Bayırlı tabelasıyla geldiğimizi anlamıştım. Yemyeşil dağları olan bir yerdi. Bir kenarı uçurum bir kenarı dağlarla çevriliydi yolların. Dedemin köyü de böyleydi. Dağları daha yüksekti. Evler görünmeye başladığında yüksek kuleler de vardı.

Görüş kuleleri...

 

Karakol komutanlığı yazıyordu.

Özel kuvvetler karakol komutanlığı...

Köyün bir karakolu olduğunu bilmiyordum. Köyün girişinde duran askerler barikatların önünde silahlarıyla bekliyordu. Araba durduğunda askerlerden biri arabaya yaklaşıp kimlik istedi.

 

Kimliklerimizi çıkarıp gösterdiğimizde, Arabayı karakola yönlendirdi. İki araba ve nakliye kamyonuyla karakola giriş yaptığımızda yüksek bir yokuşta yukarı çıkıp yüksek duvarları olan bir alana giriş yapmıştık. Arabalar durduğunda, "Niye karakola geldik?"

Dedim. "Karakolun emri her girişte kimlik kontrolü yapılıyor. İn komutanlarla görüşücez." Bu beni heyecanlandırmıştı. Babamı görebilirdim.

 

"Tamam." Dedim sevinçle. Arabadan indiğimde köyün temiz havasını içime çektim. Mis gibi yayla ve ferahlık kokuyordu. Mükemmel bir yerdi.

"Aheste, hadi." Diyen çınar'a baktım.

Eliyle içeriyi işaret ediyordu. Önümüzde bir asker bize yolu gösterirken, onu takip ediyorduk.

"Pardon!" Dedim önümdeki askere bana doğru dönüp ne diyeceğimi beklerken çınar'la göz göze gelmiştim.

O da ne diyeceğimi beklerken,

"Albay Erdem karakılıç nerde?" Diye sordum. Beni baştan aşağı süzerken,

"Niye sordun?" Dedi sert bir sesle,

 

"Kendisini görmek istiyorum da." Dediğimde gözlerini devirerek önüne döndü. "İyi birazdan görürsün. Onun yanına gidiyoruz zaten." Dedi. Sinirimi bozdu Bu tavrı. Sanki teröristmişim gibi bir tavır sergiledi bana. Uzun bir kordondan geçip karakolun içine girdiğimizde, girişi geçip uzun bir koridordan geçtik. Üstünde 'Albay Erdem karakılıç' yazan

Bir odanın önüne geldiğimizde asker kapıyı çalıp bekledi. İçerden "gir!" Komutuyla asker içeri girip kapıyı kapattı.

 

Ben ve çınar kapının önünde beklerken, asker tekrar dışarı çıkıp

"Komutanım sizi bekliyor buyurun."

Demişti. Başımı salladım. İçeri girmeden kapıyı tekrar çaldım.

Çınar da peşimden içeri girdi. Babam beni görünce, ayağa kalktı. Şaşkın gözlerle baktı. "Aheste?" Dedi.

Mutluluktan ne diyeceğimi bilmeden koşarak boynuna atladım.

 

"Baba!" Dedim. Sıkı sıkı sarılıp yanağından derince öptüm.

"Çok özledim seni. Sen beni özlemedin mi?" Dedim tatlı tatlı.

"Çok özledim tabi kızım. Da senin ne işin var burda? Bu saatte..." Dediğinde

Gözlerim çınara kaydı. "Tayyinim buraya çıktı. Artık burada görev yapacağım." Şaşkın gözlerle çınar'a bakarken, gözleriyle çınar'ı işaret etti.

"Çınar da bana eşlik etti buraya kadar.

Şimdi de gidiyordu." Çınar'a baktığımda bana yalvarırcasına bakıyordu. "Dimi çınar?" Dedim.

 

"Aheste, seni buraya kadar getirmiş. Uzun yoldan gelmişsiniz. İzin ver bir soluklansın, bir çayımızı içsin. Sonra isterse gider. Ne bu acelen?" Babamın sözleri beni daha çok gererken, çınar'ın sırıtması daha da sinirimi bozuyordu. "Osman!" Kapı açıldığında az önce ki asker "emredin komutanım!" Diyerek selam verdi.

"Bize üç çay getir oğlum." Dedi.

"Emredersiniz komutanım!" Başını aşağı yukarı sallayarak dışarı çıktı.

 

"Geçin oturun." Koltuğuna tekrar oturup oturmamızı bekledi.

"Tayyinim buraya çıktı demiştin. Tesadüfe gel. Görev yerime çıkması ne de güzel oldu. Bu vesileyle gözümün önünden ayrılmamış olursun." Güldüğümde "öyle oldu. Bende çok istiyordum seni görmeyi. Böylesi nasipmiş." Kapı açıldığında Osman denen asker çayları bırakıp çıktı.

 

Çayı alıp içtiğimde kokusu insanı başka diyarlara götürüyordu.

"Köyün çayı mı?" Diye sordum.

"Evet, köydeki anneannelerimiz sağolsun karakola bolca organik gıda gönderiyor." Gülümseyerek karşılık verdiğimde, çınar'a baktım.

Çayını bitirmişti bile. "Çok mu beğendin? Gerçi sizin o sütlü çaylarınıza benzemez ama neyse."

Babam gözlerini belerttiğinde,

Çınar boğazını temizledi.

 

"Aheste, senin aklında nasıl bir yere sahibim bilmiyorum ama evimizde içtiğimiz çayın aynısı ve sizden farklı beslenmiyoruz. Yani her davranışımı garipsemen zoruma gidiyor canım."

Gözlerimi devirdim. "Aklımda, kendini beğenmiş, şöhret bağımlısı, züppe, kabadayı, narsist bir adamsın.

Sence de şuan ki davranışlarını garipsemem normal değil mi?" Başını iki yana salladı.

 

"Sevgili kayın babacığım, kızınız bana çok kötü davranıyor. Oysaki ben onu el üstünde tutuyorum." Babamın bana bakışı karşısında söylediklerim ağır mıydı? Diye sorguladım kendimi.

Ama öyle bir yere sahipti aklımda.

 

Gerçekler acıdır. Maalesef...

 

"Baba köyde nerede kalacağım?" Diye sorduğumda bir süre düşündü.

Köye gelmiştim gelmesine ama nerede kalacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Belki küçük bir kulübede belki bir lojmanda. Büyük ihtimalle lojmanda. Belki köyde lojman bile yoktur.

 

"Muhtardan lojmanın anahtarını al. Muhtar sana yardımcı olur. Bende birkaç işimi halledip yanına gelirim.

Eğer lojmanın hâli mühimse, bu gece karakolda kalırsın. Yarın sabah köyün kadınları yardım eder evi düzenlemene. Her öğretmene öyle yardım ederler." Dedi. Benden önce de öğretmen geliyormuş köye. En azından eğitimden yoksun değildi.

 

"Tamam." Diyerek ayağa kalktım. Çınar benle beraber hareketlendi.

"Osman!" Diye yine bağırdı.

Osman denen asker yine içeri girdiğinde, "Buyrun komutanım!" Dedi. "Kızıma muhtarın evinin yolunu göster. Sonra da lojmanın yolunu."

"Emredersiniz komutanım!" Dedi.

"Ee o zaman görüşürüz sonra babacığım." Dedim. Başını sallayarak gülümsedi. Dışarı çıktığımızda, asker önden yürüdü. Ben ve çınar'da peşinden. Karakoldaki askerler bize garip bir bakış sergilerken, nedeninin ne olduğunu bilmiyordum.

 

Karakolun çıkışına yürürken gece karanlığında açılmış ışıklar koca duvarlar arasında kalmış boşluğu aydınlatıyordu. Helikopterlerin pervaneleri arkada görünüyordu.

Arka taraf büyük ihtimalle havaalanı gibi birşeydi. Ön tarafta da tanklar, zırhlı araçlar ve askeri arazi araçları vardı. Oturma yerlerinde oturmuş birkaç asker ve ellerinde çaylarla koyu muhabbetlere dalmışlardı.

Geldiğimizi gördüklerinde ise koyu muhabbetleri yarım kalmıştı.

 

Dikkatlerini üstümüze çeken neydi? Bilmiyordum. Birşey vardı ama...

 

Tankların arasından karakolun çıkışına varmıştık. Demir sürgülü dev kapı kendiliğinden açıldığında bayağı ses çıkarmıştı.

Köyün girişine doğru yürürken çınar elimi tutmuştu. Elimi hızla geri çektiğimde kolumu tutmuştu.

"Çınar saçmalama." Dedim kısık sesle.

"Aheste ıssız bir köydeyiz kurdu var çakalı var. İnat etme." Dediğinde, Ellerimi cebime yerleştirmiştim.

 

"Gerek yok korkmuyorum. Sen korkuyorsan git askerin elini tut." Fısıltıyla konuşsam da asker duymuş olmalı ki bana ters bir bakış attı.

Gülümseyerek karşılık verdiğimde çınar'a ters bakışı bu sefer ben atmıştım. Büyük bir lojmanın önünde durduğumuzda asker kapıyı çaldı.

Kapıyı açan yaşlı bir amcaydı.

 

"Osman oğlum hayırdır gecenin bu vakti?" Dedi gür sesiyle. Tombul dedelere benziyordu. Palabıyıklarıyla dışardan görsem sevecen iyi kalpli biri derdim net.

 

"Hayırdır bayram amca hayırdır.

Bizim erdem komutanın öğretmen kızı köye taşındı. Lojmanın anahtarını istedi." Dediğini duydum.

Adı Bayram'dı. Amcanın. Başını askerin omzundan çıkarıp bana baktığında gülümseyerek başını salladı. Bende gülümseyerek karşılık verdim. Askerin kulağına eğilip birşey söylediğinde, ne dediğini duyamamıştım. Asker omzunun üstünde bana baktığında tekrar Bayram amca'ya dönmüştü. Bayram amca içerden anahtarı alıp, paltosunu giydi.

 

Tahta kapıyı kapatıp, basamakları ağır ağır indi. Önden yürürken, biz de onu takip ettik. Çınar arkamdan yürüyordu. Aklınca beni koruyor sanıyordu. "Hoşgeldiiiz öğretmen gızım!" Dedi bayram amca bağırarak. Önde yürürken, söylediği söze "sağol amca." Dedim sadece.

 

"Ne diyi taşındın bura?" Dediğinde,

Şivesi biraz komik gelmişti. Köylerde olurdu böyle. "Öğretmenim ya amca tayyinim bu köye çıktı." Dedim.

"Ya, ne gözel ne gözel. Yanında ki delikanlı kimdir?" Diye sordu. Çınar'ı kastediyordu. Çınar'a baktığımda benden önce davranarak "Ben çınar amca, aheste'nin nişanlısıyım." Sanki müstakbel kocam. Gerizekalı.

 

Bu gidişle öyle olacaktı. Aheste...

"Ya, Allah mesut ediversin." Dedi. Neyin mesudu edecekti. O aileye gelin giden ya huyundan ya suyundan.

Sonunda lojmanın kapısına vardığımızda köyün tam ortasındaydı.

Yanında başka lojmanlarda vardı.

Arka tarafı bomboş bir araziydi. Karakol görüş açısındaydı.

Okul neredeydi bilmiyordum.

 

Bayram amca lojmanın kapısını açıp içeri girdi. Peşinden içeri geçtiğimizde Osman denen asker dışarda bekledi.

Bayram amca içeriyi gezdirirken ben ne kadar büyük olduğuna baktım. Girişte hemen sol tarafta küçük bir mutfak vardı. " Ha burası kiler. İçeride de hamamı var. Sol tarafta dış kapının arkasında da tuvalet var." Dedi.

 

"Hamam ne demek?" Diye sordu çınar. "Banyo demek salak." Yüzünü buruşturup bayram amca'yı takip etmeye devam etti. Ben hâlâ mutfaktaydım. Duvara sabitlenmiş tahtadan raflar çok şirin duruyordu.

Mutfağın içinde bir kapı daha vardı. Mutfaktan çıkıp, salona doğru yürüdüm. Salonun kapısının arkasında bir boşluk vardı. Buzdolabı duruyordu orada. Mini buzdolabımı boşuna getirmiştim.

 

"Ha burası da salondur. Orada da yorgan döşeklerin konulduğu boşluk var." İçeriye geçtiğinde, bir oda daha vardı. Odanın içinde mutfakta gördüğüm bir kapı ve salonda aynısından olan yorgan döşeklik vardı. Karakolu gören pencerelerı çift camlıydı. Ve panjurları vardı. Lacivert renkte...

 

"Burası da oda. Bu kapı da mutfağa açılıyor." Tahmin ettiğim gibi kapı mutfağa açılıyordu. "Lojman böle gızım bu gecelik kalamazsınız. Yarın ben köyün kadınlarına haber ederim. Gelirler, yardım ediverirler Saa. Eğer isterseniz gelin benim evde kalıverin."

Dediğinde, "yok amcacım. Sağol babam bu gece karakolda kalın dedi. Sana da zahmet verdik. Gecenin bu saatinde."

 

"Yoğ, gızım ne zahmeti. Köyümüze pek fazla muallim gelmez. Geçen ay gelen vardı. O da pek dayanamadı bu şartlarda. Tayyinini istedi gitti."

Şartlar zordu ama altından kalkınmayacak kadar değil.

 

"En son gelen öğretmenin branşı neydi?" diye sordum.

"Türkçeydi. Yeni bir tane tüm dersler öğretmeni geliverdi. Çoh şükür.

Erkektir. Yan lojmanda kalır."

Bir öğretmen daha vardı.

"Adı ne peki?" Dediğimde çınar ters bakışlarını sergiledi. Öğretmen hakkında fazla soru sormam zoruna gidiyordu.

 

Gitsindi. Çok da umrumda...

 

"Azer." Dediğinde tanıdık değildi. Belki tanıdık bir meslektaşımla aynı yerdeyimdir diye tahmin etmiştim.

Ama yanılmışım.

"Anladım. Biz artık gidelim." Dediğimde anahtarı uzattı. Gülümseyerek aldım. Dışarı çıkıp kapıyı kilitledim.

 

Muhtar amca evine giderken biz yine Osman denen askeri takip ederek karakola doğru yürüdük. Dağların tepesinde ışıklar yoktu. Ayaz ışığı aydınlatıyordu. Kulelerin tepesinde askerler nöbet tutuyordu. Dev ışıklarla dağları kontrol ediyordu.

 

"Birşey sorabilir miyim?" Dedim osman'a. Bana doğru döndüğünde, "sor." Dedi. "Burası, Lice terör bölgesi mi?" Tayyinimin buraya çıktığını öğrendiğim gün hakkında bilgi sahibi olmuştum. Birçok haberde terörün haberi vardı.

 

Diyarbakır'ın Lice ilçesinde Bayırlı köyünde terörün yaptığı baskına özel kuvvetler komutanlığı müdahale etti.

Terörün yaygın olduğu ilimiz Diyarbakır'ın Lice ilçesinde Bayırlı köyünde bir çoban dağlarda koyunları otlatırken hain terörün saldırısına uğrayıp şehit edildi.

Lice Bayırlı'da şehit!!

Ve bunun gibi nice haber. Hepsini okurken hem korktum hem içim yandı. Babamın görev yeri tehlikeliydi. Her geçen gün bir şehit veriliyordu. Bir gün o haberlerde babamın ismini görmek beni o şehitlerin ailelerinin yaşadığı acıya tâbi tutar diye çok korkuyordum.

Asker karısı olmak kadar kızı olmakta zordu. Annem gibi güçlü, dirayetli kalmaya çalışıyordum ama zordu.

"Eskisi kadar değil ama terör olayları hâlâ görülüyor." Dedi. "Şehit verdiniz mi son zamanlarda?" Başını öne eğdi.

Vermişlerdi. "Başınız sağolsun." Dedim. "Vatan sağolsun." Dedi.

 

🎶

 

"Bu gece babamın hatrına burdasın. Yarın sabah ilk iş burdan gitmen olacak." Sıkıntılı bir nefes verdi.

 

Karakolun misafirhanesinde bir odadaydık. Çınar pencere kenarında dışarıya bakıyordu.

"Tehlikeli." Dedi. Ne dediğini anlamamıştım. "Ne tehlikeli?" Dediğimde bana baktı. "Köy, tehlikeli.

Terör bölgesinde yer alıyor." Gözlerime bakarken yanıma gelip yatağa oturdu.

 

Ellerimi ellerine aldığında ne yapmaya çalıştığını anlayamadım.

"Aheste, endişeleniyorum senin için.

Bak bu köyde binlerce kişi ölmüş, her gün farklı bir hadise. Her gün başka bir ölü. Ben bir sabah uyanıp o haberlerde senin ölüm haberini görmek istemiyorum." Ellerimi çekip gözlerimi kaçırdım. Endişe ediyordu benim için. Anlayabiliyordum ama benim görevim bu.

 

"Endişe etmene gerek yok çınar. Hem babam da burda. İçin rahat olsun.

Düşüncen için sağol. İzin verirsen, uyumak istiyorum yarın çok işim var." Dediğimde mutsuzdu. Fazla mı kötü davranıyordum? Belki de tek isteği benim iyiliğimdi. Bilemiyordum. Çınar'ı anlamaya çalışıyordum. Ya da yapamıyordum.

 

Yataktan kalkıp koltuğa geçti. Oturup beni izlemeye başladı.

"Uyumayacak mısın?" Diye sorduğumda, " uykum yok." Dedi.

Yatağıma uzandım. Bana bakarken,

"İyi geceler." Dedim. "İyi geceler aheste iyi geceler." Dedi.

 

Yorgunluktan göz kapaklarım ağırlaşmıştı bile çok geçmeden uyuyakaldım.

 

Uyku ölümün kardeşidir. Derdi babam. Gözlerini kapatırsın. Ve sabah olur. Ölüm gibi...

 

Gözlerini kapatırsın bir daha uyanamazsın...

 

🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶

 

Yeni bölüme oy vermeyi unutmayın lütfen.

Loading...
0%