Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm “Kız kaçırma”

@nazyaziyor

 

Sonbahar kapımızı çalalı henüz bir kaç gün oluyordu. En sevmediğim, içimin kasvetle dolduğu mevsim.

 

Allah'ın işiydi ya, bir şey denmiyordu da. Gün doğalı çok bir şey olmamıştı. İstanbul'a adımımı atar atmaz, ne valizimi ne çantalarımı umursamadan şehitliğe gelmiştim.

 

Babamın yanına.

 

Yağmur, ben şehitliğe adımımı atar atmaz başlamıştı. Sanki toprak kokusuyla karışık babamın kokusunu soluyordum...

 

Gözlerim dolu dolu, kendimi ağlamamak için sıkıyordum.

 

Boğazımda ki yumru yutkunmamı engellerken, ağzımdan sesli bir soluk aldım.

 

"Özledin mi beni babam..." dedim. Titrek dudaklarım arasından.

 

Soğuktan kızaran elimi babamın buz gibi olan mezar taşına uzattığımda, avucumun içi yandı.

 

Şehit
Yüzbaşı Atakan Aydın Memleketi:Burdur Baba adı:Cengizhan Anne adı:Zarife Doğum tarihi:17 Temmuz 1970 Ölüm tarihi:28 Ekim 2003

 

Her geldiğimde gördüğüm ölüm tarihi içime bir ateş düşürüyordu. Dolu gözlerim en sonunda dayanamamış yaşlar sicimle yanaklarımdan akmaya başlamıştı.

 

"Babam," dedim zorlukla. Boğazımda ki yumru ne konuşmama, ne yutkunmama izin veriyordu.

 

"Başardım. Hep hayalini kurduğumuz mesleğimi elime aldım." Elim mezar taşını okşayarak babamın ıslak toprağına indi.

 

"2 yıl yurtdışında mesleğimi yaptım. Ama oralar bana hiç iyi gelmedi babam. Senin içerisinde yer almadığın bir şehir beni istemedi..." Yağmur artık şiddetlenmeye başlamıştı.

 

Aniden kopan gökgürültüsü beni olduğum yerde sıçratırken, artık sesli bir şekilde ağlıyordum.

 

"Senin yüzünden! Alıştırmıştın beni her şimşek çaktığında göğsünde uyutmaya..."

 

Sonbaharın bende yarattığı bir travma daha.

 

Her şimşek çaktığında deli gibi korkuyor, ağlıyordum.

Artık yağmurdan sırılsıklam olmuşken, yavaşça ayaklandım.

 

Islak ve titrek dudaklarımı, babamın buz gibi olmuş mezar taşına mühürlediğimde sanki onun pürüssüz yanaklarını öpüyormuşçasına derince öptüm.

 

"Artık buralardayım sık sık geleceğim. Kendini yalnız hissetme olur mu baba." Elim hemen yanıbaşımda sırılsıklam olmuş valizime ve kol çantama gitti.

 

Bir şey unutmuş gibi arkamı döndüğümde, "birdaha ki gelişimde Alin'i de getireceğim." Dedim ve el sallayıp önüme döndüm.

 

Gülen yüzüm solarken, gördüğüm kişiyle donakaldım.

 

Uzun boyu ve geniş omuzlarıyla giydiği deri ceket patlayacak gibi duruyordu. Altına giydiği siyah eşofman uzun ve biçimli bacaklarını sarmışken, kemikli uzun ellerinin sardığı bir demet pembe karanfillere çarptı gözüm.

 

Annesinin en sevdiği çiçek. Büyük ihtimalle Ahu teyzeyi ziyarete gelmişti. O da beni gördüğüne şaşırmış gibiydi.

 

Alpay.

 

Siyah dağınık saçları ıslandığından, hemen saçının önünde ki tutamından bir damla göz kapağına doğru akıp giderken bakışlarım yavaşça gözlerine düştü.

 

Ela gözleri. Beni her zaman ki gibi mengenesi altına almış o insanı üşüten gözleri.

 

6 yıl sonra gördüğünden midir bilinmez ağzını açıp tek kelime etmediğinden ben konuştum.

 

"Günaydın?"

 

Islak dudaklarını yavaşça araladığından, düz bir sesle yanıtladı.

 

"Günaydın."

 

"Annene mi?"

Bakışları elinde ki bukete düştü. Ağır ağır başını salladı.

 

Tam ona şehitlikten neden geçtiğini soracaktım ki, "Atakan amcaya da uğramak istemiştim. Ama bugün uğrayanı varmış." Başını salladı ve arkasını döndü.

 

Kaşlarım anlamsızca çatıldı. "Hey nereye?"

 

Adımları duraksadı. Tekrar bana doğru dönerken, 'nereye gittiğimi bilmiyor musun salak' bakışlarına maruz kalmıştım.

 

Sanki ayrılırken çok güzel ayrılmıştıkta, çocuktan hâlâ bir şeyler bekliyordum.

 

"Her neyse," dedim ve ayağımda ki beyaz sporlarla çamurlara bata çıka mezarlığın çıkışına yöneldim.

 

"Salak gibi birde 'neden hoşgeldin demiyorsun' falan deseydim! Ayakkabılarım da battı..." bakışlarımı yere eğdiğimde, alalı bir hafta bile olmayan beyaz sporlarıma acıyarak baktım.

 

***
 

 

 

Neredeyse yarım saattir çağırdığım taksiyi bekliyordum. Bir durakta öylece oturmuştum.

 

Alparslan'ı arayabilirdim ya da ablamı, fakat hiçbirini aramak istemedim. Sürpriz yapacaktım.
Gelmeden önce hepsiyle konuşmuştum. Ablam bugün bize kahvaltıya gelecekti. Hepsi bir arada olacaktı.

 

"Sen hâlâ burada mısın?" Gelen ses beni düşüncelerimden sıyırırken, ne ara dibime kadar geldiğini bilmediğim Alpay hemen ayaklarımın önünde elleri cebinde dikiliyordu.

 

"Taksi bekliyordum..."

 

"Demek ki gelmiyor," elini saçına atıp karıştırdığında, nemli saçı dağınıkken bile nasıl bu kadar güzel duruyor düşünmeden edemedim. "Bende bugün motorla gelmiştim... valizin çok ağır mı?"

 

Kaşlarım çatıldı. "Neden?"

 

Keşke o soruyu sorduğunda 'hayır' diyerek cevaplamasaydım. Şuan Alpay'ın motorunda onun arkasına oturmuş, birde kollarımı belinden öne doğru sararak motorun yakıt deposunun önüne koyduğumuz valizimi sabit bir şekilde tutmaya çalışıyordum.

 

Çok rahatsızdı. Belki motora tek ben binsem daha eğlenceli olurdu. Allah'tan Alpay kaskını bana vermişti yoksa soğuktan yüz felci geçirebilirdim.

 

Gerçi Alpay'da geçiriyor olabilirdi?

 

Yolculuğumuz son sürat sürerken mahallede son bulmuştu. Hava artık tamamiyle aydınlanmış hatta güneş açmıştı.

Bayırda durduğumuzda, Alpay valizi tutmuş ayaklarını yere sabitlemişti. "İlk sen in, valizini al."

 

Dediğini yaptım. İnip valizi yere indirdiğimde, omzundan düşen kol çantamı sabitledim ve ellerimi kaskı çıkarmak için çenemin altına attım.

 

Fakat her zaman ki beceriksizliğimi konuşturarak kaskı bir türlü çıkaramadım.

 

"Yardım edeyim..." Alpay, soğuk elleri soğuk ellerime temas ettiğinde sanki birbirlerine ilk defa dokunuyorlarmış gibi bir ürperme aldı içimi.

 

Ellerimi hızla çektim. Kaskın camından onun çatık kaşları arasında yaptığı işe odaklanışı beni bir an gülümsetti. Hızlıca ifademi toprladım.

 

Alpay kaskı kafamdan çekip aldığında, omuzlarımda ki koyu kahve saçlarım hafif savruldu.

 

Alpay, dikkatini şuan çekiyormuş gibi saçlarıma odaklandığında "kestirmişsin..." dedi. Sorgular sesi elimi saçlarıma atmamı sağladı.

 

Yağmur yağdığından nemli ve dalgalanmış saçlarıma değen parmaklarımla, başımı olumluca salladım.

 

Tekrardan motoruna binerken, bu sefer kaskı kendi kafasına taktı.

Tam motoru çalıştırırken, "uzun daha iyiydi." Diyerek bayır aşağı gözden kayboldu.

 

Kaşlarımı çattım. Çirkefliğim ortaya çıkarken, arkasından "sen ne anlarsın be!" Diye bağırdım.

 

Ardından bakışlarım etrafta ve evlerde gezindi. Neyse ki kimse yoktu. Valizimi tutup evin kapısına sürüklediğimde erken saatlerde olduğumuzdan sessiz mahallede duyulan çığlık sesleri bizim evden geliyordu.

 

Zile bastığımda evde ki sesler sustu. Kapı saniyeler içerisinde açıldığında, kapıda ki minik beden Alin'den başkası değildi.

 

Gözlerimin tıpa tıp aynısı mavi gözleri kocaman açıldığında, "teyze!" Diyerek kucağıma atladı.

 

Gülerek onu sıkıca kucakladım. Bacaklarını belime sardığında, "teyzem! Çok özledim seni!" Diyerek yanaklarını öpmeye başladım.

Alin'in neşeli çığlıklarına ilk gelen ablam oldu. Beni gördüğü an şaşkınlıkla eli ağzına kapandı. Gözleri dolarken, "Leyla!" Diyerek o da çığlığı bastı.

 

Alin'i ve kocaman karnını umursamadan beni sıkıca sararken, benimde yüzüm ablamın boynuna gömüldü. Resmen anne gibi kokuyordu.

 

"Ablacığım... çok özledik seni güzelim,"

 

Alin, "ya anne sıkıyosun! Teyzoş bana neler getirdin?! Çok sabırsızım hemen ver hediyelerimi!" Diyerek minik elleriyle yüzümü kendine çevirdi.

 

"Hediyeler, sana bir sürü hediye aldığımı sanıyorsan... yanılmıyorsun teyzesinin birtanesi!"

 

Alin tekrar neşeli bir çığlık attı. Kollarını beni boğarcasına boğazıma doladı.

 

Ablama döndüğümde, "annem nerede? Alparslan?" Diye sordum.

 

Ablam arkamda ki valizime yöneldiğinde, "abla sakın! Doğurursun onu kaldırırsan valla! Bırak hayırsız Alparslan alcak onu..."

 

"Alparslan dün gece eve gelmemiş, annemde mutfakta şarkı dinliyordu duymamıştır bizi..."

 

Valizimi tek elimle içeri doğru aldım ve kapıyı kapattım. Kucağımda Alin'le mutfağa ilerlerken kulaklarımı dolduran şarkı ile burukça tebessüm ettim.

 

Ben hâlâ dolaşıyorum avare
Hani görsen, enikonu divane
Ne yaptıysam olmadı, ne çare Unutamadım gitti

 

"Ey aşk, neredesin şimdi?" Diyerek mutfağa girdiğimde, annem beni görür görmez elindeki salatalığı tezgaha attı.

 

"Leyla'm!" Anında yanaklarından yaşlar süzülürken, Alin'i hızla yere indirdim. Annem kollarını sıkıca bana doladığında, "yavrum! Nereden çıktın sen bebeğim!" Diyerek boynuma öpücükler bırakıyordu.

 

"Sürpriz yapmak istedim annem. Çok mu özledin beni..." diyerek şımarırken, annem sıcacık elleriyle yanaklarımı avuçladı.

 

Acı kahve gözleri babamın aynısı olan mavi gözlerime tutunduğunda, yaşlı gözlerine rağmen kocaman gülümsedi.

 

"Çok özledim yavrum, güzeller güzeli yavrum." Tekrar yanağıma öpücük kondurdu.

 

"Aa ama anne! Beni bu kadar öpmedin, özlemedin..."

 

Annem ablamın dediğiyle ona dönüp, "sen kıçımın dibinden ayrılmadın ki çocuğum! Bu eşşekte kıçıma yanaşmadı bir türlü!" Diyerek ellerini yüzümden çekti ve tripli bir şekilde önünde bağladı.

 

"Cidden Leyla senin bana evlat hasreti çektirmeye hakkın var mıydı yavrum?" annemin tekrar dolan gözleri, benimde üzülmeme sebep olurken hızlıca yanağına öpücük kondurdum.

 

"Ya annem deme öyle! Bak geldim, şimdi de evlen diyerek sen gönderirsin evden. Görürsün turşumu kurdurcam sana!"

 

"Aman aman! İstemedim öyle bir şey sus! Allah korusun, dur daha ne taliplerin çıkacak kız!"

 

Alin bacaklarıma yapışırken, "teyzoş hediye..." diye sıkkınca mırıldandı.

 

"Valizde bebeğim, çıkaralım hemen. Çağla nerede ya?! Uyuyor mu o dana hâlâ?" dediğimde ablam yanıtladı.

 

"Valla bende gece üçte, dörtte uyusam uyanmam bu saatte. Tamam on ikiye kadar ders çalışıyor bitti! Başlıyor eline telefonu almaya sabahlara kadar!"

 

Gözlerimi irice açtım. "Abla sen iyi misin?!" Diye dehşetle sorduğumda ablamın eli korkuyla göbeğine sarıldı.

 

"Ay suyum mu geldi?! İyiydim ben ya, doğuruyor muyum?!"

 

"Yok abla da, anne moodun açılmış senin!"

 

Ablamın gözü seğrirken, "şimdi sekiz aylık hamileyim demeyeceğim evin içinde koşturacağım seni! Korkudan doğuracaktım pislik!"

 

***

 

Kahvaltımızı bol kahkahalar ve sohbetlerle etmiş, Alin salonda hediyelerini heyecanla açarken hepimiz oturmuş onu seyrediyorduk.

Bakışlarım Çağla'ya döndüğünde, o da yeğenini kocaman bir gülümsemeyle izliyordu. Kumral saçlarını dağınık bir topuz yapmıştı, gözlerinin altı mosmordu. Büyük ihtimal geç uyumaktan ve ekrana bakmaktandı.

Kendisi benim en küçük kardeşim oluyordu. Tabii kendisinin küçüklükle bir ilgisi uzaktan yakından yoktu. Yirmi yaşında, 1.71 boyunda bir mankendi adeta.

Babamın vefatından sadece iki hafta sonra varlığını öğrenmiştik. Annem onu hiç istememişti.

Düşüncelerim arasında çalan kapı ile Alin hediyeleri unutup ayaklandı. "Dayım geldi! Dayım geldi!"

"Dayın olmayabilir anneciğim kim o demeden açma!"

Hepimiz koltukta oturmuş 5 yaşında ki çocuğun kapıyı açmasını bekliyorduk.

Alin koşarak salona geldiğinde heyecanla hızlı hızlı konuştu.

"Anneanne! Anneanne!"

Annem Alin'i dizlerinin arasına aldı ve "söyle anneannem?" Demesine kalmadan salondan içeri giren iki bedenle hepimizin bakışları oraya döndü.

Alparslan. Yanında bir kız, elinde bej rengi bir valizle?

"Hayırdır oğlum?" Diyen annem çatık kaşlarıyla ayaklandığında, kız çekingence etrafı inceliyordu.

Alparslan bir kıza, bir bana, bir de anneme baktı.

"Biz Serra'yla kaçtık! Yani onu ben kaçırdım! Yani bana kaçtı! Öf her neyse biz evleneceğiz anne!"


 

 

Bölüm sonu.

Loading...
0%