@nazyaziyor
|
Şimdiki zaman, İzmir/Urla
BAHAR ECE AKAYDIN
Dün gece itibariyle, evimize, arkadaşlarıma, fakülteme, sayılı akademisyenlere ve uzmanlara veda etmiştim. Tam tamına altı senemi verdiğim Ankara, beni pek güzel karşılamasada buradan gidişim buruktu. 6 yıl dile kolaydı. İyi kötü bir çok anı biriktirmiştim. En önemlisi Ankara bana birbirinden özel ve güzel 4 dost hediye etmişti. 6 senem onlarla dip dibe, iç içe geçmişti. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemişti. Fakat tabi Urla'ya memleketime döneceğimden sevinçliydim de. Çocukluğuma, aileme, arkadaşlarıma kavuşmak için can atıyordum. Uçakla 1 saat kadar süren bir uçuşun ardından tek başıma inmiştim memleketime. Güneş gözlerimi anında sulandırırken, saçlarımda ki güneş gözlüğümü gözüme indirdim. Beren ve Didem kuzenlerdi, Antalya'da yaşıyorlardı. Doğu ise Manisa'da yaşıyordu. Otobüs ile yarım saatlik bir yol kadar sonra görüşmemiz en kolay olan kişiydi. İşte onunla görüşebilmemize çok sevinmiştim. Serhat ise Bartın'da yaşıyordu. Birbirimizi eminim ki her gün arayıp soracaktık. Anneleri, babaları da arayacaktı. Aynı şekilde bizimkilerde. Fakat bir şeyden daha da emindim. Doğu ile daha yakın olacaktık. Adnan Menderes havalimanına girdiğim an, beni Emir abim karşılamıştı. Onunla bağajlarımı beklerken özlem gidermiş, şakalarıyla gülüp gülmemek arasında gidip gelmiştim. Yarım saatlik bir yol ardından, doğup büyüdüğüm mahalleye giriş yaptığımızda radyoda ki şarkı kapandı. Abim valizleri alacağını söyleyip arabadan inerken, bende yavaşça indim. Mahallenin arnavut kaldırımlarına adımımı attığımda. Üzerimde pudra pembe bir straplez crop, altımda ise beyaz fırfırlı bir etek vardı. Ayağımdaysa pembe crockslarım vardı. Tıp bitirdiğim çok belli oluyor muydu? "Abi, evde kim var?" Bavullarımı indirdiğinden götünden terler akmış olacak ki, soluk soluğa "abimler, Miroşta burada. Biliyorsun durumları..." dediğinde yutkundum. Aklıma gelenle burnumun ucu hasretle sızladı. Annem. Benim güzeller güzeli, mis kokulu meleğim... Pankreas kanserine yakalanmıştı. 2 senedir bu hastalıkla mücadele içerisindeydi. Allah'a şükür son evreyi atlatma aşamasındaydık fakat annem çok zayıflamıştı. Çökmüştü. İnşallah atlatacaktı hepimiz inanıyor, elimizden gelenin fazlasını yapıyorduk. Mira ona ilaç gibi gelmişti doğduğu dönem. Neredeyse her gün Ferda ablayla, abim Mira'yı alıp anneme geliyor moral oluyorlardı. Ben okuduğumdan senede sadece bir kaç kez gelme şansı bulabilmiştim. Onun dışında hep görüntülü konuşuyor, iletişimi kesmiyorduk fakat vicdan azabım peşimi bırakmıyordu. Başarmıştım sonunda. Burada şehir hastanesinde genel cerrah asistanı olarak ilk görevime başlayacaktım. Abimle bahçeye girdiğimizde, annemin ektiği renkli çiçekler her yerdeydi. Etraf cıvıl cıvıldı. Şuan sulayıp fazla ilgilenemese de herkesin elinden geldiğince baktığı belli oluyordu.
Kapı aralandığında karşımda ki babam eli kapıda kalakaldı. Koyu kahve saçlarına aklar düşmüştü. Sakal ve bıyıl sevmediğinden, en fazla bıraktığı kirli sakallarda hafiften beyazlamıştı. Üzerinde bebe mavisi bir tişört, altında krem rengi bir keten şort vardı. Mavi gözlerinin içi gülerken, "Kızım! BAHAR'IM!" Diyerek inci gibi olan dişlerini göstererek bedenime sıkıca sarıldı. Bende kollarımı boynuna doladım. O hiç değiştirmediği parfümü burnuma dolarken, gözlerimde özlemle dolup taştı. Yakışıklım çok yaşlansada-hâlâ çok yaşlı değildi-Gücünü hiç kaybetmediğini anlıyordum. "Babasının güzel çiçeği... Bahar'ım, renkli kızım benim." Derken kollarımı bedenimden ayırmış, pürüzlü elleriyle yanaklarımdaki yaşları silerken öpücükler bırakmıştı. O sırada minik eller, çıplak bacaklarıma yapıştığında bakışlarım aşağı düştü. Mira, minik ellerin sahibi 2,5 yaşında ki yeğenim. Sarı saçları iki yandan toplanmışken, üzerinde fırfırlı kırmızı bir elbise vardı. "Halacım!" diyerek düzgün dişleriyle bana gülümsediğinde, onu kucaklayıp ard arda öpmeye başladım. Onun neşeli gülüşleri ve çığlıkları bahçeye dolarken, abim yalancı bir öfkeyle yanımıza geldi ve Mira'ya dikkat ederek ikimizi de kucakladı. Bu sefer Mira'yla birlkte bende gülüyordum. "Bahar? Kızım?" Abim duraksadığında, bende saçıma başıma çeki düzen vererek bahçe kapısına döndüm. Açık demir kapıdan içeri giren Ela teyze ve Eylül ablayla koşar adım onlara ilerledim. "Allah'ım bu ne güzellik?! Kocaman olmuşsun cadı!" Diyerek popoma şaplağı geçiren Ela teyze kollarını bir anne şefkatiyle bedenime sardı. İçimi birden bire annemin eksikliği kapladı. Geldiğimi o da duymuştu. Eminim bir hevesle beni bekliyordu. Peki neden gelmemişti? Durumu o kadar mı kötüydü... Yüzüm düşmüştü. Ela teyze kollarını bedenimden ayırırken, sıcacık elleriyle yanağımı okşadı. Kumral saçlarını yeni boyatmıştı belliydi. Üzerinde gözlerinin yeşili ortaya çıkarmış mürdüm yeşili uzun bir elbise vardı. Göz kenarları, dudak kenarları iyiden iyiye kırışmıştı. Yılların yükü ve yorgunluğu yüzüne vursa da hâlâ çok güzeldi... "Niye hüzün düştü o güzel gözlerine zilli? Bu kadar çok mu özledin?" Diyerek burukça gülümsedi. O da bir anneydi. Anlamıştı. Ailemizdendi. Bizim kadar üzülüp yıpratmıştı kendini ki, o annemin olmayan kız kardeşiydi... Ortamın gerginliği Eylül ablayı sıkmış olacak ki, "beni özlemedin mi kız? Bak ağlarım ha!" Diyince Ela teyze yalancı bir ürkeklikle "aman Bahar'ım sarıl şu deliye, hormonları zirvede şu sıra yolda gelirken salyangoza ağladı!" Diye kısıkça mırıldandı. Güldüm. Eylül abla üzerine bebek mavisi askılı bir tulum giymişti. Bakır rengi saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış ve ela rengindeki çekik gözlerini iyice belirginleştirmişti. Kollarım koca karnının izin verdiğince beline sarıldığında, o da bir abla edasıyla sırtımı sıvazladı. "Kaç aylık oldu şimdi? Çok büyümüş, çok güzel..." diyerek sesimdeki hevesi saklayamadım. "8 bitti, az daha gelmesen doğuracaktım vallahi!" Diye güldüğünde, karnı da sallanmaya başlamıştı. Bu hali herkesi güldürürken, Ela teyze elini omzumdan ağrı koluma sardı. "Hadi annenide görelim güzelim..." Eve girdiğimizde, evin bilindik kokusu genizlerime doldu. Çocukluğum, en deli anlarım, abilerimle kavgalarım, annemle yaptığımız dedikodular, babamın her eve geldiğinde cebinden hevesle çıkarmasını beklediğim çikolata anları... Hepsi bir film şeridi gibi geçip gitti gözümün önünden. Oturma odasına girdiğimizde, annem koltukta uzanmıştı. Onu gördüğüm an tutmakta zorlandığım yaşlar yanaklarımdan akıp giderken, annemin sarı saçları kısacıktı. Kulak hizasındaki karışmış saçlarına göz gezdirirken, o tombul yanakları içine göçmüş, gözleri kısık bakıyordu. Hastalık annemden çok şey almıştı. "Annem..." yorgun fakat şefkatli sesi adımlarımı hızlıca ona doğru atıp bedenine sarılmama sebep oldu. Güçsüz kolları arasında beni sarmaladı. "Çok özledim," derken ağladığı sesinden belli oluyordu. "Mis kokulum... bende çok özledim anne..." Yanaklarına öpücüklerimi bırakırken, oldum olası belinde olan saçlarına baktım acıyarak. "Niye benim pamuğumun saçlarını taramadınız?" Diyerek etrafa bakındım. Orta masanın üzerinde ki annemin bir kaç tel saçı kalmış tarağı avuçladım ve annemin arkasına geçtim. Herkes koltuklarda suspus bizi izliyordu. Eylül abla hariç, o sessiz gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Annemin saçlarını tararken, boğazımdan kaçan hıçkırığa mani olamadım. Tarağa dolan saçları beni daha da ağlattı. "Kes," diyen sesle neye uğradığımı şaşırdım. "Saçlarımı kes Bahar'ım."
Bölüm sonu. |
0% |