Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Sonsuzluğun kıyısında

@neonbaskan

Yavaş adımlarla duşa kabine ilerliyordu. Perde hâlâ az önceki gibi kıpırtiyor, kıpırdadıkça poşet sesi geliyordu. Yavaş ve kroku dolu adımlarla yaklaşıyordu oraya. Belkide aklında izlediği filmlerdeki gibi acayib bir şeyin üzerine atlaması geliyordu fakat korkusuna rağmen bakmak istiyordu. Yaklaştı ve yaklaştı. Ufak adımlarla sonunda kabine vardı. Kahve rengi gözleri korkudan sim siyah olmuştu. Hızlıca elini perdeye attı ve aynı hızda çekti. Şaşırtıcı bir şekilde orada hiç bir şey yoktu. Aynı anda diğer kabinden bir kadın çıktı. Frienki kadını gördüğü an korkudan tiz bir çığlık attı ve paniğe kapıldı. En az Frienki kadar korkan kadın her şeye rağmen onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Frienki bir kaç saniye içinde tekrar boşu boşuna paniğe kapıldığını idrak etti. Derin bir nefes aldı ve mahçup yüzüne kadına doğrulttu. "Özür dilerim benim hatam. Gece korku filmi izledimde". Kadın histerik bir kahkaha attı. "Sorun değil tatlım" diyerek Firenkiye rahatlattı. "Ah şu gençler" deyip gülerek oradan uzaklaştı

 

Ertesi gün Frienki öğleden sonra vardiyaya gitmek zorunda kalmıştı. İşi tamamen öğrenmek için her vardiyada ayrı ayrı çalışmalı ve tecrübe edinmeliydi. Her vardiyanin kendine has özellikleri ve sorumlulukları vardı.

Sterling Oteli’nin lüks lobisi gece yarısı tüm ihtişamıyla boş ve sessizdi. lobinin loş ışıkları altında, sadece klavyenin hafif tıklamaları duyuluyordu. Şehir merkezine yakın bu lüks otel, geceleri bir başka canlanır, iş insanlarından turistlere kadar pek çok farklı misafiri ağırlar.

Saat gece yarısını biraz geçmişti ve Frienki önündeki bilgisayarda son gelen e-postaları kontrol ediyordu. Lobi genellikle bu saatlerde sessizleşirdi. Otelde kalan misafirlerin çoğu ya odalarına çekilmiş ya da şehrin gece hayatına dalmış olurdu. Frienki , bir an için iç geçirdi. Sıkıcı bir gecenin daha onu beklediğini düşünerek, ofis sandalyesine yaslandı ve kolundaki küçük saatine göz attı. Gece vardiyasının sona ermesine henüz çok vardı, Ancak tam o sırada, havada bir şeylerin değiştiğini fark etti. İlk başta, neredeyse algılayamayacak kadar hafifti; sonra yavaş yavaş daha belirgin hale geldi. Keskin, yoğun ve tiksindirici bir koku resepsiyona yayılmaya başladı. Frienki, önce bunun nereden geldiğini anlamaya çalışarak etrafına bakındı. Koku, sanki ölü bir hayvanın çürümüş kalıntıları gibiydi. Midesi bulandı ve eliyle burnunu kapattı.

"Bu da ne böyle?" diye mırıldandı kendi kendine. İçgüdüsel olarak oturduğu yerden kalktı, resepsiyonun arkasında bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyordu. Koku gitgide daha da yoğunlaşıyordu. Sanki tüm alanı kaplamıştı ve nefes almak bile zor hale gelmişti. Frienki, bir an için dışarı çıkmayı düşündü. Resepsiyonun arkasındaki büyük kapıya doğru kafasını çevirdiğinde, kalbi bir an duracak gibi oldu. Kapının aralık kalan kısmından bir çift gözün ona doğru baktığını fark etti. Ama bu gözler insan gözleri değildi. Parlak, sarımtırak bir ışıkla parlıyorlardı ve gözbebekleri incecik, dikey bir çizgi gibi duruyordu. Frienki, korkuyla bir adım geriledi. Bedenini kontrol etmekte zorlanıyordu; sanki gözler onu esir almıştı. Kafasındaki düşünceler birbirine karıştı; "Bu da ne?" diye düşündü, korku dolu gözlerini kırpmadan

Gözlerini ayıramıyordu o ürpertici bakışlardan. Gözler, yavaşça yanıp söner gibi hareket etti. Kapının arkasındaki karanlık figür, sanki bir sis bulutu gibi hafifçe titreşti ve gölge şekil alarak bir yaratığa dönüştü. Yaratığın uzun, çarpık kolları vardı, yüzü ise korkutucu bir sırıtışla gerilmişti. Hareket ettiğinde kemiklerinin qıcırtısı lobide yankılanıyordu. Frienki'nin kanı dondu; refleksle geriye doğru çekildi. resepsiyon masasının üzerinden atladı ve hızla lobiye doğru koşmaya başladı. Kalbi göğsünde şiddetle atıyor, korku tüm benliğini sarıyordu.

 

Koşarken bir köşeyi dönerek kendini dar ve karanlık bir koridorda buldu. Arkasına döndüğünde yaratığın kendisine doğru ilerlediğini gördü. Ellerini önüne kaldırıp savunmasızca geri çekildiği sırada, karanlığın içinden bir figür hızla ortaya çıktı.

Bu Frienkinin daha önce odasında gördüyü ve asansörde karşılaştığı silüetle aynıydı.

Figür, yaratığa doğru hızla hareket etti ve ellerini kaldırarak bir güç dalgası oluşturdu. Havada yoğun bir enerji titreşimi yayıldı, ve yaratık, göz kamaştırıcı bir ışık patlamasıyla koridorun sonuna savruldu. Yaratık tiz bir çığlık atarak duvara çarpıp kayboldu.

 

Frienki'nin içi korku ve şaşkınlıkla doluydu, fakat figürün varlığı bir şekilde onu rahatlatıyordu. "Kimdi bu? Sen kimsin?" diye sordu, sesi hâlâ titrek ve nefessizdi.

 

Figür, ona doğru bir adım attı ve sakin bir sesle konuştu: "Ben Derek. Seni korumak için buradayım."

 

Frienki, kaşlarını çatıp bir adım geri çekildi. "Beni korumak mı? Neden? Bu yaratık da neyin nesiydi?"

 

Derek, başını hafifçe eğerek, gözsüz yüzüyle ona baktı. "Frienki," dedi yavaşça, "Sen düşündüğünden çok daha önemlisin. Sen bir Öncüsün; evrenin ilk ve gerçek sahiplerinden biri."

 

Frienki, bu kelimeleri duyunca içinden bir gülme isteği geçti. "Öncü mü?" dedi, gözlerinde şüpheyle. "Bu saçmalık. Ben sadece burada çalışan sıradan bir insanım. Ne evreni? Ne sahibi? Dalga mı geçiyorsun?"

 

Derek, sessizce Frienki’nin yüzüne döndü. "Bu sana saçma gelebilir," dedi, "ama gerçeklerden kaçamazsın. Güçlerin uyanmaya başladı. Seni bulmaları uzun sürmedi çünkü sen, onların varlığını tehdit eden tek şeysin. Onlar, senin gücün uyandıkça seni yok etmek için gelecekler."

 

Frienki, derin bir nefes aldı ve titreyen elleriyle saçlarını geriye doğru attı. "Beni koruduğunu söylüyorsun," dedi temkinli bir tonla. "Ama neden? Benim için ne anlam ifade ediyorsun ki?"

 

Derek, birkaç adım daha atıp Frienki'ye biraz daha yaklaştı. "Ben senin Koruyucun'um, Frienki. Evrenin dengesini sağlamak için seçilmiş olanlardan biriyim. Senin hayatını, gücün tamamen açığa çıkana kadar korumak benim görevim."

 

Frienki'nin gözleri Derek'in yüzsüz yüzüne dikildi. "Neden şimdi?" diye sordu, sesi alaycıydı. "Neden bu kadar uzun süre bekledin? Eğer beni korumak zorundaysan, neden her şeyin bu noktaya gelmesine izin verdin?"

 

Derek'in sesi daha ciddi bir tona büründü. "Çünkü, Frienki, senin gücün uyuyordu. Şimdi uyanmaya başladı. Gücün uyandıkça, yaratıklar seni hissetmeye başladı. Şimdiye kadar seni korumak için gölgelerde kaldım. Ama artık gölgeler yeterli değil."

 

Frienki, şüpheyle başını iki yana salladı. "Ve gücüm uyanınca ne olacak?" diye sordu. "Bu yaratıklar hep mi gelecek? İnsanlar hep tehlikede mi olacak?"

 

Derek’in sesi, bir mezar taşı kadar ağır ve kesin çıktı. "Hayır," dedi. "Gücün tamamen uyanana kadar bu tehditler devam edecek. Fakat gücün uyandığında… her şey değişecek. Sen evrenin dengesini yeniden sağlama yeteneğine sahipsin."

 

Frienki'nin kaşları çatıldı. "Ama insanlar? Ya burada olanlar? Neden kimse bu olanları fark etmedi?"

 

Derek'in ifadesiz yüzü bir anlığına gerildi. "İnsanların hafızalarını sildim," diye cevap verdi. "Bu gerçek, kimse tarafından bilinmemeli. Öncü güçlerine kavuşmadan önce hiç kimse hiçbir şey öğrenmemeli. Bu senin korunman için."

 

Frienki bir anlığına sessiz kaldı, ardından kaşlarını çatarak bir adım daha geri çekildi. "Ama bu adil değil," dedi sert bir sesle. "Bu insanlara bu kadar müdahale etmen doğru mu? Onların hafızalarını silmek... bu da neyin nesi?"

 

Derek, biraz tereddütle konuştu. "Bu, onların iyiliği için," dedi. "Bunu anlaman zor olabilir, ama tehlikenin boyutu, düşündüğünden çok daha büyük. Onların bu durumu bilmeleri, sadece onların hayatlarını daha da tehlikeye atar."

Frienki şüpheli gözlerini Derekin ifadesiz yüzüne diktdi. "Neden beni korumak için sen geldin ?"

Derek otoriter sesini bozmadan devam etti. "Çünkü seninle benim aramda sarsılmaz bir bağ var"

 

Frienki'nin gözlerinde beliren şüphe ve inançsızlık kaybolmuyordu. "Bir bağ mı?" dedi, alaycı bir şekilde güldü. "Ne tür bir bağdan bahsediyorsun?"

 

Derek, bir an sustu, sonra yavaşça konuşmaya başladı. "Biz, Öncüler ve Koruyucular, birbirimize derin bir şekilde bağlıyız. Senin varlığın, benim varlığımı tamamlar. Eğer sen kaybolursan, evrenin dengesi bozulur ve biz yok oluruz."

 

Frienki, bu açıklamayı sindirmekte zorlandı. "Yani, beni korumazsan sen de mi yok olacaksın?" diye sordu, sesi biraz daha yumuşak bir hale gelmişti ama hâlâ şüphe doluydu.

 

Derek başını salladı. "Evet," dedi, "Ama bu, sadece benim hayatta kalmamla ilgili değil. Senin bu dünyada yapman gereken şeyler var, Frienki. Büyük görevler ve sorumluluklar. Ve ben burada, bu görevleri yerine getirmen için sana rehberlik edeceğim."

 

Frienki, hâlâ içindeki şüpheyi yenememişti ama Derek’in sözlerinin derinliğini hissetmişti. "Tam olarak ne yapmam gerekiyor?" diye sordu, sesindeki tedirginlik hala kaybolmamıştı.

 

Derek, sakin bir şekilde gülümsediğini hissedebileceği bir tonda cevap verdi: "Bana güvenmen gerek, Frienki. Çünkü bu sadece bir başlangıç. Evrenin dengesini yeniden sağlamak için seninle birlikte bu yola çıkmalıyım. Güçlerin tamamen uyanana kadar…"

 

Frienki, derin bir nefes aldı, gözleri kararlılıkla Derek'e dikildi. "Sana güvenmem gerektiğini söylüyorsun," dedi yavaşça, "Ama sana tamamen güvenebilmem için bana daha fazla şey anlatman gerekecek."

 

Derek, bir an tereddüt etti, ardından ileri doğru bir adım attı ve elini Frienki'nin omzuna yerleştirdi. "Bu konuşmayı burada yapmak uygun değil," dedi, sesi güven doluydu. "Sana her şeyi göstereceğim."

 

Frienki daha ne olduğunu anlamadan, Derek'in dokunuşuyla birlikte dünya bir anda dönmeye başladı. Lobinin tanıdık ışıkları ve mobilyaları yerini hızla değişen renklere, sanki bir girdaba çekiliyormuş gibi görünen parlak ışıklara bıraktı. Frienki, Derek’in elinin omzunda hala hissettiği sıcaklığı kaybetmemek için sıkıca kapandı. Birkaç saniye boyunca çevresindeki her şey flulaştı, sonra birdenbire keskin ve net bir şekilde şekillenmeye başladı.

 

Bir anda kendilerini görkemli bir salonun ortasında buldular. Duvarlar altın ve zümrütlerle süslenmişti, tavan ise devasa kristal avizelerle ışıldıyordu. Burası saray gibi bir yerdi, ama daha fazlası vardı; sanki bu mekân, dünya dışı bir ihtişamı barındırıyordu. Frienki, derin bir nefes alarak etrafına baktı. 20'ye yakın kapı, her biri farklı desenlerle süslenmiş, uzun bir koridor boyunca sıralanmıştı.

 

Hizmetkârlar, Derek'in varlığıyla hemen hareketlenip ona saygıyla eğildiler. Hepsi birbirinden farklıydı; bazıları kanatlı, bazıları ise insanı andıran şekillerdeydi, ama hepsinin yüzünde sonsuz bir sadakat ifadesi vardı. Gözlerinde Derek'e karşı derin bir saygı ve hayranlık okunuyordu. Bazıları şeffaf, neredeyse görünmezdi, diğerleri ise metalik zırhlar giymişti. Ama hepsi, Derek’in yanında yer alırken bile bir tür alçakgönüllülük yayıyordu.

 

Derek, Frienki'ye döndü ve nazik bir sesle, "Burası benim boyutum," dedi. "Bu saray, varlığımın bir yansımasıdır. Ve burası, gerçek kimliğimi açıkça gösterebileceğim tek yer."

 

Frienki, gözleri büyümüş halde etrafına baktı. "Bu… burası gerçek mi?" diye mırıldandı, sesi hayretle karışık bir tondaydı.

 

Derek, hafifçe gülümsedi. "Gerçeklik, algıladığın şeydir, Frienki. Bu boyut, tıpkı senin dünyan gibi var olan bir yer. Ama burada, kurallar farklı. Zaman ve mekânın ötesinde, gerçekliği yeniden şekillendirebilirim."

 

Frienki, onun söylediklerini sindirmeye çalışırken, Derek yavaşça devam etti. "Benim adım Derek," dedi, sesi daha otoriter bir tona büründü. "Ben bir Koruyucuyum. Öncülerin varlıklarını korumak ve evrenin dengesini sağlamak benim görevimdir. Bu hizmetkârlar," dedi elini geniş bir hareketle hizmetkârlara doğru uzatarak, "benimle binlerce yıl boyunca hizmet eden sadık ruhlardır. Onlar, benim kudretimi ve merhametimi bilirler."

 

Bir hizmetkâr, Derek'e yaklaşarak alçak bir sesle konuştu, "Efendim, hoş geldiniz." Ardından Frienki'ye döndü ve başını eğdi, "Hoş geldiniz, Öncü."

 

Frienki, şaşkınlıkla geri çekildi. "Öncü mü? Ben bu dünyaya ait değilim. Senin gibi varlıklar arasında ne işim var?" diye sordu, sesindeki şüphe ve korku hâlâ tazeydi.

 

Derek, ağırbaşlılıkla başını salladı. "Sen bu dünyaya aitsin, Frienki, ama aynı zamanda ötesine de," dedi. "Öncü olmak, bir dünya ile sınırlı kalmamak demektir. Senin yeteneklerin, daha yeni uyanıyor. Ve bu süreçte, senin yanında olacağım."

 

Frienki, derin bir nefes aldı. “Bana sadece kim olduğunu değil, neden burada olduğumuzu da anlatmanı istiyorum,” dedi, bakışlarını Derek'ten ayırmadan.

 

Derek, adımlarını yavaşça atarak sarayın geniş salonunda yürümeye başladı ve Frienki'yi de yanına çağırdı. “Bu saray, yalnızca bir başlangıç,” dedi. “Gerçeklikte anlam bulmak için, önce kendi gücünü keşfetmen gerek.”

 

Hizmetkârlar, Derek'in geçtiği her yerin ardından başlarını eğerek ona saygı gösteriyorlardı. Derek, bir kapının önünde durdu ve ona bakarak, "Burası seni daha iyi anlamamızı sağlayacak," dedi.

 

Derek, sonsuz bahçeye uzanan kapıyı açtı ve içeride onları başka bir dünya bekliyordu. Bahçeye adım attıklarında, Frienki bir an için nefesini tuttu. Gözleri, her yöne doğru yayılan büyüleyici bir manzarayla karşılaştı. Sonsuz gibi görünen bu bahçede, dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek kadar canlı ve parlak renklerde çiçekler açmıştı. Bazıları gökyüzüne doğru yükseliyor, diğerleri ise yere yakın, küçük göletlerin yanında kıvrılarak uzanıyordu.

 

Hava, sanki doğrudan ruhuna işleyen bir tazelikle doluydu; hafif bir rüzgar Frienki'nin saçlarını nazikçe dalgalandırırken, tatlı bir çiçek kokusu etrafa yayıldı. Gökyüzünde, gece ve gündüzün birleştiği bir nokta vardı; bir taraf karanlık ve yıldızlarla doluyken, diğer taraf altın sarısı bir ışıkla aydınlanıyordu. İki dünyanın sınırı bu bahçede kaynaşıyor gibiydi.

 

Yerde, rüya gibi akan berrak bir nehir vardı; suyun içindeki balıklar, altın pullarıyla ışıldıyor ve bazen suyun yüzeyine sıçrayarak kısa bir süreliğine havada dans ediyorlardı. Nehrin kenarlarında, rüzgarla fısıldaşan ağaçlar uzanıyordu; yapraklarının arasından gelen sesler sanki eski bir şarkıyı söylüyordu.

 

“Burası… burası gerçek olamaz,” diye fısıldadı Frienki, bakışlarıyla etrafı tararken. “Sanki bir rüyanın içindeyim.”

 

Derek gülümsedi. "Bu, rüya değil," dedi, sesi nazik ama kararlıydı. "Burası, zamanın ve mekânın sınırlarının ötesinde, gerçekliğin tüm potansiyelinin serbest kaldığı bir boyut. Sonsuz Bahçe, hayatın özüyle dolu bir yer. Burada, doğanın kendisi bile daha fazlasını hayal edebilir."

 

Frienki, gözlerini açarak nehir boyunca uzanan ağaçlara doğru ilerledi. Ağaçlardan bazıları altın yapraklarla doluydu; diğerlerinin ise yaprakları safir mavisi bir parıltıyla ışıldıyordu. “Neden beni buraya getirdin?” diye sordu, Derek'e dönerek.

 

Derek, hafif bir adım attı ve Frienki'nin yanında durarak kafasını ona çevirdi “Çünkü burası, evrenin gizemlerinin en saf ve en açık haliyle sergilendiği bir yer. Burada, seninle ilgili gerçekleri anlamaya başlayabilirsin. Gücünü, yeteneklerini ve kim olduğunu… burada, seni tanımanı istiyorum.”

 

Frienki, kaşlarını çattı ve bir süre Derek’in yüzsüz siluetine baktı. “Peki ya sen?” diye sordu. “Senin bu yerle bağlantın ne?”

 

Derek, yüzünü uzaktaki dağlara çevirdi, ardından Frienki'ye dönerek derin bir iç çekti. "Ben, bu boyutların arasındaki bir dengeleyiciyim," dedi. "Öncünün ve evrenin yaratılışından bu yana, dengenin korunması için buradayım. Bu bahçe, evrenin özüdür. Burası hem benim evim hem de görevimin başlangıç noktasıdır. Buradaki her bir çiçek, her bir yaprak, evrendeki tüm yaşamın yankısıdır."

 

Frienki, Derek’in sözlerini sindirmeye çalışırken, uzaktan belli belirsiz bir ses duydu. Fısıldayan yaprakların ve akan suyun üzerinde, bir melodinin yankısı vardı. "Bu ses...," dedi, merakla.

 

Derek hafifce başını salladı. "Bu, evrenin müziği. Her şeyin başladığı noktada, yaratımın ilk anında çalınan şarkıdır. Sonsuz Bahçe, bu şarkıyı canlı tutar. Burada her şey, birbiriyle uyum içinde, bir sonsuz döngüde dans eder."

 

Frienki, nehrin kenarına yaklaştı ve suyun içine baktı. Yüzeyde kendi yansımasını gördü; ancak bu yansıma, bildiği kendi suretinden farklıydı. Gözleri daha parlak, teni daha ışık doluydu. Yüz hatları bile, bir şekilde daha keskin ve belirgin görünüyordu. Kendi görüntüsünü hayretle izlerken, "Bu... ben miyim?" diye fısıldadı.

 

Derek yanına gelip suya baktı. "Evet," dedi yumuşak bir sesle. "Bu, senin gerçek halin. Güçlerin uyandıkça, gerçek formun da şekilleniyor. Senin içindeki potansiyel burada daha net görünüyor."

 

Frienki suya eğilerek elini daldırdı, ama suyun içine dokunduğunda birden garip bir hisle geri çekildi. Su, eline değdiğinde bir enerji dalgası gibi parladı. Elini çektiğinde bile, suyun üzerinde yankılanan halkalar kalıyordu, sanki su bile onun dokunuşunu hafızasında saklamak istiyormuş gibi.

 

Derek, bu olayı izlerken gözsüz yüzünde bir ifade yoktu, ama sesi ciddiyetle doluydu. "Görüyorsun, değil mi? Sen sadece bir insan değilsin, Frienki. Sen, evrenin özündeki bir varlıksın. Güçlerin, bu bahçede yankı buluyor çünkü sen de bu özün bir parçasısın."

 

Frienki, Derek'e dönerek derin bir nefes aldı. "Peki, şimdi ne olacak? Benimle ilgili öğrendiklerim ne anlama geliyor?"

 

Derek, ona yaklaşarak nazikçe elini omzuna koydu. "Bu senin yolculuğun, Frienki," dedi. "Burada, bu bahçede, gerçek kimliğini keşfetmelisin. Ancak o zaman, evrenin sana ihtiyaç duyduğu rolü tam olarak yerine getirebilirsin. Ve ben, bu süreçte senin yanındayım."

 

Frienki, kendini daha önce hiç olmadığı kadar karışık hissetti. Bahçenin güzelliği ve gizemi, onun kafasında yeni sorular ve düşünceler oluşturmuştu. Ama aynı zamanda, bir tür huzur da bulmuştu burada. Sanki bu yer, onun bir parçasıydı; daha önce hiç bilmediği bir şekilde ona aitmiş gibi.

 

Derek, bakışlarını gökyüzüne çevirdi. “Bu bahçede daha birçok sır var,” dedi. “Her bir bitki, her bir nehir ve hatta her bir gölge, kendi hikayesini anlatır" dedi ve bir az durdu Öğreneceğin çok şey var.”

 

Frienki, başını salladı ve derin bir nefes aldı. “Tamam,” dedi, bakışlarını Derek’in bakışlarını takip ederek gökyüzüne dikti. “

 

Bu bahçe, onların arasında sessizce şarkı söylemeye devam ediyordu; bir rüya gibi, bir fısıltı gibi, ama aynı zamanda bir gerçeğin ta kendisi gibi. Frienki, yeni bir dünyanın eşiğinde, Derek’in yanında duruyordu. Şimdi, ona sunulan bu büyülü yerde, kendi kaderini keşfetme zamanıydı.

 

Derek, bahçenin büyüleyici güzelliklerini gösterdikten ve Frienki’ye gerçeği biraz daha açtıktan sonra, onun yüzündeki karmaşık ifadeyi fark etti. “Şimdi geri dönme zamanı,” dedi Derek. “Bu boyut sana kendini tanıman için bir an sundu, fakat daha yapman gereken şeyler var.”

 

Frienki, bir an tereddüt etti, sonra başını sallayarak kabul etti. “Evet, geri dönmeliyim. Ama buraya tekrar gelmek istiyorum,” dedi kararlılıkla.

 

Derek, elini tekrar Frienki’nin omzuna yerleştirdi ve bir anda saray, bahçe ve her şey etraflarından kayboldu. Gözlerini kırpıştırıp açtığında, kendini tekrar otelin lobisinde, resepsiyonun hemen önünde buldu. Ortam, o kadar hızlı ve ani bir şekilde değişmişti ki, bir an için her şeyin gerçekten yaşandığını bile sorguladı.

 

Fakat kalbinin hızla atışı ve Derek’in az önce söyledikleri, hepsinin gerçek olduğunu kanıtlar gibiydi. Etrafına hızla baktı; lobide her şey yerli yerindeydi. Ancak zamanın ne kadar geçtiğini düşünerek panik içinde resepsiyona geri koştu. "Ne kadar zaman geçti? İşlerimi yetiştiremeyeceğim!" diye düşünerek telaşla saate baktı.

 

Gözleri yuvarlak dijital saatin rakamlarına takıldığında şaşkınlık içinde durdu. Saat sadece bir dakika ilerlemişti. Derek’le bahçede geçirdiği onca zamana rağmen, dünyada sadece bir dakika geçmişti.

 

Derin bir nefes aldı ve yavaşça sakinleşmeye başladı. Derek’in söylediklerini ve gördüklerini düşünerek, bu kadar kısa sürede ne kadar çok şeyin değişebileceğini fark etti. Zamanın nasıl büküldüğünü ve boyutların arasındaki farkları düşünürken, içinde hem bir korku hem de bir merak filizlendi.

 

Artık hayatı eskisi gibi olmayacaktı, bunu biliyordu. Ama bir yandan da bilmediği güçler ve gizemlerle dolu yeni bir yolculuğa başlamıştı. Şüpheleri hâlâ vardı, ama aynı zamanda içindeki bir şeyin uyandığını hissediyordu. Bu, yalnızca bir başlangıçtı.

 

Frienki derin bir nefes alıp dikleşti, resepsiyon

un ardındaki işine geri döndü. Fakat artık, gözleri her zaman köşelerde bir gölge arıyor, her an Derek’in bir yerlerden çıkmasını bekliyordu.

(Adele- Skyfall şarkısı eşliğinde yazıldı)

Loading...
0%