Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Usulca ellerini kızın boğazına yerleştirdi. Öncesinde defalarca ona hayat veren şefkatli elle

@neonbaskan

🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

Aslında hayatımızda hiç bir şey tesadüf değildir. Var oluşun bir nedeni vardır. Son baharda dalından kopup toprakta çürümeğe mahkum kalan yaprağında, tadını hiç sevmeyeceğimiz, muhtemelen adını dahi ömrümüz boyunca bir kez bile duymayacağımız bir meyvenin, hatta elmanın üzerindeki kücük lekelerin bile bir var oluş sebebi var. Peki ya yaratılış mucizesi olan insan ? Hepimiz çok farklıyız değil mi? Kimisi ailesini, arkadaşlarını mutlu eden komik ve eğlenceli biridir, kimisi harika bir anne, bazılarımız mükemmel bir tasarımcı, yahutta dünyaya mucize olarak gönderilen bir Öncü ... Bazen kim olacağımızı biz seçeriz, bazense kader bizden önce yazar hikayemizi

    

🌹🌹

 

Günlerden pazartesiydi. Her kes bir şeyler başarmak için işe ve okula gidiyordu. Her kesin bir amacı vardı, en azından umut barındırıyorlardı içlerinde. Yaşamak tam da bu değil miydi ? Ne için vardık ? Neye hizmet ediyorduk ? Ya da ne başarmak için gelmiştik dünyaya ? Belki de özel bir şey başarmasak da olurdu fakat çoğu insan başarmanın hırsıyla bir az da çevre baskısıyla kendisine gereğinden fazla yükleme yapıyor. Önemli olan şimdi başaramasan bile ileride bir gün başaracağını hayal edip bunun üzerine odaklanmak. Çoğu insan böyledir öyle değil mi ? Çoğu insan başarısız olsa bile yeteneğinin en azından kendi değerinin farkındadır.

🌹🌹🌹

Odanın sol köşesinde elinde kurşun kalemle bir şeyler karalıyordu. Nerdeyse kalçasına kadar uzanan koyu kahve rengi saçları, hafif beyaz teni, ve açık kahve rengi gözleri her kesde olan ama hiç kimseye bu kadar yakışmayan detaylardı. Küçük ve yok denilecek kadar hafif kemerli burnu bir kadında hiç bu kadar doğal ve zarif durmamışdı. Dolgun dudakları bir ressamın tablosunda çizdiği en dikkat çeken en özenilecek türden bir detay gibi duruyordu yüzünde.

 

Tamamen resmine konsantreydi ve kusursuz bir sanat eseri ortaya çıkarmıştı. Da Vinci olsa kıskanır mıydı sizce ? Eseri görse belki de kıskanırdı. Frienki olağan üstü bir kızdı, sadece güzelliği değil, yetenekleri, zekası, iç güdüleri, hatta çoğu insanlardan daha becerikli bir kız. Ama bunca yeteneğe sahip birinin kendisini bu hayatta yetersiz biri olarak düşünmesi sizce de büyük bir haksızlık değil mi ? Tıpkı bir kuşun onu gök yüzüne uçuran kanatlarını koparıp atması kadar acımasız ve saçmaydı kendisine olan tavrı

🌹🌹🌹

Olağanüstü bir sanat eseri ortaya çıkarmıştı fakat onun için eksikti bu resim, yeteri kadar iyi değildi, yeteri kadar gerçekçi olamamıştı. Yüzündeki en güzel detaylardan biri olan kaşlarını çatmış sinirli bir şekilde detaylarla uğraşıyordu. Aslında çizdiği resim kusursuzdu fakat kendisine olan nefreti bunu görmesine engel olmuştu. Kenara çıkan küçük kalem çizgisine takılmıştı. Defalarca silip çizdi ama olmadı. Sanki biri ya da bir şey dirseğine dokunup aynı çizgiyi defalarca dışarıya taşırıyordu. Öfkeden kara kalemi tutan incecik elleri titremeye başladı. Tırnağını silgiye sanki bütün olanların suçlusu oymuşcasına batırmıştı. Sıcak göz yaşları görüşünü bulanıklaştırıyor, sinirden dişlerini sıkıp kurşun kalemin karalttığı elleriyle yüzünü silmeye çalışıyordu ve başladı

 

Sinir krizi....

 

Elindeki kalem ve silgiyi fırlattı, saatlerce emek verdiği tablosunu devirdi, üzerine kalemlerini ve boyalarını yerleştirdiği sehpaya tekme atıp kalemlerini yere savurdu. İçinde çığ gibi büyüyordu öfke. Hani ruhu ele geçiren türden varya "gözü dönmüştü " dedirten cinsten. İçindeki yanardağı daha fazla bastıramıyordu. Yanardağın lavlarıydı belkide gözlerinden akıttığı sıcak göz yaşları. Zarif yanaklarını yakmıştı tuzlu göz yaşları. Dünyanın sonu değil ya . Dünyanın sonuydu onun için.

 

Kendisini yere atıp ağlamaya başladı. Deli gibi ağlıyordu hiç kurtuluş yokmuş gibi. Sanki bin yıllardır kış yaşıyormuş artık yazın kokusunu unutmuşcasına, asla kelebek görememiş gibi, yeşil ormanlara hasret kalmış, karın soğuna haps olmuş gibi. Kekeleyerek nefes nefese defalarca "nefret ediyorum" diyip öfkesini boşaltmaya yer arıyordu. İçinde patlayan yanardağın lavlarını kusmaya çalışıyordu sanki. Ayağa kalkmaya niyetlendi. Tam dizlerinin üzerindeyken karşısında onunla aynı pozisyonda birini gördü. Kahve rengi gözlerini ola bildiyince büyük açıp bir kaç saniyeliğine donup kalmıştı. Yüzyüzeydi ve bir birilerine oldukça yakındı. Mükemmel ötesi siyah smokini, ayağında deri ayakkabısı kendine has farklı kokusu vardı. Tuhaf olan neydi biliyor musunuz ? Yüzünün ve kulaklarının olmaması. kafasında 2 tane büyük, ürkütücü, ağaç dallarina benzeyen boynuzları, uzun parmakları ve uzun sivri tırnakları vardı...

Frienki donuk bir şekilde yüzüne bakıyordu. Vücudu kas katı kesilmişti. Ani bir refleksle çığlık atarak ayağa kalktı. Delirmiş bir şekilde bağırarak geri geri gidiyordu. Gördüyü şey artık onu durdurması gerektiğini anladı. Sanki bir anda zamanı nerdeyse durduracak derecede yavaşlatıp elini uzattı. Tam olarak kolundan tuttu ve dokunduğu an Frienki kendisinden geçti.

Bir kaç saat sonra yorgun gözlerini acı içinde araladı. Yoğun baş ağrısı vardı. Izdırapla yataktan doğruldu ve az önce savaş alanına çevirdiği odasına göz gezdirdi. Kendisine ne olduğu hakta aklında bir fikir yoktu. Saatler önce içinde patlattığı ve gözlerinden lavları akan yanar dağ yüzünden susamıştı. Battaniyeyi bacaklarının üzerinden sıyırıp parmak uçlarını yere saçılan kalemlerin arasına yerleştirip ayağa kalktı. Ve yine parmak uçlarıyla kalemlere ve odaya saçtığı diğer şeyler basmamak için dikkatlice kapıya doğru ilerledi.

Mutfakta annesiyle karşılaştı. Frienki sanki onu hayatında ilk defa görüyor, ve daha önce böyle bir yüzle karşılaşmadığına eminmişcesine baktı annesine. Annesi onu karşısında görünce qaripsedi. Sabahtan beri tıpkı bir mahpus gibi kendisini odaya kapatan kızının sonunda aff ilan edip insan içine karışmasına sevinmişti. Oo ne hoş sürpriz böyle. Kızına tatlı bir sitem çekti. Frienkiyse sanki ilk sözü kendisi söylemiş gibi bir ses tonuyla annesine soru yöneltti. Acaba rüyayla gerçeği nasıl ayırt ederiz ? Annesini şaşkın bir ifadeyle kaşlarını çattı. Belli ki böyle bir soru beklemiyordu. Rüya mı gördün sen ? diye açıklama beklercesine bir soru yöneltti. Daha ne gördüğünün kendisi de farkında değildi. Kabus diyelim deyip geçiştirmye çalıştı. Konuyu iyice dağıtmak için annesinden su istedi.

 

Önemsiz olduğunu düşünüyordu çünki rüya gördüyüne inanmıştı. Böyle qarip bir varlık rüyadan başka nerede görüle bilirdi ki ? Habersizdi ama. Birinin onu her saniye her an gözetlediğinden habersizdi. O görmese bile etrafında dolanıp hatta ola bildiğince yakınlarında Frienkinin bir parçasıymış gibi dolanıyordu. Gittiği alış veriş merkezlerinde, annesiyle birlikte gezdiği marketlerde Frienkinin attığı her adımda ona gölgesinden bile yakındı. Onu göremese bile sanki birinin kendisini gözetlediği hissi de içine dağ gibi oturmuştu kızın. Sanki sürekli biri elini ayağını izliyor. Bazen uykuya dalmakta da zorluk çekiyordu çünkü insan hiss eder değil mi ? İzlendiğini hiss eder. İçgüdüsel olarak içimize doğar, fark ederiz.

Gri örtüyü sıyırıp gelişi güzel yere fırlattı. Yavaşça yatağa uzandı. Gözlerinden yorgunluk akıyordu. Boynuzlu yaratıksa yatağının sol köşesindeki koltukta oturmuş onu izliyordu. Frienki kafasını kaldırıp koltuğa baktı. Gözlerini devirip iç çekerek "Daha neler ?" diye mırıldandı ve uyumaya çalıştı. Tam olarak ne zaman olduğunu hiç kimse bilmese de uykuya dalmıştı artık. Saat 11 de annesi labada-lubada odaya daldı (🙄). Başını telefonundaki mesaja dikmiş hızlı adımlarla yatağa yaklaşıp ayak ucunda oturdu. "Bu otel şehrin en ünlü oteli" diye seslendi kafasınu teleondan ayırmadan ve kızından onay beklercesine. Ama Frienki derin uykulardaydı. Kızından ses gelmeyince hâlâ uyanmadığını fark etti ve ayaklarını dürtmeğe başladı. "Hala uyanmadın mı sen öğlen oldu" dedi diğer bütün annelerin abartılı saat tahminleriyle bire bir aynıydı tepkisi. Frienki uykulu gözlerini hafif aralayıp yatağın ayak ucunda oturan annesine bakmaya çalıştı. Annesi elindeki telefonu ona uzattı "Baksana şehrin en ünlü oteli burası". Frienki gözlerini ovarak telefondaki resime bakmaya çalışıyordu. "Günaydın ne bu ? " diye uykulu ve şaşkın ifadeyle aynı zamanda da gözlerini ovarak annesine baktı. "İş ilanı" dedi annesi gözlerinin içi gülüyordu. "Ne işi?" diye sordu afallamıştı. "Resepsion" dedi annesi sanki yıllardır resepsionla ilgili bir pozisyon arıyorlarmışta sonunda bulmuşlar gibi. Frienki "nerden çıktı bu" diyerek hâlâ olayı anlamadığı için ard-arda sorular diziyordu. "İş arkadaşım söyledi bu otelde işçiye ihtiyaç var diye. Senin de Rusça ve Fransızcan çok iyi, iş arıyordun hem kendine. Bence burası çok uygun olur. Şehrin en ünlü oteli" dedi sesinde ve yüzünde al işte ihtiyacın olan bütün açıklamayı yaptım ifadesi vardi sanki. Frienki hiç bir şey söylemeden annesiyle telefon arasinda gözlerini dolandırıyordu. "Çalışmak istemiyor musun ?" diye sordu annesi hafif üzgün çıkmıştı ses tonu bu seferde. "Tabiki istiyorum" diye yanıt verdi annesine. "Sadece ani olduğu için bir az şaşırdım" diye de ekleme yaptı donukluğunun nedenini açıklarcasına. " Tamam sen kalk elini yüzünü yıka, bir az kendine gel. Bu konu hakkında konuşuruz?" diyip ayağa kalkdı. Kızına tatlı bir şekilde göz kırpıp odadan çıktı.

🌹🌹

Frienki annesinin iş arkadaşı sayesinde oteldeki işe alınmıştı. Yarın saat 8 de işe gelmesi gerektiğini söylemişlerdi. 07:30 da otel servisi geçiyordu evlerinden ayakla 10 dakika uzaklıta olan otobüs durağından. Bu şu anlama geliyordu saat 6:00 da uyanıp hazırlanması gerekti. Erken kalkmaktan nefret ederdi güzel kızımız. Gerçi kimse erken kalkmayı sevmez. İş ortamını merak ediyordu. Aynı zamanda da iş arkadaşlarıyla ilgili endişesi vardı içinde. Endişeli olan sadece Frienki değildi görünüşe göre. Boynuzlu yaratıkta endişelenmişti. Çünkü insanların içine karışıyordu Frienki. Kalabalık ortam ve yabancılar. Bir sürü yabancı olucaktı etrafında. Sahi niye Frienki için endişeleniyordu ? Yabancilarin Firenkiye ne zararı vardı ?

      

Saat 6:18 di. Ve Frienki artık uyanması gerektiğini aksi takdirde ilk günden geç kalacağını anlamış olacak ki kafasından önce poposunu yataktan kaldırıp yaptığından zar- ayrılıp duşa ilerledi.

Krem rengi a kesim pantalonu ve üzerine giydiği saks mavisi atlas gömleğiyle oldukça zarif ve dikkat çekici görünüyordu. Uzun saçlarını hafif dalgalandirip hafif makiyaj yaptıktan sonra 7:10 da evden çıktı.

Sonunda servis gelmişti. Yapması gereken ilk şey cam kenarı koltuk bulmaktı. Sosial anksiyetesi olan her kes böyke yapardı çünki :)

Yanında orta yaşlarda bir kadın oturmuştu. Frienki camdan dışarıya bakıyordu. Uzun düşüncelere dalmıştı. Gözleri kilometrelece ötede asılı kalmıştı. Kafasıni koltuğa yaslamış, iki elini kucağında birleştirmişti. Camdan dışarıya bakarken boynuzlu yaratık aniden gözüne göründü. Zavallı kız neye uğradığını şaşırdı. Aniden koltukdan öne doğruldu. Boynuzlu servisin etrafında dolanıyordu. Kahve rengi gözlerini kocaman açıp yaratığın dönüşünü izliyordu. Kendisi dışında kimsenin fark etmediğinin farkına vardı. İnsanlarda tepki değişimi yoktu. Görseler en az Frienki kadar tepki verirlerdi her halde. Korkudan kalp atışları hızlanmıştı ve avuçları terliyordu. Titreyen ellerini saçına götürdü. Ve yüzündeki bir tutam saçını kulağının arkasına geçirdi. Yanındaki kadın tedirgin olduğunu Fark etti. "Bir şey mi oldu kızım?" diye nazikçe Frienkiye seslendi. Boynuzlu yaratıkla bakışlarının arasına girmişti bu ses. Ve Frienkinin gözleri yaratıktan sese doğru çevrildi. "İ..iyiyim ..me ..merak etme

yin" dedi kekeleyerek.

 

 

Loading...
0%