@neonbaskan
|
Sonuna kadar kapalı ahşap kapının ardından Jony'nin Titri şarkısının hüzünlü melodileri duyuluyordu. Bu, içeride bir kalbin incindiğinin habercisiydi. Geldi geçti anılarımız... bitti artık. Unut gitsin, unut gitsin... Yıldızlar hizaya geçmedi, Bizden çok uzaktalar.
Zihni şarkının melodilerinde, gözleri ise saatlerdir karaladığı tuvalinde kimsenin tanımadığı uzaklara dalmıştı. Sol elini avcunda tuttuğu silgiyle beraber tuvalin sol üst köşesine yerleştirmiş, hararetle çizimini yapıyordu. Kalçasına kadar uzanan kestane rengi saçları sırtında dalgalanıyordu. Bembeyaz teninin üzerinde kurşun kalemin siyah lekeleri yer almıştı. Mükemmel çizdiği tablosunda bir detaya takılmıştı: Kenara taşan minik bir çizgi. Defalarca silip yeniden çizdi o kısımdan ama yine istediği gibi olmuyordu sanki. "Kahr etsin!" diye mırıldanarak yeniden silmeye başladı, sesi hafif sinirli çıkmıştı. Silgiyi sertçe çekti ve yanlışlıkla çizdiği tablonun gözünün bir kısmını da sildi. Bu onun için bardağı taşıran son damlaydı sanırım. Bu sefer yüksek sesle "Lanet olsun!" deyip elindeki silgiyi yere attı. Öfkesi dinmemişti, kurşun kalemini kırıp yere fırlattı onu da. Sinirle çizdiği tabloyu itip yere devirdi. Yere çırpılan tuvalin sesi odada yankı yaptı ve çalan şarkının bir parçasıymış gibi içine karıştı. Hıncını alamayan Frienki, masanın üzerindeki vazoyu alıp odasının kapısına doğru fırlattı. Cam vazo, kapıyla temas eder etmez parçalanıp tuzla buz oldu. Öfkeden ağlıyordu. Gözyaşları ısrarla yanaklarından süzülüyordu. Sinir krizi geçirmişti. Ağlayarak dizlerinin üzerine çöktü, devirdiği tablo tam önünde duruyordu. Yaşla dolan gözlerini tabloya dikti. Çizdiği bir erkek resmiydi. Kırdığı kalemini yeniden eline alıp çığlıklar atarak tablosuna defalarca saplamaya başladı. "Senden nefret ediyorum" diye bağırıyor her seferinde kalemi daha sert saplıyordu tabloya. Kalemin kırılan kısmı eline batıp kanatıyordu fakak bunu dikkate almayacak kadar öfkeli ve kırgındı. Belli ki kalbindeki yara daha çok acıtıyordu canını. Sol eliyle yerden destek alıp kalemini daha güçlü saplaya bilmek için qardını aldı. Tam kalemini tabloya yeniden saplayacakken bir el tuttu bileğinden. Hafif griye çalıyordu teni, uzun keskin tırnaklari vardı. El büyüktü neredeyse kolunun tamamını kaplıyordu. Yaşla dolan gözleri bir an duraksadı. Zihni bunu algılamaya çalışıyordu. Bileğine dokunan elin soğukluğu, tüm öfkesini bir anlığına dondurdu. Gözyaşları hâlâ yanaklarından akarken, kalp atışları hızlanmaya başladı. Bu soğuk ve yabancı his, zihnindeki öfkeyi bir anda korkuya çevirdi. Gözleri 2 saniye bileğine yapışan ele dikildikten sonra başını kaldırıp karşısındaki yaratığa baktı. Siyah şık smokin giymiş bir yaratık onunla aynı poziyonda duruyordu. Aynı şekilde gri tenliydi, yüzü yoktu.Tamamen pürüssüz bir yüzeye sahipti. Yaratığın boynuzları, ince ışık huzmeleri arasında grotesk bir şekilde parlıyor, her detayı daha da korkutucu hale getiriyordu. Bileğine yapışan korkunç elin sahibi Frienkinin korkusunu katbe kat artırmıştı. Kolunu yaratığın elinden kurtarıp çığlıklar atarak ayağa kalktı. Yaratıkta onunla aynı anda olduğu pozisyondan doğruldu. Frienki telaşla geri attı kendisini ve hızlı bir şekilde çalışma masasının karşısında duran sandalyeyi ona doğru fırlattı. Vücudu şiddetle titriyordu. Nefes alış verişleri düzensizdi. Yaratığın hareketlerindeyse garip bir zarafet vardı, sanki her adımı bilinçli bir nezaket taşıyordu, ama bu, Frienkinin korkusunu hafifletmek bir yana, daha da büyütüyordu. Yaratık sanki korkma dercesine bir elini Frienkiye doğru uzatıp temkinli bir adım attı. Frienki bu beklenmedik atağı gördüğü an daha yüksek çığlık atıp kapıya doğru koşmaya çalıştı. Yaratık bir anda harekete geçti, gölge gibi sessiz ama ölümcül bir hızla Frienki'nin kolunu kavradı. Eli, kızın narin bileğini tamamen örtüyordu. Soğuk teni Frienki'nin derisine işlerken güçlü bir hareketle onu kendine çekti. Frienki, yaratığın heybetli göğsüne sertçe yaslanmıştı, ince bedeni onun kollarında çaresizce asılı kalıyordu.
Frienki’nin bilinci kapanmıştı, ama ılık nefesi yaratığın soğuk derisine usulca dokunuyordu. Bu nefes, yaratığın ürkütücü varlığına karşılık tuhaf bir huzur hissi uyandırdı. Kızın minik bedeni, tamamen ona aitmiş gibi duruyordu; narinliği yaratığın korkutucu heybetiyle çelişiyor, ama aynı zamanda bir uyum yaratıyordu.
Yaratığın pürüzsüz, yüzsüz yüzü ifadesizdi, ama tavrında belli belirsiz bir yumuşaklık hissediliyordu. Frienki’nin ılık nefesi, yaratığın soğuk tenine vurdukça, içinde açıklayamadığı bir duygu kıpırtısı uyandırdı. Usulca kızı kucağına aldı. Uzun saçları yaratığın kollarında dans ediyordu. Vücudu yaratığın dev vücudu karşisında ufalıyor her haliyle varlığını onun merhametine sunuyordu. Frienkiyi dikkatlice yatağına uzattı, sağ eliyle Frienkinin kanayan elini avcuna aldı. Kırık kalem avcunun içini parçalamıştı. Baş parmağını yaranın üzerinde gezdirmeye başladı. Sanki yarasını okşarmış gibi nazik davranıyordu. Daha sonra kızın elini bırkatı ve ayağa kalktı Frienkinin devirdiği sandalyeyi doğrultup üzerine oturdu ve sabırla onu izlemeye başladı. 4 saat sonra... Frienki gözlerini keskin bir baş ağrısıyla araladı. Gözleri göz yaşlarıyla yandığı için kızarmıştı ve kırptıkca içine dikenler batiyormuşcasına acıyordu. Aniden olanları hatırladı, bir anda göz bebekleri büyüdü. Hızlıca doğruldu ve olduğu yerde etrafı izlemeye başladı. Gözleri kırıp döktüğü eşyalarını parçaladığı tablosunu aradı.Tabloyu gördüğünde bir an için nefesi kesildi. O an, ellerindeki kurumuş kanla iyileşen yarayı fark etti. Bir mucizenin etkisinde gibi hissediyordu; ancak bu mucize ona huzurdan çok, içinde büyüyen bir korku bırakmıştı. Aman tanrım dedi kısık sesle. Gözlerine inanamamıştı, böyle bir cinneti nasıl geçirdiğine mi şaşırsın, parçalanan elini bir anda iyileşmesine mi bilemiyordu. Gördüğü yaratığın soğuk silüeti canlandı zihninde. Ona dokunduğu anı hatırladı ve içini tarif edilemez bir korku kapladı. Yaratıksa oturduğu sandalyede soğukkanlılıkla onu izliyordu.
Frienki aniden yatağından fırladı. Ayağını yere basar basmaz kırdığı vazonun bir parçası ayağına saplandı. Acı vücuduna tırmanırken yüzünde ve gözlerinde kendisini açıkça belirtti. Isdırap içinde "Ah" diye bağırdı Frienki. Ayağına batan parça epey büyüktü ve vücudunun bütün ağırlığıyla üzerine bastığı için oldukça derin bir kesik izi açmıştı ayağına. Acı içinde yatağının üzerinde oturdu ve ayağını kaldırıp yarasına baktı. Kırmızı kan beyaz teninin üzerinde geziniyordu adeta. Canı yansada cam parçasını ayağından çıkarmaya cesaret edemiyordu. Çektiği acı gözlerinde yaş olarak kendisini yüzeye çıkarıyordu sanki. Yanağında süzülen yaşlar, acı içinde "Kahr etsin" diye yakındı. Cesaretini toplayıp cam parçasını ayağından çıkarttı. Bu hamle canını bir az daha yakmıştı. Ağlayarak eliyle yarasının üzerinden bastırmak isterken, yine o yaratık belirdi karşısında. Frienki onu karşısında görür görmez tiz çığlık atarak ona doğru tekmeler savurarak kendisini yatağının diğer tarafına attı. Çığlıkları durmaksızın devam ediyordu, yaratık olduğu yerde durmuş kızı izliyordu, Frienki ise çığlık atarak geri geri gidiyordu. Tam bu sırada çığlıkları duymuş olacaklar ki annesi ve babası odasına girdi. Kapının açılması, ailesinin içeriye girmesi ve yaratığın yok olması aynı anda gelişti. Annesi ve babası yere saçılan cam kırıklarını fark etmemişlerdi. Annesinin ayağında terlik vardı fakat babası sadece çorapla içeri girmişti. Hızla odaya daldıkları sırada babasının da ayağına battı cam kırıkları, fakat adam kızının çığlıklarını bastırmak için buna hiçbir şekilde aldırmadı ve hızla ona doğru koştular. "Kızım, iyi misin? Noldu?" diye panikle sorular sordu babası ve kızına sarıldı. Hâlâ korkan Frienki "Uzak dur benden!" diye bağırarak babasını itip, onun elinden kurtulmaya çalışıyor, hunharca çırpınıyordu.
Annesi, kızını sakinleştirebilmek için kafasını ve yüzünü okşayarak "Tamam kızım, geçti. Tamam, buradayız. Ailen yanında." diye sakin bir ses tonuyla kızını rahatlatmaya çalışıyordu. Belli ki bu yaklaşımı işe yaramıştı, kız ağlasa da artık çırpınmıyordu, kendisini ailesine teslim etmişti.
Babası, korku dolu gözlerle kızına sarıldı. Bir taraftan kızını bağrına basıp saçlarında öperek "Şişşt, babacık yanında bebeğim, tamam." diye onu sakinleştirirken, diğer taraftan gözü darmadağın olan odayı geziyordu. Annesinin de aynı şekilde gözleri darmadağın olan odadaydı. Yerde parçalanan resmi fark ettiler, ikisi de birbirlerinin yüzüne baktılar.
Babası, göğsünde ağlayan kızının yüzünü ellerinin arasına aldı. "Noldu bebeğim? İyi misin?" diye sordu. Bütün endişesi ve şefkati sesine yansımıştı. Frienki ağlayarak "Baba, yaratık... Bana dokundu... Uzundu... Boynuzlu... Yaratık..." diye kesik kesik sözlerle kendisini ifade etmeye çalışıyordu. İçindeki korku, sesini ele geçirmişti sanki. Vücudu tir tir titriyordu.
Babası, yeniden kızına sarıldı. "Korkma bebeğim, kabus görmüşsün. Ağlama, tamam mı?" diye tatlı bir şekilde kızıyla konuşmaya çalıştı. Endişesi yine sesine yansımıştı.
Frienki, yine "Hayır, dokundu bana... O... o... boynuzlu... Uzun..." diye kekeleyerek kendisini açıklamaya çalışıyordu. Ama korkusu ve ağlayışı buna bir türlü izin vermiyordu. Sanki kelimeler, kalbine tıkıyordu bir şeyler. "Tamam geçdi. Baban yanında kızım. Kimse sana dokunamaz" diye kızına bağrına bastı. Ardından "Hadi gidip sıcak kahve içelim, ne dersin? diye onu odadan çıkara bilmek ve dikkatini dağıtmak icin tatlı bir teklifte bulundu. Daha sonra kızına sarılıp onunla birlikte dikkatlice odadan dışarı çıktılar.
Frienki, annesinin sıcak kollarında sakinleşmeye çalışırken, gözleri hala korkudan titriyordu. Annesi ona nazikçe sarılıyor, her şeyin geçeceğini fısıldıyordu. Fakat, yaratığın o soğuk silüeti gözlerinin önünden kaybolmuyordu. O anı, dokunuşunu her saniye hissediyor gibiydi. Zihninde, korku dolu bir yankı gibi çınlıyordu. Huzur, bir anlık olsa da, korku ona peşinden geliyordu.
Babası, elinde buğusu tüten sıcak kahvelerle yanlarına gelirken, "İşte burada. Bol köpüklü olanı kızım için yaptım," dedi, sesindeki neşeyi belirginleştirerek. Frienki, babasının neşeli ses tonunu duyunca hafifçe gülümsedi. Onun bu şekilde neşelendirme çabası, kalbini biraz olsun rahatlattı. "Teşekkür ederim, baba," diye mırıldandı. Ama bir an, gözleri yine boşluğa kaydı, elleri yeniden titremeye başladı. Kahveyi alırken, her şeyin geçeceğini umdu, ama yaratığın varlığı, onu tereddüte düşüren o korku, bir türlü kaybolmuyordu.
Annesi, kahveyi Frienki'ye uzatırken, "Ne olduysa geçti, kızım. Buradayız," dedi. Frienki bir yudum alırken, gözleri bir an boşluğa dalıp, zihninde aynı sahneye takıldı. O yaratığın silüeti, ona dokunduğu an, bedenine sızan soğukluğu, tüm o korku bir leke gibi zihninde nüks ediyordu. Frienki gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, ama hissettiği acı ve korku, her an derinleşiyordu.
Yaratıksa görünmez bir perdenin ardından dikkatlice onları izliyordu. Dikkat odağı tabi ki Frienkiydi. Onun etrafında adeta gölgesiymişcesine dolanıyor her adımını takip ediyordu.
"Tatlım, odanı temizledim, dilersen çıkıp yatağında dinlenebilirsin. Çok yoruldun," dedi annesi, sesine endişe yerleşmişti. Frienki cevap vermeden başını salladı onaylarcasına ve yavaş yavaş merdivenlerden odasına doğru ilerledi.
Yüzü solgundu, göz altları şişmişti. Dudakları ağlamaktan kurumuş, sesi bile yorgunluğundan titriyordu. Kapıyı açıp içeri girdiğinde, odanın temizliği dikkatini çekti. Ama bu düzen bile ruhunun karmaşasını yatıştırmaya yetmiyordu. 1 saniyeliğine gözlerini odasında gezdirdi. Perdeler kapalıydı; sokak lambasından sızan solgun bir ışık odayı zayıf bir şekilde aydınlatıyordu. Çalışma masasındaki dağınıklık toparlanmıştı, kitaplar düzgünce sıralanmıştı. Ancak bu düzenin içinde bile, Frienki kendini daha da yalnız hissetti.
Yatağının sağ köşesine oturdu. Yatağın sol başucundaki koltuğa bir an göz ucuyla baktı. Orada sanki bir gölge vardı... Hayal görmediğine kendini ikna etmeye çalıştı ama kalbi yeniden hızla atmaya başladı. Gözlerini sıkıca kapatıp derin bir nefes aldı. O an, yastığının kenarına koyduğu telefonuna uzandı. Ekranı açtığında saat 21:29’du.
WhatsApp mesajlarını kontrol etti: Kevin Son görülme: 21:02
Derin bir nefes alıp cevapsız aramalara geçti: Anne Salı günü, 14:38
"Pislik," dedi kısık bir sesle ve derin bir nefes aldı. Dudakları büzüldü, gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı yanaklarına. Telefonu yatağının sağ köşesindeki sehpanın üzerine bıraktı. Çok yorgundu ve kalbi dayanamayacak kadar acıyordu.
Odada hâkim olan sessizlik, yalnızlığını daha da belirginleştiriyordu. Duvara asılı eski bir tabloya baktı; manzara resmindeki huzur, Frienki için artık çok uzakta kalmıştı. Sokaktan gelen hafif rüzgârın sesi, perdeleri hafifçe dalgalandırıyor ve odayı soğuk bir hüzünle dolduruyordu.
Frienki, terliklerini yavaşça ayağından çıkardı ve yatağına girdi. Yorganı üzerine çekerken bir an için kendini korunaklı hissetti, ama gözyaşları hâlâ akıyordu. Ne kadar yorgun olursa olsun, zihnindeki görüntüler ve içindeki korku, onu asla rahat bırakmıyordu.
Yastığına sıkıca sarıldı, derin bir nefes aldı, zihnini boşlatıp uyumaya çalışıyordu. Yatağının sol köşesindeki koltukta oturan yaratık görünmezlik perdesinin ardından Frienkiyi izliyordu. _Bu yaratık kimdi? Neden sürekli Frienkinin etrafında dolanıyordu ? Kimse bilmiyor. Ama belli ki önemli bir nedeni var. Ya Frienkiye aniden zarar verirse..._
06:20 Alarm çalıyor, Frienki gözleri kapalı şekilde telefonunda çalan alarmi kapattı ve zar zorda olsa yatağından kalkıp hazırlanmaya başladı
07:30 Nihayet iş yerine varmıştı Sterling Otel Adres: Victoria Meydanı, No: 12, Cityline Bulvarı, Metropol Şehir, 11015
Sterling Otel, şehrin en prestijli lokasyonunda yer alan, lüks ve ihtişamın adeta bir simgesi olarak biliniyor. Bembeyaz mermerden inşa edilmiş dış cephesi, gece olduğunda özel tasarlanmış ışıklandırmalarla adeta bir mücevher gibi parlıyor. Altın rengi detaylarla bezenmiş giriş kapıları, misafirlerini ihtişamlı bir dünyaya davet ediyor.
Girişe adım atar atmaz, yüksek tavanlar ve avizelerin kristal ışıltısı karşılıyor insanı. Yerler tamamen İtalyan mermeriyle döşenmiş, adımlarda hafif bir yankı bırakan bu zemine büyük bir özen gösterilmiş. Lobinin tam ortasında, elmas kesimli bir çeşme, suyun nazikçe döküldüğü devasa bir cam küreye ev sahipliği yapıyor. Çeşmenin etrafını çevreleyen peluş koltuklar ve zümrüt yeşili halılar, misafirlere hem lüks hem de huzur sunuyor.
Duvarlar, dünyaca ünlü sanatçıların tablolarıyla süslenmiş. Lobinin bir köşesinde yer alan piyano, geceleri canlı performanslarla misafirlerin kulaklarının pasını siliyor. Tavandan sarkan, boyutuyla göz kamaştıran kristal avize ise lobinin tam ortasında adeta bir taç gibi duruyor.
Otelde toplamda 300'den fazla oda bulunuyor ve her biri farklı bir tema ile dekore edilmiş. En üst katlarda yer alan süit odalar, tamamen kişiselleştirilebilir özelliklere sahip; özel asistan hizmeti, iç mekan bahçeleri ve camdan yapılmış tavanlarla gökyüzüne eşlik etme şansı sunuyor. Havuz katında, yalnızca otel misafirlerinin kullanabileceği devasa bir açık havuz ve gün batımını izlemek için tasarlanmış teras yer alıyor.
Sterling Otel, yalnızca konaklama değil, aynı zamanda unutulmaz deneyimler yaşatmak isteyenler için tasarlanmış bir dünya. Beş farklı restoranıyla dünya mutfağının seçkin örneklerini sunuyor. Özellikle Sky Lounge adlı çatı barı, şehrin 360 derecelik manzarasını görmek isteyenlerin vazgeçilmez mekânı.
Otelin dış kısmına geçildiğinde, devasa bir bahçe misafirleri karşılıyor. İngiliz tarzında düzenlenmiş bu bahçe, tam ortasında yer alan heykelli bir çeşmeyle başlıyor. Bahçeyi çevreleyen lavanta çiçekleri ve gül koridorları, mis gibi kokularıyla misafirlere adeta bir masal dünyasında olduklarını hissettiriyor. Özenle budanmış çalılıklar, geometrik şekilleriyle bahçeye sanatsal bir hava katıyor.
Bahçenin bir köşesinde, Sterling Otel’in en göz alıcı özelliklerinden biri olan açık havuz yer alıyor. Geniş, turkuaz rengi seramiklerle kaplanmış bu havuz, adeta sonsuz bir su yüzeyini andırıyor. Havuz kenarındaki şezlonglar, bembeyaz pamuklu havlularla özenle hazırlanmış. Palmiye ağaçları, havuz çevresine tropikal bir hava katarken, misafirlere gölgelik sağlıyor.
Havuzun hemen yanında, otelin en popüler mekanlarından biri olan Sterling Pool Bar bulunuyor. Bar, bambu detayları ve neon ışıklarla tasarlanmış, rahat bir atmosfer sunuyor. Gün boyunca tropikal kokteyller ve taze meyve suları servis ediliyor. Akşam saatlerinde ise loş ışıklar ve canlı DJ performansları, havuz kenarını bir parti alanına dönüştürüyor. Havuz kenarındaki özel loca alanları ise yalnızca VIP misafirler için ayrılmış durumda.
Sterling Otel’in en dikkat çekici özelliklerinden biri de, sıfırıncı katta yer alan devasa kumarhanesi. Girişteki altın kaplama sütunlar ve kırmızı halılar, misafirleri adeta lüksün doruklarına taşıyor. Kumarhanenin iç kısmında 50’den fazla poker ve blackjack masası, yüzlerce slot makinesi ve yüksek bahisli VIP salonları bulunuyor.
Tavandan sarkan kristal avizeler, zemindeki altın rengi halılarla uyum içinde. Oyun masalarının çevresinde görevli hostesler, özel içecek ve atıştırmalık servisi yapıyor. Kumarhanede özel olarak tasarlanmış Roulette Royale Salonu, sadece yüksek bütçeli misafirlerin erişebildiği bir alan. Burada, şehirde başka hiçbir yerde bulunamayacak kadar yüksek bahisler dönüyor.
Sterling Kumarhanesi sadece oyun oynamak isteyenler için değil, aynı zamanda şov ve eğlence arayanlar için de bir cazibe merkezi. Her gece sahnede canlı performans sergileyen sanatçılar, ortamı unutulmaz kılıyor. İçerideki atmosferin enerjisi o kadar yoğun ki, misafirler zamanın nasıl geçtiğini anlamadan saatlerce burada vakit geçiriyor
Frienki hızlı adımlarla resepsiondaki yerine ilerledi. Perşembe günüydü ve iş bu gün de en az diğerleri kadar ağır ve yorucu olacakmış gibi görünüyordu. Derin nefes aldı ve "İşte başlıyoruz" dedi hafif tonda. Zihninde yaşadıkları canlanıyordu. Tamamen işine odaklanması gerekti fakat bunu tam anlamıyla yapa bildiğinden emin değildi. Bir müddet işe odaklandıktan sonra başını kaldırdığında otelin Sky lounge barındaki barmenlerden biri olan Kevini gördü. Kevin qururlu bir şekilde kaslarını gere gere asansöre doğru ilerliyordu. Keskin yüz hattı, deniz mavisi gözleri ve sap sarı saçlarıyla oldukça dikkat çekici bir erkekti. Özellikle uzun boyu ve yapılı vücudu kadınların en çok dikkatini çeken özelliklerdendi. Lobide oturan kadınlar istemsizce Kevin tarafa dönüp onun kusursuz vücudunu seyr ediyorlardı. Frienkininse onu görür görmez kalbine büyük bir sancı oluşmuştu. Gözleri dolmuş, ve olduğu yerde öylece kala kalmıştı. Aklında Kevinle yaşanan son olaylar kesik kesik canlanıyordu Frienki: "Bana bunu nasıl yaparsın Kevin? Bunca zaman beni nasıl kandirirsin?" Kevin: " Seni uyarmıştım, bunlar tamamen senin suçun" Frienki histerik bir kahkaha atar: " İğrençsin, üstelik Sarayla.... Gerçektende ikiniz de iğrençsiniz. Tam da kendinize yakışanı yaptınız" Kevin öfke dolu ses tonuyla: "Laflarına dikkat et Frienki!!" Frienki:" ikinizin de canı cehenneme!!" Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. "Aşağılık herif," diye mırıldandı. Kalbindeki bütün acılar, kırık dökük bir köprüden geçer gibi sesine yüklenmişti.
Atlatacaktı. Her ne kadar psikolojisi yıpranmış olsa da Frienki güçlü bir kızdı. Bu, onu yıkabilecek türden bir darbe değildi. Yeterince fırtına atlatmıştı; bu da gelip geçecekti.
Dolan kahverengi gözlerini bilgisayarın soğuk ve solgun ekranına dikti. Klavyenin tıkırtıları, lobide yankılanan bir ritim gibi duyuluyordu. Frienki, işine dört elle sarılmıştı. Sterling Hotel’de beşinci yılıydı; burası artık onun ikinci evi gibiydi. İş disiplini, güler yüzü ve herkesi şaşırtan empati yeteneğiyle misafirlerin de, iş arkadaşlarının da vazgeçilmez personeli haline gelmişti.
Tam o sırada, mermer deskin sağ tarafından tok bir erkek sesi duyuldu: "Oo matmazel, selam da vermiyorsunuz artık." Frienki irkilerek sesin geldiği yöne döndü. Sesin sahibi, beş yıllık dostu Brendon'du. Görür görmez gözlerinin içi parladı; yüzü, uzun süredir unuttuğu bir neşeye açılan kapı gibiydi. Kevin’in ihanetinden sonra Brendon’la neredeyse hiç konuşmamıştı. Brendon, daha en başından Kevin’ın güvenilir biri olmadığını söylemiş, arkadaşını defalarca uyarmıştı.
Brendon, otelin en yetenekli barmenlerinden biriydi. Özel kokteylleri sadece otel misafirlerinin değil, şehirdeki birçok insanın dilindeydi. Bazı müşteriler sırf onun elinden bir içki tatmak için Sterling Bar’a geliyordu. Kumral teni, siyah saçları ve etkileyici duruşu, onun karizmatik havasını tamamlıyordu. Uzun saçlarını genellikle arkadan toplardı; boynunda parlayan kalın gümüş kolyeler ve vücudundaki dikkat çekici dövmeler, onu farklı kılan detaylardı.
Frienki’nin yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı. Tok sesine hasret kaldığını fark ettiğinde kalbi sıkıştı. "Merhaba..." dedi, sesi hafif çatlamıştı. "Sana sarılmak istiyorum. Çok özledim."
Gözleri hafif buğulanmıştı. Kimseye anlatamadığı dertleri, kalbine ağır bir yük gibi çöreklenmişti. Brendon’un karşısında bu kadar açık olabilmek hem içini rahatlattı hem de onu utandırdı.
Frienki’nin gözlerindeki çaresizlik, Brendon’un kalbinde ağır bir sıkışma hissi yaratmıştı. Onu bu kadar üzgün görmek Brendon’u da derinden etkiliyordu. Yutkundu ve yavaşça, sesine istemsizce sinmiş bir hüzünle, "Steve’e söyle, resepsiyonda kalsın. Hadi, biraz dolaşalım," dedi. Frienki’nin acısını hafifletmek ve ne olup bittiğini öğrenerek ona destek olmak için sabırsızlanıyordu.
"Steve!" diye seslendi Frienki. Sesi, lobinin geniş ve ferah ortamında yankılandı.
Steve, 19 yaşında genç bir belboydu. İnce yapılı vücudu, sarı saçları ve masum yüz hatlarıyla dikkat çeken, sevimli bir çocuktu. Kalbindeki saflık, yüzüne yansımış gibiydi; bu da onu insanların gözünde daha da güvenilir kılıyordu. Sterling Hotel’de, misafirlerin sevdiği ve sıklıkla yardım istediği biri haline gelmişti. Bir belboy olarak, misafirlerin valizlerini taşır, odalarına kadar eşlik eder ve ihtiyaçlarına rehberlik ederdi. Adeta canlı bir harita gibiydi; otelin her köşesine ve şehrin sokaklarına hâkimdi.
Steve, adını duyduğunda hızlıca resepsiyona yaklaştı. Hafifçe gülümseyen yüzü, işine duyduğu sevgiyi ve enerjisini yansıtıyordu. "Efendim?" dedi, sesi gençliğinin verdiği tazelikle doluydu.
"Yirmi dakika kadar burada kal," dedi Frienki, kararlı bir tonla. "Bir şey olursa beni ara, tamam mı? Ben hemen geri dönerim."
Steve başını hafifçe eğerek onayladı ve resepsiyondaki yerini aldı. Onun bu profesyonel tavrı, yaşına rağmen işini ne kadar ciddiye aldığını gösteriyordu.
Brendon, Frienki’ye dönüp anlamlı bir bakış attı. "Hadi bakalım matmazel," dedi yumuşak bir ses tonuyla. "Bütün dertleri o kafandan atmanın vakti geldi."
Frienki, Brendon’un yanına geçerken bir an için derin bir nefes aldı. Lobiden uzaklaşmaya başlarlarken, içindeki sıkıntının yerini, dostlukla harmanlanmış bir umut ışığı alıyordu
Otelin geniş bahçesi, akşamüstü serinliğiyle huzur verici bir ortam yaratmıştı. Çiçek tarhlarının arasından yayılan hafif bir yasemin kokusu, havaya tatlı bir esinti katıyordu. Ancak bu sakin atmosfer, Frienki ve Brendon’un arasında yaşanan duygusal fırtınayı dindiremiyordu. Frienki, bahçedeki ahşap banklardan birine oturmuş, ellerini dizlerinde birleştirerek Brendon’un öfkesini yatıştırmaya çalışıyordu. Gözleri hafifçe yere eğilmişti ama arada bir başını kaldırıp arkadaşını kontrol ediyordu. Brendon ise bankın önünde bir ileri bir geri volta atıyordu. Elleri sıkılı, adımları sinirle hızlanıp yavaşlıyordu. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? O herifin ciğerini sökeceğim!" diye bağırdı aniden. Sesi, bahçenin sessizliğinde yankılandı ve birkaç kuşun tedirginlikle dallardan havalanmasına neden oldu. Kevin’in Frienki’ye yaptıklarını öğrenmek, onu çileden çıkarmıştı. Gözlerinden öfke fışkırıyordu, sanki bunu kendi içinde tutmak artık mümkün değildi. Frienki, korku dolu gözlerini ona dikti. "Lütfen sakinleşir misin? Ona zarar vermek hiçbir şeyi çözmez," dedi, sesine endişe dolanmıştı. Brendon’un bu hali onu daha da kaygılandırıyordu. Brendon, alnına düşen saçlarını eliyle geriye itti, diğer elini beline dayayarak hızla volta atmaya devam etti. Öfkeli nefes alışverişleri, bahçenin huzurlu havasını tamamen bozmuştu. Frienki, korkusunu bastırmaya çalışarak hafif bir gülümseme takındı. "Bren, lütfen... Burada konu ben olmalıyım. Hadi ama, dostum, beni sakinleştirmen gerek," dedi. Sesi hem nazik hem de onu yumuşatmayı amaçlayan bir tona bürünmüştü. Brendon bir anda durdu. Derin bir nefes alarak Frienki’ye baktı. Gözlerindeki öfke yerini bir iç çekişe bırakmıştı. Sessizlik birkaç saniye sürdü ve sonunda yaklaşarak Frienki’nin yanına çömeldi. "Sana söylemiştim ama," dedi, sesi hâlâ hafif bir sitemle doluydu. Birkaç saniye sustu, ardından ekledi, "Üzülmeni istemiyorum matmazel. Kıyamıyorum sana... Çok küçüksün." Bu kez sesinde yalnızca şefkat vardı. Öfke, yerini derin bir dostluk ve koruma içgüdüsüne bırakmıştı. Brendon ve Frienki arasında tam 11 yaş fark vardı. Bu yaş farkı, Brendon’un Frienki’yi bazen bir arkadaşından daha çok, korumak istediği bir küçük kardeşi gibi görmesine yol açıyordu. Aralarındaki sıkı dostluk o kadar derinleşmişti ki Brendon, Frienki mutlu olsun diye bazen kendi haksızlıklarını bile kabul edebiliyordu. Frienki, bu koruyucu tavırla büyümüş olmanın rahatlığını, zaman zaman hissettirse de, Brendon’un ona duyduğu şefkat ve ilgiye karşılık veriyordu. Brendon’un şefkat dolu gri gözleri, Frienki’nin kahverengi gözlerinde dolaşıyor, aralarındaki tatlı bağ her geçen saniye derinleşiyordu. Ancak bu huzurlu an, Frienki’nin çalan telefonuyla kesildi. Hızla elini cebine atarak telefonunu çıkardı, ekranında Steve’in adı görünüyordu. Steve, Frienki'nin iş yerindeki en güvenilir personeliydi ve belli ki Frienki’nin işe başlamak için hızla harekete geçmesi gerekiyordu. "Drama buraya kadarmış," dedi Frienki, sesi biraz histerik ve gergindi. Çeşitli duygular bir arada çalkalanıyordu içinde. Brendon doğrulup, işaret parmağıyla Frienki’nin burnuna hafifçe dokundu. "Koş bakalım, matmazel," dedi gülümseyerek. "Ama unuttum sanma, diğer önemli konuyu da anlatacaksın bana." Sesinde, öz güvenle harmanlanmış bir şefkat vardı. Frienki, Brendon’un bu tatlı, güven verici bakışlarına karşılık vermek için gülümsedi. Birbirlerine tatlı bir gülümseme attılar ve işlerinin başına dönmeye karar verdiler. Ancak Brendon’un bahsettiği "diğer önemli konu," Frienki’nin boynuzlu yaratıkla yaşadığı mistik olaylardı. O, Frienki’nin içinde bitmek tükenmek bilmeyen bir sır gibi dolaşıyor, zaman zaman onu korkutuyor ama bir o kadar da etkiliyordu. İkisi de kendi işinin başına dönüyordu. Ancak Brendon’un yüzünde derin bir öfke hakimdi. Kevin’e duyduğu öfke, sanki vücudunun her noktasına işlemişti ve olduğu yerde duruyordu. Frienki’yi korkutmamaya çalışmıştı, ama bu öfke hala onun içinde birikirken, aklında Kevin ile ilgili özel bir plan vardı.
Bölüm sonu/ Fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın. Her kes okuduğu saati yazsın lütfen 🥰
|
0% |