Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Cana Batan Kırıklar

@neredeyseyok

BÖLÜM 5 : Cana batan kırıklar

Hayat bitirdiğinde ortaya ne çıkacağını bilmediğin bir yapboz gibidir. Bazen ortaya çıkan resim hoşuna gitmez, bazense ne kadar çabalarsan çabala o puzzle bitmez, resim tamamlanamaz. Kayıp parça bulunana kadar eksik kalır.

Ben ve sen ortaya ne çıkacağını bilemediğimiz bir resimdeki farklı parçalardık. Aynı resme ait ama farklı yerlerde olması gereken.

Yanlış iki parçaydık biz, birbirimize uymayı denedik ama olamadık.

Tam olamaya çalışırken birbirimize zarar verdik. Ayrı iken daha mutlu olduğumuzu fark ettik.

Birbirimize ait olmadığımızı anladığım yerlerden biriside büyük bir restoranın sakin terasıydı. Sadece yazları açık olan üst katta, merkeze bakan kısma oturmuştuk. Ben ve sen ya yana otururken arkadaşlarımızda karşımızda oturuyorlardı.

Arkadaşım ne konser olayından nede bundan sonra olanlardan haberdar değildi. Buna rağmen sana eskisi kadar sıcak yaklaşmıyor, gözü ile şüpheci şüpheci süzüyordu.

Bizi buraya getiren arkadaşın zevki ile alakalı kendini överken, arkadaşım ve sen buna takılırken ben sessizce masayı izliyordum.

Siz kendi aranızda muhabbet ederken

Garson genç sipariş almak için masamıza gelmişti. Çocuğu görür görmez üzerimdeki diz kapağıma kadar gelen uzun elbisenin eteğini düzelttin masanın altından. Halbuki zaten açıkta bir yerim yoktu.

Arkadaşlarımız menüyü incelerken ikimiz adına da bir çorba sipariş ettin. Arkadaşımın bunları görmemesi benim için şans olabilirdi.

Kahkahaların arasında gelen yemekler ile herkes önüne dönmüş, konuşmalar azalmıştı. Kaşığım ile tabaktaki çorbayı oynuyor, arada sırada yiyor gibi yapıyordum.

“Oynama yemeğinle!” Diyerek beni uyardığında kaşığı peçetenin üzerine bıraktım.

Yemeğin ortalarına doğru “Siz ne sipariş ettiniz?” Diye sordu arkadaşım.

Bir anda restoranın ezogelin çorbasını övmeye ve tadının ne kadar güzel olduğundan bahsetmeye başladın arkadaşlarımızın yüzündeki ifadeyi görmeden.

Senin arkadaşın bana dönüp “ilk zamanlar ezogelin sevmediğini söylemiştin” dediğinde benim arkadaşım seni izliyordu dikkatle.

Sen bu bilgiyi hatırlamadığın için bana bakarken benim yerime arkadaşım sözü devralıyor ve “Bırak ağzına sürmeyi, bulaşığını bile yıkamaz ezogelinin!” Diyor.

Ben ise sessizce kaşığımı izliyorum. Arkadaşım önümdeki tabağı alıp kendi tabağını koyarken kaşığımı da değiştiriyor. Herkes anlamış olsa da “siparişler karıştı herhalde” demek zorunda kalıyorum. Konu biraz dağılır gibi olduğunda yavaşça yemeğimi yemeye başlıyorum bende. Bir süre sonra sen az önceki olayın özrü olarak bana sepetten aldığın ekmeği uzatmak istiyorsun ama arkadaşım öfke ile elinden alıyor ve kendi önüne koyuyor. Sen anlamaz gözlerle ona bakarken arkadaşım sesli bir şekilde “çölyak hastaları ekmek yiyemezler” diyor. Daha da şaşırıyorsun. Yine bana aynı bakışı attığını hissediyorum ama dönüp sana bakmıyorum. Bu kez havadaki gerginlik dağılmıyor yemek boyu.

Kendim hakkında ketum bir insan değildim hiç bir zaman. Hakkımdaki her bilgiyi söyler, her şey hakkında yorum yapardım çoğu zaman. Kendime özel bıraktığım şeyleri ise belli kişiler ile paylaşırdım sadece. O belli kişilerden birisi de sendin sana anlattıklarımı yüzüme vurmaya başlamadan önce.

Benim hiçbir şeyimi saklamayışıma karşı hakkımda en az şey bilen kişi sensindir muhtemelen. Ağzımdan çıkan en ufak sözcüğü bile aklında tutamazdın zira.

Ben zaten bunu biliyordum ama artık bunun farkında olan tek kişi ben değilim.

Bizi yakıştırdığını söyleyerek aramızı yapmaya çalışan arkadaşım bu olaydan sonra sana amansız bir nefret duymaya başlıyor. Sürekli çok değiştiğimden dem vuruyor, seni suçluyor. Bense seni savunmaya yetecek gücü bulamıyorum kendimde.

O haftanın içerisinde tahminimce özür mahiyetinde beni yemeğe çıkarıyorsun. Bir balık restoranına gidiyoruz ve bu kez kendi siparişimi vermeme izin veriyorsun.

Yemeklerimiz gelene kadar benimle konuşmaya çalışıyorsun ama sana kısa cevaplar vermemden pek memnun olmuyorsun.

Önümdeki balığın ancak yarısını yediğim sırada birileri ismini sesleniyor.

Seninle yaşıt olduğunu tahmin ettiğim beş altı erkek ile tokalaşıyorsun kalkıp. Sonra yanımıza çağırıyorsun hepsini.

Bir grup erkek gelip masamıza oturduğunda elini yanına vurarak gelmemi işaret ediyorsun. Liseden arkadaşların olduğunu öğrendiğim arkadaşlarınla beni tanıştırmıyor, direkt muhabbete dalıyorsun.

Aralarından birisi benim kim olduğumu sorduğunda ismimi söylüyorsun ama yanına neyin olduğumu eklemiyorsun.

Bir ara nasıl oluyor anlayamıyorum ama arkadaşlarından birisi örtüyü çektiği için önümdeki su yere dökülüyor. Kimse ıslanmasa da sen dönüp bana “dikkat etsene biraz!” Diye kızıyorsun. Dudaklarımı araladığım anda “tamam, bir şey deme! Sus” diyorsun.

Arkadaşının şaşkınlığı geçtiği an suyu benim değil kendisinin döktüğü söylüyor ama ben çoktan masadan kalkıp üzerime kurulama bahanesiyle lavaboda ağlamaya gidiyorum.

Geri döndüğümde herkes gözümün içine içine baksa da kafamı kaldırıp hiç biri ile göz göze gelmiyorum.

Arkadaşlarının bana sorduğu sorulara tek kelimelik cevaplar verip muhabbete hiç katılmıyorum. Bunu kasten yapmıyorum sadece içimden konuşmak gelmiyor.

Daha sonra arkadaşlarının halı sahaya gideceğini öğreniyorsun ve sende gitmeye karar veriyorsun. Ben ortada kalıyorum.

Arkadaşların söyleyene kadar beni hatırlamıyorsun bile. Bende hatırlatmıyorum. Eve kendim dönebileceğimi söylüyor ve toparlanıyorum.

Hayatımda ilk defa gördüğüm arkadaşların bana evime bırakabileceklerini söylerken sen yıllar önce oynadığınız bir oyundaki attığın golden bahsediyorsun.

Hepsi yadırgıyor bu durumu.

Teklifleri reddedip masadan kalktığımda bile dönüp bana bakmıyorsun. Kendi hesabımı ödeyip sakince çıkıyorum oradan.

Eve gidip saatlerce düşünüyorum o gün. İlk başlarda beni dünyanın en mutlu insanı gibi hissettiren adamla şuan bir hiç muamelesi yapan adamın aynı kişi oluşunu düşünüyorum.

Kendimi sorguluyorum uzun uzun...

Belki de o gün farkına varmaya başlıyorum bir şeylerin, resimdeki yerlerimizin.

 

 

Loading...
0%