@neredeyseyok
|
BÖLÜM 1: Sıfır noktası Özdemir Asaf’ın ‘Bugüne en uzak gün, dün’ deyişi gelir aklıma hep, hatırıma her düşüşünde. Yani sıklıkla bu sözü düşünür durur, bana ne kadar uzak ama bir o kadar da yakın oluşunu biraz sorgular, biraz da şaşırırım. Bazen başka sonlar yazar bazen ise hiç başlamazdım biz kelimesinin oturamayacağı hikayemize. Bazen dönem ortası okuduğum okula gelip yan sırama oturur ve öylece başlatırdın hikayemizi. Muhtemelen ben selam verirdim önce; malum fazla gevezeyimdir sana göre. Sen kaşlarını çatar bir müddet yüzüme bakardın belki. Beni uzunca bir süzüp rahatsızca yerimde kıpırdamama sebep olacağın ise bir kesin. Sonra ufacık bir gülümseme ile yüzüme bakar ve benimle konuşmaya başlardın. Bazen gittiğin bir kafedeki garson olduğumu düşlerim. Masadan kalkmadan önce her zaman yaptığın gibi tabakları üst üste yerleştirip tek seferde götürebileceğim şekilde yapman hoşuma gider ve sana teşekkür ederdim. Yüzüme bile bakmazdın mesela bu hiç gerçekleşmemiş anımızda. Sonra ben seni merak eder ve numaramın yazılı olduğu bir peçete uzatırdım sana. Gerçek dünyada bu kadar cesur olmadığımı bilsem de sen seversin ilk adımı atan kadınları. Böylece dikkatini çekmeyi başarır ve kısa süreli ilgine layık görürdün belki beni. Dediğim gibi; mekanlar, zamanlar ve olaylar hep değişirdi ama sen hiç değişmezdin. Bir kafede ya da kütüphanede, çok acelem varken ya da hiç bir işim yokken sen hep bir şekilde beni kendine bağlar ve derin derin soluklanmama sebep olurdun. Tüm bu ihtimaller arasında sen öylesine bir tanıdığımın en yakın arkadaşı olarak girdin hayatıma. Fazlası ile sıradan bir günün fazlası ile sıradan saatleriydi bana kalırsa. Anlatıldığı gibi kendimi dünya üzerindeki en özel kişi gibi hissetmedim. Aksine bir an var olup olmadığımı sorguladım beni yok sayışının gerçekçiliği ile. Yakın olduğum bir arkadaşım tanıştırmıştı senin bulunduğum ortama girmeni sağlayan arkadaşınla. Çok bir samimiyetimiz olmasa da bir şekilde o saatte evimin iki sokak aşağısındaki o parka gelmişti işte, yanında seninle. Ahım şahım bir güzelliğim yoktu ama çekingen bir insan da değildim senden önce ben. Küçük, kahverengi gözlerim, o yaşlardaki herkes gibi hafif lekeli cildim, yüzüme oturduğunu düşündüğüm ama yan profilden poz vermeme izin vermeyen kemerli burnum ve yıpranmış koyu renk saçlarım ile albenili bir kız olamazdım zaten ama çirkin de sayılmazdım. Bunu ise o kadar dert etmiyor, sivilcelerim dışında yüzüm ile mutlu mesut yaşıyordum. Sana kadar... Seninle ilk göz göze gelişimizde başladı bendeki yetersizlik hissi. Sende bir güzellik abidesi değildin ama güneşte neredeyse sarıya dönen gözlerinde gördüğüm hoşnutsuzluk özgüvenimi yeterince kırdı. Kısaltılmış üç numara saçlarının önü uzun değildi son zamanlarda gördüğüm tüm erkeklerin aksine. Şekil alamayacak kadar kısa oldukları için alnında öylece duruyorlardı. Birkaç gün önce tıraş edilmiş ve yavaş yavaş çıkmaya başlamış sakalların elime batardı dokunsam. Hoşuma da giderdi herhalde ama dokunmadığım için emin değilim. Burnun yüzüne göre büyük ve hafif yamuktu ama anlamsız bir şekilde bütünleşmiştin sanki onunla. Düz ve orantılı bir burun yüzünü bambaşka biri yapardı muhtemelen ama o an bunu hayal edemedim. Geniş gözenekli cildinde birkaç kalıcı leke ve iz kendini gösteriyordu. Dağınık, gür kaşların ve gözlerini yeni ağlamışsın gibi ıslak ıslak gösteren upuzun kirpiklerin vardı. Sendin işte, tüm başkalığın ve aynılığınla... Annemin yaptığı elmalı kurabiyeyi yiyene kadar varlığımı umursamadın. O gün bana neden öyle davrandığını hiç sormadım sana. Alacağım cevabın beni üzeceğini ve o gün beni görmezden geldiğin gibi kırgınlığımı da görmemiş gibi yapacağını bilecek kadar tanımıştım çünkü seni. Ağzında dağıldığını söylediğin kurabiyeyi benim getirdiğimi öğrendiğinde birkaç kulp buldun hemen. Amacın benimle ilgilendiğini sanmama engel olmak. Eğer cümlene bu şekilde devam etmeseydin zaten o kurabiyeyi annemin yaptığını söyleyecektim sana. Isırdığın kurabiyeyi bile bitirmeyişin her şeyi yeterince açıklıyordu aslında ama şimdi baktığımda anlamamak için çabaladığımı fark ediyorum. O parkta oturduğumuz süre boyunca sana sorulan sorulara kısa cevaplar vermek ve ara sıra güler gibi yapmaktan başka hiçbir muhabbete dahil olmadın. ‘Niye gelmiş ki o zaman?’ diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Uzun bir süre görmedim sonra seni. Zaten aklımda öyle büyük bir yerde etmemiştin. Bu uzun sürede ise yakın arkadaşım ve senin arkadaşın bir ilişkiye başladılar. Bu doğal olarak daha çok aynı ortamda bulunmamıza ve arkadaşın ile samimi olmama sebep olmuştu. İkinci karşılaşmamız fazla iyi anlaşan bu çiftin buluşmasında beni de yanlarına aldıkları bir günde yaşandı. Tatlı bir kafede oturmuş önümüze getirilen waffle tabağını tırtıklıyorduk. Bir telefon geldi önce ve ardından birden sen çıktın ortaya. Bu kez ilkinden daha cana yakın davranıyordun. Daha sık muhabbete katılıyor, bize uyum sağlıyordun. Arkadaşlarımız arasında çıkan kimin arkadaşı kendisini daha iyi tanıyor çekişmesi ile bunun sadece bir grup oyununda ortaya çıkacağını düşünerek masaya oyun istedik. Hangi takımın ilk başlayacağı sizin bize öncelik tanımanız ile seçilmiş oldu. Konuşmayı zaten seven biri olduğum için bu oyunda iyi olmam şaşılacak bir şey değildi. Üstelik lisenin başından beri birlikte olduğum, ne dediğimi hemen anlayan bir arkadaşım vardı karşımda. Sizin tarafta olaylar bizimki gibi ilerlemiyordu. Arkadaşın anlattığın şeyi anlamadıkça sinirleniyor ve başka bir şekilde anlatmaya çalışıyordun. İnatla pas geçmediğin için süre bitene kadar aynı kağıtta kalıyor ve bizim kazanmamıza yardımcı oluyordun. Kaybettiğiniz her elde tatlı tatlı homurdanıyor ve elindeki kağıtları arkadaşının yüzüne çarparak atışıyordunuz. Biz ise zafer sarhoşuyduk. Kazanılan her kağıt için kendi çapımızda eğleniyor, masadan kalkarak minik danslar ediyorduk. Yenilginiz kaçınılmaz oldu. Oyun bitimi kazandığımız bir deste kağıdı üst üste koyarak para gibi savurmam sizi de eğlendiriyordu. Oyun başlamadan önce kaybederse herkesin içinde zil takıp oynayacağını söyleyen arkadaşını alkışlayarak dansına ortak olduk. Arkadaşım çıkardığı parayı oynayan arkadaşının tişörtünün yakasına sıkıştırınca sandalyemin arkasına elini koyarak büyük bir kahkaha kopardın. Sen ve mekandaki birkaç kişi bu anı kayda alırken artık eğlenmeyen tek kişi senin arkadaşındı. Oyun esnasında ortaya dökülen anılar koyu bir sohbete döndüğünde gerçekten eğlenceli biri olduğunu düşünmeye başlamıştım. Günün geri kalanında sırf bu anı kaydetmek için bilerek kaybettiğini iddia eden arkadaşına bozuk ağızlarla takılarak geçirdin. Günün sonunda ise benimle de vedalaştın. Elini kaldırıp iki parmağını alnına koyup bizi selamladın ve geri geri yürüyerek yolunu buldun. Çift randevusuna çıkmayı isteyen arkadaşım senin ne kadar tatlı ve eğlenceli olduğundan bahsedecekti bunu takip eden birkaç gün. Böylelikle önce aklıma düşecektin , sonrasında da kalbime...
|
0% |