Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Yanlışı Sevmek

@neredeyseyok

BÖLÜM 4 : Yanlışı sevmek

Stefan Zweig kurduğu bir cümle ile hayatımın benim için büyük bir kısmını özetlediğini bilse şüphesiz kendi ile gurur duyardı. Muhtemelen kendisinin en sevdiği şeylerden biridir tanımadığı insanların hayatına dokunmak. Kitaplarını okuyup yazarı tanımak oldukça mümkün aslında. İçindeki küçük parçalarının her biri için bir karakter yaratmış biri Zweig.

Olağanüstü bir gece eserini içindeki yanlışa tutku ile bağlı olan o parçaya ithaf etmiş olsa gerek. Kendi kafasındaki sesleri ve içerisindeki farklı parçaları yönetmeyerek intihar etmiş olan bir psikolog Zweig. Kendini kurtaramamış olsa da yazıları bence bir çoğumuzun ruhunu kurtarmıştır.

Size en çok hangi cümlesi dokundu bilemem ama 69 sayfalık kitapta ki iki satırın altı çizilidir Almanca aslından çevrilmiş kitabımda; ‘fakat bu bir delik de olsa, beni mutlu eden ilk delilik bu; içimi ısıtan, duygularımı açan ilk delilik bu...’

Beni mutlu eden ilk delilik sendin, içimi ısıtan ve duygularımı açan. Belki de bundandır senden bir türlü vazgeçemeyişim.

İlk büyük kavgamızı hatırlıyorum da aslında o zaman anlamıştım beni neye dönüştüreceğini ama anlamam seni bırakmama yetmemişti.

Buz pateni hüsranımızdan sonra seni aramış ve özür dilemiştim. Küçük şeylerin birbirimize küs kalmamıza sebep olmasını istememiştim. İlk adımı atmak benim için kolaydı, affedici olmakta.

O gün arkadaşlarımız ile buluşmuş birlikte dışarı çıkmıştık. Kavga nedenimiz bana alenen hakaret etmenin beni rahatsız etmesiydi. Bunu ilk defa yapmıyordun ama ilk kez bu kadar ağrıma gitmişti. Bunun sebebi söylediklerini benimle beraber arkadaşlarımızın ve çalışanların da duyuyor oluşu olmalı.

Marketten aldığımız şeylerin parasını ödemeyi unuttuğumu fark ettiğimde kasiyerle beraber güldük. Arkadaşım bana ‘aşık Leyla’ diye takılırken senin arkadaşın da bize eşlik ediyordu. Sıradaki birkaç kişi de bize katılıp yüzlerinde hafif bir tebessümle parayı çıkarışımı izliyordu.

Arkadaşımın imasını anlaman için sana baktığımda kolumdan tutup kasaya doğru ittin. Abartılı bir güç değildi uyguladığın, sadece kasaya doğru bir adım atmama sebep oldun ama etraftaki herkes bir anda sessizleşti.

“Bakma salak gibi, öde şunu!”

Ne diyeceğimi bilemeyerek “ödüyorum zaten” dedim gerginliğini sorgulayan bir ses tonuyla.

Kasiyer kız bile gerginlikle “sıkıntı değil, olabiliyor bazen böyle şeyler. İnsanlık hali” gibi bir şeyler mırıldandı.

Bizi beklemeden ve cevap vermeye tenezzül etmeden çıkıp gittin marketten. Arkadaşın hızlı hareketlerle arkandan çıktığında sıradaki herkesten onaylamaz mırıltılar yükseldi.

Kendimi çok kötü hissetmeye başlamıştım ama bunun sebebi yanlış bir şey yaparak seni sinirlendirdiğimi düşünmemdi.

Dışarı çıktığımızda marketin önündeki bisiklet park alanında oturduğunuzu gördük ve size doğru ilerledik.

Arkadaşın bizi görerek ayaklansa da sen öylece oturmaya devam ettin. Elimdeki poşeti arkadaşıma uzatıp yanına çöktüm. Bize mahremiyet sağlamak isteyen arkadaşlarımız da biraz uzakta bir ağacın altında beklemeye başladılar.

Kaşların çatılı olsa da nefeslerin düzenliydi. Biraz sakinleştiğini umarak konuşmaya başladım.

“Özür dilerim. Kasten bir şey yapmadım” Elimi dizinin üzerine koyarak yüzlerimizi hizalamaya çalıştım. “Sorunun ne olduğunu anlayamadım ama bana neden rahatsız olduğunu söylersen tekrarlamam”

Sözlerimden önce sakinliğini koruyan sen sözlerim bittiğinde bir anda yükseldin. “Anlayamazsın tabi, avanak gibi bakınmakla meşguldün o esnada”

Sinirden hızlanan konuşman ve birbirine takılan kelimelerinden anlamıştım bunun ilk kavgamız olacağını.

“Bana hakaret etmeyi bırak!”

Bundan sonrası ikimiz içinde faydalı bir iletişim olmaktan çıkacaktı.

“Olmayan bir şeyi söylemiyorum ki” ayağa kalktığında kendimi küçülmüş hissettim ama öfkem hislerimi örttü.

“Bağırmadan konuşur musun?”

“Bağırmadan alıyor mu aklın!”

Benimde bağırmaya başlamam bu sözlerinden sonra oluyor. “Neye sinirlendin bilmiyorum ama benimle bu şekilde konuşamazsın!”

Sinirli sinirli gülüyorsun. Korkmaya başlıyorum. “Kasiyerle muhabbet ederken kaçırmış olsan gerek!”

“İnsanlar birbirleri ile konuşur!” Diye bağırıyorum buna niye bu kadar takıldığını anlamayarak.

“Bırak ya!” Diyorsun daha da öfkelenerek. “Kime ne anlatıyorum sanki!”

Kendimi sakinleştirmeye çalışarak elini tutmaya çalışıyorum. “Biraz sakinleştiğinde konuşalım mı? Şuan birbirimizi kırıyoruz”

Tutmaya çalıştığım elini çekiyorsun hiddetle. “psikolog gibi konuşmayı bırak!”

Tekrar uzanıyorum eline “sadece seni anlamaya çalışıyorum” ama aldığım karşılık eskisinden farklı olmuyor.

“Seninle bir yere gidip rezil olmamayı bekleyen bende hata”

“Benimleyken utanıyor musun?”

Yüzüme bakmadan “aksine izin mi veriyorsun!” diyorsun.

İçimde yükselen ağlama istediğini yutarak önüne geçiyorum. “Böyle düşünmediğini biliyorum, sadece şuan fazla öfkelisin. Bağırmadan konuşalım...”

Elini yukarı kaldırıp ya sen ne anlatıyorsun der gibi havada sallıyorsun “babanın neden sana bağırdığı anlaşıldı, bir kerede anlamıyorsun çünkü!”

Göz göze geliyoruz ama dudaklarını kapatmadan pişman olduğunu anlıyorum. Havada salladığın elini bana uzatmak istiyorsun ama refleks ile gözlerimi kapatıyorum.

Vuracaksın sanıyorum.

Gözlerimi açtığımda ikimizin arasında büyük bir uçurum oluyor. Arkadaşın sana bir şeyler söylüyor, benim arkadaşım sana bağırıyor.

Gözlerimiz ayrılmıyor bu esnada.

Ben sana aynı hayal kırıklığı ile bakıyorum, sen bana aynı pişmanlıkla.

Omuzunda ağladığım, saçımı okşadığın dakikaları böylece heba ediyorsun iki cümlenle.

Arkadaşım kolumu çekiştirmeye başlıyor ve aramızda oluşan mesafeler gözle görülür hale geliyor.

Hiç ağlamıyorum mesela o gün. Hatta bu arkadaşımı oldukça korkutuyor. Bir süre senin hakkında teoriler üretiyor, ayrılmamız gerektiği ile ilgili uzun öğütler veriyor.

Sadece dinliyorum. Seni savunmuyorum ama söylediklerini tasdiklemiyorum da. Olanları kavramam zaman alıyor çünkü o yanımdan daha önce hiç yara almamıştım.

Gururum sana karşı olan duygularımın önüne geçmedi hiçbir zaman. Bu olaylardan birkaç gün sonra bana hiçbir şey olmamış gibi saçma sapan bir etkinliğin tarihini ve gelip gelmeyeceğimi soran bir mesaj atıyorsun.

Bir tartışmadan sonra bile ilk mesajı atacak biri değilsin sen ve bunun bir özür olduğunu anlıyorum. Sende bu şekilde özür diliyorsun.

Uzatmıyorum. Bende hiçbir şey olmamış gibi nasıl bir etkinlik olduğunu soruyorum sana. Mesajla cevap vermek yerine arıyorsun ve etkinliği anlatıyorsun bana en ince detayına kadar.

Ama sonra etkinliğe dahil olan bir konser alanında, yanımdaki seninle barışmamı asla onaylamayan arkadaşımla dans ederken arkamdaki çocuk elindeki içeceği yanlışlıkla üzerimize döküyor. Ve o Çarşamba akşamı yaşananlar tekrar ediyor sanki.

Sana kendimi ifade etmeye çalıştıkça susmamı bağırıyorsun. Özür dilemeye çalıştıkça hakaretlerin ile beni bastırıyorsun. Beni yeniden itiyorsun ama bu kez ilkinden daha kuvvetli. Yere düşmüyorum ama dengemi de sağlayamıyorum.

Orada, konser alanının ortasında bırakıp gidiyorsun beni yine. Arkadaşıma kavga ettiğimizi söylemek istemediğim için yanlarına gidemiyorum ve yürüyerek dönüyorum eve.

Ertesi gün akşama doğru ben arıyorum bu kez. Telefonu açmıyor, oyunda olduğunu ve bitince geri döneceğini söyleyen bir mesaj atıyorsun. Otomatik mesajını aldığımda telefonun sesini açıp gün boyu yanımda taşıyorum.

O gün dönmüyorsun aramalarıma ve ondan sonraki günde bir mesaj düşmüyor telefonuma. İki gün sonra ben arıyorum yeniden ve hatırlamıyorsun bile seni aradığımı. Hatırlattığımda ise bıkmış bir ses tonuyla aklından çıktığını söylüyorsun.

Böylece beni ne aklında nede kalbinde barındırmadığını daha net anlıyorum.

 

 

Loading...
0%