@nerisiren1
|
"Sevgiliye çıkmayan yok patikadır. Ve kaptan hiçbir zaman patikadan çıkmadı" Gürhan Gürses // kaptanın defteri
• Hızlıca dolaptan giyinmek için kıyafet ayarlayıp banyoya girip sıcak suyu açıp altına girdim. Ne olursa olsun bu hayatta en rahatlatıcı şeylerden biri de sıcak duş almaktır. Hızlıca sıcak duşumu alıp giyinmek için ayırdığım kıyafetleri hızlıca üzerime geçirdim. Gri tonlarında bol kot pantolon ve yine gri tonlarında swir giydim. Makyaj masasının üzerinde duran saç kurutma makinesi alıp hızlıca saçlarımı kurutup enseden rastgele topuz yapıp siyah Kapüşonlu dış cepli puffer fashion oversize şişme montumu geçirdim. Yatağımın üzerinde duran siyah üzerinde beyaz kalpler ile dolu olan çantamı alıp içine hızlıca siyah kılıflı cam mataramı, renkli kalemler ve bugün başlamak için ayarladığım Gürhan Gürses'in kapatmanın defteri eserini çantama koyup odamdan çıktım. "Anne ben çıkıyorum" salon da oturmuş sohbet ve kahve keyfi yapan annem ve babama seslenip kapıya doğru gidecekken annemin çağırmasıyla tekrardan salona döndüm. "Kızım hava soğuk hem zaten hastasın dinlen biraz" annem kahvesinin masaya bırakıp babamdan 'destek çık' bakışları atmaya başladı. "Evet kızım annen de haklı gel otur bizimle ailecek bir kahve keyfi yapalım" babam gözüyle masada duran köpüklü türk kahvesi ve yanında annemin koyduğu çikolatayı gösterip göz kırptı. "Sonra yaparız söz" "Kızım hastasın ama..." Anneme dudaklarımı büzerek baktığımda of'layarak kafasını iki yana salladı. "İyi git sıkı giyindin değil mi?" Of'layarak kafamı salladım. Babam da elinde kahvesi ile bizi gülümseyerek izliyordu. "Evet anne sıkı giyindim." "Tamam o zaman gidebilirsin." İkisine de öpücük atıp vestiyerin çekmeceden siyah kalın tabanlı botlarımı alıp evden çıktım. Botlarımı giyip asansöre binip zemin katın düğmesine basıp inene kadar telefonumu ve Kulaklığımı montumun cebimde çıkartıp en sevdiğim şiirlerde birini açıp dinlemeye başladım. Evet şiir. Çoğu kişi hata herkes şarkı açar ama ben şiir. Benim için şarkı hiç bir şey anlam ifade etmezken şiir ise; hayatımı sorgulama, geçmişimi gözden geçirme, durduk yere üzülme isteği uyandırıyor. Ve ben bu hisseleri çok seviyorum. Asansörden inip apartmandan çıktım. Şapkamı kafama geçirip biraz da olsa ısınır umuduyla ellerimi de montumun cebine koydum. Zaten havanın soğumasıyla şifayı kalmıştım. Evet kış gelmişti. Havalar baya soğumuştu. Bazı akşamlar eksi dereceye bile düşüyordu. Yağmur yağıyor, rüzgar esiyor ve bir çok şey daha... Ama kar yok! Ben kamel, kamel Uysal on dokuz yaşında açık öğretimde İzmir katip çelebi üniversitesinde acil Yardım Paramedik Bölümün okuyorum. Tek kardeşim, kitap okumayı, şiir dinlemeyi ailemle vakit geçirmeyi, sakın kafelere gidip kitapta ve şiir okumayı çok seviyorum ama insanları hiç sevmiyorum hele ki kendini havalı sanan ama bir çöp bile olamayan insanlardan! Şu ana kadar hiç sevgilim olmadı ve teklifte gelmedi. Pek fazla arkadaşım yok daha doğrusu hiç yok diyebiliriz. Asosyal -ki annemin deyimi ile- olduğum için toplumlara girdiğim zaman pek fazla insanlara konuşmadığım için yok ama gelip benimle konuşan insanlarla çok rahat bir şekilde sohbet edebiliyorum. Bu kısımı annem görmüyor malesef! Kafamı çevirip etrafa baktığımda bazı mağazaların içinde yapay yılbaşı ağacı vardı bazılarında ise sadece süslemeler. Yılbaşına çok az kalmıştı bugün günlerden pazar ve Aralık ayının yirmi beşinci günüydü. Bu yılbaşında yine hep yaptığım gibi annem ve babamla oturup filim izlemeyi düşünüyorum. Çünkü başka bir planım yok! Bir haftadır yeni bir tatlı ve küçük kafe keşfetmiştim şu ana kadar gittiğim en içten ve güzle cafeydi. Tüm kafeyi led ışıklar ve pirinç ışıklarla süslemişler idi lofi cafe işte güzel cafenin adı gerçi bir ara çok dinlediğim şarkının adı ama. Evime fazla uzak olmadığı için on dakikada varıyor ve en güzel yeri kapıyorum. En güzel yer dediğim de renkli ışıkları güzelce alan ve diğer insanlardan uzak olan duvar kenarda en son masa, şahsen bana çok güzel ve rahatlatıcı geliyor. Hava soğuk olduğu için kafenin kapalı olan kapısını itip içeri girip her zaman oturduğum yere oturdum. Buraya bir haftadır her gün geldiğim için nerdeyse hepsi beni tanıyorlardı. Ama ben onları değil. Çantamı masaya koyup montumu çıkartıp onu da masanın üzerine uzak köşeye koyup çantamdan getirdiğim romanı çıkartım. Elimi kaldırıp garson çağıracaktım ama zaten bana doğru gelen garsonu görünce elimi indirip burnumu çektim. Grip olmak çok zor! Uzun boylu, hafif yapılı vücutlu, hafif kıvırcık kahverengi saçlı, ve Türk olmayan -belki de Türk'tür bilmiyorum - benim yaşlarımda ha belki benden iki yaş büyüktür o ayrı. Gorson buraya geldimden beri ilk defa görüyorum ah ve yakışıklı. Yakışıklı İyice masaya yaklaştığında sebebini bilmediğim bir heyecan bastı vücudumu. Ne bu heyecan! "Hoş geldiniz, ne alırdınız?" Heyecanımı Umursamayıp ama cevap vermek üzereyken birden üst üste iki defa hapşırdım. Tam zamanıydı işte. Nerede rezillik orada ben! "İyi yaşayın" Burnumu çekip kafamı hafifçe salladım. "Teşekkür ederim, ben bi şekerli türk kahvesi alayım " elimdeki not defterinden kafasını kaldırıp çatık kaşlarla yüzüme baktı. Mahçup bir yüz ifadesiyle "Haddime değil ama rahatsız gibisiniz, isterseniz nane limon veyahut başka birşey getirebilirim" beni düşünmesi nedense içimde bilmediğim yeni yeni duygular ortaya çıkarıyordu ve tuhaf his etmemi sağlamıştı. Saçma bi his... Hapşırdım diye bana nane limon mu getirecek? Hem de ben istemeden! Şu zamana kadar ailem dışında kimsenin yapmadığı şey beni düşünmesi, beni neden düşünüyor ki? Ya da ben bu davranışını yanlış anlamışımdır, hem zaten gayet normal birşey değil mi? Hasta gördüğünüz birine nane limon içmeyi teklif etmek ama ben neden böyle büyütüyorum ki? Sonuçta benden etkilenmez değil mi? Şu zamana kadar asla bir erkeğin dönüp bir defa daha bakacağı biri olmadım, ki zaten olmakta istemiyorum! Şu anna kadar asla erkek yaşıtlarım tarafından çok güzelsin gibi kelimeler almadım. Ayrıyeten almakta istediğim birşey değil böyle sözleri iğrenç buluyor, midemi gereksiz yere bulandırıyordu. Gerçi çoğu sevgili şeyleri bana saçma ve gereksiz geliyordu. 1.68 boyunda, uzun kahverengi saçlı, hafif çilleri olan, ince beli bir kızım işte, normal sıradan. Sıradan "Şey aslında nane limon da dahil böyle bitki çaylarını filan sevmiyorum, hele ki nane limonu, yine de bu nazik teklifiniz için teşekkür ederim." Evet nane limon gibi bitki çaylarını küçüklüğümden beri ağzımı sürmüyordu hasta olduğum zaman annem sadede yoğun ısrarım üzerine ilaç getirdi. Gerçi getirdiği ilacı ağzıma attığım an üstüne en az iki bardak su içiyordum, etkisi falan da kalmıyordu ya. "Peki siz nasıl isterseniz ama teklifim hâlâ geçerli." Dedi, "neyse ben hemen kahvenizi getireyim." Kafasını sallayıp yanımda ayrıldı. Arkasından gülümsemeyi bırakıp önüme döndüp kitabımı okumaya başladım. Gözlerim sayıların arasında gezindi. Ferhat var mı ki sahiden? Bi'şütun Dağı'na salladıkça kazmayı: 'çoğu gitti, azı kaldı ' diyordu. Sirin'e bir an evvel kavuşmak adına Ferhat haykırıyordu mütemadiyen: 'çoğu gitti, azı kaldı.' diye. Aşkın çoğu da zarar, azı da; ortası karar.... Çok olursa Mecnun lafına yersiniz, az olunca sevmiyor bilinirsiniz. Ya kaptan'a ne demeli o zaman? Papatya'ya vasıl olmak için kalp dağına vuruyordu kazmayı: 'azı gitti, çoğu kaldı.' diye. Ferhat'ın söylediğinin tam tersini söylüyordu: 'azı gitti, çoğu kaldı.' ona göre âşk bitimsizdir. Damla damla seviyordu; gıdım gıdım tane tane, hücre hücre... Ve azalarak çoğalıyordu papatya'da hissede hissede seviyordu. Yeri ısıta ısıta, çiçeği büyüte büyüte, damlayı biriktire biriktire... Hayatta tıpkı Mecnun dediği gibi 'azı gitti, çoğu kaldı ' hayatta böyle işte az bir süre, zaman gitti ömrünün çoğu kaldı. Belki de kaptanın defteri romanında en sevdiğim cümleler bunlarıdır. Acaba beni de papatya gibi seven bir kaptan çıkacak mı? "Buyrun" yanımda gelen sesler panikle kafamı kaldırıp bana kaçamak bakışlar artarak masaya kahvemi ve yanına da sarı renginde içinde limon parçaları olan sulu bardak gibi bir içecek bırakıp doğrulan az önce bana nane limon teklifi eden adamdı. "Kusura bakmayın, dalmışım da teşekkür ederim de ben sadece kahve istemiştim?" Önüme indirdiği limonlu içeceği gösterip kaşlarımı çattım. "Ne kusuru estağfurullah. Evet siz istemediniz ben kendim getirdim hapşırıyordunuz, nane limon içmediğiniz için ben de size limonlu su getirdim" kelime kelimesine ağzım açık kalıyor gözlerim olabildiğince daha da genişliyordu. Hayır bu adam sırf nane limon sevmiyor diye bana limonlu su mu hazırlamış? Yanaklarımın yandığını hissettim o an , normalde de utangaç bir insandım ama şimdi ise utancım iki katına çıktı. Ama neden? İnsanlık görevini mi yapmsk istedi acaba? Konuşmak istiyorum, teşekkür etmek istiyorum ama dilime sanki mühür vurulmuş gibi bir türlü dönmüyordu -ki dönse bilen eminim ki kekeleyerek konuşacağımdan emindim - "Şey ne diyeceğimi bilemedim... Gerçekten de çok teşekkür ederim zahmet etmişsiniz." Zar zor cümlemize kurup gözlerimi gözlerime diken mavi tonlarına yakın renklerden kaçırıp ellerime sabitledim. "Rica ederim ama zahmet filan hiç olmadı... Hata biliyor musunuz ben de küçükken sizin gibi böyle bitki çaylarını asla sevmezdim, sevmediğim için de her hasta olduğum da veya üzerimde bir haksızlık olduğunda bana hep limon sıkıp üç tane de küp şeker atıp sıcak suyla karıştırıp bana verirdi ben de içince kendimi iyi hissederdim gerçi hâlâ böyle ama" son kısmı gülerek söylemişti. "Çok teşekkür ederim çok ince bir davranış... Şey size bir sorum olacaktı-" Merakla cümleme devam etmemi bekledi. Umarım soracağım soru yüzünden rezil olmam "Tabi buyrun" gözlerimi gözlerine sabitleyip cümlemi döktüm. "Yanlış anlamayın lütfen ama şey siz Türklere benzemiyorsunuz, acaba yurtdışından mı geldiniz?" Utanarak sözlerimi bitip gülümseyen adama daha dikkatli odaklandım. Hayır benim kadar rezil bir insan yok bu dünyada hata evrende yok! Adama gidip sen Türk müsün demek nedir ya! "Yok ne yanlış anlaması, evet yurtdışından geldim ve hayır Türk'üm" yanlış anlamasına sevinip kafamı salladım. "O zaman buraya yeni ise girdiniz değil mi? Çünkü ben bir haftadır her gün buraya geliyorum ama sizi ilk defa görüyorum." Adam şimdi 'bu kız beni sorguya mı çekiyor?' diyordur içinden kesin. Hem dese de haklı, sorguya çekiyormuşum gibi sorular soruyorum hem de hiç haddime olmayan sorular! Banane ki adamın ne olduğu! Ama merak işte. Ve bu adamın adı ne? "Aslında bir yıldır burada çalışıyorum, bir haftadır buraya geldiğinizi görüyorum ama siz beni görmüyorsunuz" acaba neden gelmişti? Ve neden yurtdışına gitmişti? Acaba bunları da sonrsam ayıp olur mu? "Hmm, o zaman sıkıntı bende" gülerek konuşmamdan ona da bulaşmış olacak ki o da gülmeye başladı. Gamzesi mi var bunun? Güzel iki çukur. Birden bana sağ elini uzatıp "Bu arada ben, Oğuz Kaan Salıcı" dedi gülümseyerek. Oğuz Kaan Oğuz Kaan salıcı Heyecanımı beli ettirmeye çalışarak sol elimi elimin iki katı olan elin arasına bırakıp ben de kendimi tanıtım "Kamel, Kamel Uysal" dedim ayını şekilde gülümseyerek. İlk defa bir yabancıya adımla beraber soyadımı da söylüyordum. Ve elini tutuyordum. 🌕 Anahtarı çıkartıp kapıyı açtım. Botlarımı çıkartıp eve girip montumu vestiyere asıp kapıyı örtüm. Bugünde bitti hayırlı olsun. "Ben geldim" salona geçip tekli koltuklardan birine oturdum. "Hoş geldin kızım" annem ve babama gülümseyip telefonumu cebimden çıkartıp sosyal medya da zaman geçirdim. Oğuz Kaan'la sohbet ederken yeni müşteriler gelmişti, diğer garsonlar başka müşterilerle ilgilendikleri için boşta kakan Oğuz Kaan olduğundan girmek zorunda kalmıştı. Oğuz Kaan'ın bana getirdiği limonlu su gerçekten de dediği gibi çıktı, hepsini içtiğim de kendimi öncekine nazaran daha iyi hissediyordum. Tadı da diğer bitki çayları gibi değil daha güzeldi, hem eski hem de tatlı, tam kıvamında Kafede neredeyse bir saate yakın oturmuştum, okumak için orada başladığım kaptanın defteri romanın da yarım saatte bitirip, kahve ve şarkı molası verip dinlenmiştim. Kafede çıktığım da bir defa bile Oğuz Kaan'ı görmemiştim belki de o beni görmüştür bilmiyorum -ki zaten geçen bir haftadan bile ben onu görmezken o beni görmüştü- "Karar verdim eve kafe açacağım" babamın sesiyle telefonumu kapatıp dizime koydum. "Eve mi?" Annem televizyonu kapatıp tüm ilgisinin babama yönetim. "Evet eve ne var ki bunda? Kızımın yanımda olmasını sağlarsa neden olmasın" babam bana göz kırpıp gözlüğünü çıkartı. "Evde kalmam için eve kafe mi açacaksın baba?" Gülmemek için yanaklarımı ve dudaklarımı ısırdım. Annem ise ellerini açmış havaya kaldırmış kendi kendine birşeyler söylüyordu. "Evet yaparım ne varmış ki bunda? Önce güzel bir masa yaparız Sonra da kırmızı halı sererim sonuçta benim biricik kızım basacak değil mi?" Dedi yine göz kırparak. Yanklarımın hafif yandığını hissettim. "Tabi bir de renkli ışıklarla süsleriz" babama katılarak büyük bir mutlulukla anlatım. "Tabi kızım ne isterse o olacak değil mi Ayten?" Babam yanında oturan anneme hafif bir omuz atıp gülerek cevap bekledi. Annem gülerek kafasını iki yana sallayıp "çok konuştunuz yemeğe" iki elinde birbirine vurup mutfağa geçtik. 🌕 "Kendime kahve yapıyorum size de yapayım mi?" Kafamı uzatıp dizi izlemeye dalan annem ve babama baktım. "Yok kızım yap sen kendine" "Tamam" mutfağa geçip kahveyi pişirip bardağıma koyup tekrarda odama girdim. Yemek yedikten sonra annemler dizi izlemeye ben de bilgisayardan sevdiğim dizilerden birini açıp izlemeye başlamıştım. Odama geçip kapımı arkadan ayağımla örtüp yatağa uzanıp telefonumu elime alıp ınstagrama girip büyüteç kısmına basıp aklımda ki isimi yazıp kullanıcılara tek tek baktım. Hiç biri o değildi. Bu sefer de önce soyadını sonra da isminin yazıp çıkmasını bekledim. En başta ki kullanıcıya basıp o olup olmadığına baktım. Hesap açık hesaptı. @Salıcıoguzkaan_ Biyografisin de hem Türk bayrağı hem de hollanda bayrağı ve kendiyle ilgili bir iki bilgi ve söz vardı. Oğuz Kaan Salıcı / 07.09.2004. / Bir kitap sayfası bile aydınlığa çıkar. Profilin altında yazdığı cümle doğruydu. Bir sayfa bile bizi bu berbat hayattan somutlaştırıp yep yeni evrene yolu çıkar... İlk gönderisine basıp inceleme altına aldım. Arkadan boydan çekilmiş, yüzü denize bakıyordu büyük ihtimalle bu fotoğrafı İstanbul'da çekmiştir çünkü deniz buranın denizi. İkici gönderisine baktığımda ise sadece kahve ve kitap vardı. Demek ki okumaya seviyor ha ya da sadece fotoğraf çekmek için kullanmıştır ama biyografisi de yazan cümleyi olursak kitap okumayı seven biri oluyor. Bu sefer gözlerim takipçi sayısına takıldı 5.999 takipçisi vardı bir sayı tek eksik 6k ulaşmasına ama takıp ettiği kişiler sadece 10 ve bunların hepsi de yabancı ünlülerdi. Benim hesabım da ise biyografimde sadece dolunay simgesi var, bir 3 gönderi; biri yaz aylarına sahile gittiğim zamanlarda kumun üzerine uzandığım fotoğraf, çocuk parkında salıncakta kahkaha atarak çekilmiş fotoğraflar ve evde, odam da sıkınca kendi kendime çektiğim bir anlık fotoğraf vardı. 477 takipçi 22 takip ettiğim kişiler vardı. "Acaba istek göndersem mi?" Aynı saniye yüzümü buruşturdum. "Yok ya hemen kendini birşey sanar. Atmıyorum istek filan" Son bir kez daha fotoğraflarına bakıp telefonumu kapatıp dizimde kaldığım yerden devam ettim. B Ö L Ü M S O N U |
0% |