Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@nerisiren1

 

"Öyle ki karanlığın için de aydınlığın içi de artık aydınlık"

 

Mauro {Mevlud} Martıno // lokman hekim sokağı

"Kamel kalk artık kızım"

Ah hayır yaa, yorganı kafana kadar çekip annemin kalkmam için yorduğu sesini duymamazlıktan gelip uyumaya çalıştım.

"Ben kime diyorum Kamel!" Of'layarak bana uyu diyen yorganını İstemiyerek üzerimden atım.

"Sena da günaydın anneciğim" anneme nazaran yeni uyandığımda için tuhaf, kalınlaşmış sesle anneciğime günaydınlarını eksik etmedim.

"Hele şükür kalktın kızım saat öğlen oldu heralde bugün o gittiğin kaffelere mafelere gitmeyeceksin" yoo kahvaltı yapıp gideceğim ki hem zaten iki gündür uğramıyorum da.

"Yoo gideceğim ki" sıcacık yatağımda ağlayarak çıktım neredeyse. Ah o yatak bırakılmaz ama o kafeye de gidilir!

"He he gidersin gel de kahvaltı yapalım malum iki saattir seni çağırıyorum." güzel meleğimin hafif sitemli sesiyle kafamı iki yana salladım, işte her güne böyle başlamak istiyorum -ki zaten başlıyorum-

"Geliyorum geliyorum" odamdan çıkıp banyoya girip işletimi hallettikten sonra mutfakta gelen sıcak sohbetle gülümsedim.

"Günaydınlar efendim" kollarımı iki yana açıp zıplaya zıplaya babamın arkadan gövdesine sarıp hafif beyazlamış sakallarına öpücük bıraktım.

"Günaydın güzelleri güzeli çillim." kafasını çevirip hemen dibinde olan yüzümü tutup yanağımı dişledi.

"Ah acıdı" ısırılan yeri tutup yerime oturdum.

"Oy kıyamam kızıma sen niye Seda Sayan'ın programı başlatmasımıdır nedir gibi giriyorsun?" Gözlerimle televizyona odaklanmış annemi gösterip nedenini gösterdim.

"Eh baba görmüyor musun bazıları sayesinde her sabah Seda Sayan izlediğimiz için artık nasıl programı başlattığını biliyor ve sürekli istemeden de olsa dilime dolanıyor." Çayımdan bir yudum alıp tüm odağını televizyona veren anneme çevirdim.

"Yani kızım sende haklısın değil mi gönlümün hanımı?" Annem sanki onun hakkında konuştuğumuz farketmiş gibi meraklı bakışlarının hedefi olduk.

"Ne oldu? baba kız kimin dedikodusunu yapıyordunuz?" Babam giz kırpıp işaret parmağımı dudaklarına yaklaşırıp anneme çaktırmadan 'sus' işareti yapıp kolunu yanında oturan annemin arkasına attı.

"Şey diyorum Seda Sayan'ın programının numarasını bana versene?" Babamın ne yapmak istediğini anladığım an kafamı eğip gülmemek için dişlerimi dudaklarıma geçirdim.

"Ne yapacaksın sen Seda Sayan'ın numarasını?"

"Sen ver hele" neredeyse tabağımda ki tüm yiyecekleri bitirmiştim tâbi bu güzel sohbetle beraber ne yediğimi de bilmiyordum.

"Dur neydi ha 3147******" babam kahkaha atmasıyla bende daha fazla kendimi sıkmayın kahkahamı serbest bıraktım.

"Ay annem güzel annem babam seninle eğleniyor ya" annem şaşkın gözlerini babama çevirip ellerini beline yerleştirip hesap sorma pozisyonu aldı.

"Sen" işaret parmağıyla kendini gösterip "benimle eğleniyor musun?" Babam da benim gibi gülmemek için dudaklarını ısırıp annemin kızgın gözlerine bakmaya başladı.

"Yok, güzel karım neden seninle eğleneyim? Sonuçta bir insan neden Seda Sayan'ın programının numarasını ezbere bilsin ki?" Babamın imalı sözleriyle gözlerim anneme dönü.

Harbi ya bu hayatta anne ve babanın şakalasmasıda kahvaltı yapmak gibi güzel birşey var mı? Bence yok

"Hmm öyle olsun bakalım" son kez babama göz atıp kahvaltısına döndü.

"Neyse size bol sohbetli kahvaltılar benim kırtasiyede kitap filan almam gerekiyor şimdi gideyim"

"Tamam kızım geç kalma ve dikkat et"

"Tamam anne" mutfaktan çıkıp odama girdim.

Hızlıca üzerimde ki yünlü pijamaları çıkartıp giyisi dolabından Siyah kot pantolon ve krem renginde kalın kazağımı hızlıca üzerime geçirip banyoya geçtim.

İçinde bakım kremlerinin olduğu dolabı açıp tarağı alıp içiçe girmiş saçlarımı zorlada olsa düzeltip iki yandan örüp uçlarına pembe küçük lastik tokaları takıp banyodan çıktım.

Her zaman kullandığım siyah üzerinde beyaz kalplerle dolu bez çantamı ve işime yarayacak malzemeleri alıp odamdan çıktım.

Mutfaktan hâlâ sohbet sesleri geliyordu bu da demek ki kahvaltı yapmaya devam ediyorlardı.

"Hadi ben çıktım" vestiyerden siyah şişme montumu üzerime geçirip dolaptan botlarımı aldım.

"Tamam kızım dikkat ol lütfen zaten hâlâ hastasın" evet önceki günlere nazaran iyidim ama yine de ara sıra hapşırma geliyordu eh en azından burnum akmıyordu bu iyi yönü işte.

"Güzel hanım sen kızımı biraz rahat bırak tamam kızım için endişelisin ama biraz da benimle ilgilensen ne olur? Şu kocanla iki çift laf edelim işte" babamın sözleriyle hemen gülüyor hem de annemin ne cevap vereceğini merek ettiğim için mutfak kapısının pervazına yasladım.

"Tövbe estağfurullah tamam kızım sen git" gülerek kapıdan ayrılıp yüzümde ki sırıtma ile botlarımı giyim asansöre girdim.

🌕

Yemin ederim bu dünya öyle bir değişmiş ki insanda değil günah, haram terbiyeyi ve görgüyü bile bilmiyorlar!

Kütüphane'ye giderken yolun üzerinde gördüğüm şey gerçekte de midemi altüst etti. On üç - on dört yaşlarda bir kız yoldan geçerken sigara içen bir -o da en az on altı yaşında gibi - çocuğun yanından geçtiğinde sigara içen çocuk ağzında ki sigarayı çıkartıp kızın ağzına koyup tekrardan kendi ağzına koydu. Tabi kız da sanki dünden bekliyormuş gibi hemen içti.

Rezillik resmen, hayır yani aile terbiyesi de mi almadılar? Hadi erkekleri artık anladık ya kız? Bir kız dediğin terbiye nedir adap nedir ağır başlılık nedir bilir, en azından bilmesi gerekir. Ama yok! Hiç biri yok, hem bir de yanlarında iki tane yaşlı adamlar da vardı. Rezillik!

Gereksiz insanları düşünmeyi bırakıp her zaman -daha doğrusu iyi hisset mediğim zaman iyi hissetmek için- gittiğim kitapçıya ilerledim.

Öyle diğer yerler gibi sık, süslü fila bir kitapçı da değil, tam tersi kitap, sayfa ve kahve çekirdeği kokusu, ilk baskısı bile olan bir kitapçı.

Küçük ama her tarafı kitaplarla dolu olan, insanların oturup kitapları incelemek için masalar var, şu ana kadar bir insanın bile -benim bildiğim kadarıyla- aradığını bulduğu ve asla elinin boş çıkmadığı bir yer.

"Kolay gelsin" arkamdan kapıyı soğuk havanın girmemesi için hemen kapatıp üç-dört kişinin içinde gözlerim altmış yaşlarında kitapçığının sahibi olan Eşref Amca'yı buldu.

"Sağolasın kızım sende hoşgeldin" montumu üzerimden çıkarıp kahve çekirdeği ve kitap korkusunun üzerime sinmesine izin verip montumu boş bir masanın üzerine indirip gözlerim ve bedenim Eşref Amca'ya döndü.

"Hoşbulduk Eşref amca görmeyeli nasılsın?" Bildiğim kadarıyla iki oğlu vardı ama ikisi de evlenip yurtdışına gitmişler. Eşref Amca'yı da götürmek istemişler ama Eşref amca kalp krizinden vefat eden eşinin mezarı yanı başında, istediği her dakika gittiği için ve yurtdışına gitse istediği zaman göremeyeceği için gitmek istemedi. Eşi vefat ettikten sonra elli yaşlarında -ki karısı da o zamanlarda vefat etmiş- bu kitap dükkanını satın alıp kitapları içinde yaşamaya başladı.

"Nasıl olalım be kızım? Yaşıyoruz işte bu hayatın içinde beni boş ver sen nasılsın?" İkimiz de montumu koyduğum masaya oturup Eşref amcanın her zaman hazır olan türk kahvesinden içtik.

"Bende iyiyim işte senin de dediğin gibi yaşıyoruz bu hayatın içinde okul falan var işte."

"Sen daha gençsin yaşa hayatı, tadını çıkar ha." Hem gülerek hem de bilgece konuşup hafif hafif titreyen parmaklarıyla kahvesini son yudumunu içti.

"Ben gencim ana sen de o kadar yaşlı sayılması be." Yüzünde yaşadığı yılların acı gülümsemesini gösterdi. Yorulmuştu hem de çok...

"He ya biz de genciz değil mi?"

"Tabi sen şimdiki nesile taş çıkartırsın ve Eşref amcam" elimle hafif masaya vurup ses çıkarmaya çalışarak kıkırdadım.

"Yok he kızım bizden geçti artık o dönem" dedi derin iç çekerek.

"Yok be amcam iyisin iyi" elimle omuzuna hafifçe destek anlamında iki defa vurup kahvemin son yudumunu içip oturduğum yerden kalkım.

"Kahve için çok teşekkür ederim Eşref amca ben şimdi bur iki kitap bakayım."

"Asılı ben teşekkür ederim güzel kızım sen olmasan ben kiminle bir kahve içip hal hatır sorarım... İstediğin kitaplara bak" yine olduğu gibi yüzünden acı bir gülümseme oluştu, hep acı bir gülümseme

"Hep geleceğim Eşref amca bir hahveni içmeden olur mu hiç" kafasını sallamakla yetindi sadece.

Masada ayrılıp kitapların arasına girdim, kitap kokusu ve kahve çekirdeği kokusu daha bir yoğun geldi burnuma.

Kitapların arasında tek tek baktım ama istediğim kitap yoktu yabancı çeviren kitapların arasına girip oradan aramaya başladım.

"Eh buldum seni" altı yüz sayfalık kitabı elime alıp neredeyse buldum diye durduğum yerde zıplayacaktım.

Dan Brown tüm kitaplarını okudum ama melekler ve şeytanlar kitabını daha okumadığım için buraya gelip bulup okurum umuduyla geldim ve buldum da. Genellikle böyle çevrilmiş kitapları ne bileyim işte, yabancı edebiyatı pek sevmem kaç defa okuyup şans vermeyi denedim ama bir türlü okuduğum sayfa sayısı otuzu geçmedi. Hâliyle ben de artık yabancı edebiyatı bırakıp öz kitaplarımıza yani türk edebiyatına devam ettim. Ama ve lakin ne yaparsam yapayım bir türlü Dan Brown'nun kitaplarından baz geçemedim. Yazım dili, betimlemeleri, karakter kişilikleri... Çok uyumlu yazılmıştı, akıcı ve heycan dolu satırlar.

Kitabı incelemeye o kadar dalmıştım ki omuzuma dokunan elle yerimden sıçrayıp elimi kalbime götürüp arkamı döndüm.Artık yüzümde hangi ifadeyi gördüyse açıklama yapmaya başladı;

"Korkutuysam kusuruma bakmayın lütfen" dedi, "size bir soru soracaktım da izniniz olursa eğer..."

Karşımda bana mahçup ama dudağının sağ kenarda ki kıvrılmış gülümsemeyle bakan, benim yaşlarımda belki benden bir iki yaş büyük adam duruyordu. Kaşlarımı çatarak istemeden de olsa bir iki adım geri attım.

Karşımda duran adamı demeliyim yoksa çocuk mu bilmiyorum ama ben bu şahısı hayatımda ilk defa görüyorum, eminim ki o da beni ilk defa görüyordur ama o neden bana soru soracak, tanımadığı insana... Bu da kim ve bana ne soru soracak ki?

"Tabi buyurun" dedim soğuk ve sert bir tonda.

Gözlerini elimde tutuğum kitaba indirip tekrardan bana baktı, "Aslında şey... Nasıl desem bilemedim şimdi" dedi kıvranarak, "Biraz komik ama şey elinizde ki kitabı eğer okuduysanız bana verir misiniz?"

"Bu kitabı mı?" Dedim, kitabı havaya kaldırarak

Kafasını sallayıp "Evet o kitap" dedi, "Bir arkadaşımdan öğrendiğim kadarıyla çok güzel iyi bir kurguya sahipmiş ve kesinlikle okunması gerektiğini de söyledi. Ben de bir okuyayım dedim." Açıklama yaptı. İyi demişsin de ben daha bu kitabı okumadım ki sana vereyim!

Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Evet arkadaşınız az bile söylemiş, gerçekten de çok güzel bir kitap ama maalesef ben de okumadım ve okumak için alıyordum tam siz geldiniz." Dedim üzüntü içinde

"Ya" dedi hayal kırıklığı içinde, "geç kaldım desenize " kafasını iki yana sallayıp anlamadığım bir şeyler mırıldanıp gözlerini diğer kitaplıklar ardında dolaşırdı.

"Öyle oldu" 'yapacak birşey yok' derecede kaşlarımı kaldırdım.

Kafasını tekrardan bana çevirip umutlu bir ses tonuyla ve yüz ifadesi ile "peki sizden sonra ben alsam" dedi, "Olur mu?"

Söylediği cümle ile beraber gülüp kafamı salladım. "Tabi alabilirsiniz" dedim, "Gerçi bana sormanıza hiç gerek yok. Buranın sahibi az ileride ki masada tek başına oturmuş kahve içen Eşref amca, siz ona sorun." Gözlerimle Eşref amcayı işaret ettim. İşaret ettiğim yere bakıp bana döndü.

"Peki teşekkür ederim." Dedi, sağ elini uzatıp "Bu arada ben Alp, Alp Berk" kendini tanıtı.

Tereddüt içinde bana uzattığı eline bakıp yutkundum. Normalde asla tanımadığım insanlarla ne iki kelime ne de el sıkışırım ama bana sorulan sorulara cevap verme gibi bir huyum var. Allah'tan el sıkışma gibi bir huyum yok!

Derin nefes alıp bana uzattığı elini tutmadan "Memnun oldum. Ben de kamel" dedim sadece. Tabi ki de tanımadığım bir insana soy ismimi söylemek gibi bir aptallık yapmadım! Gerçi Oğuz Kaan'a soy ismimi de söyledim ama olsun...

Uzattığı eline karşılık vermediğim için elini yumruk yapıp bozulmuş bir yüz ifadeyle zorlukla gülümseyip "Peki öyleyse" dedi, "Ben artık gitsem iyi olacak. Kitap da sende, bitince alır okurum. Bu arada kaç günde bitirirsin?"

'bilmiyorum' derecesinde kafamı sallayıp "bilmiyorum ki, belli olmaz ama merak etme bir ay'a bitirmiş olurum." Dedim.

Aslında bir ayda bitirmez, daha erken iki, üç haftada bitiren biriyim ama sanki bu adam kitap okumak için değil de başka şeyler için gelmiş gibi his ediyorum. Çünkü kitap almak için gelen biri ne olursa olsun istediği kitabı gittiği o yerde bulamadıysa başka yere bakar ama bu benim kitabı bitirmemi bekliyor. Tuhaf, hem de çok tuhaf...

Kafasını sallayıp "tamam o zaman" dedi, "ben bir ay sonra gelirim . Bu arada rahatsızlık ettiğim için tekrardan kusura bakmayın, özür dilerim"

"Sıkıntı yok" dedim, "size iyi günler" deyip hiç yüzüne bile bakmadan elimdeki kitapla beraber Eşraf amcanın yanına geçip kitap aldığımı haber verip Alp Berk denen adama bir kere bile bakmadan ortadan ayrıldım ama onun bana göz ucuyla da olsa bile baktığını his ediyordum. Tuhaf biri , baya tuhaf hemde

Derin nefes alıp tüm odağımı kulağımda ki kulaklıktan çıkan şarkı Ona iki kala'nın huzur veren sesine verdim kendimi.

Sana koşuyorum ölmesem diyorum

Dönüyor başım seni seviyorum

Öyle bakınca yanlış anlıyorum

Koptu ipim düşüyorum

Ben kimim seyir defterimi kaybettim

Boşver dedim kepenklerimi indirdim

Uzandım bulutları izledim

Hepsini eninde sonunda sana benzettim diyerek devam etti şarkı.

 

B Ö L Ü M S O N U

Loading...
0%