✨
Gözyaşlarım hızla akmaya devam ederken burnumu çektim sertçe. “Nefret ediyorum,” diye homurdandım. Nasıl geldiğimi bilmediğim çıkmaz sokakta yere çökerek sırtımı duvara yaslamış, başım dizlerimde iç çeke çeke ağlıyordum. “Herkesten, her şeyden, kendimden.”
Verdiğim kararlardan.
“Aptal!” diye kızdım kafamı kaldırdığımda. “Bir inat uğruna geldin tanımadığın insanların yanına!” Müstehaktı bana, ne sanıyordum?
Sevilir miydin on yedi yıl sonra? Bir kan bağı çözüm olsaydı Yusuf abin sırf evden kaçmak için asker olur muydu?
Olmazdı. Akça ailesi ilk ve son çocuklarına hep ayrı davranmıştı. Abimle tüm sorunlarını bilmesem de bana olan sorunları hakkında epey bilgim vardı.
İki yaşındayken yaşadığım hastalık yüzünden bir ay hastanelerde yatmıştık Mihrimah Akça’nın anlattığına göre. Gün geçtikçe kötüleşen hallerim, şimdiki kadar halleri iyi olmayan Akça ailesi ile evin içinde bir matem havası veriyordu.
Ne kadar doğrudur söylenen elbet bilemezdim ancak o zamanlar bir doktorun yanına geldiğini söylemişti Mihrimah Akça. Durumumun kötü olduğunu söyleyen doktor yaptıkları hiçbir iğnenin, hiçbir ilacın işe yaramadığını bu yüzden de yurtdışından ilaç getireceklerini ancak bunun için onay almaları gerektiğini söylemişti. Çünkü getirilen ilaç Türkiye de bir ilk olacaktı ve sanırım bu konu da bende denek oluyordum. Her ihtimale hazır olmaları gerektiğinin altını çizen doktor ile elinden başka bir şey gelmeyen Mihrimah Akça kabul etmişti.
Şanslıydık ki iyileşmiştim gün geçtikçe. Yine de bunun emareleri çabuk silinmemişti Akça ailesinden. Bu yüzden evin biriciği denilerek şımartılmıştım. Ne zaman onlu yaşlarıma girmeye başlamıştım, o zaman kardeşler arasında kopukluklar başlamıştı. Önce Barın ve Çınar başlamıştı canıma okumaya. Anne ve babaları bana kıyamadığından onlar çok kolay kıyabilmişti.
Anne ve babasının her onayını alan Naz ise onlara karşılık vermişti çat çat. Gerçi her şey öğrenildiğinde ve evin diğer çocukları toplanıp üzerime geldiğinde Mihrimah Akça ve Mehmet Akça beni vatan savunur gibi savunmuş, üçümüz dört duvar arasında kaldığımızda ise bu savunmanın sadece onlara karşı olduğunu göstermişlerdi.
O zaman ki Naz adalet diyordu buna; onlara kızdıysa sana da kızacaklar ağlama. Şimdi ki Naz ise farkındaydı her şeyin, söylenen tüm kelimelerin, yapılan tüm hareketlerin psikolojik şiddet olduğunun.
Saatlerdir burada dursam da tek bir ses duymamıştım, şimdi gittikçe bana yaklaşan adım sesleri dışında. Korkuyla bakışlarımı oraya çevirdiğimde gelenin Asaf olduğunu görmek içimi rahatlatmamıştı.
Ben gözyaşlarımı ellerimle silerken benim gibi duvarın dibine çöktü hiçbir şey demeden. Kalkmak adına harekette bulunmadım ancak ağlamayı bırakmıştım şimdi. Zaten yalnız ağlayayım diye buradaydım, ne diye gelmişti bu?
“Özür dilerim,” diye mırıldandı yanıma oturduğundan beri kaç dakika geçtiğinden emin olamadığım sıralarda. Bakışlarım ona çevrildiğinde göz göze geldik. “Şiddet konusu,” diye açıklık getirdi neden özür dilediğine. “Böyle bir durum varsa bile o şekilde konuşmamalıydım seninle.”
“Evet.” Dedim çekinmeden, dümdüz.
“Geri dönecektim ama sana da sinirliydim. O çocukla nasıl birlikte olabilirsin?” Cidden sinirini bozuyor gibi ters ters bakıyordu bana. “Dışarıdan akıllı duruyorsun halbuki.”
“Birlikte değilim,” dedim derin bir nefes vererek. “Abimdi.” Duraksadım. “Yani değilmiş.”
“Birlikte olmadığın sürece neyin olduğunu umursamıyorum desem çok mu kaba olurum?” Yani dercesine baktım ona. Sessizlik aramızda sürmeye devam ederken yeniden bozdu sessizliği. “Başıma iş açtın dediğin bu muydu? Yani bu kavga yüzünden mi buradasın?”
Anlatmaktan zarar gelmezdi, sağır sultan bile duymuştu nasıl olsa.
“Payı var,” dedim bakışlarımı yere sabitlerken. “Bu konu kavgadan önce açılmıştı ancak bu noktaya getirmeyecekti kimse, bana öyle hissettiriyorlardı en azından. Kavgadan sonra sen Ufuk yerine Çınar’ın adını verince Bartu abimde bunu yapanın ben olduğumu sandı. Tabii ne desem inandıramadım. Sonrası büyük bir curcuna, testin pozitif çıkmasıyla da buradayım.”
“Onlarla anlaşamıyor muydun? Abin neden senin yaptığını sansın ki?”
Güldüm, nokta atışı yapmıştı çocuk. “Onların başına bela olduğumdan evet, ayaklarına çarpan çakıl taşını bile benden bilirlerdi.”
“Belalıyım diyorsun ha,” dedi kıkırdayarak.
“Yâr ben belanın ta kendisiyim.” Dedim onunla birlikte gülerken. Bakışlarımı ona çevirdiğimde göz göze geldik. Bu kadar dikkatli bakıyor oluşu hoşuma gitmediğinde gözlerimi kaçırdım. Yeşil gözlerimin etrafının kırmızılıklarla çevrildiğini görmesem de tahmin edebiliyordum, ne bakıyordu öyle gözlerime? “Peki bu konu kapandı mı? Yanlış kişiyi şikayet ettin. Ya Ufuk tekrarlarsa bunu?”
Sıkıntılı bir nefes verdiğini duyduğumda ona çevirdim bakışlarımı. Tekrardan göz göze geldiğimizde, “biri aradı beni.” Dedi sakince. “Varmış kavgadan haberi. Annemden babamdan bu yaşıma kadar işittiğim azarın on katını tanımadığım adamdan yedim telefonda. Azarı bitince de bu sefer yürü git polise doğru ifade ver şikayetçi olun dedi.”
“Kim ki o?” dedim saf merakla.
“Ne bileyim kızım? Ama sesi baya sertti, bir saat kalkamadım oturduğum yerden yemin ederim.” Güldüm.
“Ne yaptın peki?”
“Yani adam açık açık yardım edeceğim dedi, cezasız çıkamazlar işin içinden git şikayetçi ol ama yalan ifade verdiğin için sende cezanı çek dedi. Annem öğrendiği için bir de, git adamın dediğini yap dedi.”
“Ve sizde yaptınız?” Hayretle baktım ona. Başını salladığında başımı iki yana salladım. “Ya deli misiniz, adam kim neyin nesi bilmeden niye inanıyorsunuz? Ya yardım etmezse?”
“Eder, babam tanıyor adamı.” Anlamadığımı fark etmiş olmalı ki açıkladı. “Adam askermiş, babamda emekli albay. Nereden tanıştıkları ortada, adam ismini verince babamın yüzünde çiçekler açtı bir gör. Olayı anlatınca peder aynı çiçekleri benim yüzümde de açacaktı da, kaçtık Allah’tan. Her neyse böyle işte.”
“Adını bilmiyor musun gerçekten?”
“Yusuf mu dedi Yunus mu dedi babam, öyle bir şey.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu asker abinin benim abim olma olasılığı kaçtı acaba?
Yüzde bir milyon der kaçardım.
“Her neyse, boş versene. Gel günü benimle tamamla.” Kaşlarım havalandı merakla. “Nasıl yani?”
“Gel sana hem mahalleyi gezdireyim hem de bizimkilerle tanıştırayım. Gel, kafanı boşaltmış olursun en azından.” Hadi dercesine salladı kafasını. O ayaklandığında hayır demem mi gerekiyordu bilmiyordum ancak içimden bir ses onaylamamı söyledi. Hem olanları düşünmemek en iyisiydi. Bu yüzden bana uzattığı elinden tuttum ve ayaklandım.
✨
*Saat 17.25*
“Ve burası,” dedi başlangıç noktamızda dururken. Ağlarken görmediğim, ilgimi çekmeyen ancak resimlerle dolu duvarı gösterdi. “Çıkmaz sokak, bizim çocuklar da renklendirdi biraz. Kimimizin kafasını dağıtmak için geldiği kurtuluş noktası, kimimizin de dert tasa yeri işte.”
“Sen hangisi için geliyorsun buraya?” dedim duvardaki resimlere ilgiyle bakarken.
“Resim ile alakam yok, grafiti falan filan, hiç anlamam.” Yanıma geldiğinde o da benim gibi duvara bakıyordu. “Dert tasa için ise fazla güzel bir yer, anlayacağın ben buraya sadece izlemek ve dinlemek için geliyorum.”
“Resim yapan çocukları izlemeye, dertlenenleri de dinlemeye yani,” dedim ona bakışlarımı çevirdiğimde. Yani dercesine salladı başını. “Çok boş,” diye homurdandığımda bakışları bana döndü. “Bakma öyle. İnsana kendi derdi yeter, başkasını neden dinlesin ki? Ya da mutlu olan insanları neden izlesin? Kimsenin mutluluğu da üzüntüsü de insana katkı sağlamaz.”
“Bak burada yanıldın işte Yeşil,” dediğinde kolunu omzuma attı ve çenemden tutarak bakışlarımı duvara çevirmeme neden oldu. “Bazı insanların mutluluğu asılan suratını saliseler içinde güldürebilir; üzüntüsü güneşli gününe sağanak yağmuru getirebilir.”
Eliyle diğer resimlerin arasında kaybolan minik Peter Pan ve Wendy çizimine dokundu belli belirsiz. Bakışlarım yüzüne çıktığında kasılan çenesini görebilmiştim. Daha fazla onu izlememe müsade etmeden elini çekmiş, bana arkasını dönmüştü.
“Abim dışında kimseye bu kadar bağlanmam.” Dedim sırtımı duvara dönüp yaslarken. Kollarımı göğsümde topladığımda bana dönebilmişti nihayet. “İnsanların aralarındaki bağın zehir taşıdığına inanırım. Kimseyle aramdaki bağı sıkı tutmam, zehrin bana geldiğini gördüğümde bağı koparıp atabilmek için. O yüzden kimsenin bir gülümsemesi yüzümü kolay kolay güldürmez, asılan suratı güneşli günüme sağanak getirmez.”
“Abinle arandaki bağ da yok mu zehir?” dediğinde ters ters bakıyordu bana. “Kendinle çelişiyorsun.”
“Var elbette,” dedim alayla gülümserken. “Yok demedim ki?”
“Eee?” dedi devamını getirmem için.
“Abim zehir bana ulaştığında panzehiri de bulur.”
“Ha bir tek abin yapar zaten,” diye homurdanmasına göz devirdim. Bir tek abim yapıyordu ya işte, o nereden bilsindi? “Güven problemin var ve bunu böyle mi anlatıyorsun?”
“Güven problemim yok.”
“Bir şey diyeyim mi sana, senin kendinden bile haberin yok.” Ona yeniden göz devirdiğimde güldüğünü hissettim. “Hadi gidelim ben gözlerini oymadan.”
Tüm mahalleyi gezdirmişti gerçektende. Alt sokakta oturan Meliha teyzeyi de tanımıştım, son iki senedir olduğu gibi Meliha teyze de gönlü olan Haşmet amcayı da. Evinin yenilenmesine izin vermeyen Muhsin amcayı da, onun duvarlarında rengarenk karalamalar olan evini de. Asaf anlatmıştı, mahalledeki en eski ev onundu. Çoğu ev gecekondu değilde binalaşmışken Kadir Bey’in evi gibi binalaşmamış evler de vardı. Muhsin amcanın evi de bu gecekondu tarzı bir evdi.
Her yaz torunlarının karaladığı evin dış cephesini boyatan Muhsin amcanın son beş yıldır boyatmamasının sebebini öğrendiğimde ağlamamak için kendimi sıkmıştım.
Biri dört diğeri yedi yaşında olan iki torununu bir trafik kazasında kaybettiğini, her yaz eline boya alıp homurdana homurdana boyadığı duvarları ağlayarak izlediğini, boyamaya kıyamadığını öğrenmek canımı fazlasıyla yakmıştı.
Mahallenin tam ortasında duran bakkalın sahibin Kadir Bey olduğu, yanındaki dükkanda Manav İbrahim dedikleri adamın olduğunuda öğrenmiştim.
En sonunda sokağın sonunda kalan parka geldiğimizde, banklarda oturan birkaç kişiden sadece iki kişiyi tanıyordum. “Naz!” diyerek yanıma gelen kız Zeliş’in arkadaşıydı. İsmini hatırlamadığım için ona içimden böyle seslenebiliyordum. “İyi misin?”
“İyiyim,” diye mırıldandım endişeli görünen kıza. Niye endişeli olduğunu anlamıyordum da. “Sen nasılsın?”
“Merak ettik seni,” dedi Zeliş de yanıma geldiğinde. “Asaf bulurum ben onu dediği için gelmedik peşinden.”
“Merak edilecek bir şey yok,” dedi Asaf elini omzuma koyarak. “Cepheden gelmiş gibi davranmayın da,” elini omzuma vurdu hafifçe. “Diğerleriyle de tanış.”
Parkın içine doğru yürürken salıncakların tam karşısında kalan banka ilerledik. Asaf, sarışın yeşil gözlü çocuğu işaret etti. “Selim,” onun yanında kızıl saçlara sahip çocuğu gösterdiğinde istemsizce, “saçların çok güzel,” mırıltısı döküldü dudaklarımdan. Güldüler bu söylediğime. “Evet ve onu aşırı kıskanıyorum,” diye mırıldandı Asaf ancak bunu şaka olarak dediği belliydi. “Emre bu arada,” diyerek çocuğu tanıttı ve onların yanında kalan bir diğer çocuğu gösterdi. Beyaz teni, kahverengi gözleri ve sarı saçları vardı çocuğun. Ayrıca diğer ikili gibi gülümseyerek selam vermemiş donuk bakışlarını üzerimde tutmuştu. “O da Nihat.”
“Naz.” Diyerek tanıttım kendimi. “Memnun oldum.” Nihat dışında diğer ikili gülümsemişlerdi. “Bir de, özür dilerim.” Diyerek Zeliş’in yanındaki kıza döndüğümde, kız anlamış gibi güldü. “Sümeyye bende.” Diye tanıttı kendini.
“Aslında bu grubun bir de yedi ve sekizi var ancak sekizi artık yok, onu biliyorsun.” Dedi Asaf Nazlı’yı ima ederek. Diğer kişi için bir şey demediğinde kaşlarım çatıldı. “Yedincisi peki?”
“O da Baran,” dedi Zeliş yere bağdaş kurup oturduğunda. Nihat ağzının içinde homurdanarak üstündeki montu ve onun altına giydiği hırkayı çıkardı. Montu tekrar üzerine giydiğinde hırkayı Zeliş’e uzattı. Kalktı, oturduğu yere hırkayı serdi ve hırkanın üzerine oturdu. “Asaf ile kavgalı oldukları için aramızda değil.”
“İyi de yan yanaydınız?” dedim Asaf’a dönerek.
“Arada denk geliyor,” diye homurdandı Sümeyye. Zeliş biraz kayınca Nihat’ın yapılı vücudu yüzünden geniş olan hırkanın üzerine oturdu Sümeyye’de.
“Niye kavga ettiniz peki?” Asaf omuz silkti.
“Niye olacak?” diyen Emre’ydi. “Kızın biri ikisinide parmağında oynatmış, bu andavallar da birbirinde buldu suçu.”
“Duvardaki Wendy ve Peter Pan,” dediğimde Asaf’ın gerildiğini hissedebilmiştim. “Kız ve senin çizimin miydi?”
Eğer öyleyse hâlâ kıza bir şeyler hissediyor demek miydi bu? Duvardaki resme dokunamayışı ama ona bakmaktan da kendini alıkoyamayışını, büyük ihtimalle bunu kendine yediremeyip arkasına dönüşünü hatırladım. Daha dakikalar önce olmuştu bunlar.
Asaf soruma cevap vermedi ve beynim bu sessizliği evet olarak kabul etti. “Siz de bu yüzden Baran’dan mı uzaklaşmayı tercih ettiniz?” dedim merakla diğerlerine bakarken.
“Görüşüyoruz hâlâ,” dedi Selim kaçamak bakışlarla. “Hatta birkaç gün önce beraberdik.”
“Olanlardan haberimiz vardı yani,” dedi Nihat bana ters ters bakarken. “Ve inan bana Baran’dan farklı düşünmüyorum.”
“Senin düşüncelerini önemsemiyoruz ama,” dedim alayla. Yarası olan gocunurdu, ne diye ters davranma gereği duyuyordu? Baran’ı anlıyordum, aynı evde kalacaktık Nazlı’yı seviyordu falan işte. Bu çocuğun derdi neydi?
“Aylar sonra ağlayarak döndüğünde konuşalım bunu.” Dedi rahatça.
“Uğraşma kızla,” dedi Zeliş sertçe. “Nazlı’nın telefonlarımızı açmaması onun suçu değil.”
“Aynen öyle,” dedi Asaf sakince. O da Nihat gibi önce montunu sonra hırkasını çıkardı. Hırkayı yere koyduğunda, “gel,” dedi bana. Hırkanın bir köşesine ben oturduğumda diğer köşesine o oturmuştu. “Sizde bakın öyle tamam mı?” diye takıldı bankta oturan arkadaşlarına. “Kızları otutturdunuz yere, izleyin oradan bizi.”
“Önce gelen kapar,” dedi Emre rahatça. “Ayrımcılığa karşıyım.”
“Kendi okuluna gidiyorsan Nazlı’yı görmüşsündür,” dedi Selim önceki konudan çıkamamış gibi. “Bizim okuldan kaydını sildirdiğine göre orada okuyor olmalı. Konuşmadınız mı?”
Baran’a anlatamazdım ancak onlara anlatmak saçma olur muydu? Bir an karar veremesemde söylememeyi tercih ettim. Nazlı istese söylerdi zaten, anlatmak bana düşmezdi.
“Konuşmadık,” diye mırıldandım yalan söylediğimi anlamasın diye gözlerimi ondan kaçırmadan bakarken. Başını sallayarak sessiz kalmayı tercih etti.
“Anlatsana kendini biraz,” dedi Sümeyye yan tarafımdan bana bakarken. “Baran’ı pek dinleyesim gelmemişti, sen anlat kendini.”
Derin bir nefes alıp verdim. “Adım Simay Naz, on yedi yaşındayım.” Duraksadım. “Nereli olduğumu bilmiyorum. Üç abim varmış, gerçi oraları atlamam lazım sanırım çünkü siz onları benden daha iyi tanıyorsunuz.” Güldüm alayla. Trajikomikti gerçekten.
“Annen merak ediyor seni,” diyen sese döndüğümde Asaf elinde telefonunu sallıyordu. “Eve geç artık istersen.” Ona başımı sallayıp ayaklandığımda, “Naz,” bana seslenen Zeliş’e döndüm, efendim dercesine göz kırptım. “Annen sessiz kalmadı, eğer kırıldıysan diye söylüyorum. Sen konuşuyorsun diye lafına laf katmak istemedi ama sen salondan çıktığında verdi ağzının payını. Kafana takıp aranızı bozma sakın.”
Kafama taktığım bir şey yoktu. Akgül ailesi beni kabul etmeyecekti ve bir ayın sonunda bende onları kabullenmiş olmayacaktım. Kadir Akgül ile yaptığım anlaşma sona erdiği içinde defolup gidecektim. Duygusal olmaya gerek yoktu. Yabancıydık ve hep öyle kalacaktık.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |