✨
Eve geldiğimde görmeyi beklediğim tepki neydi bilmiyordum ancak kapıyı açtığında karşısında beni gören kadının gözlerinin dolmasını beklemiyordum. Gerçi şimdi sakin kafayla düşününce pek bir şey olduğunu sanmıyordum. Kadın düşüncesini söylemişti işte. Eğer bunu yaşayan ben değil de Çınar olsaydı gelen kişiye böyle mi olurdum yoksa daha ağır cümleler mi kurardım emin olamıyordum. Tamam cümleler doğru değildi, asla onlara hak da vermiyordum ancak bu kadın niye gözlerini doldurmuştu Allah aşkına? Tamam söylenmişti sözler, kırılmıştı kalbim ancak olup bitmişti işte. Şimdi dediğim gibi sakin kafayla düşününce ağlamamın da saçma olduğunu biliyordum. Belki de ağlamamın sebebi o kadının dediklerini öz ailemin de düşündüğünü bilmemden kaynaklıydı.
Her ne olursa olsun düşünceler değişmeyecekti ve ben yolun sonunda abimin yanına dönecektim. Bunu biliyor ve buna göre hareket ediyordum. Daha doğrusu edecektim. Bu yüzden kadının dolu gözlerle bana bakıyor olmasına, "Bir şey yok." diye cevap vermiştim. "O söylenenler yüzünden böyle bakıyorsan boşuna bakma. Kırılmadım."
"Sim-"
"Odadayım ben, biraz uyuyacağım." diyerek olumlu ya da olumsuz bir tepki vermesini kendimce engelleyerek içeri girmiş ve tekrardan bir kelime söylemeden odama girip kapıyı kapatmıştım. Pek uzun sürmeyen zaman diliminde ben testlerimin başında oturuyorken kapı çalmış ve gelen seslerden anladığım kadar Kadir Bey gelmişti. "Seher ne anlatıyor Baran?" diyen adama olanları anlatan kadının seslerini duyuyordum. "Tamam Seher'im sen niye böylesin? Ben şimdi konuşurum Simay'la, sıkma tatlı canını."
Bu cümleden yirmi saniye kadar sonra kapım çalınmış ve kapıya gelen Kadir Bey ismimi seslenmişti. Kapı kulpunu indirmeye çalışmaması ban alıştığının bir göstergesi miydi? "Efendim?" dedim gözlerimi kapıya dikmişken. Sanki onu görüyor gibi hissetmem kesinlikle akıl kârı değildi ancak yapacak da bir şey yoktu.
"Açmayacak mısın kapıyı?" başımı iki yana salladım görecek gibi. "Hayır."
"İyi bende açmanı beklerim bu yaşlı halimle. Oturayım buraya."
"Oturma yaşlıysan kapı önüne," diye homurdandım. Beni hep yaşlı olmasıyla vuruyordu hain adam.
"Otururum çünkü keçi inatlı bir kızım var," dediğinde ses tonu gülümser gibi mi çıkmıştı yoksa ben kafayı mı sıyırmaya başlamıştım anlamış değildim. "Bu yaşlı adamın kaderi de bu demek ki."
"Gitsene adam içeri!" diye seslendim ona. Beli falan mı ağrıyordu yine acaba? Adam kendi canını niye düşünmüyordu Allah aşkına? İnanma kızım, belli ki hiçbir yeri ağrımıyor. Adam Mehmet Akça'dan genç, bizi kandırmaya çalıştığına eminim.
"Gitmem, belim ağrıyor zaten. Bel fıtığım da var. Seher yerler de buz gibiymiş vallahi." kapının altındaki gölgeden sırtını kapıya verdiği belli oluyordu. "Bacağım bu aralar epey ağrıyor."
"Yaşlısın ya, tüm ağrıların sende toplanıyor olması normal."
"Evet yaşlı ve vücudu hastalanmaya meyilli bir adamım ama sen buna rağmen beni kapı önünde bırakıyorsun."
"Oturma," diye homurdandım ona. "Ben mi dedim sana otur diye?"
"İyi madem kapıyı açmayacaksın bende buradan konuşurum," dedi sesini biraz daha yükselterek. Bekledi birkaç saniye. Benden cevap vermemi bekliyorsa boşuna bekliyordu. Sessizliğim cevap olarak ona ulaşmış olmalı ki, "Olanları duydum." dedi. "Üzmedin değil mi kendini?"
"Sorun yok, nasıl olsa sizin düşüncelerinizi duydum." dedim omuz silkerek. "Üzülmedim bu yüzden."
"O duyduğun hiçbir cümle bizim düşüncelerimiz değildi." dedi sert sesiyle. Aniden çıkışmasına karşı göz kırpıştırarak baktım kapıya. "Öyle olsaydı bırak seni eve almayı yüz metre yakınından geçirmezdim."
"Bir ay sonra gideceğim!" diye bağırdım karısının duyup duymamasını umursamazken. "Duydun mu? Yalanları sırtlanmış cümlelerinize inanmıyorum!"
Acı dolu inlemesini duyduğumda hızla kapıya ulaştım ve açtım. Karısı endişeli gözlerle ona bakarken o bana sırıtarak bakıyordu. "Şimdi tekrarla bakalım cümleni."
"Korktum Kadir!" diye kızdı Seher Hanım ona. "Allah'ın cezası adam, kaç yaşına geldin hâlâ çocuk çocuk hareketler yapıyorsun!"
"Evet!" diyerek katıldım adama kaşlarımı çatarak bakarken. "Çocuk çocuk hareketler, hoşuna mı gidiyor insanları endişelendirmek?"
"Benim için mi endişelendin?" dedi kocaman sırıtarak.
"Hayır karın endişelendi," diye homurdandım ona.
"Cümleni tekrarla," dedi konuya geri dönerken. "Bekliyorum Simay."
"Bir ay sonra gideceğim!" dedim kararlılıkla. Biraz önce ses tonuma sinmiş öfke şu an yoktu. Bu cümleyi öfkeliyken değil gayet aklım başımdayken söylüyordum. "Yalanları sırtlanmış cümlelerine inanmıyorum."
"Yalan sırtlayan hiçbir cümlem yok Simay." dedi kaskatı olan yüz ifadesiyle. "Ve sen hiçbir yere gitmeyeceksin, bir ay sonunda sen isteyeceksin burada kalmayı. Alışacaksın çünkü bize."
"Alışırım ben," dedim başımı sallarken. "Sen alışabilir misin peki? Karın, oğulların, torunların? Alışabilir misiniz hepiniz? Bana bakarken Nazlı'yı aramamazlık yapabilir mi gözleriniz?" Bunu beklemiyor olmalı ki sözlerimin onu dondurduğunu fark ettim. "Öyle ya da böyle ben alışırım, alışmış gibi yaparım ya en kötü. Siz bende Nazlı'yı aramaktan vazgeçmeyeceksiniz ama. Bu yüzden ne dersen de, tüm cümlelerin yalan kokuyor."
Bu sözümün de sonuna kadar arkasındaydım. Nazlı varsa Naz yoktu; Nazlı yoksa da Nazlı yerine konmuş Naz vardı onlar için. Her iki ihtimalle de Naz olarak yer edinemiyordum. Edinmek de istemiyordum ya, orası ayrıydı.
"Nazlı'yı yerine koyduğumuz falan yok," diyen sesle kapı önünde dikilen Yaman'a bakmak zorunda kaldım. Aralık olan kapıyı kapattı ardından. Biraz önce gelmişti sanırım çünkü derdimi anlatmakla meşgul olduğumdan duymamıştım geldiğini. "Eğer öyle olsaydı çok daha farklı tepkilerle karşılaşırdın. Hepimizin sana adımlaması sana alışmak için, seni Nazlı'nın yerine koymaya çalıştığımız için değil." Elindeki poşeti havaya kaldırıp salladı hafifçe. "Börek aldım, seviyorsan da sevmiyorsan da gel." Annesine döndü. "Baran bakkaldaymış ona bıraktım biraz."
"Çay hazır değil," derken garip bir tavırla mutfağa girdi. Arkasından bakmadım. Bakışlarım karşımdaki adama da dönmedi. "Gelmek istemiyorum." diye mırıldandım Yaman'a. "Haksızlık yapıyorum ya da yapmıyorum, sadece dinlenmeye ihtiyacım var."
"Eğer gerçekten dinleniyor olsaydın buna cevabım evet olurdu ama hayır canım benim, mutfağa geliyorsun. Kafanda kurup kurup da bize saldırmana göz yumamam tekrardan."
"Haklı olduğum taraflar olduğunu biliyorsun." Onunla konuşurken nereye kaçmıştı sesim Allah aşkına?
"Böyle mi düşündürdüm sana?" Kadir Bey geriledi birkaç adım. Sesindeki karmaşıklığı hissettiğimde ona cevap vermedim. Başka ne düşünmemi bekliyordu Allah aşkına?
"Bundan sonraki davranışlarımıza dikkat ederiz," dedi Yaman, elini babasının omzuna koyarken. Bakışlarını bana çevirdi. "Ayrıca haklı olduğun kısımları biliyorum, seni desteklediğim anlar var ancak bu, haksız olduğun anlar olmadığını göstermez."
"Bir ayda kimse kimseye alışamaz," derken işaret parmağımla babasını gösteriyordum. "Ve anlaşmamıza göre alışamazsam bir ay sonra gideceğim. Eğer beni göndermezse, ki biraz önce göndermeyeceğini söyledi açık açık, anlaşmayı bozmuş oluyor."
"Sana söz," dedi babasına yandan bir bakış atarak. "Eğer o izin vermezse bizzat ben yardım edeceğim gitmen için. Anlaştık mı?"
"Anlaştık."
"Yürü o zaman mutfağa."
"Yaman-"
"Baba," dedi Yaman babasının sözünü keserek. Eğildi kulağına bir şeyler fısıldadı. Kadir Bey başını salladı ve benden önce mutfağa ilerledi.
Dik dik baktım karşımdaki adama. "Ne söyledin kulağına?"
"Bu konudan bağımsız, halletmem gereken bir konu vardı bugün onu hatırlattım kendine gelmesi için."
"Hiç güvenilir gelmiyorsun." omuz silktim. "Ama umurumda değil. Söz verdin."
"Söz verdim cadı," eli saçlarıma çıktı, karıştırdı. "Sözüm sana senet olsun."
"Okey," inanmış mıydım emin değildim ancak inanmış gibi görünmenin bir sorun çıkaracağını düşünmüyordum. "Acıkmıştım bende zaten." Güldü yarım ağız ve koridoru gösterdi eliyle. Bensiz boğazından yemek geçmiyordu herhalde garibimin, gideyim de bende o da rahat rahat yesindi yemeğini.
😌
7 Şubat 2024/ saat 8.12
"Kalksana be kızım ölü uykusuna mı yattın bu ne?" büyük ihtimalle kapıma yumruklarını vuran Yaman'a söverek kalktım yataktan bir hışımla. Zaten buraya geldiğimden beri ilk kez huzurlu bir uyku uyuyacaktım ve o bunun içine ediyordu şu an. Bunun sinirini taşıyorken hızla açtım kapıyı. "Ne istiyorsun ne?"
"Hazırlan kahvaltıdan sonra çıkıyoruz."
"Okula gideceğim Yaman, sal beni." Hangi okula gideceğim ise hâlâ muammaydı. Bu konuyu bir an önce halletmem gerekiyordu.
"Masada konuşacağız, babam bugün açmayacak bakkalı. Gelir misin çabuk?"
"Allah'ım sabır!" diye homurdandım gözlerine baka baka. "Gerçekten sabır!"
"Ben de seni seviyorum!" sırıtarak mutfağa ilerlediğinde hemen yan tarafımda kalan kapı açıldı ve Baran odasından çıktı. Bana yan bir bakış atmış, yüzünü buruşturmuş ve abisi gibi mutfağa ilerlemişti. Ben bu çocuğu boğardım!
Rutin işlerimi hızlı bir şekilde yapıp mutfağa girdiğimde Akgül ailesi tam takır masada oturmuş kahvaltıya başlamıştı bile.
"Gel annecim," diyerek boş sandalyeyi gösteren kadına başımı salladım ve gösterdiği sandalyeye oturdum. Bakışlarım rahat rahat kahvaltısını yapan adama döndü. "Ne konuşacaksın benimle?"
"Babam seni her gün okula bırakamaz," diyerek cümleye girdiğinde gözlerimi devirdim. Ondan bunu isteyen olmamıştı zaten, bana bu öneriyi sunan oydu dememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Okulun senin tek başına gitmen için de uzak. Eğer senin için sorun olmayacaksa Baran'ın okuluna nakil aldıralım." İşte bu beklemediğim bir şeydi. Evet demek riskli, dememek ise çok daha fazla riskliydi. "Ne dersin?"
"Fark etmez," diyebildim en sonunda pek de hevesli görünmemek adına. "Nasıl istiyorsan öyle olsun."
Kadir Bey, Seher Hanım ve Baran sessizce izliyorlardı ikimizi de. "O zaman bu habere kızmayacaksın çünkü ben çoktan naklini aldırdım."
Ona bakakaldım. Saniyeler sonra söylediği cümleyi idrak edebildiğimde kaşlarım çatıldı. "Anlamadım?"
"Naklin tam olarak şu an Baran'ın okulunda." ve bu aynı zamanda senin okuldan atıldığımı biliyor olman demek diyemedim. Ona bakışlarım bu konuyu anlatmış olmalı ki, "sorun yok." Diye mırıldandı. Sanki neden olduğunu biliyor gibi, beni anlıyormuş gibi. "Bugün annemle okul kıyafetini alacaksınız. Gerçi alman çok saçma yarım bir dönem için ancak okulun saçma kuralları işte."
"Oh ne iyi, evde gördüğüm yetmiyor bir de okulda göreceğim bunu." diye homurdanan çocuğu duymazlıktan geldim. Bana olan nefreti dinmeyecekti. Belki de en doğrusu buydu. Çünkü benimde onlara karşı doğru ya da yanlış olan bir nefretim vardı. Hayır nefretim kendimi inandıramadığım, beni dinlemeden öz aile denen saçmalığa bırakan ve okuldan attıran aileme. Onlara ulaşamıyorum bu yüzden tüm öfkemi sizden çıkarıyorum. Doğru olmasa da.
"Teşekkürler," dedim bana dikkatle bakan adamdan gözlerimi kaçırarak. Önüme dönüp kahvaltı yapmaya başladığımda en son oğlunu uyaran ikiliyi duymuştum.
Saatler sonra Yaman işe, Baran okula gittiğinde ve Kadir Bey dışarı çıktığında Seher Hanım ile baş başa kaldık. Karşılıklı oturup dedikodu yapmamız gereken birçok konu olduğunu söyleyen kadına şaşkınlıkla bakmıştım ama o beni umursamamış ve kısır yapmaya başlamıştı. Söylediğine göre dedikodunun en gerekli şeyi kısır yemekmiş. Biz kızlarla iki abur cubur alır ve yapardık dedikodumuzu. Kısırı pek gerekli görmezdik yani.
"Eveet," dedi uzata uzata tabaklara kısırı koyarken. Yaptığı keki ve sigara böreğini de tabaklara yerleştirdiğinde bende bardaklara kolaları doldurdum. Hemen yanıma oturdu. Bahçedeki bankta oturuyorduk ikimizde. "Önce hangimiz başlayalım?"
"Benim dedikodularım sizi açmaz," diye mırıldandım onun da bardağına kolayı doldurduğumda kapağını kapatarak masaya koyarken. Kadına İso'nun konuştuğu kızın sevgilisinden ayrılmadığını öğrenmesini ve bu yüzden ettiği kavgayı nasıl anlatayım Allah aşkına?
"İlk önce bana sizli bizli konuşma Allah aşkına. Tamam anne demezsin ancak bari senli benli konuş benimle." Derin bir nefes verdi. "Sanırım benim dedikodularım da seni açmaz," diyerek güldü. "Kuşak farkı, yapacak bir şey yok canım."
"Gerçekten garip bir kadınsınız," derken ona değil bana hazırladığı tabağa bakıyordum. Bunu sürekli dile getiriyor olmam ne denli doğru bilmiyordum ancak anlayamıyorum. Garipti. Sanırım bu evde ben ev sınırları içerisindeyken Nazlı'yı konuşmayan oydu. Ondan bir kez olsun duymamıştım bu ismi.
"Neye göre dediğini tahmin edebiliyorum Naz," kocasının ve oğullarının aksine ikinci adımla seslendi. O beni Simay olarak değil Naz olarak kabul ediyordu. İlk başlarda Simay dediğini hatırlıyorum ancak son birkaç gündür sadece Naz diyordu. "Hayat bu, karşına ne çıkacağı belli olmuyor. Kırk yedi yaşındayım, kaç senedir evliyim, bir kez olsun aklıma böyle bir olay yaşayacağım düşmezdi." Omuz silkti. "Ama oldu, seninle kesişti yollarımız. Kabul et ya da etme, diğerlerinin aksine seninle ben en başında hissettik, bildik birbirimizi. Babanla ellerimizi karnıma koyup sürekli seni sakinleştirmeye çalıştığımızda babanın sesi seni durgunlaştırsa da hareketlerini durduran hep benim sesim oldu." Güldü. "Baban ne kıskanırdı ama beni."
"Okuldan atıldım," dedim bu gerçeği ona söylememin sebebini kendim bile anlamazken. Bir anda dilimden dökülüvermişti kelimeler. "İsmail ile dışarıda olduğumuz gün çok önceden çıkmıştık aslında. Moralim bozuldu, eve gelmek istemedim."
Gülümsedi. "Biliyorum."
"Nasıl?" dedim şaşkınlıkla.
"İsmail o akşam Yaman abin ile konuşmuş. Abin de bana anlattı, iki gündür ise okul işlerini halletmeye çalışıyordu." Kısırından bir kaşık aldı. "Olsun, her şerde bir hayır var işte bak. Ne güzel o uzun yolu çekmeyeceksin."
"Ev sizin mi kira mı?" Ne alakaydı şimdi bu? Bakışlarımı aceleyle ondan çektiğimde içimden kendime sövüyordum. Hayır Yaman'ın iki gündür benim için uğraşması beni niye utandırıyor?!
Güldü tekrar. "Bizim. Mahir abin sekiz aylıkken aldık." Aklına bir şey gelmiş gibi ayaklandı hemen.
"Nereye?" diye seslendim eve giden kadına. "Konuşuyorduk ya!"
"Hemen geliyorum hemen! Bekle, gitme sakın bir yere!" Mutfağın kapısından girerek kayboldu evin içinde.
"Var bu kadında da biraz," diye homurdandım afiyetle bir sigara böreğini yerken. Çok da güzel yapmıştı vicdansız kadın! Hele ki o keki... Süper ötesiydi.
O gelene kadar tabağımı bitirmiştim hatta o fark etmeden yeniden bir tabak yapmıştım ama o hâlâ gelmemişti. "Öldü mü lan kadın içeride?" Tövbe çektim kendi kendime. "Saçmalama Naz, ölse biliriz." Duraksadım. "Ya bilmezsek?" Küfrederek ayaklandığımda beni rahatlatan şey elinde boya ve fırçalarla gelen kadın oldu. "Neredeydin?!"
Sesim istemsizce kızgın çıkınca kadın surat ifademe bakarak güldü. "Onları sonra yeriz, beni takip et!" Evin arka kısmına gidince el mahkum onu takip ettim. Sürekli komik bir şey söylüyormuşum gibi kikirdemesini çözemesem de omuz silktim kendi kendime. Kocası kılıklı, var bu kadında da biraz.
"Bak," dedi duvarı işaret ederken. Dün Asaf'ın anlattıklarından sonra bir duvarda karalamalar görmek bünyeme iyi gelmemişti. Sonları aynı olmasın. "Mahir abin evin tüm duvarlarını hep boyardı," diye bir açıklama yapmaya başladı. "E tabii salon, mutfak demeden boyadığı için baban duvarları boyamaktan yoruldu. Tuttu Mahir abinin elinden getirdi buraya. Gel karala burayı dediğinde Mahir abinin hevesi kaçmış olmalı ki boyamadı. Ama sonra," duvardaki küçük el izini işaret etti. Hemen altında M.A.A yazıyordu. Mahir Ata Akgül. "El izi yapmak istedi. Yapmasında pek sakınca da görmedik, hatta gelenek haline bile geldi." dedi diğer el izlerini gösterirken. Tüm el izleri -biri hariç- küçücüktü. Çocukken yapıldıkları çok belliydi. Bir el izinin altında Y.E.A, o el izinin hemen yanında duran ve büyük duran el izinin altında ise S.A yazıyordu. Anlaşılan aileye sonradan gelmiş olan Selen yengenin de el izi vardı. Onun hemen yanında olan el izinin altında A.B.A ve onlara nazaran daha küçük duran el izinin altında ise S.N.A yazıyordu. Simay Nazlı Akgül.
"Senin ve Kadir Bey'in el izi yok," diye mırıldandım, Nazlı'nın el izinden daha küçük duran iki el izine bakarken. Onlarda da Ö.A ve D.A yazıyordu. "Bu yüzden mi getirdin boyayı?"
"Hayır, senin de el izini yapacağız da ondan." Ona döndüm şaşkınlıkla. Aile gelenekleri haline getirdiği bir şeyi bana da mı yaptıracaktı? Bu kadın beni aileden mi görüyordu? "Hadi renk seç." Elindeki boyayı işaret ettiğinde başımı iki yana salladım.
"Bunu yapmam ne kadar doğru olur ki?"
"Çok doğru olur güzelim," boyayı gösterdi. "Sen seçer misin yoksa ben mi seçeyim seninkini de?"
İçimde oluşan anlamsız heyecana ayak uydurarak başımı duvara çevirdim. Mavi, kırmızı, turuncu, yeşil, mor, pembe... Bir sürü renk vardı. "Siyah olur mu?"
"Karamsar durmaz mı?" Omuz silkti. "Ama yine de sen bilirsin. Kesin kararınsa uzat bakalım elini." Avcumu ona uzattığımda, "siyah tüm renkleri yutabilse de beyazı yutamaz," diye mırıldandı. Elime fırça yardımıyla boyayı sürüyorken bakışları bende değil elimdeydi. "Beyaz onu griye çevirir."
"Gri siyahtan daha kötü bir renk," diye homurdandım. Griyi gerçekten sevmiyordum. Biz renkten bahsediyoruz da, umarım karşımızdaki kadın da renklerden bahsediyordur.
"Tamamen siyah olmaktansa iyidir," dedi avcumu bırakarak. Bir şeyler mırıldandı ancak duymadım. Ne olduğunu da sormadım, ilgimi çekmedi o an. Boya olan avcumu diğerlerinden biraz uzak kalacak boşluğa bastırdım. Elimin üstüne biraz baskı uyguladım ki tam çıksın elimin izi. "Tamam, çek şimdi bakalım." Elimi çektiğimde pek de küçük olmayan el izim siyah renginde duvardaydı. "altına adını da yazalım."
"Hayır," dedim birden. Simay Naz Akça ya da Akgül, ne olursa olsun S.N.A şeklinde gözükmek istemiyordum. Nazlı'dan farkım olmayacak, onlar için belki de bir anlam ifade etmeyecekti. "Sadece N harfi yazalım."
Duraksadı, anladı mı beni bilmiyorum ancak başını salladı ve el izimin hemen altına sadece baş harfimi yazdı. Akgül ailesine ait bu duvarda, soyadım Akgül olmamasına rağmen iz bırakmıştım. Bu izi ileride düzeltir miydim bilmiyorum ancak içimdeki sesin düzeltmem için can attığını biliyordum.
Onun istediği ise hiç olmayacak şeydi. Kabul edilmek.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |