🌼
İnsan bazen ne yapmış olursa olsun arsızca, yüzsüzce bir sevgi bekliyordu. Hayır ya densin istiyordu. Hayır seni kaybetmek istemiyorum densin...
Ve bazen insan hak etse de etmese de bu cümleyi duymuyordu. Böyleydi işte hayat. Senin sevgiyi arayıp bulma sürecinle devam edip gidiyordu.
Ve senin sevgiyi bulup bulmamanla ilgilenmiyordu. Buldun buldun diyordu. Ben değişmem, o tekmeyi yiyecek ve dibe düşeceksin. Her türlü düşeceksin de, tek mi olacaksın yoksa yanında birisini taşıyabilecek misin bul diyordu.
Bulamamıştım. Karşımdaki çocuğun gözlerine bakarken de, saatler öncesinde söylediği sözleri hatırlarken de biliyordum, bulamamıştım ve bu saatten sonra bulamayacağımın da farkındaydım.
Ona bir açıklama yapmayacak olmak işime geldiğinde ona sırtımı döndüm ve valize uzandım. Tabii ki ona valizi taşı gibi saçma bir cümle kurmayacağım, o söylediğim sadece durumu anlatmak için bir örnekti.
“Naz?” Beklemiyordum. Gerçekten onun bana seslenmesini beklemiyordum. Gittiğimi görüyordu işte, öylece keyifle izler sanıyordum. Galiba içini dökmek istiyordu biraz. Buna izin vermek adına durduğumda tekrardan ona döndüm. Kaşları çatılmıştı bana bakarken, gözleri biraz olsa da şişti ve dudağının kenarındaki o yara hâlâ duruyordu.
“Ne oldu?” Kaşlarım havalandığında o gözlerini üzerimden ayırmadan sessiz kaldı. “Gittiğimden emin mi olmak istiyorsun? Korkma, bu evden çıktıktan sonra geri dönecek kişi ben değilim.”
“Gerçekten gidiyorsun,” diye mırıldandığında bir kahkaha patlatacaktım ancak o şükretsindi ki gece vaktiydi, kimseyi uyandırmak istemiyordum. “Benim yüzümden mi? Söylediklerim-“
“Ne anlatıyorsun Baran?” Nasıl bir kafa yapısı vardı çocuğun çözebilmiş değildim. Gerçekten. “Gidiyorum evet çünkü haklıydın. Nazlı’yı aramak için can atmıyor muydun? Tam sırası, ben gidiyorum ve kimse beni bahane edip ona ulaşmanı engelleyemez. Git ara,” dudaklarım büküldü. “Saat çok erken ama Nazlı özlemiştir abisini, açar telefonunu.”
İşin esası Nazlı’dan da, Akgül ailesinden de, Akça ailesinden de ve kendimden de bıkmıştım. Tek istediğim abimin evine gitmek ve abimi aramaktı.
“Naz gitme.” Kaşlarım duyduğum iki cümle ile çatıldığında ona anlamsızca baktım. Ne demek gitme? Kafana taş mı düştü lan? Bir kamera şakası falan yapıyor olma ihtimali kaçtı? Asıl hafıza kaybını şu an mı yaşıyordu yoksa? Arkasındaki kapıyı hafif aralık bırakarak benim gibi bahçeye çıktığında tekrarladı kendisini. “Gitme Naz.”
“Ne saçmalıyorsun?” Daha aydınlanmamıştı hava. Herkes uyuyordu ve o saçma sapan tavrına devam ederse herkesi uyandıracak gibi duruyordum. Ses tonumu ayarlayamıyordum. “Ne istiyorsun Baran sen benden? Git dedin gidiyorum işte! Daha ne yapayım? Niye döneyim şimdi?”
“Hata ettim Naz, geç oldu ama fark ettim.” Tam karşımda durduğunda birkaç adım uzaklaştım ne olur ne olmaz. İter falan, bileğim zaten acıyor bir de kırılmasın. “Özür dilerim, haksızdım.”
“Kamera şakası mısın sen?” Hayret edercesine çıkan ses tonumu yükseltmemeye çalışmak çok zordu. “Ben senin oyuncağın mıyım istediğin her şeyi yapacağım? Git diyeceksin gideceğim gel diyeceksin geleceğim? Siktir git Baran!”
“Lütfen!” derken ona sırtımı dönmeme izin vermemiş, koluma yapışmıştı neredeyse. “Naz lütfen gitme!”
“Senin gitgellerin ile ben uğraşmayacağım, laflarının arkasında dur!” dedim öfkeyle kolumu ondan çekerken. “Siktir olup gidiyorum işte, tam da saatler öncesinde istediğin gibi! Engel olup durma!”
“Hata ettim diyorum!” Sesinin titremesi umurumda değildi. Ağlayacak mıydı? Ben ona şefkatli kollarını saracak annesi değildim. “Geç oldu ama anladım Naz. Senin gitmenin bir çözüm olmadığını, Nazlı’nın her ihtimalde de beni bıraktığını anladım!”
“Bana ne?!” Heceleyerek söylediğim kelime onda değişiklik yaratmadı. Koluma yapıştı tekrardan. “Bırak kolumu!” Kolumu çekmeye çalıştım ancak o birden yere çöktü ve beklemediğim anda ayaklarıma tutundu. O an ne öfkem kaldı ne de başka bir duygum. Sadece hayretler içerisinde ona bakakaldım. “Ne yapıyorsun?” derken sesimin çıktığından emin bile değildim. Şoka sokmuştu çocuk beni.
“Ben iyi bir abi değilim Naz,” derken ağladığını tam o an fark ettim. “Eğer öyle olsaydım Nazlı kendi isteği ile bırakmazdı beni. Ben sana böylesine öfke doluyken o bana gelmemek için tüm yolları kapamazdı.” Burnunu çekti. “Ben ona abi olamamışım, öylece bıraktı beni.”
“Bu...” Sustum, devamını getirmedim. Hayatımda ilk kez bana yapılan kötülüğe karşılık vermeden defolup gidecektim ama o engel oluyordu.
“Şimdi gidersen iyi bir evlat olma şansımı da alırsın benden,” derken başını kaldırdı ve yaşlardan dolayı parlayan, benim harelerimle aynı renk olan harelerini yüzüme çevirdi. “Ne olursun, gitme. Yalan söyledim, annem en başından beri seni sevdi ve senin için çabaladı. Babam da en başından beri seni savundu, seni bekledi, sen geleceksin diye çabaladı. Ne olursun gitme.”
“Özür bile dileyemiyorsun,” derken sesimi soğuk çıkarmak için çabaladım ve sanki yıllarım gitmiş gibi hissettim. Bir an içim gitti ve ben sadece ona dümdüz bakabildim. “Onları anlatıyorsun, kalmamı istiyorsun ama özür bile dilemiyorsun.”
“Hakkım değil çünkü. Bilsem, birazcık bile bilsem hakkım olduğunu sana yalvarır, senden defalarca kez özür dilerim ama biliyorum Naz, sana saatler öncesinde o sözleri söylemişken şimdi dileyeceğim özürün bir manası olmayacak.”
Haklıydı olmayacaktı.
“Her ne olursa olsun söylediklerinde haksız değildin,” derken eğildim onun gibi yere. O iki dizinin üstündeydi ancak ben dizlerimi yere koymadan eğildim ve göz göze geldik. “Haklıydın, benim yerim burası değil. Ben sizin için Nazlı’nın boşluğunu doldurması gereken herhangi biriyim. Tam da bu yüzden gitmem gerek Baran. Eğer sorun annense...” Yutkundum. “Seni affedecektir. Aramızdaki anlaşmazlık normaldi, onlarda anlayacaklar.”
Başını iki yana sallarken kollarını birden boynuma doladı ve ben farkında olmadan iki dizimin üstüne düştüm. “Hayır Naz, lütfen gitme. Lütfen, lütfen olmaz.”
“Eninde sonunda gidecektim,” derken neden onu teselli eder gibi konuştuğumu anlamıyordum ancak gözlerim dolmuştu. Ondan uzaklaştım. “Babanla anlaşma yaptım, bir ay sonrasında zaten gidecektim. Üç hafta öncesinden gidiyorum, bir şey değişmiyor.”
“En azından anlaşma dolana kadar kalsan?” Umut eder gibi sorması kafamı o kadar çok karıştırıyordu ki. Kalmak için nedenim yoktu, benden en çok nefret eden oydu ve ben onun yüzünden burada kalmak için kendimde neden arıyordum.
Ne oluyorduk ya? İyice kafayı sıyırıyorduk! Tek başıma da değildim, benimle birlikte kesinlikle Ali Baran da tertemiz delirmişti!
“Lütfen Naz,” ellerime tutundu. “Belki de bizim için en doğrusu budur. Belki de böyle toparlanırız, böyle bir arada kalırız. Belki de... Belki de zamanla affedersin beni. Şimdi olmasa da...”
“Kalk yerden,” diye mırıldandım ellerimi ondan çekerken. “Kalk Ali Baran.”
“Lütfen Naz.”
“Tamam Allah’ın belası!” derken öfkeliydim.
“Tamam kalk!”
Dediğimi alelacele yaparak ayaklandığında bana bakmadan valizime ulaştı ve eve girdi. Valizi odaya götürdüğünden emindim.
Eve girmek istemedim. Orası beni boğmaktan başka bir şey yapmazdı. Bu yüzden sırtımda çantayla arka bahçeye geçtim ve çantayı çardaktaki masanın üstüne fırlattım. Kendim de oturduğumda başımı masaya yasladım.
Pişman olacaktım ve bundan emindim. Doğru karar verdiğim çok az oluyordu ancak bu aralar sıfır olması can sıkıcıydı.
Adım seslerini duyduğumda omuzlarına konan örtüyü hissettim. Kıpırdamadım, gözlerim kapalı öylece bekledim.
Fazla uzun sürmedi ama. “Pişman olacağız,” dedim yanımda oturan çocuğa. “Ve o zaman her şey daha kötü olacak.”
“Olsun,” derken umursamazdı ses tonu. İçeride kendini toparlayıp dönmüş olmalıydı. “Bazen her şeyin kötü olması gerekir, ardından gelecek iyinin kıymetini bilmemiz için.”
“Nazlı gelecek ve beni görmeyeceksiniz bile.” Emindim ve ben, o an bir çöküş daha yaşayacaktım. Biliyordum, yanılmayacaktım ve ben ilk kez yanılmayacak olmamdan nefret ettim.
Akgül ailesini ailemmiş gibi benimsemek istemem yüzsüzlük mü?
“Eğer olur da bir gün Nazlı dönerse,” başımı masadan kaldırmadan yan çevirdim. Sol yanağım soğuk tahta olan masaya değerken göz göze geldik. Gözlerini kaçırmadı yeşillerimden. “Sana söz veriyorum seni unutmayacağım. Bir elim sana tutunuyor olacak.”
“Sözler söylendiğinde değil tutulduğunda anlamlıdırlar ve siz bu sözleri tutmayacaksınız.”
“Tutmazsak eğer affetme Naz,” eğer affedersem o kendisini affetmezmiş gibi bakıyordu. Sorun değildi çünkü affetmezdim. Gerçekten affedemezdim. “Eğer Nazlı geldiğinde elimiz eline tutunmuyorsa hiçbirimiz affetme. Beni bile. Çünkü söz veriyorum ben bile bırakmayacağım elini. Affedersin beni bu süreçte belki ve ben bu şansı kaçırmak istemem. Belki, zaman cevaplayacak bizi.”
“Zaman iyi şeyleri geciktirmez, kötüyü geciktirir çünkü geciktirdiği o süreçte seni sona hazırlar.” Gözlerimi kapadım. “Benim hikayem hiçbir zaman mutlu bitmeyecek çünkü ben o kitabın kötü karakteriyim.”
Ve ben, kötü karakterlerin mutlu olduğu bir kitap yazan yazarın kaleminden çıkan mürekkep yığını da değildim. Ben kötü karakterdim ve asla mutlu olamayacaktım. Ya sonumda ölüm vardı ya da yalnızlık. Zaten bir zaman sonra iki seçenek de birbirine benziyordu. Ama eğer seçme şansım olsaydı ölmeyi seçerdim. Yalnız olmaktan hep korktum, hâlâ korkuyorum.
🌸
*Saat 05.49*
“Yeter,” diye homurdandı yanımdaki çocuk telefonunu masanın üstüne bıraktığında. “Üşümedin mi Naz? Eve geçelim.”
“Seni tutan yok,” diye mırıldandım donmama rağmen. Nedense bugün o eve girmeye hakkım yok gibi hissediyordum. “Sen git Baran.”
“Sensiz gitmem,” diye ısrar etti çocuk gibi. Birkaç dakika aralıklarla aynı konuşmayı yaşayıp duruyorduk ve bu manyak gitmiyordu eve.
“Geri zekalı aldın valizimi, çantam ise kıçının altında.” Diye homurdandım ona ters ters bakıyorken. Gerçektende fark etmediğini sanarak içinde birkaç parçamın olduğu çantamı almış ve ilk önce kontrol etmişti. Kırılacak bir şey olduğunu düşünmediğinden olsa gerek çantanın üstüne oturmuştu manyak. “Onları almadan hiçbir yere gidemem, o yüzden defol git evine.”
“Şeytan dürtüyor seninle her konuştuğumda,” dedi sırıtarak. Başını masaya eğdi ve sol yanağını koluna yaslayarak bana baktı. “Ama neyse ki o şeytana bu sefer uymayacağım.”
“İstersen uy,” omuz silktim ve ekranı açık olan telefonumu kapatarak masanın üzerine koydum. “Seni her türlü mahvederim biliyorsun değil mi?” güldüm alayla. “Bu şansı elime sen tutuşturdun bir de. Ne güzel gidecektim.”
“Kavga edersen seninle kavga ederim, anlaşırsan anlaşırım. Bundan sonra sana ayak uyduracağım Naz. Belki de biz vıcık vıcık tatlılık kokan bir abi kardeş olmak yerine birbirine koltuk fırlatan, ayağını kıran, hayatı birbirine cehennem eden o abi kardeş oluruz. Kim bilir?”
Çocuğun güzelleme yaptığı konuya bakar mısın? Manyak ederdi adamı.
“Biz seninle abi kardeş falan olmayacağız,” diye homurdandım ona bu hatırlatmayı yapmak için. Unutuyordu babası gibi. “O saçma anlaşmanızdan sonra, tam üç hafta sonra gideceğim ve bu sefer istersen padişahı gelsin gitmemi engelleyemeyecek.”
“Bileğin acıyor mu? Çok fazla üstüne bastın.” Konudan bağımsız sorduğu soruyla bakışlarım bileğime döndü. Acıyordu evet, üstüne fazla basmıştım ama geçerdi sorun yoktu. Bu yüzden başımı iki yana salladım ama sanki yalan söylediğimi anlamış gibi bana inanmıyor gibi baktı. “Bekle kremini getirelim de sürelim. Sabah akşamdı zaten değil mi?”
“Kendim sürerim,” diye atıldım hemen. Ona ne oluyordu Allah aşkına? “Tamam şans verdik falan da, coşma istersen Baran.”
“Öf bir sus ya,” tepkisine ağzım açık baktım resmen. O ağzı açık ona bakıyor olmamı umursamadan ayağa kalktı ve mutfak kapısını açarak eve girdi. Başımı iki yana salladım ve üstümdeki örtüyü çekiştirdim.
“Dondum ya,” diye homurdandım. “Okula gitseydim bir.” Bu ayakla biraz imkansızdı ancak yapacak bir şey yoktu. Bugün evde kalmak istemiyordum.
Baran dakikalar sonra elinde krem ile geldiğinde çardakta ondan kaçmak için ayaklandım ancak o yakalamıştı beni. İmdatlar olsun, ben bunu dinlemekle çok büyük bir hata yaptım!
🌸
*Saat 7.34*
Kahvaltı masaları benim için son yıllarda sadece laf yemek için bir bahaneydi. Kahvaltıya çağırılırdım ya da fark etmezdi, öğle yemeği ya da akşam yemeği, her türlü o masaya oturur ve sevgili abilerim ve kardeşlerimden laflarımı yerdim. Babamlar beni savunur, bir kavga çıkar ve herkes dağılırdı. Annem gizliden yanıma gelir, haksız olduğumu yüzüme vurur ve bir kez daha konuşmadan giderdi.
Şimdi ki kahvaltı da kaçıncı kez bulunduğumu hesaplamamıştım ancak tekrardan laf işittiğim oluyordu, Baran tarafından.
Şimdi o da sessizdi.
Hatta o kadar sessizdi ki masadaki her bir gözün önce ona sonra bana değdiğini biliyordum. İkimizde birbirimize bakmıyor, sessiz kalıyorduk. Ayağıma krem sürdüğü andan beri ona bakamıyordum zaten. Cidden Yusuf abim gibi ilgilenmişti o an benimle. Şaka gibi!
Masada bir öksürük sesi duyulduğunda bakışlarımız Yaman’a döndü. “Üşütmüşüm ya,” dedi üzerine dönen bakışları fark ettiğinde. “Gece üzerimiz açık kaldı herhalde.” Cümlesinin hemen ardından ikizlerden de gelen öksürükle birlikte bakışlarım Baran’a döndü. Aynı şekilde o da bana bakıyordu.
Beni ikna etmek istediğinde kapıyı aralık bırakmıştı.
“Baran,” Selen yengenin sesi ile alelacele bakışlarımı kaçırdım Baran’dan. O Selen yengeye döndüğünde yüzünde merak vardı. “Efendim yenge?”
“Her yer kapalıydı, peteklerde açıktı yengem.” Dedi yüzündeki ima ile. O an bana çevirdi gözlerini ve göz göze geldik. “Abinler nereden kapmış hastalığı?”
“Nereden kapmışlar yenge?”
“Üşütmüşler,” diyen Mahir’di. Bakışları karısının üzerinde, neyi ima ettiğini anlamaya çalışır gibi bakıyordu.
“Naz?” Selen yenge bakışları bendeyken bu sefer bana seslendi. “Sen biliyor musun yengem?”
“Nereden bileyim?” diye homurdandım gözlerimi kaçırarak. “Salgın var diyordu İso...”
“Ayağına kremini sürdün mü yengem?” Hâlâ ima doluydu sesi. Eyvahlar olsun! Ya gördüyse bizi bahçede? Eyvah ki ne eyvah!
“Evet yemekten sonra sürelim Naz,” diyen Seher Hanım’a başımı salladım ancak Selen yenge onaylamadan başını iki yana salladı. “Naz sürdü anne.”
“Ne zaman?” dedi şaşkınlıkla Seher Hanım. “Yeni uyanmadınız mı siz?”
“Yeni uyanmadık,” Baran’a çevirdim bakışlarımı hızla. O da annesinden bakışlarını çekmiş ve bana dönmüştü. Kaşlarım çatıldığında çatalını masaya bıraktı yavaşça. “Dün yaptığım doğru değildi,” herkesin bakışı ona döndüğünde Seher Hanım ve Kadir Bey’in yüzündeki o büyük şaşkınlığı görebiliyordum. “Nazlı’yı özledim, her ne olursa olsun o benim kardeşim.” Gözlerimi kaçırdım ondan. Gözlerimin içine baka baka Nazlı mı dedi bu? Nazlı fobim dirildi yine! “Ancak Naz’a haksızlık edemem. Naz benim kan bağımın olduğu kardeşim ve biliyorum ki zamanla onunla da çok iyi bir abi kardeş olacağız.”
“Akıllanmış mı?” diye mırıldandı Yaman yengesinin kulağına doğru. “Yenge saksı mı vurdun çocuğun kafasına harbiden? Yaparım dediğinde inanmamıştım.” Ondan korkmuş gibi uzaklaştı. Hatta sandalyesini bile birkaç santim yana kaydırdı ondan uzaklaşmak adına. Selen yenge ona göz devirdi. Diğerlerine ya da Baran’a bakmıyordum. Bilmiyorum, bakamıyordum işte.
Bu Baran bana seslenene kadar sürdü. “Naz,” bakışlarımı ona çevirdiğimde masada sessizlik devam ediyordu. “Bu yüzden senden tekrar, ailemizin önünde özür dilerim. Anlaşamadığımız da olur ancak benden kasıtlı bir zarar görmeyeceğine ve kim olursa olsun seni unutmayacağıma söz veriyorum. Bu masadaki herkes şahit olsun, araya giren Nazlı bile olsa seni unutmayacağım. Söz veriyorum.”
Araya giren Nazlı olsa kendi adını unutur, enayi gelmiş seni unutmam diyor. Allah’tan kahvaltı masasındayım da yemedim yalanını.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |