18. Bölüm

18. Kriz

Neseli Gezgin
neseligezgin

🦋

Bir itiraf etmem istenirse kesinlikle bu itirafım Baran hakkında olurdu. Ali Baran Akgül, babasına benzeyen manyaklığıyla birlikte tertemiz bir deliydi.

Herkesin içinde özür dilemek de neydi?

Uzun zamandır özür duymayan kulaklarım ve bu özrü algılayan beynim ne yapacağını şaşırmış olmalı ki, Baran’a bakarken “şov yapma geri zekalı.” Demiştim. Evet evet, herkes bize bakıyorken ve insanlar benden bir cevap beklerken bu aptallığı yaparak böyle bir cevap verdim.

Masada gülüşmeler başlarken Baran eyvallah dercesine gülerek başını sallamıştı. Utanmıştım ve bir an önce şu masadan kalkmam gerekiyordu. Buna dayanarak hızlı hızlı ağzıma salatalık, zeytin, domates tıkıştırırken ikizlerin adımı söyleyerek güldüklerini duyabiliyordum.

O an olmasını istemediğim bir senaryo oldu ve telefonum çaldı. Arayanın abim olmaması için dua ettim çünkü şu an onunla ağzım bu kadar doluyken konuşamazdım.

Beklediğim olmadı ve telefonu çıkardığımda ekranda abimden gelen görüntülü aramayı gördüm. El mecbur telefonu açarken hemen bir dakika işareti yaptım ağzımdakileri hemen bitirmek için çabalarken. “Obo bo dokko.” Diyebildim ancak abimin anladığını hiç sanmıyordum.

“Ağıza bak,” şaşkınlıkla konuşması çok normaldi. Ağzım dopdoluydu resmen. “Kızım aç mı bıraktılar seni? Haftalardır yemek vermiyorlardı da bugün mü kavuştun yemeğe?”

Gülen sesler masada çoğaldığında Defne sandalyesinden indi ve pıtı pıtı benim yanıma geldi. Telefonu ona doğru eğdiğimde el salladı abime. “Yusuf,” diye seslendi abimde ona el sallıyorken. “Halam çok komik!” Elini ağzına kapadı ve kıkırdadı eşek. “Böyle tıktı ağzına salatalığı!” Avcunu açtı ve ağzına kapadı hızla. Sanki ağzında kocaman bir yemek parçası var gibi çenesini oynatmaya başladığında ona laf yetiştirebilmek adına küçülttüğüm lokmayı yuttum.

“Eşeğe bak beni ispitliyor!” derken kafasına vurdum hafifçe. “Git ananın dizinin dibinde otur.” Masadakileri rahatsız etmemek için ayaklandım ve salona geçtim. Bahçeye çıkmak mantıklı olabilirdi ancak hava soğuktu ve sabah beşten beri yeterince üşümüştüm. Odaya ise gitmek istemiyordum. “Sana da aşk olsun abi, gülüyorsun bana ya!”

“Kızım gülünmeyecek gibi misin?” Derken hâlâ gülümsüyordu ve evet itiraf etmek gerekirse bu adamın gülüşü bile ışık saçıyordu. İkimizde sessiz kalıp bir süre birbirimizi incelediğimizde, “nasıl oldu bileğin?” diyerek sessizliği böldü. “Ağrıyor mu?”

“Yani biraz zorladım sanırım acıyor.” Dedim dürüst olmayı seçerek. “Ama kremini sürdüm sabah, geçer mutlaka.”

“Dikkat et kendine Naz,” kaşları çatık da pek bir suratsız oluyordu. “Aklım sende kalıyor.”

“İyiyim abi, her şey yolunda. Sen nasılsın?” Dün telefonda göreve gideceğinden bahsetmişti değil mi? Unutmuştum. “Göreve gitmedin mi?”

“Birkaç saat sonra,” diye kestirip attı. “Normalde göreve gideceğim gün seni aramıyorum ama dediğim gibi aklım sende kaldı.” Sıkıntılı bir nefes verdi. “Sen iyi olduğuna emin misin? O evde her şey yolunda mı?”

Gözlerim istemsizce salonun kapısına kaydığında mutfaktan gelen konuşma seslerini duyuyordum. “İyiyim,” derken gözlerim tekrardan abimi buldu. “Yani ne kadar iyi olunabilirse o kadar iyiyim abi. Beni cidden dert etme. Hem sen diğerlerini aradın mı?”

“Annemleri mi?” Başını salladı. “Aradım.”

“Babamla hâlâ aranız bozuk mu?” İçeriden cam sesi geldiğinde bakışlarım tekrardan kapıya kaydı ancak Seher Hanım’ın ve Kadir Bey’in normal düzeyde gelen ses tonundan bir şey olmadığını anlayarak geri abime döndüm.

“O konu seni hiç ilgilendirmez cadı,” diye homurdandı. “Ayrıca baba deme, o senin baban değil.”

Güldüm alayla. “Biliyorum abiş, hatırlasana inanayım diye DNA testi falan yaptırdık hatta. Başkasının kızıymışım falan...” Gözlerimi devirdim. “Her neyse. Her şey yolundayken şikayet etmek istemiyorum.” Sesimi kıstım biraz. “İnanabiliyor musun Baran benden özür diledi!”

İlk başta Baran’ın kim olduğunu kestirememiş olmalı ki duraksamış ancak kısa bir süre sonra şaşkınlıkla aralanmıştı dudakları. “Ciddi misin?”

“Evet! O kadar şaşırdım ki... Saksı falan düştü herhalde başına.”

“Desene yavaş yavaş alışıyorsunuz birbirinize.” Derken mutlu görünüyordu. Ancak mutluluğunun altında beni rahatsız hissettiren bir ifade vardı ve ben bunu çözemiyordum. Bu ifadeyi sezmiş olmak bile kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. “Belki de bunca yılın ardından birbirinizi tamamlarsınız Naz.”

“Abi-“ itiraz etmeme izin vermeden bir kez daha adımı seslendiğinde ekrandaki ondan çekmedim bakışlarımı. “Senden bir şey istiyorum.” O sert sesi kabul etmeme gibi bir ihtimalim olmadığını gösteriyordu. “Pazartesi gününden itibaren senin için konuştuğum bir psikologla görüşeceksin.”

Kaşlarım çatıldı. Cümleyi anlayamadım bir an. “Ne?” Ne saçmalıyordu abim? Böyle bir şeyi kabul edemezdim! “Abi ne psikologu?” Annem mi demişti? Abime de benim ne kadar hasta olduğumu mu anlatmışlardı? “Benim hiçbir şeyim yok!” derken sesim öfkeyle yükselmişti ve abimin değişen yüz ifadesini bile umursamamıştım. “Kimseyle falan görüşmeyeceğim!”

“Sesini yükseltme.” Sert ve tok sesi öfkemi daha fazla harlıyorken bakışlarımı ekranda tutmakta zorluk çekiyordum. “Görüşmen gerektiğinin sende farkındasın Naz. İyi değilsin ve-“

“Sende annen gibisin!” diye bağırdım telefonu karşımdaki koltuğa fırlatırken. “Hasta değilim ben!” Duyuyor muydu beni? Duymalıydı. Beni o deliğe kapatamazlardı.

“Hastasın sen! Abilerine ve ablana bunu yapıyor olman doğru mu sanıyorsun? Bir an önce tedavi olman gerek!”

“Akıl hastanesine yatması gerek! Görmüyor musun çocuklarımıza verdiği zararı?!”

“Bunu yaparsanız siciline işlenecek, onu öncelikle ayakta tedavi etmeyi denemeliyiz.”

“Nasıl olacaksa olsun! O hastayı tedavi et yeter ki!”

“Hasta değilim! Duyuyor musun beni? Hasta falan değilim ben! Gitmeyeceğim oraya!” Ellerimi kulaklarıma yasladım ancak Akça’ların sesi beynimin içinde bir an olsun susmuyordu.

“Onun yüzünden mezun olamıyorum anne! O hasta piç mahvetti tüm okul hayatımı!”

“Dava açtılar lan! Adamların projesini biz çalmışız sözde! Geberteceğim o küçük yılanı! Bırak baba beni! Ya kapatın onu siktiğimin hastanesine ya da o hastayı ben kendi ellerimle öldüreceğim!”

“Değilim hasta! Gitmeyeceğim!”

“Abi nereye gidiyoruz? Abi ne olur bırak! Abi durdur arabayı ne olursun.”

“Seni o siktiğimin hastanesine çok önceden kapatmalıydık!”

“Abi hayır! Hasta değilim ben! Abi ne olur götürme beni!”

Kollarımı tutan ellerle bir çığlık attım korkuyla. Götüreceklerdi. Bu sefer gerçekten beni oraya götüreceklerdi. “Bırak!” diye bağırdım gözlerimden akan yaşlarla birlikte. “Gitmeyeceğim ben bırak beni! Abi!” diye bağırdım bedenimi tutan ellere rağmen can havliyle. “Abi gitmek istemiyorum!” Yusuf abim engel olurdu ki onlara. Onlar beni götüremezlerdi oraya. Yusuf abim izin vermezdi.

“Baran İclal teyzeni çağır, sakinleştirici bir şey yapsın! Koş!”

“Naz yapma kızım,” diyen sesin kime ait olduğunu anlayamıyordum. “Buradasın, kimse seni bir yere götüremez, lütfen sakinleş.” Hayır götürüyorlardı. Kolumdan zorla tutup önce arabaya bindiriyorlar ardından beni o cehenneme götürüyorlardı. İçeri girmemek için yalvardığım o süreç en sonunda o kapının önünde son buluyordu. Beni o kapının önünde bırakıp gidiyorlardı.

“Barın abi ne olur beni burada bırakma! Abi yalvarırım çok korkuyorum!”

“Oraya iyi bak Simay, orası senin olman gereken yer. Eve gelmeye kalkma, aklın varsa burada kalırsın.”

“Çok korkuyorum,” dedim Barın’a. Vücudumdaki eller çekilmiyor, sıkı sıkı tutuyordu beni gitmemem için. Oysa kalırsam ölürdüm, bilmiyordu kimse. “Korkuyorum ne olur beni bırakma.”

“Bırakmam.” Puslu zihnimin içine sızan ses tanıdıktı. Hayır yabancı. “Kasma kendini annem, ben bırakmam seni.”

“Hasta değilim ben,” hıçkırdım. “Anne! Hasta değilim ben! Anne beni oraya göndermeyin! Yalvarırım!” kolumda bir acı hissettim ve bu beni daha çok panikletti. Bağırdım, annemi sayıkladım, yalvardım ancak gücümün tükendiğini hissettiğimde düşüncelerim beni terk etmişçesine bomboş hissettim. Duygu yoktu ancak düşünce de yoktu ve ben karanlığı kucaklamışım gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.

🌸

*Yazar*

Ön yargı insanı tepetaklak edebiliyordu bazen. Düşündüğünden çok daha farklı olduğunu öğrenmek insana şaşkınlık darbesi vuruyordu ve elin ayağın bağlanıyor tepki veremiyordun.

Çınar’ın anlattığı Simay Naz, Akgül ailesinin şu an karşısında duran Naz değildi.

Umursamaz demişti Çınar, Naz hakkında konuşmaya başladıklarında. Oysa Seher onun her şeyi ne kadar kafasına taktığını gece ağlama seslerinden biliyordu. Merhametsiz diye devam etmişti Çınar. Kadir onun merhametini, o gün yalandan uydurduğu bel ağrısını ciddiye alıp kendisinden büyük kutuları taşıdığında görmüştü. Yalancı, yapar yapar ve yapmadığını söyleyerek rol oynar demişti Çınar. Babası ile çok kez bu yüzden kavga ettiğini de eklemişti. Oysa Mahir onun rol yapmadığını fark edebilmişti. Baran ile ettikleri kavga da bile dürüstçe vermek istediği zararı söyleyebilmişti.

Tabii doğru bulmuyordu bunu ancak Çınar’ın haksız olduğu da ortadaydı.

Yaptığı tek şey nefret kusmak, ailenizi paramparça edecek diyen Çınar’ı hatırlayan Yaman oturduğu koltukta başını iki yana salladı. Naz’ı ne zaman kendilerine bakıyor halde bulsa onun gözlerinin içindeki burukluğu görüyordu. O bir aileyi parçalamayı bir yana bırak kendini ait hissettiği bir aileye sahip değildi.

Onun gözlerinin içinin parladığı tek an Yusuf ile konuştuğu andı.

“Naz iyi, sakinleştirici verdik. Sende bir sakin ol.” Diyen Mahir telefonun bir diğer ucundaki Yusuf ile konuşuyordu. “Ne oldu da birden kriz geçirdi?”

Yusuf’un ne dediğini salondaki kimse duymuyordu ancak duyan Mahir de kaşlarını çatmaktan ileri gitmiyordu. Birkaç saniye Yusuf’u dinledikten sonra, “tamam kardeşim.” Demişti onun içini rahatlatmak adına. “Uyandığında sana mesaj atar. Sen de müsait olduğunda bakarsın artık, sıkma canını.”

“Keşke şu an söylemeseydim,” diyen Yusuf pişmandı. “Ama ona bir daha ulaşabilir miyim bilmiyordum Mahir. Göreve çıkacağım, bir ay mı sürecek yoksa bir yıl mı garanti veremiyorum. En azından bu konuda onun onayını alayım istedim gitmeden. İyi olsun istedim, başka bir niyetim yoktu.”

“Elbette yoktu, o da seni anlayacaktır ancak şimdi bu kadar tepki vermesi tuhaf değil mi?”

“Bilmiyorum,” Yusuf göreve gitmeden birkaç saat öncesinde kardeşinin iyi olduğunu bilmek isterken onu kötü etkilemişti ve bu canını çok sıkıyordu. “Sana en başından dedim, ben orada onlarla yaşamıyorum. Yılda bir kez ya da en fazla üç kez görüşebiliyoruz. Bizimkilerle iletişimini ise anlattıkları kadar biliyorum. İki tarafta dürüst değil her şeyi anlatırken. Bu yüzden şu sebep oluyor ya da bu sebep oluyor diyemiyorum.”

“Her neyse,” derken Mahir’in gözleri koltukta yatan kızdaydı. “Biz onu ikna etmeye çalışırız ancak şu an değil. Senin aklın burada kalmasın, Naz iyi. Gözümüz gibi bakacağız ona.”

“Eyvallah Mahir,” derken derin bir nefes verdi Yusuf. “Ben yine de bir kuzenim ile konuştum. Oraya Naz’ı ziyarete gelecek arada. Yanlış anlama-“

“Yok estağfurullah ne yanlış anlaması, ona da açık kapımız buyursun gelsin.” Dedi Mahir, Yusuf’un hiçbir cümlesinde art niyet sezmiyorken. “Senin aklın burada kalmasın dediğim gibi.”

“Eyvallah,” dedi Yusuf bir kez daha. Kendisine gelen askerini gördüğünde, “Allah’a emanet,” diye mırıldandı. Naz ile vedalaşmak isterken onun öz abisi ile vedalaşacağını düşünmemişti hiç. “Naz da önce Allah’a sonra size emanet.”

“Allah’a emanet ol kardeşim,” dedi Mahir de omuzlarında bir yük taşıdığını hisseder gibi olduğunda. Cümlesine devam edebilir miydi bilemedi o an çünkü sanki göreve gönderdiği Yaman’mış gibi hissediyordu. “Dikkatli ol, sağlam dön.” Diye uyardı karşısındaki adamı.

“Emrin olur,” diyerek onu alaya alan Yusuf telefonu kapattığında yanına gelen tim arkadaşına baktı yan yan. “Niye geldin lan sen?”

“Çizgi film karakteri gibi dumanlar çıkıyor başından, sakinleştirmeye geldim şekerim,” diye takıldı Cihan ona. “Göreve çıkacağız ve sen sırıtmıyorsun her zaman ki gibi. Hayırdır?”

“Değil.” Derin bir nefes çekti içine. Nefes ciğerlerine ulaşmıyormuş gibi hissediyordu. “Hayır falan değil kardeşim. Konu Naz olduğunda hayır mı kalıyor ortada?”

Küçük bir kahkaha attı Cihan. “Bizim terminatör ne yaptı bu sefer? Herhalde Çınar’ın elini kolunu harbiden kırıp önüne attı.”

“Dalga geçme piç!” kızsa da karşısında eğlenen adamın bunu umursadığını sanmıyordu Yusuf. “Oğlum dün ayağını incitti diye aklım kaldı lan kızda. Uyuyamadım gece, sabahı sabah ettim zar zor. Tek bir kelimeyle nasıl kriz geçirebilir? Aklım almıyor lan.”

“Doğru düzgün anlatsana anlamıyorum,” dedi Cihan ciddileşerek. “Ne krizi lan?”

Anlattı Yusuf hiç çekinmeden. Yıllardır bir arada olduğu insanlardan biriydi Cihan. Kendisini de ailesini de bilirdi. Bilir ve Akça ailesinin ebeveynlerini ne kadar sevmezse son üçlüyü severdi.

Naz’ı hiç görmemiş olsa da diğerlerine göre onu daha çok seviyordu. Onun yaramazlıkları, sürekli sorun çıkarışı resmen küçük Cihan’dı.

“Bir bit yeniği var bu işin altında,” diyen Cihan’ın kaşları çatıktı. “Akıllı kız Naz, psikologa gitmekle akıl hastası olunmadığını bilir.”

“Bilir de anasını satayım ne diye bu hale geldi? Gel de düşünme şunu.”

“Kızı düzgün bir yere bıraktın değil mi? Hadi sen düşün bir şey olmaz da, kız en azından güvenilir bir yerde olsun.”

Akgül ailesi onun için güvenilirdi aslında ancak onun içini rahatlatacak olan Tuğrul’du. Tuğrul Akça, Naz’ı kızından ayırt etmezdi biliyordu.

Bu görev süresi ne kadar uzarsa uzasın biliyordu ki Tuğrul Akça, Naz’ın arkasındaki gölge olacaktı. O varsa Naz’a hiçbir şekilde zarar gelmezdi. Tek temennisi o yokken Akgül ailesinin Naz ile kaynaşması, Tuğrul’a hiç gerek kalmamasıydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.09.2024 10:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...