🦋
"Bende anlamadım," diye homurdandım telefonun diğer ucunda beni izleyen İsmail'e. Eve gelmiş ve son olanları ışık hızında ona anlatmaya koyulmuştum. "Ama çok saçma kanka ya."
"Neyi saçma kızım? Konuşmuşlar işte konuyu."
"Öyle değil," evde sadece Seher Hanım ve ben olduğumuzdan konuyu rahatça konuşabiliyordum. "Bunlar çocukluktan beri arkadaşlarmış. Bir kızın aralarını bu kadar açabilmiş olması bir yana, bu ikisi o ana kadar hiç konuşmamışlar konuyu. Üç dakikalık bir hesaplaşma için, ne bileyim saçma geldi işte."
"Hesaplaşmayı kolay sanıyorsun herhalde geri zekalı," diye çemkirdi hemen bana. Hem kızıyor hem de cipsinden yiyordu. Resmen onun yüzünden canım cips çekiyordu şu an! "Hatırlasana okulda Sena diye bir kız vardı. Nesli ile aynı şeyi yaşamışlardı da ikisi de tek bir kelime etmeden nefret kusmuşlardı birbirlerine."
"Onlar ayrı salaktı," göz devirdim. "Ayrıca o ikisi sürekli birbirinin arkasından sallayıp yüz yüze geldiklerinde gülüyorlardı."
"İhanet dediğin konu kolay değil kanka. Bir de çocukluktan arkadaşlarmış diyorsun, kaç dakika sürerse sürsün yine kolay değil işte. Eninde sonunda konuşulmuş ve buzlar erimiş ona bak sen."
"Yani, belki de hiç böyle bir şey yaşamadığım için bana öyle geliyor olabilir. Haklısın." Omuz silktim. Konuya Fransız kalmak bazen iyi hissettirebiliyordu.
"Naz?" diye seslendi uzandığı yerden hareketlendiğinde. "Ben sana ne anlatmadım?"
"Ne anlatmadın?" derken merakla ona bakıyordum. Kesinlikle mükemmel bir dedikodu geliyordu.
"Birkaç gün önce Pars geldi yanıma," merakım dindi ve hava bir anda canımı sıkmaya başladı. Gerçi bunu yapan hava değil ismini duyduğum insanda olabilirdi ancak kestiremiyordum. "Seni sordu."
Memnuniyetsiz yüz ifadem bir an olsun değişmedi. "Ne yapacakmış beni?"
"Bilmiyorum ancak öğrenmiş senin mevzuları falan. Adresini sordu bilmiyorum diye geçiştirdim."
"Sakın söyleme," dedim oturduğum sandalyede dikleşirken. "Onunla yüz yüze gelmek istemiyorum."
"Bence barışma ihtimalini değerlendir," derken gayet ciddi görünmesi afallattı bedenimi. "Bakma öyle, onu sevmiyorum ancak senin için Çınar ile kavga ettiğini görene kadardı o."
"En başından yapacaktı." Kaşlarım çatıldı. "Herkes beni o arkadaş grubunun arasını bozmamla suçlarken yapacaktı. Çınar'ın arkadaşları Pars'a iftira atıyorsun derken çıkıp koruyacaktı beni. Her şeyden habersiz gibi beni yalnız bırakmayacaktı onca insan içinde."
"Naz onu özlediğini de söylüyordun, ne ara böyle düşünmeye başladın?" Alaylı sorusu canımı iyice sıktığında bir küfür mırıldandım.
"Erkeklerden bir cacık olmayacağını anladığımda," dedim huysuzca. "Beni çağırıyorlar gitmem gerek." Çağıran falan yoktu. Canımı sıkmıştı ve onunla konuşmak istemiyordum.
Küsmüştüm ancak onun haberi yoktu.
"Görüşürüz kanka, akşam ararım seni."
"Mümkünse arama." diye homurdandım telefonu kapatmadan hemen önce. Telefonu masanın üstüne bırakıp yatağa attım kendimi. Bileğim artık sızlamıyordu ve bu yüzden Yaman sabah bileğimdeki bandajı sökmüş ve geri takmama gerek olmadığını söylemişti.
Abime mesaj atmıştım. Son kez konuştuğumuzda yaşanan tatsız olay canımı sıkıyordu. Abimin hiçbir şeyden haberi yoktu, gitmeden önce bu konuyu konuşmak istemesi çok doğaldı. Normalin üzerinde bir olay yaşıyordum ve bu psikolojime büyük bir ölçüde darbe vurmuştu. Ancak bilmiyordu işte. Her psikoloğa gitmem gerektiğinde yatılı bir tedavi için ısrar edildiğini bilmiyordu.
Göz göre göre hayatımı kaydıracaklardı, bilmiyordu. Bilseydi keşke, o zaman böyle olmazdı.
"Bir de Pars çıktı anasını satayım ya," diye homurdanmadan edemedim. Pars eski sevgilim olmakla beraber Çınar'ın da eski yakın arkadaşıydı. Çınar arkadaşlarının benimle muhatap olmasından her daim rahatsız olan biriydi ancak Pars onu umursamadan benimle hep iletişime geçmişti.
Bir yerden sonra bu iletişim artmış ve o, Çınar'dan çok benimle görüşür olmuştu. Beklenen olmuş ve birkaç ay sonra, bu on birinci sınıfın ortalarına denk geliyordu, sevgili olmuştuk.
Ancak alacağımız tepkiyi bildiğimizden saklıyorduk bunu herkesten. Okulda birbirinden nefret eden ikili olurken okul çıkışında el ele tutuşur sahile inerdik. Oynuyorduk işte.
On birinci sınıf bittikten bir ay sonra, yaz tatilinde ise bizden habersiz çekilen bir fotoğrafımız Çınar'a ulaşmıştı. Bunun nasıl olduğunu bilmiyorum ancak hâlâ okuldaki birçok kişinin görüştüğü o gençlik parkına çağırıldığımda herkesin ortasında Pars'ı ayarttığıma dair iftiraya uğrayacağımı düşünmemiştim. Pars'ın aksine çıkıp evet bir ilişkimiz var diyebilmiştim ancak Pars ortalıkta bile görünmüyordu. Çınar'a söylediği tek kelime öyle bir şey yok olmuş ve gitmişti.
Beni orada, öylece bırakarak.
Her neyse, o çocuk benimle görüşmeyi asla düşünmemeliydi. Ona bir duygu beslediğimden değil tabii, dilimin kemiği olmadığından. Onunla aynı konuları konuşamazdım. Yusuf abime verilmiş bir söz vardı ortada, keskin taraflarımı yok etmeye çalışıyorduk falan.
"Naz!" Diyerek seslenen Seher Hanım'a cevap vermek istemesem de mecburen, "efendim?!" diye seslendim. Pek uzun geçmeyen süre sonunda ise odamın kapısını açarak odaya girmişti. Diğer elinde telefon vardı ve kulağında tutuyordu, dudaklarını bükmüş karşı tarafı dinliyordu.
"Annem ikizleri parka götürür müsün? Selen'in işi varmış, bende mutfağı topluyorum." Derken sarı bezi tutan elini göstermekten geri durmadı. "Durmuyorlarmış evde, götürsen ya annem?"
"Götüreyim tabii," derken ikizlerin bahsi bile yüzümü gülümsetmeye yetmişti. Bu yüzdendir ki hızlıca yataktan kalkmış ve masanın üstündeki telefonumu cebime atmıştım. "Birkaç ev ötede demiştiniz değil mi? Gideyim mi?"
Seher Hanım'ın yüzü aydınlandı benim hemen ayaklanışımla. "Evet annecim." dedi keyifle. "Onlar kapıdalar seni bekliyorlar zaten."
Ona tamam işareti yaparak hızla çıktım evden. İkizleri görecek olmak modumu yerine getirdiğinden hızlı hızlı ilerliyordum. Asaf parkı göstermişti bana ancak hafiften unutmuş gibiydim.
"Naz!" İyi insan lafın üzerine gelirmiş cidden. Olduğum yerde durdum ve bana seslenen çocuğa döndüm. O da hemen arkamda muhtemelen benimle aynı ayna karşı evden çıkmıştı. "Nereye?"
"İkizler parka gitmek istiyormuş," dedim onu hafiften süzerken. Siyah eşofmanı ve siyah montu ile gayette normaldi işte. Saçı biraz fazla dağılmış ama bunu ona söylemeyeceğim. Lanet olsun dağınık saç sevdam... "Onları götüreceğim."
Güldü dişlerini göstererek. "Parkın yerini hatırlıyor musun?"
Güldüm onun gibi. "Kısmen."
"Eğer istersen yanınızda olabilirim ya da sadece sizi bırakırım, ne dersin?"
"Seni Allah gönderdi derim." Başımla yolu işaret ettim. "Gel hadi."
Yanıma geldiğinde kolunu omzuma attı ve neredeyse hiçbir şey konuşmadan Selen yengelerin evine gelmiştik. İkizler gerçekten bahçede koşuşturuyorlardı.
"Dövcem seni!" diye bağırdı Ömer çığlık çığlığa. "Aptal!"
"Naniiiik!" diye bağıran Defne'yi ağzım açık izliyordum. Hem Ömer'den korktuğu için kaçıyordu hem de onu kışkırtıyordu. "Ben Bera ile evlencem!"
"Şerefsiz!" Dili tam olarak dönmeyen Ömer'in ettiği küfür Asaf'ında ağzının bir karış açılmasına neden olmuştu.
"Ömer!" diye bağırdı Selen yenge öfkeyle. "Küfretmeyeceksin demedim mi ben sana?!"
"Anne!" diye bağırdı Ömer bu sefer. Defne'nin peşinden koşmayı bırakarak durdu, annesinin yanına adımladı yavaşça. Annesinin bol paça olan pantolonuna asıldı. "Özür dilerim sana bağırmak istemedim."
Selen yenge eğildi oğluyla göz göze gelebilmek için. "Neden kardeşine küfrediyorsun?"
"Anne o benim kardeşim," dedi annesini ikna etmek için. Eliyle kendisini gösteriyordu. "Niye evleniyor?" Güldü Selen yenge. Ancak Ömer'in kaşları çatıldı derince. "Anne Defne gidecek mi?"
"Hep o amcanız sokuyor bunu kafanıza," diye homurdandı Selen yenge. Baran'ı kastettiği kesindi. "Öyle bir şey yok annecim."
"Evet!" diye bağırdı Defne, Ömer'den neredeyse iki kilometre uzaktayken. "Beni olmayan ülkeye götürcek Bera, söz verdi!"
Asaf kolunu omzumdan çekti ve Defne'ye ilerledi. Bende Ömer'e doğru ilerlerken Selen yengeye baş selamı vermeyi unutmadım. Asaf, Defne'yi bir anda omzuna aldığında, "Ömer koş!" dedim yere çökerek. Selen yenge yapmamamı söylüyordu ancak Ömer çoktan bir bacağını omzuma atmıştı. Diğer bacağını da attığında onu sıkı sıkı tutarak kalktım ayağa. Tamam bu çocuk biraz kilolu olabilir ancak onu taşımayı namus meselesine çevirebilirim.
"Asaf abi koş!" diye bağıran Defne'ye ters ters baktım. Onlar koşarsa Ömer kıskanmasın diye bizde koşacaktık ve kesinlikle ikinci saniyeden yere yapışacaktık. Azıcık mantıkdı. O yüzden Asaf'a dönerek kaşlarımı kaldırdım.
"Yenge birkaç saate geliriz," dedim endişe ile bizi izleyen kadına. "Bebelerinin kırık çıkığı olmayacağına dair söz veremiyorum."
"Seni ararım Naz," dedi hâlâ ikizleri kontrol ediyorken. "İndirsenize çocukları, rahat rahat gidin."
"Görüşürüz Selen abla!" dedi Asaf on saat sırıtarak. İkimizde omuzlarımızda çocuklar güle oynaya parka geldik. Asaf şarkılar mırıldanıyor, Defne ve Ömer söyleyebildiği kadar ona eşlik ediyorlardı.
Asaf Defne'yi omuzundan indirdiğinde bana doğru gelmiş ve benim omzumda oturan Ömer'i de indirmişti. "Serbestsiniz, fazla uzaklaşmayın." dediğinde ikili el ele tutuşmuş ve hızla boş buldukları salıncağa koşmaya başlamışlardı. İkimizde boş bulduğumuz yakın bir banka oturduğumuzda montuma iyice sarındım.
"Naz," dedi aramızda süren uzun sessizliği bozarak. İkizlerde olan bakışlarım onun yüzüne çevrildi. Hayır konuşma! Dağınık saçlısın, çocukları seviyorsun ve sempatik geliyorsun. Hayır konuşma inanırım. Ya da konuş vazgeçtim, sen ki bir erkek olarak eski sevgilini -seni aldatan eski sevgilini- unutamıyorsun. Erkekler ıyy diyen Defne'ye hak vermeye başladım sanırım.
"Efendim?"
Gözlerini kaçırdı ancak sanki gözleri gözlerimden ayrılırsa bir kuralı bozacakmış gibi gözlerime döndü. "O konuşmalar senin yanında olsun istemezdim," dediğinde kaşlarım çatıldı. Yüz ifademi izledi ve çatılan kaşlarım onu germiş gibi, "yani sizin yanınızda olsun istemezdim." diye geveledi. Sesli bir nefes verdi. "O konuşmalar yüzünden aramız açılmaz değil mi?"
"Neden açılsın?" Bir aramız mı vardı diye sormadım tabii. Aferin kızım, her aklına gelen hemen söylenmez. "O konu senin ve Baran'ın arasında, beni ya da diğerlerini ilgilendirmez Asaf." Gülümsedim ona imayla. "Tabii senin anlatmaya çalıştığın başkaysa bilemem."
Şaşkınlığı saniye saniye yayıldı yüz ifadesine. "Ne anlatmaya çalışıyormuşum?"
"Deniz'e karşı hâlâ bir şeyler hissediyor olman olabilir," derken omuz silktim ve bakışlarımı ikizlere çevirdim. Kaydıraktan kaymaya korkan Defne'yi Ömer hızla iteklemişti ve hemen ardından da o kaymıştı. "Tamam dışarıdan bakıldığında kötü durabilir ancak insanların düşüncelerini umursama. Baran'ın kardeşi olduğumu bildiğin için de çekiniyor olabilirsin ama inan bana buna gerek yok. Çekiniyorsan Baran'dan çekin, barışıyor gibi oldunuz ve hâlâ o kızı sevdiğini öğrenirse seni pataklayabilir."
"Deniz'i sevmiyorum." Sakin ancak sert çıkan sesiyle tekrardan ona çevirdim bakışlarımı. Onun bakışları bendeydi zaten. "Deniz'e karşı en ufak bir şey hissetmiyorum Yeşil."
Omuz silktim. "Sana aksini ispatlamak için konuşmayacağım."
"Konuş," derken vücudunu bana çevirdi tamamen. "Konuş ki seni bu düşünceden kurtarayım."
Kaşlarım çatıldı yeniden. "Neden?" Bu soruyu beklemiyor gibi duraksadı. Bakışlarını benden kaçırdı ve ikizlere döndü. "Asaf bana neden sürekli Yeşil diyorsun?" Herkesin yanında diğerleri gibi Naz diyor ancak baş başa kaldığımızda hep Yeşil diyordu.
"Bilmem," omuz silkti. "o gün yeşillerini gördüğümde garip hissetmiştim. Kötü bir gariplik değil ama bu." Başını bana çevirdiğinde dudaklarında ufak olan tebessümü fark edebilmiştim. "Farklı hissettim."
"Karışık konuşuyorsun ve asla seni anlamıyorum." Ağzının içinde homurdandı. "Ne diyorsun ya?" dedim dayanamayarak. "Gerçekten anlamıyorum bugün seni."
"Anlama zaten." diye kızdı bir de bana dönerek. "Taş olsa anlar, sen anlama Yeşil."
"Neyi anlıyormuş taş Allah aşkına? Seni çözeceğim diye uğraşıyorum şurada, daha ne yapayım?"
"Bir şey yapma," diye homurdandı. "Başkasına karşı bir şey hissetmediğimi bil yeterli."
"Hissedebilirsin, sen bunu niye bu kadar taktın kafaya anlamıyorum."
"Anlamıyor musun harbiden?"
"Anlıyor gibi mi duruyorum oradan bakınca?"
"Sevgilin var mı?" ne? Hayır hayır, şu an aklıma gelen şey olamaz değil mi? "Naz?" ismimle seslenene kadar ona alık alık baktığımın farkında bile değildim. "Var mı?"
"Yok."
"Sevdiğin, hoşlandığın birisi var mı?" imdatlar olsun, galiba gerçekten de düşündüğüm şey başıma gelmek üzere.
"İkizler," diye geveledim ağzımın içinde, sırf sorusundan kaçabilmek adına. Düşündüğüm şey olursa nasıl tepki verebilirdim emin olamıyordum. Ona şu an burada olmamızın sebebi olan ikizleri hatırlatmak en doğrusu gibi görünüyordu.
Dudakları aralandı ancak bir şey demeden geri kapandı. Gözlerini sımsıkı kapattı ve birkaç saniye sonra açtığında başını iki yana salladı. "İkizler mi?" başını bana çevirip sorduğu soruyu başımla onayladım. "İki kişiden mi hoşlanıyorsun?"
"Ne?" yanlış anladığını tam bu saniyede fark ettiğimde, "hayır hayır," dedim hızla bunu reddederek. "Ömer ve Defne'den bahsediyorum. Onlar için geldik ya buraya."
"O halde sorumun cevabı bu değil."
"Cevabım neyi değiştirecek?"
"Aslında anladın," güldü. "Kesinlikle bu sorularla anladın Yeşil."
"Soruma cevap vermeyecek misin?"
"Eğer hoşlandığın ya da sevdiğin birisi yoksa sana tam şu an senden hoşlandığımı itiraf edecektim." Başını iki yana salladı gülümserken. "Eğer varsa, ki olmadığına garip bir şekilde eminim, senden uzak durmayı düşündüğümü açıklayacaktım. Öylesine değil, senden hoşlandığım için bunu yapacağımı bilmeni istediğimden."
"Asaf ben-"
"Bir şey demek zorunda değilsin," diye kesti sözümü hemen. "Aklındaki sorulardan birinin ne zamandan beri olduğunu biliyorum. Yalan yok, seni ilk gördüğümde etkilenmiştim. Burnum kırık, her yerim kan içindeydi ancak yeşillerini görmek beni o haldeyken bile etkiledi." Güldü. "Bir haftada nasıl hoşlandım senden bilmiyorum, belki de hoşlanmıyorumdur bunu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey bunlara seninle birlikte cevap alabileceğim."
"Benden hoşlanmadığına eminim," diye mırıldandım ondan bakışlarımı kaçırarak. "Hem bir haftada kimsenin kimseden hoşlanamayacağını bildiğimden, hem de kalbinin bir tarafında hâlâ Deniz olduğundan." Ve muhtemelen benim görevim ise yara bandı olmaktı.
"Birkaç ay önce olan şeyden bahsediyoruz Naz. Deniz yok, Deniz'e karşı bir duygum yok."
"O resimi onunla beraber çizmedin mi? Benim yanımdayken bile dokunmak için can atıp, dokunmaya çekinmedin mi Asaf?" Yalan söyleyip durmasındı işte.
"Dokunmak için can falan atmadım!" diye kızdı bir de bana. "O resmin benim için anlamı falan yok Naz!"
"Gördüm o gün nasıl olduğunu!"
"O kız benim Baran ile aramı bozmuşken ne o kız umurumda olabilir ne de anıları. Anlıyor musun beni? Benim can attığım şey Deniz değil, Deniz'in mahvettikleri. Baran ile olan arkadaşlığım."
Duraksadım. "Yine de bu Deniz'i sevmediğini göstermez."
"Sevdiğimi de göstermez. Naz, seveceğim bir kız varsa o yalnızca sen olabilirsin!"
O an ikimizi de şoka uğratan iki ağızdan çıkan aynı cümleydi: "Asaf abi, halamızı mı seviyor?"
İşte şimdi ayvayı yediğimizin resmidir! Boşuna çocuktan al haberi dememişler, babalarına yetiştirirlerse ne bok yiyeceğim?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |