🎀
Evin önüne geldiğimizde elleri cebinde arkamda kalan evi işaret etti. Onunda benim yüzümde olduğu gibi anlamsız bir gülümseme vardı. "Hadi geç," derken bile hâlâ gülümsüyordu.
Normalde Naz bu cümleye karşı sana mı soracağım geri zekalı derdi. Ancak son üç haftada her şey normalin dışındayken benden de normallik beklenemezdi. Bu yüzden ona gülümsemeye devam etmiş ve başımı sallamıştım. "Naz," diye seslendi ben daha ona sırtımı dönmemişken. "Bunu tekrarlayacağız değil mi? İkiyi izlemedik."
"Onu da mı beraber izleyeceğiz?"
Güldü. "Tek başına mı izlemek istersin?"
"Yok, beraber izleyebiliriz tabii." diye saçmaladım en güzel haliyle. "Konuşuruz sonra, haberleşiriz."
"Öyle olsun," derken bile gülümsüyordu hâlâ. "Yarın okulda görüşürüz."
Okulu hatırlatmasıyla saatler öncesinde döndü aklım.
Öğle arasındaydık. Sümeyye, Zeliş ve ben kantinde oturuyorduk. Diğerleri daha yanımıza gelmemişken kendi aramızda kaynatıyorduk işte.
Bu kantinin ortasında bağıran kızı duyana kadar sürdü tabii. Herkes gibi bizimde bakışlarımız oraya döndüğünde sarışın bir kızı karşısındaki kıza bağırırken görmüştük.
"Aptal mısın sen?!" diye bağırınıyordu. "Yaktın beni!"
Karşısındaki kız ağladı ağlayacak durumda özürler diliyordu ancak sarışın kız ona bağırıp durmaktan başka bir şey yapmıyordu.
Halkın kahramanı ilan etmiştim sanki kendimi, yoksa kendimi özürler dileyen kızın yanında bulmamın başka açıklaması olamazdı.
"Yandıysan git lavaboya, ne bağırıp duruyorsun? Özür diledi kız, daha ne yapsın?!" demiştim kaşlarım çatık.
Sarışın kız bana ters ters bakmış ve, "sen kimsin?!" demişti küfreder gibi. "Dikkatli olsun yeter. Yandık burada!"
"Yandıysan git buz tut," diye tekrarlamıştım kendimi. "Bağırıp durman acını hafifletmiyordur eminim ki." Özür dileyen kızı kolundan tuttuğum gibi kendi masamıza oturtmuştum. Sarışın kızın arkadaşları onu kantinden dışarı çıkarmak için başarılı olmuş olmalılardı ki, gitmişlerdi.
"Sen niye ağlayacak gibisin be?" diyerek hızımı alamadan tanışmadığım kızı azarlamıştım birde. "Olan olmuş, bilerek yapmadın ya."
"Kuzu," demişti Sümeyye çekinerek. Çekiniyordu çünkü sinirliydim. Kızın tavırları sinirimi bozmuştu. "Sen o kızın kim olduğunu biliyor musun?"
"Kim olabilir Allah aşkına Sümeyye? Salak salak bağırıyor kantinin ortasında."
Soruyu pek ciddiye almamıştım ama cevabı ciddiye almadan edememiştim. "Deniz."
Zeliş anlamadım sanmış olmalı ki detay da verdi. "Bizim iki dangalağın arasını bozan Deniz."
"Asaf," diye mırıldandım aklıma doluşanla. Modum bir anda düşmüş, yüzümdeki gülümseme yok olmuştu. Deniz çok güzel bir kızdı. Huyu öyle olmasa da. "Bugün bir şey oldu."
Kaşları çatıldı. Beni izlerken onun da gülümsemesi solmuş, bir sorun olduğunu hemen anlamıştı. "Ne oldu?"
"Okulda," gözlerimi kaçırdım ondan. "Deniz ile karşılaştık."
"Ve?" Ve falan yoktu. Kız halimle o kızı ben unutamazdım, öyle güzeldi! Asaf nasıl unutmuş olabilirdi? Sessizliğim onu rahatsız etmiş gibi, "Naz," dedi kafamı çevirdiğim noktaya adımlayarak karşıma geçtiğinde. "Bir şey mi dedi sana? Canını mı sıktı?"
"Hayır."
"O zaman sorun ne?" O kız çok güzel ve senin onu unutma ihtimalinin sıfır olduğuna artık eminim. Yara bandı olmak istemiyorum. "Naz," diye tekrarladı kendini. "Bana sorunu anlatmazsan çözemem."
"Sorun yok," derken birkaç adım uzaklaştım ondan. Hem çocukla olabileceğime inancım yoktu hem de Deniz'e takılıyordum. Saçmalıktı. "Eve geçeceğim."
Ondan daha fazla uzaklaşmama müsade etmeden kolumu kavradı hemen. Tutuşu sert değildi ancak tavrı aceleyiciydi. Kaçmamdan korkar gibi bir hali vardı. "O aklından geçenler tahmin ettiklerim gibiyse bundan hiç hoşlanmadım." dedi sakin bir ses tonuyla.
"Tahminin ne?"
"Deniz mevzusu kapandı," sorumu umursamadan beni ikna etmeye çalışır gibi konuştu. "O bize hiçbir şekilde bir engel olamaz. Çünkü aklımın bir köşesinde bile yeri yok."
"Nasıl yok?" derken artık pes etmiştim. "Asaf kız çok güzel!" Güldüğünde kaşlarım derince çatıldı. "Komik mi Asaf?"
"Bekle," diyerek arkama geçti ve çantamın fermuarını açtı. Ne aradı bilmiyorum ama fermuarı kapatıp tekrar karşıma geçtiğinde elinde küçük bir ayna vardı. "Sen baksana şuna bir," derken aynayı açmış ve yüzüme doğrultmuştu. "Dikkatli bak. Özellikle ağrılarımı unutturacak kadar güzel olan o yeşillerine bak."
Gözlerimi kaçırdığımda, "Bu onun güzel olduğu gerçeğini değiştirmez." diye homurdandım. Ağrılarımı unutturacak kadar güzel olan yeşillerine bak mı dedi o? Ben etkilenmezdim böyle şeylerden, Allah'ım neler oluyor?
"O gerçek umurumda değil," derken parmakları hafifçe çeneme uzandı ve kendisine çevirdi. Göz göze geldiğimizde, "işte benim bildiğim tek gerçek bu." dedi gözlerine ulaşan gülümsemesiyle. Parıldıyordu gözleri. "Bu yeşiller. Anlıyorsun beni değil mi? O kız ya da herhangi bir kız, hiçbirisi yok. Ben kendimden eminim Naz, kimse için seni harcayacak bir insan değilim. O yüzden konuşmamız gereken bir kız varsa o da kesinlikle sensin." Eli kahküllerime ulaştı. "Sana çok yakışan bu kahküllerin," gözleri yüzümü taradı. "Sana yakışan bu makyajın," eli saçlarımdan uzaklaşırken kocaman gülümsedi. İstemsizce benim de yüzümde bir gülümseme oluştuğunda, "ve en çok da sana yakışan gülümsemen. Benim konuşulacak listemde bunlar var. Bir başkasına yer yok."
"Teşekkür ederim," hiç düşünmeden ağzımdan çıkan kelimeleri algıladığımda utançtan gebermek üzereydim. Teşekkür ederim dedim. O KADAR CÜMLEYE SADECE TEŞEKKÜR EDERİM DEDİM! Eve girip kendimi yastıkla boğmaya çalışacağım!
Güldü yine en tatlı haliyle. "Rica ederim," diye cevapladığında yerin yedi kat dibindeydim. "Hadi üşüme daha fazla, geç eve."
"Görüşürüz," diye mırıldandım utana sıkıla. Hızla eve girdiğimde sabah Seher Hanım'ın verdiği anahtarla kapıyı açtım ve ayakkabılarımı çıkarıp hızla eve girdim. Kapıyı sertçe kapatıp sırtımı yasladığımda bir elim kalbime çıktı hemen. "Ne yapıyorsun Naz? Ne oluyor bize? Bizim zekamız gittikçe geriliyor mu?" diye azarladım kendimi. "Tisikkir idirim," sinirden taklit ettim kendimi. "Salak. SALAK. Cidden bir gram aklın varsa şu saatten sonra yok. Beyinsiz. GERİ ZEKALI. Teşekkür edermiş, etme sen bir bok. Sus ya, Allah'ın cezası bir sus yani. Konuşma. Cevap vermeyi bilmiyorsan konuşma." Bakışlarım yerde, halı sanki anneme sövmüş gibi ters ters bakıyordum. "Ayrıca başımızda onca dert varken niye yani? Aileyi hallettik sorunsuz yaşıyoruz da sanki aşkı da sokmaya çalışıyor hayatımıza. Hayır dangalak, bir kere doğru karar ver ya. Bir kere. Bir insan hep mi yanlışı seçer? Vallahi seçiyorum." O an bir türlü hızı azalmayan kalbime, daha doğrusu göğsüme baktım. Küçük bir sille çaktım ona da. "Dur olduğun yerde. Başımız büyük dertte, bir de sana dikkatimi veremem."
"Hala," diyen sesle ters bakışlarım ilk önce salon kapısının önünde beni izleyen küçük bedene ardından onun hemen arkasında dikilen iki kadına çevrildi. Üçünün de gözleri iri iri açılmış, garip bir tavırla bana bakıyorlardı.
"Yengem," Selen yenge fazlasıyla afallamış görünüyordu. "İyi misin?"
O an beni gördükleri hali fark ederek bir küfür daha ettim içimden kendime. "İyiyim yenge, sağ ol. Bir arkadaş kızdırdı da ona söyleniyordum." diye açıklamaya çalıştım kendimi. Cevap da beklemediğimden hızla odaya girdim ve kapıyı kilitledim.
Kapının diğer ucundan gelen Seher Hanım'ın sesi garip bir tınıdaydı. "Kızı gerçekten delirttik galiba Selen. Genç yaşında aklından ettik kızı."
Hastanede beni karıştıran hemşireler öncelik olmak üzere herkesle gurur duy o zaman kadın. Çünkü bu hepinizin eseri!
🎀🎀
*14 Şubat*
Aradan geçen birkaç gün gerginliğimi almış değildi. Baran sinirlerimi bozuyordu ancak diğerleri, özellikle o manyak adam, o kadar sessizlerdi ki tuhaf hissediyordum.
"Naz," kafamı eğdiğim tabaktan kaldırarak Yaman'a baktım. "Dışarıda yemek mi yedin sen?"
"Hayır," derken sanki beni duymuyor gibi birde başımı iki yana sallamıştım. "Ne oldu ki?"
"Patlıcana eziyet ediyorsun," kaşığını masaya koyup hafifçe bana doğru eğildiğinde ses tonu daha yumuşaktı şimdi. "Bir sorun mu var abim?"
"Hayır."
"Neden böylesin o halde?" ona cevap vermeden dudak büzdüğümde bana hiç bakmamış olan Kadir Bey, "Yaman yemeklerin üzerine eğilme daha fazla." diye uyarmıştı oğlunu. Bakışlarım ona döndü. Sakince yemeğini yiyor ve kimseye bakmıyordu. Dudaklarım istemsizce daha da büküldüğünde kendimi kötü hissederek ayaklandım.
"Afiyet," boğazımı temizledim. "afiyet olsun size."
Anında odaya kaçıp kapıyı kilitlediğimde ne olduğunu kavrayabilmiş değildim. Küçük adımlarla yatağıma ilerleyip kendimi yatağın üstüne bıraktığımda gözlerim karşımdaki aynaya takıldı. Niye ağladı ağlayacak gibi duruyordum? Hadi ama, onun bana surat asması beni bu kadar düşürmemeli!
Bedenimi geriye atarken öylece tavanı izledim. Bok gibi bir hayatım vardı zaten, en azından o suratını asmasa olmaz mıydı? Bana neydi bundan?
Gözlerimi sımsıkı kapatsam da adamın suratını asması yine canımı sıkıyordu işte. "Of!" diye bağırdım yüksek sesle. Duyup duymamaları umurumda bile değildi şu an.
Telefonumun zil sesi odanın içinde yüksek sesle çalmaya başladığında yine oflayarak ayaklandım ve masanın üstündeki telefonu aldım. İso arıyordu, beni başka kim arardı zaten? Kendimi yine yatağın üstüne attığımda telefonu açtım. "Ne var?"
"Çok kibarsın yine kanka," alaylı ses tonu sinirimi bozmadı bile. "N'aptın?"
"Aynı, devam ediyorum işte. Sen?"
"Ben bir şey yapmadım ama," gizem vermek adına sessiz kaldığında "seni vururum." diye homurdandım. "Konuşsana işte."
Derin bir nefes verdi. Aynı sırada yürümeye başlamış olnalı ki adım seslerini duyuyordum. "Hain yakaladım Naz. Ben yakalamadım, Pars yakaladı daha doğrusu."
"Pars konusu-"
"Konu Pars değil," diyerek kesti hemen sözümü. "Nazlı."
Doğruldum yataktan. "O ne alaka?"
"Pars okula geldi bugün, yine." Arkadan birisinin ona seslendiğini duydum. "Bekle telefonda konuşuyorum! Her neyse, Pars okuldan çıkıyordu ki Nazlı'nın olduğu birkaç kişinin yanına gitmiş bahçede. Ben o sıra Meltem hocanın yanındaydım." Ofladı. "O kıza güvenmemeliydik!"
"Güvenmemiştik zaten, ne olduğunu anlatacak mısın?"
"Atıp tutmuş senin arkandan! Yok abilerinin işlerini mahvetmişsin, yok Çınar'ın okulda kalma sebebi senmişsin, yok Elif ablana-"
"İso," diye seslendim susmayacağını bilerek. "Hiçbirisi umurumda değil, inan bana."
"Ama Pars'ın umurunda işte, kızı tüm okula rezil etti resmen. Ayrıca onu savunmak isteyen Çınar'ı da tokatladı iki arada bir derede. Of nasıl keyiflendim anlatamam."
"Şu saatten sonra ağzıyla kuş tutsa yine barışmam ben onunla. Arkadaş bile kalmam, yolda görsem selam vermem İso. Bence Pars'ı övme bahanelerin bitsin bir. Çünkü bundan daha büyük bir derdimiz var. Baran'ın özür diledikten sonra mucizevi bir şekilde kendisini abim gibi görmesi ya da Kadir Bey'in suratıma bile bakmıyor oluşu inan bana daha çok canımı sıkıyor." Hatırlayınca yine derin bir nefes verdim.
Bu adam niye surat asmıştı ki?
"Bir dakika teker teker gel kızım," şaşkınlıktan olsa gerek bir küfür çıktı ağzından. "O mal Baran senden özür mü diledi?"
Gözlerimi devirdim. "Evet."
"Kafasına saksı mı düşmüş?"
"Hiçbir fikrim yok. Zaten bende şoka girdim, anlamadım bir şey." Olanları hatırlamak daha da sinirlerimi bozdu. "Ya şerefsiz neler dedi bana İso, gelmiş bir özür diledi diye, gitmekten vazgeçtim diye abi kardeş olduk sanıyor!"
"Amına koyayım, kızım birkaç gün aramadım sadece!" diye kızdı sanki ben suçluymuşum gibi. "Ne oldu baştan anlatsana."
Ona en ince ayrıntısına kadar anlattım. Hatta Kadir Bey'in yüzünün asık olmasına kadar.
"Şimdi Baran Nazlı'dan tekme yemiş diye yorumladım," güldü. "Mevlam hak edene hak ettiğini tak diye veriyor işte."
Yorumunu pek umursamadım, umursadığım kısım için yorum yapmamıştı çünkü. "Kadir Bey peki? O konuda ne düşünüyorsun?"
"Adam üzülmüş olabilir kanki, sonuçta o eve gitmen için seni ikna etmeye gelen oydu. Tek değildi ama geldi sonuçta. En başından beri onunla iletişim halindesin, adam getirdi yani. Birlikte yaşayın, aile olun, mutlu olun diye getirdiği evde siktir yemişsin. Adam sonuçta birlikte yaşayın diye çağırdı seni o eve. Oğlunun yaptığı canını sıkmıştır, yüzüne bakamıyordur. Olabilir."
"Gitmek istemedim ve gitmedim," alayla baktım ona. "Senin bir etkin mi var sanıyordun?"
Baran'a söylediğim cümle geldi aklıma. O an İso'nun sesi tekrar yankılandı beynimde.
"Adam sonuçta birlikte yaşayın diye çağırdı seni o eve."
Bana bu yüzden kızmış olabilir miydi?
"Kapat İso," derken ayaklanmıştım. "Söz veriyorum seni arayacağım sonra." Telefonu yatağın üstüne atar atmaz kilidi açmış ve mutfağa dönmüştüm hızla.
Hışımla mutfağa girdiğimde irkilmişlerdi yerlerinde. "Bana bu yüzden mi kızdın?" diye sorarken kızma sebebini söylemesem de anladığını biliyordum. "Evden gitmeye kalktığım için mi kızdın bana?"
Şaşkındı. Gerçekten pat diye gelip bunları sormamı beklemiyor olmalıydı. Olsun, ne kadar şaşırmış olsa da cevap vermeliydi. O suratı asılınca canımın nasıl sıkıldığından haberi var mıydı?
"Sen ne yapardın?" diye sordum gözlerimi bir an olsun ondan çekmeden. "Aynı cümleleri duysan, aynı öfkenin, aynı nefretin hedefi olsaydın ne yapardın?" Başımı iki yana salladım. "Sende benim gibi gitmeye kalkardın ve belki de ne kadar özür dilerse dilesin dönmezdin. Bende bunu yaptım, gitmek istedim. Bundan doğal ne var?"
"Sana kızgın değilim," sakindi ses tonu. Epey sakindi hem de. "Canım bir başka konuya sıkkın. Yanlış anlamışsın beni."
"Bu yüzden mi yüzüme bile bakmıyorsun? Bak," derin bir nefes verdim. Niye sinirleniyordum anlamıyordum ama yüzüme bakmaması sinirlendirmişti beni. "Alışamadık birbirimize, planladığın gibi olmadı, kabullenmedi oğlun beni. Ne yapsaydım? Kalsam ayrı dert olurdum başınıza. Böyleyim ben. Böyle başaçıkıyorum her şeyle. Ya giderek ya da kaldığımda her şeyi mahvederek."
Öyle ya, Akça'lardan gidememiştim hiçbir zaman. Ondandı yakıp yıkmam. Öz evlatları sanıyorlarken kabullenmiyorlardı beni. Ya gidecektim ya da kalacak mahvedecektim. Yalan yok, gitmeyi denedim. Kolu her yere uzanan Mehmet Akça buna engel olmuş, eve döndürmüştü beni. Bana da tek seçenek mahvetmek kalmıştı.
"Vazgeçtin," derken garipti ses tonu. Altında yatan duyguları anlamamıştım. "Geri döndün, neden?"
"Gitmek istemedim," başımı salladım. "Çünkü sende ikizler de buradasınız. Erkenden gitmek istemedim." Duraksadım. Alnıma vurmamak için kendimi zor durdurdum. "Hepiniz yani. Anlaşma yaptık." Yüzünde o sert ifadeden tek bir emare kalmadı. Gülümsemeye başlaması içimi rahatlatsa da paniklememe neden oldu. "Anlaşmadan önce gitmek istemedim. Söz verdik, ben sözünün eri olan bir insanım. Anlaşmaya uydum."
"Hımhım," diye mırıldanan Yaman'ın yüz ifadesi alay doluydu. "Anlaşma için."
"Evet," başımı salladım hızla. "Anlaşma için." Kaşlarım çatıldı, Seher Hanım'a döndüm. "Anlaşma önemli, gitmedim ya sonuçta. Asmasın suratını."
Dudaklarını birbirine bastırdı. Gülmemek için mi direniyordu? "Tamam bir tanem."
"Biz anlaşmayı uzatsak mı Naz'ım?" diye soran adamın keyfi şu an baya yüksekti. Hatta her an kahkaha atacak gibi duruyordu.
"As suratını sen, uzatırız bekle!" diye çemkirdim ona. Artık sesli gülmeye başladığında kendime küfrederek geri kaçtım odaya.
O son cümleyi demeyecektik, ağzımdan kaçtı!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |