24. Bölüm

24.Psikolog

Neseli Gezgin
neseligezgin

🎀

*17 Şubat*

İnsan karanlığa alıştığı zaman ışık gözünü kör ederdi.

Eğer uzun süre karanlıkta kalırsan ona alışır, ona göre şekillenirsin. Ne kadar süre önce aydınlıktaydın unutursun, hatırlamakta istemezsin. Öyle ya, karanlıktır en yakının artık. Düşersin, kalkarsın ama karanlıkta kalırsın. Bir başka yer sana korkunç gelir.

Aydınlıktı etraf önce. Annemin karnında gün sayıyordum, dünya nasıl bir yer merak ediyordum. Sonra bir anda karanlığa düşmüştüm. Oysa karanlığın sebebi annemden ayrılmammış. On yedi yılım karanlıkta geçmişti.

Öyle ya düşmüştüm de, kalkmıştım da, yaralanmış, yaralamıştım da. Yine de aydınlığa çıkmaktan korkmuştum çünkü onlara, karanlığa, alışmıştım. Bir sabah ben daha ne olduğunu anlamadan karanlığımın içine birkaç insan gelmişti. Tanımıyordum, yabancıydı hepsi bana, bende onlara.

Yapamadı tabii onlar karanlıkta. Işığı gören bir insan karanlıkta olmaktan korkar. Onlar hayatından bir kez olsun ışığı bırakmamışlar, hep aydınlatmışlardı günlerini. Bu yüzden olmalıydı karanlığıma gelir gelmez ışıkları açışları.

Kör oldum sanmıştım başta. Alışamamış, gözlerimi açamamıştım. Şimdi ise o aydınlığa öyle bir alışmıştımki tekrar o karanlığa dönmek, ışıkları kapatmak istemiyordum.

"Naz?" Bakışlarım sözleştiğimiz saatten yirmi dakika geç gelen Zeliş'e döndü. Kahve saçlarını balıksırtı örmüş, çok hafif de makyaj yapmıştı. Gözleri maskara sürdüğü için mi bilmiyorum, çok daha güzel duruyordu. Zaten güzeldi, seviyordum gözlerini ancak bugün ayrı güzel duruyordu. "Of özür dilerim, annem mutfağı toplatmadan göndermedi, en hızlı olabildiğim gibi geldim."

Çapkınca sırıttım ona. "Ama benim için hazırlanmışsın yavrum," elim örgülerinden birine uzandı. "Ne güzel olmuşsun."

Elimi iterken gülüyordu. "Asılma bana manyak, sen git Asaf'a asıl."

Yüzümdeki gülümseme soldu. "Ne alaka be?"

"O delinin bana anlatmayacağını düşünmedin inşallah?"

"Ve bana da!" diye söylenen Sümeyye bir anda Zeliş'in arkasından çıkmıştı.

"Bana anlatmadığını hiç düşünmemiştir," diyen Emre yanımdaki boşluğa atladı arkadan. Dudaklarımın arasından kaçan çığlığa engel olamadığımda diğer ikili de benim gibi korkmuştu. Bizi korkutması yetmiyor gibi bir de, "Ciyaklamayın kulağım acıyor." diye kızmıştı bize.

"Patlasın o kulağın," dedi ters ters Sümeyye. "Ödümü kopardın!"

"Geri zekalı bir değil ki Allah'ım," diye homurdanan Zeliş'e göz devirdi Emre.

"Susun da anlatsın kız, Asaf çok heyecanlı anlattığı için dinlemedim." Bu sefer göz deviren bendim.

"Başımdan gider misin? Hiçbir şey anlatmayacağım."

"Aşk olsun kahküllü," yüzünü buruşturdu bana. "Bugün de çirkinsin zaten."

"Hıı," dedim ona yandan yandan bakarken. "Öyleyimdir kesin."

"Öylesin zaten. Asaf da çirkin kızları sever hep, oradan anla."

"Kız diyerek sınırlandırma istersen," onu işaret ettim başımla. "Arkadaşı da çok güzel değil sonuçta."

Ağzı aralandığında cevap vermedi, şaşkınca baktı bana. "Sen ne kadar..."

Güldü Sümeyye. "N'oldu Emre, foton gitti bir anda?"

Yüzü asıldı, kollarını göğsünde birleştirdi ve bize küstü. Evet, başını başka bir yöne çevirdi ve neredeyse kıçını döndü bize.

"Geri zekalı," derken ona gülüyordu Zeliş. "Diğerleri nerede?"

"Git kendin öğren, çirkinim ben."

"Evet öylesin," diye onayladım onu. "Baran bakkaldaydı."

"Asaf da ablasının yanına gitti." dedi Sümeyye.

"Nihat ve Selim maça gitmişler zaten," diyen Zeliş kendi kendini cevapladığında en sonunda ofladı. "Bugün ne yapacağız?"

"Bilmiyorum ki," dudak büktüm. "Çok sıkıcı bugün."

"Gezeriz biraz ya, olmazsa kafeye gideriz olmaz mı?" diyen Sümeyye hayır dememizi kabullenmeyecek gibi duruyordu. O an telefonum çaldığında ona cevap vermeden telefonumu çıkardım cebimden. Kadir Bey arıyordu.

"Ben telefonla konuşayım, geliyorum." dediğimde başıyla onayladı kızlar. Emre ise küstü halen. Ayaklandım, uzaklaştım biraz onlardan. Telefonu kaçıncı çalışı olduğunu hesaplamakla uğraşmadan açtım. "Efendim?"

"Açtı," dedi birisine. "Güzelim neredesin?"

"Parktayım, Zeliş'ler var. Bir şey mi oldu?"

"Seninle bir yere gideceğiz, bekle oradayız iki dakikaya."

Merakla havalandı kaşlarım. "Oradayız derken? Kim var ki yanın-" gelen sesle telefonu kulağımdan çekip ekrana baktığımda yüzüme kapattığını anladım. "Şaka mısın Kadir'ciğim?" Şaşkın şaşkın baktım ekrana. "Bende senin yüzüne kapatacağım telefonu, görürsün!" dedim kaşlarımı çatarak.

"Naz!" diye seslenen arkadaşlarıma baktım. "Gelsene!"

Yanlarına gittiğimde suratım asıktı. "Ben gelemiyorum, bir yere gidecekmişiz."

Zeliş olabilir dercesine başını salladı. "Suratın niye asık? Olabilir yarın falan takılırız bizde."

"Ay bize o kadar alıştı ki bizsiz olmak üzüyor onu," diyen Sümeyye dudaklarını büzmüş, teselli eder gibi omzumu okşamıştı.

"Kadir Bey yüzüme kapattı telefonu," dedim aynı huysuz ifademi bozmadan.

"Kadir Bey kim?" dedi Sümeyye alık bir ifadeyle. "Ayrıca bizimle olmayacaksın diye üzülmedin mi? Ben üzüldüm şu an." Emre ona gülmeye başladığında, Zeliş'in şaşkın sesini duydum.

"Kadir Bey dediğin bizim Kadir amca mı? Baban olan?"

Başımı salladım. Huysuz ifadem bir an olsun azalmıyordu. "Baba diyemediğim için Bey diyorum, ne diyeyim? Sizin gibi amca diyemem ya adama."

"Desene Allah için," diyen Emre işin gırgırındaydı. "Kadir amcanın yüz ifadesini görmek isterdim."

"Çok komik geri zekalı," ona göz devirdi Zeliş. Siyah Passat parkın hemen yanında durduğunda Tuğrul abinin yeniden gelmiş olduğu gerçeği izle yüzleşmek şaşırmama neden oldu.

Dün gitmeden önce yakında görüşürüz demişti ancak bu kadar yakında görüşeceğimizi tahmin etmemiştim doğal olarak. Kornaya bastı birkaç kez. Yanımdaki üçlüye, "görüşürüz." dedikten sonra arabaya ilerledim. Şoför koltuğunda oturan Tuğrul abinin ve hemen ön sağ koltukta oturan Kadir Bey'in gerginliği gözle görülür cinstendi. Arabaya bindiğimde "Nereye gidiyoruz?" derken onların gerginliği yüzünden benim de sesim gergin çıkmıştı.

Ne oluyordu Allah aşkına?

"Arkana yaslan," diyen Tuğrul abi soruma cevap vermemiş ve sanki konuşmamızı istemezmiş gibi bir de şarkı açmıştı. Ne olduğunu anlamak için sessizce durmuş, kollarımı göğsümde bağlayarak onları izlemeye başlamıştım.

🎀

Araba durduğunda bakışlarım önünde durduğumuz kafeye çevrildi. Kadir Bey ve Tuğrul abi arabadan indiklerinde Kadir Bey kapımı açmış ve bakışlarını üzerime çevirmişti.

"Kafeye mi geldik?" dedim anlamayarak. Arabadan indiğimde kapıyı kapatan adama çevirdim bakışlarımı. "Burada ne yapıyoruz ki?"

"Orası değil," dedi Tuğrul abi. Arkasındaki yeri işaret etti. "Buraya geldik."

Bakışlarım tabelada yazan isime döndüğünde ilk başta algılayamadım. Uzm. Klinik Psikolog Alparslan Arıca.

"Yok," diye mırıldandım geri geri adımlar atarken. "İstemiyorum." Bakışlarım Tuğrul abideyken sırtım bir bedene çarptı. Aceleyle dönüp ondan özür dileyecektim ama bu çarptığım kişinin Kadir Bey olduğunu görene kadardı. "İstemiyorum." Diye tekrarladım onun gözlerinin içine bakarak. "Konuşmak istemiyorum. Gidelim. Lütfen." Tuğrul abi dediğim dedik bir insandı, onu ikna edemezdim belki ama karşımdaki adamın beni dinlemesi gerekiyordu. Vücudum kasılıyordu. Korkuyordum, oraya gitmek istemiyordum.

Beni anlamalıydı. "İstemiyorum. Ne olur götür beni buradan."

"İstemiyorsan girmeyeceğiz," Tuğrul abi ona seslense de ona değil bana bakıyordu gözleri. "Sana zarar geleceğini düşündüğüm bir yere götürmem seni, Naz ama denesek ya bir tanem? Bende dururum yanında, konuşuruz sadece." Büyük avcuyla elime uzandı, elimi tuttu. Hafifçe eğilmiş, benimle göz temasını kesmiyordu hiç. "Tutarım elini böyle, yanında olurum babam. Sıkarsın elimi bir kez, anlarım gitmek istediğini, bırakmadan elini çıkarırım seni oradan."

Başımı iki yana salladım. "Korkuyorum," dedim elimi tutan avucunu sıkarak. "Lütfen gidelim."

"Bana güvenmiyor musun?" Elimi tutmayan diğer eli saçlarıma çıktı. "Sana zarar geleceğini hissettiğim an seni oradan çıkaracağım."

"Hasta değilim ki," diye mırıldandım gözlerimi ondan kaçırarak. Yine de içimde büyüyen hise engel olamadan ona döndüm. "Ona gitmemize gerek yok. Yemin ederim daha uslu olurum. Hiçbir şey yapmadım şu ana kadar, yine yapmam. Baran'a cevap veriyorum diye mi böylesin? Tamam vermem. Lütfen beni oraya götürme. Sus dersen susarım, konuş dersen konuşurum, yöneteceğin bir robot olurum ama beni oraya götürme. Lütfen."

"Hasta değilsin," diye tekrarladı, sert bir nefes verdi. "Bebeğim, benim nazlı kızım, sadece konuşacağız. Bir kez. Biliyorum şu an bunu söylemek sana haksızlık ama babam bir kez olsun benim için girmez misin oraya? Yanında olacağım, elini bir an olsun bırakmayacağım. Konuşacağız, tanışacağız ve istemiyorsan gideceğiz. Anlaştık mı?"

"Simay," bakışlarım yanımıza gelmiş olan Tuğrul abiye döndü. İstemsizce ona kırgın bakmadan edemedim. Bunun beni ne denli yaralayacağını dün görmüşken beni buraya nasıl getirirdi? "Abisi, senin için ne kadar zor olduğunun farkındayım. Her şey tekrardan mahvolsun mu istiyorsun?" Kaşlarım söylediği cümle ile çatıldığında e öyle dercesine kaldırdı kaşlarını. "Abim, bir şeyleri baştan yaşaman için kendini iyi hissetmen lazım. Bu psikoloji ile mümkün değil, bu yüzden en azından kendine iyi gelmelisin."

Kadir Bey'in eli sıkıca tutuyordu hâlâ elimi. Bakışları evet demem için yalvarıyor gibi durduğunda bakışlarımı ondan kaçırdım ve yine aynı tabelaya çevirdim.

Kadir Bey'e güvenemezdim, onu ne kadardır tanıyordum? Tuğrul abiye hiç güvenemezdim, buraya gelmemin sebebi oydu.

Yutkundum. Zihnim ve kalbim öylesine bir kavgaya tutuştu ki aralarına giremedim. Bakışlarım tabelada, onlarca hissin döküldüğü kavganın galibini bulmaya çalışıyordum.

Bas bas bağırıyordu zihnim, hasta değiliz diye. Ne işimiz var burada? Ona güvenemeyiz, bizi buraya getirdi. Ya Mehmet Akça gibi gördüklerini de görmezden gelirse?

Kalbim ise tam aksini savunuyordu. Adam bizim özbeöz babamız. Geldiğimiz andan beri bizim için çabalıyor, ona güvenebiliriz, gidelim!

"Babam," dedi içli içli. Sanki on yedi yıldır kızım diye büyüttüğü kız çocuğu bendim. Benden hiç ayrı kalmamış, eve her geldiğinde sarıldığı kız benmişim, ilk kez aşk acısı çekerken istersen mahallede onu dört döndüreyim dediği kız benmişim, çocuklarına araba alırken araya Barbie bebek sıkıştırmasının nedeni benmişim gibi. Öyle içli, öyle babacan, öyle kabullenişle söyledi. Eğer her şey normalin dışında olmasaydı, şu an ona baba diyor olurdum.

"Tamam gel gidelim-" diyordu ki başımı iki yana salladım.

"Gitmiyor muyuz?" Tuğrul abi sanki Kadir Bey öneriyi sunmaya başladığı andan itibaren ona ters ters bakmamış gibi konuştuğunda başımı tekrar iki yana salladım.

Bakışlarım Kadir Bey'e döndü. Daha sıkı tutundum eline. "Elimi bırakmayacaksın. Elini sıkınca gideceğiz, bir kez oldu bir daha olmayacak."

Yüzünde açan gülümsemeyi gizleme gereği duymadan başını salladı. Tuğrul abi memnuniyetle önden ilerlemeye başladığında ben Kadir Bey hareket edene kadar kımıldayamamıştım. Beni daha fazla zorlamamak adına olsa yavaş ve küçük adımlarla ilerlemeye başladığında ona ayak uydurdum.

Attığım her adım vücudumun daha fazla kasılmasına, daha fazla gerilmeme neden oluyordu. Attığım her adımda bekledim, zihnimdeki sesler yine ortaya çıkacak mı diye tedirgince bekledim.

Elini tuttuğum adam sayesinde miydi bilmiyorum ancak sesler yoktu. Hasta olduğumu haykıran Akça'ların sesini hatırlamıyor, küçük adımlarla ilerliyordum. Sadece korktuğum için mi bilmiyorum ama kalbimin üstünde hafif bir ağırlık vardı. Çok ağır değildi, canımı yakmıyordu ama rahatsız edecek kadar hafifti işte. Oradaydı.

"Merhabalar, hoş geldiniz Tuğrul Bey," diyen kadının sesini duyduğumda Kadir Bey'e biraz daha yaklaştım. Elimde olsa arkasına saklanacaktım çocuk gibi. "Alparslan Bey'in online bir görüşmesi var, ondan sonra hemen sizi alacak."

"Teşekkürler Serpil."

Kadının gösterdiği yere Kadir Bey'in elini bırakmadan ilerleyip oturduğumda Kadir Bey hiç de rahatsız gibi durmuyordu. Rahatça yanıma oturduğunda yüzünde ufak bir gülümseme vardı.

Birkaç dakika bekledikten sonra odaya gidebileceğimizi söyleyen kadın ile üçümüz birden girdik odaya. Elim bir çocuk gibi asla tutunduğu eli bırakmıyordu. Sarışın adam bizi görür görmez gülümseyerek Tuğrul abiyle selamlaştığında Kadir Bey'in de elini sıkmıştı.

"Merhaba," dedi gözlerini bana çevirdiğinde. Elini bu sefer bana uzatmıştı. Kahverengi gözlerini üzerimde hissettiğimde vücudum kasılmış, ellerim çoktan titremeye başlamıştı. Gerildiğimden tuttuğum eli sıktığımı ise fark etmemiştim Kadir Bey elimi okşayana kadar. Elini sıkmadım, gözlerimi üzerinden çekmedim. Her ne kadar korksam da bakışlarıma bunu yansıtmamaya çalıştım.

"Ayakta kalmayın, oturun lütfen." diyerek masasının karşısında duran iki sandalyeyi gösterdiğinde yan yana duran ikili sandalyelere Kadir bey ve ben, diğer sandalyeye ise Tuğrul abi oturmuştu. "Nasılsınız?"

"İyiyiz kardeşim," dedi Tuğrul abi sessizliği bozmak adına. Bakışları evladıyla gurur duyan bir baba gibi etrafta dolaştı. "Ne güzel olmuş burası."

"Teşekkürler," adamın bakışları üzerime döndü. "Sende beğendin mi?"

Bakışlarımı etrafta gezdirdim. Normal bir odaydı işte. Tablolar, çiçekler, kitaplar... Gereksiz detaylar işte. Güzel olsa dahi benim için hep kötü görünecekti. Bu yüzden sorması bile saçmalıktı.

"Anlaşılan konuşmayı sevmiyoruz," dediğinde odada olan bakışlarımı ona çevirdim. Nereden bildin zeka küpü? Seninle konuşmayı hiç sevmiyoruz. "Dürüst olmak gerekirse Tuğrul bana senden bahsetti ancak onu pek dinlemedim." Güldü Tuğrul abiye bakmadan. Onun yerinde olsam Tuğrul abiye bakardım, kaşlarını çatmış beni izliyor olsa bırak gülmeyi bulunduğum ortamı terk ederdim. Tabi o Tuğrul abinin bakışlarından habersizdi. "Danışanlarımla hep kendim tanışma taraftarıyımdır."

Onunla iletişime geçmek istemedim, başımı salladım o yüzden. "Şöyle yapalım mı? Önce ben sana kendimi tanıtayım ve sonra sen bana kendini tanıt. Ne dersin?" Cevap vermedim, mimik dahi oynatmadım ama o evet cevabı almış gibi kendini tanıtmaya başladı. "Ben Alparslan Arıca. 34 yaşındayım, neredeyse on yıldır mesleğimi yapıyorum." Dirseklerini masaya yasladı, ellerini birleştirdi. "Merak ettiğin bir şey varsa sorabilirsin."

"Sorum yok," dedim gözlerimi ondan çekmeden. "Seni merak etmiyorum."

Kadir Bey'in parmakları elimin üstünde hafif hafif dolanıyordu. Sessizdi, sadece izliyordu.

"Bu biraz kalp kırıcıydı," cümlesine rağmen yüzünde gülümseme vardı. "Ama olsun, ben seni merak ediyorum. Bana kendini anlatabilir misin?"

Derin bir nefes verdim. "Adım Simay Naz." Yutkundum. "On yedi yaşındayım."

"Peki sana hangi isminle seslenmemi istersin?"

Omuz silktim sorusuna. "İstediğinle seslen, bir daha gelmeyeceğim ki."

Odada çalan zil sesi ile Tuğrul abi özür dileyerek çıktı odadan. Kadir Bey halen sessizdi ancak sonunda Alparslan denen adamla iletişim kurduğum için mi bilmiyorum rahatlamış görünüyordu.

İlk geldiğimiz dakikalara rağmen kendimi biraz daha rahat hissetsem dahi bir çocuk gibi tutunduğum eli bırakmadım.

"Buna konuşmanın sonunda karar verelim olur mu?" Başımı salladım gelişigüzel. Bakışlarım masanın üzerinde çerçevelenmiş resime odaklandı. Bir çift çizimiydi ancak gölgelendirme yanlış yerlerden yapılmıştı, güzel çizimi böylece mahvolmuş duruyordu. Sanki resimi çizen kişi ile gölgelendirme yapan, boyayan kişi aynı kişi değilmiş gibiydi. "Resimlere karşı ilgin olmalı," diyen sesle yakalandığımın farkında olarak gözlerimi kaçırdım. "Beğendin mi?"

Cesaretimi toplayarak ona döndüm. "Sen mi çizdin?"

Başını salladı. "Güzel yapmışım değil mi?"

"Seni kırmak istemem ama yanlış boyama tekniğini kullanmışsın, gölgelendirmeler ise olmamış." Omuz silktim. Kendi zevkiydi beni ilgilendirmezdi. "Yağlı boya ile yapsan çok hoş dururdu. Ayrıca küçücük ve yıpranmış bir kağıtta aceleyle çizmişsin ama boyamasında özenli olmaya çalışmış gibisin. Bir tuvale yağlı boya ile yapmayı deneyebilirsin. O zaman çok daha güzel durur. Hem de şurası çok boş duruyor, oraya asabilirsin." derken hemen yan tarafında olan duvarı göstermiştim. Cidden boş duruyordu ve sanki oda çıplakmış hissi veriyordu. Bu nasıl oluyor bilmiyorum ama öyle!

Kadir Bey'in telefonu çaldığında gerildim. O ise rahatlıkla meşgule atmış ve sessize almıştı telefonu. Parmakları ise bir an olsun durmuyor, elimin üzerinden çekilmiyordu. Tamam kabul, beni cesaretlendiren biraz da bu.

"Resimden anlıyorsun," diyen adam dikkatle dinlemişti beni. "İlgin olduğu konusunda haklıyım değil mi?"

Başımı salladım. "Haklısın."

"O zaman hedefin resimle ilgili bir şeyler mi yoksa sadece hobi olarak mı yapıyorsun?"

Duraksadım. Uzun zaman sonra bu soruyu almak bedenimi afallatsa da toparlandım hemen. "Bir hedefim yok, tek istediğim derece yapmak." derken sınavıma sadece aylar kaldığı gerçeğini hatırlayarak bir de bunun yüzünden gerildim. Bu birkaç gün test çözsem de yeterli gelmiyordu. Denemelere tekrardan başlamam gerekiyordu. Hedefim yoktu ki, ne seçecektim ben? "Resim ise..." Omuz silktim. "Pek de önemli değil, bazen yapıyor bazense yapmıyorum."

Kadir Bey'in telefonu tekrar çaldığında sesi çıkmamış olsa da ekranın aydınlanmasından anlamıştım. Tekrar meşgule attığında Yaman'ın bu kadar istekli ne için aradığını çözemiyordum.

"Anlıyorum," diye mırıldandı karşımdaki adam. Kadir Bey'in çalan telefonu kendisini pek ilgilendirmiyor gibiydi. İlgisi bendeydi. Telefon tekrar çaldığında, "istiyorsanız açın telefonu." dedi Kadir Bey'e, benimde ilgimin telefona kaydığını anladığında.

"Evet," cesaret nereden gelmişti hiçbir fikrim yoktu. Ama içimden bir ses Yaman'ın boş bir şey için bu kadar ısrarcı aramayacağını söylüyordu. Kalbimin bir köşesi onun için endişelenmeye başlarken, "açsana telefonu." derken bulmuştum kendimi.

"Burada konuşamam," derken emin misin demeye çalıştığının farkındaydım. "Onu sonra arayabilirim."

"Önemli olmalı," yutkundum. Telefonun ekranı tekrar aydınlandığında, "Bence açmalısın." diye mırıldandım. Kabul edecekse hemen etmeliydi çünkü her an bu kararımdan vazgeçebilirim!

"Peki, hemen geleceğim." bakışları Alparslan denen adama döndü. "Kusura bakmayın lütfen." o niye kusura bakmıyor, asıl ben kusura bakmayayım!

Kadir Bey odadan çıktığında onlar gelene dek sessiz kalmayı planlıyordum. Öyle de olmuş, karşımdaki adamın sorularına cevap vermemiştim. Karşımdaki adam ise bunu kabullenmiş ve ona tek cevap vermemi sağlayan şeyi, resmi öne atarak konuşmaya başlamıştı. Bu sefer çabasına göz yummamış ve ona cevaplar vermiştim.

O karşımda bir resimden bahsediyorken aklıma doluşanlarla duraksadım. Bu duraksamayı fark ettiğinden olsa sessizleştiğinde, "ilaç yazacak mısın?" diye sordum gerilerek.

"Anlamadım?"

"İlaç diyorum, yazacak ya da verecek misin?"

Başını iki yana salladı. "İlk seansta bu mümkün değil. Ayrıca benim ilaç yazma ya da verme gibi bir yetkim yok. En fazla yapabileceğim gerekli görürsem seni bir psikiyatriye yönlendirmek olur. O da dediğim gibi gerekli görürsem."

O an inanılmaz bir rahatlık çöktü üzerime. İlaç yazamazdı. İlaç veremezdi. Olan aklımı da kaybetmeyecektim.

Anlamamış gibi çatıldı kaşları bir an. "Ayrıca ilaç vermekten kastın nedir?" Benim de kaşlarım çatıldığında, "yazacak mısın dedikten sonra ayrı bir seçenekmiş gibi bahsettin bundan." diyerek açıkladı kendisini.

"Evet," başımı salladım. "Daha önce de gittim bir psikologa. Gerçi o psikiyatristti sanırım çünkü bana ilaç vermişti. Odasında birkaç ilaç kutuları vardı, onlardan vermişti." Masanın üzerindeki bilgisayarı işaret ettim. "Göremiyor musun daha önce gittiğim psikologları? Aldığım ilaçları?"

"Maalesef böyle bir yetkim yok." Düşünür gibi oldu. "Hangi ilacı verdiğini biliyor olmalısın, bana adını söyleyebilir misin?"

Başımı salladım ve telefonumu çıkardım. Galeriden gizli klasöre girdikten hemen sonra ortalarda olan ilaç kutularının fotoğrafını açarak ekranı ona çevirdim. Aramızda koca bir masa olduğundan eğildi biraz masanın üstünden, ekrana kaşlarını daha da çatarak bakmaya çalıştı.

"Bu ilaçların sana faydası oldu mu?" Bakışlarımı kaçırdığımda telefonu kapatıp cebime atmıştım hemen. Huzursuzluğumu fark etmiş gibi derin bir nefes verdi. "Bak Naz, ilaç konusu çok sıkıntılıdır. Tıpta en bilinen sözdür ilacı zehirden ayıran dozudur cümlesi. Eğer bir ilaç sana ağır geliyorsa bunu doktorunun fark etmesi önceliktir çünkü yan etkileri daha ağır olabilir. Sorunların için bir faydası oldu mu olmadı mı öğrenmemiz gerek."

İlacı zehirden ayıran dozudur.

"Bu konuyu konuşmak istediğime emin değilim." Bakışlarım kapıya döndü aceleyle. "Lütfen o da bilmesin."

"O? Tuğrul'u mu kastediyorsun?"

"Hayır, Kadir..." duraksadım. Ona Kadir Bey'den Kadir Bey diye bahsetmek istemedim. "Babam. Yani öz babam. Öz babam diyorum biz çünkü yeni bulduk birbirimizi. Normalde tanımıyordum kendisini, biz..." Dudaklarımı birbirine bastırarak sustum. Ne anlatıyordum ben bu adama?

Bakışlarımı ona çevirdim yavaşça. "Bilmesin olur mu?"

"Konuştuklarımız her daim aramızda, bana güvenebilirsin."

Kapı tıklatıldığında ve içeri Kadir Bey girdiğinde yerimde kıpırdandım gerilerek. Allah'ım ilaçlardan habersiz bir öz baba ve ilaçlardan haberdar olup hem de psikolog olan iki adam arasında ben nasıl gerilmeyeyim?

Bölüm : 29.09.2024 12:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...