✨
*18 Şubat*
İlacı zehirden ayıran dozudur. Unutma Naz. İlacı zehirden ayıran dozu.
Bundan mıydı ilacın bana iyi gelmesini beklerken deliriyor olmam? Hatırlıyorum da zihnimde susmayan o sesleri, çıkardığım kaosları, yine kimsenin bana inanmamasıyla yalnız kalışlarımı... Dozu fazlaydı, ilaç içip iyileşiyorum sanarken kendimi zehirlemiştim.
Zehrimi çevremdekilere de sıçratmıştım. Ben zehirliysem onlarda zehirlenmişti ama bir tek bana deli denmişti.
"Soğuk kahve yaptım," uzun cam bardağı önüme koyan Ali Baran hemen yanıma oturmuştu. Ne ara gelmişti, bahçeye ne ara adım atmıştı da şimdi yanıma oturuyordu anlamamıştım. "Umarım seversin."
"Bu soğukta bir de soğuk kahve yapmak..." Dudak büktüm. "Senden başka kimsenin aklına gelmezdi Ali Baran." Cam pipeti dudaklarıma yaklaştırdım ve birkaç yudum içtim kahveden. "Yine de ellerine sağlık, çok güzel olmuş."
"Rica ederim," üstündeki monta daha fazla sarındı. "Üşümüyor musun bu soğukta? Ayrıca yerde neden oturuyorsun?"
"Sende yerde oturuyorsun."
"Seninle yan yana olabilmek için oturdum." diye homurdandı. "Ve kıçım dondu."
"E kalk o zaman."
İtiraz dolu bir mırıltı çıkardı. "Seninle konuşmak istiyorum." Dinliyorum dercesine salladım başımı. "Haksızım, kendimi savunmadım o günden sonra ama konuştuk Naz, gitmedin o gün. Affetmediğini biliyorum ama o halde neden gitmedin? Neden valizini içeriye götürmeme izin verdin?"
Gözlerimi kısarak baktım ona. "Sen neden ayaklarıma kapandın gitmemem için?" Bu kaba bir tabir mi olmuştu? Umursamıyordum. "Sakın bana iyi bir evlat olacağım, annem kızıyordu, babam kızıyordu mavalını okuma. Annende babanda ben geldiğim günden beri dil döküyor sana. O gün mü dinleyesin geldi onları?" Sessiz kaldı, bakışları yere çevrildi. "Dürüst olsana sen," bilmiş bir ifadeyle güldüm. "Bizzat Nazlı ile mi konuştun yoksa onunla konuşan birisini mi dinledin?" Bakışları yüzüme döndüğünde dümdüz bakıyordu suratıma. "Bakma öyle Ali Baran, geleli üç hafta oldu sayılır, az buçuk tanıdım seni. Sen Nazlı'dan bizzat bir şeyleri duymadan gelip de benden özür dileyecek adam değilsin."
"Özür dilerim," diye mırıldandı bakışlarını kaçırarak. "Naz çok geç fark ettim özür dilerim."
"Dile Ali Baran, dile." Omuz silktim. "O ifadeyi ben vermemişken özür dilemiştim Çınar'dan gecenin bir yarısı telefonun ucunda." Kendimi işaret ettim. "Ama bak buradayım." Alayla baktım ona. "Sen dile özrünü, bir faydası oluyor çünkü baksana bana."
Yutkundu. "Eğer elimde olsaydı her şeyi başa sarardım. Nazlı dönsün diye değil, onlar seni bırakmamış olsun diye. Onlara bu kadar kırılmış olma diye."
"Ama elinde değil." derin bir nefes vererek ayaklandım. "Teşekkürler kahve için." Üzerimi silktim. "Var her şerde bir hayır, baksana haftalar öncesinde kıyametler kopan evin içinde sesimi duyurmak için çabalıyorken şimdi küçük bir fısıltıma bile kulak kesilen bir adamın evindeyim."
Onu öylece bırakarak mutfak kapısından içeri girdim. "Of ya," elimle alnıma vurdum. "Keşke o son cümleyi demeseydim. Çenen düştü kızım senin. O çenen var ya asla durmuyor bu evde." Ağzıma vurdum Kırgın Çiçekler Neriman gibi. "Her aklımızdan geçeni dile dökecek miyiz böyle? Salak mısın sen Naz?"
"Kız favori şizofrenim, hangi hayali arkadaşınla konuşuyorsun?" Kapının önünden gelen Yaman'ın sesini duyduğumda yerimden sıçradım. Sırıtarak izliyordu beni. "Geçen de annemler görmüş kalbinle derin bir hasbihal içindeymişsin. Bir dilin bir kalbin, neler oluyor cimcime?"
"Ha ha ha, çok komiksin," yüzümü buruşturdum ona. "Bu kadar espri yapma maazallah gülmekten ölürüz."
Yanıma geldiğinde saçlarımı karıştırdı sırıtarak. "Bu ara konuşamıyoruz, yoğunsun malum. Sekreterin nerede? Bir randevu alayım seninle konuşabilmek için."
"Sekreterim tatile çıktı canım. Süresiz izin verdim kendisine, randevu oluşturamıyoruz bu yüzden."
"Bende zaten sevmem randevu işlerini, giderim çat diye. Biraz da ortalığı karıştırırım ama olsun." Sırıttı en haylaz olanından. "Karizmam var sonuçta."
Dudak büktüm üzülüyor gibi. "Çok üzgünüm ama biri seni fena halde kandırmış." onunla alay eden sözlerime güldüğünde bende ona gülümserken bulmuştum kendimi.
"Dün olanları duydum, psikologa gitmişsin." Bakışlarım aceleyle bahçe kapısına döndü. Baran hala onu bıraktığım yerde yeri izliyordu.
"Kimse bilmesin," diye mırıldandım içeride olan Seher Hanım'ın da duymasından endişelenerek. "Aramızda kalsa olur mu?"
Bakışlarından geçen bir duyguyu fark edebildim ama bu hangi duyguydu anlayamadım. O an biraz garip baktı bana, anlamlandıramıyor gibi. Hayır, anlamış da bu halimi garipsiyor gibi. Bilmiyorum ama bakışları gözlerimi ondan kaçırmama neden oldu.
"Aramızda çitlembik," dedi saçlarımı bir kez daha karıştırarak. "Sana iyi gelsin yeterli, dilim kimseye çözülmez."
"Yaman," diye mırıldandım o an kararsızca. "Sana bir şey sorabilir miyim?"
"Her istediğini." Haylazca güldü. "Aşk hayatım hariç."
Onun bu dediğine gülmek isterdim ancak derdim farklıydı ve bunu engelliyordu.
"Benim bir arkadaşım var," diye mırıldandım ellerimle oynamaya başlarken. "Psikologa gitmiş," kaşları havalandı. "İlaç vermiş doktor ona."
"Olabilir."
"Ama dünkü psikolog buna yetkisinin olmadığını söyledi." Kaşlarım çatıldı. "Yalan mı söylemiş?"
"Dur hemen öğrenelim," derken interneti açan adama sence ben bunu akıl etmedim mi dercesine baktım. O bunu görmediği için, "hayır," dedi ekrana kaşları çatık bakarak. "Yalan değilmiş."
"İşte biz de öğrendik ya bunu, kafamız karıştı. Arkadaşım emin olamıyor ilaçlardan." Yutkundum. "İlaç yazdı çünkü."
Yaman kaşları çatık yüzümün her bir noktasını inceledi. "Hangi arkadaşın o? İsmail mi?"
"Yok sen tanımazsın." Önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına attım. "Şimdi biz ne yapalım?"
"Bu ilaçların ona faydası var mıymış? Yani bilmiyorum daha önce gitmedim psikologa. Belki de bir bildiği vardır, internete bakmamak gerek. Sorunu neymiş ki arkadaşının?"
"Uyumsuz bir çocuk," duraksadım, bakışlarım yere sabitlendi. Uyumsuzdu tabii. Naz nasıl uyumlu olurdu ki? "Ailesi bundan rahatsızdı." Hem de nasıl... "Bu yüzden götürdüler. Aileye uyum sağlayamıyor diye. Diğer çocuklarından farklı diye." Kimi zaman haklılardı ama kimi zaman o kadar haksızlardı ki... "Sonra kabul etmiş kız, gitmişler psikologa." Tüm sorunun bende olduğuna inandığım o an geldi aklıma. Başımı sallamış ve tamam demiştim Mihrimah Akça'ya. Gidelim anne, ne olabilir ki demiştim.
Anne çok şey oldu, aklımı yitiriyorum sandım. Delirdim, beynimin içinde susmayan sesleri duymadığım tek an yoktu. Kendimi öldürmeye çalıştım, her şeyden habersiz sandığın kızın kurtardı beni. Bıraktım ilaçları korktuğumdan, oğlun kolumdan tuttuğu gibi götürdü akıl hastanesine. Sen busun dedi. Hastasın, ait olduğun yer burası. Değildim ama anne, inandıramadım. Oğullarına, kızına, kocana, sana... Hiçbirinize inandıramadım kendimi. Sonra bir sürü ilaç verdiler yine bana. Ruhumu söktüler sanki, öyle bomboş kaldı bedenim. Günlerce kalkamadım yataktan, ruhsuz gibi, sadece bir un çuvalı gibi, çöp gibi kaldım günlerce. Kimsesizdim sanki, biriniz bile bu kıza ne oldu, neden bu kadar ruhsuz, niye kalkmıyor bu kız yataktan demediniz. Deseydiniz fark ederdiniz belki. Canımın yandığını, bir şeylerin yolunda gitmediğini anlardınız anne. Anne... Anne sen annem de değilmişsin ki.
"Sonra yolunda gitmemiş bir şeyler." Durgunluk öyle çöktü ki üzerime konuşamayacağım sandım. Gözlerim yerdeki halıya takılı kalsa da gördüğüm halı değil, yansımamdı. Kırgın gözlerini Akça'lar üzerinden çekmeyen Simay Naz'dı. "Gittikçe daha kötü hissetmiş kendini. Ailesi inanmamış," inanmamaları için bile ilgilenmeleri gerekirdi, onlar bunu bile yapmamıştı. "Doktor ilaç verdi. Reçeteyle falan değil, bildiğin kendi odasında olan ilaç dolabından. Piyasada olan bir ilaç değil ama. Adı sanı bilinmeyen, internette bile hakkında bir bilgi olmayan bir ilaç."
"Piyasada olmayan?" sesini duyduğumda irkilerek ona çevirdim bakışlarımı. Onun varlığını bir an unutmuş, sanki kendi kendime konuşmuştum. "İlaçları getirsene bana," daha dikkatli baktı yüzüme. "Arkadaşın getirsin. Tanıdığım var, o ilacı bir laboratuvarda incelesin. En azından içi rahat eder. Olur mu?"
"İlacı getirsin mi?" İyi de ilaçlar bende değildi ki... Mehmet Akça'nın odasındaydı. Onaylayan bir nida çıkaran adama başımı salladım belirli belirsiz. "Getirsin, söyleyeyim evet." Üzerime çöken durgunluğu fark etmişti. Bu yüzden fazla kalmak istemedim ve teşekkür ederek sırtımı döndüm ona.
Mutfak kapısının önünde koridora çıkmadan hemen önce bana seslendiğinde ona çevirdim bakışlarımı. "Efendim?"
Yüzünde anlam veremediğim bir gülümseme doğduğunda, bakışları göğüs hizama gelen açık bıraktığım saçlarıma değdi. "Saçların bugün çok güzel olmuş."
Yüreğimde hissettiğim ağırlık bir an olsun için hafifledi, yüz kaslarım benden habersiz hareketlendi. Dudaklarımda filizlenen gülümsemenin gözlerime de ulaştığının bilincindeydim. Elim açıkta kalan saçlarıma ulaştığında, "teşekkür ederim." diye mırıldandım.
Onunla ne zaman konuşsam yüreğimdeki ağırlıkların hepsi kuş olup uçuyordu sanki. Yine de yakayı fazla kaptırmamak lazım, ne kadar yükseğe çıkarsam yere o kadar hızlı çakılırım.
😭💖
*19 Şubat*
Bir ev yalnızca ev değildir bazı insanlar için. Dört duvar içinde çatısı olan bir tuğla yığını olarak bakamazlar oraya. Kimisinin çocukluğudur koşup oynadığı, kimisinin yetişkinliğidir dertlerini dibine kadar yaşadığı, kimininse sadece kabusudur.
Bir an durursun, uydurma ya dersin içinden. Onca yılının geçtiği bir ev bir insan için sadece kabus mu olur?
Oluyordu. Belki de o kabusu yaşatan ev değil içindeki insanlardı ama oluyordu işte.
Sadece sokak lambalarının aydınlattığı sokakta karşımdaki eve bakarken dakikalardır bir adım atamamış olmamın sebebi buydu. Bu eve kapıdan da giriyordum, bu eve bu evin bir parçası olarak da giriyordum ama şimdi bu evin bir parçası değildim. Bu evin içindeki insanlarla tek bir bağım yoktu. Giremiyordum eve.
Evin arka kısmında, uzun duvarın karşısında duruyordum. Buradan çıkacak, ağaçların arasından geçip direkt olarak Çınar'ın odasındaki balkona tırmanacaktım. Biraz zorlanacak olsam dahi bunu daha önce yaptığımdan dolayı antrenmanlıydım. Evin kapısından giremezdim, tırmanabileceğim tek yer şu an Çınar'ın balkonuydu.
Kolumu bacağımı kırmadan gidebilirdim inşallah.
Telefonumu cebimden çıkarıp saate baktım. Akşam sekizdi, Akgül ailesi günlerdir uyumadığımı sanarak uyumaya gittiğimi sanıyordu. Kilitli kapının ardında bir boşluk olduğunu bilmiyorlardı. Bu yüzden onlardan gelen bir arama ya da mesaj yoktu.
Asaf atmıştı bir mesaj. Aklımın karışmaması adına açıp bakmamış ve ekrandan silmiştim bildirimi. Eve döndüğümde uyumadan önce ona cevap verirdim ancak şu an önemli işlerim vardı.
Siyah taytım ve üzerime geçirdiğim uzun sweatshirtüm beni sıcacık tutuyor sayılmazdı. Montum ile fazla rahat edemezdim, bu yüzden tam olarak biraz önce çıkarmış ve yere sererek üstüne oturmuştum. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Kahküllerim ise başıma biraz belaydı ama halletmiştim.
"Hadi Naz o ilaçları almadan rahat uyku uyuyamayacağız." diye mırıldandım kendi kendime. "Hasta değiliz, bizi onlar delirtti. Bunu kanıtlamanın tek yolu bu."
Hasta falan değildim, beni onlar delirtmişti. Kanıtlayacaktım. Telefonumu yan şekilde taktığım küçük siyah çantaya attım ve çıkıntılı duvara ilerledim. Çıkıntılar büyük değildi, ayağımın ucuyla basacaktım. Yükselik ise fazla değildi, üç metre olmalıydı. Boyumun 1.68 olduğunu varsayarsak pek de uzun değildi benim için.
Ayağımı çıkıntılardan birine attığımda Pars'ın gizlice beni görmek için geldiği günü hatırladım.
"Nasıl aştın sen bu duvarı?" demiştim merakla. Tamam onun için de uzun bir duvar değildi ama hemen de aşılacak bir duvar değildi.
"Bak yavrum," demişti çıkıntılardan birini işaret ederek. "Ayağımı önce oraya koydum." Yukarıda daha büyük duran çıkıntıyı işaret etmişti. "Daha sonra buradan tutundum. Farkındaysan buradaki çıkıntılar daha büyük, oralardan tutunmak kolay oldu. Zaten birkaç çıkıntıya basmadan ulaştım yukarıya."
Onun gösterdiği yerlere tutundum, gösterdiği çıkıntılara bastım. Bu beni biraz zorladı ancak en sonunda duvarın üstüne çıkabildim. Fark edileceğim korkusu ağır bastığında yüksekliğe bakmadan attım kendimi yere.
"Sikeyim, sikeyim, bu sefer kırık var!" Hem sessiz olmaya çalışmak hem de acıdan kıvranmak zor işti gerçekten. Kolumun üzerine düştüğümden olsa gerek kolum şu an epey acıyordu. Galiba harbiden de kırmıştım.
"Bir ses mi geldi?" Balın'ın korkulu sesini duymak hem panikletmiş hem duraksatmıştı bedenimi. O burada mıydı? Tuğrul abi de buradaydı o zaman.
"Yok amcam," diyordu Barın sevecen sesiyle. "Gelen bir ses yok."
"Abi bende duydum," diyen Çınar'dan şu an daha çok nefret ediyordum. Kulağının dibinde davul çalsan duymazdı, iki dakikada düştüğümü mü duymuştu?
"Ben bir kontrol edeyim." diyen Bartu Akça'yı duyduğumda bir küfür daha mırıldandım. Onun adım seslerine karşıt aynı anda kolumdan çekilmiş ve bir ağacın gövdesine yaslanmıştı sırtım. Çığlık atmaya kalktığımda avcuyla dudaklarımı kapatmış, göğsümün korkudan inip kalkmasına neden olmuştu karşımdaki adam.
"Yakalanmak isteseydim kapıdan girerdim," diye homurdandı sessizce Yaman. Karanlıkta kaldığımız için Bartu Akça ışık açmadan bizi göremezdi. Sırf Balın ikna olsun diye bakmış gibi yapacağına emindim. "Puşt," Bartu'ya bakarak küfreden Yaman doğrulamıştı beni. "Evde küçük çocuk var, ya bizim yerimizde başkası olsaydı? Ne olursa olsun müstehak bu andavallara. Bir tek o kıza yazık yemin ediyorum."
Elim bileğine çıktığında ağzımın üzerindeki elini indirdim. "Sen ne yapıyorsun burada?" diye fısıldadım kaşlarımı çatarak.
"Sen ne yapıyorsan onu." Karanlıktaydık ancak karanlık onun kahverengi gözlerini göremeyeceğim kadar fazla değildi. Kahvelerinde dolaşan öfkeyi görebiliyordum çünkü. "Bir daha yalan söylerken geri zekalı olmadığımı hesaba katarsın."
"Yaman-"
"Sonra." dedi kelimenin üstüne bastırarak. "İlaçlar nerede?"
Sertçe yutkundum. "Odasında."
"Dolaylı tümleç yavrum, dolaylı tümleç." dedi hâlâ bir gözüyle etrafı kolaçan ederken. "Amına koyduğumun evinde kedi gibi doğurmuşlar, kaç kişiler belli değil. Kimin odasında?"
"Mehmet Akça'nın." Bartu çoktan gitmiş bir şeyler olmadığını söylemişti diğerlerine. Onların sesine karışan Nazlı'nın sesini de, Mihrimah Akça'nın sesini de duymuştum. "Çınar'ın balkonuna tırmanmamız gerek."
"Mutfak kapısı var bahçeye açılan, niye oradan girmiyorsun?" Eli üstüne düştüğüm koluma çıktı. "Bir yerlerini kırmaya fazla meraklısın."
"Çalışanlar var," diye homurdandım ona. "Ne yapabilirim acaba?"
"Etrafı kontrol edebilirsin, çalışan falan yok." bir kez daha bakındı etrafa. "Gel benimle." Kolumdan tutarak beni ilerlettiğinde adımlarımız temkinli ve hızlıydı.
"Yakalanırsak bunu açıklayamayız," derken etrafı kontrol ediyordum. O kapıyı dışarıdan nasıl açmıştı hiçbir fikrim yoktu ancak açtığı kapıdan içeri girerken beni de çekiştirmişti.
"Yakalanmayız o halde." Gözlerimi devirdim. Dediği çok kolaydı sanki.
Yine de bulunduğumuz durum yüzünden hızla çarpan kalbime güven ektiğinden midir bilinmez biraz daha rahat hissediyordum kendimi.
"Merdivenlerden çıkacağız," dediğimde başımı kapıdan eğip kontrol etmeyi unutmadım. Evde kimse yoktu. Bir an merakla merdivenlere gitmek yerine salon kapısına gittim ve içeriye bakındım. Kimse yoktu, her şey yine aynı düzendeydi ve ben buna değil salonun büyük camlarından gözüken aileye bakıyordum. Çınar Nazlı'ya sarılmıştı, Barın onun bir diğer yanında oturuyordu ve diğerleri karşılarında otururken Balın ortalarında bir şeyler anlatıyordu. Her ne anlatıyorduysa hepsini keyiflendirmiş olmalıydı, gülüyorlardı.
"Ne kadar mutlular değil mi?" Hemen ardımdan gelen adamın sesiyle irkildim. Yine de ona dönmediğim süreçte elini omzuma çıkardı. "İşte bu yüzden önümüze bakmalıyız Naz. En az onlar kadar mutlu olmayı hak ediyoruz." Boğazını temizledi. "Yakalanmadan gitmemiz gerek, hadi abisi."
Başımı belirli belirsiz sallayarak merdivenleri çıktık. İkinci katta, Mehmet Akça'nın çalışma odasının bulunduğu kata geldiğimizde bizimkilerden ayrı bir ayak sesi duydum. Bakışlarım korkuyla Yaman'a döndüğünde aynı hızla onu hemen önünde durduğumuz Bartu Akça'nın odasına çekmiştim. Herkes bahçedeydi ancak Kutay Akça, Mehmet Akça ve Tuğrul abi gözükmüyordu. Gelenin hangisi olduğunu ise kulaklarımı hemen kapıya yaslayarak anlamaya çalıştım.
"Yanlış bir şey söylemedim," diyordu Kutay Akça. "Benden ne istediğinizi anlayamıyorum. Neyi tercüme etmemi istediyseniz ettim, neler oluyor?" Sesi merdivenlerden indiğinden olsa gerek azalmaya başladığından rahatça bir nefes vererek neredeyse odanın ortasına fırlattığım Yaman'a baktım. Onun bakışları yatağın hemen yanında duran komodinin üzerinde duran fotoğrafa bakıyordu.
"Yaman," diye fısıldadım dikkatini bana çevirsin diye ama nafileydi. Fotoğrafa bakıp duruyordu sadece. "Yaman hadi!" diye fısıldadım ama o beni dinlemek yerine fotoğrafa doğru adımladı.
Derin bir nefes verdim sinirle. "Yaman Allah aşkına gitmemiz gerek!" diye fısıldadım ancak o telefonunu çıkarmış ve fotoğrafı çekmişti.
O an fotoğrafı daha net gördüm. Hepimizin bir arada olduğu bir fotoğraftı. Bahçedeydik. Bartu Akça, Elif Akça ile yan yana dikiliyor ve ikiside birbirlerinin kafasının üzerinden iki parmağını gösteriyordu. Yüzlerinde kocaman bir gülümseme varken ikisininde yüzünde çikolata kalıntıları vardı. Yusuf abimin çikolata zulasını patlatmışlardı muhtemelen.
Aynı karede Kutay Akça oturduğu yerden elinde olan kitabı tutuyorken kameraya ters bakışlar atıyor, Çınar Barın'a öfkeyle bakıyor ve Barın ona omzundaki ben ile bilmiş bakışlarını atıyordu. Yüzümde Barın'ın beni omzuna almasının sevinci, yüksekte olmanın heyecanı yansımıştı, gülüyordum.
Yusuf abim babamın onun için aldığı barfiks çubuğunda üstü çıplak bir halde barfiks çekiyordu. Yüzünde kendini beğenmiş bir gülümseme vardı ve fotoğrafının çekildiğinin farkında olarak bakmıştı kameraya.
Çocuktuk, mutluyduk. Yusuf abim evden gitmemişti, kimse bana düşmanlık hissi beslemiyordu ve ben onlarla deli gibi eğlenebiliyordum.
"Yaman," diye fısıldadım tekrardan. "Gidelim."
O anıların bir anlamı kalmamıştı, bu fotoğrafın burada olmasının bir anlamı kalmamıştı, hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı. Onca şey olmuştu ve ben yalnızdım. Hâlâ da öyleydim ve anlamı kalan tek şey vardı.
Ondan da günler sonra ayrılacaktım zaten.
"Gidelim," diye tekrarladı beni. Başını salladı. Koridoru kontrol ederek odaya gireceğim sırada Yaman kapının kulpuna uzanan elimi tuttu. Bakışlarım sorguyla ona döndüğünde işaret parmağını dudaklarına yasladı.
"Amca yapma," diyen Tuğrul abiyi duyduk o sırada. "Bu yüzden mi çağırdın beni? Kızımı sırf bunları duymak için mi uyutmadım ben?"
"Tuğrul beni karşına almak istemezsin," diyen Mehmet Akça'nın sesi sertti. "Hem de her şeyden habersizken bunu hiç istemezsin."
"Bu yüzden mi Yusuf'a da sırtını döndün?" Konu neydi bilmiyordum ama Tuğrul abi sinirlenmişe benziyordu. "Amca-"
"O kızın yanında olmayacaksınız!" Sesi gür çıktı Mehmet Akça'nın. "Şakam yok Tuğrul, duydun mu beni oğlum?"
"Sen Naz yüzünden mi göreve gidecek olan oğlunla konuşmadın? Haftalarca ve belki de aylarca göremeyeceğin, yaralanma daha da kötüsü şehit olma ihtimali olan oğlunla bu yüzden mi konuşmadın? Hem de son olanlardan sonra o sana bir adım atmayı seçmişken!"
"Bu seni ilgilendirmez," dedi bir kez daha o gür sesiyle. Muhtemelen kaşlarını çatmış, dişlerini sıkarak konuşuyordu onunla. "Simay bir Akça değil, o kız bizden biriyle göz göze bile gelmeyecek artık."
"Çıldırma!" diye bağırdı Tuğrul abi. Sesi sanki şoka girmiş gibiydi. "Dur amca artık, çıldırma! Onu tanımadığın insanların arasına bıraktın bir anda, kimsesiz kaldı! Şimdi de gaddar gibi ona iyi gelecek bir bakışa bile engel mi olacaksın?" Bir şeyin yerde parçalanma sesi kulağıma ulaştığında gözlerim sadece kapıda, yüreğimde oluşan hayal kırıklığıyla dikiliyordum. "Savaş açmaya çalıştığın 17 yaşındaki bir çocuk! Çocuk amca! Kanadını kırdığın bir kız çocuğu!"
Burada böylece durmak tehlikeliydi. Belki de geri dönmeliydik. Belki de ben söyledikleri gibi bir deliydim, hastaydım, tedavi olmam gerekti.
Gitmek istiyordum.
"O çocuk dediğin benim evimi dağıttı!" Adımlarım gitmek için harekete geçemeden bağıran o öfkeli ses bir an gözlerimi doldurdu. Neden bilmiyorum ama bir anda gözlerim öyle çok doldu ki önümdeki kapı artık bulanıktı. "Kızımın yuvasını bozdu, oğullarımın işini, okulunu, düzenini mahvetti! Çınar'a tacizci damgası yapıştırmaya kalktı!" Bir gerçeği haykırır gibiydi ses tonu. Tuğrul abinin onu anlamamasına öfkeliydi belki de.
"Yapma amca," inanmıyor gibiydi Tuğrul abinin sesi. "Bu kadar kalbini taşa bağlama, o daha 17 yaşında. Çocuk, cahil, bilmiyor bir şey. Sen onu kolunun altına almak, ona doğruyu göstermek yerine onu kapı dışarı ettin. O kız çocuğunun vebali binecek omzuna, görmüyor musun?"
"Ya bizim vebalimiz?" sorusu bedenime buz kestirdi. "Siz ne bildiğinizi sanıyorsunuz?" alay vardı ses tonunda. Alayın arkasına gizlenmiş öfke bir an onu sessizleştirdiğinde omzuma çıkan el Yaman'a aitti biliyordum.
Ama bu sefer onun dokunuşları bile rahatlatmadı bedenimi.
"Yılda birkaç kez bu eve gelmekle ne bildiğinizi sanıyorsunuz? Simay sizi seviyordu, sizi sadece birkaç gün görüyordu, size öfke de nefrette beslemiyordu." Tuğrul abinin inatçı, kabul etmeyen mırıltısını duysa da pek umursamamıştı muhtemelen. "Ona sor, yanına son kez gittiğinde ve onun yanına bir daha gitmeyeceğini söylemeden hemen önce ona sor," Tuğrul abi, "amca!" dedi itiraz edercesine ancak Mehmet Akça onu umursamadı yeniden.
"Sor ona Tuğrul. Yaptığımızın kalbini kırdığını anlatacak, bizi sevdiğini, özlediğini, bize kırgın olduğunu anlatacak ama nihayetinde bizden nefret ettiğini duyuracak." Bu sakladığım bir gerçek değildi. Onlardan etimle kemiğimle nefret ediyordum. Bana yaşattıkları hiçbir şeyi unutmayacaktım. Delirdiğimi sanıyor olduğumu, yapayalnız bir yatağın içinde ruhsuz gibi, bir ceset gibi duruyorken annemin saçlarımı okşamasını ve her şey geçecek demesini beklediğimi unutmayacaktım. "Ve söylediği son cümle sadece gerçekliğe ait olacak."
"Amca-"
"Sen babana açıkça ondan nefret ettiğini söyleyebilir misin Tuğrul? Annene iğrenç bir kadın olduğunu?" Omzumdaki el farkında mıydı bilmiyorum ama omzumu sıkmaya başlamıştı. O bunun gerçek olduğunu mu düşünüyordu?
Kavga esnasında herkes her şeyi söylerdi. Beni bu yüzden suçlayamazdı.
"Kardeşlerinin canına kasteder misin Tuğrul?" Gözlerim titreşti ve bir göz yaşı gözümden yanağıma doğru düştü. Ben kimsenin canına kastetmemiştim. "Elif intihar etmeye kalktığında bunun sebebi Simay'dı. Bartu itibarını kurtarmaya kalktığında, Kutay vefat eden dedesinden kalan son eşyanın parçalarını birleştirmeye çalıştığında, Barın ve Çınar eğitim hayatlarında yaşıtlarına rağmen geriye düştüklerinde ve yapabileceklerinin daha fazlasını yapma fırsatları varken yapamadıklarında bunun sebebi Simay'dı." Güler gibi bir ses çıkardı. Kalbim kasıldı. "Ve bunların hepsi onun kuruntuları yüzünden oldu."
"Amca..." Nefeslendi ancak tek kelimesi bile yüzündeki şaşkınlığı ele veriyordu. Karmaşık bir ifadeye karşısındaki adama baktığına emindim.
"Kafasında kuruyor, çok fazla Tuğrul. Durduramıyorsun. Durdurulamıyor ve o asla kabul etmiyor. Gerçek olarak kabul ediyor, saldırıya geçiyor. Hepimizi mahvetti."
Bir yutkunuşun sesi duyuldu. Arkamdaki adam mı yutkunmuştıu duydukları karşısında yoksa odanın içinde olan, göremediğim o adam mı?
"Bu yüzden mi psikologa götürdün onu?"
"Evet. O da düzeltmedi onu. Hastalığı bir an olsun dinmedi. Hatta daha da ilerledi, daha da yaktı, daha da yıktı. Buna rağmen ona karşı fazla iyimserdik oğlum."
"Amca bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamış olmalısın." Diyen adamın sesi durgun geliyordu. "Her ne olursa olsun o ilaçların Simay'a iyi gelmediğini görmemiş olamazsın."
"Gördüm." Tek kelime. Karnıma sert bir darbe almışım gibi hissettiren, tüm vücudumun kasılmasına neden olan tek kelime. Görmüştü. Görmüş ve bir an olsun umursamamıştı. "İyi değildi."
"Ama?"
"Ama biz iyiydik." Sessizlik bir kurşunun çıkardığı ıslık sesiyle kalbime saplandığında ayaklarım habersizce birkaç adım gerilemişti. Üç kelime gözyaşlarımın akması için yeterliydi. Ama onlar iyiydi, bu yüzden beni o halde görmek onlar için zor olmamıştı. "Bize saldıran, kafasında kuran birisi yoktu."
"Kafasının içindeki seslerden bahsetti, bu ilk gittiği psikiyatristte mi oldu?" Adım sesleri duyuldu kısa bir süre. Ardından sandalyenin yere sürtünme sesi geldiğinde ikisinden birinin sandalyeye oturduğunu anlayabilmiştim. "Bu yüzden mi onu akıl hastanesine yatırmaya kalktınız?"
"Evet," sıkıntılı bir nefes verdi Mehmet Akça. "Engel olmasaydın böyle olmazdı. Doktoru onun şizofreni olabileceğini söylemesine rağmen engel oldun!" Bu konuda hâlâ ona kızdığını gizlemiyordu.
Buna engel olan Tuğrul abim miydi?
"Engel olmasaydım daha o zaman mahvedecektin o kızın hayatını! Siciline işlenecekti!"
"En azından hasta olmazdı!"
"Değilim," diye mırıldandım gözlerim kapıda, koridorun ortasında öylece dikilirken. Hasta değilim baba. Ben hiçbir zaman hasta olmadım.
Babam da değilmişsin ki. Ondan mı inanmıyorsun bana?
"Abi?" Bakışlarım korkuyla sağ tarafıma döndüğünde kaderimin aynı çizildiği kızı çatık kaşlarıyla bize bakarken buldum. Bakışları bir abi dediği Yaman'a bir de bana döndü. Şaşkınlığı yavaş yavaş öfkeye bıraktığında, "siz burada ne yapıyorsunuz?" dedi bana bakmadan, direkt abisinin gözlerinin içine bakarak.
Öldük hasretinizden o yüzden geldik desem inanır mıydı? Yanımda Baran olsaydı kesin inanırdı, keşke beni takip eden Ali Baran olsaydı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |