26. Bölüm

26. Yeni Öğrenci

Neseli Gezgin
neseligezgin

🎀

Düşman dediğin sana uzak yerden gelmez. Bizzat aynı masada oturduğun, anılarını paylaştığın, dost dediğin kişidir düşman. Oysa dost demişsin, ne kadar zıt düşmanla değil mi?

Değildi. Konu içinde bulunduğumuz hayatsa, kesinlikle değildi. Kanlı bıçaklı olduğun düşmanın dost, dostun sandığın düşmanın çıkıyordu.

Nazlı ne dosttu ne de düşman. O sadece aynı kaderi yaşadığım bir insandı. Aramızda şanslı olandı, sevilendi, özlenendi. Bunun ona getirdiği anlamsız duyguları umursayarak ona düşman olacak değildim.

Benimle aynı sürede ve benden sadece birkaç gün önce bu eve gelmiş, bu evde yaşamıştı. Benden nefret ediyor gibi durması normaldi, bu evin duvarları dile gelse bana nefretlerini haykırırdı, öyle bir meseleydi.

Nazlı'nın odasındaydık. Hiç utanmadan yatağının üstüne yayıldığımda karşımda duran abi kardeşi izliyordum. Nazlı'nın öfkesinin nedenini anlamış değildim ancak evin hepsi bana nefret beslerken onun da iyi duygular beslemeyeceğinin elbette ki farkındaydım.

Ayrıca İso'nun söylediklerini unutmamıştım. Benim hakkımda insanlara anlattığı şeylerden dolayı Pars'ın ona bağırıp çağırdığını da. Neyse, bunlar önemli meseleler değildi.

"Bana ulaşmak istiyorsan arasaydın, abi!" kaşlarını çatmış, son derece ciddi olan yüz ifadesiyle abisine bakıyordu. Yaman da onun gibi kaşlarını çatmış, kardeşine muhtemelen aynı duygularla bakıyordu. Göz bebeklerine bile yerleşen tek bir duygu tanıdıktı. Özlem. Onu, biricik kız kardeşini özlemişti. "Onu yanında nasıl getirirsin?! Arasaydın yanına gelirdim!"

İstemsizce kıkırdadım. Yaman'ın kendisi için geldiğini sanıyor olması komiğime gitmişti.

Kıkırdamam onu rahatsız etmiş gibi öfkeli bakışları bana döndü. "Komik bir şey mi var?"

Rahatımı hiç bozmadan, yüzümdeki alaylı gülümseme ile başımı salladım. "Sırf ben yakalanmayayım, başım derde girmesin diye arkamdan gelen abinin senin için geldiğini sanıyor olman biraz komikti."

"Naz." Yaman'ın uyarırcasına çıkan ses tonuna kocaman sırıttım.

"Sustum," ağzıma fermuar çeker gibi yaptım. "Siz utanmayın, ne olur devam edin abi kardeş hesaplaşmanıza."

Ters bakışlarıyla bana bakmaya devam etti Yaman. Nazlı ise beni çok sevdiğinden olsa gerek sözümü dinlemiş ve abisine dönmüştü. "Doğru mu diyor?" Yaman'ın bakışları ona döndü. "Benim için gelmedin mi?"

"Önemi var mı?"

"Yok mu abi?"

Yaman ne kadar özlesede buz gibiydi Nazlı'ya karşı. "Yok," derken bile bir an tereddüt etmemişti.

"Bana kızgınsın," şimdi onunda sesi kırgındı. "Abi haklısın, gerçekten ama beni de anla." Suçlar gibi işaret parmağıyla beni işaret etti. "Onun geride bıraktığı bir enkaz varken iki tarafa da yetemezdim!"

"Sana kızgın falan değilim," diyen adamın içten içe ona sarılmak için can attığını bilmesem söylediklerine inanırdım. O kadar soğuktu ki aynı şekilde benimle konuşsa sanırım odaya girer, kapıyı kilitler ve hayat bitmiş gibi sadece yatakta uzanırdım. Beynimin içinde neden sürekli böyle olduğu dolanırken bunun için kırıldığımı da gizleyemezdim.

Neyse ki benimle böyle konuşmuyordu.

"Abi-"

"Nazlı uzatma, kızgınlık falan yok. Sen ailene alışmaya çalıştın, bende kardeşime alışmaya çalışıyorum. Bu seni kızdırdı mı?" Nazlı bana alıştıkları gerçeğini duymayı beklemiyor gibi şaşırdığında, "beni kızdıran bir şey yok." diye devam etti Yaman.

"Ona alıştın mı?" Dudaklarımı yine gülmemek adına birbirine bastırdığımda odanın her bir köşesini inceliyor, onlara bakmamaya çalışıyordum.

"Evet." Ben yokmuşum gibi konuşmaları da ayrı bir ironiydi bu arada.

"Onu tanımıyorsun bile!" diye bağırdı birden. İrkilmeme neden olduğunda bakışlarımı ona çevirdim. Yüzündeki o büyük öfkeye denk gelmek bir an afallattı beni. O beni ne kadar tanıyordu da Yaman'a kızabiliyordu? "Onun neler yaptığından haberin bile yok! Herkesin hayatını mahvetti! Görmüyor musun buradaki insanları abi!?"

"O sesini kıs."

"Bu mu derdin?!" daha gür bağırdı Nazlı. "O Çınar'a iftira attı! Ya aynısını Ali abime yaparsa, bunu hiç mi düşünmüyorsun?!"

"Ali Baran Asaf'ın kız kardeşine mesajlar atmaz sanırım," derken alaylı bakışlarım çok da uzun olmayan, bordo renk tırnaklarımdaydı. Yüzümde bir bilmiş ifade oluştuğunda bakışlarımı Nazlı'ya çevirdim. "Ya da Ali Baran bir köşede üçe tek bir şekilde Asaf'ı sıkıştırıp dövmezdi, değil mi?"

Yüzüne anbean oturan şaşkınlığı izledim. "Asaf mı? Asaf ile kavga eden Çınar mıydı? O mu yaptı?"

"Nasıl arkadaş bunlar kardeşim, hiç de olanları konuşmuyorlar?" Omuz silktim. Bakışlarım Yaman'a döndüğünde bizden bıkmış gibi derin bir nefes verip yatağın bir ucuna oturdu. "Gerçi konuşsa burada bir aptal gibi iftira attığımı söylemez, o ifadeyi verenin Asaf olduğunu bilirdi."

"Asaf öyle bir şey yapmaz, yalan ifade vermez!" dedi kendinden emin ifadesiyle.

"Asaf ile tekrar tanışmanı öneririm." Kıkırdadım alayla. Bu onu daha da çileden çıkardığında, "ona inanıyor musun?" diye sordu abisine. "Asaf'ın böyle bir şey yapacağına inanıyor musun abi?!"

"Niye yapmasın? Asaf babamın oğlu değil Nazlı, herkes her şeyi yapabilir."

"Hasta bu kız!" Diye bağırdı can havliyle. Asaf'ı suçlamak onun son raddesiydi sanki. Kaşlarım çatıldı onu izlerken. "Nasıl inanırsın ona?! İlaçlar kullanmış, hastaneye yatırılacakmış! Aklı yerinde değil görmüyor musun? Hasta o, nasıl inanırsın ona? Asaf böyle bir şey yapmaz, kendini savunmak için ona iftira atıyor! Bunu nasıl görmezsin?!"

"Hastayım," güldüm ancak keyifli olduğum söylenemezdi. "Aklından hasta olan bir insan birisine zarar verdiğinde ceza almaz," gözlerimi kısarak baktım ona. "Bunu biliyor muydun?"

"Naz-"

"Beni tehdit mi ediyorsun?" dedi abisinin sözünü keserken.

"İstediğin şekilde algıla." derken doğrulmuştum çoktan. "Canımı sıkmaya devam edersen duyduklarınla değil yaşadıklarında karşı çıkacaksın abine."

"Bana açık açık zarar vereceğini söylüyor," diyen Nazlı şahit ister gibi abisine dönmüştü. "Abi görmüyor musun?"

"Hasta olduğumu kanıtlamak için can atan ailen sana zarar verdiğimde akıl hastası olmadığımı iddia edecek. Kim bilir bu sefer de cezamı almam için gerçekten hasta olmadığımı öne sürerler." Dudak büktüm. "Hasta mıyım değil miyim şimdi? Anlamadım ya."

"Yeter bu kadar!" Yaman'ın sert sesi temkinliydi. Bu kadar bağırış sesine kimsenin gelmemesi herkesin bahçede olmasından kaynaklı olabilir miydi? Ayaklandım Yaman Nazlı'ya bir şeyler söylerken. Pencereye fazla yaklaşmamaya çalışarak bahçeye baktığımda Tuğrul abi ile Mehmet Akça'yı da diğerlerinin yanında görebilmiştim. Kutay Akça da aşağıda, Balın'ı kucağına almıştı.

"Her neyse," diye mırıldandım odadaki iki insana kulak asılmadan, kapıya ilerlediğimde. "Siz abi kardeş dertleşin, ben ilaçları alıp gidiyorum."

Hemen arkamdan gelen adım seslerinin Yaman'a ait olduğunu bilerek kapıyı açtığımda o adım seslerini durduran benim sesim değil, kız kardeşinin sesiydi.

"Abi," diye seslendiği anda duran adımlar peşimden gelmeyi bıraktığında yüzümde bir gülümseme doğdu.

Benim için attıkları her adımı bir seslenişle durdurabilecek bir kız kardeşleri varken bu aileye kendimi ait hissedecek kadar delirmemiştim.

🌸 

*20 Şubat*

Bir varmış bir yokmuş, aslında elinde kalan hiçbir şey yokmuş. Kendimi kendisinde olmadığı için komşuya onluk almaya giden ancak komşusunun sıfır olduğu basamak gibi hissediyordum.

Beynim ağrıyordu, sabahın bir körü okula gelmeyi reddediyordum. İlknur denen kadından dayak yemeyi ise kesinlikle doğru bulmuyordum.

"Hocam Allah aşkına," diye bağırdı birisi. Duvar kenarında en arkada oturuyordu. "İlknur hoca kızın burnunu kanattı! Sonra da bize kızdı suçluymuşuz gibi!"

Bakışlarım İlknur'un kurbanına, Sümeyye'ye çevrildi. Aslında İlknur'un yaptığı bir şey yoktu, forma kontrol sırası ondayken Sümeyye ondan çok fazla korktuğundan burnu kanamıştı. Gerçekten.

Kadın bir şey yapmış olsaydı kesinlikle bu kadar sakin kalmazdık.

"Sorununuzu anlayabiliyorum ancak dersi kaynatamazsın Ata," dedi matematik öğretmenimiz, gözlüklerini düzelttikten hemen sonra. "Bunu daha sonra vaktimiz olduğunda konuşalım."

"Hocam kız ölse önce ders diyeceksiniz," diye homurdandı aynı çocuk. "Sizi bu tutumunuzdan dolayı sınıfça kınıyoruz."

"Sümeyye bile bu kadar sorun etmedi," dedi Zeliş alayla ona bakarak. "Matematiği sevmediğini biliyorum ama izin ver de biz dinleyelim."

"Hay hay, Zeliş'ciğim." Yüzüne kondurduğu yamuk gülümseme Sümeyye ile göz göze gelmemize neden oldu. ikimizinde yüzünde imalı bir gülümseme doğduğunda çocuk devam etti. "Lütfen derse odaklan, engel olmayacağım."

"En azından birinin sözünü dinliyorsunuz," diye trip atan öğretmen ile kıkırdamıştım sessizce. Dakikalar sonra zil sesi onun derse devam etmesini engellerken homurdanarak eşyalarını topladı ve sınıftan çıktı.

Zeliş ve Sümeyye anında yanıma geldiğinde yan sınıftan birisinin dedikodusunu ateşlemişlerdi. Ne kadar tanımasam da onlara olabildiğince eşlik etmiştim.

"Ay yine geldiler," Sümeyye'nin sesiyle bakışlarımız onun gibi sınıf kapısını buldu. Bizim süper beşli sınıfa giriş yapmışlardı. "Erkeklerin hepsinden bıktım yalnız."

"Eyvallah çiçeğim," dedi Selim onun yanına oturup kolunu omzuna attığında. "Neler yaptınız?"

"Ders çok sıkıcıydı," diyen Zeliş omuz silkti. "Ata'ya hak vermemek elde değil."

"Tabi," dedi Asaf yüzünde imalı bir gülüş varken. Bakışları kısa bir süre Baran'a ardından Zeliş'e döndü. "Haklıdır Ata da... Bu Ata geçen sene senden hoşlandığını söylememiş miydi?"

"Öyle mi olmuştu?" kaşlarını kaldırarak Zeliş'e dönen Ali Baran ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Onun dikkati tamamen Zeliş'e döndüğünde Asaf elini uzatmıştı onun arkasından. Sırıtarak ayaklandığımda kısaca eline dokunmuş ve hemen geri çekilerek sınıf kapısına ilerlemiştim.

O da hemen arkamdan gelmeden önce bize sırıtarak bakan Sümeyye'yi maalesef görmüştüm...

"Dün akşam mesaj attım," diyen Asaf ile bahçeye çıkmak için merdivenlerden iniyorduk. "Uyumuş muydun erkenden? Bu aralar uyuyamıyorsun diye yazarsın sanmıştım, bekledim biraz."

Sadece bu ara değil, bu eve geldiğimden beri uyuyamıyorum ama sen bilirsin, demedim tabii. Yine de uyuyamadığım saatleri onunla mesajlaşarak geçirmek güzel bir histi.

"Uyumadım aslında," bu sorunumdan ona bahsetmek istemedim ama yalan da söylemek istemedim. Tuhaf bir ikilemin içinde kaldığımda, "yalnız kalmaya ihtiyacım vardı, Yaman ile dışarıdaydık." Söylediğim cümlenin tezatlığına güldüm. "Ben yalnız çıkmıştım ama Yaman'ı benden iyi tanıdığına eminim, takıldı işte peşime."

Gülümsedi. "En doğrusunu yapmış, bazen insanı yalnızlık da yaralar." İçimi okumuş gibi aniden kurduğu cümle beni duraksattığında birkaç adım atmış ancak yanında olmadığımı fark edince arkasına dönmüştü. "Ne oldu?" Kaşları havalandı. "Gelsene."

Başımı salladım belirli belirsiz. "Anlatsana," dedim bahçeye çıktığımızda içime derin bir nefes çekmeden önce. "anneni, babanı, kardeşini... En çok da kendini. Mahallede sürekli yan yanayız ama sadece bir kez yalnız kaldık." Duraksadım. "Birbirimizi tanımak adına sadece bir kez dersem daha doğru olur." Kıkırdadım. "Onda da film izledik zaten, şimdi anlat kendini biraz."

Bizim sınıfın penceresi arka bahçeye baktığından ön bahçede kalmak en doğrusuydu. Boş banklardan birine oturduğumuzda o yönünü bana çevirmişti tamamen.

Derin bir nefes aldı. "Peki," dedi uzatarak. Yüzünde yine ona çok yakışan gülümsemesi vardı. "Annem İclal, hemşire kendisi. Babam Hasan, fabrikada çalışıyor. Kız kardeşim Nilgün, bizden iki yaş küçük. Başka da kardeşim yok zaten."

"Sen peki?"

Soruma güldü seslice. "Ben Asaf, on sekiz yaşındayım, hedefim hukuk fakültesi. Yarışmaya Adana'dan katılıyorum."

Kıkırdadım. "Peki Asaf Bey nelerden hoşlanır?" Bende ona döndüğümde yüzümde onunla konuşmaya başladığımdan beri silinmeyen bir gülümseme vardı.

"Senden dersem beni şurada on tur koşturursun gibi hissettim," düşünür gibi olduğunda bakışlarım yüzünü inceledi. Hafif kemerli burnunu, yüzünün her yanına dağılmış ve dikkatli bakılmadıkça belli olmayan çillerini, hafif dolgun dudaklarını... O an bir elektrik çarpmış gibi aceleyle bakışlarımı ela gözlerine çevirdim. "Asaf Bey film izlemeye, şarkı dinlemeye ve resim yapmaya bayılır." dedi aklımdan geçenlerden habersizce bakışlarını bana çevirerek. "Ama sorular karşılıklı, Naz Hanım. Siz de sorduğunuz sorulara cevap vereceksiniz."

Kabullenerek başımı salladığımda, "Naz resim yapmaya bayılır." dedim anında. "Kahve içmeye, uyumaya, kitap okumaya..." Heyecanla ona döndüm. "Kütüphanem vardı biliyor musun? Odamın bir kısmı full kitaplarımdı, çok güzeldi Asaf! Keşke sana onları gösterebilsem." bunun olmayacağını bildiğimden omuzlarım düştü, hevesim kaçtı. Yine de onunda modunu düşürmemek için gülümsedim. "Gerçi yarısını sevmezdin sen kesin. Klasik değiller çoğu."

"Sümeyye'nin okuduğu kitaplardan mı?" Omuz silkti. "Onun gösterdiklerini sevmemiştim ama belki de ihtiyacım olan senin göstermendir."

Allah'ım şov yapıyor, şov diye bağırdı içimden bir ses. Kalbinle zorum var diyor!

Tepki vermediğimi görünce kıkırdadı. "Tamam tamam sustum. Başka soru yok mu?"

Düşündüm birazcık. En klişe soru geldi hemen aklıma. "En sevdiğin renk?"

Gözlerimden ayırmadı gözlerini. "Yeşil."

"Ya hile yapma!" gözlerimi devirdim ona. "Sırf gözlerim yüzünden diyorsun!"

"Alakası bile yok." Omuz silkti. "Ben mi dedim kızım sevdiğim rengi gözlerinde taşı diye? Allah Allah ya."

"Hadi be oradan, yalancı." Gözlerimi kısarak baktım ona. "Hep böyle romantik olmaya çalışmalar falan... Kusacağım şimdi şuraya göreceksin."

"Romantizme gelemediğini fark ettim zaten Bayan Odun," diye homurdandı. "Ama bunda romantizm falan yok, yeşil seviyorum ben. Yeşili sev doğayı koru. Yeşili de seviyorum, doğayı da koruyorum."

"Yere attığın çöp ile koruyorsun doğayı," gözlerimi devirdim. "Yalancı Çoban seni."

Yüzünde keyifli bir sırıtış oluştu. "İnsan flörtüne yalancı çoban demez, ayıp."

"Seninle flört etmiyorum," dedim kollarımı göğsümde bağlayarak. Ters ters baktım ona.

Bankta biraz daha yanaştı bana. "Ne demek etmiyorum?" Kaşları çatıldı. "Flört değil miyiz biz?" Cevap vermedim ona. "İyi bu saatten sonra et o zaman."

Bir kez daha göz devirdim ona. "Emredersiniz beyefendi," diye homurdandım bahçedeki öğrencileri izlerken.

"Filmin ikinci sezonu duruyor," dediğinde ona çevirdim bakışlarımı tekrardan. "İzlemeyecek miyiz?"

"İzleyelim." Dudak büktüm. "Piknik yapardık, o arada da izlerdik ya. Yaz gelse hemen keşke. Bıktım soğuklardan."

"Yapalım yine pikniği, bir şey olmaz."

Kaşlarım havalandı. "Bu soğukta mı?"

Onaylar bir mırıltı çıkardı. "Evet, bir şey olmaz. Çardakta otururken etrafına streçle çeviririz. Ayrıca artık o kadar da soğuk değil, akşama doğru hissettiriyor soğukluğu ama gündüzleri o kadar da üşütmüyor."

O an ikimizinde aklına aynı şey gelmiş gibi duraksadığımızda, "sadece ikimiz." kelimeleri döküldü dudaklarımızdan. Aynı anda konuşmamız onu gülümsettiğinde başını salladı. "Diğerleri piknik yapmak için yazı bekleyebilirler." dedi onaylayarak.

Başımı salladım. Hep birlikte yapılan bir pikniği düşündüm birkaç saniye. Hepimizin olduğu... Her türlü kaos ile bitiyordu piknik. Bu yüzden hiç gerek yoktu.

Zil sesi çaldığında geri sınıflarımıza döndük. Bir sonraki teneffüslerde de Ali Baran'ı oyaladı kızlar, biz Asaf ile bahçeye çıktık. Baran arkasından çevirdiğimiz dümeni anlamadı, bir günü de mutlu bitirdim.

Buraya kadardı ama. Önünde durduğum bu yere kadardı. Yalnızdım, Ali Baran'ı eve göndermişken İso ile buluşacağımı da iletmiştim kendisinden Seher Hanım'a. Buraya geldiğimden kimse haberdar değildi.

Nasıl bir cesaretti bendeki bilmiyordum. Belki de buraya gelmemde cesareti veren onun ilaç yazamıyor oluşuydu, bilmiyorum.

Yaman doktor arkadaşına vermişti ilaçları. İnceleyecekti ama sanki ben sonucu biliyor gibiydim.

Karmakarışık hissediyordum. Abim yanımda yoktu, ilaç sorunu artık başımı ağrıtıyordu, Asaf ile bir ilişkiye başlamaya çalışıyordum, öz ailem ile her şey yolunda sanarken onlarla kalamıyordum.

Ne onlardan gidecek isteğim vardı ne de onlarla kalacak cesaretim. İki arada bir derede kalmıştım, gidecek tek bir yanım yoktu.

Kimsem yoktu, akıl alabileceğim, yanımda olduğunu hissedebileceğim... Önceden böyle olmazdı. Şimdi öyle çok hissediyordum ki bunu...

Boyumu aşmıştı. Yalnızlık öyle çok aşmıştı ki boyumu artık nefes alamıyordum. Öyle bir boyumu aşmıştı ki bu, korktuğum kapıya gelmiştim. Kendi ayaklarımla kaçtığım, korkudan krizler geçirdiğim bu kapıya gelmiştim.

Derin bir nefes verdiğimde soğuk kendini gösteriyordu artık. Yüzüm donmuştu. Daha fazla beklemenin aptallık olacağını bilerek adımladım, kliniğe girdim.

En sonunda sekreter ile karşılaştığımızda kadın, "Simay Hanım," demişti bana şaşkınlıkla bakarak. "Randevunuz yoktu bugün?"

Boğazımı temizledim. "Evet. Ben, şey..."

"Alparslan Bey ile randevu almadan maalesef görüşemezsiniz," dedi kadın tok sesiyle. "Ayrıca bugün başka randevusu olmadığı için birazdan çıkacak."

"Anladım," diye mırıldandım başımı sallarken. "O halde geldiğimi lütfen söylemeyin." Buraya gelmem bile saçmalıktı. "İyi günler." Arkamı döndüğümde kadının "iyi günler," diyen sesine ek olarak bir kapı sesi eşlik ettiğinde bir anlık duraksadım.

"Simay?" İçimden küfürler ederek arkamı döndüğümde karşımdaki adama gülümsedim. Yüzümdeki gülümsemenin sahte olduğundan haberi var gibiydi ancak umursamadım. "Hoş geldin, nereye?"

Elim istemsizce saçlarıma çıktığında, "gidiyordum," diye mırıldandım. "Sende gidecekmişsin zaten..."

"Gel lütfen," derken odayı işaret ediyordu. "Onca yol gelmişsin. Danışmak istediğin bir konu olmasa gelmezdin." Sekretere döndü. "Bize iki kahve getir olur mu? Ondan sonra istersen çık, beklemene gerek yok."

"Tamam Alparslan Bey."

Karşımdaki adam odaya geri girmek yerine kapıyı açarak beni beklediğini ima etti. Yutkundum, onun önünden geçerek odaya girdim yavaş adımlarla. O da hemen arkamdan odaya geri girdiğinde üstündeki kabanını çıkardı, arkasında duran askılığa astı.

"Hoş geldin," dedi tekrardan, ben karşısında otururken. "Nasılsın?"

Gerginlikten montumun cebinde olan ellerimi yumruk haline getirmiş, uzun tırnaklarımın avuç içlerime iz çıkarmasını sağlamıştım. "İyiyim, sen nasılsın?"

"Bende iyiyim," dedi gülümseyerek. Bu sefer bir gözlük takmıştı, ona yakışmadığını söyleyemezdim.

"Neden geldiğimi sormayacak mısın?"

"Neden geldiğini tahmin edebiliyorum," dedi sesindeki anlayışı hissettirirken. "Konu ilaçlar mı?"

"Berbat bir tahmincisin," güldüm ancak pek de neşeli olduğum söylenemezdi. Geriliyordum. "Buraya geldiğimi Tuğrul abiye söyleyecek misin?"

Kaşları havalandı. "Bilmemesi mi gerekiyor?"

Başımı salladım. "Aramızda kalsa?"

"Reşit değilsin, ailenin bilgisi olması gerek." dediğinde omuzlarım düştü.

"O halde sadece Tuğrul abim bilse? Kadir Bey-" sinirle bir nefes verdim. "Babam yani, o bilmese olur mu?"

"Şimdilik tamam diyelim," dediğinde rahat bir nefes verdim. Tuğrul abiyle konuşup bunu Akgül ailesinin bilmesine engel olabilirdim. "Anlat bakalım, neden geldin?"

"Ben nereye gidebilirim bilmiyorum," bakışlarımı ondan kaçırarak önümdeki küçük masaya çevirdim. "Sadece beni dinleyebilecek birisi olsun istemiştim."

"Bu destek almayı kabul ettiğin anlamına mı geliyor?"

Başımı salladım. "Evet."

Onunla konuştum, sınırlarımı zorlayana kadar ona her şeyi anlattım. Bu süre sonunda rahat bir nefes almayı bende beklemiyordum. O bana cevap verirken, beni dinlerken ve sorular sorarken gerilmiş Naz'dan eser kalmamıştı.

Eğer sorun bendeyse bu sayede iyileşir ve kötü çocuk ilan edilmem. O halde anlaşma bittiğinde evde kalabilir miydim?

 

🥱🥱

*21 Şubat*

​​​​"Naz," omzum sarsıldı. "Naz!" Bir kez daha. "Naaaz!" Bir kez daha. "Lan kalksana kızım!"

Ve sonuç, gelen sese sırtımı döndüm ve haftalar sonra yeniden derin bir uykuya dalmanın keyfiyle yastığıma sarıldım.

"Anne bu kız uyanmıyor!" Odadan çıkan hızlı adımlar bir süre sonra duyulmadığında yeniden rüya alemine dalmak üzereydim ancak, "kız cimcime," sesi buna engel oldu. Omzumdan sarstı beni. Bir şeyler homurdandım ancak bunun ne olduğunu bende anlamış değildim, her ne söylediysem bir kahkaha sesi yükseldi odadan.

Bu iyice uykumu kaçırdığında, "abiye küfredilmez Naz hanım," dedi kahkahası yüzünden uykumu kaçıran adam. Yatakta sırt üstü döndüm ve tek gözümü açtım sadece. Onun çoktan hazırlanmış halini görmek okul saatinin de yaklaştığını mı gösteriyordu.

Biri şu okulu kapatsın artık!

"Biraz daha uyuyabilir miyim?" diye sordum ama gelecek cevabı biliyordum.

"Hayır."

"O kapıyı kilitlemeyi bıraktığım gecenin sabahını..."

"Bir şey mi dedin kaçak?"

"Bana diyene bak," oflayarak kalktım. "Sende arkamdan geldin!"

"Başın belaya girmesin diye." aynı konu tekrardan açıldığından olsa gerek ses tonuna öfke karışmıştı. "Bu konuyu unutmadım Naz. Sonra konuşacağız."

"Hiçbir şey konuşmayacağız." derken öfkeyle kalkmıştım yataktan. "Sevinsene, Nazlı ile konuşmuş oldun sayemde!"

Kaşlarını çattı. "Konu Nazlı değil!"

"Bizim konumuz en başından beri oydu!"

"Senin konundu o!" derken gerçekten öfkelenmişe benziyordu. "Tek bir an, İsmail bizimle konuşana dek ne yaptıysak haklısın ancak o andan sonra bir kez bile karşına Nazlı ile gelmedik."

"Onu gördüğünde benimle gelmedin, o yokken bana onunla gelsen kaç yazar?"

Ben evden çıktıktan hemen sonra bir taksi çağırmış ve yarım saat içinde eve girmiştim. O ise benden tam tamına bir saat sonra gelmişti.

"Onun aklındaki soru işaretlerini gidermem gerekiyordu," dediğinde sakinleşmiş gibi değildi. İkimizde öfkeliydik. "Eğer sen oraya gitmeseydin oraya gitmezdim bile. Onunla karşı karşıya kalmak aklımın ucunda bile yoktu."

"Eminim yoktu!" Alayla başımı iki yana salladım. "Çıkar mısın şu odadan? Konuşmak falan istemiyorum seninle."

Son cümlem onu çıldırtmış gibi olduğunda, "yeter!" diye bağırdı. "Sen seni sevmeyen aileni özlüyorsun, ben on yedi yılımı geçirdiğim kız çocuğunu özlerken mi suçlu oluyorum?!" Ayak sesleri hızla kapımın önünde durduğunda ikilinin şaşkınlıkla bize baktığını biliyordum. Tek bir an Yaman'ın bana bağırdığını görmemişlerdi, şaşırmakta haklılardı. "Bu kadar bencil olma Naz, yeter!"

"Yaman Efe!" Annesinin ikaz edercesine çıkan sesini umursamadı Yaman.

"Abi!" Bakışlarım abisiyle aramda bir duvar gibi dikilen Ali Baran'a kaydı. "Ne bağırıp duruyorsun ya? Sana kızı uyandır dedik sen içindeki öfkeyi uyandırmışsın, ne oluyor?"

"Yok olan bir şey," dedi ters bakışları tamamen bendeyken. Gözlerim dolmuştu. Sinirlendiğim için ellerim titremeye çoktan başlamıştı ancak nefret ediyordum gözlerimin dolmasından.

Fark etti, öfkesinden bir anda arınmasının ve bana şaşkınlıkla bakmasının bir başka nedeni olamazdı.

"Nazlı bugün çıkıp gelse," diye mırıldandığımda Ali Baran aramızdan çekilmişti. "Sana bir kez daha abi diye seslense, senin bana atacağın tüm adımların kesilir."

Haklıydı, nasıl itiraz edebilirdim ki?

"Bencillik yaptığım," diye onayladım. "Ama..." Vazgeçtim bir an açıklama yapmaktan. Bencildim, kabul ediyordum. Ötesi gerisi yoktu. Bu yüzden ona cevap vermeden odadan çıktığımda kendimi banyoya kapatmak en iyisiydi.

🤨

Kırk yıl düşünsem Yaman'a küstüğüm için yürüyerek gittiğim okul yolunda Ali Baran'ın yanımda olacağını düşünmezdim. Bir kolunu omzuma atmış ve yürüdüğümüz dakikalar boyu saçma sapan konulardan konuşarak beni güldürmeye çalışmıştı.

Arkadaşlarımız da yanımızdaydı. Herkes şaşkındı ancak Nihat... Dayanamadım, Ali Baran'a öyle bir şaşkınlıkla bakıyordu ki kahkahayı patlattım.

"Ben ne kaçırdım lan?" dedi aynı şaşkınlıkla Emre'ye yanaştığında. "Bunlar nasıl böyle oldular?"

"Yaaa Nihat efendi," dedim üsten üsten ona bakarken. "Ali Baran benden özür diledi, haberin var mı senin?"

"Aklı çalışıyor arada işte," diyen Sümeyye kıkırdıyordu.

"Ne özrü be?!" bağırışı yine gülmeme neden olduğunda Asaf'ın yanındaki Zeliş ile gülümseyerek bize baktığını fark etmemle yanaklarım al al oldu, yüzümde kalan gülümseme ile ona bakmaya devam ettim.

"Bir şey diyeceğim," diyen Sümeyye'ye zar zor çevirdim bakışlarımı. "Bizim okula bağış yapıldığını biliyor muydunuz?"

"Ciddi misin?" dedi Selim kaşlarını kaldırarak.

"İyi yönünden bakalım önümüzdeki üç sene boyunca müdür para istemeyecek." diyen Emre'ye Nihat göz devirdi.

"Seneye zaten yokuz ki oğlum."

"Ya durun!" diye alevlendi Sümeyye. "Hemen kaynatmayın. Eğer yanlış anlamadıysam zenginlermiş bunlar."

"Fakir birinin bir okula bağış yapacağını zannetmiyorum," diye homurdandı Zeliş.

"Sen bu bilgileri nereden öğreniyorsun Sümeyye?" Korkuyor gibi yaptı Asaf. "Yarın bir gün ifşamı da çıkarırsın sen."

"Yaparım," sinsice güldü Sümeyye. "Ama konu bu değil. Baya baya zenginlermiş ve adamın bağış yapmasının sebebi oğluymuş." Kaşlarım çatıldığında merakla dinlemeye devam ettim. "Bizim okula kayıt yaptırmış oğlu."

"Bu dönemde okula kayıt yaptıran kaç kişi olabilir?" diyen Selim duraksamıştı. "Bizim sınıfın listesinde yeni bir öğrenci var ama adını hatırlamıyorum."

"Vee," sır verir gibi duraksadığında bakışları bana döndü Sümeyye'nin. "Çocuk hangi okuldan geliyor bil bakalım?"

Omuz silktim. "Ne bileyim ben?"

"Sizin okuldan!"

Yürümeye devam etsek de yüzümde oluşan şaşkınlığa engel olamadım. Diğerleri de beni izlemeye başladığında gerilmiştim biraz. "Bilmiyorum," diye mırıldandım. "Yani o okulu kolay kolay bırakmaz kimse." Aklıma gelen isimle, "tabii İsmail dışında." diye devam ettim. "O gelir diyeceğim de, ailesi izin vermemişti."

Okulun bahçesine girerken hiçbirimiz aslında o kadar da umursamamıştık bu yeni gelen öğrenciyi. Allah bilir hangisi gelmişti? Düşünsene Nazlı gelmiş, Ali Baran göbek atar valla.

Okulun bahçesinde ayrılan sıralara dağılmak yerine hepimizde sanki D şubesindeymişiz gibi ikili dizildiğimizde yanımda Sümeyye, arkamda Ali Baran ve Zeliş, onların arkasında ise Asaf ve Emre vardı. Diğer ikili de onların hemen arkasındayken Sümeyye koluma vurdu hafifçe.

"Okula arabayla gelecek bir geri zekalı sanırım sizin eski okuldan gelirdi balım," derken okulun önünde sert bir frenle duran arabayı işaret etmişti. Araba tanıdık geldiğinde kaşlarım çatıldı. Hepimizin, hatta bahçedeki çoğu öğrencinin bakışları arabadan inen kişiye döndüğünde bakışlarıma yerleşen şaşkınlığa mani olamadım.

O ise aradığı benmişim gibi, anında gözlerini gözlerime çıkarmış ve gülümsemişti.

Kimsenin olmasa bile arkadaşlarımın bana döndüğünü hissettiğim bakışlara karşılık vermedim. Bakışlarım çantasını tek omzuna atmış, elleri montunun cebinde gelen Pars'tan ayrılmadı.

Bunu fark etmek gülümsemesini daha da büyüttüğünde diğer şube ile aramızda olan boşluktan geçmeden hemen önce göz kırpmış ve İlknur'a takılmadan okula girmişti.

Sikeyim, Pars bu okula geldi!

Bölüm : 06.10.2024 22:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...