27. Bölüm

27. İlaçlar

Neseli Gezgin
neseligezgin

🌸

"Çınar'ı karşımıza alıyoruz," demiştim tarihini hatırlamadığım ama epey önce olduğunu bildiğim bir gün. "Her şeyi biliyorsun Pars, onun bana olan nefretini küçümseme. Aranız bozulacak."

"Bozulsun," demişti kendinden emin ifadesiyle. "Onunla aram bozulmasın diye sevdiğim kızdan mı vazgeçeyim Simay?"

"Benden vazgeç demiyorum," çünkü ben senden vazgeçemem diyememiştim o zaman ona. "Ama Pars, onu karşımıza alman demek herkesi karşına almak demek. Çınar'ın yapabileceği şeyleri, ulaşabileceği insanları biliyorsun." Endişeliydim. Endişe kendim için değil, sevdiğimi sandığım o çocuk içindi.

Ben nefrete alışıktım ama evinin tek çocuğu, prenslerden hallice büyütülmüş Pars zorluğa gelemezdi. Herkesin karşısında olması demek onun kıyameti demekti.

"Seni seviyorum," demişti hiç düşünmeden. Şimdi düşünüyorum da... Eğer o an düşünürse arkasını dönüp giderdi. Bana her daim hiç düşünmeden seni seviyorum demişti ancak düşündüğü ilk an, Çınar'ın aramızdaki ilişkiyi öğrendiği ilk an yaptığı tek şey yalanlamaktı.

"Evet!" Diye bağırmıştım öfkeyle, bulunduğumuz gençlik parkının ortasında karşımda Çınar Akça varken. "Pars ile sevgiliyiz!" Öfkeli bakışlarım etrafımızdaki insanlara çevrilmişti. "Benim onu sevdiğim gibi o da beni seviyor! Ne ayartması ne tacizi? Siktirin gidin şuradan!"

"Sen nasıl insansın lan?!" diye bağıran Çınar, Pars'a saldırmaya kalktığında diğer arkadaşları onu tutmuştu. "Nasıl bir şerefsizsin sen?!"

"Herkesi duydun," demişti benden uzaklaştığı ilk an. Kaşlarım çatılmış ona bakarken benden neden uzaklaştığını anlamamıştım. "Öyle bir şey yok."

Ne yoktu? Beni sevdiği, sevgili olduğumuz gerçeği mi yoksa insanların dilden dile yaydığı onu ayarttığım yalanı mı? Hangisi yoktu?

Hiçbir açıklama yapmadan gitmişti.

Şimdi nasıl dönerdi? Yüzsüz gibi bana nasıl gülümser, nasıl göz kırpardı?

Bulunduğum okula nasıl gelirdi? Onun yüzünden aylarca nasıl insanlarla uğraştığım hakkında bilgisi var mıydı? Ne hakla gelirdi?

"Simay!" Elimde tuttuğum kaleme bakarken daldığımı tarih öğretmenimizin bana bağırmasıyla fark ettiğimde yerimden sıçramıştım.

"Efendim hocam?"

"Sabahın sekizinde tarih anlatmak benimde hoşuma gitmiyor," diye homurdanan kadın kapıyı işaret etmişti. "Sen bir yüzünü yıka da gel, ayılamamışsın belli ki."

İtiraz etmeden ayaklandım ve bana bakan arkadaşlarımı umursamadan sınıftan çıktım. Koridorun sonundaki lavaboya girdiğimde elimi yüzümü yıkamadan hemen önce telefonumu çıkarmış ve İsmail'e mesaj atmıştım.

Siz: Biliyordun dimi

Siz: O piçin bu okula geldiğini biliyordun

Siz: İSMAİL SENİ GEBERTECEĞİM

İso't: İMDAT DİYE BAĞIRIRIM

İso't: Bana ne kızıyosun be? Git anasına babasına kız

İso't: Onlar yazdırmışlar okula

Siz: Niye söylemedin?

Siz: Yok Nazlı'ya bağırdı da yok seni korudu da

Siz: Çınar'a okulu dar ediyormuş da

Siz: Sen o piçi bana bu yüzden mi övüyodun

Siz: Buraya gelecek, ben bunları duyduğum için yumuşayıp onunla barışacağım

Siz: BOK BARIŞIRIM

İso't: Canını sıkacak bir şey mi yaptı?

Siz: BURAYA GELDİ AMK

Siz: DAHA NE YAPSIN

İso't: Of bir şey olmaz yavrum ya

İso't: En fazla soyunma odasına kitler üstünden ateşe veririz

İso't: Çünkü gelen sadece o değil :D

Siz: Ne?

İso't: Sen yalnız suça karışma diye anamı babamı krizlere sürükleyerek o okula kaydımı yaptırdım

İso't: Hapse de beraber gireriz

İso't: Nasıl fikir?

Siz: Bok gibi

Telefonu kapattığımda elimi yüzümü yıkamış ve bir süre durmuştum olduğum yerde.

Bunu saklayamazdım. Pars'ın varlığından öte, Pars'ın kim olduğunu saklayamazdım. Diğerleri için sorun etmeyecek dahi olsa Asaf için edecekti. Herkesten önce Asaf'ın bilmesi gerekiyordu.

Doğru zamandı ya da değildi, onunla birlikte bir yola girmeye çalışıyordum ve bu beni mutlu ediyordu. Onunla konuşmak, onun hakkında bilgiler edinmek ve onunla ilgili her şey, beni mutlu ediyordu.

Deniz'i biliyordum. O anlatmamış olsa dahi ben biliyordum ve onunda Pars'ı bilmeye hakkı vardı. Bunu ondan saklamayacaktım.

Aynı düşünceyle sınıfa girdim. Gözlerini üzerimden ayırmayan arkadaşlarıma bakmadım ve dersi dinliyormuş gibi yapmaya devam ettim. Teneffüs zili çaldığında diğerlerininde buraya geleceğini biliyordum. Pars'ın bana göz kırptığını gören Sümeyye ve Selim sayesinde hepsi burada olacaktı.

Öyle de oldu, zil çaldığında sınıfın yarısı koştura koştura sınıftan çıkarken Zeliş ve Sümeyye yanıma gelmişti. Onlardan birkaç dakika sonra ise Asaf başta olmak üzere diğerleri de sınıfa girdiğinde, "çatlayacağım," dedi Sümeyye. "O kimdi öyle ya?" Yüzünde çapkın bir sırıtış oluştu. "Etkilendim."

"Salak salak konuşma," diyen Nihat ona ters ters bakarken kafasına vurmuştu. "Torbacı bir tipi vardı."

"Her iddiasına varım," dedi Emre heyecanla öne atılırken. "Okulun köşesinde kafayı çekmiş piçlerden biri de kesinlikle bu çocuktu."

"Kim bu?" sorusunu Ali Baran'dan duyduğumda göz gözeydik. "Senin okulundan geldiyse tanıyor musun?" Bir soru değildi, onu tanıdığımdan emindi. "O dişlerini sökeceğim şerefsiz sana gülümsedi!"

"Sakinleş mağara adamı," diyen Zeliş alayla ona bakıyordu. "Normalde insanlar birbirine gülümserler. Gerçi sen öfkeli bakışların ile dilinden çıkan iğnelerini batırıyorsun, bundan bihaber olman çok normal."

Asaf sessizdi. Canımı sıkansa buydu. Bir düşüncesi yok muydu yoksa bunu benden gizliyor muydu anlamadım. Bakışlarım ısrarla onun üzerindeydi, arkadaşlarımın sorularını umursamadan ona bakıyordum.

Bana bakmamak artık canını sıkıyormuş gibi aniden bakışlarını bana çevirdiğinde derin bir nefes aldım. Ciğerlerime ulaşan nefesle sanki yeni nefes alıyormuşum gibi hissetmek akıl kârı değildi.

Bu kadarı da ancak şov olurdu ama öyleydi.

Bana bakmasına rağmen soru sormadı, benden bir cevap beklemedi. Görmek istediği o çocuğun bende bir etki yaratıp yaratmadığıydı sanki.

Yaratmamıştı.

"Onun o sarı saçlarını koparıp ağzına dolduracağım!" diyen Ali Baran cidden öfkelenmişe benziyordu. "Naz, o piç sana nasıl öyle gülümser?!"

Selim onun ateşine odun atmak ister gibi, "göz de kırptı," diye mırıldandığında Baran'ın boğazdan gelen bir hırıltısına şahitlik etmek şaşkınca ona bakmama neden oldu. İnsan sandığımız çocuk bir köpek çıkacak ya da ben bu ara fantastik kitapların dozunu biraz fazla kaçırmışım.

"Good boy," diyen Sümeyye onun cidden öfkelendiğini fark ettiğinde sakince saçını okşadı. "Good boy, sakinleş oğlum."

Asaf, Baran'ın Sümeyye'yi tersleyeceğini bildiği için mi bilmiyorum, Sümeyye'nin kolunu tutarak Ali Baran'dan uzaklaştırdı.

"O piçin gülümsemesi normal falan değildi!" Ali Baran'ın bu yüzünü görmek afallamama neden oldu. Hmm, epey şaşırtıcı. Sanırım kendisini abim sanıyor, ne yazık. "Eğer sana bir kez daha gülümserse," düşüncesi onu daha fazla sinirlendirmiş gibi öfkeli bir nefes verdi. "Onun tüm dişlerini yerinden sökerim."

"Torbacı mı?" Nihat niye buna takılmıştı Allah için? Yanında alev topuna dönmek üzere bir Ali Baran vardı, farkında değil miydi? "Bence her çeşit ot vardı onda."

"Sana hangisi lazım paşam?" diye dalga geçen Emre gülerek Nihat'a sataşmaya çalıştığında gözlerimi devirerek Ali Baran'a döndüm.

"Abartma," diye homurdandım ona. "Pars her daim güleç bir insandı, bana gülümsemesinde art niyet arama."

"Adında hayır yokmuş," diye homurdanan Selim'in aksine Asaf hâlâ sessizdi.

"Selim çok güzel isim çünkü," diyerek güldü Sümeyye.

"Art niyet mi aramayayım?" Öfkelenecekti ama duraksadı. "Kim lan o çocuk?"

"Bana lan deme!" diye yükseldim ona. Bu tavrı beni sinirlendirmeye başlamıştı. O benim abim falan değildi. Olmayacaktı da.

Bir abim vardı, ona henüz ulaşamıyordum. Tek duam sapasağlam dönmesiydi.

"Konumuz bu mu?" diye yükseldi aynı şekilde. "O kim?!"

"Sana ne?!" diye bağırdığımda sınıfta kalan birkaç kişinin de dikkatini üzerimize çekmiştim doğal olarak. Bu beni gerdiğinde öfkemi azaltamadım ancak sesimi kıstım. "Kardeşini kıskanan bir abiymiş gibi davranmayı kes!" dedim gözlerimi ondan ayırmadan. "Sen benim abim falan değilsin!"

Öfkem onda bir etki yaratmadı. Affedilmediğini biliyordu, unutmayacağından emindim. "Eğer sana o şekilde bir kez daha gülümserse, onun boğazına sarılır ve bir kez daha gülümseyemeyeceği ana kadar ellerimi çekmem."

Arkadaşlarımız konunun ciddiyetini fark ettiğinde sessizleşmiş ve sadece bizi dinlemeye başlamışlardı. Gözleri bizde değildi, sadece dinliyorlardı.

"Öyle mi?" dedim alayla ona bakarken. Bir bok yapamazdı, o benim hiçbir şeyim değildi. "O halde bende Deniz ile bir kez daha karşılaştığımda onun çenesine sarılmalı ve sizinle muhatap olmaması için dilini yerinden sökmeliyim!"

"Eski sevgilin mi?" sorusunu duymak için can attığım sesten duyduğumda duraksayarak ona çevirdim bakışlarımı. Bakışlarımdan ne çıkardı bilmiyorum ama ayaklandı. Bir an kalkacak, peşinden gitmek isteyecek kadar hızlı atmaya başlayan kalbim biraz önceki öfkem nedeniyle hızlıydı ancak onun bir şey demeden sırtını dönüp gittiğini görmek onu daha fazla afallatmıştı.

Gidecek miydi? Dinlemeden, anlamadan, belki de beni suçlayarak...

Ayaklanacaktım, Baran'ı zerre umursamadan ayaklanacaktım ve ona kafa tutacak, benimle sevgili olmak istiyorsa neden bana sırtını döndüğünü soracaktım. Deniz'in varlığı kalbime bir ağırlık yarattığında, hafif ya da değildi, o ağırlık oradaydı ve ben içten içe bunu düşünmeden yapamamıştım. Canımı sıkmıştı.

Bu yüzden ayaklanacaktım ancak o sınıftan çıkmadan önce arkasındaki boşluğu fark etmiş gibi bakışlarını bana çevirmiş ve "gelmiyor musun?" demişti. Rica ya da emir değildi. İstekti.

İsteğini yerine getirirken Baran'ın homurdanmamasının sebebi biraz önce söylediklerim miydi emin değildim ancak umursamadım.

Asaf'a ilerledim, onunla karşı karşıya geldiğimizde gülümsedi. Bu çok küçük bir gülümsemeydi, yine de içimi rahatlatmıştı. Hiçbir şey demeden benimle birlikte önce merdivenlerden indi ve daha sonra bahçeye, onunla birkaç kez oturduğumuz o banka ilerledi. Hem sessizliğine hem de adımlarına eşlik ettim.

Ancak bunu, teneffüsün bitmesine birkaç dakika kalmışken bu soğukta bankta onunla oturmaktan bıktığım için değil, onun ne düşündüğünü anlayamadığım için bozdum.

"Ne düşünüyorsun?"

"Onun senin için geldiğini," dudak büktü. "O okulu biliyorum ve inan bana Naz orası binlerce çocuğun hayalindeki okul. Hiç kimse o müthiş okulu bırakıp saçmasapan öğretmenlerin egolarını tatmin etmeye çalıştığı, birçok şeyden eksik olan bu okula gelmezdi. Sen oradan geldin çünkü ailen buradaydı. O buraya geldi çünkü sen buradasın." Bakışları koca bahçeden ayrıldı, bana çevrildi. "Anlaşılan senden ümidini kesmeyen bir eski sevgilin var."

"Bana kızgın mısın?" diye sordum hâlâ ne hissettiğini anlayamazken.

Derin bir nefes alıp verdi. "Sen bana kızgın mısın Yeşil?" Kaşlarım çatıldı. "Deniz ile karşılaştığında bana kızdın mı?"

Başımı iki yana salladım. "Karşılaşmamızın nedeni sen değildin."

Kaşlarını kaldırdı. "O halde bende sana kızgın olamam."

"Ama benim yüzümden burada," dedim çekinerek. Onunla aramda bir sorun olsun istemiyordum, bu beni endişelendiriyordu.

"O kendisi geldi," diye homurdandı. "Sana neden kızgın olayım? Sen mi çağırdın da onu?"

"Hayır," dedim reddederek. Böyle bir şey asla olamazdı.

"O halde bir sorun yok," gülümsedi ve sanki izlendiğimizi biliyor gibi bakışlarını okulun kapısına çevirdi. Onun gibi bakışlarım okulun kapısına çevrildiği an orada dikilen çocuğun aradığını bulmuş gibi bize baktığını farkettiğim andı. "Eğer yüzünde ona dair bir emareye rastlasaydım inan bana vazgeçerdim." Bakışlarımı Pars'tan çektiğimde Asaf hâlâ ona bakıyordu. Dudaklarında bir gülümseme filizlendiğinde nihayet bana döndü bakışları. "Ama geri dönmeye niyetim yok. Çünkü sen bana gelmeyi seçtin. Hemde ben seçeneklerin arasında bile değilken."

Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Evet," diye mırıldandım onu parlak gözlerle izlerken. "Seçtiğim yolun sonu sadece senin kapılarına çıkıyor." Bu itiraf belki erkendi, belki de söylenmesi duygularım için tehlikeliydi ama bilmeliydi, onun ortalarında olduğu yolun henüz başındaydım ama o yol sadece birbirimize açılıyordu. Deniz ya da Pars'a yer yoktu. Sadece ikimizdik.

Bu itiraf onu keyiflendirmiş gibi keyifle güldüğünde, "hayır." diye mırıldandı. "Seçtiğin yolun kendisi benim fıstık," gülümsemesi yüzünde sönmezken başını tamamen bana döndürdü. "Ve inan bana kendin dönmedikçe kimsenin seni döndürmesine izin vermem." Göz kırptı. "Bana mecbur kaldın."

Bundan şikayetçi gibi mi gözüküyordum?

 

 

🤓🤓

*22 Şubat/ Yazar*

Yaman büroya geldiğinden beri, ki bu yaklaşık dört ya da beş saate tekabül ediyordu, sessizdi. Daha doğrusu huzursuz. Arkadaşının onu bugün araması gerekiyordu ancak bir arama almamıştı.

İncelemesi gereken dosyaları inceledi, görüşmesi gereken müvekkilleri ile görüştü ve en sonunda yine odada sessiz kaldı.

"Aptal," diye fısıldadı kendi kendine. Dün Naz'a bağırmış ve bu da yetmiyor gibi bencil demişti ona. Bencil dediği için pişman değildi, kendisi de bencil bir insandı ancak onun yeşillerine dolan gözyaşlarını gördüğünde sanki uçurumdan aşağı yuvarlanmış gibi hissetmişti.

Özür dilemek için akşam odasının kapısının önünde durduğunda kapıyı kilitlemeyi bırakan kızın kendi sesini duyar duymaz koşturan adımlarını ve ardından kapıyı kilitleyişini duymuştu. Onunla konuşmak istemiyordu, haklıydı ve zaman vermeliydi.

Zaman vermişti.

Yine de içi rahat değildi işte. O eve geldiği ilk andan beri araları bir kez böyle olmamıştı, bu ilkti. İlkti ve can sıkıcıydı.

Kapı birden açıldığında ve içeri arkadaşı girdiğinde ne olduğunu anlayamadığı için kaşları çatıldı Yaman'ın. "Çağdaş?" dedi ayaklanırken. Arkadaşının hemen arkasında dikilen sekreterine bir sorun olmadığına dair işaret verdi. Kadın kapıyı kapatıp çıktığında, "ne işin var burada?" dedi şaşkınca.

"Konuşmamız gerek," Yaman'ın en başta fark etmediği ancak en başından beri elinde tuttuğu dosyayı kaldırıp havada salladı. "İlaçlarla ilgili."

Arkadaşı önündeki koltuklardan birine oturduğunda ayaklandı ve arkadaşının karşısındaki koltuğa oturdu. "Ne çıktı?"

"Yaman sana dürüst olacağım," diyen adam gergindi. Yaman daha fazla geriliyordu. "Bu ilaçları nereden buldun?"

"Kardeşim," duraksadı, aklı karışmış gibi baktı karşısındaki adama. "Kardeşim verdi. Gittiği bir psikolog vermiş." Arkadaşının yüzünde oluşan ifade ile vücudu kasıldığında, "ne oldu?" diye sordu tekrardan.

"Kardeşin nerede?" Yutkundu. "Yaşıyor değil mi?"

"Ne diyorsun lan?" diyen Yaman neredeyse kekeleyecekti. "Ne saçmalıyorsun amına koyayım, kız getirdi kendi elleriyle ilacı."

"Yaman ilacı inceledim," diyen adam yerinde kıpırdandı. "Normal bir ilaç değil, içinde bulunan maddeler sağlıklı bir insanı hayatından edecek kadar zehirli."

Dudakları aralandı ancak konuşamadı Yaman. Ne demekti bu? Onun kardeşini göz göre göre zehirlemişlerdi ve öylece izlemişler miydi?

"İyi," diyebildi konuşabildiğinde. "Çağdaş o iyi, yanımda, iyi. Konuşuyor, yürüyor, yatıyor. İyi, bir şeyi yok."

"İlacı şimdi aldığına emin misin?" Derin bir nefes verdi. "Bu ilaçları alması dahilinde sağlıklı olması imkansız."

Yaman duraksadı. Tuğrul ile konuşmak için giden Naz'ın anlattıklarını hatırladı.

"Seslerden bahsetti," başını eğdi, işaret parmakları ile şakaklarını ovdu. Her detayını hatırlamaya çalıştı. "Şimdi kullanmadı ama ne zaman kullandığını bilmiyorum. Kafayı sıyıracak gibi olduğunu söyledi. Delirdiğini, bunu ilaçların yaptığını söyledi. İlaçları içmeyince iyi olduğunu ama içmesi gerektiğini söylediklerini anlattı. İçmek istemediğini..."

Çağdaş onun zorlandığını fark ettiğinde ona uzandı, omzunu okşadı destek olmak adına. "Şu an iyi," dedi bu gerçeği unutmaması için. "Ancak onu hastaneye götürseniz iyi olur. Nörolojiye görünmesi gerek, bir sorun olmadığına emin ol."

"Nasıl?" beyninin içine sinyal gibi dağılan ağrıyı geçirebilecek gibi değildi. "Ne olabilir ki?"

"Her şey," derken dosyayı işaret etti. "O dosyayı incele, kendini büyük bir davaya hazırla çünkü bu her şeyin içinde kardeşinin ölüm nedeni de var. Her ne kadar zaman geçmiş olursa olsun ilacın etkisi vücudunda devam ediyor olabilir."

"Bir kez kullanmış olsa..." derken boşa konuştuğundan emindi ancak bunun için dua ediyordu. Sadece bir kez kullanmış olsa sorun olmazdı belki. Bir kez. Gönül isterdi bu zehri hiç almasın ancak almıştı.

Kardeşini göz göre göre zehirlemişlerdi.

"Fark etmiyor," diyen Çağdaş bunu söylemekten hoşlanmasa da anlatmak zorundaydı. "İlacın tüm detayları dosyada. Okuduğunda beni daha iyi anlayacaksın." Ayaklandı. "Sağlam hazırlanmalısın Yaman, dosya alenen cinayete teşebbüs çünkü."

Dosya alenen cinayete teşebbüs çünkü.

Kardeşini... Naz'ını, cimcimesini... Onu öldürmeye mi çalışmışlardı?

"Sikeyim," diye homurdandı. "Her birinin cehennemi olacağım."

 

 

🤌🏻😻

*Simay Naz*

"Yeter bu kadar bencil olma Naz!"

Olacaktım, ona neydi? Olurdum olmazdım, kime neydi?

Sorunlarından kaçan bir insan olup olmadığımı bilmiyordum, duruma göre her daim değişiklik göstermişti ancak şimdi kaçmayan kimliğimde olduğumu biliyordum. Karşımdaki koltukta bakışları tamamen yerde olan adamdan gözlerimi bir saniye olsun ayırmıyordum.

O ise bana bakmıyordu bile.

"Alın bakalım," diyen Seher Hanım kestiği elmanın yarısını bana verdiğinde onun gözleride geldiği andan beri odasından çıkmayan, kendisinin zoruyla odadan çıktığında ise sessizce halıyı izleyen oğluna kaydı. "Yaman Efe," diyerek seslense de bakmadı Yaman ona. "Anneciğim," diye tekrarladı kendini. Yaman'da tık yoktu.

"Naz!" diye bağırarak içeri giren Baran ile elektrik çarpmış gibi titredi, bakışları alelacele etrafı dolaştı. Gözlerime tutunduğunda beni burada görmek onu rahatlatmış gibi derin bir nefes verdiğinde ayaklandı, salondan çıktı. "Seni hain karı, babama sen mi söyledin?!"

Kadir Bey'e öttüğüm doğruydu. Şerefsizlik kanımda vardı çok şükür.

"Neyi?" dedim bilmiyor gibi rahatça. Seher Hanım'ın verdiği elmayı ısırdım. "Köpek olduğunu mu?"

"Yolarım kızım seni!"

"Köpeğin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı," dedi Seher Başkan bakışlarını televizyondan çekmeden. Derin bir nefes verdi, "uslu durun." diyerek çıktı salondan. Yaman'ın yanına gittiğinden emindim. İşleriyle ilgili bir sorunu olmalıydı, o herif bana kızgın olmasından öte canı yanıyormuş gibi duruyordu ve bu, ona öfkeli olan beni bile duraksatmıştı.

Sanki... Yaralı bir ceylan gibiydi. Ya da betimlemesi olan kitaplarımın dozunu fazla kaçırmıştım.

Her neyse. O herifin bir an önce yüzü gülmeliydi ancak deneyimliydim. Kadir Bey'de tutamadığım çenemi şimdi tutacak ve sessiz kalacaktım.

Ayrıca ona kızgındım. Her insan bencil olurdu, ben ona bağırıyor muydum?

"Allah'ın cezası," diye homurdandı Baran. "Bir hafta boyunca bakkalı bana kitledi babam!"

Gitmeme neredeyse bir hafta kaldı. Farkındalık öyle hızlı dolandı ki bedenimde, duraksayarak baktım ona.

Anlam arama, anlam arama, adam yaşlanıyor. Yorulmuş olabilir, oğluna ceza vermek istiyor olabilir. Anlam arama.

Aradığım anlamlarda boğulmak son birkaç haftadır favori etkinliğimdi.

Bacağına bir tekme attım ama tekmem ona ulaşmadı bile. Benden uzaktaydı. "O halde git ve cezana boyun eğ!" diye homurdandım ters ters.

Ara sıra benimle uğraşmak için ne kadar aniden parlasa da bazenleri sessizleşiyor, dediğimi hemen yapıyordu. Şu an gibi. Kıçını dönüp gittiğinde dış kapının da sesini duymuştum.

Koca salonda bir başıma kalmıştım ancak bu uzun sürmedi. Baran'ın çıktığı kapıdan dakikalar sonra beklediğim kişi geldiğinde planlar dahilinde değil, duygularım dahilinde ilerledim. Ayaklandım, salona girdiği anda hiçbir şey demeden ona sarıldım.

Şaşırdı, hissettim ancak kollarımı ondan çekmedim. Kolları bedenime dolanıp avuçlarından biri saçlarımı okşadığında, "babasının nazlı kızı," diye mırıldandı. "Anlaşılan daha bugün konuşmamıza rağmen beni çabucak özlemişsin."

Yüzümü göremediğini bilerek gülümsedim. "Sen beni özlemedin mi?"

Dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Hem de nasıl..." diye mırıldandı. "İyi misin babam?"

Başımı salladım. "Ama oğlun değil." Geriye çekildiğimde anlamamış gibi bakıyordu. "Büyük oğluna küsüm, sanırım bu yüzden ağlamak üzere."

Yaman'ın bu yüzden ağlamayacağını ikimizde biliyorduk.

"Hım," derken oyunbozan tavrıyla üzerime eğildi. "Sen küstüysen kesinlikle hak etmiştir ancak babalık görevimi yapayım bari," saçlarımı karıştırdı. "Sende gel."

"Yok," dedim hemen geriye kaçarak. "Harbiden küsüm ona."

"Ne kadar küs olursan ol abin o," diye homurdandı ensemden tutup çekiştirerek salondan çıktığımızda. Kedi gibi tutmuştu resmen beni! "Geleceksin tabi."

"Kedi miyim ben?" diye homurdandım ama yine bırakmadı beni. "Bıraksana ve adam!"

Susmamı işaret ettiğinde Yaman'ın odasının kapısındaydık. İçeriden Seher Hanım'ın sitemli sesini duyduk. "Yaman Efe..."

"Annem, harbiden yok bir şeyim. İşler güçler, bir de Naz ile atıştık ya... Canım sıkıldı işte. Biliyorsun Naz'a verdiğim değeri."

Bana verdiği değeri bilemezdim elbet ancak bu konunun benimle alakası olduğunu sanmıyordum. Onunla dün tartışmıştık, dün gayet bana karşı tripli duruyorken şimdi nasıl üzgün durabilirdi?

Görmezden geldim. Nedeni yoktu, bunu yapmam için hiçbir neden yoktu ama görmezden geldim ve yüzünü güldürebilmek için sahte bir bilmiş ifade yerleştirdim yüzüme.

Kapıyı açıp içeri dan diye girdiğimde, "o halde benden özür dileyebilirsin," dedim saçlarımı geriye atarak. "Affeder miyim emin değilim ama sen yine de dene şansını."

Gözlerini kısarak baktı bana. "Bizi mi dinledin sen?"

Gözlerim kocaman açıldı. Anında arkamda duran adamı satmış kadar olmuştum çünkü suçu ona atmıştım. "Hayır o dinleyelim dedi!"

Bana şaşkınca baktı. "İki güzel güldün kandırdın, abine sattın beni." dedi hüzünlenir gibi. Eli kalbi ağrıyor gibi göğsüne çıktığında yüzünü buruşturdu. "Ah kalbim ağrıyor."

Ona inanmaz bakışlarımızı attık. "İnandırıcı değilsin yaşlı kurt."

"Sizin yüzünüzden yaşlandım," dedi yatağın bir ucuna otururken. Bu odada iki yatak vardı, muhtemelen Baran ile birlikte kalıyorlardı. Onların olduğu yatağa değil, diğer yatağa oturdum. "Yordunuz beni."

"Oğluna de," diye homurdandım. "Bana seni sevmiyorum, kardeşim değilsin, bu evden defol git dedi."

Yaman babasının aniden ona dönen bakışlarıyla gözlerini iri iri açtı ve bana baktı. "Lan ne zaman dedim?!"

"Demedin mi?" Yüzüm düştü. "Sen bencilsin benim kardeşim olamazsın, senden bıktım Naz dedin."

"Naz," diyen Seher Hanım şaşkınlıkla bakıyordu bana. "Bunlar olmadı?"

"Allah Allah, bağırdı o kadar!" dedim ters ters. "Sende kulaklarını kapadın herhalde."

"Özür dile," dedi Kadir Bey oğluna beni işaret ederek. Bacak bacak üstüne attım ve bir kez daha saçımı geriye atarak ona baktım üstten üstten.

Yaman duraksadı. "Bencil olmak kötü bir şey değil," diye mırıldandı. "Dozunu aşmadıkça iyi bir şey bile."

"Özürü duyamadım?" dedim umursamadan. Biliyordum. Her insan bencil olurdu, kırıldığım nokta bu değildi.

"Özür dilerim," dediğinde uzun tırnaklarımı inceliyor gibi yaptım. "Duyamadım canım."

"Naz," dedi Kadir Bey bana yarım ağız sırıtırken. "Sende abinden özür dile."

"Ne?" İhanete uğramış gibi baktım ona. "Ben ona bağırmadım!"

"Bir tartışmada tek kişi haksız olmaz." dedi kaşlarını kaldırarak. "Bekliyorum."

"Sen hain bir insansın..." diye mırıldandım. Yandan yandan Yaman'a baktım. "Özürdilrim," dedim ağzımın içinden.

"Anlamadım?" diye alay etti ancak buna kızmadım. Eve geldiği andan beri ilk keyifli anıydı, bu yüzden devam ettim. "Özürdilerim," sesim kısık çıkarken kelimeyi hızla söylediğim için anlamıyordu. Omuzlarımı düşürdüm. "Yok olmuyor valla, doğamda yok özür dilemek." Bilmiş tavırlarıma döndüm hemen. "Hep haklı olmanın dezavantajları işte, ne yapacaksın?"

"Naz," dedi Kadir Bey tek kaşını kaldırarak bana baktığında. Ofladım, gözlerimi Yaman'a çevirdim. "Özür dilerim bana bağırdığın için." Kadir Bey'in onaylamaz bakışlarına omuz silktiğimde Yaman sırıtarak yanıma gelmiş ve kollarını boynuma dolamıştı.

Bir anda kendimi onun kolları arasında boğulurken bulmak akıl işi değildi. "Çok seviyorum seni," diye mırıldandı kollarını daha sıkı sararken. "Özür dilerim bağırdığım için."

"Ses tellerin kopsun mu?" dedim ona tehditkâr gözlerle bakmaya çalışırken. Bakamıyordum çünkü kolları arasında boğuluyordum! "Bana bir daha bağırırsan koparırım çünkü!"

"Kopar kız," dedi neşeyle. Hayır, neşesi sahteydi. Onu tanıdığımdan değil, sahte neşenin nasıl olduğunu bildiğimden anladım. "Hadi bir dilek dile," dedi beni kendinden uzaklaştırarak. "Bunu beni affetmen için hemen yapacağım."

"Affettim seni," diye homurdandım. "Alaaddin'in sihirli lambasındaki cin olmana gerek yok."

"Hayır, dile." dedi inatla.

"Yaman'ın huyu bu," dedi Seher Hanım gülümseyerek bizi izlerken. "Kiminle arası bozulursa bozulsun çocukluğundan beri böyle yapıyor."

Onun hakkında bir bilgi almak beni gülümsetirken, "bende dileyeyim mi?" diyen sese çevirdim bakışlarımı. Kadir Bey keyifli olmamız onu mutlu ediyor gibi gülümseyerek izliyordu bizi. "Haftaya doğum günüm, şimdi dileyeyim mi?"

"Dile," dedim başımı sallarken. Haftaya doğum günü müydü? 1 Mart'ta ben yoktum ve o doğum günü mü kutlayacaktı? Bu nasıl şanstı böyle?

"Gitme," dedi gözlerimin içine bakarken. "Gitme ve benim nazlı kızım olarak kal."

Bölüm : 06.10.2024 22:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...