🎀
*25 Şubat*
"Seni görmekten bıktım desem?" diye mırıldanan adama göz devirdim.
"Bende mutlu değilim."
"O halde neden buradasın?" Ona ters ters baktım. "Bakma bana, seansın bugün değil."
"Kafam karışıyor," diye homurdandım. "Hem parasıyla değil mi canım? Anlatıyorum dinlesene!"
"Simay?" kaşlarını kaldırdı. Öyle mi dercesine baktı bana. Oflayarak ayaklandığımda, "otur." yüksek çıkmayan sesiyle konuştu. Geri hemen oturdum. Korktuğumdan değil, konuşmak istediğimden. "Anlat bakalım neden geldin?"
"1 Mart onun doğum günü," derin bir nefes verdim. "Anlaşma bitiyor, Mahir bana adım atıyor, herkesle çok iyiyim, Asaf'tan hoşlanıyorum sanırım. Yusuf abimden hâlâ haber yok, Tuğrul abim garip bir şekilde bu sıralar beni aramıyor çünkü Mehmet Akça'nın dedikleri ona mantıklı gelmiş olmalı. Kafam savaş alanı! Ne yapacağım?"
"Ne yapmak istiyorsan," derken kendini zeki hissediyor muydu? Çünkü tam şu an istediğim kafama sıkmaktı, bence bunu tercih etmezdi.
"Bana yardımcı olmayacak mısın?" dedim isyan ederek. Asla bana yorum yapmıyor, akıl vermiyordu. Çok gıcığıma gidiyordu esasında. "Neler olduğunu benden sonra en iyi bilen kişi sensin, insan bir akıl verir!"
"Akıl verirsem ücret alacak mıyım?" Ona inanamaz gibi baktığımda omuz silkti. "Şu an seninle bir randevumuz olmamasına rağmen geldin Naz. Ücreti elbette soracağım. Yoksa nasıl geçinirim?"
"Ah kıyamam ya," göz devirdim. "Şu an ortada beş parasız olan benim, benden ücret mi alacaksın?"
"Elbette."
"Senden nefret ediyorum."
"Her seans sonu olduğu gibi yine nefret haykırmaya başladıysak süremiz doldu demektir," gülümsedi en gıcık haliyle. Ayaklandı, ben içeri girdiğim için mecburen geri astığı kabanını giydi. Adam haklıydı, üç ya da dördüncü kez gelişimdi ve her geldiğim anda adama ondan ne kadar nefret ettiğimi haykırıyordum. Yine de buna rağmen bana gülümsüyor ve seansın bittiğini söylüyordu. Kesin ben gittikten sonra arkamdan sövüyor! "Çıkabiliriz."
"Senden cidden nefret ediyorum ya."
Göz devirdi. "Gideceğin yer uzaksa ben seni bırakabilirim?"
"Dur," diye mırıldandım. Gitmeden önce aklımdaki soruyu sormazsam yapamazdım. "Asaf ile buluşacağız," kendi koltuğuna oturmak yerine masanın etrafında dolaştı ve karşımdaki koltuğa oturdu. "Ona her şeyi anlatmak istiyorum." Elim enseme çıktı. Yerde dolaşan gözlerimi ona çevirdim. "Ama korkuyorum."
Bu oynadığım ilk kumar olacaktı esasında. Ya ona her şeyi anlatacak ve beni diğerleri gibi hasta birisi gibi görmesine izin verecek, yollarımızı ayıracaktım ya da o her şeyi bilirken yine de yanımda kalmak isteyecekti.
"Her şeyden kastın nedir?"
"Her şey. İlaçlar, Akça'lar, Pars... Hepsini bilsin istiyorum." Olmayacaksa bile şimdi olmasın. Şu an bile içimde yeşeren sevgiyi hissediyorum, belki de hoşlantıydı. Yine de bu tam bir sevgiye dönüşmeden şimdi bitecekse bitmeliydi. Daha sonra geri dönüşü olmazdı, biliyordum. Ona daha da bağlanırsam kalbim için geri dönüş asla olmazdı.
Duraksadı, bana uzun uzun cevaplar verdi. Onu sakince dinledim, söylediklerini zihnimde tutmaya çalıştım ama kendimce bir karara çoktan varmıştım.
Asaf'a her şeyi anlatacaktım.
Yarım saat sonra ikimizde buradan çıktığımızda o kendi arabasına ilerlemişti. Beni ise konumu kendisine attığımdan dolayı Asaf karşılamıştı, siyah bir arabanın içinde. Arabanın etrafında dolaşıp sağ tarafın kapısını açtığımda ön koltuğa oturdum hemen.
"Selam," gülümsedim. Aynı karşılığı ondanda aldığımda kısaca sarılmış ve geriye çekilmiştik. "Bu araba nereden çıktı?"
Gülümsedi içim erisin diye. "Yolumuz biraz uzun, otobüsle uğraşmayalım istedim."
Gözlerimi kısarak baktım ona. "Ehliyetin var mı?"
"Aramızda bir ehliyetin lafı olmaz bence?"
"Benimle olmaz," dedim yarım ağız gülerek. "Ama trafik polisleri ile olabilir."
"Bizim rotamızda trafik polisi yok," dediğinde kaşlarım havalandı. Bu bilgiye nereden sahipti acaba? Beni duymuş gibi bakışlarını bana çevirdi. "Çocuklarla çevirmeleri kontrol ettiğimiz bir grubumuz var. Oraya sordum."
"Ciddi misin ya?" Kafamı iki yana salladım gülerek. "Ehliyet almayı beklemekte bir seçenek."
"Kurallar çiğnenmek için vardır güzelim," bakışlarını yola çevirdi. "Ve bende bunu yapıyorum."
"Düşünsene kaza yapıyoruz," dediğim an ters ters homurdanmaya başladı. "Ya dur, düşünsene kaza yapıyoruz. Herkesin derdi nasıl olduğumuz olurken Kadir Bey bir anda çıkıyor ve senin bu arabada ne işin vardı diyor..." Allah'ım sen yaşatma. "Yok ben sağda ineceğim."
"Neyse ki böyle bir şey olmayacak," diye homurdandı kızdığını belli ederek. "Hem yavaş kullanıyorum."
"Baya yavaş yalnız, doksanla gidiyorsun."
"Bunun bir tık altı kaplumbağa." Gözlerimi devirdim.
"Hazırladığım sepeti aldın değil mi?" ben Alparslan abinin yanına geldiğim için unutmuştum.
"Aldım. Kapıyı Selen abla açmıştı," yüzünde bundan keyif aldığını belirtir bir gülümseme yayıldı. "Bana imalı imalı baktı... Biliyor olma ihtimali kaç?"
Dudak büktüm. "Yüzde seksen falan. İkizler babalarına anlatmamış olsalar da kesinlikle annelerine anlatmışlardır o gün ki muhabbeti. Kadın cin gibi, her şeyi anında anlıyor."
Birkaç yorum yaptı. İkimizde sessizleştiğimizde radyoya uzandım. Yüzümüze vuran güneş, fazla uzun olmasa da uzun denilebilecek bir yol ve şarkı. Telefonumu çıkardım ve kamerayı açarak cama yasladım. Tamam düşme ihtimali vardı ancak yanımda telefon tutacağım yoktu, ne yapsaydım?
Videoyu başlattığımda kamerayı daha fark etmemişti. Kendimce şarkıya eşlik etmeye ve kıpırdanmaya başladığımda dikkatini bana çevirdi. Bana bakarken gülümsediğini kameradan fark ettiğimde benim de dudaklarımda bir gülümseme oluştu.
Şarkıyı gülümseyerek söylemek zor olsa da susmadım. O sırada bakışları yola çevrilirken kameraya takıldı. Yüzündeki gülümsemeyi hiç düşürmeden kısık bir sesle bana eşlik etmeye başladığında bu anı kameraya aldığım için kendi kendimi tebrik ettim. Bu anı kaç yaşında olursam olayım aklımın bir köşesinde daima duracaktı.
"Bu videoyu bana da atacaksın değil mi?" Başımı iki yana salladım. "Ama haksızlık bu!"
"Hiç de değil." Omuz silktim.
"O zaman benim telefonumdan da çek," diye homurdandı. "Kabul etmiyorum."
"Tamam çok ağladın," gıcık gıcık güldüm ona. "Atarım akşam sana da."
"Ha şöyle," derken keyiflenmişti. Yol bitene dek videoyu kapatmadım ve çıkan şarkılara hiç susmadan eşlik ettim.
En sonunda geldiğimizde benden önce emniyet kemerini çözmüş ve arabadan inmişti. Benim emniyet kemerim yine takılı değildi tabii. Köşede duran telefonu aldım ve yüzüme yaklaştırdım. "Çok tatlısın!" diye fısıldadım akşam telefonun başında bu videoyu izleyeceğini bildiğim Asaf'a. "Ve sanırım senden hoşlanıyorum." Kaşlarım çatıldı. "Bok vardı her şeyin ortasında bir çiçek gibi açtın hayatımda! Aşk meşk çıkardın bir de başıma!"
"Yeşil!" diye seslendi bagajı açtığında. "Yavrum gelsene, ne yapıyorsun?!"
"Geliyorum!" diye bağırdım. Kameraya çevirdim bakışlarımı. "Geliyorum," diye fısıldadım. "Bu cesarete nasıl sahip oldum bilmiyorum ama her şeyin daha başındayken bile sana geliyorum." Fazla ciddi tavır takındığımı fark ederek sırıttım. "Bizde yalan yok kardeşim!" Gülerek videoyu kapattım.
Arabadan indiğimde telefonumu cebime attım. Sepeti aldığında bir şey taşımama izin vermeden uzun ağaçların olduğu piknik alanında gezmeye başladık.
İleride duran bankları işaret ettim. Diğer tarafta çardaklar vardı ancak banklar daha iyi duruyorlardı. Diğer masalardan bir tık uzak kalan masaya o da baktığında, "oraya oturalım mı?" diye sordum.
"Olur."
İlk önce örtüyü serdim masanın üzerine. Daha sonra ise sepete doldurduğum saklama kaplarını çıkardığımda Asaf da bardaklara içecekleri dolduruyordu.
Karşıma değil yanıma oturmayı tercih ettiğinde onunla uzun süre konuştuk. Bazen bir filmden çıkan konu nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde futbola dönerken aklımda kalan bir soruyu dile getirmeden edemedim.
"Neden sormadın?"
Kaşlarını çatarak baktı bana. "Neyi?"
"Psikologu," duraksamam ona garip geliyormuş gibi bakmaya devam etti. "Beni oradan aldın ya..."
"Normal bir şey bu," yüzünü buruşturdu. "Sorun ne?"
"Neden orada olduğum?"
"Saçmalama," gözlerini devirdi. "Dayım sırf etrafında onu dinleyen bir insan yok diye gidiyordu psikologa. Belki aynı sebep belki bambaşka, bunu niye sorayım?"
Derin bir nefes verdim. "Anlatmak istiyorum çünkü. Eğer Pars bir gün karşına geçerse, ki geçecek, seni ilk olarak benim hakkımda bilmediğin şeyler üzerinden vuracak. Bu olsun istemiyorum."
Kaşları derinden çatıldığında, "onun yüzünden bir şey anlatmak zorunda değilsin."
"Kendim de anlatmak istiyorum." Bana inanmıyor gibi baksa da omuz silktim. "Sen anlattın ya da bir başka sebeple öğrendim, fark etmez, ben Deniz'i biliyorum. Seninde her şeyi bilmen gerekmez mi?"
Gerekirdi.
"O yüzden önce Pars'ı anlatacağım," başımı omzuna yatırdı, daha dikkatli inceledi beni. Bu bakışlarımı ondan kaçırmama neden olduğunda, "Çınar'ın arkadaşıydı." diye mırıldandım. "Çınar karşıydı falan işte." Gerilmiştim. "Bu yüzden herkesten gizliyorduk. Sonra... Görmüş birileri, Çınar'a haber vermiş. 12'ye geçmeden yaz tatilinde, biz gençlik parkında yan yanayken Çınar geldi tabii. Tartışma çıktı, tabii okul kapalı olsa da okulun çoğu öğrencisi o gençlik parkında takılır. O gün herkes oradaydı," oradaydılar, iftira atmak için. "Sözde ben Çınar'ın arkadaşını ayartmıştım."
"Ne?" diye yükseldi birden. İnanamıyor gibi baktı bana. "Ne diyorsun Naz?!"
Gülümsedim. "Sakin olsana. Reddettim bunu. Herkese bağırdım orada, öyle bir şey olmadığını, sevgili olduğumuzu. O ise benden uzaklaştı ve Çınar'a öyle bir şey yok dedi sadece. Oradan gitti, başka bir şey söylemeden, onca kişinin arasında beni bırakarak."
"Böyle mi ayrıldınız?" Başımı salladım. Duraksadı, yönünü değiştirdiğinde mırıldandığı küfürleri duyabiliyordum. Sakinleşmesini bekledim. Birkaç saniye sonra, "aklında Pars yok," diyerek döndü bana. "Bunu onu gördüğün ilk an gördüm yüzünde. Eğer içinde bir şeyler hissediyor olsaydın orada öylece kalmazdın. Gerilme sebebini anlıyorum ama sevmediğine eminim." Hayret eder gibi ikimizi gösterdi. "Şu an yan yanayız sonuçta."
Başımı salladım. "Sadece bil istedim, ben Deniz ile detaylara hakim olmasamda olayın çoğunu biliyorum. Sende bil istedim."
Yine homurdandı bir şeyler. Hiçbir şekilde ne dediğini anlamadım ama o birkaç dakika boyunca susmadı.
"Bir de," diye mırıldandım. Lafı dolandırmak mı yoksa aniden söylemek mi? Dışarıdan sakin gözüktüğüme emindim ama şu an oynadığım büyük bir kumardı. Gergindim. "Pars'ın bunu kullanacağını sanmam ama bil, daha önce hastaneye kapatılacaktım."
Şaşkın bakışları bana döndü. "Ne hastanesi?"
"Akıl."
"Ne?"
Bakışlarımı ondan kaçırdığımda, "bu seni rahatsız ettiyse sorun değil," diye mırıldandım. Güler gibi oldum ancak bir kırgınlık ele geçirmişti vücudumu. "Biliyorum kimse akıl hastası olan bir insanla birlikte olmak istemez. Üzerinden zaman geçti ama-"
"Akıl hastası değilsin," sözümü kesti sert çıkan sesiyle. "Hastaneye yatırılmak büyük bir mevzu değil?" Ona bayık gözlerle baktım. "Naz eğer buradaysan gerçekten değil."
"Bu bir sorunum olduğu gerçeğini değiştirmez. 17 sene birlikte yaşadığım ailem bile bana akıl hastası dedi Asaf."
"İyi ya beni de aklı başında birisi kaldıramazdı zaten," kolunu omzuma atarak kendine çekti beni. "Bak ne güzel işte."
Doğrulmaya çalıştım ama izin vermedi. "Saçmalama Asaf ya."
"Asıl sen saçmalama Yeşil." Başını eğerek yüzüme baktığında bir an gözlerine bakakaldım. "Ne olursa olsun hiçbir şey umurumda değil. Senden, senin istemediğini düşünene dek uzak durmayacağım. Akıl hastası olduğunu mu zannediyorsun? O halde bende seni delice severim ve eşitleniriz. Konu senken, sana ait hiçbir şey senden uzak durmama neden olamaz. O Pars piçi de, hasta olduğunu zannetmen de sikimde değil. Anladın mı güzelim?"
"İlaçlar kullandım, hastaneye yatmama engel olan Tuğrul abiydi Asaf," itiraz ediyordum ancak kolu bana dolanmışken ve yüzü yakınımdayken çoktan mayışmıştım aslında.
"Eğer bir akıl hastası olsaydın feriştahı gelse senin o deliğe tıkılmana engel olamazdı," yarım ağız gülümsedi ve diğer eliyle saçlarımı kulağımın arkasına doğru taradı. "Yine de çok akıl hastası olduğunu düşünmek istiyorsan sende beni delice sevebilirsin, bu fırsatı tanıyorum."
"Allah razı olsun ya!"
"Ne demek canım," diyerek güldü. "Bana aşık olmak en büyük hakkın."
İttim onu kendimden. "Hadi be oradan! Kendini beğenmiş!"
"Bir tek kendimi değil, seni de beğendim."
Yüzüm kızardı. "Defol."
"Bende seni seviyorum."
"Ben sevmiyorum."
Güldü. "Biliyorum, çünkü aşıksın."
Değildim ama onu sevdiğim artık yadsınamaz bir gerçekti. Yine de bunu fazla belli etmemek lazımdı. Haftalar önce kanlar içinde gördüğüm çocuğu şu an sevdiğimi söylemek... Ben gerçekten geri zekalıydım.
💗
*26 Şubat*
Akrep ve yelkovan kendi aralarında bir kavgaya tutuştuğunda ve birisi kaçıp diğeri kovaladığında zararı kendilerine almıyorlardı. Aksine tüm evrenden alıyorlardı ve hiç kimse kendisinden alınanın farkında değildi.
Benden on yedi yıl yaşadığım ailemi, Yusuf abimi, Tuğrul abimi, arkadaşlarımı almıştı. Almış ve beni öyle bir yere fırlatmıştı ki kalakalmıştım.
Şimdi de özür diler gibi avcuma yeni bir aile, yeni arkadaşlar ve yeni bir aşk veriyordu. Ve sanki fısıldıyordu. Bu son şansın. Onları da alacağım senden, öncesinde nasıl olacağınız senin elinde.
Fısıltısına kulak vermiştim. Onlarla olamayacağımı kabullenmiştim elbette. Öyle ya da böyle, olamayacaktık ve ben en azından yan yana olduğumuz her anı değerlendiriyordum.
Bir pasta siparişi vermiştim. Onu gösteriyordum Seher Hanım'a. Onunsa gözleri pasta da değil bendeydi. "Naz," diye mırıldandı koltukta bana biraz daha yaklaşarak. "Doğum gününde burada olacak mısın?"
"Elbette, pastayı sipariş verdim dedim ya."
"O pastayı neyle sipariş verdin acaba hanımefendi?" Yaman'ın ters bakışlarına karşılık vermedim.
"Telefonla canım, yazıyorsun, istediğini söylüyorsun ve insanlar hazırlıyorlar."
"Bedava mı yapıyorlarmış?" Ali Baran abisinin yanında aynı abisi gibi ters bakışlar atıyordu. "Söylesen alırdık biz."
"Param var canım, ayrıca aynı adamın çocuğuyuz farkındaysan. Bunun için haber mi vermem gerekiyor?" Ona yüzümü buruşturdum ve Seher Hanım'a döndüm. Elimdeki pastanın fotoğrafını göstermeye devam ettim. "Eğer beğenmediysen değiştirebiliriz," diye mırıldandım ekrana bakarken.
"Naz," dedi bir kez daha. "Kalacak mısın?"
"Kalmadan nasıl kutlayacağım?"
"Salağa yata yata salak kalacak," diye homurdandı Ali Baran. "Uydurduğun şu anlaşma zımbırtısı bitiyor ya canım, annem onu diyor. Kalacak mısın?"
Sessiz kaldım. "Pasta güzel mi?"
Seher Hanım uzun bir süre baktı yüzüme. Ona karşılık vermedim, telefonun ekranına baktım sadece. Yaman ve Ali Baran'ın fısıltılarını duyuyor ancak anlamıyordum.
"Güzelmiş," dedi Seher Hanım sonunda ilgisi gösterdiğim fotoğrafa kayınca. "Erken değil mi sipariş için?"
"Burası çok yoğun çalışıyor, anca yaparlar." Omuz silktim. "Hediyelerinizi aldınız mı?"
"Ha siktir ya," diyen Ali Baran gözlerini iri iri açarak baktı. "Unuttum!"
"Yarın alacağım," dedi Yaman ona salak der gibi baktığında. "Sende gelirsin benimle."
"Allah razı olsun be reis," sırıttı Ali Baran. "Bir de şu harçlığa zam işini konuşsak..."
"Senin dalağını-" Yaman'ın muhtemelen edeceği küfrü Seher Hanım öksürüğü ile kestiğinde, "severim," diye devam etti Yaman. "Güzel kardeşim maaşımın yarısı sana gidiyor zaten. Benden zengin yaşıyorsun şu evde, ne zamı lan?"
"Abi piyasa malum."
"Piyasana sokarım lan," yanındaki yastığı Ali Baran'ın yüzüne çarptı. "Siktir git başımdan!"
"Mahir abim daha fazla veriyor zaten!" diye homurdandı Ali Baran. "En çok onu seviyorum valla."
Kapı çaldığında, "iyi insan lafın üzerine," diyerek ayaklanan Seher Hanım'ı durdurdum ve ben ayaklandım. İkizleri özlemiştim.
Onlarda beni özlemiş olmalıydı, kapıyı açar açmaz üstüme atıldıklarında ikisine birden sarıldım gülerek.
"Bakıyorum da fena özlenmişim," diyerek kıkırdadım. Hiç şikayetçi değildim, bende onları çok özlemiştim.
"Hele evde gör sen onları," diyen Selen yenge gülümsüyordu. "Hala da hala, hala da hala, hiç susmuyorlar valla."
İkisininde saçlarından öptüm. "Oh halaları kurban olsun onlara." Geri çekildim. "Babaanneniz içeride, koşun hadi." İkiside babaanne diye bağırarak içeri geçtiğinde, "hoş geldiniz." dedim ilk önce Selen yengeye ardından da Mahir'e sarılarak. Selen yenge içeri hemen geçse de Mahir geçmemişti.
"N'aber?" Yanağımdan bir makas aldığında sırıttım.
"İyiyim, sen?"
"Şimdi daha iyiyim."
"Mahir," diye mırıldandım yanımdan geçmeden. "Babanın doğum günü var."
"Babamızın," dedi bastıra bastıra. "Evet, biliyorum."
"Hazırlıkları ben yapmak istiyorum," dedim kelimenin üzerinde durmasını umursamadan. "Diğerlerine de birazdan söyleyeceğim ama yine de sen önden bil ve bana yardım et, olur mu?"
"Olur," kolunu omzuma attığında ikimizi de salona ilerletti. Mahir ikisini de salondan gönderdiğinde Seher Hanım'ın yanına oturduk ikimizde. "Anlat bakalım."
Hepsinin bakışları bana döndüğünde, "İsmail bana yardım edecek, evi ben süsleyeceğim onunla beraber," diyerek girdim konuya hemen. "Ali Baran ve Seher Hanım onu mümkünse mahalleden uzağa götürsünler. Eve gelmesin. Mahir ve Yaman işte olurlar sanırım?"
Başını iki yana salladı Mahir. "O gün izinliyim." Yaman da başını salladı abisi gibi.
"Tamam. Selen yengeye görev yok, ikizler ona yeter de artar. Ali Baran ve Seher Hanım onu oyalasın. Yaman senden bir isteğim olacak onu almaya gidersin. Mahir sana işim yok ya, sen Selen yengeye yardım et."
"Bayıldım ben bu görev dağılımına," diyen Selen yenge keyifli görünüyordu.
"Güzel ama her şeyi yapabileceğine emin misin? Yardım edeyim en azından." Yaman'a başımı salladım. "Gerek yok, İso gelecek ya zaten."
"Bu kadar planı kurman çok hoş," diyen Seher Hanım bakışlarını bana çevirmişti. "Ancak doğum gününü kutladıktan sonra gidecek misin? Bu yüzden mi bu çaban? Bir veda mı aslında bu?"
Bu oynayacağım ikinci kumardı. Kalmak ya da gitmek. İkisinde de yara alan sadece ben olacak, ben kan kaybedecektim.
"Gitmek yok," diyen Mahir ile Ali Baran'dı. Aynı anda konuşmuşlar, itiraz etmişlerdi. Ali Baran'ın kaşları daha da çatıldı. "Gidecek misin cidden?"
"En azından anlaşma gününe kadar kalmamı istemiştin."
"Gitmeni istemedim ama."
Kaşlarım havalandı. "Emin misin?"
"Bırakın şu çocukluğu!" Mahir ikimize de ters bakışlarından attı.
Ali Baran onu umursuyor gibi görünmüyordu. "En başındaydı o, hatamı anlayınca duruldum."
"Tebrik ederim o halde."
"Kalacağım demiyorsun," diyen Yaman diğerlerinin aksine sakindi. "Yusuf yok, o Tuğrul denen herife mi güveniyorsun? Onun yanına mı gideceksin?"
"Tuğrul abimden nefret ediyor gibi konuştun," dedim şaşkınca. Tuğrul abime niye öfkeli gibi duruyordu çözememiştim.
"Aynı konuşmaları duyduk, sen etmiyor musun?" Sessizlik salonun her bir köşesinde dağıldığında ve o konuşma tekrar zihnime dolduğunda duraksadım.
Kendi içimde bir süre düşündüm de. Nefret ediyor muydum? O ne yapmıştı ki? Her şeyin aksine ailem beni bir hastaneye kapatmaya çalıştıklarında bile kendisi engel olmamış mıydı? Ondan neden nefret edeyim ki?
"Hayır," dedim bu yüzden. "Ondan nefret etmem için bir sebep yok." Kendi kendine homurdandı ancak hiçbirimiz onu anlamadık. Yanında oturan Ali Baran bile ona anlamsız bakışlar atıyordu.
"Neyi beraber duyduğunuzu sormayacağım," diye homurdanan kadın televizyonu açmıştı. "Nasıl olsa cevap alamayacağım."
"İstediğimiz tek bir cevap var zaten şu an," diyen Mahir koltukta bana doğru döndü. "Onun da cevabını sen vereceksin. Gidecek misin?"
"1 aydır buradasın," diyen Selen yenge omuz silkmişti. "Bizleri tanıdın ve eminim ki sevdin de. Yine de karar senin bir tanem."
"Yine de doğum gününü kutlayarak gitmesi acımasızca olurdu," homurdanan Ali Baran'ı Yaman susturdu. Baran onu umursamadı hatta göz devirdi. "Gideceksen kutlama. Babam bu yaşını kızının kendisinden gidişiyle hatırlamasın."
Kumar. Kalırsam her şey boka saracaktı. Başa dönecektim, bir de onlar tarafından yok sayılacaktım, def edilecektim. Kim bilir belki de bir kez de onlar bir hastaneye kapatılmam için çabalarlardı. Hayır yapmazlardı. Bunu yapmayacaklarını bilecek kadar onları tanıyorum. Hayır, güveniyorum.
Güven bir silahtı. İnsanların seni öldürmesini değil, ölene dek yaralamasını sağlıyordu.
Ben o silahı bir kişinin değil, birden fazla kişinin eline veriyordum. Biliyorum, ateş etmeyi öğrendiklerinde ilk kurşun kalbime denk gelecek.
Gidersem eğer ellerine bir silah bırakmamış, yalnız başıma bu evden, mahalleden yarım kalarak çıkacaktım. Yarım kalacaktım çünkü onlar olmayacaktı. Haklılardı, onlara alışmıştım. Ve sanırım... Hakkım olmadan hepsini sevmiştim. Ali Baran'ı bile.
Yusuf abim yoktu, Tuğrul abim sürekli benimle ilgilenemezdi, Akgül ailesi de olmayacaktı ve yalnız kalacaktım. Dedim ya, eğer ölüm ile yalnızlık arasında kalsam ölmeyi seçerim. Yalnız başıma artık aşamadığım konular yüzünden çok korktuğum o psikologa tek başıma gittim, bu sefer yalnız kalmaktansa ölmeyi seçerim.
"Kal," diye fısıldadı Seher Hanım. "Karşında şu an sakin duruyor olabilirim ama kal diye canımı veririm. Lütfen."
Dedim ya iş işten çoktan geçmişti. Onlara çoktan alışmış, onları sevmiştim. Onlardan bir anlaşmayı bahane ederek uzaklaşmak bir tek onlara değil, bana da zarardı.
Sanırım onlarsız nasıl olurum bu bir ayda unuttum. İşin kötü yanı ise bu kötü bile gelmiyor.
"Kalacağım," diye mırıldandım. Gözlerim yerdeyken hiçbirinin yüzüne bakamamıştım nedensizce. "Kalacağım ve onun doğum gününü kutlayacağım. Anlaşmayı bahane ederek değil, kızı olarak."
Nazlı kızı olarak.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |