🌪️
*27 Şubat*
Simsiyah bir sayfaydım, birçok yazı yazılmıştı ancak hiçbiri görünmüyordu karalığımdan. Gerekeni biliyordum, ya yırtılıp atılacak ya da bilenin elinden beyaz mürekkeple buluşacaktım.
Akça'lar bilmediğinden değil, istemediğinden yırtıp atmıştı o simsiyah sayfayı. Akgül'ler ise bildiğinden değil, sevdiğinden beyaz mürekkeple gelmişlerdi.
Şimdi yapraklarımın hepsinde de nefret dolu sözler değil, mutlu bir ailede nasıl yaşayacağını öğrenmek için can atan kız çocuğunun cümleleri vardı.
"Onu ne yapacağını hâlâ anlamadım," diyen Zeliş ve yanındaki Sümeyye Kadir Bey'e vereceğim hediyeyi gören sayılı kişilerdi. Elimdeki makası masanın üstüne bıraktım ve elimdeki fotoğrafı ona gösterdim. "Olmuş mu?"
"Hâlâ ne için olduğunu anlamadım ama evet," dediğinde Sümeyye, "kafasını kestiğin kim ya?" dedi merakla.
"Şşş, sessiz olsana!" dedim kapıyı işaret ederken. Duvarlar inceydi, sesler evin her yerinden duyuluyordu valla. Bunu yan odamda Yaman ve Ali Baran güreş tutarken fark etmiştim. "Seher Hanım duymasın!"
Zeliş yanında duran yapıştırıcıyı bana verdiğinde kestiğim fotoğrafı tuvalin tam ortasına yapıştırdım. "Oldu değil mi?"
"Kafası kopuk bir fotoğrafı mı vereceksin adama?" Diye soran Sümeyye derin düşünceler içerisindeydi. "Tehdit mi ediyorsun adamı? Senin de kafanı böyle koparırım mı demek istiyorsun?"
"Allah aşkına sus Sümeyye," diyen Zeliş göz devirdi arkadaşımıza. "Naz sende bir konuş, geldiğimizden beri onunla uğraşıyorsun."
"İki gün sonra Kadir Bey'in doğum günü," diye mırıldandım. "Ve siz ona yaptığım hediyeyi görüyorsunuz şu an."
"Ben anlamadım." dedi Sümeyye hâlâ anlamsız bakışlarla beni izlerken.
"Aaa," Zeliş aydınlanmış gibi bana baktığında, "şimdi anladım!" diye devam etti. Ona kocaman sırıttığımda hâlâ anlamamış olan Sümeyye'ye bir beni bir de tuvali işaret etti. "Anlasana kızım!"
"Yok anlamıyorum." dedi Sümeyye alnına vurarak. "Anlatsanıza açık açık."
"Kalmaya karar verdim," diye mırıldandım fırçayı almaktan vazgeçerek. Ona doğru döndüm. "Gitmeyeceğim."
"Ali Baran'ın dün ki hallerinden belliydi," dedi Zeliş gülümseyerek. "Çok sevindim Naz, iyiki böyle bir karara varmışsın."
"Ya!" Sümeyye anında ayaklanarak boynuma atıldığında, "çok sevindim! Çok sevindim! Çok sevindim!" dedi neşeyle. "Desene her şey yoluna girdi."
Geri çekildiğinde, "yani," diye mırıldandım. "Hemen hemen diyebiliriz."
Sümeyye aydınlanmış gibi tuvale döndüğünde, "şimdi anladıım!" dedi harfleri uzatarak. "Çok iyi fikirmiş!"
"Edebiyatçı çıktı kızın içinden," dedi Zeliş gülerek. "Sen bu tuvali verirken şair gibi neler döktürürsün şimdi... Oğlum harbiden çok iyi ya."
"Yok be," başımı iki yana salladım. Tuvali işaret ettim. "Bunu yapmak bile büyük cesaretti benim için, karşısına geçip bunu neden yaptığımı söyleyemem. Not yazıp koyacağım içine. En son yalnızken bakmasını isteyeceğim."
"Of ağlayacağım," diyen Sümeyye duygulanmış gibi bakıyordu bana. "Hem aile hem aşk... Kız ne şanslısın ya!"
"Aşk demişken," Zeliş beni kolumdan tutup yatağın üstüne çektiğinde bir yanımda o, diğer yanımda Sümeyye belirmişti. "Sizin aşk gemileri ne durumda Naz hanım?"
"Gemim yok benim, o kadar zenginleşmedim." diyerek kaçmayı denedim ancak ikili tuttu beni.
"Naz'cım," Sümeyye sinsice sırıttı. "Duydum ki Asaf ile pikniğe gitmişsiniz."
"Asaf size her boku anlatıyor mu böyle ya?!" diye çemkirmeden edemedim.
İkili, "Yooo," diyerek güldüler. "Telefonun ekranını açık bırakmış, sen mesaj atınca da konuşmayı görmüş bulunduk."
"Sevgili misiniz?" dedi merakla. Omzuma vurdu Zeliş. "Bir de sert duruyorsun, mesajlarda nasıl nazlanmışsın çocuğa!"
"Özel hayatın gizliliği," diye homurdandım yatakta geriye kayarak. Zeliş'e döndüm. "Ben sana Ali Baran'a niye bozuk atıyorsun diyor muyum?" Sümeyye'ye döndüm. "Sana ne demeli? İsmail'le uğraşıp duruyorsun!"
"İsmail mi?!" Zeliş şok içinde baktı Sümeyye'ye. "O ne alaka kızım?"
Kaşları derinden çatıldı Sümeyye'nin. "Sıfır alaka. Ben bir şey demiyorum, gıcık oldum çocuğa. O gün bilerek karıştırdı ortalığı resmen!"
"Asaf'ı deniyor," diyerek araya girdim, konuya açıklık getirmek amacıyla. "İsmail ile öyle ya da böyle dört senedir arkadaşız. Küs olduğumuz zamanlarda oldu ama ikimizde hayatımızda neler olup bittiğini biliyorduk. Dolayısıyla o da Pars ile olanların hepsine hakim olduğundan Asaf'ın da nasıl biri olduğunu çözmeye çalışıyor."
"Tekniği iğrenç." diye homurdanan Sümeyye'ye omuz silktim. "Yine de onun arkadaşını düşünmesini tatlı buldum."
"Veee," Sümeyye'ye gülümsedim. "Artık bizim okulda olacağını söylemiş miydim?"
Zeliş gülerek baktı arkadaşımızın yüzüne. "İçimdeki ship perisi halay çekiyor şu an."
Sümeyye'nin yüzü kızardığında, "sen kendine bak!" diye çemkirdi. "Ali Baran ile kavga etmişsiniz!"
"Ne?" Şaşkın bakışlarım ona döndüğünde gülen yüzü solmuştu. "Ciddi misiniz?"
"Deniz yüzünden," diye homurdandı Zeliş. "Karşıma geçip abuk subuk konuşunca üstüne yürüdüm. Hanfendi beni ona şikayet etmiş."
"Pardon?" Yüzüm buruştu. "O kimmiş de seni Ali Baran'a şikayet ediyor? Ayrıca onlar barıştı deme bana sakın!"
"Barışmadılar elbette. Ali Baran onun üzerine yürüdüğüm için değil onunla muhatap olduğum için kızdı. Bende ona bağırınca kızıştı işte ortalık." Derin bir nefes verdi. "Ayrıca Deniz senin kim olduğunu da öğrendi."
"Saklamıyordum ki," omuz silktim. Deniz benim son derdim bile olamazdı.
Sümeyye kaşlarını çattı. "Öyle değil güzelim, hanfendiye biri yetmediği için Ali'nin de Asaf'ın da yanında birisini gördüğü zaman yapışıyor." Zeliş'i işaret etti. "Boşuna onun damarına basmıyor. Okulda Asaf ile seni yan yana gördüyse senin de damarına basacaktır."
Onun yerinde olsam denemezdim bile. Damarıma basıldığında neler olduğunu en iyi Akça'lar bilirdi, bir diğer bilen kişi kendisi olsun istemezdi.
"İyi ya," diyen Zeliş'in çoktan keyfi kaçmıştı ancak bunu bize belli etmek istemiyor gibi güldü. "Kendin diyorsun, biri yetmiyor Deniz'e, İsmail'e sahip çık da sonra pişman olma."
Zeliş'in keyifsizliği bana da bulaştığından olsa gerek onu ciddiye almamıştım ancak Sümeyye ciddiye almış olmalıydı ki, "ZELİŞ!" diyerek büyük bir çığlık atmıştı. Zeliş hızla ondan kaçmaya başladığında Sümeyye çoktan kovalamaya başlamıştı bile. "ÖLDÜRECEĞİM SENİ!"
🌝
"Of Kadir!" diyerek isyan eden kadın rafların tozunu alıyordu. Benimde elimde bir bez, ona kıyamadığımdan yardım ediyordum. Kadir Bey ise ikimizi de izliyordu anca. "Sana kaç defa diyeceğim buraları böyle bırakma diye!"
"Hayatım sildim diyorum ya," dediğinde ona hak vermeden edemedim. Öyle ki sildiğimiz yerlerde toz falan yoktu. Annelerin gözlerinde farklı bir mercek mi vardı, olmayan şeyleri mi görüyorlardı asla çözemiyordum.
"Bak ne diyeceğim," Seher Hanım'ın elinden sarı bezi aldığımda Kadir Bey'e fırlattım. Omuzlarından tuttum ve Kadir Bey'in hemen yanındaki sandalyeye oturttum onu. "Şöyle bir dinlen biraz. Bende bu kalan rafları sileyim, siz de karı koca azıcık sohbet edin. Olur mu?"
"Annecim-" itiraz cümlelerine başlayacak olmasına en büyük engel Kadir Bey'di. "Olur babacım," dedi karısına ters bakışlar atarak. "Sende çık arkadaşlarınla takıl istersen. Bakma annene, hadi kızım." Başımı salladım. İşime gelirdi valla. İkisine de uzaktan bir öpücük attığımda bakkaldan çıktım.
Telefonum birkaç kez titrediğinde yürümeyi kesmeden cebimden çıkardım. Yabancı bir numara mesaj atıyordu.
0545*******: Simay artık konuşmamızın zamanı gelmedi mi?
0545*******: Lütfen engelimi aç
0545*******: Yetmedi mi bu kadar inadın?
0545*******: Lütfen
0545*******: Sana ihtiyacım var
0545*******: Simay
0545*******: Ne olursun bir kez olsun konuşalım
Siz: Siktir git
0545*******: Beni bir kez dinle
0545*******: Sana ihtiyacım var diyorum
0545*******: Naz'ım, sevgilim lütfen
Siz: Karakter yoksunu
Siz: On kere mi engellemem lazım illa?
Siz: Siktir git
Siz: Başka bir numaradan da yazma bir daha
Siz: Polise veririm seni
0545*******'i engellediniz. Engeli kaldırmak için dokun.
"Piç!" Derin bir nefes verdim. "Allah'ın belası, elini veren kolunu kaptırıyor, bir kurtulamadım Allah'ım! Keşke bir anda yok olsa, yemin ederim asla sorgulamazdım bile!"
"Abim kendi kendine konuşuyor dediğinde inanmamıştım," diyen ses ile yerimden sıçradığımda Ali Baran sırıtarak izliyordu beni. "Nereye böyle?"
"Parka, nereye olacak?" Ters ters baktım ona. "Yanına geliyordum."
"Özledin değil mi beni?" Pişmiş kelle gibi sırıtmaya başladı. "Kardeşlerin bir tanesi," diyerek sarılacaktı ki geriye kaçtım. "Kalbimi kırdın bak."
"Sus be, katlanamıyorum sana."
"Bende seni çok seviyorum."
"Defol Ali Baran."
"Naz'ım da Naz'ım." Kolunu omzuma attığında engel olmadım bu sefer, itmedim de. "Zeliş'i gördün mü? Sabah bize gelmiş?"
"Ali Baran?" Göz göze geldiğimizde ne var dercesine göz kırptı. "Deniz mevzusu ne alemde?"
"Aştık kızım biz o konuları, aylar oluyor." Ona göz devirdiğimde kafama vurdu bir tane. "Abiye göz devrilmez."
"Abiler de kardeşlerine yalan söylemez," diye homurdandım abim değilsin naraları atmak yerine. "O kız seninle niye muhatap oluyor?"
"Zeliha mı söyledi?"
"Fark eder mi?"
"Kıza gidip de bir derdin olunca bana gel mi dedim Naz? Geldi boş boş konuştu işte. Ben ne yapayım?"
Kaşlarım çatıldı. "Siktir git de. Ne demek gelip Zeliş'i sana şikayet etmek? Ah ulan... Benim yanımda yapacaktı bunu var ya... O sarı saçları elimde kalırdı gerçekten!"
"Sen ona Asaf yüzünden kızgın olabilir misin?" diye homurdandı. "Malum Deniz bugün Asaf ile konuştu."
Duraksadım. Olduğum yerde kaldığımda ayaklarım adım atmayı unutmuş gibi donakaldım. Dolayısıyla benim yüzümden Ali Baran'da durmuştu. Kaşlarını çatarak bana bakmaya başladığında tepkisini umursamadan gözlerimi gözlerine diktim. "Ne konuşmuşlar?"
"Bilmiyorum, ikisiyle de konuşmuyorum çünkü?"
"Ali," gözlerimi kısarak baktım ona. Gözlerini hızla kaçırdığında, "söylesene!" dedim sertçe. "Ne konuşmuşlar?"
"Sana ne?" Kaşlarını çattı. "Asaf'ı bu kadar umursama Naz."
"Geç kaldın," dediğimde duraksadı. Doğruydu ya da yanlış, fark etmiyordu. Asaf kızacaktı belki ama ben hatamı tekrarlamayacaktım. "Asaf'tan hoşlanıyorum."
"Anlamadım?" İnanmıyor gibi baktı suratıma. "Ne diyorsun Naz?"
"Ondan hoşlanıyorum!" diye tekrarladım hiç düşünmeden. "Ve inan bana ortada bir inat ya da başka bir şey yok. Sadece ondan hoşlanıyorum." Birkaç adım geriledim. "Bu yüzden yeni yeni düzelen aramızı bozacak mısın?"
"Naz bak..." Sinirli bir nefes verdi. "O olmaz. Anlamıyor musun beni? Asaf-"
"Geç kaldın," diye tekrarladım kendimi. "Kalbim onu çoktan seçti Ali Baran. Şimdi kendin seç. Ya buna karşı çık ve aramızı tamamen boz ya da saygı duy ve kenarda izle."
"Eğer seni üzerse onu gebertirim!"
Gülümsedim. "Korkma, bunun olmayacağına adım kadar eminim."
"Keşke bende emin olsam," başını iki yana salladı. "Hata yaparak öğrenmek istiyorsan izin vereceğim Naz ancak üzüldüğün her an için onu mahvedeceğime emin olabilirsin."
"Oy," dedim alayla yanaklarını sıkarken. "Büyüdün de abi mi oldun sen?"
"Dalga geçiyorsun."
"Aferin zeka küpü," dediğimde homurdanarak itti ellerimi.
"Umarım pişman olmazsın Naz."
"Olmayacağım." dedim ciddiyetle. Olmayacaktım. Asaf'tan hoşlanıyordum ve o da benden hoşlanıyordu. Terazi dengedeydi ve biz sağlamdık. Terazi bozulmadıkça aramız bozulmayacaktı.
🌝
*28 Şubat*
Elime tarağı ve tokayı alarak mutfağa, kahvaltı hazırlayan kadının yanına ilerledim. Üstümde aldığımız okul üniforması vardı. Kısa kollu üniformanın üzerine pembe sweatshirt giymiştim. Üniformanın beyaz yakalarını dışarı çıkardığımdan İlknur hocanın gazabına uğramayacaktım. İnşallah yani.
"Annecim günaydın," diyen kadın masaya hazırladığı krepleri koyarken beni fark etmişti. "Aa, niye yapmadın saçını?" diye sordu iki eli belindeyken.
"Şey," çekinerek baktım ona. "Balıksırtı örecektim ama yapamadım."
Gülümsedi. "Gel hadi." Ellerini lavaboda yıkayıp salona, benim ardımdan geldi. Koltuğa oturdu ve yeri gösterdi. "Otur bakalım," dediğinde önüne oturdum ve istediği tarağı verdim. Saçımı nazikçe taramaya başladığında bir an gözlerimi kapattım ve bu anın huzurunu yaşamak istedim.
Elleri hızlıydı, yirmi dakikada örgüyü yapmış tokaları takmıştı. Kahküllerim araya kaynadığından onları yapma gibi bir derdim yoktu. Yerden kalkmadan hemen önce eğilmiş, yanaklarıma birer öpücük kondurmuştu. "Seni çok seviyorum Naz," diye fısıldadı. "Kararından hiçbir zaman pişman olmayacaksın, söz veriyorum."
Cevap vermemi beklemeden salondan çıktığında arkasından baktım. Öyle ya, kendisi gittiğinde ve gözlerim hâlâ bir boşluktayken bile kendi kendime, "bende seni seviyorum." derken bulmuştum kendimi. "Umarım beni pişman etmezsiniz."
"Günaydın yer fıstığı," diyerek salon kapısında beliren Yaman uykusuz görünüyordu. "Ne o? Yerdesin bugün de?"
"Saçlarım," beğendirme isteğiyle ayaklandım ve sırtımı döndüm ona. "Bak, örülü. Nasıl olmuş?"
Gülümsedi en kocamanından. "Çok güzel olmuş," saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Çok yakışmış sana da."
"Annen ördü," derken sırıtmama engel olamamıştım. "Cidden yakışmış mı?"
"Çok," dedi yüzündeki gülümsemeyi silmeden. "Hadi bakalım mutfağa geç, Ali Baran'da bu güzellikten mahrum kalmasın."
Koşarak mutfağa geçtiğimde o odasına girmişti geri. Muhtemelen üstünü değiştirip gelecekti. Bir de... Bu aralar fazla uykusuzdu. Bazı akşamlar Ali Baran'ın gecenin bir yarısında, "manyadın mı anasını satayım, gece gece dosya mı bakılır?!" diyerek ona kızdığını duyuyordum. O karşılık veriyor muydu bilmiyorum ancak sesini duymuyordum. Hatta bu cümleden sonra Ali Baran'ın da sesini duymuyordum. Muhtemelen kıçını devirip yatıyordu geri.
"Aliiiiii!" Büyük bir neşeyle girdim mutfağa. Arkası dönük oturan bedene sırıtarak baktım, ensesine vurdum bir tane. Bağırarak arkasını döndüğünde sırıttım. "Nasıl olmuşum?
"Bok gibi!" gözlerini devirdi. "Açım otur da yiyelim artık!"
"Bağırma lan bana!" Seher Hanım'a işaret ettim onu. "Oğlun bana bağırıyor!"
Çocukla çocuk olmayı seçmiş gibi o da beni işaret etti annesine. "Anne o da bana vurdu! Ensemde dört parmağının da izi vardır!"
Seher Hanım çayları doldururken bize yandan bakış atmış ve sadece, "büyüyün." demişti.
🌝
Kalçamı peteğe yaslarken Sümeyye öğretmenler masasına oturmuş beni izliyordu. Yanımda benim gibi peteğe yaslanmış olan Zeliş, "kızgın gözüküyorsun," diye mırıldandı.
Bakışlarımı sınıf kapısından çekmedim. "Kızgınım çünkü."
"İyi de Asaf'ın bir suçu olmadığına eminim," diyen Sümeyye onun suç ortağı olduğundan ona ters ters baktım. "Bakma öyle, Deniz'i anlattık sana."
"Deniz falan umurumda değil, Asaf onunla konuşamaz!"
"Aşkım isteyerek konuşmadığına eminim."
"Kafasına silah mı dayamış Sümeyye?!" diye kızdım ona. "Ne konuştuklarını soruyorum söylemiyor da! Gelsin o bir... Parçalayacağım onu!"
"Sanırım bambaşka birisi geldi." diyen Zeliş sınıf kapısını işaret etti. Sümeyye arkasını dönüp bakarken benim bakışlarım kapıda dikilmiş içeriye bakan Pars'a çevrildi. Sınıfın arka kısımlarına baktıktan hemen sonra gözleri gözlerime çıktığında gülümsedi. Sınıfın içine girecekti ama onun arkasından hızla içeri giren İsmail sertçe ona çarptığından girememişti.
"Senin ne işin var burada?!" dedi İsmail'e sertçe.
İsmail onu alaya aldığını gösterircesine sırıttı. "Keyif meselesi, senin ne işin var?" Şaşırmış gibi yaptı oyunculuğunu konuşturarak. "Haaa, sen it gibi dönmeye çalışıyorsun."
"Lan!" diyerek İsmail'in yakasına yapıştığında tüm sınıfın ilgisini üzerine çevirmişti ikili. Ellerimi göğsümde bağlamış boş boş bakıyordum onlara. "Gebertirim oğlum seni!"
"O ellerini üzerimden çekmen için beş saniye veriyorum Pars," İsmail bir anda ciddileştiğinde kıpırdandım merakla. "Yoksa ağzımı açmam beş saniye bile sürmeyecek."
Pars'ın ona öfkeyle atılmasını ya da vurmasını bekledim ama hayır, ellerini İsmail'in yakasından sertçe çekmişti. Ha siktir! İsmail onu tehdit mi etti yoksa bana mı öyle geldi?
"Şimdi de arkanı dön ve tıpış tıpış sınıfına git." diye devam etti İsmail yakasını düzeltirken.
"Kaşınma İsmail! Karşında Çınar yok senin." Daha şerefsizi vardı.
"Daha şerefsizi var evet," dedi İsmail alayla, içimdeki sesi duymuş gibi. "Canımı sıkma istersen, ha?"
"Sınıftan çıkın!" dedi Sümeyye ikisine birden çatık kaşlarla bakıyorken. "Nerede kavga ediyorsanız da edin!"
Pars varlığımı hatırlamış gibi bana döndüğünde, "Simay..." dedi İsmail'i umursamadan bana yaklaşarak. "Konuşabilir miyiz?"
Boş boş baktım ona. "Hayır."
"Lütfen," dediğinde gözlerindeki kızarıklığı yeni fark ediyordum. Gözlerinin altındaki mor halkalar, şişmiş ve kıpkırmızı olan gözleriyle çok kötü görünüyordu.
"Bak benim canımı sıkma," dişlerini sıktı İsmail. "Sınıfına git dedim sana!"
"Sim-"
"Tamam!" İsmail şaşkınca bana bakarken başımı iki yana salladım. Kavga etmelerindense birkaç dakika Pars'a sabredebilirdim, bir sakınca görmüyordum. "İn bahçeye geliyorum." Hareket etmeyen Pars'a çevirdim bakışlarımı. "İn!"
"Bekliyorum," diyerek sınıftan çıktığında, "kafayı mı yedin sen?!" diye bağırdı İsmail. "Söylediklerin ile yaptıkların eşleşmiyor, bunun farkında mısın?!"
"Amına koyduğumun ergenleri," diye homurdanarak sınıftan çıkan bir çocuğa göz devirdiğimde İsmail'e omuz silktim.
"Bir şey yok İso, bir iki saçmalayacak işte."
"Bana bak," Zeliş koluma asılarak ona dönmeme neden oldu. "Sen Asaf'a Deniz ile konuştu diye kızıp da bu çocukla konuşmayacaksın değil mi?"
Gözlerimi devirdim. "Saçmalama, dizide miyiz sanki? Bir kez konuşayım da bir daha karşılaşmayalım diye uğraşıyorum."
"Ama Asaf-"
"Gelen on kere gelirdi sınıfa," dedim sinirimi saklamadan. "Beyefendi gelmiyor işte Sümeyye! Ayrıca gidip barışmayacağım Pars ile, derdi ne onu öğreneceğim. Abartmayın."
"Git lan," İsmail benden yorulmuş gibi Sümeyye'nin yanına, öğretmenler masasına oturdu. "Siktir git! Sonra ağlayarak böyle oldu İso diyerek gelme yanıma."
"Gelmem!" onları arkamda bırakarak bahçeye indiğimde gerçekten tek isteğim Pars ile son kez konuşup onunla bir daha karşılaşmamaktı.
Ondan dolayı karşı karşıya geldiğimizde konuşmasına izin vermeden, "ya ben sana siktir git demedim mi?" dedim öfkeyle. "Daha ne Simay konuşacağız, Simay konuşacağız diye dolanıyorsun Pars?"
"Hiç değişmemişsin." dedi bankta otururken. Ses tonu bir garipti. Ne hissettiğini anlamıyordum. İşin aslı şu ya, ne hissettiğini umursamıyordum bile.
Sinirle güldüm kurduğu cümleye. "Niye çağırdın beni?"
"Özür dilerim."
Yüzümü buruşturdum. "Anlamadım?"
"Yaptığımın nasıl bir orospu çocukluğu olduğunu fark ettim," oturmayacağımı fark etmiş gibi ayaklandı, karşımda dikildi. "Özür dilerim!"
"Bu mudur?" Alayla güldüm. "Tamam." diye mırıldandım. "Bu kadar mı?"
Bu halime şaşırır gibi oldu. "Bir şey demeyecek misin?"
Başımı salladım. "Demez olur muyum?" Ona yaklaştım biraz daha. "Siktir git Pars. Özründe sende umurumda bile değilsiniz!"
Ondan uzaklaşacağım an koluma yapıştı. "Simay dur, dur lütfen!" Şaşkınca baktım ona. "Konuşalım lütfen."
"Ne konuşacağız daha?" dedim kolumu geriye çekerek. "Pars-"
"Annem gitti." Onlarca kişiden fazla olan bahçenin gürültüsünde ikimizde sessizliğe boğulduk. Annesi... Yine mi gitmişti? "Ben bu sefer sensiz bunu nasıl atlatırım bilmiyorum."
"Pars," duraksadım, ne yapacağımı bilemeyerek baktım ona. "Üzgünüm, gerçekten." Elim bir refleks gibi kahküllerime çıktı ancak onlar örgümün içinde olduğundan alnıma dokundum. "Ancak alışmalısın. Annen..."
"Alışamıyorum," sesi titrediğinde bana birkaç adım yaklaştı. Şaşkınlıktan ne geriye gidebildim ne de ona engel olabildim. "Ne olur izin ver," dediğinde kollarını çoktan bana sarmış, omzuma yasladığı başıyla orada öylece kalmıştı. "Bunu seninle atlatmama izin ver." titreyen sesinin aksine ağlamaya başladığını anlamam yerimde donakalmama neden oldu.
Geri çekilemedim bir an. Annesi... Bunu nasıl yapardı? Yine mi babasını aldatmış ve başka bir adamla gitmişti? Kendisine bu denli bağlı olan Pars'ı nasıl bu halde bırakmıştı? Mihrimah Akça bizi nasıl bıraktıysa. Yaşanış şekli her ne kadar farklı olsa da ikisi de çocuklarını bırakmadılar mı?
Elim sırtını uzanıp uzanmamak arasında kaldığında, "Pars," diye fısıldadım. Ne öfke ne de nefret orada değildi. Konuşan bir ay öncesinde evinden atılan Simay Naz'dı. "Bu doğru değil, üzgünüm." Geriye çekilmeye çalıştım ancak o öyle sıkı sardı ki beni geriye çekilemedim. "Pars!" İkaz dolu ses tonumu umursamadı bile.
"Birkaç dakika daha," dedi pürüzlü, boğuk sesiyle. "Ne olursun buna izin ver."
Onu anlıyordum ancak bilmeliydi, onu teselli eden sevgilisiydi. Şimdi ise onu teselli edecek kişi ben değildim. Bu yüzden benden derhal uzaklaşmalıydı. Hemde Asaf bizi bu halde görmeden.
"Pars, o geri gelecek," dedim sakince. Çünkü daha önce böyle yapmıştı. Bir kez daha ondan uzaklaşmaya çalıştığımda zorluk çıkarmadı. Sweatshirtümün omuz kısmında onun gözyaşlarının izi olduğuna emindim. "İyi değilsin, evine git."
"Keşke yanımda sen olsan," çökmüş yüz hatlarına rağmen gülümsedi. "Eskisi gibi."
"Ne biz eskisi gibi iki sevgiliyiz ne de sen annesinin gidişine hazırlıksız yakalanmış o küçük Pars'sın. Bir an önce kendine gel."
Hayat bana başka bir aile şansı tanıdı, umarım sana da kan bağı olsun ya da olmasın bu şansı tanır.
"Sanırım hem sensizliği hem de annemsizliği öğrenmeliyim," gülümsedi. "Yine de teşekkür ederim Simay. Hak etmediğim halde kollarına sığınmama izin verdiğin için."
O an, Pars arkasını dönüp giderken, o an elleri yumruk halinde birkaç adım ötemizde bizi izleyen çocuğu gördüm. Yanındaki Ali Baran omzundan tutmuştu onu.
Gözlerim korkuyla onunla buluştuğunda İsmail'in onun arkasında başını iki yana salladığını görmüştüm.
"Asaf," dedim korkuyla ona adımlayarak. "Yanlış anladın, bak ben-"
"Çok doğru anladım," dedi buz gibi sesiyle. Ne zaman benimle konuşsa gözleri parlar, sımsıcak olurdu o ses tonu. Harfleri uzatarak, biraz da gülerek konuşurdu benimle. Şimdi herhangi biriyle konuşur gibi sertti yüz hatları. Gözleri bile buz gibiydi. "Ben seni çok doğru anladım."
"Düşündüğün gibi değil, bak yemin ederim öyle değil."
"Yanıma gelip desen ki unutamadım, ya deseydin... Bırak!" diye bağırdı Ali Baran'a. Ali Baran onu bıraktığında üzerime adımladı. İsmail hareketleniyordu ki onu durduran yine Ali Baran oldu. Dolu dolu gözlerimle baktım yüzüne. Beni yanlış anlıyordu. Gördüklerini yanlış yorumlamıştı. "Ne yapacaktım ya? İki mi üç mü? Kaç kere konuştuk Naz?! Deseydin ya unutamadım diye, yakana mı yapışacaktım ben senin?!"
"Ailevi," diye mırıldandım sesim titrerken. "Asaf iyi değildi, ailevi bir problemi vardı-"
"Sen mi kaldın teselli edecek?!" diye bağırdığında yerimden sıçradım. Bunu fark etmiş gibi duraksadı, ellerini saçlarından geçirdi. Bağırmadan konuştu bu sefer. "Siktiğimin çevresinde bir arkadaşıda mı yokmuş lan? Sana mı kaldı onu teselli etmek?!"
"Bir anda sarıldı, Asaf yemin ederim bir anda sarıldı itemedim. Bak ben-"
"Sana dedim," diye mırıldandı. Sesi bu sefer daha kısık olsa da netti. "Eğer yüzünde ona ait tek bir emare görseydim bırakırdım dedim."
"Saçmalama!" Kalbim panikle atmaya başladığında sığamadım içinde bulunduğum bedene. "Asaf hayır, saçmalama!"
"Canın sağ olsun," diye mırıldandı. Arkasını dönüp okula ilerlemeye başladığında arkasından gidecektim ancak beni durduran Ali Baran oldu. Bakışlarımı sırtı bana dönük olan çocuktan çekmedim.
İsmail de onun arkasından ilerlerken Ali Baran elini omzuma koydu. "Sakin ol, çok sinirli şu an." diye mırıldandı. "Naz ona da hak ver, eski sevgilinle sarılırken gördü seni."
"Ali düşündüğü gibi değil, yemin ederim! Yanlış anladı, öyle değil yemin ederim!"
"Biliyorum Naz," sarıldı bana. "İki gözümden fazla sana inanırım ben ama ona da hak ver. Sen onun Deniz ile konuştuğunu öğrendiğinde bile öfkeni saklayamadın, o seni sarılırken gördü." Uzaklaştı, gözlerini gözlerime çıkardı. "Sakinleş, onu da sakinleştireceğim tamam mı? Okul çıkışı tekrardan konuşursunuz ama şimdi biraz sakin kalın. Tamam mı abim?" Arkamızda kalan okulu işaret etti. "Ben onun yanına gidiyorum, sende sınıfa çık tamam mı?"
Başımı salladığımda saçlarıma bir öpücük bırakmış ve hızla okula ilerlemişti. Arkamda kalan biraz önce Pars'ın oturduğu banka oturduğumda ellerimle yüzümü kapattım.
Dengede duran teraziyi bozan benim kesemdeki ağırlıktı. Sonradan bir anda keseme konulan ağırlık dengeyi alabora etmiş, teraziyi bozmuştu.
Asaf beni yanlış anlamıştı.
Asaf daha başlayamadığımız ilişkiyi sonlandırmıştı.
"Benimle konuştuktan sonra seninle ayrılmasını bekliyordum," diyen ses ile bakışlarımı birkaç adım ötede keyifle beni izleyen sarışına çevirdim. "Ama bu kadarı... Ekmeğime yağ sürdün resmen."
"Deniz," adını ne kadar mırıldanmış olsam da beni duyuyordu biliyordum. "Siktir git."
"Onun senin gibi biriyle olmayacağını biliyor olmalısın," dudak büktü. "Şu an acıyorum sana."
"Sen ondan daha acınacak durumdasın," diyen Zeliş onun karşısına dikildiğinde Sümeyye yanıma oturmuş, bana sarılmıştı. "Senin yerinde olsam o burnumu her yere sokmazdım."
"Kalk hadi," diye fısıldadı Sümeyye. "Ali onu sakinleştirir. Zil çalacak şimdi, sınıfa geçelim."
"Yanlış anladı," diye fısıldadım. Bir anda boşluğa düşmüş gibi hissediyordum. "Sümeyye-"
"Biliyorum aşkım," diye mırıldandı. "Sakinleştiğinizde birbirinizi anlayacaksınız ancak şu an değil. Kalk hadi."
Ayaklandığımızda bizi durduran, "Hadi ya?" diyen Deniz'di. "Öyle mi? Tam olarak nasıl anlatır mısın? Yoksa senin gibi en yakın arkadaşıma aşık olmadığım için mi acınacak durumdayım?"
"Hayır kıt kafalı," alayla çıkıyordu ses tonu. "Bir erkeğe sadık olamayacak kadar doyumsuz olduğun için. Dün Ali Baran için benimle kavga et, bugün Asaf için ona laf at. Senin de işin zor tabi."
"Bana bak o ağzını topla yoksa-"
"Ne yaparsın?" Yanımda duran Sümeyye güldü. Her zaman ki gibi keyifle dolu olan gülümsemesi gibi değildi bu, alay doluydu. "Ali Baran'a mı şikayet edersin?"
"Polise giderim," dediğinde dudak büzerek bakışlarını bana çevirdi. "Bu senin işine gelmezdi değil mi?"
Yüzümü buruşturdum. "Ne saçmalıyorsun?"
"Ben bir şey soracağım!" diye bağırdığında bahçedeki çoğu kişi bakışlarını üzerimize çevirmişti. "Biz ne kadar güvendeyiz ya?" Üzülür gibi baktı bana. "Bize de zarar verecek misin?"
Dişlerimi sıktım. "Şansını zorlama."
"Yoksa?" diye bağırdı gür bir sesle. "Ne yaparsın? Bana da mı iftira atarsın yoksa vurur musun? Hangisini yaparsın minik kuş?"
Ona adımlamaya çalıştım ancak Sümeyye kolumdan tuttu. "Sinirli olduğunun farkında, amacı ne bilmiyorum ama sinirinin üstüne tuz ekiyor. Bilerek yapıyor, sakin ol Naz."
"Mesela bize de tacizci diyecek misin abine yaptığın gibi?" Bahçede birçok uğultu çıkmaya başladığında, "o sesini kes!" dişlerimin arasından zar zor çıktı kelimeler. "Elimde kalırsın Deniz!"
"Söylesene, sırf abine inat olsun diye onun sevmediği çocukla da birlikte olduğun doğru mu?"
Gözlerimi kapadım. Onun üzerine gölge gibi çökmemek, tüm sinirimi ondan çıkarmamak için kapattım gözlerimi. Çok çabuk sinirleniyorsun dedi zihnimin arkasında ki Alparslan abi. Derin nefesler al ve ona kadar say. Her saydığında seni sakinleştiren şeyleri düşün.
"Neden sessiz kaldın?!" diye bağırdı Deniz. "Doğru mu yoksa?" Bir. Yusuf abimle sımsıkı sarılıyorum.
"O sesini kes!" diye bağırdı Zeliş. "Dilini koparmamı istemiyorsan siktir git Deniz!"
"Hadi ama, kendini açıklasana Akça kızı?!" Güldü. "Yoksa ablanın evliliğini yıktığında mı doğru?!" İki. İkizlerle parkta oyun oynuyorum.
"Cevap vermeyecek misin? Abinin milyon dolar zarara girmesi de mi senin yüzünden?" Üç. Seher Hanım saçımı ördü, yanağıma öpücük kondurdu.
"Söylesene kızım!" daha da gür çıktı sesi. "Abini ölesiye darp ettiğinde mi yalan?!" Dört. Yaman ile isim şehir oynadık.
Beş. Mahir ile sinemaya gittik.
Altı. Selen yenge ile dedikodu yaptık.
Yedi. Ali Baran ile birlikte kahve içtik.
Sekiz. Diğerleriyle birlikte çekirdek kola yaptık.
"Delirdiğinde mi yalan?" Dokuz. Asaf ile pikniğe gittik.
"Söylesene!" Üzerime yürüdü ancak onu durduran Zeliş oldu, sertçe geriye itti. "Kafayı kırmadın mı? İlaçlar içmiyor musun?!" On. Kadir Bey ile bakkalda vakit geçirdik.
Arkamı döndüm çünkü on saniye saymak beni sakinleştirmemiş, daha da germişti. Kalbim kan değil öfke pompalıyordu sanki, durduramıyordum kendimi. Ellerim titriyordu.
"Delisin kızım sen!" diye bağırdı ben okula doğru ilerliyorken. "Hastasın! Sırf tanıdığın bir savcı var diye kapatılmamışsın hastaneye! Kapı gibi deli raporun var!" Adımlarım olduğu yerde donakaldığında, "hayır!" dedi Sümeyye olanı hissediyor gibi. "Naz devam edelim, girelim okula hadi."
Beynimde bir sinyal sesi öyle çok yükseldi ki bir an iki elimi de kulaklarıma kapatacak, durması için çığlık atacaktım.
"Güvende miyiz biz bu okulda?!" Yalnız onun sesini ayırt etti zihnim. Öyle ya, dudaklarının kıpırdandığını gördüğüm Sümeyye'nin ne dediğini bilmiyordum. Ya da bir tuhaflık olduğunu fark etmiş gibi karşısındaki kızı boş verip bize dönen Zeliş'in bana bakarken kurduğu cümleleri duymadım. Sadece Deniz vardı. Sadece onun beni suçlayan sesi. "Bir hasta ile aynı yerde saatlerce dururken ne kadar güvendeyiz?!"
"Değilsin," diye fısıldadım zihnimde yankılanan sesle. Değilsin, hiçbir zaman olmayacaksın sözleri öyle çok yankılandı ki beynimde, gözlerimi karşımdaki kıza kilitledim. "Göstermemi ister misin?"
Onun üzerine yürümeye başladığımda sanki deli gücüm vardı, kimsenin beni durdurmasına izin vermedim. İsteyerek değil, koluma tutunan kolu bir hiç gibi silkeleyerek kendimden kurtardığımda onun kaçmak için fırsatı bile olmadı.
Bir elimi hızla boğazına doladığımda nefesi kesildi. Sık. Durma parmaklarını daha fazla sık. Sıktım ancak yeterli gelmedi. Onun bana direniyor olması, koluma vuruyor olması canımı sıktı. İçimde bir nokta bundan keyif almadı. Tertemiz yüzü battı bir anda. Diğer elimi kaldırıp yüzüne tokat attığımda dengesini sağlayamadı, yere düştü.
"Hasta değilim," diye fısıldadım yere düşen bedeninin üzerine gölge gibi çöktüğümde. Sağ elimle Yusuf abimin gösterdiği gibi yüzüne bir yumruk attığımda bundan haz aldım. Acıyla inlemesi, çığlık atması inanılmaz bir zevk verdi.
"Hastasın sen!" diye bağırdı Mihrimah Akça.
"Değilim!" Avazım çıktığı kadar bağırdım kıza yumruklar savururken. "Hasta değilim!"
Hastasın sen! Akıl hastanesine kapatılman gerek!
Sakın dönmeye kalkma Simay, senin yerin burası. Bu dört duvar arası. Hastasın sen.
Şizofreni olabilir, kafasındaki seslerden bahsetti.
"Değilim!" diye bağırdım bana ilaçları veren doktorun yüzüne yumruklar atarken. "Değilim lan! Sen verdin bana o ilaçları!" Birisi beni onun üzerinden çekmeye çalıştı, birden fazla el dolandı ancak deli kuvveti vardı sanki üzerimde. Hepsine gücüm yetecekti sanki. "Sen verdin!" diye bağırdım yüzü kanlar içinde kalan doktora.
Mahvetti seni. İlaçları o verdi, seni delirtmeye çalıştı. Durma vur. Sana deli dediği her an için durma.
"Siktin hayatımı!" diye bağırdım durmadan vururken. "Verdiğin ilaçlar yüzünden oldu! İyiydim lan ben!"
Artık bana direnmiyordu. Kollarıma vurmuyor, üstünden kalkmam için zorlamıyordu. Bakışlarım göğsüne çevrildi. Hafif hafif inip kalkan göğsüne. Durma Simay, o senin nefes almanı engelledi! İlaç verdi sana! Boğazını sık! Durma! Boğazını sık!
Sinyal sesi çoğaldığında çığlık atarak boğazına sardım parmaklarımı. Öldür onu! O seni öldürecekti! Onu öldür! Sana zarar verecek! Onu öldür! Öldür! Durma! Öldür!
"NAZ!" parmaklarımı daha da sıktım. "ABİM DUR!" Belime dolanan kollar beni geriye çekmeye çalıştı.
Parmaklarımı dahası varmış gibi daha fazla sıktım. "Sen beni öldürecektin! Bende seni öldüreceğim!"
"O DEĞİL! NAZ O DEĞİL! SANA İLACI O VERMEDİ!" Bileğime yapışan el beni geriye çekmeye çalıştı ama izin vermedim. Onu durdurmadılar sende durma! Öldür onu! Öldürmezsen o seni öldürecek! Öldür onu!
"DENİZ O!" diye bağırdı can havliyle birisi. Bu kim ayırt edemedim. "İLAÇ VERMEDİ! O DEĞİL!" Çenemi sıktı birisi. Bakışlarım odağını bulamadığında daha sert sıktı çenemi. "BAK BANA! BANA BAK NAZ! GÖZÜME BAK! DENİZ O! DENİZ! NAZ BAŞKA BİRİSİ DEĞİL! DENİZ O!"
Afallayarak bakışlarımı ona odaklamaya çalıştığımda koltuk altlarımdan tutarak beni geriye çekti, sırtım onun göğsüne yaslı, yerde nefes nefese karşımdaki kalabalığa bakıyordum. Bakıyordum ama zihnim o kadar bulanıktı ki gördüklerimi algılayamıyordum. "Geçti abim," hiç durmadan saçlarımı okşuyor, hiç durmadan öpücükler konduruyordu. "Geçti abim, yemin ederim geçti. Yok bir şey. Bitti, bitti abim. Korkma, geçti."
Göğüs kafesim hızla inip kalktığında zihnimdeki sinyal sesi durmuyordu. Kısıktı ama oradaydı, durmuyordu.
Bakışlarımı oraya, kalabalığa odaklamaya çalıştığımda küçük bir aralıktan gördüğüm yüz kanlar içinde kalan Deniz'in yüzüydü.
Sinyal sesi büyüdü, büyüdü ve tüm zihnimi kapladığında titremeye başladım. "Abim, abim iyisin, yemin ederim iyisin. Naz, bak bana?!" Çenemi tutmaya çalıştı ama o kadar çok titriyordu ki vücudum bunu başaramadı. "NAZ! Bak bana! Yalvarırım bak bana! İyisin, abim iyisin ne olur bak bana!"
Zihnimdeki sesler birbirine girmeye başladığında nefes alamadığımı hissettim. Ciğerlerime ulaşmayan havanın sonunda gözlerim geriye kaydığında kulaklarım yakınımda adımı bağıran ses dışında hiçbir şeyi duymadı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |