🌪️🌚
*Yazar*
Yaralar hâlâ kan akıtırken elin bir bez parçasına değil de bıçağa uzandığında kendi kendinin celladı oluyordun.
Korkmalıydın kandan, bıçaktan en çokta yaradan. Çünkü bir kez yaralandığında bir kez fiziksel acı çeker, günler sonra iyileşirsin. Ardından ruhun acı çeker ve bu birkaç gün değil, hayatının sonuna dek seni takip eder, en alakasız yerde bile sızlatır içini.
Asaf ve İsmail bulundukları odada sessizce yatakta yatan kıza bakıyorlardı. İsmail gergindi, arkadaşına öfkeliydi, arkadaşı için üzülüyordu. Onu daha önce böyle görmüştü ancak bu kadar değildi. O an kimseye saldırmamış, ölesiye dövmemişti.
Asaf ise öylece kızı izliyordu. Kavgayı duyduğunda yanında Ali Baran vardı ve onun arkasından kalbi korkuyla çarparken hızla koşmuştu. Bu denli büyük bir kavga görmeyi beklemezken onu korkutan şey kimsenin Naz'a gücünün yetmeyişiydi. Deli gibi kızın yüzüne yumruklar atmış, boğazını sıkmıştı ve onu durduran sadece Ali Baran olmuştu.
Çekip almamıştı, diğerleri gibi kuvvet uygulamamıştı. Söylediği tek şey ilacı Deniz'in vermediğiydi.
Yutkundu. Tek dileği kızın başına dert yumağı örmemesiydi ancak geç kalmıştı, biliyordu. Kapının önünde bekleyen iki polis onun uyanmasını bekliyorlardı.
"Benim yüzümden," diye mırıldandı acıyla başını kızın uzandığı yatağa yaslarken. "Benim yüzümden. Onun Deniz ile konuşmasını engellemeliydim."
"Ya da bir aptal gibi çekip gitmeden önce kızı dinlerdin," diye homurdandı İsmail. "Kendine yüklenme, bu olacaktı. Er ya da geç bu olacaktı çünkü uzun zamandır kendisini kasıyordu." Bakışları yatakta yatan kıza döndü yine. Derin bir nefes verdi. "Bir krizin geleceğini tahmin ediyordum, bir aydır başına gelmeyen şey kalmadı ama bu kadarını... Ben bile beklemiyordum."
"Ne olacak?" diye fısıldadı Asaf. "Şimdi ne olacak ona?"
"O kız reşit değil," İsmail kızın ailesinin öfkesini hatırladı. "Muhtemelen ailesi şikayetçi olacak."
"Kadir amca ve Mahir abi konuşacaklardı," diye mırıldandı kendi kendine. Ailesinin şikayetçi olmaması tek dileğiydi şu an.
Naz'ın kıpraşan göz kapaklarını gören İsmail, "Asaf kalk," dedi yatağın başına ilerlerken. Asaf başını kaldırmışken Naz gözlerini aralamış beyaz tavana yüzünü buruşturarak bakıyordu.
"İyi misin?" İsmail arkadaşının başına ilerlediğinde ondan bir cevap alamadı. "Naz?" diye mırıldandı Asaf'a küçük bir bakış atarak. Asaf sessizce bir tepki vermesini bekliyordu ancak Naz birkaç dakika sessiz kaldı.
O birkaç dakikanın sonunda, "ne oldu?" diye sordu sessizce. Bakışları tepesinde dikilen İsmail'e çevrildi. Sanki ne olduğunu biliyordu. Sanki değil, biliyordu. Bir kriz geçirdiğini biliyordu ancak neden, işte bunu bilmiyordu. "Neden buradayım?"
İsmail'in bakışları Asaf'a çevrildiğinde kısa bir bakışma yaşadılar. İkiside şaşkındı, Naz hatırlamıyor muydu?
"Ne hatırlıyorsun?" dedi İsmail dikkatle onu izlerken. "Neden burada olduğunu hatırlamıyor musun?"
Naz ona cevap vermedi. Başa sarmış gibi hissediyordu. Üstünde kocaman bir ağırlık vardı ve bu ilk geçirdiği krizi hatırlatıyordu ona. Onu bu denli tetikleyecek, yeniden, ne olmuştu?
Asaf ile konuşmalarını hatırlıyordu. Asaf'ın okula gidişini, kızların yanına gelişi, Deniz'in laf atışını... En son okula gidiyordu. Sümeyye ile birlikte okula ilerliyorlardı. Gerisi yoktu. Beyni tamamen boştu o ana dair. Okula girdi mi hatırlamıyordu.
"Tamam," dedi Asaf kızın hatırlamakta zorlandığının farkına vararak. "Tamam zorlama kendini."
Naz ona cevap vermedi, ona ne diyebilirdi bilmiyordu. Kendini kötü hissediyordu, başa sarmıştı ve sanki biraz sonra yine aynı sesleri duyacaktı. Kapının önünde kendisinin bir hastaneye kapatılması için doktoru ikna etmeye çalışan Akça ailesinin sesini...
"Seher Hanım," diye fısıldadı gözlerini kapatarak. "O gelsin." Yutkundu. Bir çocuk gibi ona sığınmak, kolları arasından çıkmamak istiyordu. Berbat hissediyordu.
Asaf bu isteği yerine getirmek için odadan çıkıp diğerlerinin olduğu koridora ilerlerken onu karşılayan sandalyede bitap düşmüş Deniz'in annesi oldu. Seher Hanım tam karşısında, "lütfen." diyordu. "Onunda halini gördün, kriz geçirmiş Sümbül. Bilinci yerinde olsa yapar mıydı bunu?"
"Ne olacak?" dedi kadın Seher'e gözünü dikerek. Sesi öfkeli değildi ancak suçlayıcıydı. "O kriz geçirip herkese saldıracak, bizde sırf o kriz geçiriyor diye alttan mı alacağız? Sen benim kızımın halini gördün mü Seher?!"
"Sümbül abla," Zeliş dayanamadan araya girdiğinde, bakışları Seher'in üzerinde olan kadın başını sağa, Zeliş'e çevirdi. "Haklısın, burada kimse Naz'ı savunmuyor sana. Sadece bilmeni istiyorum, kızının birisini sevmediği zaman ne kadar ileriye gideceğini biliyorsun." Kadının kaşları çatıldığında, belli belirsiz başını salladı Zeliş. "Birçok şey saydı abla. Önceki ailesini kattı araya, yok onun evliliğini yıkmış, yok onun arkadaşıyla birlikte olmuş... Bak söylenen tüm sözlere rağmen kız arkasını dönmüştü. Okula giriyordu."
"Titriyordu zaten," dedi Sümeyye kendisinin bile alışık olmadığı ciddiyeti sırtlarken. "Okula giderken bile vücudu aşırı titriyordu, her an yere düşecek gibiydi. Belki de krizin başlangıcı böyleydi bilmiyorum ama Deniz kapı gibi deli raporun var, hastasın sen! diye bağırdığında onu durduramadım. Deniz belki de bu kadarını beklemiyordu ancak doğruyu söylemem gerekirse, Naz'ı tahrik eden oydu. Naz senin kızına durduk yere saldırmadı."
Deniz kapı gibi deli raporun var, hastasın sen diye bağırdığında... Koridorda olan Akgül ailesinin hepsinin aklına şüphesiz aynı sahne gelmişti. Yusuf'un psikolog ile görüşmesini istediği anda geçirdiği kriz anı.
Asaf günler öncesinde bu konuyu konuşurken anlamıştı Naz'ın bu konuyu içinde büyük bir yara yaptığını. Naz kendini saklamamıştı anlatırken, bu yüzden tüm duygularını okuyabilmişti yüzünden. Şimdi aynı konu ile geçirdiği bir kriz, bir de yaralı birisi varken konunun onun için hassasiyetini çok daha iyi anlamıştı.
Ama sorun vardı. Deniz bunları nasıl öğrenmişti?
"Yaman abi," diye fısıldadı yanında annesine bakarken tetikte bekleyen adama. Kadir ve Mahir orada değillerdi, kızın babası sorun çıkardığı için hastaneden çıkarılmıştı, onun yanındalardı. "Naz uyandı, Seher ablayı istiyor."
Yaman başını salladı. Annesinin yanına ilerlediğinde koluna girdi, sessizce uzaklaştılar koridordan. "Naz uyanmış," diye mırıldandı annesine sessizce. "Seni istiyor, gözünü seveyim yüzünü gözünü düzelt, kız üstüne alınmasın."
Başını salladı Seher. Uyandığını duyduğu an adımları hızlandı, kızın odasına gitti hemen. Önden o, arkadan Yaman odaya girdiğinde bakışları ilk olarak İsmail'i ardından yatakta yatan Naz'ı ve hemen başlarında dikilen İclal'i buldu.
"Naz'ım," Seher kızının başucuna ilerlediğinde ve ona sımsıkı sarılıp başına öpücükler kondurduğunda Naz gözlerini kapadı. Buydu. İstediği, aradığı huzur buydu.
Şimdi, artık güvendeydi.
"İyi misin annem?" diye fısıldadı. Fısıltısı odada sadece Yaman, Asaf ve İsmail'e kadar ulaştı. İclal kızın iyi olduğunu Yaman'a anlattıktan hemen sonra çıktı odadan.
"İfade verdim," diye fısıldadı Naz gözlerini açmadan. Sesi pürüzlü çıkmıştı, ağlayacak gibi hissediyordu. "Hiçbir şey hatırlamıyorum."
"Olsun annem," kolları arasına aldığı başını okşadı. "Olsun bebeğim."
"Ne yaptım?" Dakikalar önce iki polise ifade vermişti, bir ifadeye başvuracak kadar ne yapmıştı? Aptal gibi hissediyordu, hiçbir şey hatırlamıyordu. Zihni bomboştu. "Bu kadar büyük ne yaptım ben?"
Seher kasıldı, ona bunu söylemeli miydi bilemedi.
"Kız cimcime," Yaman sesini muzip çıkararak ona adımladığında amacı Naz'ı bu konudan uzaklaştırmaktı. "Bensiz kalınca yataklara mı düştün hemen?"
Naz gülümsedi, başını salladı hafifçe. "Sensizlik çok zordu."
Yaman başarılı olmanın sevinci ile başını salladı. "Biliyorum abisi," göz kırptı. "Bir daha bu kadar bensiz kalmazsın artık."
Naz uzun sürmeyen süre sonunda uykuya yenik düştüğünde, Kadir ve Mahir karşı tarafı nihayet ikna edebilmiş, şikayetçi olmaktan vazgeçirmişti.
Naz uyanana dek Mahir, Ali Baran ve diğer çocukları mahalleye götürmüş, hastaneye geri dönmüştü. Seher Hanım bir an bile kızının başından ayrılmamıştı.
Mahir ve Kadir, Seher ve Yaman'ın aksine odanın dışındayken ikisi de derin düşünceler içerisindeydi. "Şimdi ne olacak?" diye mırıldandı Mahir. "Bu kadarı... Çok fazla değil mi baba? Keşke psikolog için ikna edebilseydik onu. En azından daha sakin olurdu."
Mahir'in bilmediği ancak Kadir'in Tuğrul'dan öğrendiği bir gerçek vardı. Naz psikologa devam ediyordu. Yine de sakinleşmesinde bir yardımı dokunmuş muydu? Kadir hiç sanmıyordu.
Yaman odadan çıktığında karşısındaki iki adam ile derin bir nefes verdi. "Akça'ların boğazına yapışmakla Naz'ın yanında olmak arasında gidip geliyorum," dedi öfkeyle. "Hepsini cayır cayır yakasım var, içimdeki caniyi uyandırıyor orospu çocukları."
Mahir'in kaşları çatıldı. "Ne diyorsun lan?"
"Günaydın abi," Yaman'ın ters bakışları onu buldu. "Haberin yok tabi senin. Naz'ın kullandığı ilaçlar hakkında rapor çıktı. Davaya hazırlanıyoruz. Kızı, delirdi diye götürdükleri doktor delirtmiş, orospu çocukları da izlemiş kızın o halini." Dişlerini sıktı. "Yemin ederim onları gökyüzüne hasret bırakmazsam şerefsizim. O Akça'lar... Kaçacak delik arayacaklar."
Kadir, "Tuğrul ile konuştun mu?" diye sorduğunda amacı Tuğrul'un kendilerine yardımcı olmasıydı. Yaman güçlü bir avukattı ancak Tuğrul, adını duyurmuş önemli bir savcıydı. Bu davada yanlarında olması onlar için büyük bir avantajdı.
Yaman bu soru ile daha fazla öfkelendi. "Konuşmadım! Her şey adamın gözü önünde olmuş, yok Naz'ı hastaneye kapatmasınlar diye engel olmuşmuş... Ulan bu kız hastaneye kapatılsın diyen ailesi, sen onu onlardan korumamışsın, görmezden gelmişsin, ne engel olmasından bahsediyorsun? O herif bize yardım falan etmez baba. Etmesini de isteyen yok zaten. İster yanımızda olsun ister karşımızda, her türlü hepsine hayatı dar edeceğim ben."
Yaman kendince haklıydı ancak bilmediği bir şey vardı, dava sürecini hızlandıran kişi Tuğrul olacaktı. Aynı saatlerde her şeyden habersiz karakoldayken, "arama kararı çıkartılacak," diyordu karşısındaki adama. "Herifin dosyası bilgisayarı ne varsa alın inceleyin. Simay Naz dışında ulaşabildiğiniz kadar kişiye ulaşın, şikayetçi olmalarını sağlayın, en kötü bir ifadeleri olsun elinizde. Anlaşıldı mı?"
"Tuğrul," dedi arkadaşı uyarıyla. "Bu yaptığın doğru değil."
Tuğrul dişlerini sıktı. Elbette değildi ancak umursamıyordu. Aklına Yaman ile konuştuğu o an geldiğinde gözleri karardı.
"Siktir git lan buradan!" demişti Yaman dişlerini sıkarak.
Şaşkındı Tuğrul bu öfke karşısında. "Sana normal bir soru soruyorum Akgül, amcamın evinde Simay ile ne işiniz vardı?" Yaman ona cevap vermeden dik dik bakmaya devam etmişti. Tuğrul cevabı biliyordu. "Aldınız değil mi ilaçları?"
"Ne yapacaksın Akça?" demişti Yaman soy adını bastıra bastıra. "Amcana mı yetiştireceksin? Görmezden mi gelmeyi tercih edeceksin yoksa?"
"Ne saçmalıyorsun sen?" demişti Tuğrul onun bu anlamsız öfkesi ile gerilerek.
"Kızın var seninde," demişti Yaman. Tuğrul kaskatı kesilmişti kızının adını duymasıyla. "Her ne olursa olsun sen kızını bir akıl hastanesine yatırmaya çalıştıklarında görmezden mi gelirdin?"
"Gelmediğim için Naz evinde," demişti Tuğrul taviz vermeden.
"Evinde..." Alayla gülmüştü Yaman. "Onu adam yerine koymayan insanların olduğu bir evde... Yapma Sayın Savcım," yüzünde bilmiş bir ifade oluşmuştu anında. "Bahsettiğimin bu olmadığını biliyorsun. Mehmet Akça rahat rahat karşına geçip ama biz iyiydik diyebiliyorsa, onların iyiyiz dedikleri süreçte Naz delirmenin eşiğine ulaştıysa, hem de hepsinin bildiği bir ilaç yüzünden, sen bunu bilmiyor olamazsın. O kadar aptal bir adam değilsin."
Tuğrul bu sözleri beklemediği için affalasa da Yaman susmamıştı. "Balın'a aynısı olursa görmezden gelebilecek misin?"
Tuğrul ne derse desin Yaman'ı ikna edemezdi biliyordu. Onu bilmediğine inandıramazdı. Bu yüzden konuşmayı hiç denememiş ve icraate geçmişti. "Dosyada ne kadar çok kişinin ifadesi olursa o kadar elimiz güçlü olur. Sen dediğimi yap Emin."
"Sen ne dersen o," dedi Emin başını sallayarak. "Başımızı belaya da sokarız."
"Bela yok," dedi Tuğrul. "Aksine biz onların belası olacağız." Aklına gelen isim ile duraksadı. "Mehmet Akça ve oğullarına gelince... Bu herifle olan tüm bağlantılarını bulun, özellikle onu inceleyeceğim."
"Yok artık, amcan ve kuzenlerinden de mi şüpheleniyorsun?!"
"Dostunu yanında, düşmanını daha yakınında ara demişler," gülümsedi Tuğrul. Konu adaletse ne amcası kalırdı ne de kuzenleri. Onun terazisi birdi, asla şaşmazdı. "Onları özellikle istiyorum.".
😶
*29 Şubat/Simay Naz*
Bir gün okulda rehber öğretmenimiz ile konuşurken bir an durmuş ve, "İnsan yara aldıkça güçlenir." demişti. Anlamsız gelmişti bana. Hatta bunu ondan saklamadan onunla dalga geçmiş, "Yarası kan sızdıran bir insan nasıl güçlü olabilir?" demiştim.
Yaram kan sızdırıyordu ancak dünden beri göz göze geldiğim her insan bana dünyanın en güçlü insanıymışım gibi bakıyordu. Oysa yaram kan sızdırıyordu hâlâ, yüreğim acıdan kıvranıyordu ama onlar öyle bakınca, bana dünyanın en güçlü insanıymışım gibi hissettirince, gerçekten dünyanın en güçlü insanıymışım gibi hissediyordum.
"Cidden Asaf ile konuşmayacak mısın?" Bir de İso vardı... Allah'ın belası müthiş bir arkadaştı. Şu an bile yanımda oluyor oluşu... Onu ısıra ısıra sevme isteğimi çoğaltsa da kendimi tutuyordum. Bu ara pek bir saldırgan olmuştum.
Kendi kendime güldüm. Dünkü olayı az çok hatırlıyordum. Deniz'in damarıma bastığını, üzerine atıldığımı, onu öldürmek istediğimi... Hatırlıyordum.
"Hayır," diye cevapladım İso'yu. "Kendisi bitirdiğini söylemedi mi? Bu olay yüzünden yanımda olması normal ancak biz onunla konuşmayı bıraktık. Onunla konuşacak değilim."
Bu konu hâlâ canımı sıkıyordu, beni adam akıllı dinlememişti bile. Yine de empati yaptığımda okulun ortasında onun kafasını yaracağımı bildiğimden sakindim. Kısa sürede bende bu kadar yer edinmiş olması bile şoka soktu beni, bu şoku atlatmadan hayatta konuşamam onunla.
Konuyu uzatmasın diye tuvali ona çevirdim. "Olmuş mu?"
Kısa süre ancak kendisine uzun gelen bir sürede tuvali incelediğinde, "oha!" yanıtını verdi. "Süper olmuş! Nasıl bu kadar benzettin anasını satayım?"
Tuvali yerine koyup ellerimi kaldırdım. "Bu eller sadece boğaz sıkmıyor, bu eller sanatta çiziyor canım."
"Benim travmalarımı ciddiye alış," diye homurdandı. "İyi olmadığını görebiliyorum, neden-"
"İyiyim." Bugün kimse iyi olmadığımı düşünmemeliydi. Yarın bir doğum günü kutlayacaktık ve kimse benim iyi olmadığımı söylememeliydi. Plan çoktan hazırdı, bozulmamalıydı. "Gerçekten. Ayrıca sen kendini yarına hazırlasan iyi edersin, her şeyi ikimiz yapacağız."
"Naaaz," yataktan kalkıp yanıma kadar geldiğinde, "canım arkadaşım," dedi tatlı olduğunu sanarak. İstediği şeyi bildiğimden, "uzaklaş!" dedim hemen. "Sümeyye'yi çağıramam."
Oflayarak geri yatağa oturduğunda, "sen dünyanın en kötü arkadaşısın!" diye bağırdı.
"Sende öyle!" dedim ona ters ters bakarak. "Dün Asaf'ın peşinden gittin, şerefsiz köpek! Bunu unuttum sanma."
"Seni orada, ona anlatabilecek tek kişi bendim geri zekalı," diye homurdandı. "O mal ile aranı düzeltebil diye gittim!"
"Tamam sus!" göz devirdim. Benden başka birisinin mantıklı konuşuyor oluşu sinir bozucuydu. "Yarın erken gel."
"Kovuluyor muyum şu an?"
"Hayır." Ona yarım ağız sırıtarak tuvali kaldırdığımda onu sadece hediye paketi yapmam kalmıştı. Onu şimdi değil, yarın yapacaktım. "Seher Hanım bir şeyler hazırladı ve ben," gururla gülümsedim. "Diğerlerini de çağırdım. Yani Sümsüm'ü göreceksin koca oğlan."
"Sen var ya, dünyanın değil evrenin en iyi arkadaşısın Naz!" Heyecandan yerinde duramadığında, saniyeler önce beni kötü arkadaş olarak ilan ettiğini unutmuş gibiydi. Ona bunu hatırlatmadım, mutlu olması biraz da olsa yüzümü güldürdü. En azından birimiz mutlu olmalıydı, bu yüzden sessizce onun heyecanını izledim.
🫠
*Asaf Birdanoğlu*
Hatalar olmadıkça doğrunun kıymeti bilinmez, doğrular olmadıkça yanlışlar seni düzeltmez.
Yaptığım belki de hataydı ya da değildi, fark etmiyordu, aramızda koca bir dağ vardı şimdi. Ali Baran karşıma geçip bunu nasıl yaptın dediğinde başta anlamamıştım. Tepkisinin kardeşine duyduğum ilgi yüzünden olduğunu sanmıştım ama onun şaşkınlığı Naz'ın beni savunmasıydı. Ben ona ondan hoşlandığımı söylemeden önce bile benimle konuşmak için Ali Baran'ı yok sayıyor oluşu hâlâ garip geliyordu.
"Onu üzme," demişti Ali Baran sadece birkaç gün önce. "Seni tanıyorum, eyvallah belki de arkadaş olarak süper bir adamsın ama ilişkilerinde öyle değilsin," demişti. Bunları söylemesinin sebebi Deniz mevzusu ya da Yaren, Deniz'den önce, onuncu sınıfta sevgili olduğum kız mıydı bilmiyordum ancak yanıldığını çok iyi biliyordum.
Simay Naz, ikisiyle de kıyaslanamazdı. Başkaydı, bakışı, gülüşü, nazlanışı, sinirlenişi bile... Bambaşkaydı. Yeşil'im herkesten ve her şeyden başkaydı. Bunu onu ilk gördüğümde, yüzümden kanlar akarken ve acıdan kemiklerim bile sızlarken onun yeşillerini fark ettiğimde anladım. Hissettiğim acıdan çok, baş ucumda yüzümden akan kanları temizlemeye çalışırken Çınar'ı kurtarmak için kurduğu cümleler yüzünden ona öfkelendiğimde anladım.
Ben sadece onun Pars'ı unuttuğunu anlayamadım, beni sevdiğini anlayamadım.
Anlayamadım ve ben, onunla arama bir dağ diktim. Şimdi ise o dağı aşsam dahi ona ulaşamazmışım gibi geliyordu.
"Gördüğün gibi anne," diye homurdanan kardeşimin sesiyle salonda camın önünden kaçarak koltuğa oturdum. Nilgün arkasında annem ile sırıtarak salona girdiğinde hemen yanıma oturmuş, annem ise ne olduğunu anlamıyor gibi karşımıza oturduğunda, "abim aşık olmuş, hemde Seher ablanın kızına!" diye bağırdı Nilgün kulağımın dibinde.
"Salak salak konuşma Nil," diye homurdandım arkamda kalan yastığı yüzüne çarpmamak için kendimi zor tutarken. "Yok öyle bir şey."
"Asaf," diyen annem yerinde kıpırdandığında onun bu tavrını biliyordum. Benden ya da Nilgün'den ne zaman bilgi almaya çalışsa böyle tatlı tatlı seslenir, ardından çaktırmadığını sanarak sorularını sorardı. "Simay ne tatlı kız değil mi annem?"
Başımı salladım. Kesinlikle öyleydi. "Evet anne."
"Oğlum, ben sizin arkadaşınızım biliyorsun değil mi?"
Yine başımı salladım. Bakışlarını üzerimden çekmedi, anlatmamı bekledi ancak ona bir şey anlatmadım. Süre geçtikçe kaşları çatıldı, en sonunda ayağındaki terliği fırlatarak, "E anlatsana gavurun oğlu!" diye bağırdı.
Terlikten kurtulduğumda ona cevap vermedim. Nilgün benim aksime gülerek anneme baktığında, "kıskandı kızı." Diye homurdandı. "Anne, kızı okulun bahçesinde başka çocukla sarılırken görünce bağırdı durdu kıza. Sonrasını biliyorsun, hastanede bitti." Titrer gibi yaptı. "Simay abla ne vurdu ama... Çığlık çığlığa yıkıldı ortalık, kızı bin tane hoca yine durduramadı. Ben olsam o kıza selam bile vermem, vallahi tersi çok pismiş."
"Asaf," dedi annem ters ters bana bakarken. "Anlatsana sen şunu düzgünce."
"En baştan anlatacağım ve bir daha sormayacaksınız," dediğimde ikiside ciddi olduğumu bildiğinden başlarını salladılar heyecanla. "Bu Nilgün mevzusunda, çocuklarla kavgaya gittim ya, onu ilk orada gördüm." O an gözlerimin önüne geldiğinde yüzümde bir gülümseme oluştu. Yeşillerini ilk kez o an fark etmiş, ilk o an vurulmuştum ona. "Ondan sonra onu aramadım, kavga ettiğim çocuğun sevgilisi sanıyordum onu. Sonra burada, Kadir amcanın bakkalında gördüm onu. Herkes gibi olanları öğrendim. Konuşmaya başladık, nasıl oldu anlamadım ama kendimi ona hoşlandığımı söylerken buldum. Buluştuk, mesajlaştık, bir süre daha konuştuk." Suratım dün olanları hatırladığımda kendiliğinden asıldı. Yine de bundan kaçınmadım, önce Pars denen yavşağı daha sonra da Naz ile aramızda geçenleri anlattım.
Annemle arkadaş gibi olsam dahi her şeyimi bilmezdi. Deniz'i, Yaren'i, Ali Baran ile aramın neden bozulduğunu... Ama bunu bilsin istedim, bana akıl versin, Naz'ın dilinden nasıl anlarım anlatsın istedim.
Ben ilk defa bir kız konusunu anneme açtım. Onda da bana sadece Yeşil'i anlatsın, onu nasıl kırmam, ona kendimi nasıl affettiririm onu anlatsın istedim.
"Tamam," diye mırıldandı annem anlayışla. "Sarılmamalıydı ya da geri çekilmeliydi haklısın ancak onu neden dinlemedin?"
"Nasıl dinleyecektim?" Pars'ın söyledikleri o kadar çok sinirlendirmişti ki beni, o sözlerin üzerine ikisini sarılırken görmek öfkelendirmişti beni.
"Ne sanıyorsun ki sen?" demişti gerile gerile. "Seni sevdiğini mi?" gülmüştü alayla. "Sen Simay'ı tanıdığından emin misin? Ya da şöyle sorayım, sen beni tanıyor musun? Simay'ın yolun sonunda hep bana geldiğini, aklı yerindeyken ya da sarhoşken, hep bana ulaşacağını bilmiyor musun?"
Kaşlarım çatılmış, öfkeyle yakasına yapışmıştım ancak o, "denemek ister misin?" demişti yüzüme sırıtarak baktığında. "Ona bir kez sarılsam beni itmez, sarılmaz ama itmez, bana karşı çıkmaz çünkü beni özledi." dediğinde yüzüne bir yumruk atmıştım öfkeyle.
Küfrederek onu bir köşeye fırlattığımda, "aklından bile geçirme piç kurusu!" diye bağırmıştım yüzüne. "Onu denemeye bile kalkma, sana yemin ederim tüm kemiklerini kırarım senin!"
Beni denemek için miydi yoksa gerçekten bir sıkıntısı var mıydı bilmiyorum ancak bu konuşmanın üzerine ikisini de sarılırken görmek, hayır, Naz'ın ondan uzaklaşmadığını görmek gözümü karartmıştı.
"İtmedi, o piçin bir an haklı olduğunu düşünmek şalteri attırdı kafamda. Bir an, anne bir an silindi her şey kafamda ve sadece ikisi kaldı. Bilmiyorum, okula girdiğimde çoktan pişman olmuştum ama geri dönemedim, gördün olayları."
"Şimdi?" Başıyla az önce izlediğim evin bahçesini işaret etti. "Herkesi çağırmış, sen niye gitmedin?"
"Hangi yüzle gideceğim?"
"Seven insan hata yapar oğlum," bakışlarımı ondan çekemedim. "Eğer bir ilişki kusursuz ilerliyorsa o ilişki gerçek değildir. Her duygunun taklidi olur ama kıskançlığın, verilen değerin sahtesi olmaz."
"Vay be, annemin içinden Sokrates çıktı!" alayla gülen Nilgün bizi anlamıyordu ancak ben ne demek istediğini anlıyordum.
"Git konuş, affettir kendini bence." Gülümsedi, ayağa kalktı. "yemek yapacağım ben uslu uslu durun abi kardeş. Kavga etmeyin." Salondan çıktığında bakışlarım refleksle karşıdaki evin bahçesine, Yeşil'ime kaydı. Onca insan arasından onu ayırt edebildim, onun kızlara olan gülümsemesini görebildim.
Seven insan hata yapardı. Seven insan yaptığı hatayı telafi etmek için çabalar, seven insan vazgeçmezdi.
Ben ondan vazgeçmezdim.
😶😶
*1 Mart/ Simay Naz*
Bazen toz parçalarını halı altına süpürürken biriktirdiğini fark etmez insan. O halının oradan kalkacağını, altınında silineceğini düşünmez, akıl edemez.
Farkındaydım, bu evde kalmaya karar verdiğimde her şeyi halı altına süpürdüğümün, eninde sonunda her şeyin patlak vereceğinin farkındaydım. Değilmiş gibi davranmam gerekiyordu ancak, rolümü oynuyordum.
Bugünde öyle olacak, üstüme düşen rolü oynayacak ve bundan sonrasını bekleyecektim.
Kafam allak bullaktı, krizin hissettirdiklerini üstümden atamamıştım ama atmışım gibi davranmam gerekiyordu. Bugün onun doğum günüydü, o mutlu olmalıydı.
"Zil çalıyo' zil!" diye bağırdı İso kulağımın dibinde. "Yaman abi pastayı getirdi herhalde, baksana lan!"
Ona gözlerimi devirdiğimde elimdeki balonun ağzını düğüm yapıp yere fırlattım. "Senden de bıktım İso." Homurdanarak kapıya ilerleyip kapıyı açtığımda iki elinde de poşet olan Yaman karşıladı beni.
Sağ elini uzattı, "yavrum bu pasta." Sol elindeki poşeti uzattı, "bu da süslerin." Poşetleri elinden aldığımda ayakkabılarını çıkarıyordu ki çığlık attım.
Beklemediğinden olsa gerek hızla geri çekildiğinde, "Ne bağırıyo'n manyak?!" dedi dehşetle. "Ödümü kopardın!"
"Bir şey olmaz," dedim sırıtarak. "Siz de akşam göreceksiniz burayı. Saat tam 19.00'da burada olun. Tamam mı?"
"Tamam Allah'ın cezası, manyak karı, tamam!" diye homurdandığında gülümsedim, öpücük yolladım ona. "Hadi görüşürüz Yaman'cım, öpüyorum çok."
"Yalancı öpmüyorsun," dediğinde gülerek kapıyı yüzüne kapattım. Ettiği küfürler sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkarken keyifle salona geri dönmüştüm.
Pastayı masanın üstüne koydum, süslemeleri ise paketinden çıkararak teker teker incelediğimde, "sanki çocuk için doğum günü hazırlıyoruz," diye homurdandı İso. "Şuraya bakar mısın?"
"Sus be," diye çemkirdim ona. "Adam benimle ilk doğum gününü kutluyor, tabii ki özeneceğim!"
Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere evrildiğinde İso her bir itirazında çemkirdiğim için olsa gerek sadece bana ayak uydurmaya başlamıştı. Tariflerden bakarak yaptığımız patates salatası, poğaça, yaprak sarması, çiğ köfte -onu marketten almıştık-, elmalı kurabiye, tarçınlı kakaolu topları masaya teker teker yerleştirmiş, ortada pasta varken üstüne birkaç mum dikmiştim. İso bir yandan süslemeleri bitirdiğinde hediye paketini koştura koştura odadan aldım, masanın kenarına koydum.
İso, "notunu yazdın mı?" dediğinde başımı salladım sırıtarak. Yazmıştım, tuvalin üzerine ise nazikçe koymuş, hediye paketine sarmıştım. Kolundaki saate baktı, "ara hadi." dedi başıyla cebimdeki telefonu işaret ederek.
Bakışlarım duvardaki saate kaydığında duraksadım, saat 18.42'yi gösterirken hevesle telefonu elime aldım, Ali Baran'ı aradım. Çaldı... Çaldı... Çaldı... Açan olmadı. Yüzüm düştü, bunu saklayamadım. Mesajlara girdim, en azından mesajımı fark ederdi.
Siz: Ulan Aliş
Siz: Nerdesiniz????
Siz: HADİ GELİN
Siz: ÇOK HEYECANLANDIM
Siz: HER SEY O KADAR GÜZEL OLDU Kİ
Siz: Tabi sen görmedin😌😌
Siz: Gelince görürsün anca
Siz: NİHAHAHAHA
*Saat 19.10*
Salonda yanımda İso varken gözlerim duvardaki saatten ayrılmıyordu. Yaman'ı aramıştım, Mahir'i aramıştım, Ali Baran'ı aramıştım, Seher Hanım'ı aramıştım... En son Selen yengeyi aramıştım çünkü hiçbiri telefonumu açmamıştı.
En sonunda telefonu açan Selen yenge çocukları oyun parkına götürdüğünü söylemiş, Mahir'in yanında olmadığını da eklemişti.
Siz: Yaman'cım
Siz: Efe'cim
Siz: NERDESİNİZ AMK
Siz: Bekliyorum farkındaysan?????
Siz: Unuttunuz mu lan beni
*Saat 19.45*
İnsan beklediğini bulamadığında ikiye bölünüyordu. Bir tarafı uzun uzun haklıyız, bizi yüzüstü bıraktılar naraları atarken diğer tarafı sessizce bekliyordu. Bekliyordu, söylenilenin aksine o konuşmaz, savunmaz, dil dökmezdi. Çünkü o güvendiğini bekler, güvenine konuşup da yara vermezdi. Yara alma pahasına.
Siz: Seher Hanım
Siz: Bak saygılı saygılı hanım yazmışım
Siz: Beni zorlamayın
Siz: Evin yolunu mu unuttunuz???
Yetmedi mesaj atmak. Bir kez daha deneyeyim dedim şansımı, hepsini tekrardan aradım. Hepsi de çaldı... Çaldı... Çaldı... Açan olmadı.
Siz: Mahir
Siz: *konum
Siz: Gerçekten unuttunuz sanırım
*Saat 19.50*
50 dakika... Neler neler olur ki elli dakikada? Kaç çocuk doğar? Kaç çocuk ölür? Kaç çocuk babasının doğum gününü kutlamak için evde onu bekler?
Ne gelen vardı ne giden, ne de mesajlarıma cevap veren... Sanki onlar benim hayal ürünümdü ve ben, gerçek bile olmayan insanlara ulaşmaya çalışıyor gibi hissediyordum.
"Açmadılar mı yine?" İso artık sıkılmıştı, haksız sayılmazdı çünkü bende sıkılmıştım. Yine de içimdeki küçük kız çocuğu saatin karşısına oturmuş ve akrep ile yelkovanın kovalamacasını izlemekten alıkoyamamıştı kendisini.
Başımı iki yana salladım. "Ne yapacağız?" Modum iyiden iyiye düştüğünde bir elini omzuma attı İso. "Gelirler lan, gelmezlerse biz ayaklarına gideriz. Sıkma tatlı canını."
Bir bildirim sesi yankılandığında heyecanla telefonu aldım elime. Sonunda bir haber vermeyi akıl edebilmişlerdi!
"Sonunda amına koyayım," diye homurdandı İso ben ekran kilidini kaydırıp uygulamaya girerken. "Hepsinin ağzına sıç Naz, bu sefer hak ettiler gerçekten."
Ona cevap veremedim. Gözlerim ekrana takılı kalırken ona ağzımı açıp tek kelime edemedim çünkü mesaj herhangi bir Akgül üyesine ait değildi.
Nazlı'dandı.
Bir video atmıştı.
Elinde bir pasta vardı, üstünde mumlar dikiliydi ve Nazlı gülümsüyordu. Karşısındaki adama. Doğum gününü kutlayayım diye dakikalardır beklediğim adama.
Özlemiş miydi kızını? Bu yüzden mi gelmemişti buraya? Bu yüzden mi ulaşamıyordum hiçbirine? Bu yüzden mi doğum gününü onunla kutluyordu?
Bu yüzden mi dakikalardır burada onu bekliyordum?
Gülümsüyordu kızına. İçtendi gülümsemesi, kalbimin iki büklüm olup sızlamasından mı anladım bunu yoksa günlerdir bu gülümseme ile benimle konuştuğundan mı bilemedim.
Arkalarında ayakta duran Seher Hanım'ı gördü gözlerim ilk önce. İkisine bakarken gülümsüyor, alkışlıyordu. Mutluydu. Hakkıydı, bir ay sonra kızına kavuşmuştu. Gerçek kızına.
Yanında Mahir vardı. Yüzünde kocaman bir tebessüm olmasa dahi küçük bir gülümseme ile bakıyordu karşısındaki baba kıza. Nazlı'ya kısa bir an attığı özlem dolu bakışlar burada karnıma sayısını bilemeyeceğim kadar tekme atmıştı, haberi yoktu.
Ali Baran vardı yanında, durumdan memnun gibi durmasada alkışlıyordu o da. O niye mutlu değildi? Kardeşine kavuşmuştu işte, neden gülmüyordu?
Yaman Efe Akgül bu evde ondan sonra yaslanabileceğim, güvenimi kazanan, benimle her daim ilgilenen adam, orada alkış tutuyor, yüzünde anlam veremediğim bir ifade ile izliyordu onları. Mutlu muydu yoksa üzgün mü? Anlamıyordum. Neden mutsuz olsun ki? Kız kardeşini özlüyordu, onu gördü, sevinçten havalara uçar.
O vardı bir de. Kızının karşısında mum üflemek için bekleyen, kızına gülümseyerek bakan. Güvendiğim, sığındığım, çabaladığım... Ve hiçbirine değmediğini gösteren adam.
"Naz..." İso'nun seslenişiyle başımı kaldırdığımda etrafımı hafiften bulanık görmeye başlamıştım. Neden? Neden üzülüyorsun Naz? Sen tanımadın mı bu hakkı onlara? Evet kalıyorum dediğin gün hepsinin eline vermedin mi o silahı? Şimdi kurşunların hepsini kalbine yediğinde neden sızlanıyorsun? "İyi misin?"
İyi miyim? Babasının doğum gününü kutlamak için can atan kız çocuğu yerde uzanmış hıçkıra hıçkıra ağlıyor. İyi miyim? Yedisinde yaşadığı hayal kırıklığını on yedisinde de yaşayan kalbim kan pompaladıkça damarlarımdan geçen kan damarımı kesiyor, canım yanıyor.
Bakışlarım içinde bulunduğumuz salona çevrildi. Sabahtan beri şişirdiğimiz balonlara, perdeye astığımız iyi ki doğdun yazısına, diğer süslere, tüm gün becerememe rağmen mutfakta hazırlamaya çalıştığım yemeklere... Bir hiç uğruna mıydı?
"Hava alalım mı Naz? Gel, bir hava alalım."
"Al-" sesim titrediğinde gözlerimi sımsıkı kapattım. İçimdeki sızının sesimi titretmesine engel olmak istedim ama içimdeki sızı geçmedi, sesimin titremesine engel olamayacakmışım gibi geldi. Daha üç gün önce söylediğim iki kelimenin kalbime sapladığı kurşun sayısını hesap edemedim, o sızı diner mi? "Alalım." diye fısıldadım. Ayaklandım, İsmail beni beklerken odaya girdim. Odam değil, burası benim hiç odam olmadı.
Yavaş yavaş yerleşmeye başladığım için boşalan valizime tüm eşyalarımı geri yerleştirdim. Böyle Naz, kabullendiğin parçan seni yaralamadan bilemezsin acıyı. Acıyı öğrendiğinde o parçayı tekrar kabullenirsen yaralandığın için ağlayamazsın da.
Dudaklarım büküldüğünde valizi zar zor kapattım, küçük sırt çantamı taktım.
Buraya kadardı. Anlaşma bitti, dönme vakti çoktan geldi.
Valizi kaldıramadığımda bir kez daha denedim. Kalkmadı, sanki tonlarca ağırlık vardı. Gözlerim dolduğunda tekrar denedim ama gücüm yetmedi. "Kalksana," diye mırıldandım öfkeyle. Sesim titriyordu. "Kalk!" Denedim, gücüm yetmedi. Gücüm hiçbirine yetmedi. Yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda, "Naz," diye mırıldanan İsmail yanıma çökmüş, sımsıkı sarılmıştı bedenime. "Ağlama güzelim, geçecek, yemin ederim geçecek."
"Kaldıramıyorum." diye mırıldandım hıçkırıklarımın arasından. Valizi değil İsmail, ben dakikalarca onları burada beklerken onların Nazlı'nın yanında olmasını kaldıramıyorum. Bu aileye ait olamadığımı kaldıramıyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |