32. Bölüm

32. Gidenler ve Ardında Kalanlar

Neseli Gezgin
neseligezgin

🌚

*Yazar*

İnsan bir yerden gitmeye karar verdiğinde bu sadece bulunduğun ortamdan uzaklaşmak değil, yan yana olduğun insanlardan da gitmek demektir.

Naz yanında İsmail'le, İsmail'in elindeki valiz ile evden çıktığında aslında bir evden değil, kalbinde yer edinmeye başlamış olan insanlardan uzaklaştığının, onları terk ettiğinin farkındaydı. Farkındaydı ve gidiyordu.

Çünkü korktuğu başına gelmişti, Nazlı'nın bir fısıltısı kendisinin yok olmasına yetmişti.

Her şeyden habersiz saat akrep ve yelkovanını 16.21'e kadar geriye çektiğinde Kadir yanındaki oğulları ve eşi ile Çınar'ın karşısında otururken kaşları çatık, memnuniyetsiz bir yüz ifadesi ile bakıyordu Çınar'a.

"Lütfen," diyordu Çınar gözlerini Kadir Akgül'den çekmeden. "Benimle gelin."

"Sen kimsin ki çocuk?" diyen Yaman normalde sessiz kalırdı ancak kendisinin hiçbir Akça'ya tahammülü kalmamıştı. Bu yüzden alaycıl bir tondaydı sesi. "Biz seninle ne diye, nereye geleceğiz?"

"Nazlı için, Nazlı'nın yanına geleceksiniz." diyen Çınar kendinden emindi. Başka çareleri olamazdı çünkü. "Bakın, bugün doğum gününüzmüş," bakışlarını Kadir'e çevirdi. "Nazlı son zamanlarda iyi değil, sürekli bilincini kaybediyor ve bayılıyor, doktor tahlil yaptı onun sonuçlarını bekliyoruz. Bu süreçte de stres yapmaması gerekiyor ancak o sizin doğum gününüz için günlerdir plan yapıyor, bir kafeyi kapattırdı sizin için. Lütfen en azından onun için gelin, birkaç saat durun ve isterseniz gidin ama şu an lütfen, gelin benimle."

"Adamların huyundan mı suyundan mı anlamıyorum, evlerine giden hasta oluyor amına koyayım." Diye homurdanan Ali Baran'ın sesi kısıktı, onu ondan başkası duymamıştı. Nazlı için elbette üzülüyordu ancak biliyordu ki Nazlı bunu kendisi tercih etmişti.

"Neyi var?" dedi Seher endişe ile. "Hiçbir şeyi yoktu, gayet sağlıklıydı. Ne oldu da bilincini kaybediyor?"

"Sinir krizleri geçirdi, birazı bizim sebebiyet vermemizden, birazı sizin." Çınar yutkundu. "Gelecek misiniz?"

"Hayır," diyen Ali Baran'ın sözünü kesen Kadir oldu. "Evet."

Kadir dışında kalan aile üyeleri küçük bir bakış attılar birbirlerine. Naz evdeydi, bir sürpriz yapıyordu ve Kadir bundan habersizdi. Yine de eve geç gitmemelilerdi.

"Evet," diye tekrarladı eşini Seher. "Ancak erken kalkmamız gerekebilir, Naz evde."

Kadir Naz'ın ismini duyması ile eşine çevirdi bakışlarını. Duymuştu, kalacağım demişti eşine ve çocuklarına ancak Kadir'in içinde bir his asla eksilmiyordu. Sanki her an gidecek, eve döndüğünde cıvıl cıvıl bir ses duyamayacaktı.

"Sorun değil," dedi Çınar saygıyla. "Gidelim mi?"

Herkes Çınar'ı takip ederek ayaklandığında Ali Baran Yaman abisinin kolundan tuttup, "yanlış yapıyoruz," dedi dişlerinin arasından. "Ya eve yetişemezsek ne olacak abi?"

"Yetişeceğiz," dedi Yaman. Başka bir ihtimal yoktu. Naz'ın Nazlı konusundaki hassasiyetinin farkındayken eve gitmemezlik gibi bir durum söz konusu olamazdı. "Aksini düşünme Ali."

"Abi ya Nazlı'nın yanında olduğumuzu öğrenirse?" Endişeliydi Ali. Aralarını doğru düzgün yeni yeni düzeltmişlerdi, bozulsun istemiyordu. "Aramız-"

"Oğlum felaket tellalı mısın amına koyayım?" derken Ali'nin kafasına vurdu Yaman. "Yürü önden, hiçbir şey olmayacak."

Böyle umut ediyordu Yaman. Hiçbir şey olmamalıydı çünkü eğer bir şeyler yolunda gitmez ve beklemediği şeyler yaşayacak olurlarsa pek de iç açıcı bir durumun içinde olmayacaklardı. Bundan emindi.

Zaman yelkovan ve akrep ile kavgasını duyururken her yere, onlar nefes nefese oklarının ucunu 17.09'a çevirmişlerdi.

Nazlı Akgül, Akça'ların öz kızı, elinde bir pasta ile karşısındaki adama bakarken esasında çok solgundu, yorgundu, bitkindi. Kendisini iyi hissetmiyordu ancak yine de elinde bir pasta ile her yıl olduğu gibi babasının karşısına dikilmişti.

"İyi ki doğdun," diye fısıldadı ona gözleri dolu dolu bakarken. Dolu gözlerine zıt bir halde dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı. "İyi ki doğdun, iyi ki gözlerimi senin kucağında açtım baba."

"İyi ki doğdum," diye fısıldayan adam duygusallaşmıştı çünkü hayat onları öyle bir yola sokmuştu ki, karşısındaki kızı ona baba derken bile aslında bir yabancıyla konuşur gibiydi. "Ve iyi ki senin baban oldum."

O pastayı üflerken kızına gülümsemişti ancak arka tarafta gergin olan dört kişinin farkında bile değildi. Seher duygulanmıştı, evet eve dönmeli ve Naz'ın sürprizi ile de karşılaştırmalıydı kocasını ancak gözlerinin önündeki sahne kalbini sızlatmıştı.

Yine de bir sene öncesini özlemediğini söyleyemezdi Seher.

Mahir de farklı hissetmiyordu, şüphesiz Nazlı'yı özlemişti ancak bu ailedeki herkes gibi kırgındı ona.

Ve şüphesiz en gergin olanları Ali Baran'dı. Gelmeleri saçmalıktı, ya geç kalırlarsa ne olacaktı? Naz'dan kopmak istemiyordu. En başında bir aptallık yapmıştı, kabul ediyordu ancak artık akıllanmıştı, kız kardeşini yalnız bırakmak istemiyordu. Kız kardeşinin Nazlı konusundaki hassasiyeti göz önündeydi, buna rağmen Nazlı ile bir ortamda olmak ona kötü hissettiriyordu.

Yaman da ondan farklı hissetmiyordu, rahatsızdı ancak burada olmasının tek sebebi Nazlı'nın hasta hali ile uğraşmasıydı.

Hiç kimse onları çeken Çınar'ı fark etmedi. Çınar videoyu Nazlı'nın telefonundan Naz'a attıktan hemen sonra mesajı sadece kendisinden silmiş ve bir felakete yol açmıştı.

Eğer Nazlı rahatsızsa Naz'ın Akgül ailesiyle olmasından, gereğini yapardı. Yapmıştı da. Naz'ı eğer tanıdıysa bir saniye bile orada kalmayacağını biliyordu.

Çünkü onun aptal gururu her şeyden önceydi, aile denen şey ne demek bilmez, insanlara şans veremezdi. Bencildi, yine bencillik yapacak ve gidecekti. Çınar onu tanıyordu.

Zaman biraz daha ileriye sardığında ve Yaman kol saatine baktığında, "her şey için teşekkürler," dedi Seher saatin 18.22'ye ulaştığını fark ederek. Bir ay öncesinde can ciğer olduğu kızına bir yabancı gibi teşekkür etmek ağır gelse de gülümsedi. "Ama biz artık kalkalım, Naz evde."

"Biraz daha lütfen," dedi Nazlı masanın üstünden eğilip Seher'in eline tutunduğunda. "Sizi çok özledim."

Ali Baran dayanamadan güldüğünde Nazlı'nın bakışları ona döndü. "Özledin mi? Ne kadar özledin Nazlı anlatsana biraz?"

"Abi-"

"Yorma kendini," Çınar'ı işaret etti. "Abin orada."

"Abi yapma," dedi Nazlı sandalyesine geri çöktüğünde. "Yapma, beni ikiniz arasında bırakma."

"Kalmadın ki zaten," gülümsedi Ali. "Sen kimse seni zorlamamışken bir seçim yaptın kendince, seçtiğinde biz değildik."

"Yapamazdım, iki aileyi de ayakta tutamazdım abi. O kadar güçlü değilim." Son zamanlarda yaşadığı rahatsızlıklardan dolayı olsa gerek duygusaldı, sesi titremişti.

"Sana kimse ayakta kal demedi zaten, ben seni dizlerimin üstüne düşmüş halde bekliyordum. Bacaklarıma vurup beni yere düşürenin sen olmasına rağmen hemde." Etrafına bilmiş bakışlar attı. "Doğum günü... Bir sonraki yanımıza gelme sebebin ne olacak peki? Aramızdan birisi ölünce mi yoksa-"

"Ali yeter," diyen Kadir oğlunun omzuna elini koydu uyarıyla. "Yürü oğlum."

"Gidelim," dedi Mahir gerginliğin farkında olarak. "Ali sen önden abim, hadi."

"O mu doldurdu seni bana?" diyen Nazlı bir anda öfkelenmişti. "O kız doldurdu değil mi? Baksana, aramızı bozmayı nasıl başarmış! Kör müsünüz?!" diye bağırdı en sonunda anne ve babasına bakarak. "Görmüyor musunuz? Onlara yaptığını bize de yapıyor! Önce benimle aranızı bozacak, sonra sizi birbirinize düşman-"

"Sakın!" diye bağırdı Yaman onu bastırabilmek adına. "Sakın Nazlı, sakın bana yanında bir Akça ile onu kötülemeye kalkma. Kalbini kırarım."

"İkinizde bizim kızımızsınız," dedi Kadir kaşlarını çatarak. "Düzgün konuş Nazlı."

"Ne kızı baba, ne kızı?!" sandalyeden hızla kalktığında düşen sandalyenin sesi kafede yankılanmıştı neredeyse. "Nasıl kızım dersin ona, nasıl alışırsın ona? Görmüyor musunuz? O bir deli, size de zarar verecek!"

"Sen vermediğini mi sanıyorsun?!" diyen Ali Baran hızla ayağa kalkmış ona adımlıyordu ki Seher çığlık atarak önüne geçti oğlunun. Mahir annesini kenara çekerek Ali'yi tuttuğunda Ali Baran kıpkırmızı kesilmişti öfkeden. "Sen çok mu iyi davrandın lan bize? Sen seviyorum diye diye yaptın bize bunları, o mu bize dokunacak sanıyorsun?" Dalga geçer gibi güldü. "O deli dediğin kız var ya, hepinizden akıllı! O kızın öfkesi de nefreti de senin sevginden bin kat daha gerçek."

"Ali yeter!" dedi Mahir onu geriye iterek ancak Baran başını salladı iki yana. "Naz hakkında atıp tutacak en son insansınız siz!" diye bağırdı Nazlı'ya doğru. "O sevdiği bir insanı göz göre göre terk etmedi, aksine kendisine yabancı olduğunu bile bile kalmayı kabul etti!"

"Ali yürü!" Dedi Kadir oğlunun kolundan tutarken.

Oğlunu çekiştire çekiştire kafeden çıkartacakken onları arkasından Yaman ve Seher, onlarında arkasından Mahir takip ediyordu.

Hepsini durduran ise aynı gürültülü ses ve hemen ardından, "Nazlı!" diye bağıran Çınar'ın sesi olmuştu.

Nazlı yerde bilincini kaybetmiş halde yatıyorken kafeden çıkmak için acele eden adımlar kesilmiş, herkesin ağzından aynı isim dökülmüştü.

Saat 19.57'yi gösterirken Akgül'ler ve Akça'lar bir hastane koridorunda aynı doktoru dinliyordu.

"Bir şeyi yok, sadece tansiyonu düşmüş gibi görünüyor." diyordu doktor. "Endişelenmenize gerek yok."

"Çok şükür," diyerek bir sandalyeye çöken Mihrimah Akça'nın hemen yanında Seher vardı. O sesli bir tepki vermedi ancak derin bir nefes verebilmişti. İçinden şükretti Allah'a, Nazlı iyiydi. Onu bir an yerde yatıyor halde görmek kalbini durduracaktı neredeyse.

"Sırası değil," diye mırıldanan Ali Baran Mahir'e doğru fısıldıyordu. "Abi yeterince geç kalmadık mı? Naz kaç kere aramış..."

Mahir de telefonunu çıkardığında arbedede fark etmediği aramalara ve mesajlara baktı kısa bir süre. "Ara Naz'ı, geldiğimizi söyle abim." İçine bir sıkıntı doğdu ancak bunu Ali Baran'a söylemedi. Annesine döndü. "Annem, hadi kalk."

Seher ayaklandığında, "sizin yüzünüzden bu halde!" diye bağırdı koridorda Çınar Akça. "Ve siz bir şey olmamış gibi gidecek misiniz?!"

"Evet," dedi Ali Baran ona alayla. Yaman ve Kadir Akgül, Mehmet Akça ile yaşadıkları küçük bir sürtüşme yüzünden hastaneden çıkmak zorunda kalmışlardı. "İyileştir işte kardeşini."

"Siz nasıl bu kadar vicdansızsınız?" Hayretler içindeydi Çınar. "Uyanmasını bekleseydiniz bari!"

"Sen bize vicdan dersi verecek en son insansın," diyen Ali Baran ona adımlıyordu ki önüne Mahir geçti hemen. Kutay Akça, Çınar'ın önünde dikiliyorken onu sessiz olması için uyarıyordu ancak Çınar onu dinlemiyordu.

"O kız yüzünden Nazlı'ya sırt çeviriyorsunuz, oysa o sizi çoktan bıraktı!" Kendinden emin sesi Ali Baran'ı duraksattı. Çınar bu duraksamanın farkında olarak gülümsediğinde, "bulunduğu her yeri mahveder, o bu. Böyle birisi, ne bekliyordun? Sizinle bir aile olabileceğini mi? Yavaş yavaş sizi de bitirecek, ilk adımını attı." diye mırıldandı. Seher cebindeki telefonu acele ile çıkarırken durmadı, devam etti. "o ve aptal gururu, böyle bir günde Nazlı'nın yanında olduğunuzu öğrendiğinde sizinle mi kalacak sanıyorsunuz?"

Ali Baran ona saldırmak ve Naz'ı arayıp aksi sözleri duymak adına iki arada bir derede kaldığında Mahir kolundan tutarak, neredeyse sürükleyerek onu hastaneden çıkardı.

"Kadir!" dedi Seher endişeyle. Çınar'ın sözleri üzerine kızının telefonu açmayışı kendisini bir panik dalgasına sokmuştu. "Naz telefonu açmıyor!"

Kadir'in yanındaki Yaman, Naz'ı aramak için telefonunu çıkardığında ekran ondan gelen aramalar ve mesajlarla doluydu. "Yirmi dakika önce atmış mesaj... Sonra?" Duraksadı. Sonrası yoktu, bir anda sessizliğe bürünmüştü sanki.

"Kötü düşünme," diyen Kadir panikle arabaya ilerlerken aslında bunu bir yandan kendisine söylüyordu. "Naz bazen unutuyor telefonunu, dizisi var bir tane, onu izliyor. Dalıyor diziye, duymuyor kimseyi."

Evet, kesinlikle diziye dalmıştı.

"İmkanı yok," diyen Ali Baran Naz'ı arıyordu ancak telefon çalmıyordu bile. "Bugün senin doğum günün, dizi izlemez."

Panik dalgası arabanın içine dağıldığında zamanın içinde bir kalp atışı duyuldu, ibreler hızlandı ve Akgül ailesi sona adımladı.

Naz'a, Naz'sızlığa. Onun ardından bıraktığı koca bir sessizliğe.

"Naz!" diye bağırdı Ali Baran güler gibi ancak gülmüyordu, yüreği iki büklüm halde cevap bekliyordu. "Biz geldik!" Kapıyı çaldı. Açan olmadı. "Abim biz geldik!" Yalan söylemeliydi Çınar, Naz gitmemeliydi.

Doğum günü kutlayacaklardı, nasıl giderdi?

"Naz!" Dedi Kadir cebindeki anahtarı çıkarırken. "Babam ben geldim," diye mırıldandı anahtarı kilide yerleştirirken. Bir an anahtarı çeviremedi, Naz gelsin ve kapıyı açsın istedi ancak olmadı.

Kapıyı açıp içeri girdiğinde yüzüne bir konfeti patlamadı, iyi ki doğdun diye bağırılmadı ya da bir nefes sesi bile duyamadı Kadir.

"Annem," dedi Seher bu sessizlikten korkuyorken. "Annem biz geldik!"

Hepsini aşıp içeri giren Ali Baran geride kalan sahneyi ilk gören kişiydi. Salonun her bir yerinde balonlar, süslemeler varken masa hazır bir halde duruyordu.

Burada değildi Naz.

"Çok beklettik," diye homurdandı algılayamıyorken. "Çok beklettik, uyumaya gitti kesin. Uykusu çabuk geliyor."

Onun dışındaki herkes bu sessizliğin sebebini biliyordu, Çınar haklıydı.

"Uykusu gelmiştir!" diye yükseldi Naz'ın odasına giderken. "Naz, biz geldik! Uyansana," güler gibi oldu. "Kış uykusuna mı yattın abim? Uyansana."

"Naz..." diye fısıldadı Seher salonda koltuğa çökerken. Kalbine bir ağrı bıçak gibi saplandığında Ali Baran'ın, "yok! Naz yok!" bağırışları evin duvarlarına çarptı. Sesi evde yankılanmasa dahi herkesin zihninde büyük bir yankı yapıyordu.

Yaman küfrederek telefonunu çıkardığında Mahir'de İsmail'i aramak için telefonunu çıkarmıştı.

Kadir ise... Öylece ayakta gözleri salonda geziniyorken bir tepki verebilirmiş gibi hissetmiyordu. Kalbini inceden bir sızı sarmıştı, kızı onun için hazırlık mı yapıyordu sabahtan beri?

"Gitmeyeceğim demişti," Ali Baran sayıklar gibi konuştuğunda Naz'ın yatağının dibine çökmüştü. "Kalacaktı. Biz geç kaldık, geç kaldık. Gitti."

Gitti sesi yankı yaptı Kadir'in sesinde. Beyninin içinde sadece tek kelime kaldı. Gitti. Salon kapısının hemen önünde dikilirken salona girmeye cesaret edemedi, yüzü buruştu kalbindeki ağrıdan, eli göğsüne çıktı.

"Babam," diye mırıldandı. "Babam ben geldim," birkaç adım zar zor atarak salona girdiğinde duraksadı, Naz'ın cıvıl cıvıl bir sesle, "Hoş geldin!" diye bağırmasını bekledi.

O bekledi ancak evin içinde ne Naz'ın sesi yankılandı ne de Naz'ın kendisi evdeydi.

Biliyordu, bir ay öncesinde hissetmişti. Naz ve Nazlı bu hayattaki en büyük sınavıydı belki de. Yine de bir yoklukla sınanmak, kalbine ağır geliyordu.

Mahir açılmayan telefonlarla beraber apar topar yanındaki Yaman ile evden çıktığında bir koltukta sessizce ağlayan Seher, Naz'ın odasında yatağının dibine çökmüş olan Ali Baran ve salonun ortasında, etrafa bakınırken bir eli göğsünde duran Kadir kalmıştı sadece.

Gözleri masanın hemen dibinde kalmış hediye paketine çevrildi Kadir'in. Yutkundu, yavaş adımlarla ilerledi, hediyeyi alıp koltuğa çöktüğünde kalbindeki sızı arttı.

Elleri titreye titreye paketi açmaya çalıştı, açamadı ama yırtmadı da. Kızı paketlemişti özenle, yırtamazdı. Zorlandı, bir çocuk gibi ağlayacak gibi hissetti ancak titreyen elleri ile paketi açmak dışında bir şey yapmadı.

Paketi açtığında eline aldığı tuvalin üzerinden bir not kağıdı düştü yere. Eğildi, not kağıdını aldı eline. Kızının inci gibi yazısı göründü, keşke cesaretli olabilsem ve bunu yüzüne söyleyebilsem diye başlamıştı notuna.

Kadir notu okumadan önce tuvaldeki resime baktığı an, gözlerinden yaşların akmaya başladığı andı.

Tuvalin tam ortasında koltukta oturan bir adam, o adamın dizinde oturan ise küçük bir kız çocuğu vardı. Adam kimdi bilmiyordu ancak boynundan itibaren kafası kesilmişti. Onun yerine kendisinin yüzünü gördüğünde resmin tamamında gördüğü bir koltukta oturan kendisiyken kucağında oturan 2 yaşlarında olan Naz'dı.

Elleri çok fazla titremeye başladığında ağrısı her yerdeydi. Kalbinden başlayan ağrı tüm vücudunu ele geçirdiğinde notu kaldırdı, okumaya çalıştı.

Keşke cesaretli olabilsem ve bunu yüzüne söyleyebilsem, en azından notu yazarken elim ağrımazdı.

Gülümsedi Kadir, gözünden akan birkaç damla yaş yüzünü ıslatmıştı ancak gülümsedi yine de.

Saçma buldun belki de saygısızlık ettiğimi düşündün, bilmiyorum. Ben bu hayatta her şeyi çizebilirken bir kendimi çizemiyorum, çözümü böyle buldum. Neden böyle bir resim diye sordun değil mi kendi kendine? Bende sordum, cevabını veremedim ama içimde seninle büyümek nasıl bir his merak eden kız çocuğu bu soruyu cevapladı. Sen hiç düşündün mü bilmiyorum ama son zamanlarda o kadar kurcalıyor ki bu soru zihnimi... Sana hiç baba dememiş bir halde değilde, yaşıma girmeden baba demiş halim nasıl olurdu? İlk attığım adımların sana ulaşmak için olması, seninle bir ay değilde bir ömür geçirmenin hissi... Ben bunu bilmiyorum ama içimdeki kız çocuğu, sana baba demek için can atan kız çocuğu merak etti. Abilerinden kaçarken babasının kucağına sığınmış olan Naz'ı merak etti, düşünmedim ve çizdim.

Muhtemelen gecenin bir yarısı oldu ve sana bu hediyeyi tek başına açmanı söyleyerek odaya kilitledim kendimi. Bunun sebebini de merak ediyorsun değil mi?

Daha fazla etme baba, iyi ki doğdun, iyi ki o saçma anlaşmayı öne attın ve iyi ki buradayım.

VE SAKIN GELME ODAYA, HAYATTA YÜZÜNE SÖYLEYEMEM ŞU AN ÇOK UTANDIM.

Geleceksin biliyorum, kapının önüne annemin verdiği kilimlerden birini attım, en azından onun üzerine otur, utangaçlığımı üzerimden attığımda yanına geleceğim ve söz veriyorum bu sözü sesli de söyleyeceğim. Çünkü artık biliyorum, benim için bu sözü kullanabileceğim tek adamsın. Yine ve yeniden, iyi ki doğdun baba.

Ağrı çoğaldığında Kadir'in dudaklarından acı dolu bir inleme fırladı zar zor. Eli kalbine çıkarken avuçlarının arasındaki kağıt çoktan kaymış, yeri bulmuşken evi Seher'in çığlıkları, onun sesine gelen Ali Baran'ın babası için olan yardım yakarışları doldurmuştu.

Naz gitmişti ve evde geriye kalan kimseden eser kalmamıştı. Naz gitmişti ve ardında babası kalmış, sağlam duran temeller arasında enkazını toplamışlardı.

😭

*Ertesi gün/ Asaf Birdanoğlu*

Doğrular, yanlışlar, gidenler ve kalanlar. Hangi doğru gideni geri döndürürdü? Hangi yanlış kalanın üzerine azrail gibi çökmez, onu karanlıkta boğmazdı?

Bilmiyordum ancak tek bildiğim şey vardı o da hangi doğru olursa olsun Naz dönmeyecek, hangi yanlış yapıldıysa Kadir amcayı o hastane odasından çıkarmayacaktı.

"Gitti," diye mırıldandı Ali Baran bir kez daha. Babam dün gece eve Ali Baran ile döndüğünde duraksamıştım çünkü bana küs olan Ali Baran aylardır bu eve adım atmamıştı, o an iki üç ısrarla nasıl gelmişti? Bunun cevabını ise babamdan, Kadir amcanın kalp krizi geçirdiğini öğrenmemle almıştım. "Ardından babam da gitti işte."

"Saçmalama," dedim sertçe. "Kadir amca iyi, Naz'ı da bulacak Yaman abi." Umarım, dedim içimden. Umarım bulunursun Naz. Çünkü ailen dışında seni burada bekleyecek insanlarda var.

Oysa ne güzel plan yapmıştım. Bugün yanına gidecek ve konuşacaktım, muhtemelen beni reddedecekti ama bir çocuk gibi dolanacaktım bacağına.

"Nazlı'nın yanındayız diye," başını dizlerine gömdü. Benim odamdaydık, yatağın başına sırtını yaslamıştı ve bacaklarını kendine çekmiş, kafasını dizlerine gömmüştü. "Geldiği günden beri belliydi, Nazlı konusu onun için hassastı, belliydi. Buna rağmen onun yanındaydık. Gitmeseydik, keşke beni dinleselerdi."

"Olan oldu," diye mırıldandım sabahtan beri beni arayan Nazlı gerçeğini ona söylemeden. "Kendini toparla artık Ali, her şey yoluna girecek."

"Nasıl olacak o? Babam bir sedyede öylece yatıyor, annem başında ayrı perişan, Naz evde yok, Yaman abim hastaneye bile uğramadı Naz'ı arıyorum diye, Mahir abim hem ikizlere hem hastaneye hem de Naz'a koşuşturuyor... Nasıl olacak lan? Nasıl toparlanacağız buradan?"

"Nasıl dağıldıysanız," omuz silktim. "Her dağılan toplanmaz mı sanıyorsun? Toparlanamayacak olsan bu kadar dağılmazdın."

"Toparlanmak için parçaların tam olması gerek, ben en önemli parçamı kaybettim." Onun bir ayda bu kadar değişmiş olması garip gelse de onu tanıyordum. Onun Naz'ı seveceği hep belliydi ancak o bunu geç fark etmişti.

Gerçi... Ben erken fark etmiştim de ne olmuştu?

"Baba demiş," diye mırıldandı. "Babama baba demiş, belki gelseydik bunu gözlerinin içine bakarak söyleyecekti. Belki de nazlanarak, harfleri uzatarak ama yanımızda gözlerimize bakarken söyleyecekti."

"Kalk," dedim sakince. "Dışarı çıkalım, sen böyle kafayı yersin evde."

Başını iki yana salladığında cebimde titreyen telefonu çıkarırken, "Nil!" diye bağırdım içeriye. Kardeşim koşa koşa gelip kapıyı araladığında, "al sen bu keçiyi." diyerek Ali'yi işaret ettim. Nil fazla konuşan yapısı ile birkaç dakika içinde onun aklını dağıtacaktı, bundan emindim. Düşük çenesi işe yarıyordu bazen.

Nil odaya girerken ben Nil'in odasına doğru gittim. Ali kendini yatağa zincirlemiş gibiydi. Titreyen telefona göz devirip aramayı cevapladım. "Efendim Nazlı?"

"Nasılsın?" Dedi neşeli sesiyle. Kadir amcanın durumundan haberdar değil gibi duruyordu.

"İyiyim," diye mırıldandım. Sesim hafif kısıktı, duvarlar ince olduğundan sesler duyuluyordu rahatça. Ali Baran sesimi duysun istemedim. "Sen nasılsın?"

"İyiyim bende, buluşma imkanımız var mı?" kaşlarım çatıldığında, "Ben şu an gelemem ama kızlara sor istersen?" dedim şaşkınlıkla. O değil miydi bizden uzaklaşan? Şimdi buluşmak nereden çıkmıştı?

"Hayır hayır, ben yalnız buluşalım diyecektim, seninle konuşmak istiyorum."

Merak her yanıma yayılsa dahi başımı iki yana salladım. "Müsait değilim."

"Deniz hakkında desem?" Deniz'i anarken bile homurdanmasına gülecektim neredeyse. Duraksadım, bir puzzle parçası zihnimde birleştiğinde, "seni mi aradı?" diye sordum.

"Kapı gibi deli raporu var!" diye bağırdı Deniz zihnimin ardından.

"Aramızda kalsın, üvey ailesi ve ben dışında bunu bilen yok. Ali'lere anlattı mı bilmiyorum ama eğer onunla bir ilişkiye başlayacaksan bilmelisin Asaf. Naz'ı sonrasına yüzüstü bırakamazsın." dedi İsmail zihnimde.

Üvey ailesi ve İsmail dışında bilen yoksa Nazlı biliyor demekti. Çünkü o aileyi hem Ali'den dinleyerek hem de Çınar ile karşılaşmamdan az çok biliyordum, bu konuyu Nazlı'ya kesinlikle anlatmışlardı.

"Evet?" dedi şaşırırken. Güldü. "Nasıl anladın?"

"Okul ortasında Naz'a deli demesinden," dedim sertçe. "Sen o kıza bunları mı anlattın Nazlı?!"

Duraksadı, ses gelmedi telefonun ucundan. "Evet?" dedi sertçe. "Sordu ve anlattım. Bir sorun mu var?"

"Birden fazla sorun var, sen ne saçmalıyorsun Nazlı? Sen o kızla nasıl konuşursun? Her şeyi geçtim sen Naz'ın özelini ona nasıl anlatırsın? Kız tüm okulun ortasında deli diye bağırdı kıza!"

"Sen hangisine sinirlendin?" Sorusuyla duraksadım.

"Fark ediyor mu?"

"Ediyor." dedi sertçe. "Söylesene Asaf, sen hangisine takıldın? Deniz ile konuşmama mı yoksa Deniz'e o kızı anlatmama mı?"

"Bir daha seninle ilgili olmayan konuları biliyorsan da cevaplama," diye cevapladım onu. "Yaptığın saygısızlık."

Telefonun ucundan bir süre ses gelmediğinde kapattı sanmıştım ancak, "sende..." diye mırıldandığında kapatmadığını fark ederek onu dinledim. "sende onu benimsedin değil mi? Şuna bak, Deniz'le konuşmama öfkelenmen gerekirken öfkelenme sebebine bak!"

Sesi yüksek çıktığında, "bağırma!" dedim uyarıyla. "Bana kızmaya hakkın yok senin."

"Yok mu? Yok mu Asaf?! Sana seni seviyorum dediğim günden beri bana böyle arka çıkmadın, konuşmadın, adam akıllı selam bile vermedin! Bir aydır tanıdığın kızı savunuyorsun bana!" Çıldırmış gibi bağırıyorken derin bir nefes verdim. "Yalan mı söyledim ben?! Aklı yerinde değil o kızın! Hasta! Ama sen yine beni attın, yine beni gözden çıkardın, onu savun-"

"Onu seviyorum," diyerek sözünü kesmem onu duraksattı. "Özür dilemeyeceğim Nazlı, bir insan bir insanı sevmiyor diye özür dilemez. Sen bende hep Ali'nin kardeşiydin ve öyle kalacaksın. Naz öyle değil, Ali'nin kardeşi evet ama o farklı. Onu gördü yüreğim, o diye tutturdu. Bu yüzden bu uyarıyı bana tekrarlattırma, Naz hakkında kimseye bir şey anlatma."

Bir cevap beklemiyordum bu yüzden telefonun kapandığına dair gelen sesi dinlemeden ekranı kapayarak cebime attım. Ben Naz'ı seviyordum, bir değil bin kişiye de söylerdim.

Hatalar vardı, bu yüzden gitmişti ancak onu döndürmek doğrularla olmayacaksa bile pişmanlıklarla olacaktı çünkü ardında pişmanlığı sırtlanmış bir sürü insan bırakmıştı.

😔

*Naz gittikten 3 gün sonra/ Yusuf Akça*

"Gözün aydın kardeşim," diyen Cihan omzuma sertçe vurduğunda gülüyordu. Onun yüzündeki gülümsemenin aynısı benim de yüzümdeydi. Görev bitmişti, Hakkari'ye dönmüştüm ve çantamı hazırlamıştım. İki hafta izinliydik ve bu iki haftayı Naz ile geçirecektim.

Aklımı yitirecektim, o an aklıma geldikçe, sende annen gibisin bağırışları kulağımı deldikçe kafayı sıyıracaktım. Onu böyle ilk kez görmüştüm, bu bile beni düşüncelerden düşüncelere itmeye yetmişti.

Telefon sonunda açıldığında rehbere kaydettiğim numarayı çevirdim hemen. Uzun bir süre çaldı, kapanacak sandığım an, "Yusuf?" diyen şaşkın sesini duydum.

"Kadir amca!" dedim yüzümdeki sırıtmaya engel olamadan. "Ne yaptın nasılsın?"

Cevap vermedi birkaç saniye. "Sen nasılsın oğlum?"

"Çok şükür Kadir amca. Ben görevden döndüm oraya geliyorum, haberin olsun diye söylüyorum. Sen bizim kıza bir şey çaktırmazsın değil mi?" Sessizlik birkaç saniyeden de fazla sürdüğünde,"Kadir amca?" Diye seslendim. "Orada mısın?"

"Yok," diye mırıldandı. Sesi zaten güçsüzdü ancak tek kelimeyi ederken sesi daha kısık çıkmıştı. "Naz yok."

Kaşlarım çatıldığında ne olduğunu anlayamadan baktım karşımdaki duvara. "Anlamadım?"

"Gitti." Dedi bu kez. "Ben... Bilmiyorum, arıyorum ama... Yok. Bulamıyorum. Gitti, bir anda ortadan kayboldu, polise gittim ama-"

Telefonu suratına kapatmak saygısızlıktı belki, zerre sikimde değildi. Tuğrul'u hızla aradığımda o bekletmemişti beni. "Amcaoğlu-"

"Arama kararını durdur Tuğrul," dedim sözünü keserek. "Kayıp falan yok, Simay'ı aramayı bıraksınlar."

"Sen nereden biliyorsun?" Bir küfür savurdu. "Yok kız üç gündür ortalıkta, her yeri aradım amına koyayım! Ne demek kayıp falan yok?!"

"Yok çünkü benim evde," dedim onun eline tutuşturduğum anahtarı hatırladığımda. "Oradan başka gidecek yeri yok, önce benim eve git, sonra da şu aramayı durdur." Telefonu kapatmadan hemen önce ekledim. "Akgül'lere hiçbir şey söyleme."

🌝

*4 gün sonra*

Siktiğimin işleri bitmemişti, günlerdir buraya gelememiş, kardeşimi görememiştim.

O aramadan birkaç saat sonra Tuğrul'un beni onaylayan mesajı düşmüştü telefon ekranına. Haklıydım, Naz benim evimdeydi. Peki ne yapmıştı? Bir haftadır onu defalarca kez aramıştım, hiçbirinde ulaşamamıştım, kafayı sıyırmış ve en sonunda buraya gelmiştim.

"Aç şu kapıyı!" dedim yüksek bir sesle. Delirecektim, belki de onuncu falan çalışımdı şu kapıyı ancak açmıyordu. "Simay!" Ne bir adım sesini duyabildim ne de kapıyı açtığını görebildim.

"Keşke erken gelsen abi, yalnız kalmaktan nefret ediyorum."

"Bence bana sorsalardı ölüm derdim, insan yalnız kalınca zaten ölüyor, her gün öleceğime bir gün ölürüm daha iyi."

"Nefes alamam gibi geliyor yalnız kalınca."

"Abi... Beni hiç yalnız bırakma olur mu?"

Belimden çıkardığım silahı kilide ateşlediğimde kapıyı savurur gibi iterek girdim eve. "Simay!" diye bağırdım acele ile odaları dolaşmaya başladığımda. "Abim ben geldim," yapma, yapma Naz. Geç geldim ama aklıma geleni yapma, beni bununla cezalandırma. Yalvarırım, bana bir memleketi yasa boğdurma, beni sensiz bırakma. "Naz!" Adımlarım en sonunda onun için hazırladığım odasında durduğunda yatakta boylu boyunca yatan kız kardeşimi gördü. Derin bir nefes vermek istedim ama olmadı.

Komodinin üzerindeki ilaç şişesi üzerime yük oldu bindi, nefes aldırtmadı. Sakin bir adamdım ama aceleyle ona ulaştığımda ve bedenini sarstığımda tek düşündüğüm o yeşillerini görebilmekti. "Abim!" Sarstım ancak uyanmıyordu. "Abim kalk! Yalvarırım, yapmamış ol!" Hızla eğildim, kollarımı sırtından ve bacaklarından geçirdiğimde, başı da kolu da cansız gibi yere sarkmıştı. Yapmamış ol, ne olur yapmamış ol," diye sayıkladım ona. "yalvarırım, Simay'ım, Naz'ım, yapmamış ol kızım, ne olursun. Yalvarırım yapmamış ol abim, yalvarırım."

Kucağımda Naz ile binadan çıktığımda "Yusuf!" diye bağırdı birisi. Kimdi, tanıyor muydum bilmiyordum. Esasında aklımı yitirmiş gibiydim, bildiğim her şeyi unutmuştum. "Aç kapıyı!" Diye bağırdım arabaya koşar adım ilerlerken. "Aç kapıyı, geç kalacağım aç!"

Naz'ım, bir değil binlerce kez özür dilerim. Ne olursun yapmamış ol, beni bu ateşe atmamış ol. Beni bana düşman etme abim, aldığım nefesi kor ateşe döndürme. Yalvarırım.

Birisi bindi sürücü koltuğuna kim görmedim, kucağımda onunla birlikte arabaya bindiğimde cansız kalan yüzünü aldım avuçlarımın içine.

"Gideceğiz, özür dilerim yemin ederim binlerce kez özür dilerim, götüreceğim seni, gideceğiz abim. Götüreceğim seni ama sen gitme. Bensiz gitme abim, yalvarırım yapma bunu bana."

Hareket etmedi, kılı kıpırdamadı. Oysa bir an yerinde duramayan, ensesine dokunulduğunda ortalığı ayağa kaldıran kız çocuğu şimdi elim ensesindeyken bile hareket etmiyordu. Kalkmıyor, bağırmıyor ya da geç geldiğim için sitem etmiyordu.

Yeşilleri de yoktu, koca bir memleketi yüreğime gömmüş kibritle yakmıştı haberi yoktu.

😔

*Yazar*

Hastane koridorlarından korkardı Yusuf. Sebebini bilmezdi ama içini ürpertirdi. Yine de koskoca adam olduğundan gitmesi gerekirdi, kimseye bahsetmezdi bu ürpermeden ama Naz bilirdi.

Öyle ya anne ve babası bile bilmezken en küçük kardeşi bilirdi. Çünkü Yusuf biliyordu ki Akça'ların harcanan iki çocuğu varsa o da onlardı.

Kendisine yapılanlarda vardı elbet, Akça'lara bu yüzden hep kin gütmüştü, onlarla bir an olsun sımsıkı bir bağ kurmamıştı. Çocuktu ama koskoca adam olmak zorunda kalmıştı bir anda.

Çünkü arkasında onun kaderini yaşayan birisi daha vardı.

"Bir yerinde dur," dedi Tuğrul oturduğu yerden ona bakarken. "Yokmuş bir şeyi işte amcaoğlu, çok gerginsin, kızı da korkutacaksın."

"Sokarım yerine," dedi öfkeyle Yusuf. "O yirmi dakika da neler yaşadım haberin var mı senin? Bir şey yaptı sandım, o hapların hepsini içti sandım, ölüyorum sandım lan. Aklım çıktı." Öyle öfkeliydi ki şu an, öfkenin ana sebebi kimdi bilmiyordu. Anlamıyordu ama yaşadığı korku öyle bir sarmıştı ki her yanını, ayna karşısında kendisini görse onunla kavgaya tutuşacaktı.

"Simay akıllı kız," Tuğrul'un bir gözü yatakta uzanan kıza kaydı. Dakikalardır böyleydi, uyanmasını bekliyorlardı. "Senin gibi aklı yarım değil yani, korkma amcaoğlu."

Yusuf ona ters ters baktı. "Onu Hakkari'ye götüreceğim." Başını salladı kendisini ikna etmek ister gibi. "Ne olursa olsun götüreceğim. Benim yanımda duracak, göreve mi gidiyorum? Cihan'ın ailesi orada, dururlar aslan gibi ben gelene kadar onun yanında. Böyle olmayacak, ne öz ailesinden ne de Akça'lardan bir bok olmayacak."

"Bizde bir Akça'yız?" Dudakları alayla kıvrıldı Tuğrul'un. "Bizden de bir bok olmuyor gerçi, doğru söylüyorsun."

"Dalga geçmenin sırası değil," Yusuf kararlıydı, görmüyor muydu? "Naz'ı gerçekten götüreceğim."

"Gider mi sanıyorsun?" Omuz silkti. "Valla ben bu kızı tanıyorsam bırak Hakkari'yi başka bir ilçeye bile gitmez. Akgül'lerin gözü önünde duracak, duracak ama ona yaklaşmalarına izin vermeyecek."

"Haksız mı?" Yusuf hatırladıkça sinirleniyordu. "Yok dedi adam lan bana. Naz yok dedi."

"Yusuf," doğruldu Tuğrul ciddiyetle. "Adam kalp krizi geçirmiş lan, gitme fazla üzerine."

"Geçmiş olsun," dedi Yusuf. Başka hiçbir şey söylemedi, yorum yapmadı. Bir ay öncesi olsa telefonu hızla kapar geçmiş olsun dileklerini dilerdi. Bunu yeterli bulmaz tatlı alır, kapısına dayanır ve geçmiş olsuna giderdi ancak durumlar aynı değildi.

İkili sessizlikle boğuştukları süreci Naz'ın gözlerini açmasıyla sonlandırdığında Yusuf kardeşinin doğrulmasına yardım etmişti hemen.

"Geçmedi," diye fısıldadı Naz tavana bakıyorken. "Geçer sandım, rüyamda olmazlar sandım, rüyamda bile varlardı, ben nasıl bir şeyin içine düştüm?"

Kimse ona cevap vermedi, kendisi de cevap beklemiyordu zaten. Sadece... Her şey onun için bir anda olmuştu ve bir an da yıkılmıştı. Hâlâ atlatabilmiş gibi hissetmiyordu.

"İyi misin Kayıp Balık Nemo?" dedi Tuğrul onu konudan uzaklaştırmak adına. Sesini canlı tutmak onun için zor olmadı. Çabuk değişen bir yapısı vardı zaten. "Boğmuşsun yine kendini haplara. Ben içme demedim mi sana?"

Naz birkaç saniye cevapsız kaldı. Bakışları diğer yanındaki Yusuf'u fark etmeden Tuğrul'a döndü. "Sana da günaydın sayın savcım, beni bir salsan mı?"

"Şu an hastanedeyiz farkındaysan?" Yusuf'u işaret etti. "intihara kalkıştın sanmış, aramızdaki en aklı başında adamın da aklını aldın Nemo."

Kimden bahsettiğini anlamayan Naz bakışlarını diğer yanına, Yusuf'a çevirdiğinde dudakları aralandı şaşkınlıkla. Hoş geldin demek istedi başta ancak bulundukları duruma bakılırsa hoş gelmemişti. Nasıl haberin oldu demek istedi ancak pek de cevabını merak etmiyordu.

Bu yüzden sadece gülümsedi ve "iyi ki geldin," diye fısıldadı.

Çünkü onsuz geçen bir güne daha sabrı kalmamıştı. Hayır sabrı değil, gücü kalmamıştı. Çünkü tüm güvenini verdiği gibi gücünün kaynağını da bir ailenin eline vermişti ve o aile bu ikisini de ondan alıp kenara çekilmişlerdi.

Yoklardı ve artık onun için olmayacaklardı da.

🗣️

İnsan annesinin mi kaderini yaşardı yoksa babasının mı bilmiyordu ancak insanların kendi kaderleri bir felakete sürüklenmeye başladığında kıyametin geldiğini düşünürdü Yusuf. Kendi kıyameti onu bulurdu. Ya kendi vazgeçerdi kendisinden ya da eceli gelir vazgeçirirdi kendisinden.

Naz sanki saatlerce uyuyan o değilmiş gibi eve döndüklerinde abisine sarılarak tekrar uyumuştu. Kendisini uykuya itmesinin sebebi zaten belliydi ancak bir dakika bile gözlerini açık tutmak istememesi Yusuf'u geriyordu.

Dakikalardır durduğu arabanın içinden çıktığında bakışları etrafına çevrilmeden direkt karşısındaki evi buldu. Bahçe kapısını aştığında, "Yusuf abi," diye mırıldanan birisini duymuştu ancak umursamamıştı. Elini kaldırmış ve sertçe vurmuştu kapıya.

Kapıyı tanımadığı bir kız çocuğu açarken ayakkabısını çıkardı, hiçbir şey demeden eve girdi. İstediği gibiydi, herkes buradaydı ancak herkesten ayrı, Kadir Akgül buradaydı.

"Yusuf," diyen Seher hemen ayaklanmıştı. "Hoş geldin oğlum."

Gülümsedi kadına. "Hoş mu geldim Seher Hanım?" Öfkeliydi, kardeşine olduğu gibi kendisine de sözler veren aileye öfkeliydi. Kız kardeşini yatakta yatıyorken gördüğünde intihar ettiğini sandığı için gergindi.

Yine de aklı almıyordu, öfkeliydi ancak sakin kalması gerektiğini biliyordu. Buraya gelmesi saçmaydı ancak duramamış, hesap sormak istemişti. Günler öncesinde görevden döndüğünde hemen telefona sarılmış, kriz geçirmiş halde bıraktığı kardeşine ulaşabilmek için onu aramıştı.

Herkesin hoparlöründe yankılanan ses onunda hoparlöründe yankılanmış, aradığı kişiye ulaşamamıştı.

Tutamadı kendisini, "Ben size emanet ettim o kızı," dedi karşısındaki insanlara bakarken. Her birine bakmıştı ancak Kadir'de gözleri daha fazla oyalanmıştı. "Bir ay sonra dönüyorum ve siz bana onun olmadığını söylüyorsunuz, Kadir amca, nerede benim kardeşim?"

Sessiz kaldı Kadir. Bir haftadır, Naz gittiğinden beri sessizdi. Arıyordu, bazen akşamları eve girmiyor ve onun gidebileceği yerleri arıyordu ancak yoktu.

Gitmişti. Arkasında hazırladığı doğum günü ve hediyesini bırakarak.

Kalbine bir ağrı daha saplandı Kadir'in. Belli edemedi ancak bu ağrıdan yüzü buruştu. Yaşlanan kalbine vurgun yemişti, ağrının sebebi buydu. Gömleğinin cebindeki, kalbinin üstüne denk geldiği kısımda bir not vardı. Ağırlığını hâlâ taşıyordu ve Kadir biliyordu ki bir ömür daha o ağırlığın altında ezilecekti.

"Polis-"

"Aramıyor," diye kesti Seher'in sözünü Yusuf. Hesap sormak istiyordu ancak karşısında gördüğü insanların hali belliydi, o yüzden dudaklarını birbirine bastırdı. "Ortada bir kayıp yok çünkü."

Kadir bakışlarını hızla Yusuf'a çevirdiğinde diğerlerininde dikkati ona dönmüştü. Hem heyecan hem de geride kalan bir haftanın pişmanlığı ile bakıyorlardı Yusuf'a.

"Ne demek yok?" Ali Baran koltukta doğruldu, anlamıyor gibi baktı Yusuf'a. "Buldun mu onu? Abi gidelim, ne olur! Onunla konuşayım, bak ben-"

"Bak sen!" diye yükseldi Yusuf. Öfkesi ona değil, tüm Akgül ailesineydi. Bu yüzden bakışları hepsinde dolaştı ancak Kadir de son buldu. "Siz," dedi Kadir'in gözlerinin içine bakarak. "Şansınızı kaybettiniz. O kızı size emanet ettim ve siz, emanete sahip çıkamadınız. Üstelik o emanet sizin kanınızdandı." Duraksadı, söylemek istediği tüm sözleri yutmak zorunda kaldı. "Simay Naz yok," dedi tek bir an gözlerini onlardan çekmeden. "Sizinle kalması için ben ikna ettim, pişman ettiniz, ben duruyorum yine arkasında. Ben varım ve siz artık onu göremeyeceksiniz."

"Yusuf her ailede bunlar olur," diyen Yaman toparlamanın derdindeydi, Naz'ın aranmadığının farkında bile değildi, şokunu atlatamamıştı. "Biz bir kez onunla konuşsak çözülecek emin ol. Yanlış anladı bizi, konuşsak-"

"Konuşmayı bırak bu saatten sonra onu göremezsiniz bile," dedi Yusuf onun sözünü bir kez daha keserek. Akgül ailesine en büyük darbeyi belli ki Naz vurmuştu, insanların halinden bunu anlıyordu ancak asıl darbe bu cümleden sonra söylediği kelimelerin arasındaydı. "Denediniz olmadı, uydurduğunuz o saçma anlaşma bitti, Naz benimle Hakkari'ye geliyor."

"Ne saçmalıyorsun sen?" Mahir ayaklandığında onu kolundan tutan eşiydi. "Onu hiçbir yere götüremezsin! Bak öfkelisin, hak veriyorum ama bizi de anla, Naz bizi yanlış anladı!"

"Umurumda falan değil, ben kardeşimi burada bırakarak bir hata yaptım, bunu tekrarlamayacağım. Bitti Mahir, size verilen şansı kendiniz kaybettiniz!"

Evin içinde büyük bir karmaşa çıktığında, herkes hep bir ağızdan konuşurken Ali Baran kimseye kulak asılmadan arkasını dönmüş evin kapısına ilerleyen Yusuf'a ilerledi.

"Yusuf abi," diye mırıldandı, kim kimi dinliyor kim kime bağırıyor umursamadı. Yusuf kendisine seslenen çocuk ile adımlarını durdurdu, bakışlarını dibine girmiş olan Ali Baran'a çevirdi. Gözlerini kıstı ona bakarken, bu çocuktan hayırlı bir cümle duymayı beklemiyordu. "Bende seninle gelebilir miyim?"

Kaşları çatıldı Yusuf'un. "Anlamadım?"

"Bende gelebilir miyim? Ben biliyorum ilk başta çok hata yaptım ama en sonunda Naz'a söz verdim. Ne olursa olsun senin elinden tutacağım dedim, sözümde durmak istiyorum ama onu bulamadım. Eğer sen nerede olduğunu biliyorsan geleyim, onunla konuşayım. Senin gibi bir abi olamam ama bende abisiyim, bana izin ver."

Tüm bu kalabalığın ortasında sadece Ali Baran'a odaklanmak delilik gibiydi. Hayır, Ali Baran'ı anlamak delilikti. "Ne diyorsun çocuk?" dedi sertçe.

"Beni kardeşime götürür müsün?" Hayır diyecek gibi duran adamla başını iki yana salladı. "Tamam haklısın ama bir haftadır herkes onun yokluğuyla mücadele ediyor. Babam kalp krizi geçirdi, annem ağlama krizlerinde acaba başına bir iş mi geldi diye kendini yiyip bitiriyor, abimler her yerde onu arıyor. Abi, bizde endişeliyiz, onu özledik. Biliyorum hatalıyız ama bizi onsuz bırakma." Omuzları düştü. "En azından bırakacaksan, kararın kesinse... Beni ona götürür müsün? Sözümü tutmak, yanında olduğumu göstermek istiyorum."

Naz gitmişti. Naz gitmiş ve ardında bıraktığı bir harabe kalmıştı. Cıvıl cıvıl diyerek girdiği ev matem havasına gömülmüş, kendisinin duyulmadığını sandığı evde nefes sesi bile özlenmişti.

Naz gitmişti ve arkasında parçalara ayrılan Akgül ailesi kalmıştı.

Naz gitmişti ve arkasında onu özleyen arkadaşları, pişman bir halde ondan özür dilemeyi bekleyen Asaf kalmıştı.

Naz gitmişti ve asla yola gelmez, benim elimi ilk o bırakır dediği Ali Baran arkasında kalmamış, yanına gelmek istemişti.

Giderlerse beraber, kalırlarsa beraberdi. Ali Baran arkasında değil, her daim yanında olacaktı.

Abi sözü vermişti. Çünkü kabullensinler ya da kabullenmesinler, o Naz'ın abisiydi. Bu hiçbir zaman değişmeyecekti.

Bölüm : 07.10.2024 12:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...