33. Bölüm

33. Altın Kadeh Tohumları

Neseli Gezgin
neseligezgin

🌚

*Simay Naz*

̶S̶i̶m̶a̶y̶ ̶N̶a̶z̶ ̶A̶k̶ç̶a̶.

̶S̶i̶m̶a̶y̶ ̶N̶a̶z̶ ̶A̶k̶g̶ü̶l̶

Simay Naz.

Soy adı olmayan, bir ailesi olmayan, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Simay Naz.

Bu zamana dek kin tutabildiğimi düşündüm, acımasız olduğumu, insanlarla empati kuramadığımı, düşüncesiz olduğumu...

Ve sonra fark ettim ki bunların hiçbirine uymuyordum. Fark ettim ki ben, bu dünyadaki en zayıf insandım.

Bir insanı sevgiyle çok kolay alt edebilirdiniz. Beni sevgiyle kandırmışlardı.

Gerçekti ya da değildi, ben yüzüstü bırakılmıştım. İlk kez yaşanmıyordu tabii ki, Akça'lar ile bunu defalarca kez yaşamıştım ancak bu kez yaralarım daha fazlaydı çünkü öncesinde beni kimse kendisine inandırmak için çabalamamıştı, kimse beni sevdiğini söylememişti, kimse beni mutlu etmek için çabalamamıştı, kimse benden özürler dilememiş, yüreğime umut tohumları ekmemişti.

Onlar ekmişlerdi, bende inanmıştım. İnanmış ve yaralanmıştım. Biliyorum bundan sonra kimseye bu kadar çabuk güvenemeyeceğim.

Kapıya vurulan birkaç yumrukla beraber bakışlarım mutfağın kapısına kaydı. Sanki dış kapıyı görebilecek gibi bakışlarımı çekmedim. İstemsizce gözlerimin önüne birkaç gün öncesi geldi.

Yemek yiyemediğim için mi yoksa hastalanıyor muydum bilmiyordum ama midem bulanıyordu. Belki de aynı videoyu izlemek beynime ve mideme iyi gelmemişti çünkü istifar etmiştim. Üstesine kapı çalıp duruyordu ve ben kapıya ulaşamayacak kadar bitkindim.

"Naz'ım," kapının diğer tarafından gelen ses gözlerimi doldurduğunda kapıya ilerlemeye çalışmamış, koridorda yere çökmüştüm. "Buradasın değil mi? Babam... Kurban olduğum aç kapıyı, yalvarırım babam." istifar etmekten nefret ediyordum, boğazım yanıyordu. Bu yüzden ağlıyorum, onun sesini duyduğum için değil, bana babam diyerek seslendiği için değil.

"Çok özledim kızım," dediğinde bir hıçkırık kaçacaktı dudaklarımın arasından. Bu yüzden bir elimi hızla ağzıma kapamıştım ağlarken. Özlediysen niye gelmedin baba? Ben bekledim saatlerce, günlerce de beklerdim gerekirse ama sen hiç bana gelmek istememişsin ki.

Bir kez daha vurdu kapıya. Durmadı, sertçe vurdu yumruğunu dakikalarca. Cevap vermememe rağmen defalarca seslendi. "Naz!" diye bağırdı gücü kalmamış gibi. "İyi olduğunu bileyim bari... İyi olduğunu söyle, böyle bırakma beni Naz'ım."

"Oturayım mı kapının önüne? Kıyamayıp öyle mi açacaksın kapıyı?" onun odamın kapısının önüne oturduğu, ağrısı varmış gibi acıyla inlemesi yüzünden hemen kapıyı açtığım o an geldi aklıma. Göz yaşlarımın durması gerekiyordu ama bu anı buna engel oluyordu. Çöktüğünü hissettim, o an gibi kapının önüne çöktüğünü... "Özür dilerim," dediği an çöktüğüm yerde bacaklarımı kendime çektim, başımı dizlerime gömüp ağlamaya devam ettim. Ne oldu bak baba? Tamam habersizdin, tamam gideceğimi düşünüyordun, kalacağım demem seni ikna etmedi ama neden? Neden ona gittin? Naz yoksa Nazlı mı var senin için?

Baba bak, Naz yok artık. Gözün aydın, Nazlı kızının yanında sonsuza dek kalabilirsin.

"Bilmiyordum, özür dilerim. Bir değil binlerce kez özür dilerim, ne olur aç kapıyı, konuşalım. Biliyorum buradasın, hissediyorum Naz. Beni duyuyorsun, ne olursun aç kapıyı kızım."

Başımı iki yana sallarken Recep amcanın sesini duydu kulaklarım.

"Siz kimsiniz?" demişti. Abimin numarasını verdiği, bir şey olduğunda direkt kendisini aradığım, bulunduğumuz binanın yöneticisiydi kendisi. "Bu daire boş, ne diye burada oturuyorsunuz?"

"Kızım..." dediğinde başımı gömdüğüm dizlerimden kaldırmış kapıya çevirmiştim bakışlarımı. Bana seslenmişti sanki, öyle içtendi sesi. Hayır kanma Simay. Kandın ve tek başına kaldın. Tekrarlama. "Burada kalıyor, kapıyı açacak..."

"Bir yanlışın var birader, bu daire boş. Asker bir oğlumuz var burada, onun dairesi. O da şu an görevde, gelmez aylarca."

"Simay Naz," diyordu inanamıyor gibi. "Burada değil mi? Bahsettiğin adam Yusuf, onun kardeşi. Buradan başka gidecek yeri yok, burada değil mi?"

"Yok birader, Yusuf ile biz haberleşiriz böyle durumlarda ama gelen giden olmadı." Dolabımı dolduran, akşamları eşinden akşam yemeği gönderen, sıkıldığımı düşündüğü an beni çaya çağıran kendisi değilmiş gibi onu ikna etmeye çalışıyordu. "Sen bi' başka yerlere bak istersen, arkadaşlarına falan sor. Kalk yahu, koskoca adamsın, kapı önüne oturmak nedir?"

Sesi çıkmamıştı ama kalktığını hissettiğim anda dudaklarından fırlayan acı dolu inleme sesi beni kapıya koşturacaktı. Bu yüzden aniden hareketlenmem yüzünden mideme saplanan ağrı beni orada sessizce ağlatmaya devam etmişti.

"Abim," omzuma dokunan el ile yerimden sıçradığımda Yusuf abimi görmek bir an rüya ile gerçekliği sorgulamama neden olmuştu. "Kapıyı çaldım duymadın mı?"

Başımı iki yana salladım. "Uyandığımda seni göremeyince rüya gördüğümü sanmıştım." Gülümsedim olabildiğince. Ayaklandım, kollarımı beline doladım. "İyi ki geldin abi."

O da kollarını doladığında, "aklımı aldın." diye fısıldadı. "Yapma bir daha bunu."

"Özür dilerim." Özür dilerim abi, bu kadar güçsüz olduğum için, sevgi gördüğümde hemen kandığım için, başına bela açtığım için, bir işe yaramadığım için. Özür dilerim.

"Aç mısın?" beni kendinden uzaklaştırdığında yüzümü buruşturdum. "Hayır, midem bulanıyor."

Kaşları çatıldı, geriye çekildi, baştan aşağı süzdü beni. Her bir bakışında homurdanıyordu. "Geç içeri, yok öyle midem ağrıyor bulanıyor falan. Bir çorba yapayım, salata falan, bir haftadır bir şey yemedin belli ki." Uzatmak istemedim, konuşmak zor geldi. Başımı salladım. Eli koluma çıktı hemen. "Salonda birisi var, hoşuma gitmese dahi getirmek zorunda kaldım."

O mu gelmişti? Yoksa karısı mı? Yaman mı gelmişti yoksa? Benim için çabalamış ve abimi ikna ederek gelmişler miydi?

Cevap vermedim ama hâlâ kuş gibi çırpınan, akıllanmayan kalbimle yarı hızlı yarı yavaş adımlarla salona girdim.

Gördüğüm kişiyle bakışlarım büyüdüğünde şaşkınlıkla adı dökülmüştü dudaklarımdan. "Ali Baran?"

Ayakta, televizyon ünitesinin üzerindeki fotoğraflarımıza bakarken aniden arkasını döndü. "Naz!" Elindeki çerçeveyi gelişigüzel koyup bana adımladığında hızla kollarını boynuma dolamıştı. "Çok özledim, çok özledim, çok özledim." diye fısıldadı sürekli. "İyisin, geberdim meraktan, çok şükür iyisin!"

Ellerim bir an havalanır, onun sırtına ulaşır gibi olduğunda dişlerimi sıktım, ellerimi yumruk yaparak geri indirdim. Kanmayacaktım. Kanmayacak, yaralanmayacaktım.

Birkaç adım geriye giderek tutuşundan kurtulduğumda, "ne işin var burada?" diye sordum ona.

"Seni merak-"

"Her neyse," diye mırıldandım onun yanından geçip tekli koltuğa otururken. Başka bir şey demedim, sadece oturdum ve açık olmayan televizyona baktım.

Ayakta öylece bana bakıyordu. Hissetsem dahi bakışlarım ona dönmedi. Sanki hiç umursamıyormuşum gibi bir de bacak bacak üstüne attım, rahat bir pozisyonda oturdum.

"Neredeydin?" dedi hiç bozulmadan karşımdaki koltuğa otururken. Eğildi bana doğru. "Bir haftadır seni her yerde aradık, buraya bile baktık ama yoktun! Neredeydin Naz?"

Boş bakışlarımı ona çevirdim. "Yok konuşmayacağım dedim ama sorgular tavrın sinirimi bozuyor," derken gülmeden edememiştim. "Sana ne Ali Baran?"

Birkaç saniye yüzümü inceledi. "Kızgınsın."

Yüzümü buruşturdum. "Ne münasebet?"

Başını salladı. "Haklısın da."

"Kızgın değilim, kırgın hiç değilim. Kafanda senaryo üretmeyi kes." Gözlerimi devirdim. "Siz kimsiniz ki kırılayım size? Ben en başından bildiğim bir şey için kızacak falan mıydım?" Güldüm. "Haklısın dedin, ben şimdi olanlar için değil, şimdiye kadar konuştuğum tüm kelimeler için haklıyım. Ben size her daim Nazlı'nın sizin için ne ifade ettiğini anlattım ancak siz hep yalanladınız. Evet, haklı çıktım Ali Baran. Şimdi söylenen tüm cümlelerin anlamı kalmadı."

"Çınar attı değil mi videoyu?" Başını iki yana salladı. "Göründüğü gibi değil, yemin ederim."

"Ama ben göründüğüm gibiyim," gülümsedim hiçbir sorun yok gibi. Bir hafta bana zehir olmamış, kafayı sıyırmamış, kriz geçirmemiş, uyku haplarını birden fazla almayı düşünmemişim gibi. "Gittim, videoyla alakası yok. Anlaşma bitti."

Sessiz kaldı yine. Sadece beni inceledi, başını salladı bir süre sonra. "Tamam." dedi koltukta geriye yaslanarak. "Şimdi ne yapıyoruz peki? Yusuf abi yemek yapmaya gitti sanırım, ben ona yardım edeyim."

Koltuktan ayaklandığında, "evine git." dedim sakince. "Burada işin yok."

Gülümsedi. "İnanmıyor olmalısın ama ben bir söz verdim. Elim eline bir kez tutunduğunda, sana kardeşim dediğim o andan itibaren senin elini bırakmam, seni kimseye ezdirmem. Karşımıza çıkan Nazlı olsa bile. Şimdi kabul et ya da etme, abinim, kardeşimsin ve ben senin yanında olacağım. En azından sen Hakkari'ye gitmekten vazgeçene kadar."

"Ne?" Hakkari mi demişti o? "Ne Hakkari'si Ali Baran?"

Duraksadı. "Bilmiyor musun? Yusuf abi seni Hakkari'ye götürecekmiş."

Ona cevap verecektim, böyle bir şeyin olamayacağını, abimin yalan söylediğini, benim buradan ayrılamayacağımı söyleyecektim ancak kapıda beliren abim kaşlarını kaldırdı. "Sonra. Şimdi gelin ve yemek yiyin."

🥱

Bir insanın omzuna kaldıramayacağı yükü vermezmiş Allah, öyle demişti Yusuf abim. Ona inanmıştım, demek ki böyle olması gerek, ben bunu da atlatabilirim demiştim ancak geçen günlerde yalnızlığım yüzüme çarptıkça yapamadığımı fark etmiştim.

Yapamıyorum Allah'ım, kaldıramıyorum. Ailesizliği neden iki kez reva gördün bana?

Saçlarımda dolaşan el aksini iddia etmek ister gibiydi. Düşündüğümün farkındaymış gibi. Bu yüzden düşünmemeye çalıştım, başımı göğsüne bastırarak gözlerimi kapadım.

Yine de durmadı düşünceler, konuşmadan yapamadım. "Ne garip değil mi?" diye fısıldadım abime. "Bu eve gelmeyen oydu, o eve gittiğimde bana nefret kusan oydu, herkesin seni seviyorum bizim için çok değerlisin masallarının arasında yüzüme bile bakmayan, benden iğreniyor gibi davranan oydu."

"Bu akşam kardeşimin yanında duracağım abi!" sesi geldi mutfaktan. "Gelmeyeceğim eve. Hayır. Abi..."

"Şimdi ise yanımda olmak için çabalayan tek kişi o," dedim istemeden gülümserken. "Hayat çok garip değil mi?"

"Öyle," dedi abim. "Adım seslerini duyduğum ilk an o adımın Ali Baran'a ait olduğunu düşünmedim. Yaman ya da Mahir dedim, onlar bu kadar ürkek adımlar atmazdı, o zaman evde ilk kez gördüğüm o kız çocuğu geliyor dedim çünkü onun gelmesine asla ihtimal vermiyordum."

"İlk kez gördüğün mü?" Merakla doğruldum. "Evde başkası da mı vardı? Nazlı-"

"Nazlı'yı tanıyorum abim," abartma der gibi çıktı ses tonu. "Bu kız biraz sert yapılı duruyordu, esmerdi."

Zeliş'ten mi bahsediyordu?

Bunu sormadım çünkü Zeliş'i tanımıyordu. "Abi," diye mırıldandım bu yüzden. "Neden böyle oldu?"

Abi biz neden ailelerimizin kurban ettiği iki çocuğuz? Neden ilk gitmemiz gereken yer anne ve babamızın yanı olmak yerine birbirimizin yanı oluyor? Abi biz gerçekten sevilmeyecek çocuklar mıyız? Gerçekten o kadar kötü müyüz? Bir anne ve babanın sırt çevireceği kadar kötü insanlar mıyız?

"Bilmiyorum," dedi elleri saçlarımı okşamayı bırakmazken. "Oysa böyle olmayacağından neredeyse emindim."

"Onlar Nazlı'yı seviyor, her şeye rağmen ona gidebiliyorlar. Abi biz?" Ondan biraz uzaklaştım, gözlerinin içine baktım. "Abi annen ve babanın bizi istemeyeceği kadar kötü bir çocuk muyuz biz? Bizi neden sevmediler? Niye anlamadılar? Hiçbir şey durduk yere değildi ki!"

"Ben ilk çocuktum," dedi abim bakışlarını benden kaçırarak. "İlk ve planlanmayan. İstenmeyen."

Yüzüme bir şaşkınlık ifadesi yerleşti. "Ne?"

Başını salladı gelişigüzel. "Annem beni ilk öğrendiğinde istememiş, babam da öyle çünkü anne baba ne demek bilmiyorlarmış, hazır değillermiş. Bu yüzden annem kürtaj olmak istemiş, hatta hastaneye gitmiş de." Gözlerim iri iri açıldı. Bunu ilk defa duyuyordum. Nasıl olurdu? "Babam da yanında ona destek olmak için tabii." Güler gibi oldu. "Sonra dedem gelmiş, Hasan dedem. Bilirsin onu dinine düşkündür, bu tür şeyler günahtır, çocuğun canına kıymamalıdır falan. Annemi kaldırdığı gibi kendi evine götürmüş. Babamla kavga etmişler, annemle kavga etmişler ama o kararını vermiş. Annem bana bir zarar vermesin diye doğana kadar onun yanında kalmış. Ben doğduktan sonra da bana alıştığı için beni bırakamamış. Anneannemden, babaannemden yardım alarak büyütmüş işte beni. Sonra Bartu, Elif, Kutay oldu işte."

Kaşlarım çatıldı. "Nasıl yani? Sana bu yüzden mi öyle davrandılar onca sene? Abi senin bir suçun yok ki!"

"Yok tabii ama annemi tanıyorsun Simay, annem korkak bir kadın. Babasına sesini çıkaramadığı için babasının onu mecbur bıraktığı şeye gösterdi tüm tepkisini." Derin bir nefes verdi. "Ayrıca sevdiler, ikimizi de."

Dalga geçer gibi güldüm. "Evet o yüzden buradayız abi."

"Dalga geçme, gerçekten sevdiler. Ben hissettim beni sevdiklerini. Şimdi böyle olduğumuza bakma, asker adamım ben, hayatım bu oldu. Bir yerde onları silmem gerekiyordu ve sildim. Aramızdaki tüm çatışma bununla büyüdü. Yoksa iyiydik abim, görmedin mi çocukken hiç?"

"Abi!" diye homurdandım. "Sen annemle doğru düzgün konuşmuyordun bile!"

"Her neyse, seviyorlardı sonuç olarak." Omuz silkti. "Seni de seviyorlar."

"Tabii ki," alayla güldüm. "O yüzden evinin mutfağında bir ay önce tanıştığım öz abim var."

Oturduğu koltukta toparlandı, yüzünü bana döndü. "Ben hayatım boyunca babamın ağladığını bir kez görmedim Simay," dedi ciddiyetle. "Bartu doğdu, Elif, Kutay, Barın, Çınar, adam baba oldum diye duygulanıp ağlamadı. Annemle bin bir kavga ettiler ağlamadı. Ben babamın ağladığını hiç görmedim, taştan bir kalbi var derdim hep. Oraya bir su damlası değse taşların arasından çiçek filizlenecek ama o bunu biliyor gibi mutluluktan da olsa hiç ağlamadı. Ta ki hastanede senin ciğerindeki su toplamasını öğrenene kadar. Ben babamı ilk kez o zaman gördüm, bir duvar dibine çöküp de benim kızım ölecek mi diye ağladığında. Sen Akça'lara yeni bir duyguyla geldin, kaybetme duygusu."

Derin bir nefes verdi. "Yeni yeni her şeyi kazanmaya başlayan adam, dipteyken zaten bir şey kaybedemezdi, bu yüzden bu duyguyu bilmiyordu ama sen ona bu duyguyu tattırdın, bu yüzden hayatında ilk kez bir kaybetmekten korktu Mehmet Akça. Bu yüzden doğru düzgün dışarı çıkamaz, parka gidemezdin hatırlasana."

"Bisiklet sürmeyi geçen yaz öğrendim," dedim farkındalıkla. "Diğerleri bisiklet sürerken benim sürmem yasaktı."

"Bunun gibi. Senin üzerine çok düştüler, seni boğduklarını ve kardeşlerinin seni kıskandığını fark etmediler." Öyleydi evet. Hem boğulmuş hem de boğulduğum için abilerim ve ablam tarafından kıskanılmıştım. Şaka gibiydi, bir insan bu yüzden kıskanılır mıydı? "Senin onlarla savaşını başlatansa bu kıskançlık oldu. Annemler seni hep savundu, en azından ben gidene kadar. Ben gittikten sonra ne değişti bilmiyorum ama-"

"Beni savunmayı bıraktılar." dedim direkt. "Çünkü karşılık veriyordum. Onlara göre ağlayarak oturmalıydım ama abi, canım yanıyordu ve ben onların da canı yansın istiyordum. Ağlayarak oturamazdım ki."

"Öyle ya da böyle, bak buraya kadar geldik bir tanem," dedi beni kendine çektiğinde. Sırtımı göğsüne yasladım, gözlerimi kapadım. "Öyle ya da böyle yalnız değilsin ya, yanındayım ya, sen ona bak."

"Bir haftadır yoktun ama." Diye mırıldandım. "O kadar çok korktum ki, uyumaktan, uyuyamamaktan, zihnimdeki seslerden, kendimi kaybetmekten... Uyku haplarını aldığımda bir değil beş tane içmemi fısıldayan ses o kadar çoktu ki... Onu dinlemekten çok korktum."

"İyi ki dinlemedin," diye fısıldadı güçsüzce. "Bir tane almış olan halin bile aklımı çıkardı Simay, ya yapsaydın? O zaman ne yapardım ben?"

"Yapmadım." diye fısıldadım gözlerim hâlâ kapalıyken. Düşündüm ama yapmadım abi. Çünkü canım yine yanıyor ve yine ayağa kalkmama yardım eden içimdeki öfke olacak. Biliyorum, bu yüzden onu diri tutuyorum.

"Dikilme orada," diyen abim ile gözlerimi araladığımda, "gel otur Ali Baran." Ali Baran yanımızdan geçip çaprazımızda kalan tekli koltuğa oturduğunda aklıma gelen konu ile doğruldum, abime döndüm yine.

Ondan ayrıldığım için homurdanmasını umursamadım. "Hakkari'ye mi gidiyoruz?"

Bakışları Ali Baran'a değdi kısa bir süre. Tekrar bana döndüğünde, "sonra konuşalım." dedi uyarır gibi.

"Onun yanında da konuşabiliriz, herkes kendi evindeyken o burada olmayı tercih ediyorsa benim için sıkıntı yok. Ne Hakkari'si abi?"

Kaşları çatıldı. "Seni burada bırakmak gibi bir hatayı tekrarlamayacağım."

"Gitmek istemiyorum!"

"Kalamazsın da!" dedi kaşlarını çatarak. "Bana sesini yükseltme Simay!"

"Gitmek istemiyorum, Hakkari de ben ne yapacağım abi?!" dedim onun gibi kaşlarımı çatarak. "Sen göreve gideceksin, yine yalnız kalmayacak mıyım?"

"Cihan'ın ailesi orada, onların yanında kalırsın." dedi sertçe. Kararından vazgeçmeyecek gibi duruyordu.

"Tabii canım, 17 yıl beraber kaldığım ailem istemedi, öz ailem başka bir kız çocuğunu tercih etti, elin ailesi bakacaktı bana, tabii. Başka ne hayallerin var anlatsana-"

"Simay!" diye bağırdı onunla dalga geçmemi sevmemiş gibi. Gibisi fazlaydı, sevmemişti. Bu halimizi ilk kez gören Ali Baran diken üstündeydi koltukta. Kaşları çatık abime bakıyordu.

"Ne Simay!" diye bağırdım onun gibi. "Gitmeyeceğim ben bir yere!"

"Bir hafta yalnız kalmışsın, onda da aklımı aldın zaten!" dedi dişlerini sıkarak. "Bundan sonra yalnız kalmayacaksın."

"Hakkari de yapamam, nesini anlamıyorsun?"

"Tamam lan," başını salladı. Bakışları ilk Ali Baran'a sonra bana kaydı. "Öyleyse Tuğrul'la kalacaksın."

Gözlerim iri iri açıldı. Düzen manyağı, sadece kızının yaşadığı evde tetikte duran bir manyakla evde yaşamak mı? HAYATTA OLMAZDI!

Ayrıca adam savcıydı, günde bilmem kaç suikast düzenleniyordur ona... Canımı seviyorum!

"Olmaz!" dedim bu yüzden hemen itiraz etmeyi seçerek. "Onunla kalmam!"

"O zaman Hakkari'ye geliyorsun."

"Abi-"

"Bana bağırıp durma Simay!" diye kızdı bu sefer. "Seç, ya Hakkari ya da Tuğrul abin."

"Eve gel desem gelmezsin," diyen Ali Baran'a çevrildi bakışlarım. "O yüzden Tuğrul abiyi seç Naz, ne olabilir ki?"

Ne olabilir ki sorusu ile verdiğim kararın sonucunda burada olduğumu söylesem inanır mıydı?

"Seç." dedi abim.

"En azından aramıza kilometreler girmez," dedi Ali Baran.

Hay sikeyim, ben bu çocuk yüzünden niye fikir değiştiriyorum?

 

 

😌😌

Haklıydım ve artık mesele haklı olmak değildi. Haklıydım ancak bana haklı olmanın yanında dinmeyecek bir acı verileceğini söyleselerdi ömrüm boyunca haksız olmayı dilerdim.

"Evimde birden fazla ergen var," diye homurdanarak mutfağa giren abime göz devirdim. "Kusacağım şimdi!"

"Sen nasıl evlenip çocuk yapacaksın acaba?" yüzümü buruşturarak baktım ona. "Ne olacak varlarsa?"

"Ben sana zor katlanıyorum," diye homurdandı. "Bir de evi işgal ettiler. Ayrıca o koltukta sessiz durup da sadece seni izleyen çocuğu gözüm tutmadı. Dalağını sökesim var!"

Asaf... Ateşlere yürüyorsun haberin yok.

Kaşlarım çatıldı, elimdeki tepsiyi tezgaha bıraktım. "Ben niye bunlara hizmet ediyorum ya?!"

"Çünkü senin misafirlerin," sandalyeyi çekti ve rahatça oturdu. "Ben mi yapayım?"

"Onları burada istemiyorum!" dedim isyan ederek. "Ne işleri var ki burada?!"

"Aile meselelerini arkadaşlarına yansıtmamalısın," kaşlarını çattı. "Nazlı'dan ne farkın kalacak?"

"Onlar da Nazlı'yı tercih ederdi!" Öfkeyle sesim yükseldiğinde derin bir nefes verdim, sakinleşmeye çalıştım. "Onların dünyasında bana yer yok, orası Nazlı'ya ait görmüyor musun? Hepsi Nazlı'yı isterdi, eğer Nazlı telefonları açsaydı-"

"Bu bir şeyi değiştirmezdi," diyen ses mutfak kapısından geldiğinde şaşkınca döndüm oraya. Nihat omuz silkerek mutfağa girdi. Sanki kendi eviymiş gibi rahatça tezgahın üstünde duran temiz su bardağını aldı ve musluktan su doldurdu. "Bu yüzden Nazlı bizi aramaya başlamasına rağmen bugün buradayız."

"Nasıl yani?"

"Nazlı günlerdir bizi arıyor, bugün buluşmak istediğini söyledi ancak biz günlerdir elimizden geldiğince seni aradık. Bugün de sana gelmeyi tercih ettik," duraksadı. "Bunu Nazlı'yı seven birisi olarak yaptım çünkü aklımızı kullanabiliyoruz Naz."

O Nazlı'yı mı seviyordu? Hayır asıl soru bu değil. Nazlı'ya gitmek yerine benim yanıma mı gelmişlerdi?

"Ona öfkelisiniz," diye mırıldandım abim bize göz devirip telefonunu cebinden çıkarırken. "Öfkeniz bittiğinde aynı şey olacak Nihat."

"Öfke mi kalır Naz? Bir ay oldu, bir ay da insanın içinde öfke mi kalır?" Omuz silkti yine. "Sen bu konuyu fazla kafaya takıyorsun. Nazlı kim? Evet yıllarımız onunla geçti ancak o yılları heba etmek isteyen oydu."

"Biliyorsun," diye mırıldandım yaşadığım aydınlanmayla. "Onun Asaf'ı sevdiğini biliyorsun." Gözlerini kaçırdı. "Nihat-"

"Kendini zorla sevdiremezsin kimseye, sırf ondan hoşlanıyorum diye sana kötü davranmam Naz. Eğer yanında olmam gereken kişi sensen senin yanında olurum, inan bana onun kimi sevdiğiyle alakası bile yok."

"İçeri gidin," diye homurdandı abim. "Yeter bu kadar ergenlik."

Ona gözlerimi devirdim, Nihat'a nedensizce gülümsedim ve adımlarımı salona çevirdim.

Emre beni gördüğünde sululuk yapmadı, laf yetiştirmedi ya da Selim Allah'ın geri zekalısı der gibi bakmadı. Sessizlerdi, onları tanıdığım gibi değillerdi.

"Sessizsiniz," diyerek hemen ardımdan salona giren Nihat benim aksime elinde biraz önce tezgahın üzerinde bıraktığım tepsiyi tutuyordu. "Sizde Naz ile aynı düşünüyorsunuz sanırım?"

"Neyi düşünüyormuşuz?" Sümeyye onda alışık olmadığım bir ciddiyetle sorduğunda Nihat tepsiyi ortadaki sehpaya bıraktı, Asaf'ın yanına oturdu.

"Biraz sonra Nazlı'ya gideceğimizi," Ali Baran'la bakışlarımız kesiştiğinde gözlerimi kaçırdım ondan. "Kıza erken açıklamışsınız ya." diye devam etti dalga geçer gibi. Gibisi fazlaydı, dalga geçiyordu.

"Ben o evden tek başıma çıktım, yanımda sadece İso vardı," diye açıkladım kendimi. Burada en çok çekindiğim o isme çevirdim bakışlarımı. "Ailem dediğim insanlar da onun yanındaydı. Bana defalarca kez başka konuşmuşlarken hem de. Ne düşünecektim?"

Ters ters baktı Zeliş gözlerimin içine. "Peki senin o kızdan farkın kaldı mı?"

"Kıyaslama," Asaf Zeliş'e bakıyorken, başını salladı iki yana. "Kaldı, biliyorsun."

"Kalmadı!" dedi Zeliş öfkeyle. "Kalmadı, ikinizde gittiniz ama telefonlarınızı açmadınız! Bir haftadır acaba sana bir şey mioldu diye içim içimi yedi benim!"

Onun öfkesi bir virüs gibi bana da bulaştığında, "Bana bir şey oldu!" dedim aynı öfkeyle. Yok mu sanıyorlardı? Öylesine mi gelmiştim buraya? "Bana çok şey oldu! Ne sanıyorsun ki, ben keyfi mi geldim buraya? Durduk yere herkese bir kaos mu çıkarayım istedim sanıyorsun? Zeliş ben bir başıma kaldım bir saatin içinde! Tuttular kolumdan," oturduğumuz salonu işaret ettim elimle. "Buradaydım, kendi halimde abimle burada oturuyordum, tuttular kolumdan, gel beraber yaşayalım dediler. Aileniz, senin yuvan biz olacağız dediler. Annenim, babanım, yok Nazlı yok başka birisi buna engel olamaz dediler... Sonra yine Nazlı'ya gittiler, ben yuva sandığım evin üzerime yıkılışını izledim! Olmadı mı bana bir şey?"

"Naz-"

"Sizin de arkadaşınız!" dedim dişlerimi sıkarak. "İso bir yana diğerleri bir yana, ben hep dedim. Sen Nazlı seni arasa Naz da kimmiş ya demeyecek misin?"

"Demezdim," derken sakinleşmiş görünüyordu. Onun adına sevinmiştim çünkü ben artık sakin değildim.

"Ama o aradığında sessizce onunla buluşurdun, belki sana da anlatırdı bir şeyler, konuşma derdi, konuşmazdın. Değil mi Zeliş? Bu yüzden bana bir şey anlatma sen. Haklı haksız kalmadı, yaralı var sadece. Onun da kim olduğunu uzakta aramayacağız."

"İyi de çekip gitmek çözüm yolu mu?" Sümeyye'nin bilmiş tavrı nedendi? O kaç kere ailesi tarafından yüzüstü bırakılmıştı? "Kadir amca-"

"Sümeyye!" diye atıldı Ali Baran. Ne olduğunu anlamadım bir an, Ali Baran ne diye bağırmıştı kıza?

"Ne olmuş Kadir amcana?" dedim merakla. Ne olmuştu da susturuyordu Ali Baran onu?

"Bir şey olmadı," sesi Asaf ve Ali Baran'dan çıktığında bakışlarım Sümeyye'den ayrılmadı. O da bundan cesaret almış gibi, "kalp krizi geçirdi." Dedi.

Kalp krizi.

Kadir Bey, babam, kalp krizi mi geçirmişti?

Beynimde o kadar çok uğultu vardı ki başka ses duyamayacakmışım gibi bakışlarım Ali Baran'ı buldu. Gözlerini kaçırdı, tek kelime etmedi bana.

"Ne?" Bakışlarım önce Sümeyye'ye sonra Asaf'a döndü. "Ne ol- kalp krizi... Mi? O-" ayaklandım, nereye gideceğim bilemedim, bakışlarım salon kapısına döndü. "Abi!" diye bağırdım.

Önüme geçti bir beden. Bir eli omzuma diğer eli çeneme ulaştı, başımı kendisine çevirdi. "Sakinleş, Kadir amca iyi. Gelmiş buraya görmedin mi?" Beni ikna etmek ister gibi başını salladı hafifçe. "İyi, hiçbir şeyi yok."

"İyi." diye fısıldadım emin olmak istercesine. Başını salladı. "İyi." Baba ikimizde ayrı yerlerde mahvolduk, ikimizde uçurumun kenarına kadar gitmiş, bir adım kala durmuşuz. Söylesene baba, değdi mi gerçekten?

🥺

"Ne yapıyorsun?"

Ne yapıyordum? Onunla konuşmamak için telefonla oynuyor gibi yapıyordum. İnternette keyfi araştırma yapıyor, ona bakmamaya çalışıyordum.

Ayrıca bundan sonra asla Ali Baran'ın abi kıskançlığına inanmayacaktım. Şu an kendisi mutfakta abimi oyalıyordu ki karşımdaki çocuk benimle konuşabilsin. Amacına ulaşmıştı da, Asaf karşımda konuşup duruyordu ancak ona cevap vermiyordum.

"Naz, konuşalım lütfen."

Dikkatim telefondaki yazıya odaklandı.

Altın Kadeh Çiçeği, parlak altın sarısı rengiyle mutluluk, neşe ve iyimserliği simgeler. İlkbahar ve yaz aylarında açan bu çiçek, yenilik, yeniden doğuş ve umut sembolüdür.

Akgül'lerin yüreğime ektiği umut, o evdeki neşem ve hep iyi olma çabam aklıma geldiğinde duraksadım. Ben onlarla bu çiçek gibiydim resmen. Akça'lar ile yapraklarım teker teker solmuşken onlar bana yeniden can olmuşlardı.

Verdikleri canı pekâlâ almışlardı da, konumuz bu değildi.

"Naz-"

"O an ne olduysa oldu, sen beni dinlemedin," dedim ona dönerek. "Bitti Asaf, neyini uzatıyorsun?"

"Yaptığım yanlıştı ve-"

"Evet," dedim uzatmasına izin vermeden. "Yanlıştı ama yaptın."

Kaşları çatıldı, aceleyle konuşmaya başladı. "Naz özür dilerim, bak yemin ederim olay öyle değil. O piç bana iddiadan bahsetti, özlermişsin, sarılırmışsın saçmaladı işte! O an seni öyle görünce-"

Bilmiş bir gülümseme oluştu yüzümde. "Ona dönerim mi sandın? Seninle geçirdiğimiz onca vakte rağmen. Biliyor musun? Seninle bu olayı yaşamadan önce hiç duygularımın bana yaptırdıklarını fark etmemiştim. Hiçbir zaman kimseye bir anda güvenmem, kimseye düşünmeden seni seviyorum itirafı yapmam. Sen hayatıma öyle bir zamanda girdin ki affaladım. Şimdi anlıyorum ki zamana ihtiyacım var. İstersen bekle, istemezsen zaten yolun sonu belli."

Duraksadı, başını hafifçe omzuna doğru eğdi. "Vazgeçiyor gibi konuşuyorsun."

"Hayır, aslında bir şans daha veriyorum." Gülümsedim. "Bir süre beni yalnız bırak, konuşmayalım, arkadaş gibi devam edelim. Sonra olursa olur, olmazsa yapacak bir şey yok deriz."

"Naz ne arkadaşı?" Kaşları çatıldı. İçine içine homurdandı beyefendi. Bu fikir hoşuna gitmemiş gibiydi. "Kızım biz flört evresinden nasıl arkadaşlığa düşüyoruz ya!"

"Ben eski sevgilime döneceğim ya ondan," dedim iğneleyici bir sesle. Yüzü düştüğünde ekranı açık halde bıraktığım telefonu aldım elime. Duraksadım. Bu çocuk o gün Deniz ile konuşmuştu! Aklıma gelen konuyla telefonu bıraktım ve ona çevirdim bakışlarımı. O da konuşacaktı ancak ona dönen bakışlarımla duraksadı. "Deniz ile ne konuştun?"

Duraksadı. "Ne?"

Kaşlarım derince çatıldı. "Deniz'le konuşmuşsun o gün. Ne konuştun?"

Bakışlarını kaçırdığında, "dürüstsen varım, değilsen yokum Asaf. Arkadaş da kalmam seninle." tehditim, onun acele ile bakışlarını bana çevirmesine neden olmuştu. "Ne konuştun onunla?"

"Aynı şeyleri anlattı." Kaşlarını çattı. "Beni tehdit etmesene!"

Yüzüm buruştu. "Aynı şeyler ne?"

"Bir tek onu söylemedim," dediğinde gözlerimi ondan kaçırmadan dik dik baktım ona. "Of tamam! O gün bahçede söylediklerinden farkı yoktu işte!"

Gözlerim kararır gibi oldu. Söyledikleri hâlâ beynimin içinde yankılanıyordu. "Kimden öğrenmiş?" Sessiz kaldı ancak bakışlarını kaçırmadı. Gülümsedim, konuşmasa dahi ben onun bakışlarından kimin ismi olduğunu öğrendim. Dudaklarımda bilmiş bir gülümseme doğdu.

Nazlı Akça, 17 yıl sonra ailesini bulmuş olsa da onlardan farkı olmayan bir insandı ama bilmeliydi, bende 17 sene boyunca Akça'lar tarafından büyüt9ülmüştüm. Madem bir oyun istiyordu, onunla oynardım. Oynar ve kazanırdım. Onunla girdiğim bir oyunu kaybetme ihtimalim asla olamazdı. 1

Anne olmak, baba olmak ve çocuk olmak. Annelik nasıl duygu bilmezdim, babalık nasıl bir duygu bilemezdim ama belki bileceğim tek bir duygu vardı, o da çocuk olmak. Onu da bilmiyordum.

On yedi yaşında olan bir insan sadece on yıl mutlu olabilir miydi?

On yedi yaşındaydım, uzun süredir mutsuzdum ve öyle ya, mutsuzluk rutinim olmuştu.

Sonra yer yerinden oynamıştı, dünyam başıma yıkılmıştı ve ben o dünyanın altında alıştığım karanlığımla kalmıştım. Korkmuştum evet, bu yüzden Yusuf abime sığınmıştım.

O elinde bir fenerle gelmemişti, o benimle karanlıkta kalmıştı çünkü o da benimle beraber karanlığa terk edilen çocuktu. Aynı aile tarafından ışıklarımız söndürülmüştü.

Beraber oturduğumuz o karanlıkta bir fener ışığı görünmüştü, cılızdı ama oradaydı. Umuttu ya bizdeki, gitmiştik peşinden.

Gitmiş ve aydınlıkta kalmıştım. Kör etmişti ışık gözlerimi, afallamıştım, anlayamamıştım her şeyi ancak gözüm açıldığında, ışığa alıştığımda her şeyi görmüştüm. Görmüştüm ve aslında karanlıkta daha mutlu olduğumu fark etmiştim.

Karanlık benim yuvam olmuştu ve ben, artık elinde küçük bir fenerle değil güneş ışığıyla da gelseler herkese kolay kolay güvenmeyecektim.

"Emin misin?" bakışlarım tanıdık sokakta gezindi. "Abim dönelim mi?"

"Hayır," diye mırıldandım yanımdaki Yusuf abime. "Geleceğim biraz sonra, bekle olur mu? Ziyaret edeceğimiz bir yer daha var." Nazlı Akça benimle tam anlamıyla tanışmadı abi. "Geleceğim, görüşürüz!" Arabadan elimde sıkı sıkı tuttuğum küçük kutu ile indiğimde bakışlarım anında kendi balkonlarında olan Asaf'a değdi. Karşısında ona benzeyen, kendisinden küçük duran bir kız vardı. Muhtemelen kardeşiydi. Bakışlarımı onlardan çektim, asıl geldiğim yere döndüm.

Bu evden çıkışım aklıma geldiğinde elimdeki kutuyu sıktım öfkeyle. Öfkeme tutundum, ona öyle sıkı tutundum ki bir kız çocuğu gibi saf ve savunmasız kalmayayım.

Adımlarım aceleci ya da yavaş değildi, kendimden emin yürüdüm, kapıya ulaştım. Elimi kaldırdım, sertçe vurdum üç kere.

Adım sesleri geldi, konuşma sesleri, bir kişiye ait değillerdi. Sonra kapı açıldı, geçen on günün ardından onları gördüm. İkizlerimi.

"Hala!" diye bağırdılar bir ağızdan, paçalarıma yapıştılar. Gülümsedim kocaman, eğildim, ikisine de sarıldım. Onları o kadar çok seviyordum ki... "Halam geldi!" diye bağırdı Defne. "Baba halam geldi!"

Kollarımı ayırdım, doğruldum olduğum yerde. Gelmiştim. Geldim Defne ama bu sefer uzun kalmayacağım. Ve... Hala demesen olur mu? Çünkü halan olma şansını on gün önce kaybettim. Aslında... Hiç kazanmamıştım Defne. Dedenler bunu daha iyi anlattılar bana.

Adımlarım onlar bana ulaşmadan salona ulaştığında salondaki kalabalıkta ilk gözüme Yaman çarptı. Gelecekti, ayaklanmıştı ama onu durduran havaya kalkan elim olmuştu. Koltukta oturan adama kaydı bakışlarım. İyileşmişti ancak Yaman korktuğu için biraz daha evde tutuyordu onu. Biliyordum, haberini aldığım andan beri aklımdan hiç çıkmadı çünkü.

"Geçmiş olsun," diye mırıldandım gözlerimi ondan çekmeden. "Olanları duydum, kendine dikkat et."

Cevap vermedi, belki de gürültü olmalıydı, herkes bağırmalıydı, ağlamalıydı ya da ne bileyim öfkelenmeliydi. Hepimiz sessizdik, hepimiz yaralıydık. Hepimizi lâl eden aynı yara.

Ayaklanır gibi oldu, başımı iki yana salladım. "Rahatsız olma, çok kalmayacağım."

"Naz-"

"Anlaşma bitti. Artık benden sorumlu değilsiniz, rahatla ve kendine iyi bak. Öğrendiğim günden beri gelmek istedim ancak şu an cesaret edebildim." Gülümsedim. "Biliyorsun fazla cesaretsizim."

Gözleri dolar gibi olduğunda bakışlarımı kaçırdım ondan. Yanındaki eşine elimdeki kutuyu uzattım. "Geçmiş olsun."

Kutuyu almadı, dolu bakışlarını üzerimden çekmedi. "Kızım..."

"Lütfen," diye mırıldandım kutuyu bizzat sahibine uzatırken. "Alır mısın?"

"Kalbimle zorun var," gülümser gibi oldu. Elimden aldığı kutuya bakarken sessizce mırıldandı duymadığımı sanarak. "At bakalım ikinci kurşunu babasının naz kızı."

Nazlı değil Naz kızı dedi. Adamı travmamız ile nasıl baş başa bıraktıysak -lı ekini kullanamadı resmen.

"Ali Baran'dan gönderdiğiniz tüm sözleri duydum," diye mırıldandım. "Bu kutu size cevap verecek."

Dönmemi istiyorlardı, özürler diliyorlardı çünkü onlarla konuşmuyordum, telefonlarını açmıyordum. Tek çareleri Ali Baran kalıyordu o yüzden.

Kutuyu açtı titreyen elleriyle, duraksadı, içindeki tohumları çıkardı. "Altın Kadeh," diye mırıldandım. "Umudu simgeliyormuş. Aslında pek umursamadım başta, belki umudu simgeleyen başka bir çiçekte vardır ancak ismi bir garip, ilk kez duyuyorum ya aklımda kaldı. Sonra araştırdım biraz. Parlak rengi ile mutluluğu, sevgiyi ve neşeyi simgeliyormuş. Normalde bunların hiçbirisine uymuyorum ama bu evdeki ben," gülümsedim burukça. "Hepsine uyuyordum."

"Naz'ım-"

"Yapabiliyorsan yetiştir onu, büyüt, açsın çiçek. O zaman ben bu eve döneceğim."

Elindeki tohumlara baktı önce, bana çevirdi bakışlarını sonra. "Yaparsan döneceğim," yapamazdı. Çiçek bu şehirdeki şartlarda yetişmiyordu. Dönmeyecektim. "Yapamazsan..." Yapamayacaksın da... "O zaman bu bir ayı da, beni de silersin. Benim de sileceğim gibi."

Canım acısa da, kalbimi sökmem gerekse de sileceğim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 03.11.2024 23:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş