34. Bölüm

34. Kısasa Kısas

Neseli Gezgin
neseligezgin

 

🗣️

*Simay Naz*

Özlem çok garip bir duyguydu. Bir insana bu kadar öfke doluyken, bu kadar kırgınken onu nasıl özleyebilirdim? Bir insan kalbimi bu kadar yaralamışken onun en ufak bir rahatsızlığı nasıl canımı yakardı?

"Yetiştireceğim," dedi inatla gözlerime bakarken. Gözlerimi ondan çekemediğimi fark etmiş gibiydi. Bilmediği bir şey vardı, yetiştirmesi için şehri terk etmeliydi. Bunu da yapamazdı, bu yüzden bu inadı bomboş geldi gözüme.

"Bu umutlu hallerin bir tek bana karşı sanıyordum, sen öyleymişsin normalde." Gülümsedim. "Ama bil diye söylüyorum, umut her seferinde işe yaramaz."

"Bitti mi?" diye sordu Yaman derin bir nefes vererek. "Naz bak-"

Konuşmaktan kaçtım. "Gitmem gerek," bakışlarımı bu sefer ona çevirdim. "Abim dışarıda bekliyor." Hepsine kısa bir süre baktım ve en son ona döndüm. "Kusura bakmazsınız değil mi? Nasıl olsa haber veriyorum, saatlerce beklemeyeceksiniz." Yüzümde bir gülümseme oluştu yine. Onların yanında gülümsemek benim için alışık bir durum olmuştu ama şimdi gülümsemem iğneler batırıyordu kalbime. "Geçmiş olsun tekrardan, kendinize iyi bakın."

Tek bir itiraz nidasını bile görmezden gelerek sırtımı dönüp evden çıktığımda ardımdan gelen adım seslerini duyuyordum. Ayakkabımı giydim, bahçeye çıktım ancak hâlâ takip ediyordu. Derdi neydi? Benimle beraber gelecek falan mıydı?

"Ne diye takip ediyorsun?" Dedim en sonunda adımlarımı durdurup derin bir nefes verdiğimde. Arkama, ona döndüm. Yaman sanmıştım, içeride konuşma çabasına girmişti çünkü. Mahir sadece uzun uzun bakmıştı bana. Ali Baran görünmüyordu ortalıkta, Kadir Akgül ise bedeninin zayıf olmasından da kaynaklı olsa gerek beni durduramayacağını bilir gibi sadece eline tutuşturduğum kutuya bakmıştı.

Gözlerim onun gözlerine tutunduğunda içeriden bir şeyin devrilme sesi geldi. Umursamadım. "Neden?" diye tekrarladım sorumu.

Dolu dolu oldu, yağmur damlaları kondu gözlerine. "Anlatacağım ama ne olur, böyle bizden nefret eder gibi gitme."

"Nasıl gideyim?" dediğimde benim de gözlerim dolmuştu. Bu beni öfkelendirdi, dişlerimi sıktım ama bir his yüreğimi öyle bir sarmış, öyle bir sıkıyordu ki, oturup hıçkıra hıçkıra ağlayacağım sandım. Daha da sıktım dişlerimi. "Gitme bile demiyorsun!" dedim öfkeyle. "Yalandan da olsa gitme demeyecek misin?"

"Annem..." Birkaç adım daha geldi. Kalbim acıdı, ona gösteremedim, daha fazla öfkelendim. "Vardı bir sebebi, bir dinlesen, yemin ederim anlayacaksın."

Onu susturmak için can atan tarafımı dinlemedim, açıklasın istedim. Açıklasın, hatalı olduğumu kabul edeyim istedim. "Neydi?"

"Biz geliyorduk, evet gittik, yemin ederim yalanlamıyorum, gittik Naz. Dönüyorduk, Nazlı bayıldı, hastaneye yetiştirene kadar nevrimiz döndü, saatin nasıl geçtiğini anlamadık Naz. Yemin ederim geliyorduk-"

"Gelmediniz," diye fısıldadım sesim titrerken. Gözlerimi yumdum öfkeyle. Niye titriyordu sesim? Bitmişti, yapmıştı açıklamasını işte. Daha ne olacaktı? Niye hala kırgındım? "Yapacaktım, gelecektim yok anne. Gelmediniz, yapmadınız, kutlamadınız. Bu kadar."

Söylediğim kelime dilimi yaktı, gözlerimi kaçırdım ondan. Tepkisini görmek istemedim, konuşmak istemedim, konuşsun istemedim, döndüm arkamı ona. Kaç adım attım? Üç? Beş? Bilmiyorum ama adımlarımı durduran onun bana seslenmesiydi.

"Gitme Hakkari'ye!" Koşar gibi oldu adım sesleri, önüme geçti. "Gitme, kız bize, bağır, çağır, gelme eve tamam. Ama gitme de Naz. Yalvarırım. Biliyorum bir şans verdin, kullanamadık bunu, her şeyi mahvettik. Biliyorum ama izin ver düzeltelim. Beraber düştük, beraber kalkalım. Lütfen. Lütfen annem, lütfen gitme."

Beraber düştük, beraber nasıl kalkacağız? Ben hala odada diz çöküp ağlayan o kızın hislerinden kurtulamadım anne. Sen evde kızını bulamayan o annenin hislerinden kurtulabildin mi?

🥺

Canım yanıyordu çünkü ailemden ayrılmıştım. Canım yanıyordu çünkü yıllarımı verdiğim eve geri dönmüştüm. Canım yanıyordu çünkü eve dönme sebebim saf bir sevgiye değil, kaosa bağlıydı.

"Kalbini kıracaklar," her şeyden habersiz kalan abime gülümsedim. Kalbi kırılan bugün ben olmayacaktım. "Geri dönelim mi?" Nasıl tetikteydi ama...

"Dönmeyelim, özlemedin mi onları?" Bence özlemişti. Kim anne ve babasını özlemezdi ki? Ben özlemiyordum ancak bu benden kaynaklı değildi. Özleyeceğim bir annem ya da babam var mı hâlâ bilmiyorum. "Hadi ama abi!" dedim isyanla. Benim yüzümden uğramayacaktı bile! "Ne olabilir? O kadar cani değillerdir herhalde!"

"Bilemezsin," diye mırıldandı. "Bak kavga falan istemiyorum, hiçbir şey yapmayacaksın. Tamam mı?"

Ona aşk olsun der gibi baktım. "Kavgayı onlar başlatıyor."

"Simay!"

Gözlerimi devirdim. "Tamam abi!"

Sonunda ikna edebilmiş olmalıyım ki araba eski evimin bahçesinde durdu. Hemen gitmeyi planlıyor olmalıydı, arabayı garaja koymamıştı. Yorum yapmadan uslu uslu indim arabadan. Bakışlarım bahçeye çevrildi önce.

"Yapmasak mı Çınar?" diyordu altı yaşındaki Naz. Bahçedeki koltukta uyuyan abisini işaret etmişti. "Bartu abim bizi öldürecek!"

Kıkırdamıştı yedi yaşındaki Çınar. "Bir şey olmaz Simay, hadi gel!"

"Elindeki suyla boğar bizi!"

Korksa dahi abisine ayak uydurmuştu Naz. Sanki onları görüyor gibi bahçeye bakmaya devam ettiğimde yanıma gelen adım seslerini rahatça duyabilmiştim.

Çınar uyuyan abisinin yüzüne hızlıca suyu döktüğünde abisi küfrederek ayaklanmış, Naz ve Çınar çığlık atarak kaçmışlardı. Daha doğrusu Çınar kaçabilmişti ancak hareket etmekte geciken Naz Bartu abisi tarafından yakalanmıştı.

"Abi!" diye çığlık atmıştı. Ancak Bartu abisinin elleri çoktan karnına ulaştığında onu gıdıklamaya başlamıştı. Kahkaha attı. "Abiş! Valla Çınar'ın fikriydi!"

"Bir daha uyacak mısın ona tilki?" Demişti gıdıklamaktan vazgeçmeyen Bartu. Dudaklarımda bir gülümseme doğdu. "Ha? Söyle bakayım?" Naz'ın kahkahası daha çok artmıştı ve bu yüzümde buruk bir gülümseme ile bahçeye bakakalmama neden olmuştu.

"Ne geldi aklına?" dedi abim yanımda, benim gibi bomboş olan bahçeye bakıyorken.

"Ne kadar mutluyduk değil mi?" Bakışlarım ona döndüğünde göz göze geldik. "Elimden tutacaklarını bilsem her şeye rağmen onları affederdim."

Başını iki yana salladı. "Affedemezdin."

Başımı salladım. "Affedemezdim."

"Gel bakalım," bir elini omzuma attı, yönümüzü kapıya çevirdi. Nedense kapıya varana dek çocukluğumuza ait tüm sesleri duydum. Yusuf abimin bilek güreşi yapmak için Mehmet Akça'ya kafa tutuşunu, Bartu Akça'nın onunla uğraştığımız için bağırarak bizim peşimizden koşturmasını, Kutay Akça'nın bize homurdanmalarını, Elif Akça'nın hepsi de geri zekalı diye devam eden memnuniyetsizliğini, Barın'ın oyun oynamak için hepimizi ikna etmeye çalışmasını ve Çınar ile benim Bartu Akça'dan kaçarken attığımız çığlıklar. Hepsini dinledim, hepsini ayırt edebildim ve gülümsemeye devam ettim.

Ta ki kapıyı Nazlı açana dek. Bakışları ilk önce beni buldu, kaşlarını çattı öfkeyle. Öfkeyi anında hissedebilmiştim onda. Hissettiğimiz duygular aynı çünkü. Neyse ki bugün zararlı çıkan o olacaktı. Belki de biraz ben. Ama en çok o.

"Yusuf abi?" dedi sanki öfkelenmemiş gibi abime dönerken. "Hoş geldin?"

"Hoş buldum," gülümseyerek konuşan abime dik dik baktım. İçeriye girerken bir anlık bana dönen bakışları ona olan bakışlarımla karşılaştığında ayıplar gibi baktı bana. Omuz silkerek sessiz kaldım. Nazlı önden sanki gelen hiç kimse yokmuş gibi ilerlediğinde garip garip baktım arkasından.

"Bizim farkımızda mı bu?" diye fısıldadım abime. Sus işareti yaptı işaret parmağıyla. Sonra yine benim gibi fısıldadı. "İçeridekilere ne söyleyeceğini düşünüyor, şaşkınlığı atamadı."

Şaşkınlığını en güzel yolla atacak abi o, hiç merak etmesin.

"Sıra sende Nazlı," diyen Çınar'ın sesini duyduk hep beraber, Nazlı salon kapısının önündeyken. Ondan birkaç adım uzakta bizimde adımlarımız durmuştu. "Barın abimi bir taş ile yine çıldırt, o zaman benden sana bin lira!"

"Çınar'ı döv beş katını veririm!" diye atıldı Barın.

"Annecim niye öyle duruyorsun?" sesini duyduğumda abimle göz göze geldik. Annecim...

"Misafirlerimiz var," dedi Nazlı sakince. Kontrol etmek ister gibi arkasına döndüğünde abime baktı sadece. Abim elini omzuma attı, Nazlı'nın yanına kadar ilerledik.

Şimdi görüş açımda tüm salon varken eksikleri de hemen kavrayabilmiştim. Mehmet Akça ve Bartu Akça salonda yoktu. Elif Akça tekli koltukta elindeki tabletle uğraşıyordu. Mihrimah Akça onun çaprazındaki geniş koltukta elindeki telefonla oturuyorken, Çınar, Barın ve Kutay Akça salondaki masaya yerleşmişlerdi. Masanın üstündeki taşlara bakılırsa okey oynayacaklardı.

"Bunun burada ne işi var?!" ilk tepki şüphesiz Çınar'dan geldiğinde elimi yavaşça kaldırdım ve salladım.

"Merhaba abi." Nazlı bir hışımla arkasını döndüğünde bana baktı öfkeyle. Anlaşılan Çınar'a abi demem en çok ona yara olmuştu. Ona yara olan daha çok şey olacaktı.

"Onun burada ne işi var?!" diye bağırdı Çınar, oturduğu sandalyeyi ittirerek ayaklandığında. Sandalyenin düşerken çıkardığı ses kulağımda çınladı.

"Simay!" Sert sesiyle bakışları bize dönen Mihrimah Akça gözlerini bende daha uzun tuttu. "Derhal-"

"Hoş buldum anne!" dedi Yusuf abim sertçe. "İyiyim, yol biraz uzundu ama sorun yok gelebildim hemen. Sen nasılsın?"

Mihrimah Akça'nın bakışları yumuşar gibi oldu. "Yusuf, annecim, seni çok özledim ama-"

"Aması yok," baskındı ses tonu, itiraz kabul etmiyordu. "Eskisi gibi oturacak ve yemek yiyeceğiz," bakışları Nazlı'ya takıldı. "Tek bir farkla."

"Abi delirmiş olmalısın!" Barın hayret eder gibi bakıyordu abime. "O masaya oturamaz! Otursa bile önüne bir tabak mı koyacağız zannediyorsun?"

Mihrimah Akça sessizdi, izliyordu sadece.

"Abim haklı!" dedi Çınar. "Bu yaptığın Nazlı'ya saygısızlık Yusuf abi!"

Nazlı da en az annesi kadar sessizdi. Yusuf abim cevabı onlardan değil, annesinden bekliyor olmalıydı bakışları ondaydı. "Ortada bir saygısızlık yok, Nazlı bunu kavrayabilecek kapasitede." Dedi tekdüze bir sesle.

"Yusuf, hayır," başını iki yana salladı Mihrimah Akça. "Bu-"

"O zaman şöyle yapalım," derken sanki böyle olacağını bilir gibiydi Yusuf abim. Salona girmeden aldığımız tepkiler ile kapının önünde kalmıştık. Mihrimah Akça abime sarılmadı. Altı yaşındaki Yusuf'un çoktan yatağının altına saklanarak ağladığını biliyorum. 34 yaşındaki Yusuf ise dik dik bakıyordu annesinin gözlerine. "Sen o masaya bu akşam bir tabak fazla koymayacaksan bundan sonra daima bir tabak eksik koyacaksın."

Naz'ı şimdi kabul etmeyecekseniz bundan sonra beni de unutacaksınız dedi. Ben mi yanlış anladım?

Kaşları derince çatıldı Mihrimah Akça'nın. Bakışlarım televizyona kaydı. Sesi hafif açıktı ancak bu gürültüde duyulmazdı. "Bu ne demek Yusuf? Ne dediğinin farkında mısın?"

Telefonun ayarlarında fark ettiğim detay televizyona bağlı bir uzaktan kumandası olmasıydı. Zihnimdeki Naz sinsice sırıttı. Kimse fark etmeden televizyondaki kanalı değiştirdim ve hızlıca saati kontrol ettim. Eğer her şey yolunda gidiyorsa beş dakika içinde Mehmet Akça ve Bartu Akça eve girmiş olacaktı. İşimi biraz şansa bırakıyordum ama eğer şansım cidden varsa haber beş dakika içinde sunulmalıydı.

Önümde bir dağ gibi dikilirken kendinden çok emindi Yusuf abim. Sanki kaybedecek bir şeyi yok gibi. "Ben gayet farkındayım anne, sen de farkına var diye çabalıyorum."

"Yusuf daha sonra konuşalım," bakışları bana döndü. "Dışarı çık."

"Cevabın bu mu?"

"Yusuf!" diye bağırdı Mihrimah Akça.

"Yeter!" diyense Kutay abimdi. Hayret sesini çıkartabilmişti sonunda. "Delal Hanım!" diye bağırdı evin yardımcısına. "Masaya bir tabak fazla koyun, bu akşam misafirimiz var."

"Misafir seni senden daha iyi tanıyor," diye homurdandım. "17 yılın hiç mi hatrı yok sizde? Hiç mi özlemediniz beni?" Adım 1: Geçmişi açarak vicdanlarına oyna. Bakışlarım Mihrimah Akça'ya döndü. "1 ay oldu ben bu evden gideli, bir ay hiç mi aramadı gözlerin beni?"

"Tamam," dedi bu kez Elif Akça ayaklandığında. "Daha fazla uzatmayalım Simay, ayakta da durmayın. Yusuf abi hadi. Oturun artık."

"Hepiniz çıldırmışsınız!" Diye homurdandı Çınar hayretle. "Cidden kafayı sıyırmışsınız!"

Nazlı'nın kırgın gözleri Elif Akça'daydı ve Elif Akça gözlerini kaçırıyordu ondan. Daha dur Nazlı, bu hiçbir şey. Neye kırıldın ki? Gerçekler ortaya çıkmadı.

Sakince uzun koltuğun en köşesine kurulduğumda Nazlı öfkeyle salondan çıkacaktı ki Çınar kolundan tuttu, hemen karşımdaki koltuğa oturttu onu. Kendisi de onun yanına oturduğunda kaşlarını kaldırarak baktı gözlerime. Kırılmış gibi baktım ona. Birkaç saat öncesinde Kadir Akgül'e baktığım gibi. Bu bakış onu afallattı. Ben onunla büyük kavgalar ettiğimde bile kırgın bakmamıştım, öfke doluydu her zerrem, bu yüzden bakışlarım onu afallatmaya yetmişti.

Bakışlarını benden kaçırdı. Aynen böyle, devam et vicdan yapmaya.

"Ne zaman geldin abi?" diye soran Barın beni hiç görmemiş gibi abimle ilgilenmeyi seçtiğinde buna saygı duydum. O sırada bir mesaj düştü telefonuma.

İso: Mafya filmi mi bu?

İso: Adamların tekerleğini patlattım Nazo

İso: ULAN PEŞİME DÜŞSELER AĞZIMA SIÇILIR

Siz: Abartma lan alt tarafı bir lastik

İso: Ulan geri zekalı o lastiği götüme sokarlar benim

İso: Bartu yine barut gibiydi

İso: Aslında bir manita yapsa sakinleşir bu

Siz: İğrençsin

İso: Doğamız bu geri zekalı ben ne yapayım

Siz: Yine de Bartu üzerinden anlatmasaydın keşke

İso: O da insan

Siz: Şüphelerim var

İso: aon bei dajşha

Siz: Arapçam yok

İso yazıyor...

İso yazıyor...

İso çevrimiçi...

İso yazıyor...

İso: Sikeyim ben yazana kadar 1 fk geçti

İso: Taksiyle geliyoröar

İso: Beş dakikaya gelmiş olurlar

İso: Benden bu kadar var mı başka isteğin?

Siz: Eyvallah sağ ol.

Bakışlarım iki dakika önce gelen mesaja kaydı.

0545*******: Beş dakikaya senin habere geçecekler.

Siz: Tamam.

Kısasa kısastı. Beni ailemden vurmaya çalışmıştı, onu ailesinden vuracaktım. Biz Akgül'ler ile toparlanırdık, elbet toparlanacaktık ancak Nazlı'nın o şansı olmayacaktı. Kinciydim, Bartu Akça kadar. Öfkeliydim, Mehmet Akça kadar.

Nazlı bugün Akça'ların en büyük kuralını çiğnemişti. Aile sırrını anlatmış birilerine. Tüh, çok üzüldük. Keşke anlatmasaydı.

"Evet Senem bende çok şaşırdım bu habere," diyen ses yankılandı salonda ama benden başka birisinin dikkatini çeken olmadı elbette. Çaktırmadan televizyonun sesini açtım. "Bu zamana dek Akça'ların başarılarını konuştuk, asılsız olan olayları saymıyorum tabii. Ancak bu sefer bambaşka bir iddia var ortada. Ayrıca kaynağımda güvenilir birisi, haberin yalan olması imkansız."

Akça kelimesinin duyulması ile herkesin bakışı televizyona çevrildi. Ne olduğunu anlamlandıramıyor gibi kaşlarımı çatarak baktım ekrana. Mehmet Akça ve Bartu Akça acilen eve girmeliydi.

"Ne oluyor yine?" Elif Akça kaşlarını çatarak bakıyordu ekrana diğerleri gibi.

Kutay Akça rahatça omuz silkti. "Abimler yeni bir projeye hazırlanıyordu onu öğrendiler herhalde. Bir şey olmaz."

"Neler öğrendin bu sefer gerçekten merak ediyorum Akif."

"Senem'ciğim biliyorsun ki neredeyse 1-1.5 aydır Akça'lar ortalıkta yoklardı. Bunun sebebi ise küçük kızları Simay Naz Akça olduğunu öğrendim."

"Ne oluyor?" dedim titrek bir sesle. İçimden büyük bir oyuncu çıkıyor valla. "Ne saçmalıyor bunlar?" diyerek ayaklandım.

"Nasıl yani Akif? Yoksa bir şey mi oldu Akça'ların küçük kızına?"

"Aslında çok şey oldu, bugün yer yerinden oynayacak Senem. Akça'ların küçük kızı Simay Naz Akça yaklaşık bir sene boyunca tedavi görmüş, Akça'lar büyük travmalar yaşamış meğer, ruhumuz duymamış."

Kadından bir hayret dolu nida çıkarken, salonda küfür sesi duyuldu. Zihnimdeki Naz sırıtırken yüzümde acı dolu bir ifade vardı. "Ne diyorsun Akif sen?"

"Simay Naz Akça şizofreni tanısı ile tedavi görmüş Senem," dediğinde ekranda tam net olmayan bir rapor vardı.

"Ne diyor bunlar?" Ağladı ağlayacak bir vaziyetteydim. "Nasıl... Ben..." Sırtımı döndüm onlara ne yapacağımı bilemiyor gibi.

Adam durmadı, devam etti. "Akça'lar bu yüzden medyadan uzak bir şekilde kızlarını tedavi ettirmeye çalışmış ancak başarısız olmuşlar. Simay Naz Akça, adeta cehenneme çevirmiş hayatlarını."

"Ben..." Diye fısıldadım acıyla. Kahkaha atmak istiyordum içten içe. "Ne yaptım?" gözümden akan bir damla yaşa hayret ettim ancak belli etmemeye çalışarak onlara döndüm. "Ne yaptım size?! Bunu da mı yapacaktınız bana?!" Çığlık çığlığaydım.

Bartu Akça ve Mehmet Akça herhalde taksi ile değil yürüyerek geliyorlardı. Neredelerdi?

"Sikeyim bunu nasıl öğrenirler?!" Kutay Akça elindeki telefonu alarak birisini aramaya başladı.

"Biz bir şey yapmadık, biz söylemedik kimseye!" dedi Elif Akça hızla ayaklandığında. "Simay yemin ederim söylemedik!"

"Bunu biz yapmayız!" dedi Mihrimah Akça sertçe. "Mehmet'in bu konudaki kuralını biliyorsun Simay." Bakışları Kutay'a döndü. "Durdur derhal şunu!"

"Elimden geleni yapıyorum!" diye bağırdı Kutay Akça.

"Allah belanızı versin!" diye bağırdım hıçkıra hıçkıra ağlarken. "Nasıl yaparsınız bunu? Nasıl?!"

"Kes şu timsah göz yaşlarını!" diye bağırdı Çınar bir anda. "Ne belli senin yapmadığın?!"

"Aptal mısın sen?!" diye bağırdım ıslak yüzüme rağmen yansıyan öfkemle. "Ben mi anlatırım bunu?!" O an yeni fark ediyor gibi bakışlarım Nazlı ile kesişti. Bir anda içinde bulunduğu kaosu anlamlandıramıyor gibi bakıyordu. "Sen..." Elimle yüzümü sildim. "Sen mi söyledin?!"

"O yapmaz!" Barın bir saniye bile düşünmeden öne atıldığında öfke her bir yanımı kapladı. Bende Çınar'a iftira atmazdım ama sen bir kere bile Naz yapmaz demedin.

"Kim yapar?!" diye bağırdım ona. "Anlatmış kızın birine, medyaya mı anlatmayacak?!" Bakışlarım Nazlı'ya döndü. "Nasıl yaparsın bunu?!" Üstüne yürümeye kalktığımda Çınar hızla belimden yakalayarak durdurdu beni. "Allah belanı versin senin, nasıl söylersin bunu?!"

Şoka girdi. Bu suçlamayla nasıl karşı karşıya kaldığını anlamamış gibi panikle, "Ben yapmadım," diyerek başını iki yana salladı. "Yemin ederim ben yapmadım, ben kimseye bir şey anlatmadım!"

"Yalan söyleme!" diye bağırdım Çınar beni sıkı sıkı tutuyorken. Tekrar üstüne atılır gibi oldum ama Çınar geriye çekmişti beni. "Anlatmışsın Deniz'e, tüm okulun önünde deli dedi bana!"

"Yaptın mı?" Kutay Akça sert sesiyle Nazlı'ya döndüğünde yeni yeni oluşmaya başlayan aralarındaki bağın çatırdayan seslerini duydum. "Nazlı anlattın mı?"

"Deniz'e anlattım ama-"

"Nasıl yaparsın bunu?!" Elif Akça ona bağırdığında Nazlı olduğu yerde sıçradı. Barın bile hayal kırıklığı ile uzaklaşmıştı Nazlı'dan. "Nasıl anlatırsın bir başkasına bunu?!"

"Medyaya ben vermedim!" diye bağırdı can havliyle. "Elif ben yapmadım, bak yemin ederim!"

Zil sesi duyulduğunda Çınar'ın vücudu kasıldı. "Tamam," diye fısıldadı kulağıma. "Haklısın ama ne olur dur, babamlar geldi. Naz ne olursun dur, mahvolacak her şey." Evet Çınar, bende mahvolmuştum. Sıra kardeşinde.

Kollarını üzerimden çektiğinde kapının açıldığını az çok duyabildim. Bunun bir yanılsama olmadığını umut ederek Nazlı'nın üzerine atılıyordum ki Yusuf abim sertçe tuttu beni. "Nasıl yaparsın bunu bana?!" diye bağırdım öfkeyle. "Allah'ın belası, nasıl yaptın!" Tekrardan gözlerimden yaşlar akmaya başladığında istemsizce ağlıyordum. Bu oyunumun bir parçası değildi. "Ben şimdi ne yapacağım?!"

"Ne oluyor burada?!" diye bağıran gür ses Mehmet Akça'ya aitti.

"Senin ne işin var burada?" Bartu Akça sırtı ona dönük olan abimi fark etmemişti. Sesimden tanımış olmalıydı beni. Çınar ile göz göze geldik, televizyonu hızla kapamışlardı. Gözlerimin içine sus der gibi bakıyordu. Susmayacaktım.

"Medyaya vermiş beni!" diye bağırdım gözyaşlarım akarken Mehmet Akça'ya dönerek. "Şizofren demişler bana!"

Bartu Akça'nın koyu gözleri Nazlı'ya saplandı. Nazlı korktuğu her halinden belliyken, "yapmadım, yemin ederim ben yapmadı-"

"Yalan söyleme!" diye çığlık attım. "Yapmışsın daha önce, kim yapacak başka?!"

Nazlı bakışlarını Mehmet Akça'ya çevirdi. Elindeki telefondan haberlere bakan Mehmet Akça'ya. "Ben yapmadım, yalan söyleyen o, yemin ederim ben yapmadım! Deniz'e söyledim ama medyaya-"

"Senin farklı olacağını sanmamız hataydı!" dedi Bartu Akça buz gibi bir sesle. "Sen ondan da betersin, seni asla kabul etmemeliydik."

"Abi!" diye bağırdı Çınar. "Pişman olacağın-"

"Kes sesini!" Bartu Akça ona dönmedi bile. Nazlı'ya öfkeyle bakmaya devam etti. "Mahvettin her şeyi memnun musun?! Sana güvenmek hataydı. En başında önyargılı olmakta haklıymışım, keşke bu eve hiç gelmeseydin."

Yusuf abim dayanamıyor gibi beni kapıya doğru sürüklemeye başladığında zihnimdeki Naz kahkahalar atıyordu. Bir aile öyle değil böyle parçalanır. Öyle yaralanmaz bir insan, böyle yaralanır Nazlı. Bir video atmadım sana, canlı canlı olayı yaşa istedim.

🥱

Sessizlik kiminin huzur kaynağı olurdu, kiminin ise kanında bile dolaşan korku. Garip hissediyordum. Huzurlu değildim, tüylerim bile diken dikendi. Bugün elimdeki tüm kartları açmıştım.

Herkes artık nasıl birisi olduğumu biliyordu. Hasta olduğumu da.

Abim beni sürükleyerek evden çıkardığında arabaya binmiştik. O andan itibaren ikimizinde sesi çıkmamıştı. Onun ara sıra küfürler edişini duyabiliyordum.

Sessizliği içime korkuyu düşürüyordu. Her şeyi ilk kez duyuyordu, medyadan öğrenmesi biraz, hayır çok fazla kırıcıydı ancak abime hiçbir zaman yüz yüze anlatacak gücüm olmamıştı. Şimdi zamanlamam kötüydü ama bilmeliydi, başka yapabileceğim bir şey yoktu.

Araba ani fren ile durduğunda bir elim torpidoya gitti korkuyla. Bir hızla bana döndü vücudu, öfkesini atamamış gibiydi.

"Nasıl yaparsın Naz böyle bir şeyi?!" Anlamış mıydı? Elbette anlamıştı, onun fark edemeyeceğini sanmam aptallıktı. Gözlerimi kaçırdım ondan, cevap vermedim. "Bende diyorum ki neden gitmek istiyor. Sonra kızıyorum kendi kendime, özlemiştir Yusuf diyorum. Ne özlemesi, ortalığı karıştıracak hanımefendi! Ödü kopuyor bir günü sakin geçecek diye!"

Sessiz kaldım, cevap veremedim söylediklerine. "Kendini düşünmedin mi hiç? Her insan sana nasıl bakacak, o bakışlar altında nasıl hissedeceksin diye hiç mi düşünmedin Naz sen? Sen onların canını yakacağım diye üç beş söylediğin yalan seni mutlu mu edecek sanıyorsun?"

"Yalan," diye fısıldadım. Dudaklarımda kırık bir gülümseme oluştu. Yalan sanıyordu değil mi?

Fısıltım onu daha da sinirlendirdi. "Değil mi? Böyle bir şey gerçek olabilir mi Naz? Senin aklın hayalin eriyor mu buna?!"

"Ermiyor!" diye bağırdım öfkeyle. "Ermiyor aklımda hayalimde! Bir hastane yatağında vücudum buz gibiyken, kendimi öldürmek için yanıp tutuşuyorken onların doktoru deli olduğuma ikna edişini duyduğumda da ermiyordu aklım! Elime üç beş kutu hap tutuşturduklarında da, kolumdan tutup hastanenin önünde yalın ayak bıraktıklarında da ermemişti!" Güldüm ancak öfkedendi bu. Öfkeliydim çünkü yalan sanıyordu. Yaşadıklarımın hiçbiri yalan değildi. Keşke olsaydı abi. "Sen gittin, ben hep sorun çıkardım ve onlar hep anlayışlı kaldı sanıyorsun değil mi? Senin hiçbir şey bildiğin yok!"

Evdeyken bizi seviyorlar dediği an geldi aklıma. Başımı iki yana salladım gülerken. "Sevmediler," diye fısıldadım. "Sevmediler bizi." her iki kelimenin üstüne basa basa konuştum, kabullensin istedim. Kandırmasın kendini de beni de. "Sevilseydik eğer birimiz onlardan kurtulmak için kaçmaz, sığınmazdı askeriyeye, diğerimiz artık kullanılmayan bir kıyafet gibi başka bir aileye verilmek istenmezdi." Bakışlarından rahatsız olarak gözlerimi ondan kaçırdım, önümdeki boş yola baktım. "Sevilmedik. Birimize bizi istemedi, bizi silen oydu dediler diğerimize deli. Oysa ne onları istemeyen sendin ne de deli olan ben."

Otuz dört yaşında hâlâ onlardan bir umudun var gibi bakan sensin abi ama kabullen, biz Akça'ların gözden çıkardığı o iki kişiyiz. Aile yok, anne yok, baba yok, soy adımız yok. Adımız var sadece. Simay Naz ve Yusuf. Aileleri tarafından bir kez olsun kabullenilmeyen, bahaneler ile üstü karalanan, nemli yüzü ile kabullenilmeyi bekleyen o iki küçük çocuğuz. Bekleyeceğiz ama olmayacak.

 

🥹🥹

*Yazar*

Ön yargı şu hayatta herkesin önüne bir kaya parçası koyuyordu. Çınar bunu Nazlı sayesinde deneyimlemişti.

Naz o kadar mahvetmişti ki hayatlarını, Nazlı da aynısını yapacak sanmış ve ona çoktan gardını almıştı. Almıştı almasına da... Pişman olmuştu. Nazlı'yı tanıdıkça, onunla vakit geçirdikçe onun Naz'dan farklı olduğunu, yıkmak değil herkesi bir araya getirmek istediğini fark edince gardını indirmişti.

Keşke indirmeseydim dediği bir andaydı.

"Yalan söylüyor!" Diye bağırdı Nazlı Bartu'nun gözlerinin içine bakıyorken. "Aptal mısın sen? Ben neden böyle bir şey yapayım? O yaptı! Yaptı ve suçu üzerime atıyor!"

"O böyle bir şey yapmaz," dedi Kutay Akça. Evet Naz'ın yaptığı birçok şeye şahit olmuştu ancak Naz konu buysa, konu kendi yarasıysa ona el uzatmazdı. Buna cesaret edemezdi.

Tüm Akça üyeleri aynı düşünüyordu. Naz bencildi ve böyle bir şey yapamazdı.

"Ben yapar mıyım?" Sesi kısık çıktı Nazlı'nın. Öfkesi değil kırgınlığı vardı daha çok. "Ben yapar mıyım böyle bir şeyi?"

"Biz anlattıkça ona öfkelenmiş olabilirsin," diyen Çınar ile çığlık attı Nazlı. "Ben yapmadım diyorum!"

"Yeter artık!" diye bağırdı Mehmet Akça. "Çık odana Nazlı!"

"Sende mi inanmıyorsun bana?" Gözleri dolduğunda daha çok öfkelendi Nazlı. "Yalan mı söylüyorum ben?"

"Odana çık Nazlı." diye tekrarladı kendini.

Nazlı birkaç saniye öylece babasına bakakaldı. "İnanmıyorsunuz."

"Başımıza açtığın işin farkında mısın sen?" Bartu öfkeyle bağırdığında Nazlı yerinde sıçradı. "Hâlâ yalan söylüyorsun, defol git odana!"

"Bunu ben yapmadım," Nazlı bu sefer başı dik ancak kırgın gözlerle bakıyordu ona. "Bunu ispatlayacağım ve sen pişman da olsan umursamayacağım. Duydun mu beni?"

Bir mesaj sesi yankılandı. Mesaj Bartu Akça'ya gelmişti. Bu onu daha fazla sinirlendirdi çünkü bu olay hakkında yapılan her yorumda daha da gerilecekti. Aile demek sır demekti. Evet Naz ile şu an yaşamıyorlardı ancak kimse inkar edemezdi ki Naz kardeşiydi, Naz bir zamanlar bu evin bir ferdiydi. Şu an araları kötü olsa da Naz hayatı boyunca koruyacağı bir insandı.

Artık kardeşim demezdi evet, artık konuşmazdı belki de onunla ama bir ömür arkasındaki gölge olur ona destek olurdu.

Öz kardeşi de olsa böyle bir şeyi medyaya veremezdi. Hakkı yoktu.

Bu sefer telefonu çaldı, bilinmeyen bir numaraydı arayan. Bu telefon numarası herkeste olmazdı, bu yüzden aramayı yanıtladı merak ederek ancak telefonu açar açmaz yüzüne kapatılmıştı.

Nazlı, Mihrimah ve Elif Akça ile tartışıyorken Bartu Akça aynı numaranın attığı ses kaydını açtı ve Nazlı'nın sesi Akça'ların evinde yankılandı.

"Şaka gibi ya. Gerçekten aptal gibi hissediyorum kendimi Nihat. Buraya geldiğim için gerçekten aptalım! O kadar kötüler ki... Bazen cidden giden kızın haklı olduğunu düşünüyorum. Keşke daha fazlasını yapsaymış, nefret ediyorum onlardan!"

 

😋😋

*Simay Naz*

"Anlat."

Yusuf abime bakmadım, bakışlarım hâlâ durduğumuz o noktada yola bakıyordu. "Neyi anlatacağım?"

"Yaşanan her şeyi."

"Bir şey değişmeyecek," diye mırıldandım başımı ona çevirdiğimde. Göz göze geldiğimizde anlamıyor gibi duruyordu. Haklıydı, her şeyi bir anda öğrenmek istiyordu. "Abi, oldu ve bitti. Unutalım."

"Medya bile benden çok şey biliyor," diye homurdandı sinirle. "Naz, babamlar ne yaptı?"

"Abi-"

"Ya şunu anlat ya da bıraktığın kaosun ortasında hesap sorayım onlara?" Başını iki yana salladı. "Dinliyorum Simay."

"Simay ismimden nefret ediyorum," diye mırıldandım konudan alakasızca. "Adım onunla aynı diye mi bilmiyorum ama nefret ediyorum. Naz densin istiyorum çünkü farklı hissediyorum öyle ama sen ne zaman Simay desen kendimi beş yaşında peşinde dolaşan küçüklüğüm gibi hissediyorum."

"Simay," dedi tekrardan gözlerini üzerimden çekmeden. "Anlat abim. Biliyorum geç oldu, artık engel olamam ama ortada bir ceza kesilecekse de keserim. İşin peşini bırakmam."

"Tuğrul abim bir şeyler öğrenmiş," diye mırıldandım sanki ona anlatan ben değilmişim gibi. "O da işin peşinde. Hem sen askersin, ne yapabilirsin?"

Dik dik baktı bana. "Küçümsedin mi sen beni?"

Güldüm alayla. "Ne küçümseyeceğim be? Sadece sen ne yapabilirsin? Cidden soruyorum."

"Düşündüğün her şeyi." Gözlerimi devirdim. "Devirme gözlerini bana, anlat şunu adam akıllı."

"Anlatmayacağım."

"Sallarım seni şu arabadan aşağı!"

"Arabadan aşağı sallasan ne olur abi Allah için?" diyerek güldüm.

"Simay," dedi ciddiyetle. "Abim-"

"Abi," diyerek böldüm sözünü. "Anlatmak istemiyorum, gerçekten. Tuğrul abim biliyor, en azından bir kısmını." derin bir nefes verdim, bakışlarımı kaçırdım ondan. "Eve gidebilir miyiz?"

Ağzının içinde homurdandı uzun bir süre. En sonunda ise bir şey demeden hızla çalıştırdı arabayı.

 

👯‍♀️

*Yusuf Akça*

17 yaşındaydım. Anneannem ve dedem her şeyi anlattığında, istenmeyen bir çocuk olduğumu öğrendiğimde ve diğer kardeşlerimin aksine bana davranılan davranışların sebebini anladığımda.

17 yaşındaydım babamın karşısında neden diye sorduğumda. Cevapsız kaldığımda ve aksine saçma sapan nedenler duyduğumda.

Şimdi 34 yaşındaydım, koskoca adamdım ancak ne zaman aile konusu açılsa, bir anneyi ya da evladı için endişelenen bir babayı görsem içimdeki aynı yara oyuk gibi açılıyor, kan akıtıyordu.

Ben istenilmeyen, beklenmeyen çocuktum. Bir türlü alışılmayan, kabullenilmeyen. Peki ya o? Bakışlarım yan koltukta uyuyakalan kardeşime döndü. Hırsları uğruna öyle bir yük almıştı ki omzuna, taşıyamayacaktı. Taşıdığını zannederken bile yerde sürünecek, bir an olsun ayağa kalkamayacaktı.

O da biliyordu, biliyor ve bu yüzden kaçış olarak uykuya veriyordu kendini.

Ona kızıyordum ancak bir yandan o kadar hak veriyordum ki... Bir insanın elinden her şeyini aldığınızda avucunda sadece hırsı, öfkesi ve nefreti kalırdı.

Akça'lar tam olarak bunu yapmışlardı, ondan ailesini almış ve yapayalnız bırakmışlardı.

34 yaşındaydım ancak ne zaman onlarla karşılaşsam onlardan vazgeçen 17 yaşıma dönüyor, o gün ki gibi yara alıyordum. Bu yüzden Simay'ı onlarla karşılaştırmamaya çalışıyordum ancak bu bir işe yaramıyordu.

Bunu geç anlamıştım çünkü her şeye geç kalmıştım. Bilmiyordum, Allah kahretsin ki bilmiyor, tahmin bile etmiyordum. Kim bilebilir, kim tahmin ederdi? Hangi aile evladına bunu yaşatırdı?

Tamam beni beklemiyordunuz, kabullenemediniz ya da istemediniz peki ya Simay neden böyle?

Anlamı var mıydı bu sorunun? Artık yoktu. Çünkü biliyordum ki o ve ben aynı anne babanın gözden çıkardığı iki çocuktuk.

Söz veriyorum Simay kader bizim için hangi yolu çizerse çizsin, öz kardeşim ol ya da olma, bir ailen olsun ya da olmasın ömrümün sonuna dek arkanda bir dağ olacağım. Bir zaman görecek sırtını yaslayacaksın, bir zaman görmeyecek ancak hissedecek, dik duracaksın.

Söz veriyorum Simay. Gözden çıkarıldığın her an için daha fazla değer verecek, yara aldığın her an için sana sargı bezleri ile koşacağım. Yara almayacaksın diyemem, hayat ya bu, olur elbet ancak aldığın her yarayı saracağım abim.

Bunu önce bu meseleyi çözerek yapacağım. Daha sonra yanına gelip seni sarıp sarmalayarak yapacağım.

🫂

Adımların yere sert basacak, başın dik duracak ve doğru bildiğinden uzaklaşmayacaksın.

"Beyefendi içeri böylece gireme-"

Sen kendinden emin olacaksın ki karşındaki bir an tereddüt edemesin.

"Beyefen-"

Onu dinlemeden kapıyı sertçe açtığımda, "Tamam sen çıkabilirsin." dedi Yaman Akgül arkamda açıklama yapan kadına. Bakışları bana döndü. "Ne oluyor?"

Karşısında oturan adama kaydı bakışlarım. "Siz anlatacaksınız, ne oluyor?"

"Haberleri diyorsan hiçbir bilgimiz yok." Tuğrul karşısındaki Yaman'ı işaret etti. "Kaldırılması için elinden geleni yapıyor."

Ona cevap vermedim, ikisinin arasında kalan dosyayı aldım hızla. Tuğrul ayaklandı, elimden dosyayı alacaktı ancak Yaman engel oldu.

Her okuduğum kelimede, her geçtiğim satırda nevrim döndü, algılayamadım. Bakışlarım Tuğrul'a döndü. "Ne demek bu?"

Taviz vermedi. "Ne okuduysan o."

Dosyayı masanın üstüne fırlattım hayretle. "Lan bunda benim kardeşimin ölüm fermanı var! Ne lan bu?!"

"Sakinleş!" diye bağırdı Yaman. "Bizim de hoşumuza gitmiyor!"

"Kim vermiş bu ilacı? Nasıl verirler ona? Kimse fark etmez mi? Nasıl olur lan?" Farkındalık öyle bir çarptı ki yüzüme donakaldım. "Öldürmeye mi çalışmışlar lan benim kardeşimi?"

"Bir otur, sakinleş," diyen Tuğrul omzumdan destek verse dahi kımıldatamamıştı yerimden. "Yusuf-"

"Semih Erdan," diyen Yaman'a döndü bakışlarım. Tuğrul adını seslendi ancak ona bakmadı. "Mehmet Akça ile aynı dönem okumuşlar üniversiteyi. Tanışıyorlar muhtemelen çünkü kendi soy adını düşündüğünden adam akıllı bir psikologa götürmek yerine ona götürmüş baban, Naz'ı. Adamın diploması ya da başka bir şeyi yok. Mesleğinden men edilen eski bir doktor. Verdiği ilaçlar ise muhtemelen merdiven altı üretim."

"Biliyor mu?" kaşlarım çatıldı. Bu kadar olmaz değil mi? O bir baba, bu kadarına göz yummaz. "Mehmet Akça biliyor mu?"

"Naz'ın bu ilaçları aldığı bir gerçek," dedi dosyayı bana doğru iterken. "Sence bilmiyor mu?"

17 yaşımda kendim için onları silmiştim. Çocuktum ve yapabileceğim en büyük şey buydu. 34 yaşımda ise Simay için onları yok ederdim. Şimdi kocaman bir adam olmuştum ve elimden gelen artık çok daha fazlaydı. O çok değer verdikleri soy adı tek bir kalemle siler atardım.

"Semih Erdan?" diye tekrarladım. Başımı salladım alakasızca.

"Aklından ne geçiyorsa unut!" Tuğrul öfkeyle bana seslendiğinde yüzümde bir tebessüm oluştu. "Yusuf mesleğini de davayı da yakarsın!"

"Şu saatten sonra Akça'lar ve bu herif dışında kimse yanmayacak."

Önce bu orospu çocuğunun cezasını verecek ve ardından buna göz yuman ailemin cezasını verecektim. Soy adı her şey olan bir aileye en büyük ceza onlardan soy adlarının gücünü almaktı, ben de tam olarak bunu yapacaktım.

 

🫡🫡

#EK SAHNE#

*Yazar*

Yusuf Akça kapıyı yumruklarken, "kapıyı mı kırmaktan korkuyorsun amına koyayım?!" dedi Yaman yarı öfkeyle. Yusuf'a fırsat vermeden kapıyı omuz atarak kırdığında Yusuf kapıyı iterek girdi içeriye.

"Semih!" diye bağırdı tüm öfkesiyle. "Neredesin lan orospu çocuğu!"

Semih Erdan gürültü yüzünden uyandığı yatakta doğruldu, anlamaya çalıştı bir süre. Rüyada mıydı yoksa evinde tanımadığı bir ses ona mı sesleniyordu?

Cevabını alması uzun sürmedi çünkü Yusuf Akça birkaç saniye sonra karşısındaydı.

"Siz kimsiniz?" dedi kaşlarını çatarak. Eli bir an yastığının altındaki silaha kaydığında Yusuf, "silahın da var ha?" dedi alayla. "Sayın savcım umarım görüyorsunuzdur bunu."

Tuğrul ona cevap vermedi, sessizce izlemeyi tercih etti. Her şey boka sarmıştı zaten, burada olması bile hataydı ancak kafadan kırık olan amca oğlunu yalnız bırakmak istememişti.

"Kimsiniz dedim size?!" diye bağıran adamla, "ilaç saatin gecikmiş abim," diyerek güldü Yusuf. Adamın bağırışlarını dinlemeden zorla üzerine çıktığında Yaman çoktan bir peçete ile yastığın altındaki silahı almıştı.

"Aç ağzını!" diye bağırdı Yusuf. Adamın çenesini sıktı, zorla açmaya çalıştı ağzını. "Aç lan orospu çocuğu!" Elindeki ilaçları zorla ağzına tıkmaya başladığında, "yut!" dedi öfkeyle. "Yemin ederim beynine sıkarım burada, yut o ilaçları!"

Semih Erdan ne olduğunu anlamadı ancak nefes alabilmek adına önce ilaçları yuttu ve ardından nefes alabilmeyi denedi.

Birkaç dakika sonra nefesinin kesileceğinden habersizce.

"Simay'ın selamı var, ilaçlar iyi gelmiş." diye fısıldadı ölümcül bir sesle. "Sana da aynı etkiyi yaratması dileğiyle."

Bölüm : 05.11.2024 12:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...