*Simay Naz*
Hayat hiç beklemediğin bir anda seni geçmiş ve gelecek arasında sıkıştırıyor ve bunu yapmamış gibi nefes almanı istiyordu. Oysa elleri üzerinde olan oydu, nefes almanı engelleyen oydu. Yapmamış gibi davranmanı bekliyordu. Yapmamış gibi davranıyordun, evet bir noktada gerçekten bunu görmezden geliyordun ve üstesine hatalı arıyordun. Kendini görüyordun bazen hatalı olarak, bazense bencil oluyordun ve karşında kim var umursamadan onu suçluyordun.
Ben en başında kendimi suçladım. Bu yüzden sessiz sedasızca adımlarım elimdeki valizle birlikte evin bahçesini bulmuştu. Sonra Ali Baran gelmişti ve hayır demişti düşündüğüm tüm düşüncelere ket vurmak ister gibi. Hatalı olan sen değilsin, benim.
Bencilceydi ya da değildi, onu haklı bulmuştum çünkü şimdi bile aklımdan çıkaramadığım o sözleri yüreğimi bin bir parçaya bölmüştü.
Ama haklı çıkmıştı, etekleri altına saklanacağım bir annem yoktu. Hâlâ.
“Okuldan nefret ediyorum,” diye homurdandı Sümeyye. Bir görüntülü sohbetin içindeydim arkadaşlarımla birlikte. İsmail hangi ara bu ekibe dahil olmuştu bilmiyorum ama o da vardı. “Allah Nurdan hocanın da belasını versin.”
“Ulan geri zekalı o sizin dersinize bile girmiyor!” dedi Emre arkadaşına gülerek. Muhteşem üçlü -Emre, Selim ve Nihat- yine bir aradaydı. Diğer ekranda şaşırtıcı bir şekilde Ali Baran ve Asaf yanyanayken diğer tarafta Zeliş ve Sümeyye vardı. Diğer iki ekran İso ile beni alıyordu.
Emre’nin Sümeyye’ye geri zekalı demesi bizim aşık kekin kaşlarını çatmasına neden oldu. Gülümsedim ona istemsizce. Gözlerim ister istemez Asaf’a kaydı. Gözleri zaten üzerimde olan Asaf’a.
Göz göze geldiğimizde gülümsedi hafifçe. “Hâlâ okula gelmeyecek misin Naz?”
“Gelmeyeceğim arkadaşım,” dedim gülümseyerek. Kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı ve biliyordum ki arkadaşlarım da bunun farkındaydı. Bu yüzden bu saçma aramayı başlatmış ve öylesine zaman öldürüyorlardı. “Bensiz kalın biraz daha.”
“Oha!” diye bağırdı İsmail. "Yavrum siz geri mi teptiniz?"
Kaşları derince çatıldı Asaf'ın. "Evet yavrum," dedi yavrum kelimesinin üstüne bastırarak. "Bir problem mi var?"
"Sen problemin ta kendisinin kardeşim."
"Daha dur sana problem olmadım ben," dedi Asaf yüz ifadesini bozmadan. İsmail bu cümle çok komikmiş gibi güldüğünde Asaf da ondan beklenilmeyecek bir şekilde gülümsüyordu.
"Salıverin küçük enişteyi," dedi alayla İso.
"Tabi," başını salladı Asaf. "Sümsüm, sen hani edebiyatta yardım edecektin bana?"
Sümeyye değişen konuya çabuk adapte olmuştu. Unuttuğu detayı hatırladığında avcunu alnına çarptı, derince ofladı. "Unuttum ben onu ya, şimdi geleyim mi?"
Sümeyye Asaf'ın bu hareketinin İso'yu gıcık etmek için olduğunun farkında değildi.
"Otur oturduğun yerde," dedi Zeliş Sümeyye'nin kolundan tuttuğunda. "Anlamadın yavrum şu an."
"Neyi?"
"Bir şey yok," diye homurdandı İso. "Hem sen bana tarih çalıştırmayacak mıydın?"
Asaf ortalığı karıştırmak için ağzını açıyordu ki, "arkadaşım," diye seslendim. "Yüksekten uçuyorsun yapma canım."
"Canın mıyım?" dedi yarım ağız sırıtarak. "Canın olacaksam yüksekten hep uçarım."
"Avlarlar seni, çok yüksekten uçma." dedi Ali Baran ensesine vurarak. "Yanında kızın abisi var, rahatlığa bak piçin."
İkisine güldüğümde kapıdan gelen kilit sesi ile gülüşüm yarım kaldı, yaşanan her şeyin ciddiyeti bindi üzerime. "Abim geldi," dedim hemen telefondaki arkadaşlarıma. "Görüşürüz," diyerek bir cevap vermelerine izin vermeden kapattığımda bakışlarım salon kapısına döndü. Kapının açılma sesi geldi, adım sesleri de öyle. Duraksadım, bir an aceleyle koltuktan kalkıp odama kaçmak istedim ancak onu merak ediyordum. Nereye gitmişti? Nasıldı? Neden gitmişti?
Odasına direkt gidecekti ancak salon kapısında dursaksayıp içeri bakmayı tercih ettiğinde göz göze geldik. Odasına gitmekten vazgeçip yanıma geldiğinde bir kolunu boynuma sardı, saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Ne zaman uyandın?"
"Bilmem, oluyor baya."
"Aramışsın beni," yanıma oturdu, beni göğsüne çekti. "Açamadım abim."
"Neden?" gözlerimi kapattım sakince. "Uyanınca göremedim seni, aklım kaldı."
Sessiz kaldı.
"Neredeydin?" diye sordum merakla. "Neden gittin?"
"Babama gidecektim başta ama sonra Tuğrul'a gitmek daha doğru geldi." vücudum kasıldı. Tuğrul abi anlatmış mıydı ona? Ne anlatmıştı ki? "Simay... şikayetçi olacak mısın?"
Doğruldum göğsünden. Kimden şikayetçi olacaktım? Neyi kastediyordu? Göz göze geldiğimizde, "Ol," dedi büyük bir istekle. "Dosyada senin de ifaden olsun."
"Ne dosyası?"
"Dava açılıyor," kaşları çatılmış, vücudu kasılmıştı. "Simay eğer sen ifade verirsen sadece o adam yanmayacak. Çünkü sadece ondan şikayetçi olmayacaksın."
Doğru mu anlıyordum? Akça'lardan da mı şikayetçi olmamı mı istiyordu? Nasıl olacaktı bu?
"Abi-"
"Göz yummuşlar," sinirlendiği, hazmedemediği buydu. Anne ve baba dediğimiz insanlar yanlış bir şeyler olduğunu fark etmişlerse bile umursamamışlardı. "Keşke Simay," derin bir nefes verdi. "Keşke her şeyi daha önce bilseydim, basit bir aile çatışması diyerek karışmamazlık yapmasaydım. Özür dilerim abim, yardım edemediğim her an için."
"Abi-" diye mırıldandım titreyen sesimle. Anında bölmüştü cümlemi.
"Bitti abim, yanında olmayacağım tek bir an yok şu saatten sonra. Bitti, dünyanın öbür ucundada olsam yanında olacağım. Ama önce herkese bunun hesabını soracağız."
✨
*Yazar*
Güven kazanılması zor ancak kaybetmesi çok kolay olan bir duyguydu. Bir aydan fazla süren güven etabı bugün bir ses kaydı ile paramparça olmuştu Akça evinde.
"Söyledin mi bunu cidden?" Çınar birkaç adım uzaklaştı kızdan. "Bunu söyledin mi cidden Nazlı?"
Hayır demek istedi, söylemedim, montaj bu demek istedi. Demedi sadece dolu gözlerle baktı karşısındaki çocuğa. Değildi çünkü, Nihat'a böyle bir ses kaydı atmıştı. Peki bu ses kaydı nasıl ulaşmıştı Bartu Akça'ya? Kesin o kızın işiydi, onu mahvedecekti!
"Size aptallık ettiğimizi en başında söyledim," diye homurdandı Kutay. "En başında güvenmemeli, onu eve almamalıydık."
"Hayır hayır," başını iki yana salladı Mihrimah Akça. "Nazlı böyle bir şeyi demiş olamaz. O Naz değil."
Duraksadı Nazlı. Bomboş baktı Mihrimah Akça'ya bir an. Yine yapmıştı, yine kendisini o kızla kıyaslamıştı. "Naz mı?" anlamsız bakışlarıyla salondaki herkeste göz gezdirdi. "Gerçekten konu Naz mı?"
"Doğru, yaptığın rezillik." diyen Bartu Akça öfkeyle televizyonu işaret etmişti. "Başımıza açtığın iş ve," telefonunu kaldırdı havaya. "Bize olan nefretin."
"Haksız mıydım?" diye bağırdı öfkeyle. O bağırmayı sevmezdi normalde, kendisinin bir fısıltısına kulak veren bir ailede büyümüştü çünkü. Şimdi ne kadar bağırırsa bağırsın sesi karşısındaki insanlara ulaşmıyor gibi hissediyordu.
Pişmandı ve ilk kez bu pişmanlığı iliklerine dek yaşıyordu.
"Haksız mıydım? Geldiğimden beri tek yaptığınız şey beni onunla kıyaslamak! Ön yargılarınız yüzünden mahvettiniz burada geçen tüm günlerimi!" diye bağırdı Nazlı.
"Sende bizi haklı mı çıkarmak istedin?" Elif Akça başını iki yana salladı. "Çırpınma Nazlı, yaptığın büyük bir hataydı."
"O hiç sevmediğinizi iddia ettiğiniz kıza inanıyor, bana göz yumuyorsunuz," başını iki yana salladı. "Size güvenmek hataydı."
"Bizimle yaşamak istemiyor musun?" Gülümsedi Bartu. "O halde siktir git."
"Abim haklı," Barın yutkunarak bakışlarını kaçırdı Nazlı'dan. Kırgındı, ona erken güvenmişti ve karşısındaki kız güvenini kırmıştı. "Biraz uzaklaş-"
"Kafayı yediniz herhalde!" diye bağırdı Çınar. "O kadar da değil!"
"Abartıyorsunuz," diyen Mihrimah Akça'nın kaşları çatıktı. "Nazlı bu evden başka bir yere gitmeyecek. O bizim kızımız."
"Söyledikleri peki, montaj olmadığı kesin," dedi Barın anlam bulmaya çalışarak. "Söylememiş gibi mi yapacağız?"
"Simay böyle değildi," diyense ilk kez Bartu Akça'ydı. "O bile bizi yiyor ama medyaya bir şey yansıtmıyordu. Çınar'ı evde eziyor, bir başkasının bunu yapmasına izin vermiyordu. Sen nasıl izin verdin Nazlı? Nasıl yapabildin? Bizi rezil ettiğinin, Naz'a değil bize zarar verdiğinin farkında bile değilsin değil mi? Sırf o haber yüzünden kaç milyon zarara uğrayacağımın hiç farkında bile değilsin."
"Nazlı'nın yapmadığına eminim," diyen Mehmet Akça sert sesiyle herkesin sessizleşmesine neden oldu. "Onların adına özür dilerim Nazlı, lütfen odana çık ve dinlen. Geliyorum bende."
Nazlı daha fazla durursa ağlayacağını bildiğinden, "bu kadar," diye fısıldadı gitmeden hemen önce. "Gerçek yüzünüzü görmek çok kısa sürdü."
Oysa görmemişti, bunu dakikalar sonra odasına gelen Mehmet Akça ile fark etmişti. "Bana inanan tek sensin," diye fısıldadı nemli yüzüyle. "Teşekkür-"
"Kes sesini!" Dişlerini sıkarak konuşan Mehmet Akça ile şok oldu Nazlı. Kalakaldı öylece, adamın yüzündeki öfkeye şaşkınlıkla baktı. Ne oluyordu? "Bir daha sakın, sakın böyle bir şey yapayım deme! Aptal mısın sen? Ne demek medyaya gitmek?!"
"Ne?" Yutkundu Nazlı. "Sende mi onlar gibi düşünüyorsun? Ben yapmadım! Yemin ederim-"
"Bir kez daha aynısı olursa gözünün yaşına bakmam Nazlı, duyuyor musun beni? Sen Simay'dan çok daha farklısın ancak aynı olmak için çabalarsan sana ona nasıl davrandıysam öyle davranmak için zaman kaybetmem."
Bu sözlerin ardından Nazlı kırıldığı sandığı kalbinin paramparça oluşunu tüm iliklerinde hissetmişti. Ve o an ikisininde duymadığı o ses yankılandı odada. Naz'ın sesi. Çocuklarının yanında beni savunuyor gibi dur ama arka planda cehennemi yaşat.
Akça'lar bir hafta değil bin hafta da geçse değişmeyecek, kızım dedikleri çocuklara hayatı dört duvar arasında cehennemi yaşatmaya devam edeceklerdi.
✨
*Simay Naz*
Her şeyden kaçıp uykuya sığınmaya çalıştığımda bazen uyku da kabul etmezdi beni. Zorlardım kendimi uyutmak için, ninni söylerdim, koyun sayardım, olmayacak hayaller kurardım ama o uyku bir an olsun gözüme girmezdi. O bile kabul etmezdi ve beni öyle zamanlarda sadece abim kabul ederdi. Geniş göğsüne çekerdi beni ve saatlerce orada kalmama izin verirdi. Göğsüne başımı yasladığım an sanki etrafımızda şeffaf bir kalkan beliriyordu ve bu dünya üzerinde kim varsa o kalkanı geçemezmiş gibi geliyordu.
İfade vermek istemiyordum. Yusuf abim ne derse yapardım ancak bunu yapmak sandığı kadar kolay değildi. Yapamazdım, her şeyi yeniden yaşayamaz, bunu kanıtlamaya çalışamazdım. Boşa kürek çekmek demekti bu, biliyordum çünkü denemiştim. Denemedim mi sanıyorlardı?
Kolay mı sanıyorlardı? İfade onlar denilince veriliyor, şikayet onlar deyince mi ediliyordu? Allah aşkına Akça’lardan korkmuyordum evet ama güçlerini biliyordum, onlardan nasıl şikayetçi olacaktım?
“Of!” dedim seslice, yatakta gelişigüzel havaya tekme atarken. “Nefret ediyorum her şeyden, herkesten ve kendimden.” En çok kendimden hemde.
Dün gece abimle konuşmamız kısa sürmemişti elbette. Göğsüne yaslıyken bir süre sessiz kalmıştım ancak uzun sürmemişti bu.
“Olmaz,” demiştim hemen. “İfade veremem.”
Bu tabii ki onu öfkelendirmişti hemen. “O niye?”
“Niyesi mi kalmış abi? Ne ifadesi Allah aşkına? Kime ne anlatacağım ben? Bir de babamlardan şikayetçi olmamı istiyorsun!” demiştim çatık kaşlarla. Şikayetçi olmamı istediği kişilerin ailesi olduğunun daha farkında değil miydi?
“Senin baban değil o!” dedi bir an vakit kaybetmeden.
“Bir zamanlar öyleydi!”
“Öyleydi ve babalığını yapmadı! Biz sabahtan beri ne konuşuyoruz Simay?” aptalmışım gibi bakmıştı bana. Gerçi çok akıllı sayılmazdım ama onu da düşünmeye çalıştığımın farkında değil miydi? “İçinden geliyor mu onların iyi olması, söylesene? Geliyorsa gelmesin, bugün basına sızdırdığın o haberi aklından bir an çıkarma ve onlar için iyi düşünme.”
“Abi-“
“Ya ben yeni öğrenmişken bile hazmedemiyorum, içim içime sığmıyor öfkeden Simay! Sen nasıl ortada küçük bir mesele varmış gibi durabilirsin aklım almıyor! Delireceğim, yemin ederim delireceğim!”
“Yeni öğrendiğin için böyle,” demiştim aptalsın bakışlarına haklısın demek ister gibi. “Zaman geçtikçe alışıyorsun.”
Bu sözlerimden sonra durmuştu ve öylece yüzüme bakmıştı. Salak olup olmadığımı yüzüme bakarak anlamaya çalışır gibiydi. Rahatsız olarak gözlerimi ondan kaçırdığımda bile gözleri üzerimde, bir şeylerin cevabını bulmak ister gibi bakıyordu bana.
“Öyle mi?” demişti bir süre sonra. “Etme şikayet,” elini sallamıştı havada önemsiz gibi. “Verme ifade de. Tamam Simay.”
“Abi,” demiştim hemen ona sırnaşarak. “Kızdın mı bana?”
“Evet de hayır da. Onlardan hala korkuyor olduğun için kızgınım, seni anlamaya çalıştığım içinde haklı buluyorum. Ama Simay dosyada adın olsun ya da olmasın herkes hak ettiğini bulacak biliyorsun değil mi? Tamam geç öğrendim, hemde çok geç öğrendim ama öğrendim. Geç olmuş diyerek kenara çekilmeyeceğim, geciktiğim kadar da zarar vereceğim, biliyorsun değil mi? Aldığın tüm zararın bedelini ödeyecek herkes. Bu yüzden buradayım, yanındayım, sığınak olacağım dedim sana. Anlıyorsun değil mi?”
"Anlıyorum," demiştim ona. Anlıyordum da... Ailesini kaybetsin istemiyordum işte. Yapma Naz, sanki aile olmuşlar gibi... Sana nasıllarsa abine de öylelerdi, onlar aile ne demek bilmiyor.
Bilen ise ailesine katmıyordu.
"Of!" dedim bir kez daha, yataktan doğrulduğumda. Ayaklandım, banyoya girdim ve rutin işlerimi hallettim. Mutfaktan gelen seslere yaklaşmadan odamın kapısının önünde dinlemeye çalıştığımda, "cidden aptalsın," diyen sesi duydum. "Hem mesleğini hem bizi yakacaktın."
"Çok düşündün ya o an sende bunları," diye homurdandı abim. Sesinde bolca alay vardı. "Bu umurunda olsaydı daha önce durdururdun beni Yaman, seninde istediğin buydu kandırmayalım şimdi birbirimizi."
"Evet buydu," diyen Yaman'ı duydum koridorda öylece dikilirken. "Yine de böyle olmamalıydı, bir anda her şeyini kaybedebilirdin Yusuf."
"Kaybetmedim," dedi abim kendinden emin bir şekilde. Neyden bahsediyorlardı?
"Tuğrul sayesinde."
"Derdin ne senin?"
"Zarar görmemen." dedi Yaman, sesindeki öfkeyi hissetmekte zorlanmamıştım. Abim ne yapmıştı da Yaman bile ona öfkelenmişti? Neler olmuştu Allah aşkına? Hiçbir şey anlamadığım için salak gibi hissediyordum. şu an. "Mesleğin konumuz, farkındasın değil mi? Onca emeğini saniyeler içinde yok ediyordun."
"Etmedim."
"Saklamayı tercih ettiğimiz için."
"Ne yapayım? Git şikayet et o zaman." abimin ses tonu pişman değilim dercesine bağırıyordu. "Teşekkür bekliyorsan etmeyeceğim."
"Teşekkür etmesi gereken taraf benim, yaptığın çok büyük bir şey çünkü. Ama Yusuf konu her ne olursa olsun biraz da kendini düşünmen gerek çünkü konu sen olduğunda da üzülecek çok insan var." Bir çakmak sesi duyuldu evin içinde. Abim sigarasını yakmıştı muhtemelen. Sakinleştikleri için sesleri de artık daha kısık geldiği için mutfak kapısına sessiz adımlarla yaklaştım. Şimdi daha netti. "Naz var her şeyden ve herkesten önce seni düşünen, bunu gör istiyorum. Sana öfkelenerek kriz geçirdikten sonra yine senin adını sayıklayarak uyanan kızdan bahsediyorum. Ailen var ve ister kabul et ya da etme, bize kızgın ol, bizden nefret et ya da tam tersi olsun fark etmez, biz Naz'ı seninle tanıdık, bir tek Naz'ı kabullenmedik. Senin Mahir abimden farkın yok bende. O yüzden akıllı ol, intikam alacaksan al, öldüreceksen öldür, yaşatacaksan yaşat ama bunları zarar almadan yap."
Yaman şu an ne kadar değerli cümleler kurduğunun farkında değildi. Seçtiği meslekten dolayı, hayır dünyaya gelişinden dolayı ailesi tarafından dışlanan, sevilmeyen bir adama kurduğu bu cümleler o adam için gerçeküstüydü.
"Siktir oradan," diye homurdandi abim. "Bana kızmak bahane, Simay'ı görmek şahane değil mi lan?"
"Bize hala kızgınsın," dedi Yaman. Cesaret edip kapıdan eğilip bakamıyordum, abim anında fark ederdi. "Ama Yusuf, sana yemin ederim dönüyorduk. Korktum lan, ben 17 sene yanındaydım o kızın, bir kere böyle görmedim onu. Ödüm koptu! Evet bizden vazgeçti, bizi bıraktı gitti tamam ama kardeşimdi lan işte. Akça'lar vardı evet ama güvenemedim, gözümle uyandığını görmem gerekiyordu." Abim ona inanmıyor gibi bakmış olmalı ki, "Bakma öyle. Senin senden vazgeçen kardeşin yok tabii, nasıl anlayacaksın beni? Naz ölüyor senin için." diye homurdandı.
"Bana değil," dedi abim, kapıya yaklaştığımı anlamış gibi beni işaret etti. "Ona anlat."
Yaman'ın bakışları bana döndüğünde boş gözlerle baktım ona. "Salonda çalan telefon senin herhalde, zil sesleriniz benziyor:" Gözlerini kaçırarak mutfaktan çıktığında homurdanarak mutfağa girdim ve sigarasını umursamadan abimin beline sarıldım. Sigarasını hemen söndürmüş ve bir kolunu bana dolayarak başımdan öpmüştü. "Sen nereden bilirsin diyor, asıl tüm kardeşleri senden vazgeçen sensin, o nereden bilecek?"
"Demek ki beni o kadar çok seviyorsun ki o bunu fark etmiyor güzelim." diye mırıldandı bir kez daha öptüğünde. Kollarını sıkılaştırdı sanki kaçacakmışım gibi. "İyi ki," diye fısıldadı.
"İyi ki," diye mırıldandım onun gibi. İyi ki abi, birbirimiz için her daim iyi ki. "Abi, şanssız olduğumuz kadar da şanslıyız aslında, hiç fark ettin mi?"
"Hayır, şans bizi teğet bile geçmez."
"Abi ya!" dedim nazlana nazlana geri çekildiğimde. "Yan yanayız, şanslıyız işte!"
"Ya kızım, biz abi kardeş olmasak bile abi kardeş olurduk ne anlatıyorsun?" ona yüzümü buruşturarak baktım. "İnanmıyorsun değil mi? Sen Akgül'lerle büyüseydin de karşılaşırdık. Ne bileyim, Yaman'ın peşinden adliyeye koştururdun belki ve bende tesadüfen orada olurdum. Kesin sen üniformamı görünce mal gibi bakardın suratıma, bende yanına gelirdim."
Kaşlarım çatıldı. "Sen sana mal gibi bakan herkesin yanına mı gidiyorsun abi?"
"Yok bana mal gibi bakan tek sensin abim." telefonunu çıkardı ve galeriye girdi. Galeride baya geriye gittiğinde o fotoğrafı açtı. Görüntülü konuşmamızda onu ilk kez üniformasıyla gördüğüm halimi. Alttaki küçük kutucukta kendisi vardı ve ayakta ünirformasını gösterirken kocaman sırıtıyordu. Büyük ekranda ise ona parlak gözlerle gülümseyerek izleyen ben vardım. O an sanki şimdi yaşanıyormuş gibi zihnime dolduğunda kocaman sırıttım.
"Abi!" diye homurdandım sadece yüzünü görüyorken. Aylardır görmemiştim onu. Evde kavga çıktığı günden beri hiçbirimizi aramamış, aramalarımızı da açmamıştı. Şimdi şanslıydım ki aramamı açtırabilmiştim ona. "Sana küseceğim bak!"
"Yolarım o saçlarını, ne diye aradın beni?"
Suratım anında düştüğünde, "bana da mı küssün?" diye homurdandım. "Abi-"
"Çocuk muyum küseyim Simay?" Diye homurdandı. "İşlerim var."
"Abi," dedim bir kez daha. "Ben bir şey yaptım ama kızma."
"Ne haltlar yedin acaba?"
"Annemin çok sevdiği vazosunu kırdım," gözlerimi telefondan kaçırarak verdiğim cevap küfürle karşılık bulmuştu. Kaşlarım çatıldığında, "ne?!" dedim hiddetle. "Sana boş yere bağırdı! Ona ne sen hangi mesleği yapıyorsan? İster asker olur dağa çıkarsın ister doktor olur hastaneye girersin ona ne? Ne haddine? Resmen evden kovdu seni! Sanki en başından beri istediğinin bu olduğunu bilmiyordu!"
"Sakinleş," diye mırıldandı abim yarı gülümser halde. "Yok bir şey, o kovdu diye evsiz kalmadım ya." Askeriye içerisini gösterdi birkaç saniye. "Bak evimdeyim."
Dudaklarım bükülmüştü bu söylediğiyle. "Ama ben yokum."
"Nasıl yoksun?" Ekranı kısa bir süre tavana çevirdikten sonra, "hah," dedi ekrana kendisi geldiğinde. Elindeki cüzdanı açtı ve ekrana doğrulttu. Kendi fotoğrafımla karşı karşıya gelmek duraksattığında, "burdasın," dedi gülümseyerek. "Nasıl evimde sen olmazsın?"
"Ama abi," dedim duygusallaşarak. "Ben seni çok özledim!"
Bir adım sonrasının benim ağlayacak olmam olduğunu anlamış gibi, "sen üniformamı gördün mü?" dedi çocuk gibi ayaklandığında.
Duraksadım, ben cidden abimi hiç üniformalı görmemiştim.
"Göstersene!" dedim heyecanla. "Lütfen lütfen!"
Kocaman gülümsedi, uzaklaştı kameradan. Ona bakarken onunla bir kez daha gurur duymadan edemedim. Zaten büyük bir adamdı benim abim ama bu üniforma içinde kocaman oluyordu, dağ oluyordu. Ona hayran olmamak elde değildi.
O mesleğiyle bu kadar mutluyken onu bundan neden ayırmaya çalışıyorlardı ki?
"Gözlerine yıldızlar kondu yine, öldün aşkımdan." dedi sırıtarak. "Aşırı iyiyim değil mi?"
"Aşırı iyiysin abi! Fotoğraf at çıkarttırıp duvara asacağım!"
Koca bir kahkaha atması yaşanan tüm kötü anları yok etmişti. Koca bir kahkahası biraz önce onu koruduğum için işittiğim onca kötü sözü silmiş, kırılan kalbimin her bir yanını sarmıştı.
O bilmiyordu ancak kahkahası şifaydı.
"Baksana," diye homurdandı gülerek. "Nasıl gitmiş için öyle."
"İlk kez gördüm," diye homurdandı küsmüş gibi. "Tabi bakacağım, ne diyorsun?"
Bir öksürük sesi duyulduğunda bakışlarım mutfak kapısına döndü. Yaman içeriye girdiğinde bakışları üzerimdeydi.
"Hoş geldin," diye mırıldandım abimden uzaklaşarak.
"Masa hazır," dedi abim önümüzdeki masayı işaret ederek. "Oturun ikinizde."
Bakışlarımı Yaman'dan çekmedim. "İşin yok mu senin?"
Gülümsedi. "Var."
"Ee?" diye homurdandım kollarımı göğsümde toplayarak. "O zaman?"
"Burada kalmak istiyorum." Kanıtlamak ister gibi sandalyeyi kenara çekti ve oturdu. "Senin yanında."
Güldüm alayla. "Benim yanımda tabii," başımı salladım. "Sen hep komiktin zaten."
"Şaka yapmadım Naz."
"Bu daha komikti."
Kaşları çatıldı, bakışları abime döndü ancak çok sürmeden geri bana döndü. "Haklısın," diye mırıldandı. "Evet ama-"
"Aması yok haklıyım," sertçe kestim sözünü. Masal anlatmasını istemiyordum, masallarla uyuyacak yaşı geçmiştim. "Beni haklı çıkardın." Dedim üstüne basa basa. "O gün bana bağırdığında bir ihtimal hak verdim sana, çok değil ama bir ihtimal haklıydın. Ne dedim sana? Abi diye fısıldasa ona koşarsın dedim, öyle de oldu. Bundan sonra konuşulacak amanın değeri mi var?"
"Yok mu? Silebilir misin hemen?" Başını iki yana salladı. "Nazlı bayıldı, ondan nefret ediyor gibi duruyorsun ama yanımızda olsan onu kucaklayarak ilk götüren kişi sen olurdun Naz."
"Haber niye vermedin? Hadi baban haber vermedi çünkü haberi yoktu sürprizden ama sizin vardı. Hepiniz biliyordunuz ne için çabaladığımı, niye haber vermediniz?"
Sustu Yaman. İşte haksızdı, haksız olduğu yer burasıydı ve ağzını açıp üste çıkmayacaktı. Haber vermeliydi. Vermemişti.
"Unuttunuz," dedim gözlerinin içine bakarak. "Beni unuttunuz Yaman. Biriniz bile bana dönse tamamdım, koşardım hastaneye, yine görürdüm Akça'ları, geçmiş olsun dilerdim Nazlı'ya, hiçbiri hayatımı mahvetmemiş gibi elinizden tutar çıkardım hastaneden. Girerdim o eve ve saat kaç olursa olsun kutlardım doğum gününü. Dönmediniz, kutlamadık."
Bazı şeyler uzunca anlatılmamalı, kısa yaşanmalıydı. Uzadıkça keser, kestikçe kanatır ve kanadıkça sızlatırdı. Benim yüreğim kesilmişti derince, şimdi kan akıtıyordu.
"Gitme," diye fısıldadı gözlerime bile bakamazken. "Ne olur." Pişman mıydı? Bu saatten sonra olsa ne olurdu?
"Gelin," diye fısıldadım o akşam içimden bin kere söylediğim gibi. "Ne olur artık gelin." Yaman gözlerini sımsıkı kapattığında abimin verdiği sert nefesi duyabilmiştim. "Olmuyor, ne giden geliyor ne de giden gitmekten vazgeçiyor."
Abimin avuçları omuzlarıma kapandı. "Her aile ikinci şansı hak eder," dediğinde başımı iki yana salladım. Etmezdi. Omzumu hafifçe sıktı. "Yeter ki aile olabilsinler Yaman. Siz aileyiz masallarını okurken ona aile demezseniz, ikinci şans dilediğinizde yapacağı tek şey sırtını dönmek olur."
"Simay," dedi ilk kez gözlerimin içine bakıyorken. Onun karşısında Simay'dım, fark etmişti. Akça'ların anlattığı Simay'ın karşısındaki kız olduğunu anlamıştı.
Affetmeyeceğimi, unutmayacağımı anlamıştı.
"Lütfen," dedi bir kez daha. "Lütfen abim."
Bakışlarımı kaçırdım ondan. "Açım ben." dedim abime dönerek. Başını iki yana salladı ve masayı işaret etti. "Otur."
"Yetişmez," dedi Yaman umursamadan devam ederek. "O çiçek yetişmez, biliyorum! Göz göre göre gideceksin, nasıl izin vereyim?! Gitme, kal. Nazlı mı konu? Elimden geleni yaparım, onu seviyorum, her şeye rağmen hâlâ seviyorum evet ama eğer konu buysa dengeyi bulurum. Seni kırmayacak köşesini bulurum ama gitme. Bir şans daha ver."
"Yaman-"
"Yeniden tanışıyor gibi, bir anlaşmayı bahane etmeden bir şans ver bize. Bizimle kalmak mı istemiyorsun? Tamam kalma, bir süre böyle ayrı evlerde kalalım ama bizden uzaklaşma. Konuşalım, anlaşalım, ne zaman bizi görmek istemiyorsan, affedemiyorum diyorsan vazgeçeceğim. Söz veriyorum. Ama gitme."
Bakışlarımı ondan kaçırdığımda aklıma dolan soruyu sormadan sadece kahvaltımı yapmaya başladım.
Ne demek yeniden başlayalım? Hikayeyi başa mı sarıyoruz? Başımı iki yana salladım. Bir hikayeyi kaç kere okursan oku sonu değişmezdi. Adam şans verelim diyor, anlaşma yok diyor, hikayeyi değiştiriyor! Ya sonu farklı olursa? Ya cidden affettirirlerse kendilerini?
Bunu isteyen küçük bir Naz vardı. O tuvale merakla babasını ve kendisini çizen, ellerindeki boya izini annesiyle birlikte bir duvara çıkaran, abisinden saçların çok güzel olmuş cümlesini duymak için saatlerce saçları için çabalayan Naz. Mahir gelsin diye akşam olmasını bekleyen, didişmek için gözleri Ali'yi arayan Naz. Onlarla yeniden çocuk olan Naz.
Onun istediği her şey bir gündüz vakti güneşi söndürmüştü hayatında, şimdi neden o güneş tekrar ışıldamasın ki
✨
"Simay!" diye bağırdı abim salondan. Karşımdaki Yaman ile birlikte mutfakta sessizce kalakalmıştık ve ikimizinde sesi soluğu çıkmamıştı. Öylece duruyorduk ancak onun gözleri üzerimdeydi, hissedebiliyordum. "Telefonun çalıyor!" Ayaklandığımda, "Asaf kim?!" diye bağırdı bu sefer. Adım seslerini duymamla onu zaten mutfak kapısında görmem bir oldu. "Kim bu?"
"Arkadaşım," diye mırıldandım elindeki telefona gergin bakışlar atarken.
Kaşları çatıldı derinden. "Arkadaşın renkleri yeni mi öğreniyor? Yeşil diye mesaj atmış, ne alaka?"
"Ya abi!" dedim hemen çirkefleşerek. "Ben senin arkadaşlarınla konuşmalarına karışıyor muyum?" Telefonu aldım elinden hızlıca. "Yazm işte çocuk, bir şey diyecek belli ki."
"Ne diyecek ya, bıt bıt yazmış, Yeşil demiş bir de." Homurdanarak başını çevirdi yana. "Kim la bu?"
"La mı?" Şaşırarak baktım ona. "Çizginden kaymaz mısın? Ankara'lı oldun bir anda."
"Asaf karşı komşumuzun oğlu," dedi Yaman abimin kıskandığını anladığında. "Sorun yok, iyi çocuk."
"O çocukların arasında var mıydı?" dedi bana döndüğünde. Çocukların eve geldiği günü kastediyordu. "Mutfağa gelen çocuk mu seni izleyen çocuk mu?"
"Mutfağa gelen Nihat'tı," diye mırıldandım sadece.
Abim kısa bir süre sessiz kaldı ancak gözlerini üzerimden çekmedi. Gözlerimi ondan kaçırarak geri oturdum sandalyeye. Telefonun ekranı tekrardan parladı.
Asaf: Yeşil biraz daha cevap vermezsen intihar edeceğim haberin olsun
Dayanamadan cevap verdim.
Siz: Şu an öyle yapıyorsun zaten
Siz: MESAJ ATMA
Siz: Yoksa Yusuf abim seni yüksek tepelerden atacak
Asaf: Yusuf abi seviyor bence beni
Asaf: Bende seviyorum kendisini
Asaf: Ama kardeşini daha çok seviyorum orası ayrı :)
İstemeden gülümsediğimde, "sevgili misin sen bu çocukla?" sorusunu abimden duymam sanki boğazımda bir şey kalmış gibi öksürmeme neden olduğunda benimle birlikte öksürük krizine tutulan Yaman, "siktir oradan!" dedi durabildiğinde. "Abartma lan."
Bakışlarım abime döndü. "Nereden çıkardın bunu?"
"Hani derece yapacaktın, ders diyordun anca, ne oldu ona?" Kaşlarını derince çattı. "Sevgili mi yaptın sen?"
"Şaka değil mi?" dedi Yaman suratıma şaşkınlıkla bakıyorken. "Var mı böyle bir şey?"
"Yok," diye homurdandım. "Değiliz sevgili falan." Yani o biraz salak olduğu için olamadık, evre atlayamadan düştük abi. Flörtten arkadaşlığa bir biz düşeriz zaten.
"Emin misin?"
"Of abi, ahiret sorusu gibi sorup durmasana! Eminim tabii ki." Suratımı astım istemsizce. "Onu sevmiyorum şu an."
"Şu an?" Abimin kaşları havalandı. "Başka zaman sevme ihtimalin mi var yani?"
Gözlerimi devirdim ona. "Aşk bu, ne olacağı belli olmaz."
Yaman kafama vurdu birden. "Ne demek aşk? Önce dersine çalış."
Dik dik baktım ona. "Önce sen dersine çalışsaydın da kardeşin evinde olsaydı." Yüzü anında değiştiğinde abime döndüm. "Sende ötme oradan, aşık olmamak için mesleğini bahane ediyorsun ama aşk dediğin yaş ya da meslek tanımaz abicim. Bunu yakında anlayacaksın."
"Nereden geliyor bu cesaret?" dedi abim şaşkınlıkla. "Yolacağım o saçlarını."
"Aşk bu," dedim şımarıkça. "Kapısına vurmadan kaçtığı tek bir kişi yok bu dünyada."
Abim duraksayarak bana bakmaya devam ettiğinde gülümsedim sakince. Tamam abime bunu anlatmam büyük bir cesaret gibi görünebilirdi ancak anlamalıydı, aşk onunda kapısını çalacaktı.
İyi ya da kötü, nefretle, sevgiyle, öfkeyle ve neşeyle, aşk güzel şeydi vesselam. Üzüldüğüne de değiyordu, sevindiğine de. Hayır, buna değen karşındaki insandı ve Asaf iyisiyle ve kötüsüyle her şeye değiyordu. Kalbimin bir köşesine yer edinmişti ve kalbim amansızca çırpınırken adını sayıklamadan etmiyordu.
✨
*Yazar*
Mahir elindeki kağıtları ne yapacağını bilemiyor gibi elinde tutuyorken ofisinde camdan dışarıyı izliyordu. Günler geçmişti, Naz yoktu, ailesinde neşe yoktu, ikizleri Naz'ı sayıklıyordu ve Selen tüm Akgül'lere trip atıyordu.
Evet, koskoca kadın tüm aileye trip atıyordu.
Kapı tıklatıldı, içeriye asistanı girdi. "Mahir Bey, eşiniz geldi."
Mahir cevap vermeden kadının arkasından Selen çıktı. Kadın sessizce odadan çıkarken Selen, "yoruldum," diye homurdanarak Mahir'in karşısındaki koltuğa oturdu. "Arabayı alsaydım keşke."
"Hoş geldin yavrum," dedi Mahir karısının asık yüzüne eğilip dudaklarına bir öpücük kondurduğunda. "Ziyaretini neye borçluyum?"
"Ablam geliyor," dedi Selen trip atmayı kenara bırakarak. "Babamla kavga etmişler." Mahir'in kaşları çatıldı bu cümleyle. "Doruk'a kızmış babam, ablam da çocuk o diyerek başlayınca babam ikisini de evden kovmuş."
"Babanın ayarı gün geçtikçe kaçıyor," diye homurdandı Mahir. "Gelsinler yavrum, ikizlerin odasını hazırlayalım ablana. İkizler bizimle yatarlar bir süre."
"Ata," diye mırıldandı Selen dudak bükerek. "Naz nasıl? Konuştun mu onunla?"
Mahir başını iki yana salladı. "Yaman gitti yanına."
"Sen?" Selen kocasına kaşlarını çatarak baktı. "Hadi babam toparlanıyor, annem zaten belli kadının tansiyonu yerinde durmuyor ama sen Mahir? Sen neden gitmiyorsun kızın yanına?"
Mahir karısına çaresiz bir bakış attı. "Nasıl adım atacağım? Selen, Nazlı'dan vazgeçmek hiçbir zaman kolay olmayacak ve Nazlı hayatımızdan bir an olsun çıkmayacak. Biliyorum, seçim yapamayız çünkü ikisi de kardeşimiz ama ikisinin de tek istediği var, o da seçim yapmamız."
Selen uzak durmayı bırakarak ayaklandı ve kocasının kucağına yerleşti sakince. Mahir refleksmiş gibi hemen ellerini karısının beline yerleştirdiğinde Selen avuçlarıyla yüzünü kavradı, "Ata," diye fısıldadı. Mahir bu fısıltıyla gözlerini kapayarak derin bir nefes aldı. Bu fısıltı onun her şeyiydi. "Bencillik değil sevgilim," dedi Selen kocasının aklından geçenleri bildiğinden. "Nazlı'dan vazgeçmek bencillik değil çünkü önünüze bakmanız gerek artık. Nazlı ailesinin yanında, size ihtiyacı yok. Hepiniz bunu unutuyorsunuz. Naz var ama bir tanem, onun ailesi sizsiniz, siz tutacaksınız elinden. Nazlı'nın kızma hakkı yok buna."
"İkisini de seviyorum," diye mırıldandı Mahir. "İkisi de kardeşim."
"Ama Naz'ın size daha çok ihtiyacı var." Dedi Selen kocası gibi gözlerini kapatıp alnını alnına yasladığında. "Nazlı'nın birden fazla abisi var, ablası var ama Naz'ın sizden başkası yok. Bunun farkına varın sevgilim, yoksa her şey için geç olacak."
"Olmadı mı zaten?"
Selen gülümsedi. Naz'ın o çiçeği getirmesi bile geç olmadığının kanıtıydı aslında. "Olmadı ama biraz daha ofisinde durursan olacak."
"Seni seviyorum," diye mırıldanan Mahir ile kıkırdadı Selen. Dudaklarını hasret kaldığı dudaklara yasladığında kocasının kendisini anladığını biliyordu.
Naz'ı anlıyordu çünkü bu dünyada belki de en zor şey bir ailen varken ailesiz kalmaktı. Onun elinden tutacak ve ailesini bağıra bağıra gösterecekti. O ailesiz değildi, olmaması için elinden geleni yapacaktı.
✨
*Simay Naz*
Umut insanın elini kolunu bağlıyor ve okyanusun dibine atıyordu. Çırpınamıyordun, sona geldiğini biliyordun, ölmemeyi diliyordun ancak nefesin her geçen saniye kesiliyordu.
Ölüyordun.
Ölmemeyi diliyordum, Çınar'ın attığı mesaj ile hayatımda ilk kez gördüğüm bu eski binaya adım atarken, içimde onun özür dilemesini bekleyen yanımla savaş halindeydim. Son kez konuşalım demişti, ne olur demişti ve ben anlamsızca belki de özür diler diye umut etmiştim.
Çünkü o yapmıştı, üzerime attığı bir iftira ile hayatımı mahvetmişti.
Bir kat daha merdivenlerden çıktığımda, kullanılmayan binada her adımım yankı uyandırıyordu. Kapısı olmayan bir evin girişinde durduğumda içinde duran birkaç eşyayı görebiliyordum. Çınar burayı nereden biliyordu? Ya da nasıl bulmuştu?
"Sonunda geldin," diyen ses omzuma vurarak önden içeri girdiğinde beklediğimin aksine gelen Çınar değil Nazlı'ydı.
Kaşlarım çatıldı, öfkeyle peşinden gittim. "Ne halt yiyorsun sen?"
"Sana sormalı," dedi rahatça. "Asıl ortalığı karıştıran sensin."
Hadi ama, ses kaydı falan alıp beni Akça'lara şikayet etmeyecekti değil mi? Bu kadar aptal olamazdı. Neydim ben? Her yaptığını kanıt olarak sunmak isteyen aptal bir kötü karakter mi?
Bu yüzden kaşlarımı çatarak baktım ona. "Ortalığı ben mi karıştırdım? Aptal, beni medyaya veren sensin!" diye bağırdım. Yüzünde gözle görülür bir bozulma oldu. Aptal, cidden itiraf etmemi bekliyordu. "Ne istiyorsun sen benden?!"
"Oynamana gerek yok, burada kimse yok Naz. Kendini medyaya veren sensin." Başını iki yana salladı. "Nasıl bu kadar ileriye gidebildin, şaka gibisin! Resmen beni kötülemek için kendine zarar verdin!"
"Sabrımı taşırma benim," diyerek üzerine atıldığımda kendini korumaya fırsatı olmadı. Cebindeki telefonu hızla çıkardığımda yanılmamıştım, ses kaydı açıktı.
"Ver o telefonu!" diye bağırdı can havliyle ancak artık çok geçti. Telefonunu duvara fırlatıp kırmak birkaç saniyemi almıştı.
Ona döndüm alayla. "Evet ne diyordun?"
"Allah'ın belası!" diye bağırdı ancak üzerime gelmeye cesaret edemedi. "Nasıl yaptın bunu?!"
"Elif için tırnak parası bile değil, sana yenisini alacaktır." dedim bilmişlikle. "Ama dur, Elif sana telefon değil bir sakız bile almaz çünkü senden nefret ediyor değil mi?" Dudak büktüm. "Ne yazık."
"Sen iğrenç bir insansın," dedi nefretle. "Senden nefret ediyorum."
Omuz silktim. "Biraz özgün ol, ailen daha önce söyledi bunu."
"Geberiyorsun değil mi acıdan?" Güldü. "O kadar iğrenç bir insansın ki seni bırakmışlar, şimdi gerçek yüzünü Mahir abimlerde gördü, ölüyorsun değil mi yalnızlıktan? Kimse kalmadı etrafında, hepsi beni seçti. Hepsi benim için yaşıyor, hepsi benim için adım atıyor. Sen bir hiçsin," güldü. "Canın acıyor değil mi?"
Canı acıyan o gibi görünüyordu. Sessizce izledim, nefretini kusmasını bekledim ancak içimdeki Naz onu anlıyordu.
"Canı acıyan sensin değil mi?" diye mırıldandım ona bakarken. Duraksadı, ne dediğimi anlayamıyor gibiydi ama hayır, anlıyordu. "Canın acıyor çünkü seni herkesin ortasında savunmuşken dört duvar arasında yalnız bıraktılar." Bana da yaptılar Nazlı. Koskoca evde yapayalnızdım.
"Senin yüzünden," diye fısıldadığında başımı iki yana salladım. "Hiçbir zaman anlamayacaksın değil mi? Sorun bizde değil, onlarda. Zihinleri kapkaranlık ve o karanlığa seni de sürüklemişler."
"İyiydik, sen bozdun," dedi nefret eder gibi. Hayır benden nefret ediyordu. "Sen mahvettin her şeyi!"
Bomboş baktım ona, anlamıyordu ve asla anlamayacaktı. "Niye çağırdın beni?"
Cevap verecekti ancak bu yüksek bir ses duyana kadardı. Korkuyla bana yaklaştı. "Ne oluyor?"
"Bizi o kadar güvenli bir yere getirdin ki Nazlı, hiçbir şey olmuyor!" diye homurdandım. "Kal burada bakayım bir."
Koluma tutundu sıkıca. "Gidelim."
Bir çığlık sesi duyulduğunda gerildiğimi belli etmemeye çalışarak başımı salladım. Güvenliğimiz için gitmek daha mantıklıydı. Elinden sımsıkı tuttuğumda düşman olduğumuzu bir anlığına unutmuş gibi daha sıkı kavradı elimi.
Kendim önden giderken onu biraz daha arkama almaya çalışıyordum. Sesler giriş kattan geliyordu. Bir adam küfürler ederek bağırdığında sessiz olmaya çalışarak merdivenlerden iniyorduk.
Geçip gidecektim, yemin ederim sadece geçip gidecek ve daha sonra polisi arayacaktım. Ben karışmayacakrım. Ta ki "Geberdi." Diyen bir başka sesi duyana kadar.
İkimizin de adımları bir mıh gibi yere saplandığında, "yok edin!" diyen bir başka adamın sesini duyduk. Deminden beri küfürler ederek bağıran adamdı bu.
Nazlı arkamda tir tir titrerken ondan farkım yoktu. Yavaş adımlarla gitmeyi akıl ettiğimde Nazlı'nın elini daha çok sıktım. Bu bir uyarıydı, sessizce gitmeli ve abimi aramalıydık. Bir yandan telefonumu çıkarıp abime konum attığımda, Nazlı'nın ani çığlığı yüzünden bende çığlık atmak zorunda kalmıştım.
Onu koruma içgüdüsü ile ona döndüğümde ikimize doğrultulmuş bir silah görmem bir oldu.
"Sana kader ortağım diyordum ama bu kadarı şov değil mi? Doğumlarımız aynı, yaşamlarımız da yalanlar üzerine kurulu, bari ölümümüz farklı olsaydı!" dedim gergince her an ağladı ağlayacak vaziyetteyken. Hayır, korkudan gözlerim zaten dolmuştu ve tir tir titriyordum.
Silahın namlusunda ben vardım ve adam gözünü bile kırpmadan ikimize bakıyordu. Başını yan yatırdı ve biraz önce seslerin geldiği yeri işaret etti. "Yürüyün."
Korkudan kaslarımın kasıldığını bu yüzden hareket edemediğimi söylesem adam kafama sıkar mı?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |