37. Bölüm

36. Hayata Bağlayan Umut

Neseli Gezgin
neseligezgin

İnsan kaç kez doğar, kaç kez yaşar, kaç kez ölürdü? Ben iki kere doğmuştum. Ben Akgül'ler ile tanışana dek aslında doğmamış, yaşamamışım hiç.

Yaşadığımı ise ölümün kıyısında öğrenmiştim. Karşımda eli silahlı bir adam, yerde baygın yatan bir kadın ve yanımdaki Nazlı, ölümün kıyısındaydım.

Çünkü karşımdaki adam elimdeki telefonu hızla aldığından beri silahını sadece bana doğrultmuştu.

"Kız konum atmış," dediği an telefonu hızla yere atıp parçalayan adama korkulu gözlerle bakmadan edemiyordum. Tamam öleceksem tek öleyim bari, Akça'lar ve Akgül'ler Nazlı'yı benim öldürdüğümü bile düşünebilirler çünkü!

Bu haldeyken bile onları düşünmek delilikti.

"Ya ikisininde kafasına sıkacağız-" diyen adamla Nazlı biraz daha yapıştı bana.

"Kes lan sesini, katil miyiz biz?!" diye bağırdı bir diğer adam. Değil misiniz? Abi odanın diğer ucunda ölü gibi yatan bir kadın var ama sen bilirsin.

"Ne yapacağız lan o zaman?"

Adamın bakışları tekrar bize döndüğünde göz göze geldik. Telefonum zaten kırıktı, artık kimseyle iletişim kuramazdım. Nazlı'nında telefonunu da ben kırmıştım, tamamen bok yoluna gidiyorduk. Abi yine yetişirsin değil mi? Sen hep yetiştin bana, yetişemediğini düşündüğün anlarda bile.

"Ölmüş mü harbiden?" diyerek köşede dakikalardır yatan kadını gösterdi adam. "Bak şuna."

Diğer adam -bizi öldürmenin doğru olduğunu düşünen adam- kadını kontrol ettiğinde Nazlı'da bende neredeyse bir bütün olmuştuk korkudan. "Yaşıyor ama biraz daha durursa geberir."

"O ifade veremez," dedi karşımızda duran adam. Yüzünde korkunç bir gülümseme ile bize baktı. "Peki siz?" diye mırıldandı. "Verir misiniz?"

Nazlı hızla başını iki yana salladı. "Vermeyiz, yemin ederim kimseye bir şey anlatmayız!"

Kızın korkudan titreyen sesi adama dürüst olduğunu hissettirmiş olmalıydı ki adamın bakışları bana döndü. Başımı iki yana salladım anlatmam dercesine. İlk işim yanağındaki bene kadar abime anlatmak piç kurusu.

"Lan mal mısın? Hayır dediler diye salacak mıyız kızları?!" diye bağırdı bir diğer adam öfkeyle. Silahını hızla bize doğrulttuğunda Nazlı'yla çığlık atarak birbirimize sokulduk.

"Dur lan!" diye bağırdı birisi. "Ben daha iyisini biliyorum." odanın köşesinde duran kalın halatlar ile bize yaklaştığında bir çığlık daha attık aynı anda.

Adamın tokadı Nazlı'nın yüzünde patladığı an, "Kesin sesinizi!" diye bağırdığı andı. Artık korkudan ağlamaya başladığım kısımda avuçlarım Nazlı'nın yanaklarını bulmuş, bana doğru çevirmişti hemen. "İyi misin?" dedim ağlıyorken. "Bir şey yo-"

Adam ellerimden sertçe tutarak beni geriye çektiğinde halatlardan birini elime bağlamıştı. Çırpınmak aptallıktı, bu yüzden sessizce kaderime boyun eğmiştim. Nazlı da benim gibi düşünüyor olmalıydı çünkü o da çırpınmamış ve nemli yüzüyle yere bakıyordu. Ellerimiz bağlı ikimizde aramızdaki on metre ile yerde çökmüş iken birde odanın köşesinde ölü gibi yatan kadın vardı.

"Öleceğiz," diye mırıldandım kadından gözlerimi çekmeden. Nazlı'dan bir hıçkırık koptuğunda bakışlarım önce halatla sıkıca bağlanmış bileklerime ardından ona döndü. "Senin yüzünden! Aptal!" diye bağırdım öfkeyle, hayır korkuyla. Korkuyordum, abimi istiyordum, ölmeden önce her şeye rağmen Akgül'leri görmek istiyordum. "Bizi buraya sen getirdin, hepsi senin yüzünden, Allah belanı versin!"

"Kes sesini!" diye bağırdı benim gibi korkuyor ve tir tir titriyorken. "Sen itiraf etseydin defolup gidecektik!"

"Koskoca şehirde kafelere sığmadın değil mi geri zekalı!" dedim öfkeyle. Adamlar gitmişler miydi bilmiyordum ama bizi öylece bırakmayacaklarını biliyordum. "Öleceğiz!" yerden zar zor kalktım ve kadına ilerledim, ölmemeliydi. Ya şans eseri hayatta kalırsak ve kadını bizim öldürdüğümüzü düşünürseler? İki ucuda boklu değnekti. "Allah'ım lütfen," diye fısıldadım kadının başucuna çökerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda. "Ne olur yaşasın, ne olur." ne olur yaşayalım, ne olur...

"Kalk," dedi Nazlı başımda sesi de kendisi gibi titriyorken. "Kimse görünmüyorken gidelim!"

"Onu bırakamayız," başımı iki yana salladım. "Ölecek, bırakamayız!"

"Biz de öleceğiz aptal!" diye bağırdı. "Kalk!" Kalkmamak için direndiğimde, "iyi geber!" diye bağırdı öfkeyle. "Ama ben gidiyorum!"

Binanın içine dolan acı koku ile kaşlarım çatıldığında bileklerimi havaya kaldırdım, yüzümü kuruladım. Koku biraz daha yaygınlaştığında Nazlı'nın küfrünü duyabildim zar zor.

"Siktir," dedim korkuyla. "Siktir ateşe vermişler burayı!"

🥹

*Yazar*

"Benden bu kadar," diye mırıldandı Yusuf, karşısındaki Kadir Akgül'e. "İyi misin biraz daha?"

Kadir başını salladı. "Teşekkür ederim oğul," diye fısıldadı. Kırgındı, kızgındı, en çok kendine yabancıydı. "Her şey için."

"Simay bana teşekkür edeceğin bir konu değil," dedi Yusuf yine aynı sertliğine dönerken. "Babasısın, hiçbir zaman inkar etmedim ama bil, bende abisiyim. Ona yaptığım her şey kendime yaptığımdır, benim bir yanımda o olduğundan. O yüzden Kadir amca sen en iyisi bana teşekkür etme. Önce sağlığını sonra da kardeşimle aranı düzelt."

"Ben bana emanet ettiğin çiçeğin boynunu büktüm," dedi Kadir yorgun bedenini kasanın arkasındaki sandalyeye atarak. İyi olmadığını iddia ederek hava alacağım adı altında bakkala kaçmıştı. "Şimdi yeşerteyim diye elime bir çiçek bıraktı, kendini yine ellerime bıraktı ama ben nasıl toparlayacağım bilmiyorum."

Yusuf'un yüzünde kırık bir gülümseme oluştu. "O çiçek bu koşullarda yetişmez," dedi Yaman'dan öğrendiği çiçeğin özelliklerini beyninin bir köşesinde tutuyorken. "Simay sana o çiçeği verirken bunu biliyordu, sizinde yetiştirmek için can atacağınız için araştıracağınızı da öyle. Onun tek istediği çaba. Çabaya, sevgiye ve güvene aç bir çocuk var karşınızda, hala fark edemediniz mi?"

Kadir sessiz kaldı. Kırmadan, kırılmadan nasıl sevilir bilmiyordu. Her şeyi bir ipin üzerinde tutmaya çalışıyordu ancak ya Nazlı kayıyordu ellerinden ya da Naz. O bir babaydı, nasıl vazgeçerdi iki kızından da?

"Sana birinden vazgeç demem," dedi Yusuf empati kurmaya çalıştığında. "Babalık denen şey nasıl bilmem ama ben çok çocuk gördüm Kadir amca. Yedi kat ellerdi ama bazı geceler onların derdi ailemden daha da yoldaş oldu bana, bir o kadar dertlendim. Askeriyede dolu, çoluğu çocuğu var adamın, kızı arıyor saçlarım dökülmeye başladı diye, gecenin bir yarısı dolaştık eczane eczane, kızının saçı dökülüyor diye krem aradık. Velhasılkelam, ben bilmem baba olmayı da, nasıl hissettirdiğini de. Baba değilken bile böyle hisettiysem ben, senin omzundaki yükü anlamam da, kaldıramamda. Ama sende hiçbir şeyi kalmamış o kız çocuğunu anlayamazsın. Nazlı kızın eyvallah, benimde kardeşim ama onun arkasında dağ gibi duran Akça'lar varken sen Simay'ı kimsesiz bıraktın."

"Ben-" diye açıklayacaktı kendini Kadir ancak sözünü kesti Yusuf. Saygısızlıktı yaptığı ancak konu Simay'sa saygıyı da atmıştı lügatından. "O gün Simay böyle düşündü, bu evden çıkarken böyle hissetti. Sen nasıl açıklarsan açıkla kendini, o o akşam kendini kimsesiz sandı, sende düzeltmedin." karşısındaki adama fazla yüklendiğini düşünerek boynunu eğdi, "dikkat et kendine," diye mırıldandı. "Daha durmayayım ben, Simay evdeydi en son."

Kadir cevap vermedi, Yusuf'ta cevap beklemiyordu zaten. Bu yüzden döndü arkasını çıktı bakkaldan. Kafası kazan gibiydi, çok yorulmuştu. Fiziksel değildi yorgunluğu. Hem iki hafta izinli oluşu hem de burada olanlar kafasını şişirmişti de şişirmişti.

"Al işte Yusuf efendi," diye homurdandı kendi kendine. "Yaş otuz beş ama on beş gibi kalakaldın."

Çok düşünmek istemedi, düşününce işin içinden çıkamıyordu. Olan olmuş giden gitmişti, kendisi kalmıştı bir de kardeşi. Düşünülecek çok da şey yoktu aslında.

"Yusuf!" diye seslendi bir kadın kendisine. Arabasına ilerleyen adımları durdu, evinin bahçesine çıkmış olan kadına döndü. "Gel gel!"

"Tövbe yarabbim," diye homurdandı Yusuf. Ona kalırsa bu kadın kafadan kontaktı. Ali Baran ve Naz'ın konuşmalarından duyduğu kadar kadının tüm Akgül'lere trip attığını öğrenmişti. "Efendim?" dedi bahçe kapısına yaklaştığında.

Selen gülümsedi sakince. "Ispanaklı pasta yaptım. Geçen yaptığımda Naz çok sevmişti, bir tabak hazırlayayım da ona da götür, beraber yersiniz olur mu?"

Yusuf inanamaz gibi güldü. "Bizim kız mı sevdi? Hem de ıspanaklı pastayı?" Naz ıspanağın olduğu her şeyden nefret ederdi. "Emin misin sen onun Simay olduğuna?"

Selen ters ters baktı ona. "Ne varmış? Sevdi tabii kız."

"Öyle değil, Simay nefret eder ıspanaktan," diyerek açıkladı Yusuf kendisini. "Şaşırdım sadece."

Selen bir şey olmaz dercesine elini salladı havada. "Ben bir getireyim de sen bak, nasıl yiyor Naz. Bekle burada geliyorum şimdi."

Yusuf onu ikna edemeyeceğini bildiğinden değil, Naz ıspanaklı pastayı yiyecek mi diye merakla bekledi bahçenin önünde. Kapıyı açıp bahçeye adımlamayı düşünmemişti ancak bu ona koşturarak gelen Defne'yi görene kadardı.

"Yusuf!" dedi sevecenlikle. Yusuf onu görür görmez kapıyı aralamış, bahçeye adımlamıştı. "Yusuf gelmiş!" Defne hızla onun üstüne koştuğunda Yusuf onu eğilerek kaldırmış ve kucağına almıştı.

Defne bu ani hareketle kıkırdamıştı. "Çok özledim seni!"

Yusuf uzun zaman sonra sahiden gülümsedi. "Bende seni özledim fıstık," dedi saçlarına bir öpücük kondururken. "İkizin nerede?"

"Doruk'la oynuyo'," çatık kaşlarla hemen şikayete geçti Defne. "Beni aralarına almıyorlar Yusuf!"

Doruk ve Ömer, Defne'nin sesini duyduklarından merakla bahçeye çıkmışlardı. Ömer Yusuf'a her zamanki gibi çatık kaşlarla bakarken Doruk büyük bir merakla bakıyordu. Adam koskocamandı! Başını geriye atması gerekiyordu ona bakabilmek için, gerçekten dünya kadardı adam!

"Kardeşimi bırak!" diye bağırdı Ömer hızla koşup Yusuf'un bacaklarına vurmaya başladığında. "Bıraksana!"

Yusuf onun kardeşine olan düşkünlüğüne gülümseyerek Defne'yi yere indirdiğinde, "sana da merhaba Ömer," dedi gülümseyerek. "Özlemişim seni."

Ömer kaşlarını çattı. "Ben özlemedim!"

Güldü Yusuf. "Olsun ben özledim seni."

"Beni de özledin mi?" dedi Defne hemen ona sırnaşarak. "Ben seni özledim!"

"Hepinizi özledim tabii ki," dedi Yusuf bir kez daha kocaman gülümsediğinde. Bakışları onu merakla izleyen çocuğa döndü. Çocukların boyuna eğilmiş, onlarla göz kontağı kurarak konuşuyordu. "Merhaba," dedi elini uzattığında. "Tanışmak ister misin?"

Doruk koskocaman olan adamın bir anda elini ona uzatmasını hiç beklemiyordu, kocaman açtığı gözleri ile şaşkınlıkla bakıyordu ona.

"Doruk'cuğum," diyen Selen yanında ablası ile birlikte onların yanına gidiyordu. "Yusuf abin, Mahir abinle kardeş sayılır. Onunla tanışabilirsin."

Doruk emin olmak ister gibi annesine döndüğünde Yusuf'un bakışları Selen'in yanındaki kadına döndü. Beyaz teni ve kıvırcık olan açık kumral saçları Yusuf'un kısa bir süre ona bakakalmasına neden olsa da kendini toparladığında kadından hızla bakışlarını çekmişti. Kadının oğlu vardı, belki de evliydi, dikkatli bakması yanlış anlaşılabilirdi.

Kadın oğluna gülümseyerek başını salladığında Doruk, Yusuf'un hâlâ havada olan elini tuttu. "Doruk ben," dedi peltek konuşuyorken. "Altı buçuk yaşındayım."

Yusuf ona gülümsedi. "Yusuf bende, otuz dört buçuk yaşındayım."

"Kocamansın!" dedi Doruk kendini tutmak istemeyerek. "O yüzden demek ki..." diye devam etti. Annesine döndü, onu onaylamasını bekledi. "Değil mi anne? O kocaman değil mi dedem gibi?"

Selin zar zor gülümsedi babasını hatırladığında. Çocukların karşısında çökmüş olan adama bakmadan başını salladı. Cevap vermezse oğlu hemen kırılıyordu, onu kırmak istememişti.

"Yusuf tanıştırayım, ablam Selin. Bu küçük beyde yeğenim Doruk." Yusuf olduğu yerde doğrulduğunda Selin ile göz göze geldi. "Abla," diye devam etti Selen. "Yusuf'u zaten tanıyorsun, sana anlatmıştım."

Başını salladı Selin, hatırlıyordu. Olanlardan haberi vardı elbette ancak kendi hayatı çok daha çalkantılı olduğundan yorum yapmaya fırsat bulamamıştı.

"Tanıştığıma memnun oldum," dedi Selin küçük bir baş işareti ile. Yusuf da aynı şekilde baş işareti verdiğinde telefonuna bir bildirim düşmüştü. Bunun Simay'dan geldiğini biliyordu. Simay kendi mesaj sesini değiştirmişti çünkü.

"Ben alayım onu," dedi Yusuf Selen'in elindeki poşeti alırken. "Teşekkür ederim tekrardan."

"Asıl ben teşekkür ederim," dedi Selen gülümseyerek. "Naz ile bir gün gelin olur mu? Hem onu görürüm hem de çocuklar seni de özledi."

"Simay'ı ikna edebilirsem," dedi sadece. "İyi günler."

"İyi günler sana da."

Yusuf hafif bir baş işareti vererek bahçeden çıktığında poşeti tek elinde tutarken diğer eliyle telefonunu çıkardı cebinden. Ekranda Naz'ın attığı konum işareti görünürken kaşları çatıldı. Unuttuğu bir planları mı vardı?

Arabaya bindiğinde ıspanaklı pastayı sağ koltuğa koydu. Ona kısa bir bakış attı. Naz harbiden yiyecek miydi bunu? Güldü kendi kendine. Konumu açtı, kız kardeşinin yanına gitmek için arabayı çalıştırdı.

Arabayı sürerken bir yandan da Naz'ın gazabından korunmak için bir planları var mıydı hatırlamaya çalışıyordu. Yoktu, Naz onu evde bekleyecekti. Bugün evden çıkmak istemediğini söylemişti. Şimdi neyin nesiydi bu konum?

Saniyelerin dakikaları kovaladığı süreç yirmi dakika da bittiğinde Yusuf geldiği yerin kalabalıklığı ile duraksadı. Mahalle arasında, büyük bir kalabalık vardı.

Karşılarında yanan eski binayı izliyorlar, müdahale etmeye çalışıyorlardı.

Arabadan hızla indiğinde kalabalığın içinde Simay'ı aradı gözleri. "Simay!" Diye bağırdı kalabalığın içinde. Kimse ona dönmedi, Naz'ı bulamadı gözleri. "Simay nerdesin?!"

"Yusuf abi!" Ağlayarak kendisine seslenen kızı tanıyordu. Nazlı gözyaşları içinde kendisine koşturduğunda onun yanında bir Naz görmeyi bekledi ama yoktu. "Abi Naz içeride!"

Bakışları cayır cayır yanan binaya döndüğünde bir an düşünmedi, girebildiği ilk boşluktan içeri girdi. Duman öyle hızlı dolmuştu ki ciğerlerine bir an Naz'a bağıramayacak sandı. "Simay!" diye bağırdı gücü yettiğince. "Simay neredesin?!"

"Abi!" Seslenişini duydu zar zor. Adımları sesin kaynağına gittiği an üstündeki ceketi burnuna tutmaya çalışan Simay'ı gördü. Elleri bağlıydı, yerde yatan bir kadının başında oturuyordu. "Abim!" dedi yanına eğildiğinde. Ellerini hızla çözdü. "Gel abim, iyisin, iyisin kalk."

"Abi onu kurtar," dedi Naz ağlıyorken. "Abi ölecek, yarası var yardım et!"

"Tamam!" dedi Yusuf kadını bir an beklemeden kucakladığında. "Sende tutun bana, kalk Simay!" Simay öksürerek ayaklandığında abisine tutunmaya çalıştı. "Dikkatli ol, duydun mu? 20 saniye Naz, 20 saniye tutun bana abim."

Dışarıda kopan çığlıkları duyuyordu Yusuf. Kollarındaki bedenin yüküyle koluna tutunmaya çalışan bedenin yükünü normalde hissetmezdi ancak öyle bir durumdaydı ki yükü bir değil bin hissediyordu.

Alevlerin arasından zar zor çıkabildiğinde kadını ilk güvenli bulduğu yere, ambulansın sedyesine yerleştirdiğinde bir başka hemşirenin baktığı kız kardeşine ilerledi. "Simay'ım, abim!" Yanına çöktü, yüzünü elleri arasına aldı. "Geçti abim, bitti, yemin ederim bitti. İyisin, iyisin abim!"

"Geldin," diye fısıldadı Simay. "Sen hep geldin abi," gülümsemeye çalıştı ama dudakları hareket bile etmemişti. "Teşekkür ederim." diye fısıldadı.

"Abim-" diyordu ki Naz'ın gözlerinin kaydığını fark etmesi ile birlikte hemşire onu hızla itmiş, gözleri çoktan kapanmış olan kıza müdahale etmişti.

Kırk kişi gelse deviremezdi koca bedenini, bir çift gözün kapanması kendisiyle beraber yaşadığı dünyasını da karartmıştı, kimsenin haberi yoktu.

😭

*Simay Naz*

Geçmiş ile gelecek arasında sıkıştığında ve ciğerlerine dolan isle nefesin kesildiğinde düşündüğün tek şey sevdiklerin oluyordu. Onları en son görüşün, onlara söylediğin son söz, onların kokusunu soluduğun son an...

Ve onlarsız kalacağın, öleceğin gerçeği...

Hıçkıra hıçkıra ağlarken ve kadının uyanmayacağını bile bile uyanması için Allah'a yalvarırken yalnız değilim düşüncesi öyle bir yapışmıştı ki yüreğime, zihnime, ruhuma, ayaklanıp gitmeyi düşünmemiştim bile. Çıkabilirdim Nazlı gibi elimdeki halatları umursamadan, ama ya o da benim gibiyse düşüncesiyle baş ucundan kalkmamıştım. Korkma, ben de yalnız kalmaktan ve yalnız ölmekten çok korkuyorum. Beraber öleceğiz.

Nefes alamadığımı ve göğsümün nefes alma ihtiyacı ile yukarı kalktığını hissettiğimde, "ne oluyor?!" diyen sesi duydum zar zor. "Nefes mi alamıyor? Ne oluyor?!"

"Odadan çıkın!"

"Ciğer... Ciğerinde problem vardı, o mu nüksetti? İyi mi?" Kekeleyen sesi tanıyordum. Abi demek istedim. İyiyim, buradayım ve sen yetiştin. Senin sayende.

Diyemedim.

"Ahsen hasta yakınlarını dışarı çıkar!"

"Naz," diye fısıldadı babam. "Babasının nazlı bebeği," başıma bir buse kondurdu. "Birkaç saat görmedim sadece, nasıl özlemişim o menekşe kokunu." Anlamsız mırıltılarla gelen sese sırtımı döndüğümde kıkırdayarak belime sarılan koca eli hissetmiştim. "Uyu babam, çok uykusuz kaldın. Artık hep böyle huzurla uyu."

"Naz buradayım! Abim, geldim, yemin ederim yanındayım!"

Biliyorum Mahir abi, bu sefer yanımdasın ama ben senin yanında kalamayacak kadar yorgunum.

"Beyefendi odadan çıkın!"

"Buradayız! Gitmiyoruz, buradayız. N'olur Simay, n'olur..." ses gittikçe kısıldığında Yusuf abime yalvarmak istedim, sesini biraz daha duymak istedim ama gördüğüm silüet bana gülümsemeye başladığından duraksamıştım.

Bu oydu, yerde yatan kadındı. "İkimizi de kurtardın," diye fısıldadı. "Ben kalktım senin sayende. Uyan sende."

Başımı iki yana salladım. "Çok yorgunum."

"O halde dinlen," dedi gülümseyerek. "Fazla tembellik etme ama, seni bekleyen çok insan var."

Başımı iki yana salladım yine. "Bir tek Yusuf abim var," diyebildim, devam edemedim. O devam edebilir, fazla uyumaktan zarar gelmez diyemedim.

Bu sefer başını sallayan kadındı. "Ailen var," dedi gülümseyerek. "Bekleme, uyan."

"Ailem yok." Kadına sırtımı dönerek hiçbir şey göremediğim karanlığa adımladım. Beni bekleyen bir Yusuf abim olurdu ancak ona da gidemeyecek kadar yorgundum.

"Hastayı kaybediyoruz!"

"Ender hocayı çağırın!"

"Acele edin!"

"Naz!" Attığım adımlar bir bıçak gibi kesildiğinde arkama, bana seslenen adama döndüm. Ailesinden birkaç adım önde, gözleri yüzümdeyken bana sesleniyordu. "Babasının bebeği," gülümsedi. "Nereye?"

"Gitmem gerek," diye fısıldadım yüreğime konan ağırlıkla. "Çok yoruldum."

Eşinin yanına adımlayan kadın başını iki yana salladı. "Beraber dinleniriz, geri dön."

"Sevemeyeceksiniz," diye fısıldadığım an bir adım geriye attığım andı.

"Hasta yanıt vermiyor!"

Bir adım daha attığım an sırtımın bir göğüse sertçe çarptığı andı. "Severim, severiz, hep sevdik," diye fısıldadı. "Geriye değil ileriye adım at, kaybetmeyeceğiz."

"Yaman abi," diye mırıldandım sırtım onun göğsüne yaslıyken ve yüzüm ailesine dönükken. "Çoktan kaybettik."

"Kaybetmedik," diye fısıldadı karşımda dikilen adam. Avuçlarında büyüyen çiçeği havaya kaldırdığında parlayan sarı yapraklar görmemle ayakta duramadım, dizlerimin üzerine çöktüm. "Yetiştirdim, sözümü tuttum ve benim nazlı bebeğim, evine dönme zamanın."

"Hasta döndü! Maskeyi takın!"

"Hastanın değerleri yükseliyor hocam!"

Çiçek filizlenir, yetişir ve solar. Çiçekler çaba ve sevgiyle büyür, birisini kestiğinde ise ölür. Vereceğin suyunda, güneşinde faydası olmaz. Çiçek toprağında ölmeden önce sana son söylediği şey dilendiği bir gram sevgidir. Dilediğini vermezsen eğer solmasını engelleyemezsin.

😭

Ölümü dileyen bir insan yaşadığını anladığında sevinmez, hayalkırıklığına uğrar. Başaramadım mı ya diye dertlenir, hayatın ona verdiği ikinci şansı görmez.

Ölümü dilememiştim ancak biliyordum ki çöktüğüm yerde, nefes alamadığım anlarda ölümü beklemiştim. Gitmek de kalmak da benim tercihimdi ve ben kalmayı seçmiştim. Ölmeyi.

Gözlerimi araladığımda başucumda Seher Akgül'ü görmek duraksamama neden olmuştu. O neden buradaydı? Hayır yanlış soru, nasıl haberi olmuştu?

Başucumda otururken başını dirseğine yaslamış bir halde uyukluyordu. Yüzü nemliydi, yeni uykuya dalmış olmalıydı. Doğrulmak ve odadan çıkmak istedim bir an ancak bu bir andı işte, bedenimi kaldıramadım, belki de kaldırmak istemedim ancak uzanmaya devam ettim. Uzandığım her saniye ise gözümü annemden ayırmadım.

Kaç dakika geçti bilmiyorum, gözlerim yine kendi kendine kapanmak üzereyken kapının açılma sesini duydum. Zar zor araladığım gözlerimle gördüğüm yüz şüphesiz babamdı.

"Bebeğim," diye fısıldadı gözlerimi açık gördüğünde. "Sonunda babam," başucuma gelip dudaklarını saçlarıma bastırdığında aldığı derin nefesi ciğerlerime çekmiş gibi nefesle doldum. "Allah'ıma bin şükür," diye fısıldadı. "Seni bana bağışladı."

Birkaç kez öksürerek doğrulduğumda, "su verir misin?" diye mırıldandım. Sesim pürüzlü çıkmıştı ancak o beni anlamış, hemen su uzatmıştı.

"Doktorunu çağırayım," dediğinde ise hiç beklememiş, odadan çıkmıştı. Kapıyı kapatmadan önce, "uyandı!" diye bağırdığını duyabilmiştim.

Yorgunlukla başımı geriye attığımda babamın bağırışından dolayı olsa gerek gözlerini aralayan annem bana bakmış, önce uyandığımı algılayamamış olsa gerek birkaç saniye göz göze kalmıştık.

Gözlerini sımsıkı kapattı ve geri açtı. "Uyandın," koltuktan hızla kalkıp boynuma atıldığında yorgun bir gülümseme dudaklarımda ben istemesemde filizlenmişti. Sanırım bana sarılmasını özlemişim.

"Annesinin biriciği, nur yüzlüsü," sayısını hesaplayamadığım öpücüklerini birer birer saçlarıma kondurdu. "Açtın ya gözlerini, gördüm ya yeşil boncuklarını, Rabbim canımı alsada ses etmem."

"Deme öyle," diye fısıldadım bir elimi kaldırıp beline doladığımda. Ölümle burun buruna gelmek çok kötüydü, ölüm çok daha berbat olurdu anne. "Ölme, niye ölesin?"

"Ölmem annem," dedi daha sıkı sarılırken. Sanki kendi elindeymiş gibi söz verdi, daha sıkı sarıldı. Şimdi bıraksa gidecekmişim gibi bir an ayrılmadı benden.

Ses etmedim, haftalardır onun kokusuna muhtaç kalmıştım ve şimdi ben ona sarılamasamda onun beni sarması kendimi iyi hissettirmişti. Ali Baran beni sarıp sarmalayan bir annem var, inanabiliyor musun? Ben inanamıyorum, sanki şimdi odadan çıkacak ve Nazlı'ya koşacak. Ama olsun, şimdi sarıyor ya kolları beni, hissettiriyor ya şefkatini, ben buna da razıymışım aslında.

Doktor odaya girdiğinde ve onun arkasından bir dolu insan odaya daldığında her birinde gördüğüm endişeli yüz şaşkınca onlara bakmama neden oldu.

Bundan çok daha kötüyken ve un çuvalı gibi yattığım yerden kalkamıyor, deliliğe ve ölüme bir adım yaklaşıyorken yalnız başıma kaldığım dört duvar, bu kadar insanı içine sığdıran bu anı görseydi sanırım dile gelir ve hıçkıra hıçkıra ağlardı.

 

😭❤️

*Yazar*

Mehmet Akça kendisinden emin attığı her adımda karşısına çıkacak hiçbir Akgül olmadığını bilmenin rahatlığı ile koridorda ilerlerken aklına getirmediği tek isim Yusuf Akça'ydı. Naz'ın kapısında bekleyen, onu görür görmez düşman görmüşçe savunmaya geçen, düşmana bakar gibi öfkeyle bakan oğlu.

"Ne yapıyorsun burada?!"

Mehmet Akça rahatça omuz silkti. "Geçmiş olsun diyeceğim, ne dikiliyorsun karşımda böyle? Babanım ben senin Yusuf!"

"Benim babamsın, onun değil!" dedi Yusuf bir adım daha ona yaklaştığında. "Dört duvar arasını bana zehir edebilirsin, ona değil!"

Yüzünü buruşturdu Mehmet Akça. "Ne bu şimdi? Çekil önümden Yusuf!"

Aralarında birkaç adım kalmışken gözlerini babasının gözlerinden çekmedi Yusuf Akça. Bu adam neyin peşindeydi? "Niye geldin?" Mehmet Akça ağzını açacaktı ki yüzünü buruşturdu Yusuf. "Sakın geçmiş olsuna falan deme, yemiyorum ben onları. Geçmiş olsun diyecek adam kendi evinde yerle bir ettiği kız çocuğunu iyileştirmeye çalışırdı önce."

"Kabul et ya da etme, babasıyım ben onun." Dişlerini sıktı Mehmet Akça. "Yoksa kardeşini de sen mi dolduruyordun bize karşı? O yüzden tıpkı senin gibi uyumsuz bir çocuktu değil mi?"

"Aklınca onu tehdit edeceksin, ifade vermesin diye." Yusuf alayla gülümsedi. "Deneme bile. Simay o ifadeyi verecek."

Mehmet Akça amacının anlaşılması ile sinirlendiğinde, "onun aklına girme Yusuf, siz zararlı çıkarsınız!" diyerek yükseltti sesini. "Duydun mu beni? Açmaya çalıştığın o davayı unut!"

"Çünkü seni de alırlar değil mi?" Sesleri ile koridorda ona dönen birkaç kişi dışında kimse yoktu. "Çünkü sende sakladın! O herifin çocukları denek gibi kullandığını da, üç çocuğu da öldürdüğünü biliyordun!" Yusuf hayatında ilk kez bu kadar aklının başından gittiğini hissediyordu. Ondandır ya, birkaç saniye sonra babasını yakalarından tutmuş bir halde duvara yaslıyken bulmuştu. Mehmet Akça Yusuf'un gücünü ilk kez görüyordu, ona karşı koyamamıştı. "Sen bunu bile bile kardeşime o ilaçları içmesi için baskı kurdun, senin o orospu çocuğundan farkın mı var lan?"

"Bırak yakamı," dedi sadece. "Pişman olacağın şeyler yapıyorsun Yusuf."

"Ben hayatımda ilk kez pişman olmayacağım belki de." Tiksinir gibi bıraktı babasının yakalarını. "Simay şikayetçi olsun ya da olmasın ben seni bu süslü hayatında yaşatmayacağım baba, duydun mu beni? Şimdi git ailenin yanına, kardeşimden de uzak dur."

Yusuf ona sırtını dönerek odaya geri girmek üzereyken onu duraksatan babasının sesi olmuştu. "Reddederim lan seni!" Tepki vermedi, dümdüz önündeki kapıya baktı Yusuf. "Mirasının bir lirasını bile alamazsın!"

Diğer çocuklarına bırakacağı bir miras kalacağını zannediyordu. Babasına dönmedi ancak onu sinirlendireceğini bile bile güldü. Kısıktı gülümsemesi ancak gün gelecek, Mehmet Akça kafasının içinde daha yüksek duyacaktı bu gülüşü. Duyacaktı ve her şeyini kaybettiğini işte o an anlayacaktı.

Simay ise bu gülüşle beraber dudaklarında kin ile beslenen gülümsemeyi durduramadı. Dakikalardır duyduğu konuşmaları zihnine kazıdı ve sessizce mırıldandı: "Ben ölmedim, sen ölmek için yalvar."

🤤

*Simay Naz*

"Abiniz çocukluğunuzda yaşadığınız sağlık sorunundan bahsetti Simay hanım ancak içiniz rahat olsun hiçbir problem yok." diyen doktor bir yandan da abim ve babamın gözünün içine bakıyordu. İkisi de, hatta tüm aile üyelerimin haberdar olduğu andan itibaren sordukları tek şey ciğerlerimde bir sorun olup olmadığıydı. Yoktu.

"Tekrar nüksetme gibi bir durum yok değil mi? Simay bu yüzden aylarca hastanede yattı, tekrarı olacak mı?" Yusuf abimin her kelimesinde her Akgül üyesi bir bana bir de doktora bakıyorlardı endişeyle.

"Testler yapıldı, size anlattım," dedi doktor bıkkınca. "Hastamız gayet iyi, dilerse taburcu olabilir. Sadece dün gece gözetimimiz altında kalması gerekiyordu, onu da sorunsuz atlattı. Hiçbir problem yok."

"Peki biz çıkış işlemlerini yapalım," diyerek Yusuf abim ile birlikte odadan çıkan doktor, Akgül ailesi ile baş başa kalmama neden olmuştu.

"Sormak istemiyorum ama merak ediyorum," diyen Ali Baran sanki bu anı bekliyor gibi başucuma gelmişti hemen. "Senin orada ne işin vardı Naz? Orası tekin değil, bir kere bakan zaten girmez o sokağa, sen nasıl girdin?"

Bakışlarım diğerlerine dönmedi ancak hepsinin de bana baktığını hissediyordum. "Nazlı çağırdı," bir sessizlik odaya hakim olduğunda, "inanmıyorsan telefona bak." dedim inatla gözlerimi Ali Baran'dan çekmeden. Ali Baran'a değil, Nazlı'ya inanacaklarını bildiğim diğer Akgül'lere söylüyordum bunu.

"Gerek yok," diyen Mahir'in sesi Ali Baran'ı gülümsettiğinde Ali Baran, gördün mü dercesine baktı gözlerime. Sana inanıyoruz, bir başkasına değil.

Zahmet oldu sanki Ali Baran, Nazlı'ya inansaydınız birde?

"Annem," ne ara başucuma geldiğini anlamadığım kadın irkilmeme neden olduğunda korktuğumu anlamış gibi saçlarımı okşamaya başladı. "Biliyorum bize kırgınsın, kızgınsın ancak iyileşene kadar eve gelsen-"

"İstemiyorum." Direkt kendimi geriye çektiğimde saçlarımı okşayan eli boşluğa düştü. "Oldu ve bitti, iyiyim ben."

"İtiraz kabul etmiyorum." babama baktım hayretle. "Bakma öyle, eve geleceksin."

"Gelmeyeceğim." dedim inatla gözlerinin içine bakarak. "Zorla mı götüreceksin?"

Rahatça omuz silkti. "Yusuf abin evde tek başına kalmana izin vermeyecektir, mecbur geleceksin."

İyi insan lafın üzerine sözünü doğrulamak ister gibi odaya giren abim, "hastaneye o kadar alışmışım ki hemen hallettim ya," dedi rahatça bana döndüğünde. "İyi misin yavrum?"

Kaşlarımı çatarak bir çocuk gibi onları işaret ettim abime. "Onlara mı gideceğiz?"

Bir bana bir de babama baktı. Mahir'in sırıtan suratı ile birlikte başını salladığında, "siz çıkın isterseniz," dedi yanıma adımladığında. "Arabaya geçin, biz geliyoruz."

Onlar beklediklerini içeren birkaç cümle kurarak dışarı çıktığında, "abi!" diye bağırdım inatla. "Ne gitmesi Allah aşkına ya?!"

Kaşları çatıldı. "Sesini yükseltme!"

"Sorun bu mu? Onlara gitmeyeceğim!" bağlı olduğum bir serum ya da cihaz yoktu, böylelikle kolayca kalkabilmiştim yataktan. "Nazlı git-"

"Vuruldum," sözümü tek kelime ile kestiğinde bir an duraksadım, anlamamış gibi baktım ona. "Bakma öyle, yaralandım, izni o yüzden verdiler. Sizi oradan çıkardığımda dikişlerim açılmıştı, hastanede Mahir fark etti. Annen de durmadı," bu ona da garip geliyormuş gibi duraksadı. "İkimize de iyileşene kadar o bakacakmış, kurşun yarası deyip geçmeyecekmişim."

Bu beni de duraksattığında yeni fark ettiğim bu gerçek yüzüme bir anda çarpmıştı. Abimi de benimsemişlerdi. Evet ben onların kanındandım ama abim bir Akça'ydı ve onlar bunu umursamadan onu da sevmişlerdi.

Abi hem yaralıyor hemde yaramızı sarıyorlar, aile demek böyle bir şey mi?

"Abi," diye mırıldandım yanına küçük adımlarla gittiğimde. Kollarımı beline dolarken başımı da göğsüne yasladım. "Onları çok özledim," diye fısıldadım ancak biliyordum ki o duymuştu. "Özledim ama korkuyorum."

"Biliyorum," saçlarıma bir buse kondurdu. "Bir de böyle deneyelim abim, öyle ya da böyle, olacaksa da olmayacaksa da yanındayım. Bir de böyle deneyelim."

"Ama Nazlı-"

"Bunu seninle konuştuk," dedi sakince, bir çocukla konuşur gibi anlayışla. "Onlar bir ebeveyn, anne ve baba olmak-"

"Çocuk olmak çok daha kötü," diye homurdandım sözünü keserek. "Tamam ikimizde çocuklarıyız ama ben niye ailesiz gibi hissediyorum? Nazlı çok şanslı!"

Kafama vurdu rastgele. "Eşek ben neden buradayım?"

"O anlamda demedim!"

"Kes," bir kez daha vurdu. "Kesende şanstan bol ne var, ver bir şans daha."

"Abi," dedim yine durularak. "Eve dönme zamanım mı?"

"Ne?" anlamadığı ses tonundan bile belliydi.

"Hiç," diye fısıldadım. "Hiç abi."

Eve dönme zamanı mıydı bilmiyorum ancak eve uğrama zamanıydı, onu biliyordum. Dinlenecektik. Dinlenecek ve toparlanacaktık. Sonrasını Allah bilirdi. Her cephede savaş vermek yorucuydu, en azından kısa bir sürede olsa aileme kavuşmalıydım. Her şeye rağmen.

🥹

*Seher Akgül*

(Beklemiyordunuz dimi, bende beklemiyordum xuemcoeöoc)

Bir evet, bir ömür, birden fazla düşüneceğin can, aslında canın. Ailemin olmadığı zamanlarda elimden tutan adamla beraber yalnız kaldığımda, her şeyden bihaber ve cahilken hastanede öylece uzanır halde, "hamileymişim," cümlesiyle başladı aslında benim ömrüm. Mahir'im, ilk göz ağrımla başladı, Yaman'ımla, Ali'mle devam etti ve içimdeki o kız çocuğu sevgisi bir ukde kaldı.

Erkek çocuk kız çocuk ayırt etme evlat evlattır, dedim hep. Canın işte, ömrünü vereceğin üç yavrun, kızı erkeği mi olurmuş bunun?

Ama içimde giderdi diğer kız çocuklarına. İzlerdim, ne bilecektim o kız çocuklarını izlerken bile dünyalar güzeli bir kızımın olacağını?

"Kadir!" demiştim elim ağzımda, içerideki çocuklarım duymasın diye sessizce. "Ben gecikmiştim."

"Dur," demişti olduğu yerde yalpalarken. İhtimali bile heyecanlandırmıştı onu, geçmiş zaman ile konuştuğumu fark etmemişti. "Dur yavrum, sen bu ara çok düzensizsin zaten, ondandır."

"Kadir," diye mırıldanmıştım gözlerim dolu dolu. Elimdeki testi kaldırdığımda kocaman adamın gözlerindeki yaşları gördüğümde, sanki ilk kez baba olduğunu öğreniyormuş gibi duygulandığını fark ettiğimde çoktan gözyaşları dökmeye başlamış ve boynuna atılmıştım.

Onu ilk kez o an bilmiştim ve küçüktü ya da değildi, onu o andan sonra çok kez hissetmiştim. 17 yıl ayrı kalmışsın, fark edemiyorsun, hissetsen ne olur?

"Gitti," diye mırıldandığımda bir hastane koridorunda, öylece koltukta oturuyordum çünkü onun gidişi öyle yıkmıştı ki her birimizi, babası kalbini tutarak yere yığılıvermişti. "Gitti yavrum, annesi onu unuttu, neden gitmesin?"

"Size demiştim, gidelim dedim on kere!" diye bağıran oğlumun yüzüne bakamamış, gözyaşları içinde yeri seyretmiştim sadece.

Allah biliyordu ya, o gün yaşadığım yıkımı ömrümde ilk kez yaşamıyordum ama ilk kez böyle kan kaybediyordum.

"Naz!" Alelacele girdiğimiz hastanede danışmayı bulmak zor olmadığında, "yangın," demiştim zar zor. Dahası çıkmamıştı dudaklarımdan, dilim dönmemişti söylemeye.

Yanımda duran Yaman Efe beni tamamladığında kadının tarif ettiği kata öyle hızlı çıkmıştık ki nefes nefese kalmıştık. Yine de bir harabeden farksız iki oğlumu da bir odanın kapısında gördüğümde önce derin bir nefes alabilmiştim ancak o nefes ciğerlerimi yakmıştı. Alabilmiştim çünkü ikisi de iyiydi. Ciğerlerim yanmaya başlamıştı çünkü kızım yoktu.

"Annem," koca oğlanın, Yusuf'un karşısında eğildiğimde başını kaldırmıştı dolu gözlerle bir çocuk gibi. "İyi misiniz oğlum? Naz'a ne dediler?"

"Bırakıyordu," diye mırıldanırken hep güçlü ve sert duyduğum o sesini ilk kez titrerken duymuştum. "Bırakıyordu beni, almadı nefes."

Kalbim öyle bir sıkıştı, canımdan bir can alınır gibi öyle bir kanadım ki, olduğum yerde sendelediğimi hatırlıyorum. Koluma dolanan bir bedeni hatırlıyordum. "İyi anne," diyordu durmadan. "Doktor müdahale etti, iyi."

"Kızım," dedim gözlerimden yaşlar akmaya başlarken. "Allah'ım," ayaklarımın üzerinde duramayıp yere çöktüğümde başımı eğerek yalvardım Allah'a. Ne olursun alma onu benden, yanmasın canı, vazgeçmesin bizden.

"Bırakmadı," demişti koca oğlan karşımda küçücük kalmışken. "Bırakmadı bizi. Küçükken de böyleydi, ne zaman ondan ilgiyi çeksen kaybolur ve bir yerine zarar vererek dönerdi. Ders veriyor bize, gitmedi."

Ben dersimi haftalardır alıyorum oğlum, ne canım ne aklım kaldı diyemeden öylece başımı sallamıştım ona. Kendi küçücük kalmış haline bakmadan göğsüne beni çektiğinde, "o iyi," diye mırıldanmıştı. "Anneler hisseder derlerdi, hissetmiyor musun?"

Hissediyorum oğul, ikinizinde yarasını hissediyorum ancak o yarayı bizim açtığımızı bilmek bileklerime bir jilet parçası yerleştiriyor, haberin yok.

"Yusuf," diye mırıldandım acıyla ve bir kez daha kaybetmek istememenin gayretiyle. "Yardım et." Sesini çıkarmadı ama dinlediğini biliyordum. "Yardım et bana, kızımı yeniden kazanayım."

"Kazanmak için kaybetmek gerekir," kollarını gevşettiğinde ondan uzaklaştım biraz. "Siz onu kaybetmediniz, o size bir umutla geliyor, sen o umudun dalını kırma abla."

"Özür dilerim," diye fısıldamıştım haftalar önce o umudun dalını kırdığımı bilerek.

"ANNE!" daldığım yerden Ali'nin bağırışı ile yerimden sıçradığımda, "ne daldın yine?" dedi kaşları çatılı.

Ona ters ters bakmak yerine telefonumun ekranını kaldırdığımda içeri Kadir girdi. Ne oluyor der gibi göz kırptığında ekranı hafifçe ona eğmiştim ses kaydını yeniden başlattığımda.

"Haberi Simay Naz Akça'nın kendisinden aldım," diyordu bir adam ses kaydında. "Kendisi bunun için bana para vermedi, hatır meselemiz vardı, istedi ve yaptım."

İkisininde kaşları çatıldığında, "Duydun mu anne?" diyen Nazlı'nın sesi duyuldu bu kez de. "Bu haberi herkes benim yaptığımı söyledi ama bunu yapan evinde duran yılan. Kendisini yaktı bir nefret uğruna, hâlâ mı inanmıyorsunuz bana?"

Ona inanmamıştık. Haberin çıktığı ilk an Kadir bir öfkeyle Mehmet Akça'yı aradığında haberi yapanın Nazlı olduğunu öğrenmişti. O gün Kadir'in, "sende benim kızımsın o da, birbirinizin canına ne kastınız var?" bağırışı tüm evde yankılanmıştı. "Nasıl yaparsın bunu sen Nazlı?!"

Ağlamıştı, yapmadım demişti, yeminler etmişti. İnanmamıştık.

"Anne," dedi Ali Baran sessizce. "Naz mı yapmış?"

"Evet," başımı salladım, kocama çevirdim bakışlarımı. "Ve bizim yapacağımız şey belli."

Ali'nin bakışlarına korku eklendiğinde onu Naz için endişelenirken görmek yüreğime bir çiçek daha ekti. Böyle olacaklarını en başında hissetmiştim, ikisi de birbirinden zerre haz etmiyorken bile.

"Anne," sessizdi çünkü diğerleri salondaydı. Naz gelmişti, Yusuf gelmişti, Selin, Selen... Hepsi salondaydı. "Ne yapacaksınız? Anne Naz-"

Kadir, Ali'nin ensesine vurarak, "kimi kime savunmaya kalkıyorsun eşek?" dediğinde ters ters baktım ona. "Kadir vurmasana çocuğa!"

"Ne yapacaksınız?!" dedi Ali gerginlikle babasından uzaklaşarak. "Ne yapacaksanız ben Naz'ın yanındayım bilin."

"Bizde Naz'ın yanındayız Ali," bakışlarımı Kadir'e çevirdim. "Naz bugün kendini haber yaptıysa yine onlar yüzünden, benim kızımı onlar bu hale getirdiler! Vardır belki katkımız, Allah bilir, ben açtığım yaraları kapatmanın derdindeyim."

Ali yine sabırsızdı, hep olduğu gibi. "Anne bildiğimiz şeyleri söyleyip durmasana!"

"Önceliğimiz Naz'ın tamamen onlardan kopması," Kadir, Yusuf'un ona verdiği kimliği havaya kaldırdı. "Naz Akça olarak kalmayacak."

"Peki ya sonra? Baba Naz bunu kabul etmez!"

"Etsin diye çabalayacağız ya," bakışlarımı ikisinden de çekerek önümdeki masaya baktığımda, "sorun Nazlı'ysa artık olmayacak." diye mırıldandım. İsteyerek değildi bu, sesimi güçlü çıkaramamıştım. Bir tarafımdan vazgeçiyordum bir canımı kurtarabilmek için.

"Nazlı'nın arkasında ailesi var," başımı kaldırdım, benimle günlerdir aynı şeyi düşünen kocama baktım. İnsan evladından vazgeçemezdi. Nazlı'yı bırakmak değildi bizimkisi, Naz'a tutunmaktı. "Nazlı için bir şey değiliz, Naz'ın ise her şeyi. Bunu fark ettik, geç oldu ancak oldu."

"Bitti mi yani?" Ali önümde eğildi, emin olmak ister gibi baktı gözlerime. "Anne, bitti mi? Nazlı ile iletişimi kesecek miyiz?"

Kesemezdik, tamamen yapamazdık ancak mevzu bahis kızımsa, canımın bir yarısı, geç kavuştuğum kanımsa yapardım. Bu ayrılık fazla sürmüştü. 17 yıldan uzun süren bir ayrılık vardı, üzerine haftalar eklemişti ve ben artık bir gün daha uzak durmak istemiyordum.

Bir hata vardı, hatasız kul olmazdı ancak önemli olan da hatadan dönmek, açtığın yarayı sarmaktı. Biz de tam olarak bunu yapacak, ondan bir an olsun vazgeçmeyecektik.

Bölüm sonu!!!

Bu kısmı lütfen atlamayın çünkü bir kez açıklayacağım kendimi. Buradaki okuyucularımı unutmuyorum ya da buraya hiçmiş gibi davranmıyorum. Wattpad'e giriş yapamamanız sizin suçunuz değil elbette, hiçbir an bunu söylemedim. Bölümü wattpade atıyorsam maksimum iki gün, daha fazla değil, iki gün sonra buraya atıyorum. İki gün sürüyor çünkü burada bölüm yazmak zor, bölüm düzenlemek daha da zor. Uygulamaya alışamadım, VPN açmasam bile wattpad'den rahatlıkla yazabiliyorum. Bu yüzden oraya bölümü atmak daha kolay elbette ancak oradakiler ne kadar bekliyorsa sizde o kadar bekliyorsunuz. Son bölümü atmamın üzerinden bir ay geçmedi, lütfen abartı cümleler kurmayın. İki hafta, alt tarafı iki hafta bekleyemez misiniz? Benim de bir hayatım var ve nelerle uğraştığımı bilemezsiniz, söylemem de zaten. Ancak tek işim bölüm atmakmış gibi davranmanız kırıcı. Elimden geleni yapıyorum ve aldığım tüm yorumlar hep Wattpad ile kıyaslamanız ve buradaki okuyucularımı önemsemediğim yönünde. Öyle bir şey yok, önemsemesem bölümleri burada bulamazdınız. Yana yakıla wattpade giremeyenler için uygulama aramazdım, lütfen yapmayın.

Diğer bölüm İKİ HAFTA SONRA. Daha uzun sürerse bir bilgilendirme yaparım ancak uzatmamaya çalışıyorum.

Herkesin gönlü olsun, hiçbirimizde kırılmayalım. Hikayeyi sevdiğiniz ve desteklediğiniz için teşekkür ederim. İyi ki varsınız🫶🏻

​​​​​​Gönlünüz hoş olsun, kendinize iyi bakın. Seviliyorsunuz, daima!❤️

​​​​​​​​​​​

​​​​​

​​​​​

Bölüm : 26.11.2024 07:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...