38. Bölüm

37. Veda

Neseli Gezgin
neseligezgin

Ani kararlar sizi her zaman yanlışa götürmez. Ani olduğundan yüreğine ağırlık konar ve nefes alamazsın, beynin korkuyla yanlış diye bağırır ancak doğru olduğunu yaşadıktan sonra fark edersiniz.

"Buraya da imza atın." Adamın gösterdiği yere de imza attığımda, "gel abim." dedi Yaman başucumdayken.

Bakışlarımı ona çevirmeden başımı salladım ve ayaklandım. Bu kadardı. İfademi vermiştim, bildiğim her şeyi anlatmıştım ve kabul olur ya da olmazdı, elimde kalan bir videoyu vermiştim. Artık her şey yasa önündeydi.

Sevinmem gerekmez miydi? Neden kendimi kötü hissediyordum? Bu hissi atamıyorum içimden.

Ve her şeyin ötesinde, Yaman artık her şeyi biliyordu. Akça evinde olan her şeyi, her detayı biliyordu. Ben ifade verirken yanımdaydı ve her şeyi duymuştu. Ona bakamamıştım, anlatırken bir noktada sessizce gözyaşı dökmeye başlamıştım, bazen yutkunamamış ve birkaç dakika sessiz kalmak zorunda kalmıştım ancak bunların hepsi olurken ona bakmamama rağmen öfkeden kasılan bedenini hissetmiştim.

Sessizce kalktığım koltuktan yine Yaman'a bakmadan kalkarak odadan çıktığımda kapının karşısında kolona yaslanmış bir başka bedenle karşılaşmıştım. Tepki vermedim, sadece uzun uzun baktım ona. Beni kurtardın sanıyorsun, soy adım Akgül olunca Akça'ların karanlığı bana sıçramaz sanıyorsun ama sende bir Akça'sın. Ne zaman kendini düşüneceksin?

Gözlerimi ondan çektiğimde adımlarım çıkışa ilerledi. Onun da sessizce Yaman'ın yanında, arkamdan ilerlediğini adım seslerinden duyabiliyordum. Arkama bir kez olsun bakmadan karakolun bahçesine çıktığımda adımlarım duraksadı ve gözlerim bir an arabanın yerini aradı.

"Adamlar çocukları denek olarak kullanmış."

Başımı iki yana salladım, Yaman'ın bana seslendiğini duymuştum ancak yine ona dönmedim. Arabanın kilidini açtığından gelen ses ile arabayı bularak oraya ilerledim.

"Çocuklardan üçü ölmüş, ikisi ise denek olarak kullanılmaya devam etmiş."

Yaman sürücü koltuğuna bindiğinde bende çoktan arka koltuğa oturmuştum. Yusuf abim öne oturmak yerine arka koltuğa yöneldiğinde o binemeden kapıyı kendime doğru çekerek kapattım. Abimin dışarıda birkaç saniye öylece durduğunu fark etmeme rağmen yana kaydım ve başımı cama yasladım. Dikiz aynasından üzerimde olan gözlere karşılık vermeden sadece dışarıya baktım.

"Beş çocuk ise kayıp, aranıyor."

Arabanın kapısı sertçe kapandığında Yaman arabayı çalıştırmış ve ilerletmişti.

"Mehmet Akça'dan şikayetçi olduğunu söylüyorsun, neden?"

"Allah bin belanı versin senin!" diye bağırıyordu Elif evin içinde gözyaşlarını akıtırken. "Ne dedin ona? Ne dedin de vazgeçti?!"

"Ben deli değilim!" avazı çıktığı kadar bağıran Naz öfkeyle eline aldığı vazoyu Elif Akça'ya fırlatmıştı. "Sevgilin asıl delinin sen olduğunu öğrendi! Takıntılı manyak!"

Elif kendisini tutan Kutay'ı öyle hızlı itti ki Kutay onu tutamamış, geriye sendelemişti. Onun önünde hiçbir engel yoktu, en azından öyle sanıyordu Elif, ta ki babası önüne geçene dek.

"Ara onu, konuşun adam akıllı." dedi dümdüz suratıyla Mehmet Akça. "Çocuğun aklıyla hareket ettiyse sorun onun."

Bu sözlerden sonra Mehmet Akça Naz'ın kolunu sıkı sıkı tutmuş ve sürükleyerek odasına götürmüştü. "İçmiyorsun değil mi ilaçlarını?!"

Naz bir anda adamın dişlerini sıkarak sorduğu soru ile titredi. Evet son iki haftadır kullanmıyordu. "Baba..."

"Sana onları içececeksin dedim!" gür sesiyle bağıran adam yatağın üzerinde oturan kızın korkudan titremeye başladığını fark etmemişti bile. "İyileşmen için şart bu! Duydun mu beni? Bir an aksatmayacak ve içeceksin!"

Naz şiddetle başını iki yana salladı. "İçmem, içtikçe kötü yapıyor. Hâlim kalmıyor baba, ölüyor gibi oluyorum."

"İyileşiyorsun işte." diyerek onu umursamayan Mehmet Akça, kızının avucunu zorla açmış ve hapı avcunun içine bırakmıştı. "İç!"

"İçmeyeceğim!" Avcundaki ilacı hızla yere fırlatan Naz babasının aniden üzerine adımlaması ile çığlık atarak ayaklandı, kaçmaya çalıştı ancak başaramadı. "Baba içmem! Ses var, baba o ilaç ses yapıyor, ben nefes alamıyorum, ayağa kalkamıyorum, içmem! Yemin ederim içmem!"

Bir cellat gibi üzerine çöken Mehmet Akça kızın çenesini sıkarak zorla açtı ağzını. "Başıma belamı olacaksın lan?! İçeceksin dediysem içeceksin!" Hapı kızın dudaklarının arasına zorla sıkıştırdığında, "yut!" Diye bağırdı. "Yut Simay, daha fazla canımı sıkma!"

Gözyaşı dökerek o hapı yutan Simay aslında biliyordu ki ölüme bir adım daha yaklaşmıştı.

Korna sesiyle yerimden sıçradığımda elim hissettiğim soğukluk ile yüzüme çıktı. Ne ara gözyaşı dökmeye başlamıştım? Bakışlarım alelacele abilerime döndüğünde Yaman ile göz göze gelmiştik dikiz aynasından. Gözleri üzerimdeydi ve muhtemelen kornaya basan oydu. Endişeyi göz bebeklerinde okuyabilmek gözlerimi ondan kaçırmama neden oldu.

Yusuf abim ise bakmıyordu, dümdüz karşısındaki yola bakıyorken elleri yumruk halindeydi. Yüzüme bakmamasının sebebi ben miydim? Abi hiçbiri benim suçum değildi ki. Ben en başında istememiştim.

Bakışlarımı onda tutmadan yine dışarıya çevirdiğimde bu sefer gözlerimi kapadım. Güvendeyim ve her şeyi unutmanın yolu bu. Sonsuz uyku.

🫂

*Yazar*

Araba tanıdık olan evin önünde durduğunda kimse bir an olsun yerinden hareket etmedi. Yaman sanki Yusuf görmüyor gibi, "uyudu," diye fısıldadı. "Yine kaçıyor."

Yusuf biliyordu ki Yaman bile kendisinden çok daha şey biliyordu. "Kaçmasın da ne yapsın?" dedi öfkeyle. Öfkesi ona ya da bir başkasına değil, bizzat kendisineydi. Yusuf yıllardır nasıl bir şey bilmezdi aklı almıyordu. Kendisi küçümsemişti, aile kavgası demişti kendince ve dünyanın en büyük hatasını yapmıştı. Fark ediyordu ancak olan olmuş, bir çiçek solmuşken fark etmesi bir sike yaramıyordu.

"Yusuf," Yaman derin bir nefes verdi. "Yemin ederim bu yıllar sürse bile ailenin peşini bırakmayacağım."

Yusuf ona cevap vermeden arabadan indiğinde Yaman dilini ısırdı. Kırmış mıydı onu? Onun Mahir abisinden farkı yoktu gözünde, onu kırmak istemiyordu ancak Akça'lar bundan sonra nefes alamayacaklardı. Buna müsade edemezdi.

Yusuf'un arka kapıyı açtığını fark ettiğinde hızla arabadan indi, hafifçe ittirdi bedenini. "Manyak mısın lan? Yaran var!"

Yusuf ona yine cevap vermedi, gözleri kendisini uykuya bırakmış kardeşindeydi. Öylece yola dalmış ağlıyorken bunun farkında bile değildi, acısı öyle ağır basmıştı ki nerede olduğunu unutmuş, kendisi olduğunu unutmuş ve ağlamaya başlamıştı. Bunu korna sesini duyduktan sonraki tepkisi ile fark ettiğinde çok daha fazla öfkelenmişti.

Yaman eğilip kızı kucakladığında cebinden sigarasını çıkardı ve arabaya yaslanarak sigarasını ateşledi.

Yaman kucağındaki kız ile zar zor zili çaldığında kapıyı açan Mahir ve kucağındaki Defne'ye bakmadan, "Şunu kendine getir," diye mırıldandı abisine. "Kafayı yiyecek böyle."

Salonun kapısında dikilen Ömer ve Doruk merakla izliyordu onları. Aynı şekilde arkalarında dikilen Seher onların aksine Yaman'ın ardından adımlamış ancak odaya girmemişti. Yaman kızı yatağına bırakıp üstünü örttüğünde sessizce çıktı odadan.

Kapının önünde annesini görmesi ile, "tövbe tövbe," diye fısıldadı. "Anne ne yapıyorsun?"

"Annem bir sorun mu var?" Seher kapısı kapalı olan odaya baktı birkaç saniye. "Koca oğlan peş peşe yakıyor sigarasını, Naz desen uykuya vermiş kendisini yine. Ne oluyor?"

"Koca oğlanın derdini Allah bilir," dedi Yaman gerçekten sorunu bilmiyor gibi. "Bizim kızın da uykusu gelmiş, yol yordu herhalde. Bir sorun yok anacım, geç hadi sen içeriye."

"Bize mi kızgın?" dedi Seher. "Oğlum-"

"Annem," Yaman iki elini de karşısındaki kadının omzuna koydu. "Sıkma tatlı canını. Kimseye kızgın değil, onun kavgası bizimle değil."

Seher'in tekrar bir soru sormaması ile yönünü dışarıya çevirdi. Abisinin ve Yusuf'un yanına vardığında, "Yusuf," dedi Mahir. "Kendini mi suçluyorsun lan?"

Yusuf yine cevap vermedi, sigarasını dudaklarına götürdü ve derin bir nefes çekti.

Yaman'ın kaşları çatıldı. "Saçmalama lan, ne diye kendini suçlayacaksın?"

Yusuf başını iki yana salladı. "Görmedin mi halini? Nasıl ağladı arabada, ben suçlamayayım da kim suçlasın?"

"Baban, annen, kardeşlerin..." Yaman isimleri sıralarken ciddiydi. "Sen bu sıralamanın içinde bile yoksun birader, ne anlatıyorsun?"

"Bana anlattı, basit bir aile çatışması dedim, her seferinde sakinleştirdim ve telefonu kapattım. Bir kez olsun ciddiye alıp yanına gitseydim-"

"Çık sokağa," Mahir kendisini suçlamasına dayanamadan atıldı konuşmaya. Bu adam kafayı sıyırırdı böyle, gerçeği kafasına sokmadıkça durmazdı da. "Çık lan, karşına çıkan herkese sor, kimin aklına gelir böyle bir şey?"

Yaman abisine başını salladı. "Ali Baran ve Naz kaç kere kavga etti biliyor musun sen? Hiçbirimizin aklına Ali'nin Naz'a ilaç içirdiği gelmedi. Normal değil lan çünkü."

"Sizinkilerden bahsediyoruz Yusuf, cahil değiller, okumuş etmiş insanlar. Hangi ilacı ne için kullanılır, yan etkisi ne? Kolay fark edecek insanlar."

Etmişlerdi de. Etmiş ve susmuşlardı. Bu günahı boynuna urgan misali bağlamış yükünü çekiyordu Yusuf.

Yaman onun yine düşüncelere daldığını fark ettiğinde, "kaç yaşındasın lan sen?" dedi omuzuna vurarak. "Abim yaşında varsın herhalde."

"Otuz dört," dedi Yusuf alakayı sorgulamadan.

"Abimden de büyükmüşsün, kendine gel lan, sen abilik yapacaksın bize."

Yusuf ters ters baktı Yaman'a. "Siktir oradan, abin yapsın sana abiliği."

Yaman sırıttı kocaman. "Ona da sen yap."

"Benim kaç kardeşim var haberin var mı senin? Yirmiye çıkarmak istemiyorum."

"Bizden iyisini mi bulacaksın lan?"

"Bulur gibi," dedi Mahir düşünceyle. "Bizim kafa biraz kırık çünkü."

"Sanki kendi kafası çok sağlam," diyerek güldü Yaman. "Onun ki bizden de kırık." Aklına o akşam geldiğinde, "abi lan, görecektin adamın üstüne nasıl çöktü. Öldürüyordu herifi ama süper ötesiydi, ben yükseldim biraz."

Yusuf ona vuracaktı ki Mahir'in arkasına saklandı hemen. Mahir kardeşinin doğru yolda olduğunu Yusuf'un ters bakışlarından anlamıştı. Eh, morali öyle ya da böyle düzelmişti, sorgulamayacaktı.

"Selin yapmış bugün yemekleri," dedi Mahir ikisine de. "Valla onun yemekleri Selen'imin yemeklerinden güzel olmasın, müthiştir. Acıktım, yürüyün lan."

Mahir içeriye adımlarken Yaman, Yusuf'a doğru fısıldadı. "Anneleri isimlerinden tasarruf yapmış resmen, tanıştığımızda yedi ay boyunca karıştırdım isimlerini."

Yusuf dilinin ucuna gelen tüm soruları yuttu ve Mahir'in arkasından ilerledi. Yaman ikisinin de arkasında kaldığında, "sanki siz karıştırmadınız," diye homurdandı. "Suratsızlar."

Bakışları sırtı dönük eve giden adama kaydı. Eve girmeden önce sigarasını yere atmış ve ayağıyla ezmişti. "En azından evin içinde kendini suçlamaya zamanın olmaz," diye mırıldandı. "Akça'larla kendini bir tutuyorsun bir de..." Aklına gelenle kaşları çatıldı. "Yoksa sende mi üveysin? Zaten bir Akça olamayacak kadar kalbin var."

Onu bu düşüncelerden ayıran ise Mahir'in sesi olmuştu.

"Yürü lan içeri Leyla!"

🫂

*Simay Naz Akgül*

Bir ileri bir geri, bir ileri bin geri. Adım atmak değilmiş önemli olan, ilerleyebilmekmiş. Bunu her adım attığımda gerilediğimi fark ettiğimde anladım.

Saat kaçtı ya da beni bu odaya kim taşımıştı hiçbir fikrim yoktu, çok da umursadığım söylenemezdi. Odamın kapısı alacaklı gibi çalınıyordu, üstelik kapının kilitli olmadığına emindim.

"Ya ne var ne?!" diye bağırdım artık gürültüye dayanamayarak. Kapıyı hızla açtığımda karşımda kimi görmeyi bekliyordum bilmiyordum ancak hiç görmediğim bir erkek çocuğunu görmeyi beklemediğimi biliyordum. Kaşlarım çatıldı. "Sen kimsin?"

Çocuk kocaman sırıttı. "Doruk ben!"

"Doruk!" diye bağıran bir kadın hızla mutfaktan çıkmış, yanımıza gelmişti. "Oğlum ben rahatsız etme ablanı, demedim mi?" Çocuğu cüssesine bakmadan kucakladığında, "kusura bakma lütfen." dedi bana dönerek. "Seni merak ettiği için durduramadım."

"Sorun değil," diye mırıldandım anlam veremeyerek. Bunlar kimdi Allah aşkına? Banyonun kapısı açıldığında Yusuf abim sesimizi duymuş olmalı ki bize döndü. "Abi," diye seslendim. Kaş göz işareti ile kadını işaret ettim. O biliyor olmalıydı.

Anladı da beni. "Tanıştınız mı?" dedi yanıma geldiğinde. "Selin ablan, Selen yengenin ablası." Doruk'u işaret etti. "Doruk da oğlu."

"Memnun oldum," dedim gülümseyerek. Selin abla da aynı şekilde gülümsedi. Doruk'u yere indirdiğinde elinden tuttu ve mutfağa geri girdiler. Bakışlarımı abime çevirdiğimde o da bakışlarını Selin abladan çekerek bana çevirdi.

"Erken uyandın," dedi bakışlarını kaçırarak. "Uyu istersen biraz daha." Gitmek için adımlayacaktı, hissettim ancak izin vermedim.

Koluna tutundum hemen. "Ne oldu?"

"Bir şey olmadı abim, içeri geçeceğim."

"Abi," dedim uzatarak. "Bana mı kızdın sen?"

Onun cevap vermesine kalmadan, "cimcime günaydın!" diye bağıran Yaman'ın sesi bölmüştü konuşmamızı. "Uyusaydın daha, kış bitmedi nasıl olsa."

Kaşlarım çatıldı. "Sen bana ayı mı diyorsun?"

Abartılı yüz hareketleri yaparak başını iki yana salladı. "Ben öyle bir şey demedim." Yusuf abime döndü. "Abi dedim mi?"

"Abi mi?" dedim şaşkınlıkla. "Abi mi diyorsun sen?"

"Ne diyeyim? Yusuf mu diyeyim yaşlı başlı adama?"

"Siktir oradan, yaşlı abindir," dedi Yusuf abim ona kaşları çatık bakarken.

Yaman ise hiç çekinmeden güldü. "Bende aynı şeyi söylüyorum ya, abi."

Ağzım iki karış açıldı. "Lan bir dakika uyudum uyandım, siz ne ara abi kardeş oldunuz?"

Yaman ise iri iri açtı gözlerini. "Bir dakika mı? Sen uyudun ve biz 2024'ü bitirdik, Mahir abim ve yengem aramıza üçüncü bir yeğen getirdiler, Ali Baran üniversiteye başladı yavrum. Sen uyudun ve Yusuf abin üç uzun görev bitirdi geldi. Ohoo, bir dakika diyorsun bir de."

Ona göz devirdim. "Ben uyudum ama aklınız başınıza gelmemiş belli ki." diye homurdandım. Adımlarım salona giderken devam ettim. "Gideyim de Ali Baran'ın yarım aklıyla hangi üniversiteyi kazandığını sorgulayayım."

 

 

🤝🏻

Düşe kalka, yaralanarak, yaranı sararak ve bazense kanatarak devam edersin yoluna. Çukura düşer, tırmanır çıkarsın ya da düşer ve orada yatarsın. Tercih senin, sonuçlar senin, acı da neşe de senin.

Bu yüzden paniğe kapılma, insanlara kanma ve bildiğini yap.

Ben öyle yapıyordum. Yoksa şu an Akgül evinde olmamın, salonda oturan bu ailenin yanında olmamın hiçbir açıklaması yoktu.

Yanımda oturan Yusuf abim onlarla muhabbet etse bile yine sessizleşmişti. İkimizde sessizleşmiş ve bu kalabalık aileyi dinlemeye başlamıştık.

"Alın annem," annem iki çayı da abimle önümde duran sehpaya koyduğunda abim teşekkür ederek hemen çayını eline aldı.

"Sonra da zaten feshedildi anlaşma," dedi Mahir abim.

Yaman abim ise hukukçuluğunu konuşturuyordu. "Dava açmayı kabul edersen donlarına kadar alırım."

Mahir abim göz devirdi. "Anlaşmayı feshettik."

Yaman ona göz devirdi. "Sen zaten ezelden doğru kararlar veremezsin."

"Hakkımı yeme," dedi Mahir bir anda. "En doğru kararı bir kere verdim ben." Bakışları Selen yengeye döndüğünde Selen yenge kızararak yönünü ablasına çevirdi. Mahir abim ise ona gülümseyerek bakıyorken Yaman'ın kusma hareketi yaptığını görebilmiştim.

Seher hanım ona da çayını verdikten sonra kafasına vurdu hafifçe. "Sende güzel bir gelin getir de seni de görelim kusuyor musun yoksa aşkından geberiyor musun?"

"Yok anne, benden önce şu var," dedi abimi işaret ederek. Bakışlarım iri iri açılarak Yusuf abime döndü. O da kaşlarını kaldırarak bakıyordu Yaman'a. "Önce onu evlendirelim, ben evlenmem daha."

Büyük konuşuyor gibi geldi, galiba herkesten önce evlenecek.

"Sahi," diyerek dönecekti annem ancak bir an haddi olmadığını düşünmüş olmalı ki sessizleşmişti. Kocasının yanına oturduğunda sanki aniden sessizleşmemiş gibi çayını yudumlamaya başlamıştı hemen.

"Yok," demişti Yusuf abim. Annemin sormak istediği sorunun cevabı buydu. Rahatlayarak bir nefes verdiğimde, Ali Baran yüzüme yastık fırlattı.

"Şuna bak nasıl rahatlıyor ya? Senin varsa abinin de olur güzelim, çok da sevinme."

O an salondaki tüm gözler üzerime çevrildiğinde yüzümdeki yastığı yavaşça çekerek, hepsine gülümsedim.

Ali Baran kaç benden, sıçtım ağzına oğlum diyemediğim için sırıtmakla yetiniyordum.

Abim aniden kolunu omzuma attı. "Öyle mi abim?"

Kaşlarımı kaldırdım şaşırmış gibi dudak bükerken. "Öyle miymiş abi?"

Babam boğazını temizlediğinde ne diyecek diye bekledim ama bir şey demeden çayını içti. Yok saymayı tercih etmiş olmalıydı, saygı duyuyordum. Bende duymamış gibi yapabilseydim keşke.

"Siz burada mı yaşıyorsunuz?" sorusu Selin abladan geldiğinde bakışlarımı ona çevirdim. Dikkatimi çeken Selin ablanın abime bakarak sorduğu soru değil, abimin sanki onun konuşmasını bekliyormuş gibi dikkatle ona dönmesiydi. Neden böyle hissettim bilmiyorum ancak bir an böyle bir his kaplamıştı içimi işte.

"Hayır Hakkari'de yaşıyorum." Normalde abim çok da ilgilenmezdi insanlarla, konu açılsın diye soru sorar ve cevabını umursamazdı. "Siz?" diyerek aynı soruyu ona yönelttiğinde bu sorunun cevabını merak ediyor gibi hissettirmişti bana.

"İnşallah evet," dediğinde Selen yenge ona döndü. Göz göze geldiklerinde gülümsedi Selen yengeye. "Ev bakıyorum."

Mahir oturduğu koltukta kıpırdandı. "Ne gerek var şimdi?"

Selen yenge ablasına kaşları çatık bakıyorken bir şey dememesinin sebebi muhtemelen yanlarında olan çocuklardı. "Merak etme buralara yakın bir yer bulacağım, yine görüşürüz," dedi Selin abla hiç kardeşinin bakışlarından etkilenmeden.

"Yardımcı olurum," dedi abim. Selin abla ona döndüğünde, "emlakçı tanıdığım var, pazarlık yaparız rahatça." Diye devam etti. "Eğer sana da uyarsa tabii."

"Olur," bu konuyu çok uzatmak istemiyor gibiydi. "Sen ne zamana kadar buradasın? Ona göre bir zaman bulayım bende."

Akgül'lerin gerildiği soru buydu çünkü hâlâ cevaplanmamış bir soru vardı: gidip gitmeyeceğim.

"Birkaç gün sonra," dedi abim gerilen ailemizi fark ettiğinde. "Ama ev işini hallederiz, dert etme."

"Naz?" Hiç kimsenin sormaya cesaret edemediği soruyu sordu Selen yenge. "O da mı geliyor seninle?"

Abimle göz göze geldik o anda. O gün Ali Baran'ın isteği ile kalacağım demiştim ama Tuğrul abide kalmak istemiyordum. Bu eve gelmeyi istesem dahi gönlüm el vermiyordu. Bu yüzden sessiz kaldık ikimizde.

"Havalar düzeliyor," dedi annem bakışmamızı bölerek. "Gitmeden hep beraber bir pikniğe gidelim."

Kim gitmeden anne? Abim mi yoksa ben mi?

"O kadına ne oldu?" Annemi duymamış gibi ortaya attığım soru aslında Yaman'a aitti. Anneme bakmadım, onlarla pikniğe gelmeyeceğimi söylemedim ve merak ettiğim cevapla bakışlarımı Yaman'a çevirdim. "İyi mi?"

"Yoğun bakımda," ciddiyete dönmüştü açtığım konuyla. "Adamlar kadının akrabası sanırım, verdiğin ifadeyle öyle gözüküyor ancak onun da ifadesi gerekli. Ayrıca dava açılırsa avukatı olacağım, süreci bizzat ben takip edeceğim."

"Allah'ım Allah'ım," diyen annem korkuyla bir iç çekmişti. Böyle şeylere dayanamazdı hiç, onda fark ettiğim ilk şey bu olmuştu. Filmde ya da dizide bile izlemeye cesaret edemezdi, böyle şeyleri duydukça korkuyla iç çekerek dualar okumaya başlardı.

"Nazlı peki?" Bakışlarım her birinde dolaştı. "O nasıl?"

O an hepsi de birbirine bakıyorken babam gözlerimin içine baktı. Gözlerimi gözlerinden çekmedim, kaşlarımı kaldırdım merakla. Dudağında hafif bir gülümseme oluştu. "Daha iyi olacaktır," dediğinde Ali Baran, "konuşmuyoruz birkaç gündür," diye atıldı. "İletişimi kestik."

Aferin mi bekliyordu? Umurumda değildi.

"Bir daha birbirinizle muhatap olmayacaksınız," diyense Mahir'di. Öfkeli gözüküyordu, bir anda canı sıkılmıştı açtığım konuyla. "Bu sondu."

"Niye? Kardeşinin başını belaya soktum diye mi?" Alayla çıkan sesimin altında kırıldığını gizlemeye çalışan hırçın bir kız çocuğu vardı. Bunu ona göstermedim, o kız çocuğunu bir daha bir başına bırakamasın diye.

"Hayır," dedi kaşlarını çatarak. Aynı anda olumsuz kelimeler neredeyse hepsinden çıktığında şaşırdım. "Sana zarar geliyordu aptal!"

Bana zarar en başında geldi de neyse Mahir abi, boş ver sen buraları. Sen benim kapımın önündeki çamura yabancısın.

"Geçen n'oldu?!" diyerek yükselen Ali Baran beni daldığım o yerden çıkarmaya, gerilen ortamı toparlamaya çalıştığında sessiz kaldım ve açtığı konuyu dinledim.

Çok garipti. Bir insanın gitmek istediği yer ile kalmak istediği yerin aynı yer olması hem çok garip hem de çok çaresizlikti.

Başımı yavaşça abimin omzuna yasladım ve hala bakışları bende olan babama çevirdim bakışlarımı. Gülümsedim ve anladı mı bilmiyorum ama anlattım kırgınlığımı. Gülümsedim ve ona beni aslında neyin mahvettiğini anlattım.

Yutkundu gözlerimin içine bakarken.

Ve biliyorum yutkunuşu öylesine değil, anladıklarınaydı. Gülümsememden anlamıştı. Ya da gerçekten şizofreniyimdir ve uyduruyorumdur. Olabilecek şeyler bunlar.

😌

*Kadir Akgül*

​​​​Baba demek içinde kırk çiçek yetiştiren taş yığınına denir oğul derdi annem. Anlamazdım, öyle ya çok da umursamazdım. Babam taş kalpliydi gözümde; sevmezdi, gülümsemezdi, sarılmazdı, öpmezdi. Çatılı olurdu o gür kaşları, gözlerinde öfke gezinirdi hep.

Örnek önümde oydu, öyle olurum sandım. Bir eşim oldu, canından, canımdan bir parça bıraktı kucağıma ve ben anladım ki baba demek bu değil. Sarılıyordun, gülümsüyordun, seviyordun ya, seviyordun. Kırarak, dökerek ya da inciterek değil harbiden seviyordun.

Ama öyle ya, bazen durduğum ve kendimi babam gibi gördüğüm çok nokta olmuştu. Elimde bir tuvale bakarken ve kalbimin ağrısı tüm vücuduma vuruyorken aklımdan tek geçen şey kırdığım, babama benzediğimdi. Kırmıştım, kırılmış ve dağılmıştım ama bunu nasıl yapmıştım bilmiyordum. Nasıl olmuştu da bu hale gelmiştik?

Bunun cevabını Mahir aradığında almıştım aslında. "Naz ve Nazlı hastanede," demişti. Yangından bahsetmişti ve adımlarım geçen her bir dakika sonrası o koridoru bulduğunda dudaklarım arasından önce onun adı çıkmıştı. "Naz nerede? Simay Naz Akça, burada dediler, yangın..." sürekli aynı şeyleri tekrarlamıştım ve beni fark eden oğlum götürmüştü odasının önüne.

İyiydi, nefes alıyordu ancak uyukluyordu. Uyumayı severdi, uykusuz kaldığı her an gözlerini yavaş yavaş kırpıştırır, söylenmeye ve huysuzlanmaya başlardı. O zamanlar çok daha fazla alıngan, melankolik olurdu. Evden gittiğinden beri hiç uyumamış olmalıydı, bu uyku isteğini buna yoruyordum.

"Ben geliyorum," demiştim kapı önünden bir an olsun ayrılmamış olan çocuğa. Çocuk diyordum, çocuktu benim gözümde. Koca adam olmuştu, bir çınar ağacı kadar vardı da gözlerime çocuk gibi geliyordu. Usul usul bakıyor, bazen onay bekliyordu. Ulaşabildiği her an önce Naz'ı sonra da bizi sorardı. Yardım edebileceği bir şey varsa rahatça çözebileceğini söylerdi ve hep haber de verirdi. Naz bir keresinde onun çok hesap vermeyi sevmediğini söylemişti ancak bana yazdığı ya da aradığı her an sorduğum sorulara sakince cevap vermişti. Saygıdan olduğunu sanmıyordum, saygı için bile olsa sevmediği bir şeyi yapacak birine benzemiyordu Yusuf.

O an aklıma düşen şey Naz olmuştu. Karşıma geçip açık açık anlatmamıştı hiçbir şeyi ancak şahit olduklarım Akça ailesinin nasıl insanlar olduğunu açıklıyordu. Naz'ım nasıl yara aldıysa o da almıştı, hissediyordum, belki de bundan onu hala çocuk gibi görüyordum.

Çünkü biliyordum, bir insan hangi yaşından yara alırsa o yaşında takılı kalıyordu.

Adımlarım bir diğer kız çocuğunun olduğu yere, hastane kantinine ilerlediğinde onu tek başına bulmuştum. Sessizce gitmiş ve karşısındaki sandalyeye oturarak dikkatini üzerime çekmiştim. "Baba?" şaşkındı ses tonu. Neye şaşırıyordu artık bilmiyordum, sorgulamıyordum, sadece cevap istiyordum.

"İyi misin?" oysa biliyordum iyi olduğunu, Naz'ı bir başına bırakarak binadan çıktığını ve yangını diğer insanların gerisinde ağlayarak izlediğini.

"İyiyim," gülümsedi. "Çok şükür bir şey olmadı."

Nasıl olmamıştı? Naz yatmıyor muydu bir odada? Tanımadığım, bir başka babanın göz bebeği değil miydi yoğun bakımda?

"Nazlı," demiştim o an tahammülüm kalmamış gibi. Hayır zaten kalmamıştı. Aralarındaki bir gerilim yüzünden birisini kaybedecek olmam yüreğimi zaten sınamıştı, dahasını kaldıramayacaktım. "Naz'ı niye oraya çağırdın?"

Kaşları çatıldı. "Ben çağırmadım," dedi bunu sormam onu rahatsız etmiş gibi. "O aradı beni-"

Kızlarımı tanıyordum, her ne kadar bir diğerini tanımak için geç kalsam da tanıyordum işte. "Nazlı." dedim sadece. Biliyorum onu çağıran sensin ve sen hep sıkıştığın gibi yalana başvuruyorsun.

"Baba ben canımla uğraşıyorum, bana ne soruyorsun ya?" diye bağırdığında kaşlarım çatılmıştı. Bağırdığında üste çıktığını zannederdi hep. "Evet ben çağırdım, ne oldu, ben mi çıkarmışım yangını? Öyle mi söyledi o ruh hastası manyak?"

"Düzgün konuş!" Naz bir kez olsun ona kötü bir kelime söylemiyorken Nazlı güzel tek kelime kullanmıyordu. "Naz daha uyanmadı bile!"

"Kötüye bir şey olmazmış, kalkar ayağa."

O an belki de ilk defa ona onu tanıyamıyormuş gibi baktım. Benim aylar öncesinde bıraktığım, hayır beni bırakan kızım bu değildi. Böyle biri değildi benim kızım.

O benim kızım değildi.

"Bir daha Naz ile muhatap olma," kelimeleri dudaklarımdan çıkarken bir nevi onu kapı dışarı ettiğimi biliyordum. "Ailemi tanımak istiyorum dedin karşı çıkmadık, ailenle kal Nazlı. Onların kinleri, öfkeleri ile Naz'a saldırmaya kalkma."

"Telefonumu kıran oydu, bana iftira atan oydu, onun yüzünden bu durumdayız biz! Sen beni değil onu mu savunuyor-"

"Bana maval okuma Nazlı!" İnanamıyor gibi bakan gözleri daha da sinirlendirdi beni. Sinirleniyordum çünkü bu durumdaysak tek suç Naz'ın değildi ve bana kalırsa ortada bir suçlu varsa o da Naz değildi. Abisinin evinden iknalarla ve saçma bir iddia ile onu buraya getiren bendim. "Bundan sonra hiçbir şekilde onunla konuşmayacaksın! Onunla ilgili ağzından tek kelime çıkmayacak!"

Sessiz kaldı ve sadece beni izledi. "Ali Baran'a da, arkadaşlarına da, hiç kimseye Naz ile ilgili bir şey anlatmayacaksın. Naz'a da ulaşmaya çalışma, bir şey olursa elbet annende, bende, abilerinde buradayız ama-"

"Ama bundan sonra yanımda değilsiniz." Başını salladı ağır ağır. "Tamam baba."

"Çok değişmişsin Nazlı," istemsizce dudaklarımdan çıkan kelimelere engel olamadım. "Benim kızım olsa o kızın halinden anlar, empati kurardı. Sen ise düşman kesilmişsin ona."

"Bana iftira attı! O haberi kendisi yaptı, kendisi! Ailemle aramı bozmak için!"

"İftira atmayı bırak!" Naz böyle bir haberi nasıl sunardı? Hem çocuktu daha o, onun sözüne kanıp da kim haber yapardı? Bir insan kendisine gelecek zararı göze alabilir miydi? Nazlı hırsları yüzünden silip atmak istiyordu Naz'ı. "Yeter artık Nazlı! Sürekli aynı şeyleri söylüyorsun, bıktım artık! Bir kere de insanlardan bağımsız kendi düşüncelerin olsun! Sırf onlar ona nefret kusuyor diye ona düşman kesilemezsin!"

"Git!" Boşa konuşuyordum, o ne dersem diyeyim artık düşündüklerinden vazgeçmeyecekti. Bu yüzden ona tek kelime daha etmeden çıkmıştım kafeteryadan.

"Kadir amca," başımı kaldırdım, ne zamandır bana seslendiğini bilmediğim oğlana baktım. "İyi misin daldın yine?"

Bugün nereden geldiklerini az çok tahmin ediyordum, bu yüzden tüm gün diken üstünde duran o değilmiş gibi halimi hatrımı soruyordu ya, içim gidiyordu bu çocuğa.

"İyiyim oğlum, gel." Yanımdaki sandalyeyi gösterdim ona. "Otur sende."

Sakince geldi, sandalyeyi çekti ve oturdu. "İyi misin?" diye tekrarladı kendini. "Seher abla Yaman'a söylerken duydum, kontrollerine gitmiyormuşsun."

Ah Seher'im...

"Bir şey yok oğlum," dedim içini rahatlatmak için. "Eski toprağız biz, bir şey olmaz bize."

"Öyledir tabii ama sen yine de dikkat et Kadir amca," gülümser gibi oldu. "Daha çok yolun var."

Güldüm söylediğine. Yol mu kalmıştı bu yaştan sonra? "Sen kendi yoluna bak çocuğum," gülerek elimi bacağına vurdum hafifçe. "Yaralanmadan kaçın."

Mesleğini hatırlatmam ciddileşmesine yol açtığında kıpırdandı yerinde. Bir şeyden rahatsız olduğunda ya da merak ettiğinde kıpırdanıyordu hep. En azından onu gördüğüm zamanlarda birkaç kez denk gelmiştim. "Çıkar bakayım ağzındaki baklayı."

"Kadir amca seni severim, saygım da sonsuz," diye başladığında kaşlarım çatıldı. "Benim isteğim Naz'ın mutlu olması. O sizinle mutluysa ben onu bulduğum o hali sineye çeker yine bir şey demem ama şimdi ona sorsak o da kalmak istemiyorum der."

Haklıydı, demezdi Naz. Ondan ikna etmek, gönlünü almak için uğraşacaktık ya.

"Telefon geldi, yarın Hakkari'ye dönüyorum." Bu kadar çabuk muydu? Daha sabah birkaç gün duracağım diyordu. Ben ona sorular soramadan devam etti. "Naz ile birlikte."

🤦🏻‍♀️

*Simay Naz Akgül*

Bazı kararlar kendi isteğimiz gibi görünse de mecburiyettir. Herkes tercihin sanır, sen mecburiyet olduğunu bilir altında ezilirsin.

"Karar senin," diyerek geri çekilmişti abim. "Ya benimle gel ya da burada kal."

Tuğrul abide kalamazdım ama burada da yapamazdım. Bu yüzden hiçbir Akgül'e bakmadan başımı sallamış ve "geliyorum." demiştim. Kaç gün, kaç ay, kaç yıl kalacaktım? Bu sorunun cevabı bende yoktu, belli ki abimde de yoktu ama gidiyorduk.

Yine de vedalaşmak için gelmiştim bu eve.

Kaç gün olursa olsun gidecektim işte, özlerdim ki. Ben galiba biraz enayiyim ya.

Bahçede tek başına oturan Ali Baran ile onun yanına adımladım.

"Ali," seslenişimi duyduğunda bana dönecek sandım ancak o kalkmış ve eve adımlamıştı. "Ali!" Yanına koşturup kolundan tuttuğumda sertçe çekti kolunu ellerimin arasından. Şaşkınlıkla baktım yüzüne. "Ne oluyor lan?"

"Ne oluyorsa oluyor," uzaklaştı biraz daha benden. "Git sen."

"Ali Baran-"

"Kalacağım deyip gitmek sana yakışır zaten." diye mırıldandı sitemle. "Git Naz, ne diye geldin zaten?"

Kaşlarım çatıldı. "Yanındayım deyip de dönmemek de size yakışırmış Ali Baran, açtırma ağzımı. Gel şuraya!" Kollarımı bir anda ona sardığımda küfrederek sarmaladı beni.

"Gittiğin için senden nefret ediyorum."

"Gelmediğin için bende senden." diye homurdandım. Kollarımı daha da sıktım. "Bir süre böylesi daha iyi olacak."

"Umarım yavrum."

"Ali lan," gülerek ondan ayrıldığımda delirmişim gibi baktı gözlerime. "Bana siktir git dediğin günden gittiğim için bana kızdığın günlere... Hayat böyle tükürdüğünü yalatıyor."

Kafama vurdu homurdanarak. "Hatırlatmazsan ölürsün değil mi?" Gülerek başımı salladım ona. "Naz... Gelmek istersen Yusuf abi engellemez biliyorum ama ne bileyim, gelmek istersen haber ver olur mu? Ben gelmeye çalışırım ara ara, sen de gelirsin değil mi?"

"Gelir tabii," arkamdan gelen ses Yaman'a aitti. Bahçeye muhtemelen parmakları arasındaki sigarayı içmek için çıkmıştı. "Kısa süreli bir veda bu." Bakışları bana döndü. "Değil mi abisi?"

Bana kızmıyor muydu? Sanki buradan okula gidiyormuşum gibiydi. Aramızda şehirler, kilometreler sokmuyormuşum gibi bakıyordu.

Yine de başımı salladım ona. Sessizce kollarını açtığında hızla ona adımladım, adımlamadım koştum. Ellerim beline dolandığında, "iyi dinlen," diye fısıldadı kulağıma. "Nasıl biliyorsan öyle yap ama arayı açma." Başımı salladım ve göğsüne iyice sokuldum. İçeri gitmek, anne ve babamla karşılaşmak istemiyordum. En çok onlara kırgınım, onlarla vedalaşmak istemiyorum. "Saçların bugün de çok çirkin," sözlerine tezat saçlarıma bir buse kondurdu. "Hiç güzel olmamış."

Saçlarımla bir alıp veremediği vardı ancak çözememiştim. Onun yerine sözlerine gülmekle yetindim.

"Yaman," diye fısıldadım ondan ayrılmadan hemen önce. Belki de bana karşı anlayışlı olmasının sebebi ifadem yüzündendi, bilmiyordum. "İyi ki varsın."

"Sende iyi ki var mısın göreceğiz cimcime," sırıttı. "Mahir abim gelmeden onlarla vedalaş. O gelince kendini başrol sanıyor sonra."

Vedalaşmam gerekenler listesinde isimleri en başta yazan iki kişidende kaçmaya çalışıyordum ancak boşaydı. Bu yüzden eve adımladığımda açık kalan mutfak kapısından girdim.

Nerede olduklarını bilmiyordum, bu yüzden kısa bir an durdum mutfakta. "Bana iyi gelecek olan şeyin bu olduğunu biliyorum, o zaman niye canım acıyor?"

Fısıltım benden birkaç santim öteye bile ulaşamayacak kadar kısık çıktığında arkamdan gelen adım seslerini duydum.

"Naz!" Neredeyse bağırmıştı, bu yüzden kim olduğunu sorgulamama gerek bile yoktu. Beni beklediğim vedalaşmadan aldığı için ona minnettardım ancak ona döndüğümde ne diyeceğini bilemeyen, suç işlemiş bir çocuk gibi durmasından gözlerim dolmuştu.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Onunla bu zamana dek çok şey konuşmamıştık. Bir günümüz vardı sadece doya doya geçirdiğimiz, onun dışında hatırlamıyordum çok konuşmalarımızı. Onun evi ayrıydı, yanlışlıkla karşılaşmıyor, konuşmak zorunda kalmıyorduk. Bu ailede en uzak kaldığım kişi oydu ama ondan ayrılmak bile üzüyordu beni.

"Böyle olsun istemedim," dedi göğsü inip kalkarken. Koşmuş muydu bilmiyorum ama nefes nefeseydi. "Çok bocaladım biliyorum ama gitmesen olmaz mı? Düzeltiriz biz, başa sararız, lütfen. Sorun neyse-"

"Burada kalmak istemiyorum." Başımı iki yana salladım gözlerim dolarken. "Kafanız çok karışık, ben mi Nazlı mı karar veremiyorsunuz. Karar verin istemedim de ama siz birimizi seçeceksiniz diye kayboldum ben."

On yedi yaşındaydım daha ben. Yaşıtlarım mutlu bir aile sofrasına otururken tek kaygılandıkları şey sınavlarıydı. Benim ona bile vaktim olmamıştı. Bir anda hayatım tepetaklak olmuştu ve insanlar benden sakin davranmamı beklemişti.

Buraya kadardı. "Gelirim elbet," tek başıma ya da abimle, fark etmiyordu. Elbet gelecektim çünkü kalp içinde barındırmadığına yıkılmazdı. "Sarılmayacak mısın?"

"Ne zaman?" omuzları düştü. Sanki çabalaması gerektiğini yeni fark ediyordu da geç kaldığını anlamış gibiydi. "Ne zaman döneceksin?"

"Hakkari şurası," gülümsedim. "Gelirim ki çabucak."

Bir şey demeden kollarını belime doladığında havalanmıştım biraz. Kollarımı boynuna doladığımda, "ikizler seni soracak." diye homurdandı. "Selen sen gelene kadar beni koltukta yatıracak."

Selen yengenin o kadarını yapmayacağını biliyordum. İkizlerle de telefonda konuşurdum elbet. Gülmeye çalıştım, daha sıkı sarıldım ona. Ona sarılmayı uzattıkça içeriye gitme sürem uzuyordu ancak Mahir bunu biliyor gibi benden uzaklaştığında bir şeyler diyecek sandım ama bir şey demeden hızla girdiği kapıdan çıktı.

Adımlarım istemeye istemeye salona gittiğinde ikisini de farklı noktalarda koltukta otururken buldum. Adım seslerimi duyar duymaz bakışları bana dönen adama tezat annem başını çevirmişti diğer yana.

"Anne," diye fısıldadım. Konuşmak istemiyordum, gitmek istemiyordum, kalmak istemiyordum. "Sarılmayacak mısın?"

O an nemli yüzüyle bana döndüğünde, "gitmesene," dedi çocuk gibi boynunu bükerek. "Naz-"

Kollarımı boynuna doladığımda, "sizi çok seviyorum." Diye fısıldadım gözümden akan yaşlarla. "Kızma bana, lütfen."

Dayanamıyordum. Onların kararsızlıkları, Akça'ların yaptığı her şeyin tekrar bir ifade yüzünden gün yüzüne çıkması, son bir buçuk ayda olanlar... Altından kalkamıyordum.

"Okulun ne olacak?" Son çaresi buymuş gibi mırıldandığında bir kez daha, "gitme." diye yakardı.

Ona cevap vermeden ağlayarak sarılmaya devam ettiğimde bir el dolandı ikimizinde üzerinden. Onun koca kanatlarının altında ikimizde varken hayat daha güvenilirdi.

Hayat bazen kalman gerektiğini söyler, gitmen için elinden geleni yapardı. Pes etmeni isterdi ve bazen gitmek pes etmek değil, güç toplamaktır. Pes etmiş gibi görünebilirdim ama yaptığım şey sadece toparlanmaya çalışmaktı. Aslında bir vedadan çok daha fazlası, herkesin dinlenmeye ihtiyacı var.

🤝🏻

#EK SAHNE#

Elinde tuttuğu fincanın telvesine dikkatle bakan Naz'ın hedefi karşı koltuğunda oturan annesiydi. Eh şu an buna şahit olmak istemeyen Akgül erkekleri mecburen izliyorlardı ancak olsundu. Naz'ın bu hallerini görmek hepsine iyi geliyordu.

"Eee," dedi Selen ikizleri uyutmanın rahatlığı ile. "Ne çıktı ne çıktı?"

"Valla bir kız görünüyor burada," kaşları çatıldı Naz'ın. "Yenge baksana, bir şey tutuyor."

Selen merakla Naz gibi yere çöktü. Neden yerde oturduklarını bilmiyorlardı ikiside. "Kutu mu o?"

"Sepet sepet," dedi Naz. Ali Baran'a döndü. "Leylekler sana bir kardeş daha getirmiş."

Ali Baran ona göz devirdiğinde, "valiz bu valiz," diye homurdandı. "Beş vakte kadar gidiyorsun inşallah, bizde senden kurtuluyoruz."

"Bak bak," diye homurdandı Naz ancak el hareketi çekmekten son dakika vazgeçti. "Neyse canım, bir kadın var burada elinde de sepet."

"Kutu," dedi Selen yineleyerek. "Dümdüz o, neresi sepet Naz?"

"Yenge Allah için bunu mu tartışacağız şimdi dur," yengesine hafif bir omuz attı ve oturduğu yerde iyice yayıldı. Annesine çevirdi bakışlarını. "Bu kadın gidiyor!"

"Düzgün baksana lan şu fala," diyen Yaman kumandayı fırlattı hafifçe Naz'a doğru. "Kimse gitmiyor!"

"Ay valla gidiyor," dedi Selen fincana daha dikkatli bakarken.

"İnanmayın şöyle şeylere," diye homurdandı Mahir. Kadir çatık kaşlarıyla sadece izlemekle yetiniyordu. "Çocuk çocuk işler."

"Kız bak," dedi Selen Naz'ı dürterek. Telvenin bir kısmını gösterdi. "Kedi var burada."

Naz dikkatle telveye baktı. Harbiden de kediye benziyordu.

"Kedi ne anlama geliyor ki?" Bir an meraklandı Selen. Eğlencesine salladıkları fala bakası gelmişti.

İnternette gördüğü sonuçları kimseye söylemeden kapattığında, "eee?" dedi Naz merakla. "Neymiş anlamı?"

"Hiiiç, saçma sapan şeyler," diye mırıldandı. Ayaklandı, kahve bardağını alıp mutfağa götürdü. Naz ne olduğunu anlamadan hâlâ yerde oturuyorken anlamsız bakışlarla baktı Akgül ailesine.

O an merakla internette gezinen Ali Baran, "etrafındakilerden zarar göreceğin anlamına geliyormuş," dedi ciddiyetle. "Desene o zaman seni bu evden kesin gönderiyorum!"

Ali Baran bu cümleleri kurduğunda giden kızın arkasından ağlayacağını, ailesinin yarım kalacağını hiç düşünmemişti. Akgül ailesi ise bir an bile buna ihtimal vermemiş, alayla dinlemişler, dinlediklerini başlarına getirmişlerdi.

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 12.12.2024 09:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...