😌
*Birkaç gün sonra/ Yaman Akgül*
Ben bir abiydim. Kız kardeşinin öz olmadığını öğrenen, ondan vazgeçmek istemeyen ancak vazgeçilen o abiydim.
Ben bir abiydim. Öz kardeşini tanımak isteyen, bunu yaparken sürekli bocalayan ancak onu sevmekten vazgeçmeyen bir abi.
"Müvekkilim Simay Naz Akça sağlık sebeplerinden ötürü burada değil."
Ben bir avukattım. Mesleğini en iyi şekilde icra etmek için çabalayan, her davada eli güçlü çıkan, nadir kaybeden bir avukattım. Hiçbir dava beni etkilemezdi, izin vermezdim. İşim savunmak ve davayı kazanmaktı. İçinde bulunduğum dava öyle değil ama.
İlk kez böyle hissediyordum. Karşımda dikilen Mehmet Akça kendinden emin bakışlar atıyorken üstüne atılmamak için kendimi zor tutuyordum. Kendimi telkin ediyor, hiçbir şeyin kardeşimin zararına olmasına izin vermiyordum. Bugün bu kapıdan başı eğik onlar çıkacak. Diğer ihtimal ile Naz'ımın yüzüne bile bakamazdım.
Hakim ilk onu dinledi, avukatı konuştu bazen ve bazen de kendini inandırmak için, "ben bir babayım," dedi. Sen bir baba değilsin, baba olan adam kızına bunu yaşatmaz diye bağırma isteği boğazımı sıkmaya başladığında bile ona dümdüz bakmıştım.
"Sayın hakim," dedim söz hakkı bana geldiğinde, başım dik elimdeki dosyayı tutarken. "Müvekkilim defalarca kez kendini açıklamış, ilaçların kendisine iyi gelmediğini ifade etmiştir. Mehmet Akça bu ifadelere kayıtsız kalmış ve umursamamıştır." Videoyu hatırlatmak için, "size sunduğumuz dosyanın içeriğinde mevcuttur." Video yasal olarak bir kanıttı çünkü habersiz çekim değildi.
Mehmet Akça sözde kızının ruhsal süreçlerini takip etmek için bir kamera yerleştirmişti ancak o kameranın kayıtlarında kızına zorla ilaç içirdiği anın olacağını düşünmemiş olmalıydı.
"Yalan söylüyor!" diye bağırdı birden. "Ben kızım iyileşsin diye yaptım ne yaptıysam!"
O an Mahir abim atılacaktı konuşmaya. Yan taraftan elimi dur dercesine havalandırdım. Hakimi tanıyordum, pek sabırlı birisi değildi. Affı olmazdı çoğu şeye. Abim sessiz kalmayı kabullendiğinde dişini sıkmaya başlamıştı. Mehmet Akça'nın sinirlenmesini ve hata yapmasını istedim.
Bu yüzden, "bu yüzden mi onu diploması bile olmayan bir doktora götürdün?" dediğimde onun panik hali bir an keyiften güldürecekti beni.
Yanındaki avukatının çırpınışlarını görmezden gelerek, "diploması olmadığını bilmiyordum!" diye açıkladı kendisini. "Semih beni de kandırdı!"
Karşılıklı konuşmamamız için uyarı aldığımızda, "Sayın Hakim," dedim bir kez daha. "Semih Erdan ve Mehmet Akça üniversiteden arkadaş olup, arkadaşlıklarını da bu zamana kadar devam ettirmişlerdir. Müvekkilim Simay Naz Akça için bir araya geldiklerinde Semih Erdan kendisine yaşadıklarını bizzat anlatmıştır. Buna Semih Erdan'ın ifadesinde de rastlayabiliriz."
O herifi konuşturmak kolay işti. Uzun zamandır beklediğimiz tek şey herifin girdiği komadan çıkmasıydı. Yusuf o akşam kaç hap yutturduysa geberecekti piç kurusu.
"Yalan!" diye bağırdı bir kez daha. "Semih bana bir şey anlatmadı! Ben bile bile götürmedim Simay'ı oraya! İftira atıyorlar!"
O an hakimin sağ tarafında oturan Tuğrul eğildi, hakimin kulağına bir şeyler söyledi ve ardından elindeki dosyayı verdi.
Hakim tepki vermeden dosyayı incelemeye başladı ve Mehmet Akça devam etti. "Ben bir babayım, kızımı korumak için yaparım ne yaparsam! Semih alenen iftira atıyor! Benim hiçbir şeyden haberim yoktu, bana hiçbir şey anlatmadı!"
Tuğrul elinde göremediğim bir şeyi hakime uzattığında hakim dikkatini ona verdi. Birkaç saniye sonra Mehmet Akça'da sessizleştiğinde, "Semih Erdan ilaçları kendisinin ürettiğini, bunun sonucunda üç çocuğun öldüğünü sana anlatmadı mı?" Hakimin sorusu Mehmet Akça'ya yönelikti.
"Hayır." Başını iki yana salladı sözünü desteklemek ister gibi. "Benim bundan haberim yoktu Hakim Bey, Semih evet yakın arkadaşımdı ama ne kadar görüşsek de okul hayatıyla ilgilenmedim. Diploması olmadığını, meslekten men edildiğini, ilaç ürettiğini, hiçbirisini bilmiyordum. Semih Erdan bana da yalan söyledi."
"Senin yalanını sikeyim ben orospu çocuğu!" diye yükselen abimi hiç kimse tutamamıştı. Öfkeyle bir an gözlerimi yumduğumda hâkimin onun salondan atılması için birilerine bağırdığını duymuştum. "Senin babalığını, evveliyatını sikeyim ben! İskele babası!"
Abim dışarıya çıkarıldığında itiraz için atılacaktım ancak Tuğrul'un bakışları buna engel oldu. Her ne verdiyse hakime, bana sus diyordu. Kaşlarım çatıldı ve abimin gerisinde bıraktığı sessizliği bozmadım.
Hakim davayı özetleyen birkaç cümle kurduktan hemen sonra "Karar;" diyerek sonucu açıklamaya başlamasıyla salondaki herkes -Akça ailesi- ayağa kalktı. "Semih Erdan cinayete teşebbüs istemiyle on beş yıl, sahte ilaç üretimi ile beş yıl dört ay on gün..."
Kazanmıştık.
Tek kelime. Kazanmıştık. Yine de içim soğumadı, sevinemedim ve konunun Mehmet Akça ile ilgili olan kısmını bekledim.
"Mehmet Akça ise faile yardım etme suçundan sekiz yıl dokuz ay beş gün, mahkeme huzurunda yalan ifade verme suçundan bir yıl üç ay yirmi gün, toplamda 10 yıl 25 gün hapis cezası almasına karar kılınmıştır."
Karar; kendini iyileştirmek için gittikleri doktordan ölüm haplarını yutan çocukların mezarlarında rahat uyumalarına, kurtulabilmiş ve bu davaya katılmış olan çocukların ise derin bir nefes almasına karar verilmiştir.
Masal değil ancak bu sefer iyiler kazandı.
🤝🏻
*Simay Naz Akgül*
Gündüzler geceleri, gecelerse gündüzleri kovalarken yaptığım tek şey unutmaya çalışmaktı. Kırgınlıkları, kızgınlıkları, öfkeyi, nefreti, hüznü... Beni yaralayan her duyguyu askıya asmış ve mutlu olmaya çalışmıştım.
Başarılı oldum sayılırdı, yanımdaki adamın buna çok katkısı olmuştu.
"E başka başka kimleri yaraladın anlat bakayım?"
Cihan abiye tip bir bakış attım. "Abi ben sadist miyim? Niye dakika başı birisini yaralıyormuşum gibi soruyorsun?"
Güldü. "E en son Çınar'ı atmaya çalışmışsın balkondan, gerçi bu Barın'ı okul merdivenlerinden itmeden önceydi galiba." Düşünür gibi oldu. "Yok yok Kutay'ın dosyasını başka dosya ile karıştırdığından sonraydı."
Ona kötü kötü baktım. "Sen bunları nereden biliyorsun?"
Beni küçümser gibi baktı gözlerime. Abim ikimizi de askeriye bahçesinde bırakıp içeriye girmişti ve o abimin gitmeden önce dediklerini unutmuş gibiydi. "Ben abinin her şeyini bilirim."
O an merakla doğruldum yerimde. "Anlatsana o zaman."
Yüzü buruştu. "Yaptıklarını birde benden mi dinleyeceksin?"
Gözlerimi devirdim ona. "Ne alaka Cihan abi? Abimi anlat diyorum! Ben onun askerliğini çok bilmiyorum, anlatmıyor bana."
Duraksadı ve bir an bahçedeki askerlerde gezdirdi gözlerini. Birisini yanımıza çağırdığında asker tekmil vererek kendisini tanıttı. "Yusuf Yüzbaşı'yı tanıyor musun?" diye sorduğunda asker Cihan abinin omuzundaki apoletlere bakmıştı. "Bir şey olmaz oğlum, anlat."
Bu cümleye fazla güvenmiş olmalıydı. "Yusuf Yüzbaşımı tanımayan mı var komutanım? Adını Ankara'ya kadar duyurmuş, adam gibi adamdır kendisi. Gerçi buradakiler ona biraz deli der ancak babayiğittir, deliliği bilmediğinden değil bildiğindendir. Bir görevde karşılaşmıştım kendisiyle, 100 kiloluk adamı gıkını çıkarmadan taşıdı sınıra kadar."
Göğsüm gururla kabardığında, "Hadi ya?" Dedi Cihan abi bunları yeni öğreniyor gibi. "Sen konuştun mu hiç Yusuf Yüzbaşı ile?"
Asker başını salladı. "Evet öyle bir hatam oldu komutanım."
"Hata?"
Aynı merakla bende asker abiye bakıyorken başını salladı yine. "Arkasından deli dendiğini öğrendiğinde bahçedeki otları cımbızla toplatmıştı."
Kendimi durduramadan gülmeye başladığımda askeriye kapısında gördüğümüz yüzle, "tamam asker," dedi Cihan abi. Asker sorgunun bittiğini anladığında hemencecik kayboluvermişti etraftan.
"Abim yaptı mı bunu cidden?" dedim gülmelerimin arasından.
Cihan abi başını salladı. "Ah ah, biz beraber geçirdik askerliğimizi neredeyse. Benimle birlikte ağaca selam veren çocuk şimdi büyüdü de cımbızla ot toplatıyor."
"Ağaca selam veriyorsam senin yüzündendi yavşak," dedi Yusuf abim kaşları çatılı ensemden beni tutarak kaldırdığında. Ne yaptım ki dercesine ona bakarken onun bakışları Cihan abideydi. "Ne anlattın kardeşime?"
"Askeriye'ye neden giremiyorum?" diye homurdandım. "Odanı görmek isterdim!"
Bedenimi kolayca kendisine doğru çevirdi. "Ben her gireni içeriye alırsam ne olur?"
"Ne olur?"
"Bir de soruyor yarabbim. Yürü kız önden!" Ensemi bıraktığında, "deliymişsin zaten," diye homurdandım üstümü silkerek. "Alsan ne olacak yani? Üç beş binbaşı görürüm diye ödün mü kopuyor?"
"Birkaç seneye abinde binbaşı!" Diye neredeyse bağıran Cihan abi kesinlikle kendisini kurtarmanın derdinde olduğu kesindi.
"Kim deliymiş?" diyen abime arkamı döndüm ve onu umursamadığımı belirterek arabasına ilerledim. "Cihan geleceğim Cihan," diye devam ettiğinde bu delilik meselesine niye takıldığını pek anlamamıştım. Yine de homurdanarak arabaya binmeden önce durabilmiş ve sırıtarak Cihan abiye dönebilmiştim.
"Cihan abi!" diye bağırdım sesimi net duyabilsin diye. "Teşekkür ederim!"
"Çiyan seni!" diye bağırdı askeriyenin ortasında hiç de utanmadan. "Çınar'a yaptığın hainliği bana da mı yaptın?!"
Bunu şaka amaçlı dediğini biliyordum. O yüzden var gücümle bağırdım. "Evet!"
✨
"Sonra da işte Cihan abiye seni sordum." Elimdeki mısır kasesinden bir mısır ağzıma attığımda abimdeydi meraklı gözlerim. "Benim delilik nereden geldi belli oluyor," dedim gülerek. Ee abisine bak kardeşini al.
"Kendi aralarında uydurdukları bir şey," diye homurdandı. Hadi benim hakkımda cidden deli diyorlardı da kızıyordum. O niye kızıyordu? Bence müthişti yani.
"Seni ilk kez dinledim birisinden," diye mırıldandım. Omzuna vurdum bir tane. "Gururlandırdın valla beni."
Bir yüzüme bir de ona vuran elime baktığında göz devirdim ona. Elimdeki mısır kasesini aldığında tam homurdanacaktım ki beni kendine çekti. "Sende beni gururlandırdın," dedi saçlarımı karıştırarak. "Tam da abisinin kardeşi."
İyi de ben bir şey yapmamıştım ki?
"Ne oldu ki?" dedim merakla ona dönmeye çalışarak. Dönmeme izin vermemişti ama. "Abiş?"
Daha o cevap vermeden telefonum çalmaya başladığında saçlarıma bir buse kondurarak uzaklaştı benden. Ona bunu unutmadım bakışları atarak telefonu elime aldım.
Kızlar görüntülü grup araması yapıyordu. Biraz korka korka açtım telefonu çünkü sadece tek bir mesaj atmıştım kızlara. Asaf'a değil, diğerlerinin olduğu gruba da değil, kızlara. "Hakkari'de olacağım bir süre." demiştim. Muhtemelen Ali'den her şeyi bildikleri için pek de bir şey söylememişlerdi.
"Ay," dedi Sümeyye ben aramaya dahil olduğumda. "Güneşim doğdu."
Gülümsedim ancak cevap vermedim. Bakışlarım usulca aramada sessiz kalmayı tercih eden Asaf'a kaydı. Diğerleri telefonu açmamıştı zaten ama o açmasına rağmen sadece bakıyordu ekrana. Hayır bana.
"Üşüdüm," diye homurdandı Zeliş.
"Boş ver onları," dedi Sümeyye yine ve yine gülümseyerek. Neşesini hiç kaybetmiyordu. "Nasıl Hakkari? Soğuk mu?"
Başımı salladım. "Abim beni inatla askeriyeye almadı!" Abimi bir de onlara şikayet ettiğimde abim kafama vurarak ayaklandı, salondan çıktı. "Cihan abi ile dışarıda durduk iyi gibiydi biraz ama oraya göre soğuktu yine hava."
"Soğuktur oralar evet," dedi Asaf başkasına diyor gibi kameraya bakmadan. "Sıkı giyin."
Gülümsedim. "Giyinirim."
"Sümsüm," dedi Zeliş o an neredeyse bağırarak. "Kızım ödevleri unuttuk, yarın Nurdan yer beynimizi koş!" Zeliş aramadan çıktığında Sümeyye garip garip baktı ekrana.
"Yarın Nurdan'ın dersi yok ki," diye mırıldandığında bakışları yukarı kaydı. "Ha," dedi bir anda. "Var var. Rehberlik yapmayacağız demişti." Ve gitti.
"Kovdun mu kızları?" diye homurdandım. Sanki aramıza zaman girmemiş, kilometrelerce öteye kaçmamışım gibi.
"Ali'yi aradım," sorumu duymamış gibi yaparken hâlâ grup aramasındaydık ancak ikimiz kalmıştık. "Gitti dedi." Başımı salladım. "Neden?"
"Gördün," omuz silktim. Şu an karşımda günlerce flört ettiğim çocuk değil arkadaşım var gibi hissediyordum. İlk günlerde çıkmaz sokakta ağlarken yanıma oturan o çocuk varmış gibiydi. "Nefes almak istedim."
"Yeşil," derin bir nefes verdi, gözlerini gözlerimden çekmeden baktı bir süre. "Aldın mı peki?"
Başımı salladım ama istemsizce dudaklarım bükülmüştü. "Aldım ama çok özledim."
"Beni mi?" dedi munzur bir ifadeyle. "Gitmeseydin bugün seninle başbaşa olacaktık." Öksürmeye başladığımda hiç çekinmeden sırıtıyordu. "Hım? N'oldu?"
"Planın olduğunu bilmiyordum," diye mırıldandım öksürüklerim durduğunda. "Orada olsaydım da katılır mıydım emin değilim. Sonuçta arkadaşız."
Tüm keyifli ifadesi bozuldu, ters ters bakmaya başladı. "Ne arkadaşı ya? Benim arkadaşım var zaten."
"Evet," dedim keyiflenmeye başlarken. "Benim işte."
"Yeşil!" diye homurdandı ters ters bakarken. "Ne arkadaşı kızım? Şunu söyleyip dellendirme beni bak."
"Arkadaşım," dedim bastıra bastıra. "Bunu sen istedin ama?"
En huysuz bakışlarından attı etrafına. "Aklımı sikeyim ben." Başımı salladım. Küfrüne hak veriyordum açıkçası, bana o gün gösterdiği tavır hiç hoş değildi. "Naz, ben seninle konuşacaktım. Seninle onu sarılırken görmek tüm şalterleri attırdı kafamda, delirdim. O an ne dediğimi ne yaptığımı bilmiyordum ama yemin ederim geri dönecektim. Eğer sen Deniz ile kavga etmemiş olsaydın ben seninle konuşmak için dönmüştüm bile."
"Asaf," dedim bunu umursamadığımı belli ederek. "Pars ya da Deniz konusu beni zerre ilgilendirmiyor. Aynı şey tekrar yaşansa sen yine böyle mi tepki vereceksin?"
"Aynı şey yaşanmayacak," derken buna tahammülü yok gibiydi. "İkisini bende umursamıyorum ama aramızın onlar yüzünden bozulduğu da bir gerçek."
"Asaf-"
Karşı çıkacağımı hissetmiş gibi, "tamam tamam," dedi hemen. "Başa sardık öyle ya da böyle," derin bir nefes verdi. "Hiçbir şeyin önemi yok. Madem başa sardık o zaman temelini sağlam atalım değil mi?"
Abimin adım seslerini duyar duymaz başımı salladım hızlıca. "Evet evet, temelini sağlam at ki matematikte zorlanma. Matematik için temel çok önemli."
Salona giren abim göz ucuyla bana baktığında gülümsedim. "N'oldu abi?" Asaf koca bir kahkaha attığında telefonun yan tuşundan sesini kısmak zorunda kalmıştım.
Abim bu kahkaha ile ters ters bakmaya devam ettiğinde, "selam söyle," dedi sanki ters bakışlar atmıyor gibi. "Hangi arkadaşındı bu?"
"Asaf," dediğimde yanıma geldi hafiften. Başını telefona eğip kendini gösterdiğinde Asaf'ın gülmeleri öksürüklere dönüşmüştü. Kıstığım sesini açtığımda şimdi keyifli olan bendim. "Abi?" Dedi Asaf saygıyla. Başını eğdi selam vermek adına. "Nasılsın?"
"İyiyim," dedi abim. "Sana n'oldu? Hastasın herhalde?" Evet abi, bana hasta.
Asaf'ın eli boğazına gittiğinde bir kez daha öksürdü. "Evet abi, mevsim geçişleri işte."
"Dikkat et," dedi abim hâlâ ekranda kendisini gösteriyorken. "Mevsim geçişleri sert çarpar." Yan yan bana baktı. "Sen en iyisi bir çorba falan iç."
Çocuğa zorla telefonu kapattırıyor olmasına gülmemek için kendimi zor tutarken Asaf, "içmiştim ben," demişti ancak abim ona nasıl baktıysa, "içeyim," diye tekrarladı kendisini. "Bir daha içeyim abi, sen nasıl istersen."
Ve telefon kapandı.
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda, abim kıskanç bakışlarından atarak salondan çıkmıştı. "Sende gel buraya, bırak o telefonu!" diye bağırdığında kahkaha atarak ayaklandım ve peşinden gittim.
Kıskanç Yusuf Akça'ya bayılıyordum!
🤭🤭
*Ali Baran Akgül*
"Ya hadi!" diye bin beş yüz kez bağırmış olan annemle oflayarak telefonu bıraktım.
"Oflama lan anneme," yüzüme yediğim kırlent ile eş zamanlı olan Yaman abimin sözlerine göz devirdim.
"Ya kime diyorum ben?!" diye bağırdı annem bir kez daha. "Ali, Yaman, Naz! Gelsenize şu sofraya!"
Duyduğumuz son isim abimle bakışmamıza neden oldu. Annem üç gündür ne zaman sofraya bizi çağırsa onun da ismini söylüyordu. Gittiğinde çok ağlamış, bir süre sessiz kalmış ve sonrasında kendini mutfağa atmıştı. Günlerdir mutfakta yapacak bir şeyler buluyordu.
Evde oluşan sessizliği, "Ali Baran yüzünden gelemiyorum ya!" diye bağırarak bozdum. Sesimi inceltmiş, Naz'ı taklit etmeye çalışmıştım. Ayaklanıp mutfağa gitmeye başladığımda abimde derin bir nefes vererek ayaklanmıştı. "Sizin bu oğlunuz var ya, beni dövüyor gizlice! Gülüyorum diye mutluyum, sorun yok sanıyorsunuz."
"Bırak zevzekliği," diyen annem pek neşelenmemişti ama. Gözlerine konan bulutların 'Naz' bulutları olduğu kesindi. "Yemeğinizi yiyin, babanıza da götürün bir tabak."
"Ben götürürüm," dedi abim sandalyesine yerleşirken. "Abimler ne yaptı anne?"
"Yusuf gitmeden önce arkadaşıyla konuşmuş, Selen'le Selin'e ev bakmaya gittiler. İkizler ve Doruk dedelerinin yanında." Bir Yaman abime baktı bir de tabaklara koyduğu yemeklere. Naz kendisini üç gündür aramamıştı.
Ve evet, o gideli üç gün oluyordu.
Onsuz kalan evin ne kadar sessiz olduğu bu üç günde yeterince yüzümüze çarpmıştı. Açılınca asla kapanmayan o çenesini özlemiştim. Sırtıma atlayan, ya da sana iftira atacağım Çınar'a attığım gibi bak gör diye tehdit eden, durduk yere çelme takan birisi yoktu.
Varlığına öyle bir alıştırmıştı ki, üç günü üç ay gibi yaşamıştık.
Babam dün akşam eve Naz'a oyuncak alarak gelmişti. Tabii sorunların böyle çözüleceğini düşündüğünden değil ama almıştı işte. Belki de kendi büyütemediği küçük Naz'a bir hediyeydi aldığı. Sessizce gitmiş ve hâlâ boş olan odasına götürmüştü oyuncağı. Birkaç saat odadan çıkmamış, ancak annem yanına gittiğinde onunla birlikte çıkmıştı.
Şüphesiz herkesin mutsuz olduğu yerde bir de Yaman abim vardı. Sırıtıyordu dünden beri. Naz gittikten sonra evden çıkmış, bürodan ayrılmamıştı. Dün her ne olduysa eve gelmeye karar vermişti.
"Konuştunuz mu hiç?" dedi annem sonunda dayanamayarak. "Aramak istiyorum ama kafasını dinlesin diye çok şey etmedim."
"Şey etme zaten anne," dedi abim ağzını tıka basa doldurmuşken. "Dinlesin kafasını, bir şey demeyin o aramadıkça."
Kolay mı sanıyordu? Özlemiştim onu ve onu aramamak için can çekişiyordum.
Ona bu evden siktir git diye bağırdığım gün onu bu denli özleyeceğimi söyleselerdi buna götümle gülerdim. Naz haklı galiba, hayat tükürdüğümü yalatıyor cidden.
Dürüst olmak gerekirse şikayetçi sayılmazdım da.
"Dava vardı," gözlerimi masadan kaldırıp abime çevirdiğimde çok detay vermeyeceğini belli eder gibiydi. "Mehmet Akça 10 yılla yargılanıyor," annemden ayırmadı gözlerini. "Aramayın anne Naz'ı. En azından bu kısmı ona Yusuf söyleyene dek, bunu bilmesi gerektiği ana kadar, iyi hissedene kadar aramayın. İki ay dolmadan bir sürü olay yaşadı kız. Abisiyle kalsın."
Ondan detay alamayacağımı bildiğim için uzatmadan başımı salladım. "Ne olacak peki? Nereye kadar sürecek bu? Naz ne zaman gelecek?" Bu soru silsilesi o kadar canımı sıkmaya başlamıştı ki...
"Dur be oğlum," dedi abim dalga geçer gibi. "Daha üç gün oldu."
Annem kafasına bir tane geçirdiğinde, "arayacağım," dedim inatla telefonu almak için salona dönerken. Abimin bağırışını umursamadan görüntülü bir arama başlattığımda geri mutfağa dönüyordum.
"Al birini vur ötekine," diyerek telefonu açan beklediğim Naz değil, Yusuf abiydi. "Sizi sırayla mı veriyorlar oğlum?"
"Abi selam," dedim sandalyeye geri oturduğumda. Annemde abimde sessizdi, bizi dinliyorlardı. "N'aptın?"
Beklediğim sesi duydum ancak göremedim. "Kime?" Güldüğünde Yusuf abinin ona 'salaksın sen' der gibi bakması beni de güldürecekti. Birkaç saniye sonra başını eğdi telefona. "Valla burası çok sakin Ali'ciğim, iftira atan yok, gündemi takip edip aaa bu kız deli diyen yok, bomboş kafa ile tüm gün aylak aylak geziyorum. Hayatımda hiç bu kadar sakin günler geçirmemiştim!"
Naz her zaman bu kadar çok konuşmazdı ancak konu özlediği insanlara gelince en saçma şeyi bile anlatırdı. Bunu Tuğrul abi geldiğinde ya da Yusuf abiyle yan yana olduğu her anda anlayabilmiştim.
"Cihan abiyle tanıştım, abimin arkadaşı. Adam o kadar kafa dengi ki! Ayrıca abime deli diyor!" bir kahkaha patlattı. "Abim otları cımbızla temizletmiş askerlerine, sırf deli dediler diye!"
Yine de gereksiz konuşmalarını özlemiştim. Cidden üç gün üç ay gibi geçti!
"Git la' şuradan," diyerek Naz'ın kafasını itti Yusuf abi. "Siz ne yaptınız Ali? Babanlar nerede?"
Naz yine kafasını merakla telefona eğmişti. Kahkülleri ve gözleri görünüyorken, "Babam ikizler ve Doruk'la beraber bakkalda." ekranı annemlere çevirdim. "Bizde oturuyoruz öyle."
"Sütlü çorba mı o?" Naz içi gider gibi baktığında Yusuf abi ekrandan çorbayı görmeye çalışır gibiydi. "Of ya!"
O an inatla kaşığımı çorbaya daldırdım ve ağzıma attım. "Oh mis gibi!"
"Şerefsiz!" diye bağırdı. "Abi ya!" Ekrandan çıkmıştı ancak Yusuf abiye isyan eder gibi baktığına eminim. "Görüyor musun yaptığını? Ben oradayken dövüyordu da beni! Ama ben hep gülüyordum ve bu yüzden beni mutlu sanıyorlardı!"
"Simay-"
"Bende sütlü çorba istiyorum." diye homurdandı Yusuf abinin cümlesini keserek. "Canım çekti!"
"Yaparım annem," dedi annem sakince. "Sen hele bir gel, ben sana tencere tencere yaparım."
"Ama ben şimdi istiyorum," çocuk gibi tekrarlamaya başladığında, "eeee gidersen yaban ellere böyle olur," dedim bilmiş bakışlar atarak.
Yusuf abi ekranı kendisine yaklaştırdığında, "yaban ellerde askerlik yapmazsın umarım," diye mırıldandı. "Ya da fark etmez batı ya da doğu, her yere uzanır benim elim."
Alenen tehdit ediliyordum!
Naz bir kahkaha attığında Yusuf abinin yarı ciddi yarı alaylı sözlerine pek takılmadım aslında. Naz'ın bu kadar gülüyor olması abimin bahsettiği konuyu bilmediği, doğal olarak da Yusuf abinin onunla konuşmadığı anlamına geliyordu.
Her şey bok gibiydi, çabucak şu eve dönse olmaz mıydı? Acaba geri gelmesi için büyü mü yapsam?
😔😔
*Simay Naz Akgül*
*Hakkari'de altıncı gün*
"İşte böyle," diye mırıldandım kucağımdaki kedinin başını okşarken. "Sence ben haksız mıyım sayın kedi? En doğru karar gelmekti, geldim. Yine de özledim işte. Kesin bana büyü yaptılar ya..."
"Haspam," aniden gelen sesle yerimden sıçradığımda Cihan abi çoktan yanıma oturmuştu. "Sen git diye yapılmıştır büyü, gel diye değil."
"Abi beni bu kadar sevme," diye homurdandım ona göz devirerek. "Sevgiden gözlerin falan kör olur Allah korusun."
"Şaka kız şaka," dedi gülerek. "Ne yaptın? Tüm hayat hikayeni bizim canavara mı anlattın?" Bizim canavar derken kediyi göstermesi gülümsememe neden oldu.
"Hım," diye mırıldandım. Kedi vardı şu an anlatabileceğim, ben ne yapsaydım? "Abim ne zaman gelecek?" sıkılmıştım. İtiraf etmek gerekirse geri dönmek istiyordum. 1 hafta olmuştu ve bence yeterliydi. Yetmez miydi? Aynı evin içinde olmasak dahi yanlarına gidecek bahanelerim oluyor, onları görüyordum. Ama şimdi öyle değildi. Aramıza kilometreler sokmuştum. Ali Baran görüntülü arıyordu ancak babam sadece sesli arıyordu. Sesini duyuyordum da adamı göremiyordum!
"Gelir şimdi." Etrafına bakındı kısa bir süre. "Sevdin mi burayı?"
Başımı salladım. Hakkari her şeyden önce abimin eviydi, nasıl sevmezdim? "Sevdim, güzel."
Kucağımdaki kedinin başını okşamaya başladığında, "bir de sen anlat bakalım." dedi yönünü hafiften bana çevirerek. "Abin detay vermedi. İnanıyorum sen müthiş detaylar vereceksin."
Canıma minnetti. Yeni yeni fark ediyordum ki onlardan birilerine bahsetmek can attığım bir şeydi. "DNA olaylarını biliyorsundur," diyerek başladığım kısmı buraya gelmeme kadar anlattım. Sabırla beni dinlemiş, ara ara gülmelerime eşlik etmiş ve arada benim gibi Ali Baran'a ve mahalledeki densiz teyzelere kızmıştı.
Konuşurken bir o kadar özlem yük olmuştu yüreğime ancak susmamıştım. "Bence bana büyü yaptılar," dedim kendimden emin olarak. "Yoksa ben bana yapılanın karşılığını misliyle veren insandım abi, onlara kılım kıpırdamadı."
"Bence sevgi meselesi bu," dediğinde anlamıyor gibi baktım ona. "Yani abim, diğer aileni pek bilmem ama Akgül ailesinden bahsederken gözlerinin içi gülüyor, kızsan da öyle. Onlara karşılık vermiyorsun çünkü onları hem seviyorsun, hem de onların seni sevdiğine eminsin."
Omuzlarım düştü. "Sevgi çok garip bir şey," diye homurdandım. "Ben çok da bir şey anlamıyorum abi, tek istediğim huzur."
"E böyle de huzursuzsun," omuz silkti. "Bazı insanlar derdin kaynağı olsa da huzur verirler." İç çekti. "Büyüyünce daha iyi anlayacaksın."
"Dedem konuştu," diye homurdandığımda ters ters baktı bana. "Sıkıldım abi ya," dedim dudak bükerek. "Abim nerede kaldı?"
"Gelir şimdi," dediğinde başımı salladım yine.
"Abi," dedim yine ona dönmeden. "Arayayım mı?"
"Kız gelecek şimdi niye arıyorsun adamı?"
Başımı oynatmadan, gözlerimi çevirdim sadece ona. "Onu değil ya, babamı arayayım mı? Özellikle göstermiyor sanki kendini."
"Ben karışmam," omuz silkti. "İstiyorsan ara."
Onayı almış gibi telefonumu hemen çıkardığımda telefon elimde titremeye başladı. Aynı saniyelerde ekrana düşen arama babama aitti. Görüntülü arıyordu. GÖRÜNTÜLÜ ARIYORDU!
Heyecanla telefonu açtığımda, "babam," dedi içli içli. "Nerdesin?"
"Askeriyedeyim," etrafı kısa süre gösterip kendime çevirdim ekranı. Bulunduğu yere bakmaya çalıştım ama pek anlamadım. "Sen neredesin?"
O an kamerayı çevirdiğinde gördüğüm kapı tanıdıktı. "Eğer evde olsaydın yanında." dedikten saniyeler sonra algım açılmıştı.
"Burada mısın?" Şaşkınlıkla başımı kaldırıp Cihan abiye baktığımda yarım ağız gülümseyerek telefonunu çıkardı cebinden. "Buraya mı geldin?"
Ayaklandığımda, "kız dur!" dedi Cihan abi. "Geliyor abin!" Başımı gözleriyle işaret ettiği yere çevirdiğimde kulağındaki telefonu indiren abimi fark ettim. O bana yaklaşıyorken bende ona adımlamaya başladığımda, "gelmiş!" dedim telefonu ona doğrultarak. "Bak!"
"Kadir amca, ah Kadir amca," diye homurdandı abim. "Geç arabaya Simay, geliyorum bende."
Üniforması üzerindeydi, değiştirip gelecek miydi bilmiyordum ama elime tutuşturduğu kontakla arabaya ilerledim. Aynı zamanda, "ne zaman geldin? Neden haber vermedin?" Telefonun ucundaki babama söyleniyordum. "Haber verseydin evde kalırdım!"
Güldü. "Birileri babasını özlemiş ha?"
Onun gibi güldüm. "Kilometreleri aşıp gelmişsiniz beyefendi, kimin özlediği ortada."
İç çekti. "Özledim tabii ya, inkar mı ettim?"
Aile özlemle ve sevgiyle birbirine bağlanan, her ne olursa olsun birbirinden kopamayan, bedenen ya da ruhen yanından ayrılamadığın insanlara mı deniyordu? Aile demek böyle bir şey miydi? Yine de kırgınlık hiç dinmeyecek, gözlerim onları aramaktan da vazgeçmeyecek.
🫶🏻
Kırıldığın yerden bir yara bandı ile iyileşemezsin. Yara bandı tesellidir yaraya. Yapıştırır ve iyileşmeyeceğini bile bile beklersin.
Bekler ve aslında iyileşmek için yarayı açanı beklediğini fark edersin.
Yaralıydım, bir umut buraya gelmiş, onlardan uzaklaşmak istemiştim ancak yaram onu açanı beklemiş olmalıydı.
"Benim askeriyede birkaç işim var," abim kısa bir telefon konuşmasından hemen sonra yanımıza geldiğinde ellerinde kahve bardakları da vardı. "Sizi yalnız bıraksam sorun olmaz değil mi?"
Babam abimi gördüğü andan beri gururlu bakışlarını ondan çekmiyordu. "Yok evladım, ben geldim çat kapı zaten kusura bakma. Sen ne işin varsa hallet, ben Naz'ımla kalırım burada."
"Sağ ol Kadir amca." Kolundaki saate baktı kısa bir an. "Gelirim ben birkaç saate. Uzun yoldan geldin istersen uzan odamda biraz. Ne nerede Simay biliyor, o sana gösterir. Allah'a emanet olun."
"Ayağına taş değmesin," dedi babam. Abimin kısa bir an durakladığını fark edince gülümsedi. "Hadi geç kalacaksın."
Abim başını salladı ve salondan çıktı. Birkaç saniye sonra kapınında sesi geldiğinde ne yapacağımı bilemeyerek olduğum koltukta küçüldüm biraz daha. Kaçamak bakışlarım babamın üzerindeydi.
"Kızdın mı?" diye sordu bana döndüğünde. İkimizde abimin sehpaya koyduğu kahvelere bir hamle yapmamıştık.
"Neden kızayım ki?" Dudak büktüm. "Kızacak bir şey mi yaptın?"
"Buraya geldim ya?"
Yüzümü buruşturdum. "Bunda kızılacak bir şey yok ki."
Eliyle yanını işaret etti. "E niye gelmiyorsun yamacıma? Anlaşılan tek özleyen taraf benim."
Ya yerimde durup aramızdaki durgunluğu devam ettirecek ya da yamacına oturup, ona sımsıkı sarılarak aramızdaki bu durgunluğa son verecektim.
Ben hayatımda doğru kararı hiç vermezdim zaten.
Bu yüzden ayaklanarak yanına oturduğumda hemen kolunu omzuma atarak beni göğsüne çekti. Gözlerim huzurla kapandığında bende bir elimi ona dolamıştım. "Ha şöyle," dedi saçlarıma bir sürü öpücük kondururken. "Babasının Naz'ı, nasıl özlemişim..."
"Ne kadar özledin?" Dedim şımararak.
Göğsü titrediğinde güldüğünü anlayabilmiştim. "Çok özledim güzel kızım benim, çok özledim."
"Hım," dedim düşünür gibi. "Sanırım bende seni özlemişim," elimi kaldırdım, işaret ve baş parmağımla 'birazcık' işareti yaptım. "Bu kadarcık..."
Göğsü titredi yine. O kadar olduğuna inanmıyor olmalıydı, haklıydı tabii... "Cidden nasıl geldin?"
"Uçakla. Ani bir karardı tabii," hareketlendiğinde göğsünden kalktım. Yanında ne ara onu koyduğunu görmediğim oyuncağı gösterdiğinde, "bakkala birkaç bir şey almak için dışarı çıkmıştım, onu gördüm. Aynı sen değil mi?" bakışlarım oyuncağa kaydığında küçük bir kıkırtı kaçtı dudaklarımdan.
Elime aldığım Alvin ve Sincaplar'daki Theodore'a kalpli gözler ile baktığıma emindim. Onu cidden bana mı benzetmişti?
"Babasının bebeği," diye mırıldandı ben elimdeki oyuncağa hâlâ kalp dolu bakışlar atıyorken. "Ben bu akşam döneceğim." Bakışlarım şefkatle bakan gözlerine çevrildi. "Benimle gelir misin?"
🙉🙈🙊
*Yazar*
Bir yerde bin çiçek açarken bir yerde bin çiçek solarmış.
Kader ağlarını bir bir örüyorken ve herkesin hanesine acıyı ve neşeyi yerleştiriyorken Nazlı odasında bir ileri bir geri adımlıyordu.
Kapısı birden açıldı ve içeriye Çınar girdi. Nazlı onu beklediğinden bu hamle onu korkutmamıştı. "Ne oldu?" dedi adımları durduğunda ve abisine baktığında. "Neden böylelermiş?"
"Dava yüzünden," omuz silkti Çınar. "Babam halleder, bu kadar gerildiklerine bakma."
Nazlı abisinin rahat hareketlerle yatağına oturmasını izlediğinde merakına engel olamadı. "Babam cidden o adamın yaptıklarını biliyor muydu? Yaman abim haklı mı?"
Çınar ters ters baktı Nazlı'ya. "Sence babam böyle bir şeye müsade eder mi? Elbette bilmiyordu, o herif uyduruyor!"
"Peki o kızın ifadesi?" Nazlı babasını çalışma odasında avukatıyla konuşurken az biraz dinlemiş olabilirdi. "Doğru mu?"
Çınar başını iki yana salladı. "Elbette hayır, Simay bu evde el üstünde tutuluyordu."
"Peki ne olacak? Yaman abimi tanıyorum, o kızın anlattıklarının gazına geliyor ve durmayacak. Kafaya koyduğunu hiç düşünmeden yapar o!"
Çocuklarını konuşurken duyan Mihrimah Akça ise Çınar'ın aralık bıraktığı kapıdan içeri adımlamıştı. "Bu yüzden buna engel olacağız bir tanem," gözlerini Nazlı'dan ayırmadan biraz daha adımladı ve Nazlı'nın karşısına geçtiğinde avuçları kızın yüzünü buldu. "Yaman abinin yalan ifadelerle babanı yakmasına göz yumamayız değil mi?" Nazlı başını iki yana salladı. Annesi haklıydı, buna göz yumamazlardı. "Bu yüzden bebeğim, itirazımızı destekleyen kanıtlar bulmalıyız."
Nazlı ne yapacağını bilmiyordu ancak annesi o an abisine ve kendisine her şeyi detaylıca anlatmıştı. Anlatmış ve saatler sonra kendisini mahallenin girişine arabayla bırakmıştı.
"Nazlı," arabanın ön koltuğunda oturan Bartu Akça arabadan inen kız kardeşine seslendi. "Çaktırmadan."
Nazlı başını salladığında arabadan indi. Özlediği mahallesine geldiğinde gözlerinin önünü kaplayan sislere aldırmadı. Küçük ve yavaş adımlarla evine ilerlerken mahallede koşuşturan çocuklara, yine arkadaşıyla tartışan Manav İbrahim'e, çocukların kuyruk oluşturduğu bakkaldaki dondurma dolabına... Hepsinde göz gezdirirken adımları durdu ve bakkalın içindeki abisine baktı.
Kendisine sırt çeviren, aramalarına dönmeyen ve yeni kız kardeşiyle sosyal medyada gönderi atan abisine.
Hepsi, bu zamana dek anne, baba, abi dediği herkes ona sırt çevirmişti. Kimse umurunda değildi, annesi haklıydı, o ne dediyse onu yapmalıydı.
Bu yüzden hızlı adımlarla evine gittiğinde odasının camında onu gören abisinden habersizdi.
Dava sonrası kaçacak bir başka yol arayan Akça ailesini tanıyan Yusuf günler öncesinde çoktan Yaman'la konuşmuştu.
"10 yıl," demişti telefonda Yaman. "10 yılla yargılanacak baban."
Yusuf, Cihan ile birlikte bahçede konuşan kardeşini izlerken başını sallamıştı. Haberi vardı, Yaman'dan önce kendisini Tuğrul aramıştı.
"İtiraz edecek." Mehmet Akça'yı tanıyordu, asla pes etmeyecekti.
"Edebilir, bir sonuç çıkmaz."
"O da biliyor," Yusuf gergince burun kemerini sıktığında, "Naz'a ulaşmaya çalışır sanıyordum, yapmadı." diye mırıldanmıştı. "O zaman Nazlı'yla hareket edecek. Davaya ait herhangi bir kağıt, dosya, ne varsa uzak tut onlardan. Herhangi bir açık vermeyin Yaman."
Açık vermeyecekti Yaman ancak kapısına gelen kız çocuğunun da gözünü açmadan etmeyecekti. Onun üstüne düşen vazife uyarmaktı. Uyarısını yapacak ve gerisini ona bırakacaktı. Dilerse ailesiyle kalırdı dilerse istediği yerde.
Ama ona bu ev sınırları içerisinde yer yoktu. Artık yüreklerinde de olmayacağı gibi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.27k Okunma |
3.71k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |